|
|
|
7 Mart 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Geçmişten Günümüze RTE Almanağı!.. | Merhabalar
76 gün kala niyetler kendini epeyce belli etmeye başladı. Abdullah Bey'in meclis grubunda başbakan gibi karşılanışı, onun bunu yadırgamadan işi şakaya vurup Bülent Abisine takılması, Tayyip Bey'e hediye edilen sadakat yeminleri, Emine Hanım'ın Çankaya'ya serilecek seccadeler için Coco Channel'e sipariş vermesi, bunu attım tabi, hep bu iyi niyetlerin dışa vurumu. O zaman gelin hep birlikte Tayyip Bey için hazırlanan "Geçmişten Günümüze RTE Almanağı"na şöyle bir göz gezdirelim. 1994'ten bu yana sosyal literatürümüze hediye ettiği özdeyişlerini hatırlayalım. Talip olduğu makama layık olup olmadığını bir sınayalım. Değişip değişmediğini bir iyice anlayalım. Başlatılan projenin son halkasına gelinip gelinmediğine karar verelim. Yanılmışsak özür dileyelim. Yanılmamışsak... El el üstünde oturmayalım.
Birazdan sıralayacağım özdeyişleri pekçoğunuz bölük pörçükte olsa gelen maillerden ya biliyor ya da hatırlıyorsunuz. Ama Kahve Molası tarih defterine not düşmek, sırası geldiğinde kolayca erişmek üzere burada tekrarlamakta bir sakınca görmüyorum.
Recep Tayyip Erdoğan
(1994 – 2006)
Belediye Başkanlığı Dönemi:
“Elhamdülillah şeriatçıyız” (21.11.1994 Milliyet)
“Yılbaşına karşıyım” (19.12.1994 Sabah)
“Ben tekkeye değil dergaha gittim” (22.1.1997 Gözcü)
“Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” . (12.5.1994 Hürriyet)
“Her 10 Kasım'da yaygara kopartılıyor” (14.11.1994 Hürriyet)
“İçki yasaklansın” (1.5.1996 Hürriyet)
“İstanbul'u Medine yapacağız” (Akis)
“Bütün okullar İmam Hatip yapılacak” (17.9.1994 Cumhuriyet)
“Ben İstanbul'un imamıyım” (8.1.1995 Hürriyet)
“Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür” (6.3.1996 Hürriyet)
“Milli Piyango zulümdür” (29.9.1994 Hürriyet)
“Taksim'deki caminin temelini inşallah atacağız” (1.7.1994)
“Cumhurbaşkanı'nın imam hatipli olacağı günler yakındır”
(5.2.1996 Akit) (Projenin temelleri atılmış)
“Türkiye kendine din olarak Kemalizmi almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir...”
“Türkiye’nin yarınında artık Kemalizme ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın etkileridir. Her şey ona göre belirlenir.”
“Camiler kışla, minareler süngü, kubbeler miğfer,
müminler askerimizdir.”
“Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza
ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız.”
“Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa
gelince ineriz.”
Dinci bir miting sırasında halka sesleniyor:
“Yolumuzun ortasında inek oturmuş, yolumuzu kapatıyor,
menzile ulaşmamızı engelliyor. İneği yolumuzdan önce lafla, usul usul, sonra evvelallah
sizlerin yardımıyla, artık nasıl olursa, nasıl denk gelirse kaldıracağız.”
(İnek olarak Laik Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini
kasdediyor. O dönem yanında olduğu Hocasının “kanlı mı olacak, kansız mı” söylemini bir başka şekilde
seslendiriyor.)
“Türkiye’yi eyaletlere bölmek lazım.
Merkezi yönetimin bir takım yetkileri bunlara verilmelidir.
Belediye Başkanları da bu konuda en yetkili olmalıdırlar.
O bölgelerdeki her türlü eğitimde bunlara bırakılmalıdır.”
(Hık demiş Evren paşa'nın burnundan düşmüş)
“Hem laik, hem müslüman olunmaz.
Ya müslüman olacaksın, ya laik. İkisi birarada olunca
ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisi birarada
olamaz.”
“Referansımız islamdır. Tek hedefimiz islam devletidir.”
“Sen “Ne mutlu Türküm diyene” dersen, onun da “Ne mutlu Kürdüm” deme hakkı vardır.” (Bak sen!)
Oğlunun nikah davetiyesindeki tarih: “29 Zilkade 1421”
“1.5 milyarlık islam alemi, müslüman milletimizin ayağa
kalkmasını sabırsızlıkla bekliyor.
Kalkacağız, bu ayaklanma başlayacak.”
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.”
Başbakanlığı Dönemi:
“Türkiye’yi pazarlıyorum.
Bizim için verilecek para önemlidir.
Herşeyi pazarlar satarız, parayı veren düdüğü çalar.”
“Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse
tabii ki gidecek be.”
“Kadın nereye isterse oturur, Sana ne yaa! Ayıp yaa!”
(Kars’ta AKP toplantısında kadınlarla erkeklerin
ayrı yerlerde oturtulmasını eleştiren gazeteciye)
“Bana verilen maaş çok düşük, yetmiyor.
Sen ne kadar maaş alıyorsun?”
(Almanya Başbakanı’na)
“PKK’nın cenaze töreninde bayrağını açması da, F-16’ların
alçaktan uçuş yapması da yanlış. İki tarafında yaptığı yanlış”
(Terör örgütü pkk ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni aynı kefeye koyuyor, kendince her iki tarafa da eşit yaklaşıyor. )
“Suriye’yi Lübnan’dan çıkardıkları gibi, bizi de Kıbrıs’tan
çıkartırlar. Birileri bize çık der, kuzu kuzu çıkarız.”
“Ben müslümanım diyenin aynı zamanda laikim demesi
mümkün değil”
“Dur dinle be!.. Dur dinle!.. 9 ay 10 gün be!..”
(Seçim konuşmaları sırasında vatandaşa şaka yapıyor!?!)
“Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek, bu
ulemanın işidir. Ulema ne diyorsa o olur.”
(Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne söylüyor.)
(Danıştay’ın türban kararı konusunda)
“Efendi sen kim oluyorsun, buna mecelle (şeriat hukuku)
karar verir”
(Bir kaç hafta sonra işareti alan şeriatçı bir terörist
Danıştay’ı bastı ve türban kararı veren Danıştay üyelerini
silahla taradı. Danıştay üyesi bir hakimi öldürdü.)
“Sallamaa.., elini kolunu sallamaa.., her yerin oynuyor be!”
(Muhalefet milletvekiline)
“ABD’de özgürlük anlayışı var ama benim ülkemde yok”
(Benim ülkem özgür değil diye, ABD gezisinde ülkesini
Amerikalılara şikayet ediyor.)
“Ulan terbiyesizlik yapma!
Artistlik yapma ulan!
Hadi ananı da al git burdan”
(Mersin’de bir vatandaşa)
(Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmayan yüzlerce
atamanın vekaletlerle yürütülmesi konusunda fikir beyan ediyor.)
“Biz hukuka aykırı bir şey yapmıyoruz. Mecelle’de (şeriat hukuku) böyle bir kaide var.”
“Askerlik yan gelip yatma yeri değil”
( Şehit yakınlarına)
“Ne konuşacam ben o kadınla yahu!”
(Şehit annesine)
“Söyleyin şu sahtekâra ne istiyormuş”
(Almanya’da bir gurbetçi için söylüyor. Bu lafı söylediği toplantıda salondaki vatandaşlara
Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçisi’ni yuhalatıyor.)
“Burası (kafasını göstererek) basmıyor. Hayatında iki koyun
gütmediği için bunu kavrayamıyor.”
(YÖK Başkanı Prof.Dr. Erdoğan Teziç’e)
“Kendisine kefilim, babam gibi güvenirim,
Ona kendime inandığım gibi inanıyorum.”
(Birleşmiş Milletler tarafından tüm dünyada
terörist ilan edilen ve aranan El Kadı hakkında söylüyor)
“Onları hoplatacağım.”
(Terörist El Kadı’yı eleştiren muhalefet üyeleri ve gazetecilere)
“Neyseki, yaşına başına saygı duyuyorum. Ağzı olan konuşuyor be!”
(Kıbrıs davasının 50 yıllık lideri Rauf Denktaş’a)
“Sanki maçta gibi bağırıp çağırıyorlar, (Türkiye laiktir, laik kalacak) diye, bunlar hoş şeyler değil.”
(AKP Genel Kongresinde)
Ve diğer vecizeleri:
"Şerefsizler"
"Bizim çocuklar açmı kalsın be!"
"Kes ulan sesini"
"Sana üç nokta koyarım"
"Otur ulan oturduğun yerde, herşeye burnunu sokma"
2002 seçimlerinden hemen önce ve Başbakan olunca:
“Ben gelişerek değiştim.”
Başbakanlığının 4. yılında:
“Ben hiçbir zaman değişmedim. İslami fikirler değişmez.”
Ettiği kuvvetle muhtemel Kuran Kursu Andı:
"Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye'yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim."
...
Hâlâ bir karara varamadınız mı? Gözünüzü açın, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
KahveRengi : Alaattin Bender |
CENGİZ SAVAŞ: "SANAT, BİR TÜR HAYAL KURMAKTIR ASLINDA..."
'Yüz - Yüze, Göz - Göze' derken Cengiz Savaş'ın figürleriyle göz göze geldim Soyut Sanat Galerisi'ndeki sergide.1) İnsan boyundaki figürler gözlerini çevirmiş sanki sizi izlemekte; 'kimbilir belki bizimle konuşur, dertleşir' diye… Belki biraz hüzünlüler, ama bir o kadar da 'rengarenk'ler. Doğrusu, Şubat akşamının çöken karanlığına eklenen kar perdesi ve sis, beni Ulus'tan başlayıp Dikmen Keklikpınarı sırtlarına sürüklemiş, oradan Konya yoluna atmış, derken Oran sırtlarından aşarak Yıldız mahallesine taşımıştı. Bir saat süren maceralı bir yolculuktan sonra gözlerime inen gri perde Savaş'ın renkleri ile aydınlanmıştı. Dost canlısı Cengiz Hoca ile oracıkta koyu bir sohbete dalmış, aşağıdaki keyifli röportajın ilk tohumlarını atmıştık:
Resimlerinizi figüratif olarak nitelemek sanırım yanlış olmaz. Ancak, figür resimleriniz bir portre ressamından daha fazla bir anlam barındırıyor. 'Vesikalık' bir benzetimden çok kişiliğin, karakterin ve iç dünyasının yansıtıldığı türden bir 'benzerlik' arayışı var sanki resimlerinizde.
C.Savaş: Her ressamın peşinden koştuğu ya da koşması gerektiğine inandığım bir kavram var: Gerçek! Yani sanatsal gerçek. Sanatsal gerçeğin bilimsel gerçekle örtüştüğü noktalar elbette var. Belki 'hayal etmek' bunun en belirgin örneği. Beni ilgilendiren bir portrenin yada figürün görünen ve herkes tarafından algılanabilen yönü değildir. Ben, kendi yaşam sürecimde, bende oluşan verilerden yola çıkarak portre ya da figür üstünden resimsel dilden ödün vermeksizin kendi gerçeğimi arıyorum. Gerçek; bir ağacın, bir cevizin ve en önemlisi 'portre'nin gerçeği acaba görünen yüzü müdür?... Sanırım beni görünmeyen yüzü daha çok ilgilendiriyor. Bu bağlamda portrelerimin ya da figürlerimin 'vesikalık' bir benzetme ereği yoktur.
Gözler ve eller; sanırım resminizin iki önemli silahı. Resimleriniz bağlamında bu iki öğeyi nasıl değerlendiriyor, nasıl bir anlam yüklüyorsunuz? Gözlerde hep bir ürkeklik, sanki izleyenle göz göze gelmekten kaçınır gibi...
C.Savaş: İçinde yaşadığımız coğrafya ve toplum, bizlere ister istemez kendi değerlerini yüklemekte ve kendine göre de biçimlendirmektedir. Dünyanın neresine gidersek gidelim ve neresinde olursak olalım, o veriler bir yerlerimizde saklıdır. Hiç yakamızı bırakmaz ve hep peşimiz sıra gelirler. Ozanın dediği gibi: "Her kuş kendi coğrafyasının renklerini kanatlarında taşır." Evet, resimlerimde bir hüzünden ve ürkeklikten söz edilebilir. Ancak, resimlerim hüzünlü olsunlar diye hiç ama hiç özel bir çabam olmadı. Yukarıda sözünü ettiğim nedenlerin bir sonucu olmalı diye düşünüyorum bu durumu.
Gözler ve ellere gelince… Kuşkusuz, insanoğlunu en kolay ele veren organların başında geliyorlar. Ben kendi coğrafyamda bir çok insan gördüm, sadece gözleri ile gülüp gözleri ile ağlayan. Benim resimlerimde, gözler ve eller duyguların, duyarlılıkların ortaya çıkarılmasında önemli elemanlardır.
"Karşılaştığı insanların yüzlerini resmeden sanatçı, kimi zaman da başka başka yüzlerde kendi ifadesini, kendi yansımasını bulur" diye düşünüyorum. Siz de resimlerinizin 'otobiyografik' bir yanı olduğunu söylüyorsunuz. Dolayısıyla resimlerinizde kendinizle bir hesaplaşma, adeta bir 'yüzleşme' içerisine giriyor musunuz? Eğer öyle ise, bunu neden bir ayna karşısında kendinizle 'göz göze' gelerek Van Gogh'un yaptığı gibi 'otoportre'ler şeklinde yapmıyorsunuz?
C.Savaş: Evet, resimlerimin otobiyografik bir yanı vardır. Onların hepsi kendi yaşamımla doğrudan ilişkilidirler. Kendimle yüzleşebilme cesaretimi hep koruduğumu sanıyorum. Benim derdim salt bir yüz ya da baş resmetmek değil. Ereğim, içimde fırtınalar koparan duygularıma yöneliktir. O duyguları resimsel dil içerisinde kalarak aktarmaya çalışıyorum. Aklıma hep Yunus'un dizeleri gelir: "Beni bende sorma, ben bende değilem; bir ben vardır bende, benden içeri". Yani benim derdim içerideki 'ben'ledir. İşte o duygular kimi zaman 'ete kemiğe bürünerek' portrelerde, figürlerde kendilerine yer bulurlar.
Resimlerinizde kalın boya dokusu yerine boya lekesini yeğlemiş görünüyorsunuz. Bunun ifade şekli açısından özel bir gerekçesi var mı? Varsa lekesel çalışmanın size sağladığı olanaklar neler?
C.Savaş: Resimsel öğelerden sadece bir tanesi leke. Sanırım birbirimizi seviyoruz. Tıpkı benek gibi, çizgi gibi, renk gibi. Sanırım leke ve benek meramıma daha fazla katkı sağlıyor. Kanımca sevişmemiz ondandır.
Genelde, resimlerinizde açık-koyu, siyah-beyaz veya contrast renk etkilerinden söz etmek sanırım yanlış olmaz. Bunun dışavurumu daha etkili kılmak için yardımcı bir tür yöntem olduğunu düşünüyor musunuz?
C.Savaş: Bedri Rahmi Eyüboğlu "resminin koyuluk derecesinden sorumlu olmayan ressam, ressam değildir" der. Ben de bu sorumluluğu önemsiyor ve resimlerimde uygulamaya çalışıyorum. Evet sözünü ettiğiniz contrastlık benim resimsel dilimde önemli bir yer tutar.
Sanki bu serginizde kadın-kız figürleri daha ağırlıkta. Bu hep böyle mi idi? Figür resimlerinizde ister istemez yakın çevrenizin bir yansımasının olduğunu düşünüyor musunuz?
C.Savaş: Tüm yaptığım resimler aslında ayrıntılı bir gözleme dayanır. Hepsi tanıdığım, bildiğim ya da en azından bir zamanlar biryerlerde karşılaştığım insanlardır. Aşık Ali İzzet bir konserinde sahnenin önünde oturan genç üniversitelileri görünce dayanamaz ve şöyle der: "Bakmayın bu halimize, saçımızın sakalımızın aklığına. Bizim de bir zamanlar sizin gibi mühür gözlülerimiz vardı". 2)
'Askerin Günlüğünden'de olduğu gibi zaman zaman dizi resimler gerçekleştiriyor musunuz? Varsa bu dizilerin çıkış öykülerinden, dönemleri ve isimlerinden bahsedebilir misiniz?
C.Savaş: 'Askerin Günlüğünden' adı altında yaptığım resimler, benim yaşamımda hem duygusal, hem de düşünsel anlamda bir süzülme ya da yalınlaşma olarak algılanabilir. Asker olduğum ve kışlaya ilk girdiğim andan itibaren farklı bir ortama girdiğimi anladım ve uzun uzun düşünebilme ve gözlem yapabilme olanağım oldu. İçsel duyguların, yüzlerde ve vücutta nasıl yer bulduğunu, dışarı çıkması gerekip de çıkamayan bir askerin çaresizliğini, 'aç-aç' programlarında, daha yaşamında annesinin memesinden başka meme görmemiş yüzlerde çıldırılmışlığın ve umarsızlığın dışavuruluşunu gördüm.
Resimlerinizdeki figürlerin, gerçekte günlük yaşamda 'Karşılaştığımız İnsanlar' olduğunu söyleyebildiğimize göre, resminize de konu olan bir ayağından yoksun Kore'linin yaşam öyküsünü bizimle paylaşır mısınız? Kore'li sizi nasıl etkiledi? Bu resimde bileklerde acı bir kuvvetin etkisini, yüzde ise belli belirsiz bir öfke ile bir tür küskünlük seziyor gibiyim. Kore'li sizce başını neden yana çevirmişti?
C.Savaş: Bizim ülkemizin genellikle her bir yöresinde, artık şimdilerde biraz yaşlanmışlar da olsa, mutlaka bir Kore'li vardır. Kore'li Celal Usta… Ayakkabı tamircisi. Küçücük bir dükkanı olan, sevecen, hatta şakacı biri. Bir bacağı yok. Kocaman, sanırım çınar ağacından yapılmış koltuk değneği hep yanıbaşında durur. Birara sohbet ederken dedim ki ona: "Usta! Bak, şair sizler için 'Kore dağlarında tabakam kaldı' diye söylüyor..." Hiç ummadığım bir bilgelikte ve sözlere dökülmesinin gerçekten zor olduğunu düşündüğüm bir bakış açısıyla, umarsız, aynı zamanda da bilgece bir gülümseme ile yavaşdan "ne diyorsun be hocam!, ben orada bacağımı bıraktım!" dedi. Ne diyeceğimi, ne söyleyeceğimi bilememenin sıkıntısı içinde kıvranırken karşıda asılı duran bir gazetenin verdiği haritayı göstererek devam etti: "Ege Bölges'inin orta yerine doğru bir yere parmağını koyarsan büyük bir olasılıkla doğduğumuz yeri bulursun. Burası vatanımız. Gerekirse bizden öncekiler gibi biz de kolumuzu bacağımızı güle oynaya veririz. Ama, ben ya da benim gibiler, dünya haritasında bile yerini bulmakta zorlandığımız yaban ellerde canımızı, kolumuzu, bacağımızı bıraktık... Boşver be hocam!. Ama, şair yine de iyi yazmış. Onun da kalemi tükenmesin."
Resimlerinizde natürmort veya peyzaj konuları ile yollarınızı ayırdınız mı? Ne zamandan bu yana figür resmi üzerine yoğunlaştınız?
C.Savaş: Böyle bir düşüncem hiç olmadı. 'Natürmort'lar ve 'peyzaj'lar da yaptım. Yine de yapacağım. Ama şu anda figürler ve portreler beni daha çok heyecanlandırıyor.
Sanatçı kimliğinizin oluşum süreci içerisinde etkilendiğiniz ressam/lar diye sorsam?
C.Savaş: Ressamları ismen sıralamak oldukça güç. Hem, bunları birbirinden ayırırsam, etkilendiğim, adını sayamadığım diğer ustalara da haksızlık etmiş olurum. Bizden önce bu dünyaya dikili bir taş bırakmış ustaların, dili, dini, ırkı ne olursa olsun, bıraktıkları bizler için 'anamızın ak sütü gibi helal' miraslardır. Benim ereğim de, benden sonrakilere anlamlı ve önemli miraslar bırakabilmektir.
'Cornelius'a Mektuplar' kitabında Orhan Peker paletinden hiç eksik olmayan renkleri Fildişi siyahı, Titan beyazı, "Van Dyck" kahverengisi, "Vermillon" kırmızısı. olarak sıralıyor. Ben de, paletinizden hiç eksik olmayan birkaç renk diye sorsam?
C.Savaş: Doğrusu bir ressam olarak, ben bütün renklerle barışık olmak zorundayım. Bazı renkler kimi zaman daha çok ön plana çıkmış olsalar da, diğerlerini sevmediğim anlamı çıkmamalı. Çünkü her renk doğru ve yerinde kullanıldığı sürece güzeldir. En azından ben böyle düşünüyorum.
Günümüz resim sanatında herhangibir akımdan - 'izm'den bahsetmek olası mı? Sizce resim, heykel, fotoğraf gibi sanat dalları birbirine karışmaya, aralarındaki sınır aşınmaya mı başladı? Bu gidişle sizce tuval resmi rafa kalkar mı?
C.Savaş: Hızla değişen dünyamızda karmaşa gibi görünen bu oluşumları yadsımamak gerektiğini düşünüyorum. Tüm bu oluşumlar yeni arayışların, yeni hayallerin sonucudur. Sanat, aslında bir tür hayal kurmaktır. Tüm bu gelişmeler diyalektik bir durumdur ve hep olacaktır. Aslında olmalıdır da!. Ve mutlaka su çatlağını bulacaktır. Tuval resmine gelince… Bizde bir söz vardır: 'Malzemenin iyisi, kötüsü yoktur; iyi ya da kötü kullanılması vardır.' Bu bağlamda başka bir yaklaşım ise 'eski sazla yeni türkü söylenir mi?' der. Elbette söylenir. Ama tek koşul: 'söylemesini bilene...'
Sanatçı bir ailesiniz: Eşiniz ressam, ağabeyiniz Remzi Savaş heykeltıraş. Bunun size katkıları oluyor mu?
C.Savaş: Elbette oluyor. Bazen öylesi bir an geliyor ki, kendimce olumlu bir şeyler çıkardığımda ya da tersinde, gecenin ilerleyen bir saatinde karımı uykusundan uyandırıp pijamaları ile tartıştığımız ya da sohbetlerimiz oluyor. Kavga!? Eh, o da olmuyor değil hani!.
Hayata-sanata dair son bir kaç söz?...
C.Savaş: Anlamlı ve dolu dolu yaşamak. Bedri Rahmi gibi bunun kanıtı olarak belki bir erik ağacını şahit gösterebilmek.3) Sanata gelince, çok sevdiğim bir Romen heykeltıraşın sözünü anımsıyorum: "Köle gibi çalışmak, krallar gibi hükmetmek ve tanrı gibi yaratmak." Yukarıda dediğim gibi: "Sanat, bir tür hayal kurmaktır aslında..."
Alaattin Bender www.alaattinbender.com
1) Ressam Cengiz Savaş'ın resimleri 2-21 Şubat 2007 tarihleri arasında sergilenmiştir. Bu güzel söyleşi için kendisine teşekkürü bir borç bilirim.
2) Neşet Ertaş tarafından da bestelenerek söylenen "Mühür Gözlüm" isimli şiirin dizeleri Aşık Ali İzzet Özkan tarafından yazılmıştır.
3) Bedri Rahmi Eyüboğlu bir şiirinde: "Yaşadım! / Erik ağaçları şahidimdir / Yıldızlar şahidimdir. / Yaşadım! / Avuçlarımın gücü yettiği kadar / Dağları, kadınları, meyveleri / Yaşadım! …" diye seslenir.
Not: Bu röportaj denemesi bir ilkti. Eleştirileri mesajlarınız yazılarıma yön verecektir.
Fotoğraflar: Alaattin Bender arşivi
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir |
Tasa Etme
Aşar hüznünü. Yine iyi olur. Ve hatta yoluna bile girebilir yoldan çıkanlar. Garipliğini de unutur, eskiden yadigar yaralarını da..
Düzelir bir şekilde diyorum. Nasıl doğal bir döngüyle bozulmuşsa aynı doğallıkla tamir de edilir. Alışılır hiç alışılmayacak sanılanlara. Ve ayrıldıkça yakınlaşır, acıdıkça daha profesyonel olursun acıtmak anlamında…
Biter kışlar. Yeni baharlar olur. Çok sevdiğin şarkılardan da bıkarsın. Hiç sevmediklerine alışırsın da zamanla. Kapatırsın borçlarını. Açılan yenilikler olur, çoğu aslında parayla çözülemeyecek kadar üryan..
Bir bebek doğar sonra. Önce epey telaş edersin. Yakının olur. Belki kardeşin, olmadı halanın çocuğu, en kötü ihtimalle karşı bloktaki yeni evlilerin ilk "torunu.."
Önündeki engeller biter, ölümlerin tazeliği küfe durur bir zamandan sonra. Ve gazete manşetleri giderek, hızlıca, çarçabuk değişir.
Yeni filmler gösterime girdikçe, unutulur eskileri. Ki her izlediğin için bir sahne kazırsın zihnine.
Dostlukların olur bir de. Ailece gidilmiş bir çay bahçesinde "aileye mahsus" tüketilmiş kahkahalar…
Bütün kızıl saçlı kadınları arkadan annene benzetmek kalır geriye. Avuçlarına verilmeyen zamanlar kalır. Pikniklere gidersiniz yine. Hatta yaz gelir, tatil sıcağı heyecanları bölüşürsünüz. Yanı sıra annenin yaptığı mayalılar.. Baban dayatır ya hani, yav mideme dokunuyor yemeyeceğim diye. Hayat bu, tatile gidiyoruz milyarlar harcamak üzere, ama ülkem annesi benim de annem, tasarrufu evde yapılan yolluk biçiminde dayatacak ille de..
Zamanla büyük kırgınlıkların olur birilerine. Susarsan eşek yerine koyulmuşsundur. Konuşursan, ağzının payını vermek zorunluluğun olur.
Bazen susarsın.Hiç konuşmak istemeyebilirsin. Hatta düşün ki O'ndan sıkılacaksın. Aynı masalar, ayrı yüzler, aynı sohbetler…
Gereksiz bir mekanda duyduğun şarkılarda evvel zaman öncesi yaşadıklarını anımsayabilirsin. Bir koku seni çok ötelere taşır bazen. Yalnızlıkların olur. Kalabalıklar içinde. Kalabalıklara dönersin yüzünü çok hüzünlü ömürlerin depreşmeye gelmişse işte…
Kafiyeyi seversin. Şiirleri… Gelişirsin. Ama her değişimi gelişimden saymamak ilkesiyle..
Yıllar sonra olur bir bakmışsın. Hani oturup "yıllar sonra"lı sohbetleri ettiğiniz zamanlar var ya, işte onlar oluvermiştir. Kıyaslanmalar, gidenler, gelenler, kanamalar, ameliyatlar, sancılar, doğumlar falan..
Ölmek gelmiş. Ölmek gitmiş, yerini başkalarına devretmiştir.. Bir bakmışsın bahar temizliği evde yapılanı aşmış artık. Gönülde, benlikte başlamış temizlemeler, temizlenmeler o derece yani.
Saat şimdi kaç, bana on dakika sonra haber ver diyenleri özlemeye başlamakla kirlenmeye de başlıyor insan. Ha aynı evrelerde evrimsel bir çocuk olma halinden sıyrılmaya da…
Ev oturmalarına gidilmediği için kaçırdıklarına yanıyor insan. "Hadi ben kaçtım" diyenleri de sevmeyi öğrenebiliyor. Günler oluyor, hepsi gecelerden gelmeyecek kadar coğrafyaya asilik eden. Cümleler kalıyor geriye, acısı ne denli büyükleşse asla anadiline ihanet edemeyen..
Dostlu gecelerde içilmeden sarhoş etmiş, içilmiş ve bir haltı becerememiş mezelikler oluyor. Ayrı ağızlardan söylendiği halde "bir ağızdan" tanımlaması uygun görülen türküler. Severiz türküleri. Bu gece, şimdi, haydi demeden, sen başlarsın, ben getiririm devamını hep hani..
….aşağıdan gelir omuz omuza
baba, bayramınız mübarek ola..
Tasa etme denir de edilir yine, tasasız ömür olur mu hiç. Acılarından ölmek yakışır mı? İnatla doğmak var. Ve inançla ilerlemek. Teknoloji, sanallıklar, ısınmalara gebe küresellikler, dünyanın sonu bile diyenler… Kime gam bunlar?.. Hem sanalca sevmeyi başar ki gölgen kalmasın gerinde ama ihmal etme türkülü, sövgülü, sevgili günlerimizi..
Bu da geçecek. Biliyorum bu da akıp gidecek. Yine biz kalacağız geride. Gölgelerimiz ömrümüzdeki o pişkin, pişirilmişliklerde.. Tasa etme, yanında olacağım sonsuzlukta bile…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : Solmaz Akça Alaycı Bakışların... |
|
Yaşadığım hiçbir şeye benzemiyordun... Farklıydın, farklı oluşun utangaçlığından mı kaynaklanıyordu, mahcupluğundan mı bilmiyorum? Ama temiz hayaller bırakmıştın bana... Bense karaya kanıp, karartmışdım tüm düşlerimi. Sen çiçeklerime alaycı bakarken, ben kendime batmıştım. Kendi canımı acımasızca yakmıştım...
Bir gün tükeneceğini düşündüğün bir aşkın, tükenmeyen tonlarında renk buluyor şimdi kendini bilmez heveslerim. Seni sevmek yetmiyormuş geç farkına vardım.
Burun kanatlarının coşkulu kımıldanışını silmeye çalışıyorsun aklımdan, gözlerindeki o hüzün duygusunu alt etmeye çalışan umut parıltılarını çıkaramazsın aklımdan. Gülümsediğin zaman gamzelenen yüzüne sürmüştüm ben umutlarımı... Sense korktun ve kaçtın...
Artık umudumun bittiği noktadan sesleniyorum. Kavrulmuş kahve tadındaki huzurlu kokunu unutmuyorum. Unutursun, güler geçersin demiştin ya; sen hayatına öyle devam et. Ben her gece karanlığa sunuyorum kendimi. Düşlerimde artık güzel şeyler yok. Beni hayata bağlayan iplerimi kestim çoktan.
Şimdi yaptığımın en iyisini yapmaya çalışıp oynuyorum. Gülümsüyorum. Kan kusarken yüreğim, dilim neşeli cümlelerle saklıyor ardındaki yıkıntıları. Oynamak en iyi yaptığım iş değil mi? Oynuyorum, mutluymuşum gibi... Sonra perde kapanıyor. Ben yine, ben oluyorum... Sahnede coşkuyla alkışlanan ben, perde üstüme kapanınca kendime acıyorum.
Şimdi ayakta kalma vakti. Gözyaşlarımı siliyorum, sen yokmuşsun, canımı yakmıyormuşsun gibi... Tekrar oynamam lazım. Seyirciler bekliyor... Üç, iki, bir... Perde açılıyor...
Gülümsüyorum...
Solmaz Akça solmaz.ca@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
YAZ DEDİ…
Bir deneyimle başlamak istedim ve bu deneyimi yine yazıya dökmek… Hayatı ve hayattaki anlamsızlıkları hiç arkama bakmaksızın yazıp, en sonunda da okutmak birilerine… Yazacağım da… Tüm kirli çamaşırları dökeceğim…
Dün gibi aklımda her şey; "Yaz", demişti bana canımdan daha fazla sevdiğim bir sevgi insanı. Yazmıştım ben de. Getirileri çok oldu. Ama zaman içinde anladım, meğer götürüleri daha çokmuş!!! Zamandaki kavramı algılayamıyor artık içimdeki ben. Neyin doğru olduğunu anladığım anda, terk etti beni annem… Anneler bunun için mi var? Doğruyu öğretip çekip gitmek için mi?
Masal kitaplarına daha önceleri de inanmazdım. Çünkü hep uyduruk hikayeler anlatırdı bana anneannem kalın ciltli bir defterden. Ve benim anneannem okuma bilmezdi. Hani televizyonlarda hep öyle anlatılır ya masallar. Özenirdi işte kadıncağız… Evet, televizyon!!! Hayatımızın zamanlarını çalan çağ düşmanı… Bunu hangimiz anlıyoruz. Hangimiz anlamıyoruz kuşkulu. Yirmi iki adamın bir top peşinde koşuşturmasını, doksan dakika izleyen babalarımız ve sallama bir senaryoya, kırkbeş dakika ağlayan analarımız var şimdi. Avuçlarımızda bolca para ve sokaklarda fink atıyoruz. Bira içiyoruz erkek ve kız arkadaşlarımızla, aşıklar tepesinde. Kimin eli kimin cebinde… Yorum yok!
Kendimi ayrı tutmuyorum. Zaman oluyor, bende reklam arası olmasını bekliyorum mutfaktan bir şeyler atıştırmak için. Nikotin gibi bağımlılık yapıyor teknoloji ve bizler buna bir türlü engel olamıyoruz. Eskiden bu kadar bağımlı değildik. Yok, felsefe yapmıyorum, demeç de vermiyorum. Sadece yazıyorum... Mesela; eskiden teyzemin oğluyla toprak oynardık. Limon ağacından topladığımız yapraklara çamur koyar, dolmalar yapardık. Eve kirli dönünce de bir güzel dayağımızı yerdik. Teyzem bizi, aynı küvetin içinde, bedenlerimiz sıcak suyla kıpkırmızı olana kadar yıkardı. Ben o günlerin özlemindeyim şimdi.
Anneannemin sokağındaki arkadaşım Alihan'ı eve çağırarak, pet şişelerin altını kesip, süpürge sapına takmayı, onlarla cırcır eden böcekleri bahçeden yakalamayı özlüyorum. Sonra eve döndüğümde anneannemin bana, "Erkeklerle oynama!", diye azarlamalarını özlüyorum…
Şimdi herkes büyüdü… Bizler büyüdükçe dünya küçüldü.. Dünya küçüldükçe içindeki çirkinlikler bizlere daha çok bulaşır oldu.
Belleğimizdeki çocukluk anılarımızın yerini, siyasal ve politik çatışmalar aldı. Boyuna yalanlar söylüyoruz, boyuna palavralar sıkıyoruz birbirimize. Ve anlamamış gibi de, yemiş numarası yapıyoruz. Hayat bir film ya, hani biz de oyuncular… Çok iyi beceriyoruz rol kesmeyi, tıpkı ahkam kesmeyi becerebildiğimiz gibi…
Geceleyin demir kapının dışına, hasır sandalyelere oturarak, ailece yerdeki atlı karıncaları izlemeyi özledim ben. "Bunlara niye atlı karınca diyorlar?" diye sorduğumda "Bacakları at gibi hızlı olduğu için", yanıtına inanmayı özlüyorum. Onların ayrı bir cins olduğunu veya daha bir sürü karınca cinsi olduğunu belgesellerden izlemek istemiyorum ben. Aslanların üremesini izlemek istemediğim gibi.
Zaman ilerliyor yine… Dünyevi hayata alışmak ne kadar zamanımızı alıyor? Kimimiz hemen alışırken kimimiz belki de asla alışamayacak… Ben çeyrek asırdır yaşıyorum. Ve bu çeyrek asırda hep bir şeylere meydan okumak istedim. Belki başardım zaman zaman, belki başardığımı sanıp, derin bir lağım kuyusuna yuvarlandım. Ama arkamda olan ve iyi bildiğim kuyu kazıcıları hep sevdim. İçlerinde zerre kadar kötülük bile taşımadıklarından emin olarak sevdim hemde. Peki ya onlar… Onlar beni, benim onları sevdiğim kadar sevmiş midir??? Kuşku götürür bir gerçek daha...
Zaman… Yatma zamanı… Uyanma zamanı… İşe, okula, eve gitme zamanı… Uuuufff! Hep kısıtlamalar, kısıtlamalar!!! Ne ki bu zaman? Çağımızın kralı. Ve biz ona her daim el pençe divan duruyoruz.
Okadar hızlı yazıyorum ki… Aman Tanrım! Sanki ölecekmişim gibi… Ve ölmeden önce, son bir şeylerin (aslında içimdeki her şeyin), birilerine ulaşmasını istiyorum inatla. Belki ben de birgün "Bir kız vardı, adı neydi?", diye bir cümlede hatırlanmak isterim. İsmim anımsanmasa bile. Çok şey mi bu istediğim?..
Bir şeyler öğrendiğim doğru. Çeyrek asır bu, birkaç gün yada birkaç yıl değil! Ama hala yüreğimdeki çocuk ölmedi. Onun da ihtiyaçları oluyor zaman zaman. Altını değişme dönemi çoktan geçti biliyorum, ona bir şey dediğim yok zaten. Dişlerini de kendi fırçalayabiliyor artık, taburesinden destek bile almaksızın… Ama; "Çıkarsız sev beni!" diye bir yankı var içinde. Yıllardır bu duyguyu unuttum. Yanlış okumadınız; "Yıllardır"… Sevildiğimi biliyorum. Ama herkes beni muhakkak bir şey için sevdi… Bazen ben ne olduğunu bilemdim, bazen bilip de bilmezden geldim. Peki ya şimdi? Keşke diyor o içimdeki çocuk. Keşke hiç bilmeseydim... O zaman, hiç de bilmezden gelme durumunda olmazdım.
Şimdi minik bir çocuk yeniden bağladı beni hayata. "Seni seviyorum" diyor… Bir an oldu, bu iki kelime beni hayata bağladı. Bana tutunan biri oldu gün geçtikçe, bu küçük çocuk. Sanki omzuma hoşnut bir sorumluluk hissi vermiş gibi. Sevdim bende. Çok sevdim…
Ellerime mani olamıyorum son zamanlarda. Kulağın sözleri duymadığı gibi, "Söz uçar, yazı kalır.", sözüne de takmıyor ellerim… Hababam yazıyorlar. Ne yazdıklarından ya da yazdıklarının okunulacağından muzdarip.
Dünyevi işler hayat karmaşasında Yok'u oynuyor… İnsanın insana aldırdığı yok. Aldıran, sadece bebeklerini istemeyen, isteksiz anneler ya da bilinçli cinsellikten yoksun erkekler..
Gül Çakır gulcakir9@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Anladım
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil...
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım...
Yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım...
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım...
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım...
Bir insanı herhangi biri kırabilir,
Ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım...
Fakat, hakedermiş sevilen önün için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiğinde anladım...
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım...
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak, Sana ''git''
dediğimde anladım...
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum''
diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladim...
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,
Her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında
anladım...
Özür dilemek değil,
''Affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım...
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu
olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım...
Ölürcesine isteyen beklemez,
Sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine
istediğimde anladim...
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
GERÇEKTEN SEVİNCE ANLADIM...
Can Yücel
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.youtube.com web sayfasını bilmeyen kalmadı sanırım. Kendi çektiğiniz ya da beğendiğiniz her türlü video dosyasını yükleyip istediğiniz her internet kullanıcısıyla paylaşıyorsunuz. Uluslar arası özelliğinden dolayı dünya üzerindeki tüm internet kullanıcılarının “hadi ya, ben niye böyle bir web sayfası kuramadım” dediği türden bir web sayfası. Peki, neler olmuş ondan sonra… Bazı web sayfaları var http://www.izlesene.com/ gibi. Tamamen Türkçe ve kullanıcı destekli video portalı isteyenler için güzel bir ortam.
…Caponlar zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a gelip “Bey’fendicim bizim için Haliç’i temizlemek çoook çok kolay. Bi aylık iş. He deyin, hemen başlayalım. Sizden bi kuruş da istemeyiz” teklifini yapmış. Ama karşılığında da “Haliç’in dibinden çıkan büttüün çamur bizim olacak, Caponya’ya götüreceğiz” demişler. Teklif çok cazip ama Dalan deyip geçme, akıllı adam, hemen atlar mı hiç öyle? “Siz bana 2 gün müsaade edin, biraz düşüneyim, sonra size kararımı bildiririm” demiş... Devamını ve daha ilginç şehir efsanelerini okumak için http://www.efsaneler.com/ web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.
Sen seni bil sen seni, eğer sen seni bilmezsen patlatırlar enseni… Bu da benden olsun. Kimseye anlatamadığınız ama içinizde tutmaktan da bunaldığınız itiraflarınız için http://www.itiraf.com/
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|