Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.165

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 9 Mart 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : "YouTube" oturuyoruz!..

Merhabalar

Geri istiyoruz dedik ama aldıran olmadı. Bugün de sorun çözülmezse, araya hafta sonu girecek ve mahkeme kararı çıkmayacağı için bizim videolar birkaç gün daha karanlık kalacak. Aklıevvellerin ettiğini "YouTube" oturacağız. Birileri farkında mı bilmiyorum ama rezil olduk vallahi. Yakında AB şartı olarak internet sitesi yasaklanmayacak diye bir madde dayatılırsa sakın şaşırmayınız. Yazılıp çizilenlerden anladığım kadarıyla AB konuyu gündemine almış bile. Komik olan, karara konu olan videonun mahkeme kararından önce yayından kaldırılmış olması. Ama kararla sitenin engellenmesinin ardından YouTube aleyhte videolarla dolup taşmış dendiğine göre. Bu kafayla gidilirse YouTube Türkiye'de başka isimle yayınlanmaktan başka çare bulamayacak. Bu türde bir tepki daha önce olmuş mu diye bakınca da tablo bizi gene liste başı yapıyor. Bir tek geçen ay Avustralya'da taciz edilen bir genç kızın görüntüleri yüzünden bazı devlet okullarında erişim engellenmiş. Ama mahkeme kararıyla toptan erişim hakkının engellemesi bir ilk. Bence bu mutlu olmak için bir şans. Bir ilki daha gerçekleştirdik. Helali hoş olsun bize.

İki gündür Topbaş başkan şu kararından döner diye bekliyorum ama Nuh diyor peygamber demiyor. Standup'lara konu olacak olayı biliyorsunuz. Küçük Dilara'nın ölümüne sebep olan şirkete 2 yıl ihalelerden men cezası veriyor ama o ayıptan önce kazandığı ihaleyi iptal etmiyor. Gerekçeleri de birbirinden güzel. Ayıp be başkan, vallahi ayıp. Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Siz akıllı da biz salak mıyız?

Herkes dalga geçiyor Şebnem kızımızla. 23 yaşında bir güzel boş kız, hepimizin korkup çekindiği siyasete girmek amacıyla bir partiye kayıt oluyor ve biz onunla alay ediyoruz. Evet Türkçesi iyi değil, Demirel'in tekrar Cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini bilmiyor ama cesur. Sorulan sorulara cevap vermeye çalışıp saçmalamıyor. Dün bir bugün iki öğreneceğim diyor. Vallahi de billahi de helal olsun. Şeboş sen bunlara aldırma. Bunlar uzanamadıkları ete murdar derler, halt ederler.

Bir helal olsun da dün Kadınlar Gününde yürüyen kadınların, bir sene önce aynı yerde yedikleri polis dayağını unutmayıp, hemcinsleri polislerin uzattığı karanfillere ota bakar gibi bakıp geçmelerine. Kadın polislerin de günahı yok tabi. Dayak atanlar erkekti, özrü kadınlar diliyor. Asıl korkak olan biz erkekleriz galiba. Hepinize güzel bir hafta sonu dileyip gidiyorum, hoşçakalınız.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Ne yapmalı?

16 Mayıs 2007'de Türkiye'nin yeni Cumhurbaşkanı görevine başlayacak. Cumhuriyet Gazetesi bir süredir birinci sahifeden siyah zemin üzerine yazılar ve ancak bazı televizyonların yayınlamayı kabul ettikleri aynı içerikli iletiler ile şunu soruyor:

16 Mayıs'ta saatler 100 yıl geriye alınıyor. Tehlikenin farkında mısınız?

Bilmem açmaya gerek var mı? 16 Mayıs 2007'de ya şimdiki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ya da onun 'aynı görüş ve hedeflerle' o makama uygun göreceği (yani Meclisin seçeceği) kişi Türkiye'nin yedi yıl süreyle Cumhurbaşkanı olacak.

Oy kullanan seçmenin üçte bir, toplam seçmenin dörtte bir oyu ile (son seçimde her dört oy kullanabilecek yurttaştan birinin) TBMM koltuklarının dörtte üçünü ele geçiren doğrudan "din üzerinden de siyaset" yapan partinin temsilcileri, liderlerini yedi yıl süreyle Cumhurbaşkanı olarak görev yapmasını sağlayacaklar ve öyle görülüyor ki bu yıl hemen ertesinde gerçekleşecek seçimlerde tek başına iktidarlarını sürdürecek güçlerini yenileyebilecekler.

İlk bakışta ne güzel bir tablo değil mi? Tıkır tıkır kurallarına göre işleyen bir demokrasi ve halkın kendi eliyle yöneticilerini belirlemesi!

Bu 'demokrasinin böylece rayında işlemesinden' kimler memnun olacak? En azından son beş yıl içindeki gelişmeleri değerlendirerek aşağıdaki 'aktörleri' belirtebilir miyiz?

a) Türkiye'ye ve Orta Doğuya üzerlerinde her zaman rahatlıkla yönlendirmeler yapabilecekleri, küçük bağımlı 'ılımlı islam' devleti modelleri öngören ABD (kuşkusuz onun peşindeki belli başlı Avrupa liderleri).
b) Türkiye'nin bankalarını, telekomünikasyonunu, limanlarını, büyük sanayi kuruluşlarını 'ele geçirmeyi' sürdüren uluslararası tekeller ve onların gölgesinde pay kapmayı uman kimi yerli sermaye tröstleri.
c) Bu sermaye gruplarının yönlendirdiği medya kuruluşları ve onların temsilcileri.
d) Borsanın sarsılmamasının dünyanın en önemli sorunu / konusu yapagelen bir avuç rantiyeci ve onların beslediği 'ekonomistler'.
e) Türkiye'yi, 'ABD'nin onayladığı biçimde din devleti' haline getirmeye çalışan kazançlarına düşkün bazı 'yerli' din 'tacirleri'.

Yaklaşık yüzde kırkı açlık-yoksulluk sınırında yaşayan (yaklaşık 35 milyon insan) giderek bir kul haline getirilip, 'sadakalarla' doyuruluyor.

Onlar da memnun olacaklar mı? Onların memnuniyetiyle yukarıdaki aktörlerin memnuniyeti aynı çerçeveye oturuyor mu?

Onlar bu 'gidişin' ve 'tehlikenin' farkındalar mı?

Yine bir kestirimle bir diğer yüzde kırkı 'ayakta durmaya çalışan ' memur-işçi-çiftçi, emekli, küçük işletme sahibi, sıradan sokaktaki insan, okumayan, bilinçlenmesinin önü kesilen, medya safsatalarıyla beyinleri iğdiş edilip, yalnız tüketmeye ve tüketecek kadar kazanmaya koşullandırılan, bazen de sistemsizlik ve kuralsızlıktan küçük küçük nemalanan, nemalanma rüyaları görenler.
Onlar memnun olacaklar mı? Onların memnuniyetiyle sayılan aktörlerin memnuniyeti aynı hedeflerle örtüşüyor mu?

Onlar bu 'gidişin' ve 'tehlikenin' farkındalar mı?

Ülkenin bir avuç aydını, okumuşu; derin devlet, insan hakları, milliyetçilik sorgulayanı; gemisini şurasından burasından kurtarmış, çocuklarını büyük özel okullarda okutup, belki de yurt dışına postalama planları yapanlar.

Onlar bu 'gidişin' ve 'tehlikenin' farkındalar mı?

2002 Kasım'ın dan beri yapılmak istenen, Cumhurbaşkanınca önüne set çekildiği için geri çevrilen ancak defalarca girişilen adımları hatırlayarak, soralım hala aklını ve vicdanını koruyabilenlere:

a) Türkiye, imam hatiplerin gerçek liselerin yerini alması ve eğitimin din temelleri üzerine şekillenmesiyle mi çağdaş uygarlık düzeyine erişecektir?
b) 'Büyüklere' "Bunu süpürmeyin, kullanın" denilen Yöneticilerinin elinde mi 'bağımsız', başı dik bir ülke ve bireyler olarak yaşayacağız?
c) Bütün bankalarımızın, bütün tesislerimizin ve doğal kaynaklarımızın yönetimini haniyse peşkeş çekerek yabancılara devreden bu anlayışların daha da genişlemesiyle mi, üretir, bugünkünden fazla hakça bölüşür olacağız?
d) Ülkenin eyaletlere bölünmesini kolaylaştıran yapılanmaların -şimdiye kadar olduğundan- daha da hızlı yaşama geçirilmesiyle mi ferahlayacağız?
e) Ormanların, kentlerin çarıklılarca daha iyi talan edilmesiyle mi göneneceğiz?

Yarınlarımızdan, çocuklarımızın karınlarının doyacağından daha fazla umutlu olacağız?

ABD, büyük sermaye, borsacılar, 'başka hesapları olanlar' memnun olacaklar ama?

Ya diğerleri?

Bugün; kalan iki ayda bütün tehlikenin farkında olanların (siyasi partilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin, yurttaşların....) en güçlü biçimde ve ancak demokrasi-hukuk devleti kuralları içinde 'fikirlerini beyan etme haklarını' evlerinin ve kurumlarının dışında kullanmaları zamanıdır.

8 Mart'ta kadınlarımızın. 11 Martta doktorlarımızın. Bütün halkın... Ellerinden alınmakta olan yalnız kendi hakları değil, ülkenin ve kendi çocuklarının aydınlık geleceği olabilir.

Her olanağı değerlendirerek ve yeni ortamlar yaratarak; kadınlar, doktorlar ve 'halk';

"Hayır! Demokrasinin böyle 'kullanılmasını' ve böylece 'demokratikleştirilmeyi' istemiyoruz." diye seslerini yükseltmelidir!

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,189,189,189,189,189,189,189,189,18
11 Kahveci oy vermiş.

 


 


Sabiha Rana

 Beyaz Düşler : Sabiha Rana


  Bu yılın kadını 17 aylık!

Sevgili bebeğim, ''Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü,'' biz tüm dünya kadınları senin hatırlamanı hiç istemediğimiz, sözlerin dilsiz kaldığı, sana dile getiremeyeceğimiz acılarını yüreğimize gömüyoruz ve seni yılın kadını seçiyoruz..
Bak, öpüp kokluyoruz seni melek annelerle.. Sağlık ve huzur içinde yaşa bebeğim.. Allah seni korusun.

Size anlatacağım bu hikaye bir incir çekirdeğini dahi dolduramayan insanların yaşadığı hayatta yani incir bebek daha 17 aylıkken başlamış anlatılmaya... O dünyada yaşayan insanların, yaptıkları işlerin hepsi dünyanın altını üstüne de getirse bir incir çekirdeğini dahi doldurmuyormuş. Zamanın bir diliminde dünyayı ziyarete gelen kozmik bir bilge yine dünyanın en ileri gelenlerine şöyle demiş..
'' Bir incir çekirdeğini bile doldurmuyor yaptıklarınız. Farkında mısınız? ''
O zamandan sonra yaşayan bütün insanlar, '' Ocağına incir dikmek '' sözünü derin bir acıyla hatırlamışlar..
Olanca güçleri ve gayretleriyle evlerine, yurtlarına, bağlarına bahçelerine incir ağacı dikmiş bütün insanlar.. Ölmeden önce son gayretleri bu olmuş..
Efsaneye göre, bir erkek ve bir dişi yani bir çift insan kalana kadar, üflememiş görevli melek büyülü borusunu.. İşte o zaman diliminde seslenmiş bir çift insanın nefesinden konuşan melek.. Çınlamış sağır dünyanın sağır kulağı, sonra da okunmuş son sela ve inlemiş durmuş insanlar dünyalar içinde.. Birden bire fışkırmış yerle gök, börtü böcek otla çiçek.. Dünya yeni bir doğuma hazırlanıyormuş.. Güneş daha iyi görmek için yeryüzündeki olup biteni, var olan gücüyle aydınlatıp ısıtıyormuş ulaşabildiğince evreni.. Gece kendiliğinden çözülmesin diye gündüze, düğmeleri yıldızdanmış... Bir tek, umutla sabaha çözen onu, Ay'mış..
Melekler eşliğinde kutlu ilahiler okuyarak dalmışlar okyanusun dibine.. Kumlarla birlikte, hiç ayrılmamak üzere sarılmışlar sımsıkı yakamozlara.. Çünkü, sevginin yüce gücüyle yeniden doğacakmış, büyük bir aşk ve inançla, yaradanına bağlı, insana hasret, insan evladı.. Ve dile gelir incir bebek. Eyy hayat! Bir incir çekirdeğini bile doldurmayan meşguliyetler ısmarlamışsın bana,hemde daha doğmadan öyle mi? Bu demek oluyor ki bir daha yeniden dünyaya gelme şansım olursa eğer, incir ağaçlarının altında yatıp kalkmalıyım ve öyle yaşamalıyım.. Daha ana rahmine düşmeden çekirdekler, doldurmalıyım içini sonsuz ümit ve hiç sönmeyecek ışıkla..

Bir daha asla ! Boşluk ve karanlıkta kadın olmasın, masum incir bebekler..!

Zaman yeniden var olma zamanı / İncir bebekler zamanı....! ! ! (05 - 11 - 2006)

8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi insanca çalışma koşulları istemiyle greve başladı. Ancak polis grevcilere saldırdı ve çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi can verdi.

1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin; 8 Mart 1857 tarihinde yangında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisini getirdi ve öneri oybirliği ile kabul edildi. Sendikalar yıllarca bu önemli günde kadına yönelik ayrımcılığı daha güçlü olarak dile getirdi.

'' Bu yazım, kalbimde yılın kadını ilan ettiğim İncir bebeğe, Canım anneme, Rahmetli Melek anneme, Canım kız kardeşlerime, Canım kızıma, Canım yeğenime ve tüm dünya kadınlarına gönül armağanımdır.. (Ve İsveç'teki sevgili Ayşen'ime)

Kutlu olsun efendim.

'' Kadın doğuran melektir.''

Sabiha Rana
http://www.sabiharana.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  YAVRU KEDİNİN GÜNLÜĞÜ-8

27 Eylül 2006
Keşke ünlü olmasaydım. Televizyonlara çıkmasaydım, fotoğraflarım çekilmeseydi. Hem kedi, hem ünlüyseniz çok şımarıyorsunuz. Yiyecekler, ilgi ve sevgi patlaması kedi milletini iyice aptallaştırıyor. Bütün çocuklar sizi seviyor. Herkes size bakıp "Bak bu televizyondaki kedi. Çok da şirinmiş ama değil mi? şeklinde konuşunca doğal olarak kendinizi bir halt sanıyorsunuz. Dostu düşmanı birbirine karıştırıyorsunuz. İçgüdüleriniz bir kedininki gibi çalışmıyor. Benim başıma ne geldiyse zaten ünlü olmaktan geldi. Bütün insanları benim dostum sanıyordum. Yanılmışım…

Bu sabah bahçe kapısından çıktığımda yanıma genç bir kız yaklaştı. Elinde nar gibi kızarmış bir tavuk budu tutuyordu. Son zamanlarda herkes bizi görmek istediği için, Pamuk Köpekle bana sürekli bir şeyler verdikleri için çekinmek, kuşkulanmak aklımın ucundan bile geçmedi. Tavuk bacağına uzandığım anda başıma bir şey kapattılar. Ne olduğunu bile anlayamadan kendimi bir çuvalın içinde buldum. Bağırdım, çağırdım, miyavladım hatta tırmaladım ama çıkamadım.
Çırpınmaktan, çuvalın içinde debelenmekten yorgun düştüm ama kurtulamadım. Bir süre beni çuvalın içinde taşıdılar. Sonra da çuvalın ağzını bağlayıp bir arabanın bagajına koydular. Arabayla ne kadar gittiğimizi bilmiyorum. Çuvaldan çıktığımda ormanın kıyısında bir eve getirildiğimi gördüm. Evler ve sokaklar benim geldiğim yere benzemiyordu. Burada arabalar, asfalt sokaklar, büyük çöp bidonları yoktu.

02 Ekim 2006
Anladığım kadarıyla bu insanlar beni kaçırıp bir köy evine getirmişler. Evde dört kişi yaşıyorlar. Ben her evde bir anne olur sanıyordum, ama bu evde bir baba ve üç çocuk yaşıyor. Çocukların en büyüğü kız, öteki ikisi erkek. Beni çuvala koyup bu eve getiren ise evin tek kızıymış. Çuvalı açıp beni çıkardıklarında onu hemen tanıdım.

Peki, benden ne istiyorlar? Neden beni buraya getirdiler? Önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ama sonra onlar kendi aralarında konuşurken öğrendim. Beni televizyonda görüp beğenmişler. Evin ablası olan kız "Bu kedi benim olmalı." demiş. O bir şeyi isterse alırmış. Kardeşleri ile birlikte plan yapmışlar. Beni kaçırmak için evin bahçesini gözetlemişler. İşte şimdi buradayım…

Bu evde bana kötü davranmıyorlar ama ben yine de evimi, annemi, Eda'yı, Pamuk köpeği özlüyorum. Birkaç gün uslu uslu durup sonra da bu evden kaçacağım. Kaçmayı başarırsam nereye gideceğim? Hangi yöne gidersem evimi bulabilirim bilmiyorum. Ama kesinlikle bu evde kalmayacağım. Beni buraya zorla getirdikleri için, Eda'dan çaldıkları için onları sevmiyorum.

07 Ekim 2006
Dün sabah kapıyı tırmalayınca çişim geldi diye beni bahçeye bıraktılar. Evin bahçesini, çevresini dolaştım. Bahçe kapısından çıkmanın, duvarı atlayıp kaçmanın çok kolay olduğunu öğrendim. Sabahleyin gün ağarırken yine kapıyı tırmaladım. Özellikle bunu çok erken saatte yaptım. Evin ablası bana kapıyı açıp yatağına döndü. Bahçe duvarını atlayıp yan taraftaki koruluğa geçtim. Kaybolmaktan ve özellikle köpeklere yakalanmaktan korkuyordum. Köyün ilersindeki tepeye çıkıp kendime gidecek bir yön belirlemeliydim. Özellikle arabaların gidebileceği kadar geniş bir yol bulmalıydım. Çünkü beni buraya otomobille getirdiklerine göre böyle bir yol beni evime de götürebilirdi.

Tepe yakın görünüyordu ama oraya ulaşmam çok uzun zaman aldı. Ayrıca epey de yoruldum. Tepeden aşağıya bakınca dere boyunca kıvrım kıvrım uzayıp giden bir yol gördüm. Tam aradığım gibi, arabaların gidebileceği bir yoldu… Tepede biraz dinlendikten sonra dereye doğru inmeye başladım. Dere ve yol bulunduğum tepeye çok uzaktı. Dere kıyısına indiğimde neredeyse gün ortası oldu. Yol boyu yürümenin bir sıkıntısı da vardı. Eğer dikkat etmezsem, kendimi korumazsam arabalar beni ezebilirdi. Yoldan çok sayıda araba geçmiyordu ama yine de dikkatli olmalıydım. Her araba sesi duyduğumda yol kıyısında bir yer bulup gizleniyorum. Kimi zaman ağaçların, kimi zaman çalıların veya taşların arkasına saklanıyorum.

Şimdi gövdesi oyuk bir gürgen ağacının içindeyim. Uyuyup sabahın gelmesini bekleyeceğim. Ormandan çok acayip, daha önce hiç duymadığım sesler geliyor. Yorgunum, karnım çok aç ve korkuyorum. Yine de biraz uyuyabilirsem dinlenirim. Sabah kendimi daha iyi hissederim.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Haberim varsa Arap olayım

İnsanın üzerinde çalıştığı proje Arap olunca hali harap olmasın da ne olsun ? Proje gereği bir süreliğine bizim Arap dostları Türkiye'de misafir ettik. Bir ayı aşkın bir süre, Taksim civarında bir otelde; yediler, içtiler (!), eğitim aldılar. Eğitim tarzı misafirliklerde nöbetleşe gözetmenlik görevi sünnetlikten çıkıp farz olunca Taksim yollarına düşüverdim hemde ilk haftadan. "İlk hafta gözetmen olmak, binbir sualle dolmaktır" vecizesini böylece yazmış bulunuverdim. Her geçen gün ülkemize alışmaya, Taksim civarını dolaşmaya, satıcılarla dalaşmaya kadar her türden sualleri bitmedi, gitti. Cuma'yı zor ettim, ama Cuma namazı için Sultanahmet Camisi organizasyonu yaptığımda mutluluktan uçtuklarına bizzat şahit oldum. En sevdikleri mekan oldu Sultanahmet. Metro ve otobüs haritalarına ilaveten bir de Google Earth demosu yapınca; Taksim-Sultanahmet hattına epey hareket geldiğine eminim. Bu kadar karışınca Arap alemine; Arabic klavye arayıp bulamazsanız, siz de sarılırsınız benim gibi Türk'ün kalemine. Bu meret Arapça'dan siz siz olun ummayın bir medet, buyrun size Arabic haberlerden bir demet.

Diğer Arap arkadaşlarına inat o tek kadın ile evliydi. İki de çocuğu ile birlikte, bir yaşamı kovalıyordu. Hem girişken hemde çabuk sinirlenen bir adamdı ki; arasıra çocuklarına Allah der Peygamber demez girişirdi. Aileden zengin olduklarından Uzakdoğu ülkelerinin birinden eve bir de hizmetçi tutmuşlardı ( Zaten bütün pis işlerde Arapların, taşeron kullandığını anlatmıştım Name-ül Arabia'da ). Evin kadını sadece kız öğrencilerin okuduğu bir okulda öğretmenlik görevini sürdürüyormuş. Kocası onu arabasıyla her sabah okuluna bırakıp oradan işine gidiyormuş. Günlerden bir gün, kadın kocasından işkillenmeye başlayıp kızkardeşinden yardım istemiş. Kızkardeşin birkaç günlük dedektifliği sonucu ortaya çıkan tablo şuymuş : Meğerse bizim hınzır Arap, her sabah hanımını okula bıraktıktan sonra eve dönüp derhal Uzakdoğulu hizmetçiye yumuluyormuş. Ancak; 1-2 saat sonra işinin yolunu buluyormuş.

Günlerden bir gün; hınzır Arap çapkınımız iş için şehir dışına gitmiş birkaç günlüğüne. Eve döndüğünde bir sürpriz beklermiş onu. Uzakdoğulu hizmetçinin ne kendisi mevcut, ne de ardında kalan bir hatıra donu. Dayanamayıp sormuş :
- Karı'cığım, nerede bizim hizmetçi kızımız, nasıl bitti bu filmin sonu ?
- Ay sorma kocacığım başımıza gelenleri. Evvelsi gün öğleden sonra eve geldiğimde ne göreyim ? Hizmetçi; koltukta öylecene yatmış, elektrik süpürgesi çalışır vaziyette. Binbir eziyetle, derhal hastahaneye götürdüm elbette.
- Eee ..?
- Röntgen, kan, idrar, bir sürü tahlil derken; Aids'li çıkmaz mı hizmetçimiz kızımız hem de bu yaşta, hem de bu kadar erken ..!
- Vay bee ..! ( Gulp ..! ) Eee ..?
- Eee'si derhal işine son, maaşına zam. Bundan kelli ben yaparım evimin işini hem muntazaman hem de muntazam. İstemem bir daha hizmetçi, tövbeler olsun.
- ( Gulp ..! Hatta .oku yedik ..! )

Devrisi günden itibaren hınzır Arap bir munis, pir munis. Ne çocuklara bir fiske, ne de karısıyla giriyor herhangi bir riske. Günler günleri kovalıyor, adam çocuklarını sevginin doruğunda oyalıyor, yemeden içmeden kesilmiş, her geçen gün kilo kayıp ediyor, üstelik karısının yatağına uğramayıp ayıp ediyor. Yeterince kıvamına gelince; anlatıyor eğriyi doğruyu karısı. Ne esmeri ne arabı ne sarısı, nerede bu hikayenin öbür yarısı, kime diyeceğiz başınıza olsun darısı ? Ben ne bilirim darısını, ne hınzır Arap'ı ne de dört karısını demeyip sorumlu KM yazarlığı bilinci içerisinde diğer hikayeyi de karıştırayım dedim bu hikayenin içine.

Birkaç ay sonra; hınzır Arap'ın ondan hınzır karısının kızkardeşi telefon ediyor ablasına :
- "Bir kız arkadaşım evleniyor, düğüne gelsene Abla, tek başıma gitmeyeyim".
- "Tamam" diyor Abla, gidiyorlar düğüne birlikte. Hatta; gelinin odasına gidip tebrik ediyorlar ikisi birlikte, öpüyorlar, "Allah bir yastıkta kocatsın inşallah !" diyerek dönüyorlar düğün salonuna birlikte. Az sonra gelin ve damat, salonun eşiğinde birlikte görünüyorlar, birlikte yaklaşıyorlar, yaklaşıyorlar. "Gelini, gelin odasında tanıdık da; sanki damat da mı tanıdık ?" diye soran gözlerle birlikte, birbirlerinin yüzüne bakıyor aynı anda iki kızkardeş. Damat yanlarına gelip :
- Bundan sonra birlikte yaşayacaksınız Sevgili Karı'cığım. Bu, üçüncü zevcem. Kıskançlığa gerek yok, söz bak, ikinizi de aynı oranda sevecem.
- Sen sözü ne bilirsin be adam..! Beni de alacağına dair ne sözler vermiştin senelerdir ..!
diye söylendi hınzır Arap'ın ondan hınzır karısının kızkardeşi...
- Tevekkeli elin ayağın boşuna tir tir titremiyordu; "Kocamdan şüpheleniyorum, bana yardım eder misin ?" dediğimde ..! dedi hınzır Arap'ın ondan hınzır karısı... Bi dakka, bi dakka ..! diye de ekledi.
- Ne bi dakkası ? dedi hınzır Arap, hınzır hınzır bakan gözlerle...
- Az önce üçüncü zevcem demedin mi ? Kızkardeşimi de oyaladığına göre, aradaki ikinci zevce kim lem ..?

dedi hınzır Arap'ın ondan hınzır karısının Aids bahanesiyle işine son verilen Uzakdoğulu, üstelik karnı burnunda kadın...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Dogville

Tür: Gerilim / Dram
Yönetmen: Lars Von Trier
Senaryo: Lars Von Trier
Görüntü Yönetmeni: Anthony Dod Mantle
Yapım: 2003, Danimarka / İsveç / Fransa, 177 dk.
Oyuncular: Nicole Kidman, Harriet Andersson, Lauren Bacall, Jean-Marc Barr, Paul Bettany, Blair Brown, James Caan, Patricia Clarkson

Hani Pirelli reklâmlarının bir sloganı vardır. "Kontrolsüz güç, güç değildir" diye... Tıpkı bu filmde olduğu gibi - "Sınanmamış erdem, erdem değildir..." Film 1930'larda peşindeki gangsterlerden kaçan Grace'in orta batı Amerika'da eskiden bir madenci kasabası olan Dogville'e sığınması ve ardından kasabada yaşananları anlatıyor. Kasabanın az sayıdaki sakinleri, Grace'i bir süre için saklamaya razı olur, o da buna karşılık olarak onlar için çalışmayı kabul eder. Önceleri çekingen davranan ahali, Grace'i polisin aradığını öğrenince cesaretlenir ve girdikleri riski telafi etmek için ondan gittikçe daha fazla iş istemeye başlarlar. Hayatın ve insanların gerçek yüzü zamanla açığa çıkacaktır…

Filmde Nicole Kidman, Harriet Andersson, Lauren Bacall, Jean-Marc Barr, Paul Bettany, Blair Brown, James Caan, Patricia Clarkson, Jeremy Davies, Ben Gazzara, Philip Baker Hall, Siobhan Fallon Hogan, John Hurt, Zeljko Ivanek, Udo Kier, Cleo King, Miles Purinton, Bill Raymond, Chloe Sevigny, Shauna Shim, Stellan SkarsgardPaul Bettany gibi isimler var. Ama aslında tek oyuncusu ve Nicole Kidman'dı desem pek de haksızlık etmem sanırım...

Yönetmen Lars von Trier. Bu da film hakkında pek çok şey söylüyor zaten... Lars von Trier'i "Karanlıkta Dans" ve "Dalgaları Aşmak"tan hatırlarsınız onun için fazla yazmıyorum... Dogville von Trier'in yeni üçlemesinin ("Dogville" - "Manderlay" - "Washington") ilk bölümü... Film Danimarka, İsveç, Fransa, Norveç, Hollanda, Finlandiya, Almanya, İtalya ortak yapımı olarak 2003'te çekilmiş.

Bu film insanın kendini tanımasının ne kadar da zor olabileceğini, denenmemiş sınırlara varıldığında o ahkâm kesmelerin hiç bir anlamı kalmadığını, çaresizliğin insanı nerelere sürüklediğini, neleri kabul etmeye zorladığını, insanların korku-güç-hâkimiyet-kabullenme gibi hallerini gösteriyor bize, bazen biraz ürkütücü bile olsa...

Ve bize sunulanları ne kadar çabuk kabullenip, aslında karşımızdaki insan bunu yapmak zorunda olmasa bile, hep bunları ve hatta giderek daha fazlasını istediğimizi, yani bencilliğimizi önümüze ustaca bir işleyişle getiriveriyor... Film için "Hep kendi penceremizden baktığımız hayatın diğer pencerelerden nasıl göründüğünü gösteriyor" demek isterdim aslında, ama işin ilginç yanı bu filmde duvarlar olmadığı için; pencereler de yok… Sadece hayatımızı insanlardan ayırmaya çalışırken kullandığımız kapılar var… İnsanların yaşadıklarına bakıp "çok zor şartlar altındalar, benim durumumda olsalar yine böyle olur muydu?" şeklinde bir merhamet duygusunun aslında yersiz olduğunu, herkesin - şartlar ne olursa olsun - nihayetinde insan olduğunu düşürdü aklıma Dogville… Her ne kadar acımasızca görünse de insanın gerçek yüzünü aynayla gösteren, çoğumuzun içinde "önce ben" diye elinde küçük bıçağı ile zamanını bekleyen minik savaşçılara dikkat çeken bir film…

Filmle "ben olsaydım…" diye başlayan cümlelerin aslında sabun köpüğü olduğunu hatırladım, "ben olsaydım…" yoktur, "ben kavga ettim, ağladım" "ben korktum, yarım bıraktım, kaçtım" vardır. İnsan içinde olmadığı, yaşamadığı durumlarda vereceği tepkileri hep mükemmel insanla özdeşleştirir, "ben olsam adil olurdum", "çalışırdım", "ağlardım"… Oysa "ben" olunduğu zaman, insan önce "ben"dir, canı yanacak, incinecek, eğlenecek, zarar görecek, mutlu olacak "ben". "Ben olsaydım" diye başladığım cümleler bilirim "ben" olduğumda bambaşka tamamlanan… Ben olsaydım diye başladığım cümleler bilirim bitirdiğimde "ben"i bile şaşırtan…

Bu etkileyici ve düşündürücü filmi tavsiye etmeden bitirmeyeceğim, "ben" özellikle kendini sorgulamayı benim gibi ciddi bir alışkanlık edinenlere bire bir bu filmi sizlere tavsiye ediyorum. Ben olsaydım, bu filmi izlerdim…

Keyifli seyirler...

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


MUTLULUK

Başakta buğday,
Buğdayda sarı.
Ağaçta yaprak,
Yaprakta yeşil.
Çayırda çimen,
Gökte bulut.
Soframda tuz,
Çayımda şeker.
Elimde fırçam,
Tuvalde boyam.
Dağda karım,
Denizde dalgam.
Gündüzün güneşi,
Gecenin yıldızı,
Yediğim yarım ekmek,
İçtiğim soğuk su.
Tuttuğum küçük bir el.
Bana bakan iki göz.
Yani baktığım değil,
Gördüğüm her yerde mutluluk…

Neslihan Güzel

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu





İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.youtube.com web sayfasını bilmeyen kalmadı sanırım. Kendi çektiğiniz ya da beğendiğiniz her türlü video dosyasını yükleyip istediğiniz her internet kullanıcısıyla paylaşıyorsunuz. Uluslar arası özelliğinden dolayı dünya üzerindeki tüm internet kullanıcılarının “hadi ya, ben niye böyle bir web sayfası kuramadım” dediği türden bir web sayfası. Peki, neler olmuş ondan sonra… Bazı web sayfaları var http://www.izlesene.com/ gibi. Tamamen Türkçe ve kullanıcı destekli video portalı isteyenler için güzel bir ortam.

…Caponlar zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a gelip “Bey’fendicim bizim için Haliç’i temizlemek çoook çok kolay. Bi aylık iş. He deyin, hemen başlayalım. Sizden bi kuruş da istemeyiz” teklifini yapmış. Ama karşılığında da “Haliç’in dibinden çıkan büttüün çamur bizim olacak, Caponya’ya götüreceğiz” demişler. Teklif çok cazip ama Dalan deyip geçme, akıllı adam, hemen atlar mı hiç öyle? “Siz bana 2 gün müsaade edin, biraz düşüneyim, sonra size kararımı bildiririm” demiş... Devamını ve daha ilginç şehir efsanelerini okumak için http://www.efsaneler.com/ web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Sen seni bil sen seni, eğer sen seni bilmezsen patlatırlar enseni… Bu da benden olsun. Kimseye anlatamadığınız ama içinizde tutmaktan da bunaldığınız itiraflarınız için http://www.itiraf.com/

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070309.asp
ISSN: 1303-8923
9 Mart 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com