|
|
|
23 Mart 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Adamın Has'ını Kaybettik!.. | Merhabalar
Memleket bir büyük adamını daha kaybetti. Gerçek bir vatansever, hemşehrim Kadir Has'ın ölümüne bir aile büyüğümü kaybetmiş kadar üzüldüm. Bu denli insanları bulmak öyle zor ki, Allah gani gani rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.
Kadir Has'la ilgili haberleri takip ederken bir başka Kadir'in programına rastladım. Rastlamaz olaydım. Her taşın altından çıkan entellektüel meczup Adnan hocanın müridlerinden iki kızla, çocuklarının beyninin yıkandığını iddia eden analar konuşuyordu. Yaşının kırk olduğunu söyleyen kızlardan biri, Babuna soyundan Oktar isimli hastanın kız kardeşiydi. Sarayında kurduğu hareme dahil ettiği köleleriyle saltanat süren din bezirganı entel dantel Adnan hocanın etkisinde komün hayatı yaşadıkları belli olan bu eşşek kadar çocuklara olanlar olmuş. Ana babalarına söyledikleri lafları sineye çekmek mümkün değil. Bu adama dur diyecek bir merci yokmudur acaba bu memlekette? Bu herifin nereden bu cesareti bulduğu çok açık ama gene de insan tutunacak bir dal arıyor işte.
Seçim tarihi yaklaştıkça ekip gerçek duygularını bir bir söylemeye, içlerini dökmeye devam ediyor. Son haber, Mayıs'ta Cumhurbaşkanını seçip Temmuz'da da erken seçime gitmek. Projenin taşları teker teker yerine oturuyor. Cumhurbaşkanını seçip, "En tepeyi de ele geçirdik, amacımıza ulaştık, güç biz de artık." deyip, kimseye algılama ve düşünme fırsatı bile vermeden, aldıkları gazı oya dönüştürme planı yapıyorlar besbelli. Bunu demokrasi cilvesi sayıp sesini kesen sözde aydınlara, yalaka medyaya kapak olsun bu haberler. Ciddiye almadıklarınızın gün gelip boynunuzu vurmayacağının garantisi varsa buyrun rahat uyuyun. Ama azıcık tereddütünüz varsa, ki olmalı, en azından sessiz kalmamayı seçin. Okuyun, dinleyin bu ekibin gerçek düşünü hatırlayın. Bu öyle 100 yıllık bir tarih değil. Söz konusu olan 15 yıllık tarih. Kör kalmayın, yağmurda ıslanmayın. Kendinize iyi bakın. Pazartesi görüşürüz, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın 'Beni Asla Bırakma' (*) |
|
"Küçük yaşlarda beraber yatılı okuduğunuz arkadaşınız, ta o günlerde yitirdiğiniz
bir eski müzik kasetini çok yıllar sonra sizin için anımsasa, bu 'müziği' yeniden
bulmayı denese..."
'Beni Asla Bırakma', benim ilk kez okuduğum Japon yazar Kazio Ishiguro'nun son
romanı. 54 yaşında ve uzun süredir İngiltere'de yaşayan üstadın neredeyse yazdığı
tüm romanlar birer ödül almış ve bunlardan 1989'da yayınlanan 'Günden Kalanlar' (The
Remains of the Day) hem prestijli ödül 'Booker'i kazanmış hem de James Ivory
tarafından filme alınmış. Bu filmi hatırlıyorum işte!
'Beni Asla Bırakma' ya geri dönelim.
1960'lar İngiltere'si. Yatılı Okul Hailsham'ı tanıyoruz. Günlük koşuşturmadan,
şehir hayatından uzak ortamda yaşları 10-18 arasındaki öğrenciler bütün zamanı, tüm
yaşamı paylaşmaktadırlar. Onlara, akılları ermeye başladığından beri hep 'özel'
oldukları hatırlatılmaktadır! Neredeyse çevreden izole, en iyisine odaklanılmış bir eğitim, yetişme süreci.
Bugün otuzlu yaşlarında olan Kathy'in o ilk aklı başına geldiği yıllardan anımsadığı
Tommy'dir. Azcık deli dolu, azcık elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen ama
gözleri sıcak bir oğlan çocuğu işte! Bilirsiniz... Sonrasında Ruth; birbirlerine
yakın duran ancak hem o yıllarda hem de sonrasında aralarında sanki bir gizli
duvarın var olduğunu bildiği 'sırdaşı'.
Hem dersler, hem etütler hem de bunların dışında kalan günlük yaşam ayrıntıları.
Kathy'nin ağzından yedi-sekiz yıllık bir yatılı okul yolculuğu yaparız.
Seneler devrilirken, akıllar biraz daha başa gelirken, Ruth ile Tommy birbirlerine
daha fazla yakınlaşırken, Kathy her ikisinin de en sağlam dostu olarak kalacaktır
nice zaman. Resimde, edebiyatta üretken gençlerin ayrıca izlendiği, onların kimi
ürünlerinin bir gizemli bayanın sanat atölyesine taşındığını düşünürüz sonraları.
Sıradışı öğretmenin ağzından kaçırdıkları ile bazı yeni gizler ortaya çıkar.
"Yaratıcılık, üstün yetenekler, kaderi değiştirecek midir?"
Derken bu okuldan mezuniyet sonrasında ülkenin değişik köşelerindeki farklı
okullara dağıtılarak gönderilen gençlerin onlarınki gibi başka yatılı okullardan
gelenlerle -yine şehir dışı ortamda- daha da büyümelerini izleriz. Bu kez
öğretmenler, belletmenler yoktur, onlar ayakta kalmayı deneyeceklerdir.
Yıllardır bu çocukların üstüne niçin titrenmiştir? Ne için yetiştirilmişler, neye
emek verilmiştir?
'Bağışçı' olmaları için!
Yaşları otuza geldiğinde, bir ya da birden fazla kez sağlıklı kimi organlarını
gereksinim duyan insanlara 'bağışlayacaklardır'.
İlk yatılı okuldan ayrılırken de artık gerçeği bilmektedirler:
'Hayatlarını bağışlamak zorundadırlar!'
Ancak yaşam herkes için kıymetli, herkes için biriciktir. Yine nicedir kulaklarda
fısıltı halinde dolaşan, birbirlerini çok sevenlere, 'aşıklara' kendi yaşamları için
biraz daha zaman tanınması mümkün müdür?
Aşk? Aşkın varlığı, sevginin kuvveti nasıl ölçülecektir? Yoksa ta ilk çocukluktan
toplanan resimler, şiirler, kimilerinin yaratıcılıklarının ve o sahiciliklerinin,
sevgilerinin kanıtı mı sayılacaktır?
Sayılacak mıdır?
Kathy ile Tommy yıllardır erteledikleri aşklarını, bu yaşamlarının son günlerinde
yeniden kucaklamak isteyecekler ama.
Kopya insanların da ruhları olduğunu anlamak, sonradan işe yarayacak mıdır?
Şimdi başa dönelim:
Küçük yaşlarda beraber yatılı okuduğunuz arkadaşınız, ta o günlerde yitirdiğiniz
bir eski müzik kasetini, çok yıllar sonra sizin için anımsasa, bu müziği yeniden
bulmayı denese;
'Beni Asla Bırakma' bunu anlatıyor evet.
Başka.
İnsanları özel kılan şeyleri ve bunların hayatlarını nasıl biçimlendireceğini.
Başka.
Sahiden. Yaşamlarınızı başkalarının yaşamları için feda eder misiniz?
Başkalarının, milyonların göz nuruyla okutulanlar, yetiştirilenler; onlara ümit
bağlayanlar için -hayatlarını olmasa da- yüreklerini ortaya koyacakları bir
karşılık vermeyecekler midir?
Yanıtınız?
Cumhur (*) Çeviren: Mine Haydaroğlu, YKY İstanbul; Şubat 2007.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan YAVRU KEDİNİN GÜNLÜĞÜ (SON) |
|
10 Ekim 2006
Ormandaki geceyi üşüyerek değil ama korkarak geçirdim. Ormana bütün gece dur durak bilmeden binlerce, milyonlarca hayatım boyunca bilmediğim, duymadığım sesler yağdı. Yorgundum, acıkmıştım ve korkudan sabaha kadar gözümü bile kırpmadım. Sabahın ilk ışıklarıyla ağacın kovuğundan çıktım. Yolun kıyısına geri döndüm. Yol küçük bir su kıyısından geçiyordu. Sabahın ilk ışıklarında oraya su içmeye gelen küçük kuşlar vardı. Çalıların, yüksek otların arkasına gizlenerek su kıyısına usulcacık yaklaştım. Su içen kuşlardan birini gözüme kestirip üzerine atladım. Yakaladığım kuşla birlikte suya düştüm. Hayvan can havliyle çırpınıyordu ama onu ağzımdan kaçırmadım. Su çok derin değildi. Sudan çıkıp kuşu çalıların arasında yedim. Karnımı doyurduktan sonra biraz uyudum. Sonra kalkıp yeniden yola koyuldum. Ama şimdi çok ciddi bir sorunum vardı. Çünkü nereden gelip hangi yöne doğru gittiğimi karıştırmıştım. Düşündüm taşındım, güneşin yükseldiği yöne doğru yürümeye karar verdim. Çünkü benim evim güneşin doğduğu yerdeydi. Akşam olana kadar arada bir dinlenerek yürüdüm. Köprülerden, ağaçlıklardan, geçip, derelerden su içtim. İkinci gecede ormana girmedim. Zaten artık ormanlar bitmiş, yol kocaman bir düzlüğün ortasında, yer yer yakılmış ekin anızlarının arasından geçiyordu. Hava iyice kararmadan anızlarda gezip kendime yiyecek bir şeyler aradım. Birkaç tane tarla faresi gördüm ama hiç birini yakalayamadım. Onlar çok atik ve sürekli tetikteydiler. Açlıktan ve yorgunluktan fareleri yakalamak için pusuya yattığım yerde uyuyakalmışım.
13 Ekim 2006
Tam üç gün doğru düzgün hiçbir şey yemeden yürüdüm. Ama artık eve dönüş umudum iyice azaldı. Bir iki böcek ve çekirge yakalayıp yedim ama tadı hiç güzel değildi. Hatta yedikten sonra midem bulandığı için pişman bile oldum. Günün sonunda yol yeniden kıvrıla kıvrıla yüksek bir tepeye çıkmaya başladı. Orada ağaçların arasında kendini yamaca yaslamış bir ev gördüm. İnsanların olduğu yerde iyilik, kötülük gibi yiyecek de olurdu. Evin değişik, daha önce görmediğim bir şekli vardı. Hemen hemen hepsi ağaçtandı. Evin alt katının bir kısmı taş duvar örülerek, bir kısmı da üst üste konmuş iri tomruklarla yapılmıştı. Üst kata yine ağaç bir merdivenle çıkılıyordu. Eve iyice yaklaşınca kapı önünde yatan yaşlı köpek ayağa kalkarak bana havlamaya başladı. Cansız bedeniyle sağa sola yalpalayarak üzerime doğru geliyordu. Kaçacak durumda değildim. Zaten dizlerimde derman kalmamıştı. Sırtımı dikleştirip, kuyruğumu havaya diktim. Bütün gücümü toplayarak üzerine atlayıp bağırdım. Onu tırmalamadım ama korkutmayı başardım. Birkaç adım geri çekilip bana baktı. Şakam olmadığını anlayarak uzaktan havlamaya başladı. Evden yaşlı bir kadın çıktı. Kadını görünce kendimi yere attım. Zaten bütün enerjim tükenmiş olduğunda, vücudum boş çuval gibi yayılıverdi. Yanıma geldi. Beni kucağına aldı. Eliyle başımı okşayarak mırıldanır gibi bir şeyler söyledi. Beni üst kata çıkararak evin mutfağına götürdü. Eski, sırları yer yer dökülmüş çinko bir çanağın içine iki iri parça ekmek koydu. Üzerine biraz süt döktü. Günler sonra bu gördüğüm en güzel yemekti. Gel gelelim bende bu ekmekleri yiyecek kadar bile güç kalmamıştı. Hala merak ediyorum. O kadın benim aç olduğumu nasıl anlamıştı?
17 Ekim 2006
Tam dört gündür bu evdeyim. Baklava börekle beslemiyorlar ama bana çok iyi davranıyorlar. Yaşlı köpek artık benimle uğraşmıyor. Geldiğim gün ve ertesi gün bana patronluk taslamaya çalıştı ama onu hiç takmadığımı görünce vazgeçti. Gündüz çıkıp rahatlıkla evin yakınındaki ormanda gezip dolaşabiliyorum. Geceleri beni samanlığa kapatıyorlar. Bunu neden yaptıklarını bilmiyorum. Evde bu yaşlı kadının kendisi gibi yaşlı bir eşi var. Ama her ikisi de sevgi dolu ve merhametli insanlar. Üstelik çok da yalnızlar. Yaşlı adam bazen eşeği ile ormana giderken yanında beni ve evin yaşlı köpeğini de götürüyor. Beni çağırmak için sadece gel pisipisi diyor. Başka bir şey demiyor. Bana bir isim verme sevdasına falan da girmediler. Kimsenin bana Mercan dışında yeni bir isim vermesini de zaten istemem. Gece samanlıkta yatarken her taraftan çıkıp beni görünce hızla saklanacak delik arayan fareler görüyorum. Belki de beni bu fareleri yakalamam için bu samanlıkta yatırıyorlar. Kedi olabilirim ama o fareleri yakalayabilmeme imkân yok. Çünkü her biri en az benim kadar iriler. Kokumu aldıklarında, beni gördüklerinde kaçtıkları için kendimi şanslı bile sayıyorum. Dişe diş bir mücadeleye girsek kesinlikle benim hakkımdan gelebilirler. Ama eğer beni samanlıkta yatırıp karnımı doyuruyorlarsa nankörlük de etmemeliyim. Günlerce aç ve susuz yürüdükten sonra bu insanların bana kucak açmalarının değerini görmezlikten gelemem.
22 Ekim 2006
Artık kendimi iyice toparladım. Yine hızlı, güçlü ve çevik bir kedi oluverdim. Günlerdir bir karar vermeye çalışıyorum. Yeniden yola düşüp evimi bulabilmek için güneşin doğduğu yere doğru mu yürüsem? Yoksa bu sevgi dolu iki yaşlı insanla birlikte mi yaşasam? Annemi, Eda'yı ve çocukları bu kadar çok özlemiş olamasam aslında bu insanlarla ömrümün sonuna kadar yaşamaya razı olabilirim. Bir de kardeşimi çok merak ediyorum. Acaba evimize geri dönebildi mi? Yoksa hala kayıp mı? En azından bir kez daha sevdiklerime ve sıcak evime kavuşmayı denemeliyim. Bir günlük mesafeye gidip yeniden geri dönmeyi düşünüyorum. Ama şu anda henüz bunu göze alabilmiş değilim.
30 Ekim 2006
Dün sabah tepenin yamacındaki eski evden uzaklaşıp yenden yola düştüm. Yola çıkmadan önce karnımı iyice doyurdum. Her zaman yiyecek bir şeyler bulmak çok kolay olmuyor. Şu anda yolun kıyısında bir ağacın gölgesinde dinleniyorum. Henüz çok acıkmadım ama çok susadım. Saatlerdir yolu izliyorum ama şu saate kadar önüme bir çeşme ya da dere çıkmadı. Biraz dinlendikten sonra yeniden yürümeye devam edeceğim. Su için endişelenmiyorum. Çeşme olmasa bile küçük bir su pınarına veya dereye rastlarım.
Umudum tükeninceye, ayaklarımda adım atacak derman kalmayacak hale gelinceye kadar yürüyeceğim. Eğer şehre ulaşamazsam yaşlı kadınla adamın yaşadığı o eve geri döneceğim. Annemi, kardeşimi ve Eda'yı görmek, evime kavuşma isteğimden kolayca vazgeçmek istemiyorum.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Ben de Açıklıyorum |
|
Geçmiş olsun Edi'ciğim, göbeeendeki kaslar cik cik ötüyor, pırt zırt atıyormuş, hayrola ? Hiç anlamadım o muhteşem göbekte adale parçalarının ne işi ola ? Niye gelmişler oraya, neden çıkıntılık Edi'yorlar, ne hakla göbek atıyorlar ?
- Lem ihtiyar ayağım o bir kere, ayağımdaki kaslar ötüyor, baldırımdaki kaslar atıyor...
Senkron mu yani ? Birileri ötüyor, birileri atıyor.. Bence sen atıyorsun, ya da tepenin tası atıyor, ağrısı da baldırına batıyor. Peki, tıp alemi bu işe nasıl bakıyor ?
- Hay ben tıp alemine de ! Ne biliiiim oğlum, gitmedim hiçbir yere.. Yurtdışına gidecem.. Olmadı, onları buraya getirecem...
Lem koskoca KM'nın Edi'sisin, insan bir çektirip aptırmaz mı baldırını. Olmaz Edi Efendi olmaz böyle şey. Bende sana neler önerecektim neler. Yok, bu halinle olmaz. Katiyen olmaz...
- İp mi atlatacaktın, Şükrü Saracoğlu'nda top mu toplatacaktın ? Olmayan ne ? Ne önerecektin de olmuyor, delirtecen yine beni sabah sabah ?
Israr etme, vazgeçtim bu halini duyunca zaten...
- Söylesene be adam, fıtık ettin beni...
Yok, söylemeyeyim, elalem ne der yahu, cık cık ..!
- Allah bilir yine ne ipe ne sapa gelir birşeyler söyleyecektin, anlaşıldı. Hiç birşey deme, hiç birşey önerme, haybeye baldır kaslarımı da ortalığı da germe..!
Böyle mi olduk Edi Efendi ? Eskiden sığdıramazdın ne göğe ne yere, şimdi sallandır bakalım öteye beriye. İyi ki önermemişim önereceklerimi. Bugün böyle yaparsan, yarın kimbilir neler yapacaktın, Allah korumuş beni, of anam of !
- Lem, ananı da al... diyecem, tepem atacak ! Yemek işini naaaptın bakayım sen ?
Eee, kılavuzu Edi olan KM'nın yemeğine 3 kişi cevap verir, ne olacak ? Koskoca 5.yılı bitiriyoruz, sen ve beni de eklersek 5 kişi Edi'yoruz.
- Bak, 50 kellenin altına düşersek, sen o zaman gör baldırım nasıl pıt pıt atıyor ?
Sahi, düzelme ihtimali neymiş ? Yoksa, Allah göstermesin 5.yıl yemeğine kadar böyle pıt pıt atırım bir durumda mı kalacakmışsın ?
- Bana bak, elime geçme ! Sahi, ne zaman uğrayacaksın bana ? Sözde komşuyuz, kapımız her zaman açık, insan bir uğrar be ..!
Haklısın ama.. Bu durumda.. Uğramasam daha iyi ! Çekemem şimdi bu pıtırım halini...
- Ne varmış lem halimde ? Korkma yahu, öyle merak edilecek birşey yokmuş. Acı patlıcanı kırağı çalmazmış.
Yok üstadım, sen şimdi böyle baldırın pıt pıt atar iken benimle ve sorunlarımla yeterince ilgilenemezsin.
- Bana ne ulan senin sorunlarından, bana mı sordun ? Sorun getirme, adam gibi uslu uslu otur. Sorun değil, soru sor, usturubun desturlu olsun, ciğerimi ye !
Sayın Edi Efendi, diyorum da...
- Hooop, hop ! Sayın mayın yok, saygısızlık etme !
Tamam.. Testlerden başarıyla geçtin, tam düşündüğüm gibisin, ne de olsa Edi'sin... Önerimi söylemem için bir engel yokmuş.
- Ne düşündün söyle bakalım...
Açıklıyorum öyleyse...
- Açıkla bakalım...
Benim adayım da sensin be Edi ! Herkes birilerini aday gösteriyor ya, bende onun için şeytmiştim...
- Nasıl yani ?
Senin neyin eksik ? Köşk gibi adamsın zaten o göbeeenle ! Az önce ettiğin laflar da hiç fena diiil, daha ne olsun ? Üstelik medya patronu da sayılırsın öyle veya böyle. Uçağına da davet edersin, yaz dersin, yazarız bir destek yazısı, "Onu öyle demek istemedi caaaanım, aslında..." felan şeklinde birşeyler şavullarız. Sende bize arka çıkar, kollarsın, daha da iyisi; gemiden vazgeçtik, hiç olmazsa bir ufak yelkenli yollarsın... "He" midir ? Belki bu vesileyle; şu parça parça satış yerine külliyen satış sistemi için bir formül getirirsin.. Sen ne de olsa koskoca KM'nın Edi'sisin..
............. İyi, güzel de, şey diyecektim.......
Baldırındaki kaslar mı ? Pıt pıt atıyor mu ? Hadi canım sende ..!
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Ömer Faruk Yüksel |
KEŞKE...
Keşkelerin girdabında boğulur hayat... Önceleri "Aman canım, ben ona mı kaldım" sözleri, büyük bir kibirle süslerken dilinizi; yıllar sonra, yaptıklarınızın ya da yapamadıklarınızın ağır faturası, dilinizden düşürmeyeceğiniz, sizin için yepyeni ama insanlık için çok eski bir kelimeyi daha dâhil eder lügatinize: Keşke...
Doğrudur gençliğin delişmen bir çağ olduğu... Doğrudur sıkılan taşların nasıl da, şairin dediği gibi, suya durduğu... Doğrudur yılların sebep olacağı kırışıkların, gençliğin en vurdumduymaz hallerinden doğduğu... Ve doğrudur bedeli bulunamayan hataların "Bir daha mı dünyaya geleceğiz!" hoyratlığından yüz bulduğu...
Nasıl bir zamanda, nasıl bir mekânda yaşıyoruz? Hiç düşünür müsünüz mesela, annelerin anlattığı ve mahremiyetinden sual olunmayan eski sevdaların ölümsüzlük sırlarını? Tükenmeyen nedir; kimdir tüketmeyen, keşkelere esir etmeyen?..
Hatanın neresinde olduğumuzu kabul etmeyi bırakın bir tarafa, hatalı olduğumuzu düşünmenin bile hata olduğu öğretilmiş bize. Her şeyi öyle güzel ve eksiksiz biliyoruz, her şeyi alabildiğine yaşamak arzusuyla yanıp tutuşuyoruz ki, birşeyler yarım kalmayagörsün ya da kader ağlarını örmeyegörsün, bir çizikte harcıyoruz hepsini. Suçlu kader, suçlu hayat; sahi, biz hatalarımızın neresindeyiz ki!..
Bizi yöneten birşeyler var, bizi yönelten şeyler gibi... Hayata olan doyumsuzluğumuzun, bitmek tükenmek bilmeyen hırslarımızın müsebbibi birşeyler... Keşke sözcüğünü dilimize mıh gibi çakan birşeyler... Evet sevgili ademoğlu, bir yerde bir hata var. Eminim ki bunun cevabı, ya bizi bizden alan televizyon dizilerinde, magazin çirkefliğinde gizli, ya da bizim mayamızda var ekranı dolduran bomboş şöhretlere nedensizce özenmek... Onlar misali yalancı bir şatafata bürünmek, hazin ve rüküş sonumuzun habercisi... Çünkü televizyon var olalı beri, elimizde kocaman bir saatli bombaya dönüşüyor dizi filmlerdeki mafya babalarının oyuncak silahları ve inadına magazin bültenlerinin kâğıttan bebekleri gibi olsun istiyoruz mahallemizin kızları. Oysa daha dün gibi; sokaktan geçerken başımız önde yürüdüğümüz günler. İnsin değil mi bütün perdeler, dökülsün medeniyet aynasının paslı sırı! Ahlaklı yaşamayı düşürmüşse içine onulmaz zilletin, düşsün elbette maskesi bu illetin; düşsün ki; ölenlerin çocukları da, öldürenlerin anaları da, kapkaç mağduru kızlar ya da uyuşturucu kurbanı delikanlılar da görsün bizi biz yapan değerleri yakıp yıkanların sahte yüzünü. Yazık ki, aslında herkes oyunun bir parçası... Yazık ki, soruların cevabı çok kolay; yazık ki, kimse parmak kaldırmıyor.
Söz burada kilitli, göz burada kör... Televizyon bizi bizden koparıyor. Daha hazini, sonra hesap da soramıyorsunuz seri katillere özenen ya da kış güneşinde teşhirciliğe bürünen çocuklarınıza. Çünkü onlar, doğruların anlatılmadığı yerde, kendi doğrularını ararken; öyle giyinmeyi de, öyle yürümeyi de, öyle büyümeyi de orda görüyorlar. Elbet alamettir bindiğimiz, ama belli değil hangi kıyamete düştüğümüz. Ve evladın cebine harçlık koymak değildir babalık. "Benim çocuğum yapmaz öyle şey" diyenlerin gözyaşlarına çok şahitlik etmiştir zira cami avlusundaki güvercinler. Büyük caddelerin göbeğinde, kötülerin ortasında büyüyorsa artık ciğerinizin yarısı çocuklar ve ancak bir bilgisayar ya da televizyon kadar yakınsa "uzak olsun" dediğiniz her şey; ölmenin de, üç kuruş için öldürmenin de, mahrem bildiklerinizin meğer ne kadar üryan olduğunu görmenin de ve uyuşmanın da körkütük mutlu olacağım diye; hesabını soramazsınız. Çünkü hesapsız batar doğan güneş; memleket güvenini kaybeder, çocuk geleceğini, anne ciğerini kaybeder. Ve herkes, hatanın bir yerindedir; neresinde olduğunun hiçbir önemi olmaksızın...
Keşkelerin girdabında boğulur hayat... Arafta kalmak gibi bir şeydir aslında bu durum. "Keşke", mazinin bir parçası olup, hataları bir kez daha tekrar etmemenin acısı ve sancısıyla çıkar ağızdan; ama bir yere tutunamaz, söylenildiği anda yere düşer; kırılmaz, parçalanmaz; hiçbir şey olmaz.
Aslında bütün suçu reddedip, en masum halinizle hatasız olduğunuzu söylerken bile farkındasınız değil mi? Hatasız kulların hatasıyla kül oluyor gençlik ormanları. Elden gidiyor çocuklarımız; mafya babası, şehir magandası, uyuşturucu bağımlısı ya da seri katil olsun diye doğurmadığımız çocuklarımız... Daha ağızlarındaki süt kurumamışken... Onları ele düşüren televizyon, bizim de gözlerimizi böylesi kör etmişken... Cevabının mafya dizilerinde, magazin bültenlerinde ya da kadın programlarında olduğunu bile bile çıkmıyorsa sesimiz, elbette elden gidecek çocuklarımız... Gidecek; yazık ki, elden bir şey gelmeyecek...
Evet sevgili ademoğlu!.. Matemi tutulsa da karartılmış düşlerin, o denli acı dolu ifadeler kullanmamak için "keşke" der ve geçersin. Pişman olduğunu göstere göstere, pişmanlığının ağırlığını hafifletmek için... Geri dönülmez yolların, olmayacak duaların, yapılmış hataların, çaresizliğin ifadesi olsun diye... Televizyonlar hep masum, kötüler aslında hep iyiyken; biz suçu mazide, illaki kaderde arayalım diye... Sahi çocuklar, kim suçlu? Ama ne önemi var bunların; bir daha dünyaya gelmeyeceğiz nasıl olsa!.. Keşke, gelmesek bir daha dünyaya!..
Keşke ölmeseydi çünkü birileri... Keşke öldürmeseydi diğerleri... Keşke hiç büyümeseydi çocuklar... Keşke, şu keşkeler, lâl olaydı dilimiz de, dilimize düşmeseydi... Keşke...
Ömer Faruk Yüksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahvenin Köpüğü : Melis Mine |
Mavi Gözlü Dev: Nazım Hikmet
Tür: Dram / Politik
Yönetmen: Biket İlhan
Senaryo: Metin Belgin
Görüntü Yönetmeni: Claudio Bolivar
Müzik: Cem İdiz
Yapım: 2007, Türkiye, 118 dk.
Oyuncular: Yetkin Dikinciler, Dolunay Soysert, Özge Özberk, Uğur Polat, Ferit Kaya,
Suna Keskin, Rıza Sönmez
Ben
Senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
Gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi?
Beni yaktırırsın,
Odanda ocağın
Üstüne korsun
İçinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
Şeffaf,
Beyaz camdan olsun
Ki içinde beni görebilesin
Fedakârlığımı anlıyorsun:
Vazgeçtim toprak olmaktan,
Vazgeçtim çiçek olmaktan
Senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
Yaşıyorum yanında senin.
…
Nazım Hikmet'in hayatı ile ilgili dünyada çekilen ilk film olma özelliği taşıyan Mavi Gözlü Dev: Nazım Hikmet Nazım Hikmet'in 1941'den itibaren 10 yılı aşkın bir sürelik hapishane hayatını seriyor gözler önüne. İnsancıllığını, yardımseverliğini, sanatçılığını, sosyalistliğini kısacası olduğu gibi bütünüyle bir insanı anlatmaya çalışıyor.
Nazım Hikmet'in şiirlerinden dizeleri duyuyorsunuz sık sık filmde. Birden bire gelen buhranlarını, büyük aşkını, Piraye'ye rağmen Münevver'i hayatına dâhil edişini, inançlarına sıkı sıkıya bağlı kalışını izliyorsunuz. Öte yandan şiirlerini, Piraye'ye, Mehmet Fuat'a mektuplarını okuduysanız pek çok şey daha olmalıydı diyorsunuz filmde, Mehmet'e olan derin sevgisi, Münevver'le olan gel - git'li ilişkinin detayları, Piraye'nin bu "aşk"a tepkisizliği (aslında tam da bir tepki olan tepkisizliği) filmde pek görünmüyor. Ama yine de kelimeleri ustaca kullanan, onlardan sanki bir büyü yaratan şairin hayatından bir kesiti izlemek isterseniz, Mavi Gözlü Dev: Nazım Hikmet sizi biraz olsun aydınlatacak.
Sonrasında zaten siz okumak, öğrenmek, tanımaya anlamaya çalışmak isteyeceksiniz Nazım Hikmet'i.
Ne ilginçtir ki, filmin sonunda aklıma başka bir büyük şairin dizeleri düştü:
"Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.*"
Melis Mine * Attila İlhan'dan "Ne Kadınlar Sevdim"
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Renksiz Düşlerim
düşlerim bağdaş kurmuş
kurgulama sevdalarda
uyku sersemi saati hiç kurmadan
zamanı kurguluyorum
yağan kar bile beyaz değil
iklimler isyanda
hınzırca kirlendim
lodos boyarken bedenimi
körfeze ölü balıklar vuruyor
üstüme cansız bulaşan sensizlikten
umarsız bırakmadığın gibiyim
yüreğimi aldın diklenmiş giderken
sanki bedenim provada söküldü
her yerimin teyelleri yırtılıyor
yamalı yaşam hep bir beden küçük
kundaklanıyor her yanım
gerilmiş saz teli gibi
vurgulu tınılarda inciniyorum
seni senle yaşarken sen olmuşum bilmeden
dudaklarıma prangalar takıldı
suskun kaldım hayat arenasında
renksiz düşlerime bir yerlerden tutunup
sarkaç yaşama dönmem lazım
daha bir arzulu
daha istekli
Serdar San
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
İnternet sayesinde istediğiniz bir çok bilgiye sadece bilgisayarınız yardımıyla ulaşabilirsiniz. Bu kadar faydalı olan İnternet, son zamanlarda gereğinden fazla kalabalıklaştığı için doğru bilgiye ulaşmak sorun haline gelmiştir. Özellikle son dönemlerde yaygınlaşan yanılsama reklamları sayesinde, sık sık istemediğiniz web sayfalarına girebilirsiniz. Aşırı bilgi yığını arasında kaybolmak yerine, öncelikle ne aradığınızı en baştan belirlemeniz gereklidir. Başlangıç olarak web sayfası yapacağınız arama motorunu belirlersiniz. Örneğin http://www.google.com.tr/ .
Daha sonra kaynak bulmaya çalıştığınız konuyla ilgili anahtar kelimeleri belirlemeniz gereklidir. Mesela hafta sonu için tiyatroya gitmek istiyorsunuz ve gitmeyi düşündüğünüz oyun için adres, telefon numarası, oyun saatleri, oyunun oynandığı günler gibi bilgilere ihtiyacınız var.
Öyleyse güzel bir örnekle başlayalım. Örneğin: Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde "Leyla ile Mecnun" oyununa gitmek istiyorsunuz. Sadece "harbiye" yazarak sonuca ulaşamazsınız. "Harbiye Muhsin Ertuğrul" yazdığınız zaman, ilk doğru adımı atmış olursunuz.
Örnekleri dilediğiniz kadar çoğaltmak mümkün. Önemli olan doğru kelimeleri kullanmak, yani doğru soruyu sorarsanız, doğru cevabı almanız mümkün olur.
Bu kadar bilgi yeter. Sizlere birkaç web sayfası tavsiye ederek devam ediyorum. http://games.flabber.nl/ kısa yolunda birbirinden güzel flash oyunlar oynayabilirsiniz.
İstanbul hakkında her şey için http://www.istanbul.net.tr/
İşte bu da hem orijinal, hem uçuk, hem çatlak ve hem de sıra dışı bir web sayfası http://juliendav.com/ uyarmadı demeyin.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|