Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.177

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 27 Mart 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Bir buruk kutlama daha!..

Merhabalar

Mesleki bayramları da buruk olarak kutlamaya başladık ya, var başımıza bir gelecek. Tıp Bayramını protesto gösterileriyle kutlandıktan sonra bugün de Dünya Tiyatrolar Gününü kalpleri kırık sanatçılarla kutluyoruz. Satarak kazanmaya alışmış iktidar ve onun belediyesinin bakkal listesinde şimdi de AKM ve Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu var. Biri Taksim'in merkezi, diğeri Taksim Harbiye hattının en güzel yeri. Yani rantı yüksek, peşkeş çekildi mi cebe girecek cukka sağlam. Taksim'e cami yapmayı başaramayanlar şimdi kalkmış bir kültür merkezini yıkıp yerine kimbilir ne yapmanın düşünü kuruyorlar. Belki Dünya'da pek az tiyatroda olan çok amaçlı dev sahneye sahip ana salon ve yanındaki ek salonlar ve geniş fuayesi ile her amaca uygun bir kültür yuvasını yık-sat-kap projesine yem yapmaya çalışıyorlar. Sizin suyunuz kaynaya kaynaya bitmeye başladı azizim. Gidişiniz muhteşem olacak, buna gönülden inanıyorum. Benim derdim giderayak sizden en az zararla kurtulmak. Bu arada eğer illa bir yerleri yıkıp satmaktan yanaysanız size belediyenin Fatih'teki sarayını önerebilirim. Eminim gemisini mahduma satıp ihaleyi kapacak bir MUSİAD üyesi bulursunuz. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.

Herşeye rağmen ben yapılması gerekeni yapıp, yıllar önce oyun öncesi sahnede o yılın ulusal bildirgesini gururla okuduğum 27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününün 2007 bildirgesini, Bozkurt Kuruç'un kaleminden aşağıya alıyorum. Tüm sanatçı ve sanatseverlerin bu özel gününü kutlarım.

Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) Türkiye Milli Merkezi
“Dünya Tiyatro Günü” Bildirisi


Tiyatro tüm sanatların birleşiminden oluşan bir sahne sanatıdır. Müzik gibi yalnız duygulara değil, akla da hitap eder. Edebiyat gibi yalnız sözcükleri değil, en somut biçimde insanı kullanır, sesini de onun sesi ile duyurur.

Tiyatro; insanı, insana , insanla anlatan bir sanat türüdür ve bu nedenle de bütün dünya bir oyun sahnesidir, tiyatronun ta kendisidir.

Tiyatronun bu yapısından hoşlanmayan bazı zihniyet sahipleri tiyatronun varlığını ortadan kaldırmak isteseler de hep kaybetmişlerdir.

Yüce Atatürk’ün direktifleri ile 1949 yılında oluşturulan okullu tiyatro hem kendi gelişiminde hem de toplumun gelişmesinde yadsınamayacak yararlar sağlamıştır. Oyun yazarlarının sayıları, tiyatro salonlarının artışı, her yıl onlarca genç aktörün okullardan mezuniyeti hiç de küçümsenemez… Adedi pek az da olsa bazı kentlerimizde sosyo -kültürel ortamlar oluşmuştur artık…

Ancak ;
bu tür sanatsal gelişmeler maddi ve manevi desteklerle ayakta durabilir.

Tiyatro sanatının değerini ve işlevini bilen yöneticiler, bireyler tiyatroya bu anlayışla destek verirler ve bu yüzyıllardır hep böyle süregelmiştir.

Yeryüzündeki tüm yönetenler ve yönetilenler !..tiyatroyu seviniz, sahip çıkınız, destekleyiniz. Tiyatro kendimize bile söyleyemediğiniz sırları açığa çıkartır, kişiyi arındırır.

Unutmayınız !...tiyatro, sanatçısı ve seyircisi ile bir bütündür ve gücü de buradan gelir.

Yeryüzünde yaşanan tüm koşullara rağmen, yüreklerindeki coşkuyu yitirmeyerek sanatlarını sürdüren tiyatroculara, onları hiçbir zaman yalnız bırakmayan tiyatro sevdalılarına,

Çağdaş uygarlık yolunda ömür tüketen bütün bu insanları bir kez daha el ele vererek, omuz omuza birlikte olmaya çağırıyor ve sonsuz saygılarımı sunuyorum.

Bozkurt KURUÇ
Devlet Sanatçısı


Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı

 

Ahmet Borucu

 Kalem Çizikleri : Ahmet Borucu


  BİR SABAH KAHVALTISI

A

(Bir Erkek!)


Her şey aynı.. Başımın altındaki yastık, üstümdeki mavi renkli, çiçek desenli yorgan, gardırop, komedinler, perdeler, tuvalet aynasının üstündeki evlendiğim gün çektirdiğim fotoğraf (eşimle birbirimize baktığımız, kendimi 'sanki gülmek zorundayım' gibi hissettiğim ve güldüğüm fotoğraf), parfümler, parfüm kutuları, kolonyalar, aynanın kenarına iliştirilmiş kaynanamın resmi, abajurlar, evet, her şey, evet, her şey aynı.

Yanımda yatmakta olan eşim. Bana her zaman 'seni seviyorum' diyen eşim. Bir gün karşısına geçip de 'seni sevmiyorum' diyemedim. Sevmeden evlendim. Kendimi evlenmek zorunda hissettim. Belki, sevebilirim dedim. Yedi yıl geçti; ama……sevemedim, olmadı.

Gözüm birden yorganın dışına çıkan bacağına takıldı. Güzel bacağı vardı. Ayak parmakları küçüktü, ayak parmaklarına oje sürmeyi sevmezdi. Ne sarışın ne de kumraldı, ikisinin karışımı bir şeydi. Gözleri elaydı. Teni esmer. Alt dudağının altında bir 'ben'i vardı. Gururla taşıyordu o 'ben'i. 'Kendimi diğer kadınlardan ayıran özellik' diyordu. Ben sevmiyordum, 'ben'ini. Zaten kendisini de sevmiyordum.

Çocuk… Çocuğumun olmasını çok istedim. Özellik de kız. Adını 'Nisâ' koymayı istiyordum. Evlendiğimiz yıllar çocuğumuzun olmaması için ilaçlar kullandık, sonraları istedik; ama olmadı. Doktorlar, ben de sorun olduğunu söyleyince, yanımda yatan sevmediğim eşime, kadına karşı suçluluk hissine kapıldım. Evet, hem sevmiyorum hem de suçluyum. Belki de Allah'ın bana olan bir cezasıdır. Sevmediğimden dolayı beni suçlu hissettirmesi…

Saate baktım, 10:15. Kahvaltı vakti. Adetimdir her gün saat 10:30'da kahvaltı yaparım. Sevmediğim, bakarken tiksinti duyduğum kadın -yani eşim- kalkmadığına göre, kahvaltımı kendim hazırlayıp, tek başıma yemem gerekiyordu.

Yataktan kalktım. Mutfağa geçtim. Demliği ocağın üstüne koyarken, kahvaltıyı dışarıda yapmanın güzel olacağını düşünüp, yatak odasına gittim. Gardıropta benim elbiselerimin bulunduğu dolabın kapısını açarken ince ve iç gıcıklayıcı bir ses çıktı. O esnada uyandı. 'Gidiyor musun?' dedi. 'Evet' dedim. Kaldırdığı başını yastığa koyup uyumaya devam etti.

……….

Oh be! Temiz hava, bol oksijen. Bol oksijen… Rutubetli, nemli, sıcak ve kapalı yerlere karşı antipatim vardır. Küçüklüğümden beri sevmiyorum böyle yerleri. Ailem her hafta hamama gittiğinde, içerideki aşırı sıcak havadan dolayı, onlar hamamda keyifleri bitip, çıkacakları vakte kadar sokaklarda gezerdim.

Kemiklerimin ısındığını hissettim. Güzel bir yürüyüş ve ardında güzel ve sıcak bir çorba: işkembe çorbası..

Karşı kaldırıma geçtim. Birkaç metre yürümüştüm ki bizim alt katta kalan Niyazi Bey'in sabah koşusundan geldiğini gördüm. Yanıma geldiğinde baktı, büyük kafasını önce aşağı sonra yukarı kaldırdı, tebessüm edip yanımdan geçti, gitti. Ne mutlu adam, diye düşündüm. Onun gibi olmayı isterdim: Hafta da üç gün koşu ardından güzel bir kahvaltı, güzel ve sevimli bir eş ve iki çocuk. Bende olmayan her şey vardı O'nda. Gerçekten güzel bir hayat…

Moralim bozuldu. Yürüyüş zevkimi bir selamıyla mahvetti. Çorbacıya zaten az kalmıştı. Yürüyüşten vazgeçip, karşı kaldırıma geçtim ve çorbacıya gitmeye karar verdim.

Nuri Usta. Babamın çocukluk arkadaşı.. Babam gibi o da Öğretmen Lisesi'nde okuyordu. Mezuniyete bir buçuk sene kala, babası öldü. O da okula devam etmekten vazgeçip, dedesinin ve babasının mesleği olan, babasından kalan 'İşkembe Çorbası Lokantası'nı devam ettirmeye karar vermiş.

Lokantanın duvar kenarında, Atatürk portresinin tam altında bir masa vardır. Babamla birlikte hep o masaya otururduk. Yine aynı masaya oturdum. 'Nuri Usta, bi çorba versene', 'Hemen geliyor'. Çorbanın kokusu hücrelerimin en uzak köşelerine kadar zevk aşıladı. Masanın üstünde, hemen sağımda, içi kürdan dolu bir kürdanlık, peçetelik, sirke ve limon suyu şişesi ve hemen önümde de bir sepet içinde ince ince kesilmiş ekmek vardı. Çorbayı beklemeden önce bir tane atıverdim ağzıma. Babam da böyle yapardı. Çorbayı içmeden önce bir dilim ekmek yerdi.

Babam… Tam üç çeyrek yüzyıl yaşayan adam. Hayatını ailesine adayan adam.

Öğretmen olduktan iki sene sonra, bu işin kendisine zor geldiğini söyleyerek istifa etmişti. İstifasından hemen sonra, Ankara - Zonguldak arasında kömür taşıyan trenlerin birinde makinist olarak işe başladı. İşi belki öğretmenlikten daha zordu; ama işini seviyordu. Akşam işten geldikten sonra, yolda gördüğü, işittiği, bizzat yaşadığı ilginç olaylar anlatırdı: rayların üstünde uyumuş kedilerin ezilirken çıkardıkları sesleri, bir trenle çarpışmamak için nasıl fren yaptıklarını, yolda giderken trenden ayrılan vagonu nasıl bulduklarını, makas değiştirmeyi unutan görevlilerin yüzünden Ankara'ya geç gidişlerini… Babam…özledim mi ne?!

'Al bakalım, afiyet olsun' dedi Nuri Usta. 'Sağ olasın Ustam' dedim. Tam ağzını açtı, bir şey söyleyecekti, müşterilerinden biri sirke isteyince, gözüyle bana 'Ne yapalım, sonra konuşuruz' der gibi bir bakış atıp, masamdaki sirke suyu şişesini alıp müşteriye götürdü.

Çorba gerçekten de güzeldi. Tam kıvamındaydı. İşkembeler ince ince kesilmişti. Bir - iki çiğnedikten sonra çok kolay yutuluyordu.

Çorbanın keyfine varmış, doya doya yerken, kapıdan O'nun girdiğini gördüm. 'Günaydın, aşkım' dedi, gelen eşimdi. 'Günaydın'. 'Bana da söyleseydin ya işkembe çorbası içeceğini, ben de gelirdim, Nuri Usta bana da çorba verir misin?'. 'Bilmem, uyuyordun, uyandırmak istemedim, bu arada beni nasıl buldun?'. Önce bir tebessümle yüzüme baktı. Ardından: 'Âşık olan iki insan birbirini bulur' dedi. 'Evet' dedim 'âşık olan iki insan'.

Çorbası gelmiş, içmeye başlamıştı. Gözüm, yanımdaki masaya takıldı. Bugüne ait bir gazete vardı: Milliyet. Sevdiğim bir yazarla söyleşi yapılmış. Evet, seviyordum O'nu; ama kimselerde sevmezdi. 'Acaba hiç kimsenin sevmediği insanı sevmek, hoşuma mı gidiyor' diye düşündüm.

Gazeteyi alıp, söyleşiyi okumaya başladım:

'Merhabalar Sayın ......, nasılsınız?'. 'Teşekkür ederim'. 'Bugünlerde gündeme en çok gelen yazarlarımızdansınız'. 'Evet, biraz öyle oldu. Aslında insanların kitaplarımla değil de, görüşlerimle ilgilenmesi hoşuma gitmiyor'. 'Bu durumdan memnun değilsiniz herhalde'. 'Evet! Bazen yaşamı durdurup taze bir şeylere başlamak istiyorum. Ben bir trendeyim. Tren bir kasabaya giriyor. Evlere yakın bir yerlerden geçiyor. Odada ki ışığı, aileleri, açık televizyonu, bir masa etrafında toplanmış çocukları, koltuğuna kurulmuş babayı görüyorum. Bazen onlardan biri, onlar gibi olmak istiyorum. Ama tren yola devam ediyor.'.........

Söyleşi devam ediyordu. Ama devamını okuyamıyordum. O belki hayatını değiştiremiyordu. Ama ben değiştirmeliydim. Karşımda oturan, çorbasına tuz koyan eşime 'seni sevmiyorum, elveda!' diyip, uzaklara gitsem, hayatım değişebilir mi?

……….

Yerimden kalktım. Lokantadan çıktım. Havanın güzel olduğuna bugün ikinci defa şahit oldum.

B

(Bir Kadın!)


Kapının kapandığını duydum. Hayret! Kahvaltı yapmadan gitti. Kesin işkembe çorbası içmeye gitmiştir: Küçüklükten kalan bir alışkanlık.

Yataktan kalktım. Üstümdeki geceliği çıkartıp, bir kot etek ile sevdiğim bir tişört giydim: mavi - kırmızı çizgili, ön kısmında sararmaya yüz tutmuş bir gül, arkasında da denize bakan, bahçeli bir ev resmi vardı -evli de olsam, ilginç elbiseler giymeyi severim- .

Tuvalet aynasının önündeki sandalyeye oturdum. 'ben' im harika gözüküyordu. Alt dudağımı, içeri çekip, bir müddet 'ben'imi izledim.

Alt çekmeceden rujumu, allığımı çıkartıp, yüzüme renk gelmesi için makyaj yaptım. Saçımı da arkada topladım.

Aynanın kenarına iliştirdiğim, geçenlerde kaybettiğim annemin resmine doya doya baktım. Ardından gözlerim aşağıya indi. Aşkımla benim resmim: O önümde diz çökmüş, aşağıdan bana bakıyor. Ben de O'na yukarıdan bakıyorum. Sanki zorla gülümsüyor gibi bir hali var resimde. Olsun, önemli değil, ben O'nu seviyorum ya!

Dışarı çıkmaya hazırdım. Ayakkabılığın önünde, üstünde tavşan kabartması olan, ayağımı sıcak tutan terliğimi çıkartıp, yüksek topuklu, kahverengi - siyah karışımlı, hemen önünde de ne olduğunu anlayamadığım değişik deseni olan ayakkabımı, ayakkabılıktan aldım, dış kapıyı açtım, kapının önüne koydum, yavaşça giydim ve kapıyı kapattım. Tam otuz dört basamaklı merdivenin ilk basamağından başlayarak aşağıya inmeye başladım. Apartmanın dış kapısından çıkarken, bizim alt komşu, Niyazi Bey, içeri girdi. 'Günaydın' deyip, selamımı duymaya kalmadan merdivenlerden çıkmaya başladı.

Hava güzeldi. Saat, 10:45. 'Kesin, şimdi çorbayı içmeye başlamıştır.' diye düşündüm. Hızlı adımlarla kaldırımda yürümeye başladım. Karşıdan birbirinin elini tutmuş, bir anne ile bir çocuk geliyordu, kız çocuğu. Biz de çocuk istedik; ama olmadı. Allah vermedi; nasip değilmiş. Önemli değil, yeter ki aşkımla aramızdaki sevgimiz bozulmasın.

Yürürken gazete bayinin önünden geçiyordum. Aşkımın sevdiği yazarla söyleşi yapılmıştı. Gördüyse muhakkak almıştır. Sevilmeyen insanları sevmek, tam O'nun işi..

'Gazeteyi alıp, götürsem, yoo boş ver, sonra okur.' diye düşünüp, hızlıca geçip gittim.

Sabahın erken vakitleri, birde günlerden Pazar olmasına rağmen cadde kalabalıktı: Tatile giden, tatilden dönen arabalar, özlenenleri taşıyan otobüsler, bakkaldan ekmek alıp, kolunu altında taşıyan çocuk, gazeteciden 'gündem'dekileri öğrenmek için gazete alan ihtiyar bir amca, acelesi sireninden belli olan ambulans, koşudan gelen veyahut koşaya yeni çıkan insanlar, altından geçtiğim her ağacın dalları arasına saklanmış serçelerin ötüşleri…

İşte geldim. Gözümle, Nuri Usta'ya selam verip, aşkımın tam karşısına oturdum.

'Günaydın, aşkım' dedim. 'Günaydın' dedi. 'Bana da söyleseydin ya işkembe çorbası içeceğini, ben de gelirdim, Nuri Usta bana da çorba verir misin?'. 'Bilmem, uyuyordun, uyandırmak istemedim, bu arada beni nasıl buldun?'. Önce yüzüne karşı 'seni seviyorum' manası içeren bir tebessüm yapıp: 'Aşık olan iki insan birbirini bulur' dedim. 'Evet' dedi 'aşık olan iki insan'.

Öyle bir deyişi vardı ki.. Sanki yıllardır birbirimizi sevmediğimizi çıkardım. 'Belki kafası dağınıktır. Ondan böyle demiştir' diye düşündüm.

Ha! Çorbam geldi. 'Afiyet olsun, küçük hanım' dedi Nuri Usta. 'Teşekkür ederim Nuri Usta, torunun nasıl, hastalığı geçti mi?' dedim. Torunu, yani 'Simâ'nın bademciğinden sorunu vardı. En ufak bir üşütme de davul gibi şişiyormuş. Konuşmasını, yemek yemesini hatta nefes almasını bile zorlaştırıyormuş. 'İyileşti kızım, Allah'a şükür, atlattık, aldırmayı düşünüyoruz, bi bakalım' dedi ve sessizce yanımdan ayrılıp, yeni gelen müşteri ile ilgilenmeye gitti.

Mmm… Çorba çok güzel. Aşkım da Nuri Usta ile konuşmamızdan yararlanarak, yan masadaki gazeteyi almış. 'Herhalde, söyleşiyi okuyordur' diye düşündüm.

Çorbanın azıcık tuza ihtiyacı vardı. Sol tarafımda, kürdanlığın yanındaki tuzu aldım ve yavaşça dökmeye başladım.

Bana baktığını hissediyordum. Gözlerimi yavaşça O'na çevirdim. Galiba bir şey söyleyecekti. Evet, her halinden belliydi, bir şey söyleyecekti.

……….

Söyledi. Yanımdan kalkıp, dışarı çıktı. Düşünemiyordum. Kelimeler, kavramlar, cümleler, resmen kafamın içinde bulanık suda önüne bulmaya çalışan balık gibi çıkış yeri arıyordu. Herhalde daha yakın diye gözümden çıkmaya başladılar. Kendimi tutamayıp, ağlamaya başladım.

Utandım. Herkes bana bakıyordu. Yerimden hızlıca kalkıp dışarı çıktım.

……….

Evet, dışarıda güzel bir hava olduğu belliydi; ama, niyeyse bu güzelliği ben göremiyordum.

………

'S… S……..' diye, arkasından seslenmek istedim. 'Ne olur gitme!' demek istedim.
İlk defa gururum engel oldu. Diyemedim.

……….

Kıyamete belki çok vardı; ama benim kıyametim gelmişti.

Su çekildi, göründü sanki zamanın dibi,
Korkuyorum, bu akşam kıyamet varmış gibi.
N. F. Kısakürek


C

('Bir Erkek!' ve ' Bir Kadın!')


Seven ve sevmeyen……
Ayrılmayı düşünen; ama yıllar boyunca bu eyleme dönüştüremeyen, Bir Erkek!
Çok seven, hayatını eşine adayan, hiçbir olumsuz sorunu ilişkisine yansıtmayan, Bir Kadın!
Yaşamları nasıl sürecek bilinmez; ama, bilinen bir şey var ki: İkisi de bu 'ân'ı hiç unutamayacaklar…..

Ahmet Borucu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,179,179,179,179,179,179,179,179,17
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Kübra Albayrak


HAYAL OLDU YAĞMUR!!!

Bir gece kocaman kocaman damlalarla yağmur yağdı şehre. Durdu karayolları sustu tüm iş merkezleri nefesini tutu tüm insanlar ve sekiz milyar kalbe bir tane daha eklendi. Bu şehirde bebekler böyle karşılanırdı. Sanki hayat yokmuş da doğan bebekle varolmuş gibi. Doğacak bebekten haberi olmayanlar bile çocuğun dünyaya geleceği an konuşamaz olurdu. Defalarca sustu bu şehir bu günkü gibi ama ilk defa bebeğin sesine yağmurunki de katılmıştı. İlk defa bir rahmet bir nur topuyla aynı anda merhaba diyordu dünyaya. İşte bu yüzden doğan bebeğe "Yağmur" demişti babası. Oysa kız ismi olarak bilinen yağmur ilk defa bir erkeğe konuyor ve belki de ilk defa bir insan ismine bu kadar yakışıyordu. Öyle duru ve öyle ela gözleri vardı ki. Gözlerindeki ela renginin tasviri zordu; hani yağmurla belenmiş çam dallarının, güneş sayesinde rengini atıp, birazda kahve tonuyla karışması gibi. Doğumdan üçün gün sonra annesinin kollarına verildiğinde annesinin parmağını öyle sıkıyordu belki de ilerde nefret edeceği hayatına tutunmak için öylesine hevesliydi ki. Bir anda kalbi durdu yağmurun annesinin sıkısıkı tutuğu parmağı gevşemişti. Bin bir hevesle açtığı o ela tarifsiz güzellikteki gözleri kapandı. İşte o an annenin de kalbi durdu daha üç günlüktü,kollarında buz kesmiş nefes almıyordu. Hiçbir tepki veremedi anne bu soğuk ölüm karşısında, doktorlar yağmuru annesini avuçlarından alıp gittiler. Anne minik yağmurunun avuçlarında kayıp gidişini öylece izledi.
Bir ölüm bu kadar gaddar olup toprağa bıraktığını geri mi alacaktı. Tamam ölümde Allah'ın emriydi, ama kıymasaydı yavrusuna böyle bir ateşi bırakmasaydı yüreğine, nasıl dayanacaktı.

Haylaz bir çocuk olacağı o zamandan belliydi yağmurun şakalaşıyordu sanki hayatla, Azrail ile. Birkaç saniyeliğine ruhu bedeninden çıkıp yedi kat göğe yükseldi, cennetin kapısının önünde durdu. Bir melek minik yağmura bakıp "birazdan geri döneceksin" dedi yağmur şaşırmıştı. "neden dönüyorum ve neden buraya geldim" melek gülümseyerek "Allah (c.c.) seni cennetine alacaktı ama anne Allah'a bir adak adadı ve sınanacak o yüzden geri gideceksin" yağmur geri dönerken melek onu durdu ve "şu anda eksiksin eğer Azrail seni buraya getirdiğinde hala eksik olursan cehenneme gidersin"dedi.

2 Ve dünyaya geri dönmüştü minik yağmur. Annesi yağmuru çok severdi onun iyiliği için o mutsuz olsa da kararlarından vazgeçmezdi. Ama Allah'a söz vermişti ve bunu yapmayacaktı. İlk çocuk,ilk kez annelik, duygusu anne olmak böyle bir şeydi demek ki. Uğrunda ölmek, onun can acısını yüreğinde hissetmek, sevmek tarifi imkansız şekilde ve boyutlarda.

Yağmur büyümüştü. Evi,işi güzel bir hayatı vardı. Ta ki aşık olana kadar.
Bir çift kömür karası gözlere aşık olmuştu işte. Kız bir güldü mü yağmurun her bir tanesi gülerdi. Kız bir bakışıyla kuruturdu tüm tanelerini tek tek. Aylar böyle gülmekle kurumakla geçti. Öyle çok sevdi ki dayanamaz oldu söyleyecekti. Gidip adam gibi "SENİ SEVİYORUM" diyecekti ama cesareti yoktu. Sevgi tanelerini kurak topraklarında filizlendirmek çok zordu ve bir ışığa ihtiyacı vardı. Tüm duygularını gözleride,aşk cümlelerini de dudaklarında, gidip anlatacaktı. Ruhuna azap haline gelmişti bu duygular. Kıza giden her adımda nefesi kesiliyor ağzı kuruyor yaşadığını unutuyordu. Kızın odasının önüne geldiğinde bekledi biraz, geri dönüp gidebilirdi. Derin bir nefes alıp kendinden beklemediği bir hamleyle içeri girdi. Kız masada oturuyordu. Oda da ondan başka kimse yoktu. Bir an göz göze geldiler ve işte o an her şey bitti. Yağmur yüreğindeki tüm damlaların onun gözleri sayesinde buharlaşmasına tanık oluyordu. Kız ince dudaklarıyla tebessüm edip yerinden kalktı yağmura yaklaştı. Kızın boynundaki katta ismi hayal olarak yazıyordu.

Kızın ismini duymuştu yağmur. Hayal evet bir hayal belki de çünkü ne zaman gözlerine baksa yağmur hayal oluyordu. Adı; güzelliği gülleri kıskandıran zarafetini karşılıyordu. Yağmur kıza bakıp sadece "ben "diyebildi. Kız ise sanki yağmur saatlerce konuşmuş her şeyi anlatmış ve bir cevap bekliyormuş gibi baktı ve "bende" dedi ve başladı işte. Aşk böyle olmalıydı. Cümlelere gerek bırakmadan anlatmalıydı gözler her şeyi. Onların ki öyle bir aşktı ki; birini eline diken batsa diğerinin göğsü sıkışırdı. Onlar gözyaşı akıtmadan ağlamayı, bir bakışta yüreklerinde aşkı anlamayı anlatmayı bilenlerdendi.

Onun kendisinden başka bir kadı bu kadar sevdiğini gören anne kızsada onun mutlu olduğunu görünce unutuyordu kızgınlığını. Üç ay sonra evlendiler. Mükemmel bir düğün olmuştu hayal kasnaklı gelinliğin içinde bir haya gibi görünüyordu ve ayakları çıplaktı. İnsanlar ona bakıp yanındakine bir şeyler fısıldasa da bu onun umurunda değildi. Düğün bitmiş ve ilk kez yalnız kalmışlardı. Onların aşkı hiçbir aşka benzemezdi. Onlar hiçbir "AŞKIM" kelimesini ziyan etmediler. Öyle sevdiler ki dokunmadan bir olmaya ilk onlar keşfetti. Öyle karışık öyle sade öyle temiz sevdilerdi onları kimse anlayamadı. Kelimeler onlar önünde aciz aşk kendisine yazılan makalelerden vazgeçmiş onlara bir tanım arıyor. O gece yağmur ve hayal ilk kez bir birlerine dokunmuşlardı. Yağmurun eli hayalinkine deydiğinde göğsü sıkıştı,tabi Haylin ki de. Onlar öyle bir sevdiler ki bir birlerine dokunduklarında bedenleri dayanamadı bu duyguya yere yığıldılar. Elele bulutların üstüne çıkmaya başladılar bu yedi kat yükseklik yağmura tanıdık geliyordu. Koca bir kapı önünde bir melek gülümsüyor. Melek yağmura bakıp"şimdi tamamsın" dedi ve cennetin kapılarını açtı. Evet Hayal yağmurun diğer yarısıydı.

Yağmur ve Hayal dünyada bir yağmur haya olmuştu ve Hayal de yağmurun olmaktan mutluydu Allah'ın cennetinde...

Kübra Albayrak


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Murat Heper


Televole olsa...

"Aydın Valimizin , Şehitler Gününde yapılan anma programını terk eden gençlere yönelik : "Televole olsa izlerdiniz" söylemi bana göre günümüzün en önemli tespitlerinden biri olmakla beraber talihsiz bir beyandır ve Sayın Valimiz tespitlerinde (maalesef) haksızdır...

Bir kere kimsenin sıkıcı ve monoton bir anma programını gençlere - hele hele - cebren izlettirme hakkı yoktur. Gençlere ne ? Bu ülkenin nasıl kurulduğundan, uğruna akan kanlardan, yitip giden koca bir nesilden, ardı arkası kesilmeyen işgal ve savaşlar yüzünden vatanı yeni baştan inşa edecek insan kalmamasından!...

Mecburlar mı canım böyle iç karartıcı, hayatın sefasından zevklerinden mahrum, eski fotoğrafları, filmleri izlemeye, ağıtlar yakmaya ? Onlara Rambo gibi, Top Gun gibi, Half Life, Medal of Honor gibi sanal kahramanlıklar lazım. Ne yapsınlar Çanakkale'deki kahramanlıkları... Hem oradan kahramanlar çıksaydı Holywood filmini, oyununu yapmaz mıydı?

Sonra tıkmışsınız yüzlerce genci bir salona saatlerce bayıltıyorsunuz. Olur mu? Çağırın ülkemizin geleceği parlak(!) pop sanatçılarından birini hem konser versin, arkada renklendirilmiş sanal efektlerle güçlendirilmiş Çanakkale Video klipleri yayınlansın, yarı üryan hatunlar da seksi danslarla gençlerimizin milli heyecanlarını (!) uyandırsın.

Sonra yarım saatte bir Antrakt yapılsın, beleşe Mc Double ve KFC nuggets dağıtılsın, yanına Mocca, Cappuccino, Diet Coke, Yedigün Mojo, Redbull filan ikram edilsin, tatlı olarak da Apple Pie ve Chocco Mousse verilsin.

Hala ilgisini çekemediğiniz gençlere, katılımlarını sağlamak maksadıyla 100 kontör hediye edilsin. O da olmadı gözde gece kulüplerine çift kişilik bilet veya ünlü markaların bol sıfırlı hediye çekleri verilsin.

Yapmayın, olmaz, bu zihniyetle devlet yönetilmez Sayın Valim ! Çağın çok ama çok gerisinde kalmışsınız. Kendinizi geliştirmeniz, yeniliklere ayak uydurmanız lazım... Ancak o takdirde istediğiniz ve arzuladığınız şekilde bir nesille muhatap olursunuz...

O gençler sizin düşündüğünüz anlamda yetişmiş değiller. Siz de o törenlerde protokolde simit yiyip kahve içerek, aynı anda da "kazı kazan" kartını kazıyarak onlara ayak uydurabilirsiniz. Aksi takdirde hayal kurmayın, bir daha da böyle gereksiz tespitlerde bulunmayın lütfen!... "

Murat Heper


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  TİYATRO HAYATA TUTULAN AYNADIR

Hepimiz hayatın bir ucundan tutmuşuz. İyi veya kötü herkes kendi hayatını yaşıyor. Memnun olsak da, olmasak da hayatın bir yerinde durmak zorundayız. Fakat tiyatro da böyle bir mecburiyet yok. Tiyatroda sanatçı sahnede kendi hayatını yaşamaz. Başkalarının hayatlarını canlandıran sanatçı, o hayatların hakkını vermek için oyunculuk hünerini gösterir.

Tiyatroyla hayat birbirleriyle sımsıkı ilişkilidir. Çünkü dünya da bir çeşit tiyatro sahnesidir. Bu sahnede herkes gelir oyununu oynar, sonra da çekip gider. İster sahne olsun ister dünya, mühim olan rolümüzün hakkını vermektir.

Tiyatro hem göze, hem de kulağa hitap eder. Görsel sanatların başında gelir. Tiyatrocu olmak için öncelikle bu işe eğilimli, sonra da eğitimli olmak gerekir. Geleneksel Türk Tiyatrosundan günümüze kadar nice insanlar yürünmüş bu temsil kervanında.

Ülkemizde ve dünyada her yıl 27 Mart günü Dünya Tiyatrolar Günü olarak kutlanmaktadır. Bunun da bir hikâyesi vardır muhakkak… Uluslararası Tiyatro Enstitüsü'nün 1948 yılında kurulduğunu ilgililer bilir. Bu enstitü 1961 yılında aldığı bir kararla 27 Mart gününü Dünya Tiyatrolar Günü olarak kabul etmiştir. Her yıl enstitüye üye ülkelerde 27 Mart günü bir anlamda Tiyatro Bayramı olarak kutlanır. Bu günde tiyatronun önemi ve tiyatrocuların meseleleri tartışılır. Fakat nedense çözüm bulunmaz.

Bizde tiyatro çok eskilere dayansa da Devlet Tiyatroları'nın geçmişi sanıldığı kadar eski değildir. Devlet Tiyatrosu, Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi'nin bir aşaması olarak, 1949 yılında, "Devlet Tiyatro ve Operası" adıyla kurulmuştur. Konservatuvar'ın kurulduğu 1936 yılından 1947 yılına kadar, Tiyatro Bölümü'nü Alman Tiyatro Sanatçısı ve Yöneticisi Carl Ebert yönetmişti. 1940'da ise, "Tiyatro ve Opera Tatbikat Sahnesi" kurulmuştur. Bu, modern tiyatromuz için bir geçiş dönemidir.

Türkiye'de sadece 13 vilayetimizde Devlet Tiyatrolarına ait sahne vardır. Bunlar İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Trabzon, Konya, Sivas, Diyarbakır, Van, Erzurum ve Gaziantep şehirlerinde bulunmaktadır. Bazı şehirlerde, özellikle İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde birden çok sahne vardır. Bunları da hesaba kattığımızda Devlet Tiyatroları'na ait 28 sahne olduğu görülür. 81 ili bulunan güzel ülkemizde bu kadar tiyatro bulunması asla yeterli değildir. İllerimizin en az yarısında tiyatro bulunmalıdır. Gönül arzu eder ki her ilde bir tiyatro bulunsun, fakat devletin imkânları bunu gerçekleştirebilecek kadar geniş değildir. Aslında tiyatro özel kuruluşların desteğiyle bir yerlere gelmelidir. Özel tiyatroların sayısı artırılmalıdır. Gerçi büyük şehirlerde pek çok özel tiyatro vardır. Fakat Anadolu şehirleri bu imkândan mahrumdur. Bu boşluğu turnelerle doldurmak gerekir.

Türkiye'de tiyatronun çağdaş ölçülere kavuşturulmasında büyük emekler sarf eden ve bu alanda öncü olan sanatçıların başında Muhsin Ertuğrul gelmektedir. Onun tiyatromuza kazandırdıkları, bu alanda bilgi ve görgü sahibi olanlarca bilinir ve takdir edilir.

1947 Mart'ında Türkiye'den ayrılan Carl Ebert'in yerine, Tatbikat Sahnesi'nin yöneticiliğine Muhsin Ertuğrul getirilmiştir. 10 Haziran 1949 günü çıkarılan "Devlet Tiyatro ve Operası'nın Kuruluş Yasası", 16 Haziran'da yürürlüğe girmiş; Muhsin Ertuğrul, Devlet Tiyatro ve Opera Genel Müdürlüğü'ne getirilmiştir. Türk tiyatrosunun Batılı anlamda kurucusu olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, 1979'da İzmir'de vefat etmiştir. Bugüne kadar onun boşluğunu dolduracak bir tiyatro adamı maalesef gelmemiştir.

Trabzon Devlet Tiyatrosu 1987 yılında dönemin Kültür Bakanı Mesut Yılmaz tarafından açılmış ve Ankara Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Erhan Gökgücü Müdürlüğe atanmış, 7 Ekim'de Necati Cumalı'nın yazdığı, Mahir Canova'nın yönettiği "Boş Beşik" adlı oyunla da perdelerini Trabzonlu seyircilerine açmıştır. Günümüze kadar yerli ve yabancı birçok oyun oynanmış ve Türkiye'nin birçok yerine turneler düzenlenmiştir. Ayrıca 2000 yılından itibaren Türkiye'de bir ilki gerçekleştiren Trabzon Devlet Tiyatrosu "Uluslararası Karadeniz'e Kıyısı Olan Ülkeler Tiyatro Festivali"ni hayata geçirerek sevgi, barış, dostluk ve dayanışmayla, ülkelerarası kültür ve sanat alışverişiyle adeta bir sevgi köprüsü oluşturmuştur. Bu festivalin genişleyerek devam etmesi en büyük temennimizdir. Fakat bu festivalde dil meselesi aşılmalıdır, görsellikle yetinilmemelidir. Çünkü anlamadan seyretmek sıkıcıdır.

Trabzon'da Devlet Tiyatroları'na ait bir sahnenin bulunması bizler için bir şanstır, bunun kıymetini bilmeliyiz. İş baskısından bunalan ruhlarımız tiyatroda dinlenmekte ve huzur bulmaktadır. Tiyatro dil gelişiminde de çok mühim bir rol üstlenmektedir. Çocuklarımızı tiyatrodan mahrum etmeyelim. Onları sık sık oyunlara götürelim. Shakespeare'in dediği gibi "Tiyatro hayata tutulan aynadır." Bu aynadan kendimizi seyretmeyi ihmal etmeyelim. Yeri gelince gülelim, yeri gelince payımıza düşen dersleri alalım.

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


1,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


Ey Dionysos Rahipleri;

Siz yine geçirin halkın arasından "Fallus"u avam kitle gülmeye devam etsin. Biz birlikte kurban edelim egolarımızı "tiyatronlarda". Bilelim dünyada bilinmeyen gizemleri, kutlayalım dün dünya ile birlikte, ezgisini söyleyelim kültürlere göre adı değişen Bacchus'un.

Ve indiğinizde gök yüzündeki sahnenizden yere, orda "yarı tanrılarla buluşmaya devam edin...

Tüm, Tiyatro Emekçilerinin ve değerli hocalarımın 27 Mart Dünya Tiyatrolar gününü en içten dileklerimle, dünyanın dönüşünün daima Sanat yanında olması dileğiyle kutlarım,

Sevgi ve Saygılarımla

Murad ÇOBANOĞLU

<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.251 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


66’NCI SONE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

William Shakespeare
Çeviri: Can Yücel


 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




Yukarı


 


 Kıraathane Panosu



İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İnternet sayesinde istediğiniz bir çok bilgiye sadece bilgisayarınız yardımıyla ulaşabilirsiniz. Bu kadar faydalı olan İnternet, son zamanlarda gereğinden fazla kalabalıklaştığı için doğru bilgiye ulaşmak sorun haline gelmiştir. Özellikle son dönemlerde yaygınlaşan yanılsama reklamları sayesinde, sık sık istemediğiniz web sayfalarına girebilirsiniz. Aşırı bilgi yığını arasında kaybolmak yerine, öncelikle ne aradığınızı en baştan belirlemeniz gereklidir. Başlangıç olarak web sayfası yapacağınız arama motorunu belirlersiniz. Örneğin http://www.google.com.tr/ .

Daha sonra kaynak bulmaya çalıştığınız konuyla ilgili anahtar kelimeleri belirlemeniz gereklidir. Mesela hafta sonu için tiyatroya gitmek istiyorsunuz ve gitmeyi düşündüğünüz oyun için adres, telefon numarası, oyun saatleri, oyunun oynandığı günler gibi bilgilere ihtiyacınız var.

Öyleyse güzel bir örnekle başlayalım. Örneğin: Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde "Leyla ile Mecnun" oyununa gitmek istiyorsunuz. Sadece "harbiye" yazarak sonuca ulaşamazsınız. "Harbiye Muhsin Ertuğrul" yazdığınız zaman, ilk doğru adımı atmış olursunuz.

Örnekleri dilediğiniz kadar çoğaltmak mümkün. Önemli olan doğru kelimeleri kullanmak, yani doğru soruyu sorarsanız, doğru cevabı almanız mümkün olur. Bu kadar bilgi yeter. Sizlere birkaç web sayfası tavsiye ederek devam ediyorum. http://games.flabber.nl/ kısa yolunda birbirinden güzel flash oyunlar oynayabilirsiniz.

İstanbul hakkında her şey için http://www.istanbul.net.tr/
İşte bu da hem orijinal, hem uçuk, hem çatlak ve hem de sıra dışı bir web sayfası http://juliendav.com/ uyarmadı demeyin.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler




http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070327.asp
ISSN: 1303-8923
27 Mart 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com