Sabahtan beri akşam yazarım diye kafamda biriktirip sakladıklarım şu saat itibariyle ne idüğü belirsiz bir yere uçup gittiler. Geri gelsinler diye beklersem sabahı ederim dedim ve hafızamı galeyana getirmek için birkaç haber sitesine kısa dalışlar yaptım, ama nafile. Kafamda çınlayan kulaklarımdan başka hiçbirşey tıngırdamıyor. Başlıklar da birşey ifade etmiyor. Aydın Doğan "Gözcü"yü neden kapattığını açıklamış. Hiç te öyle denildiği gibi derin devlet sığ medya ilşkilerinden değilmiş. Para kaybediyormuş para. Üç yılda zarar 9 trilyona dayanmış. Bir diğer başlık daha anlamlı. O kapatılmakla ilgili değil, açılabildiği kadar açılmak, kazanmak, daha çok kazanmakla ilgili. AKP ve Ali Taran seçim kampanyası konusunda anlaşamadılar biliyorsunuz. Tam ben anlaştılar diye bir yazı döşenmek üzereydim ki, derin medyanın bas bariton sesinden uyarı geldi. "Olmadı hemşerim, boşuna elin adamlarına bulaşma." İyi dedim oturdum. Herhalde dedim, Amerika'da reklam eğitimi almış, MUSİAD üyesi bir reklamcı araya amcasını soktu ve işi kaptı. Oysa durum farklıymış. Halen kampanyayı teslim edecekleri ehli namus birini aramaktaymışlar. Sinan Çetin'i bulmuşlar. Henüz anlaşmamışlar amma velakin birileri teklif götürmeye diğeri de havada atlamaya meyilliymiş. Ben haberin yalancısıyım. Eğer el sıkışırlarsa, o yazıyı tekrar yazmak isterim. Artık hoş mu yazarım boş mu, buna o anki havam karar verir. Dedim ya, beynim duraksamış durumda. Yoruldu zahir. Ben dinlenmek üzere köşeme çekileyim, siz de bu günkü sayımızı bir fincan kahve eşliğinde okumaya başlayın. Kısmetse Pazartesi günü görüşürüz. Huzurlu, sakin bir hafta sonu dilerim, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Televizyon kanallarımızın programlarını önceden -buğday ambarında inci ararcasına- bir detektif gibi incelerseniz, güzel şeyler yakalanıyor bazen.
Nicedir kaçırmadığım "Sınırlar Arasında" örnegin. Banu Avar'ın hazırlayıp, sunduğu bu çok nitelikli haber program, her onbeş günde bir Pazartesileri TRT-1 'de (22:00-23 arası) bizlere değişik dünya ülkelerinde, coğrafyalarında dönen (döndürülen) dolapları anlatmaya girişiyor; izleyeciden, olanlarla Turkiye arasındaki bağları -bi zahmet- kurmasını umarak! Son Pazartesi (26 Mart) Italya konu edilmişti. O haftanın programı hemen ertesi gün (Salı )TRT-INT 'de (23:00) ve Cumartesi TRT-2'de (11:15) tekrarlanıyor. 15 gün sonra Pazartesi (9 Nisan) konuk olunacak ülke ise Vatikan. Banu Avar'ın program metinlerinden oluşturduğu kitap ile eski yayinların CD'leri kitapçılarda bulunabiliyor!
Pazartesileri, son beş haftadır TRT-2'de (22:30-23:00) Karayolları Teşkilatı ile TRT'nin ortaklaşa hazırladıkları güzelim "Sular -Yollar- ve Köprüler" Belgeseli var. Ne yazık ki sona eriyor. Tarih içinde karış karış Anadoluyu, İpek Yolunu dolaşıyor ve özellikle akarsuların geçildiği tarihi köprülerin yaşam öykülerine göz atıyorsunuz. Bu programın da tekrarları var. Meraklısına önerilir...
Saşırtacak kadar yeni tarihli ve ilginç filmler de son birkaç haftadır normal kanallara sökün etmeye başladı. (Reklamlara dayanır da izlerseniz tabii). Woddy Allen'in birkaç sezon önceden son filmi "Match Point "(Maç Sayısı), yine yakın dönemin unutulmaz Danimarka Filmi "Italian for Beginners" (Yeni Başlayanlar için Italyanca) ve George Clooney'in geçen sezonun belki de en ilginç ABD Filmi (üstelik müthiş siyah beyaz görüntülerle) "Good Night and Good Luck" (İyi geceler, iyi şanslar) örneğin.
Bu "İyi Geceler, İyi Şanslar" dan daha önce bu köşede söz etmiştim. İzleyenler anımsayacaktır (elbet izlemeyenlere önerilmek ve güncelliği açısından yineliyorum !) ABD'de Ellilerin McCarty Dönemi. 'Komünist Avı gemi azıya almış, hemen her sesini çıkaran komünist şüphesiyle gözetleniyor, icabına bakılıyor. O zamanın 'medya'sı -tıpkı bugünkü gibi- 'satın alınmış'(ele geçirilmiş diye okunabilir !); gazetecilerin, televizyoncuların 'alçakları' pozisyon, para peşinde; 'normalleri' sindirilmiş; azcık korkusuz, olayları araştıranlar ise kapı önüne konuyor! Önemli bir televizyon kanalında bir kaç gazeteci doğrunun, gerceğin peşinde. Ne pahasına olursa olsun! Filmin unutulmaz ilk ve son karelerinde bu bir avuç doğru dürüst insan elinde halkın gerçeği öğrenme umudunun -bugunlere kadar- ayakta kalabildiğini bir kez daha teslim ediyoruz.
Geçenlerde, çok patırtı kopartılan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek ile Emin Çölaşan 'kapışması' için TGRT Haber'in (Fox'lanmayani bu!) başına -ben salak gibi -geçenler bir kez daha Uğur Mumcu'dan sonra zaten azalmış 'araştırmacı gazeteci (lik)' in ruhuna tümüyle rahmet okunduğunu bir kez daha gördüler.
Medyadaki korkunç yönlendirme ve bilgi kirliliği içinde neredeyse ABD eliyle Irak'a, yine onun yönlendirmesi ama bu kez Tayyip Bey eliyle Türkiye'ye demokrasi getirilmekte olunduğuna hala inandırılan bizler; bu kez de Ankara'nın, Türkiye Kentlerinin bilime sırt çevirmiş 'işbilir' Başkanlar eliyle nasıl geriye dönülmez biçimde motorlu taşıt tuzaklarına, çıkmazlarına çekildiğini, bu işlerde nasıl dolaplar döndüğünü konuşcağımız, merak ettirileceğimiz yerde; İ.Melih Bey'in mi yoksa Emin Bey'in mi daha (az) dürüst olabileceği konusunda bir garabet laf sataşmasının içinde bulduk kendimizi. Yılların 'gazetecisi' Emin Çölaşan Bey deniz aşırı banka hesaplarında parası olduğunu kabul etti ancak miktarını açıklayamadı! Üstelik Melih Beyin kendisinin savladığı gibi Belediye şirketleri eliyle onlarca 'usulsuz işe' karıştığı ve Karun kadar zengin olduğunu da kanıtlayamadı! Biz de "sus be", "şerefsizlik etme!" gibi seviyeli bir tartışmanın ardından Melih Bey'in 'kent trafik cinayetlerindeki sorumlulukları ' gibi çok önemli konular yerine 'bir ak süt kadar tertemizliğine' kanaat getirildik.
Oysa yine çok kısa bir zaman önce, geçen Perşembe; Ankara Paris Caddesinde yer alan Sevgili Uğur Mumcu'nun adıyla taçlanmış "Araştırmacı Gazetecilik Vakfı"nın minicik salonunda -15 günde bir Perşembe 18:30 Söyleşileri- üç milyonluk Ankara'da 'yalnızca dokuz kişi' görece genç kuşaktan haniyse 'müzelik' bir araştırmacı gazeteciyi dinlemistik. Nedim Şener'i. Şu "Hayırsever Terrorist" ile Tayyip Bey'in kefil olduğu El-Kadı'yı, "Fırsatlar Ülkesinde Kemal Abi" ile Sayın Maliye Bakanımızı ve "Korku İmparatorluğu" ile Uzan'lari anlatmış, hakkında yüzlerce dava açılmış gazeteciyi.
Şener'in bir kitabını almayı, hele hele okumayı göze alır mısınız bilmem ama, keşke Dream TV 'de üç Perşembe aksamdır yayınlanan olağanüstü güzel, özel bir "Fikret Kızılok Belgeseli: Bir Sanatçıyı Anlamak" kaçırmasaydınız derim. İlk kez mi yayınlanıyor, o da bilinmez, ancak gencecik bir müzikçinin, gazetecinin pırıl pırıl çabalarıyla Türkiye'nin gelmiş geçmis en özel insanlarından, sanatçılarından birinin, belki de bu insan ve yurt sevgisi birlikteliğini en asil yansıtan 'Nazım Kardeşi' sayılabilecek biricik Kızılok'un yaşam satırlarını, ne yapıp edip bir yerlerden bulmaya, eski albümlerinden yeniden yeniden sürmeye çalışın ne olur.
Belki de böylece bu topraklardan yetişmiş az sayıdaki Mumcu'lara bir selam gönderirken, yetişmeye çalışan Şener'lere yürek veririz.
Önceki sohbetlerimiz cazın divaları üzerineydi.Upuzun bir listemiz olmasina rağmen bu kez cazın klasik devrini tanımaya çalışacağız.
I.nci dünya savaşından sonra gelişmeye başlayan ve 1920 lerden itibaren de hazırlık yılları olarak kabul edersek , 1932 - 1945 e kadar olan zaman dilimi içinde çok yetenekli müzisyenlerin yetişmiş olduğunu ve adeta altın yılları olarak da değerlendirebiliriz. Böylece bir sonraki " bop " devri de etkilenmiştir. Efsanevi müzisyenlerden Charlie Parker, Dizzy Gillespie, Miles Davis, Coltrane, Bill Evans , bu devrin müziğiyle büyümüşlerdir.
Klasik devirde, Louis Armstrong'un da etkisiyle en çabuk gelişen enstrüman trompet olmuştu. Saksafonların, özellikle tenorun gelişmesi zaman almıştı. Ilk büyük isimlerden olarak Lester Young ve Coleman Hawkins'i verebiliriz. (I Want To Be Happy - Lester Young, Nat King Cole, Buddy Rich (1945))
Lester Young'ın lakabı " The Prez veya Pres " di ( the president'ın kısaltılmışı ) . Tenordan çıkardığı vibratosuz ve dişi tabir edilen alto sesiyle herkesi büyülüyordu. Count Basie orkestrasında çalarken birbirinden güzel eserler vermişti. Billy Holliday bahsinde de değindiğimiz bu müzisyenin, kısa sololardaki hakimiyeti olağanüstüydü. Nedeni ise, büyük orkestralarda çalmış olmasından kaynaklanmaktadır. 1944 yılındaki These Foolish Thing'i örnek gösterebiliriz. (These Foolish Things - Lester Young/Oscar Peterson Trio) Lester Young'ın müzikal açıdan fikirleri son derece moderndi.Bu nedenle de kendisinden sonra gelen, yalnız saksafoncuları değil, diğer enstrüman çalanları da etkilemiştir. Abartısız yüzlerce müzisyen, yaratıcılığını ve stilini örnek olarak almıştır. 1940-1950 yılları arası Lester Young'un altın devridir.
Lester Young'un kişiliği de giydiği elbiselerine varıncaya kadar çok farklıydı. Irkçı bir toplumda yaşamasına rağmen, politik olaylara hiç girmedi. Ama kanımca her yönden farklılığı zaten başlıbaşına bir protestoydu.
Daha sonraki yıllarda, 1959 da ölümüne kadar, sürprizli, esprili çalış şekli, statik bir hal almış, tenor saksafonun tonu ise kalınlaşmıştı. Bu denli öncü ve model bir müzisyen olan Lester Young, belki de özel hayatındaki problemler ve alkol nedeniyle de son yıllarinda adeta çok yaşamış! bir müzisyen gibi çalıyordu ve artık kendini yeniliyemiyordu.
Coleman Hawkins'in ondan etkilenmiş olması da yukarıdaki nedenlerden dolayı doğaldır.
Hatta bir çeşit alternatif olmuştur denilebilir.
1939 yılında She's Funny That Way, When Day is Done ve zirvede bir Body and Soul yorumuyla kendisine Bay Tenor Saksafon lakabı yakıştırılmıştı. Daha sonralari ise The Hawk diye anılacaktı.
Hawkins, Lester Young'un aksine, daha haşmetli ve vibratolu bir tona sahipti. Konsept olarak O'ndan daha az modern olmasına, teknik açıdan ise stili nedeniyle hızlı parçalarda bazı zorluklar yaşamasına rağmen, uzun sololarda son derece başarılıydı.
Bu soloların en güzel örnekleri olarak, 1943 yılındaki The Man I Love, 1944 de Embracable You,I'm In the Mood For Love, 1945 de ise It'is The Talk Of The Town,I'm Throught With Love gibi caz tarihine geçmiş standart parçaların adlarını verebiliriz.
Coleman Hawkins ölünceye kadar genç kalmayı başarmıştı. 1944 yılından itibaren ise Bop devrinin Dizzy Gillespie, Fats Navarro gibi müzisyenleri ile çalmaktan kaçınmayarak, aksine cazda yepyeni ve zor bir anlatım olan bu düşünce tarzını öğrenmeye çalışmıştır.
Yeni ritm ve armoni anlayışını kendi stilini bozmadan uygulayarak, çalışında yenilikler de yapmıştı.
Bunlarla da kalmayıp, gençlere meydan okurcasına, Lady Be Good, Bean Soup, Too Much Of A Good Time gibi bop ağırlıklı parçalar da yazmıştır.
Coleman Hawkins, 1960 larda pianist Bud Powell, bascı Oscar Pettiford, davulcu Kenny Clarke grubuyla bir seri konserler vermiş ve 1963 yılında bir başka deha olan tenor saksafoncu Sonny Rollins le doldurduğu kayıtta ise ona adeta kök söktürmüştür. Kayıttaki Yesterdays icrası olağanüstüdür. (Yesterdays - Coleman Hawkins / 1943-44)
Herşeye rağmen sonlara doğru bir süre ihmal edilen bu müzisyenin en büyükler arasında olması, devrine uymasıyla mümkün olmuştur.
Özet olarak Lester Young ve Coleman Hawkins birbirleriyle yarışan ve hep berabere kalan iki dehadır.
Yıllardan 2002, aylardan Nisan, yetişememişti Kahve Molası, zira 17'siydi ilk sayısı,
Yıllardan 2003, aylardan Nisan, Pazar'a gelmiş, Pazar hafta tatiline dalmış,
Yıllardan 2004, aylardan Nisan, Salı'ya gelmiş sallanmış da sallanmış,
Yıllardan 2005, aylardan Nisan, Çarşamba'ya gelmiş sular seller almış,
Yıllardan 2006, aylardan Nisan, Perşembe'ye gelmiş ama arifesinde kalmış,
Yıllardan 2007, aylardan Nisan, Cuma'ya gelmiş, sabreden derviş, muradına ermiş...
Kahve Molası'nın 5.yılını devirmesine de pek birşey kalmamış. Her ne ise; lafı bir yerinden tutmuş, evirmişim, çevirmişim, oysa söyleyeceğimin kısacası Kahve Molası'ndaki yazma günlerime denk gelen bu ayın bu Cuma'sı, yani bugün, ben de, geride 50 yılı devirmişim. "Dalya demeye bir bu kadar daha var nasılsa !" havalarına da girmişim.
Hiç anlamadım bu işin muhasebesinden, elli deyince sorayım mı ebesinden, saçlarına ak düşmüş elli yılın bebesinden, boza pişen ensesinden, sırtındaki küfesinden, öğüt olsun diye kulağına takamadığı küpesinden, köşe bucak kümesinden, anıları binmiş inmez tepesinden, çorbasından kasesinden, kadifeden kesesinden, koşar adım nefesinden, kederinden neşesinden, kadehinden şişesinden, kıyısından köşesinden...
Su gibi geçiyor zaman, zaman mı gafil, insan mı gafil ? Daha 40'lı yaşlara uyum sağlayamadan 50'li yaşlara nasıl dikey geçiş yapacağımı düşündüm sabah sabah, serpe sefil. Belki bu nedenle çıktı karşıma Victor denen sefil Hugo;
"40 yaş gençliğin yaşlılığı, 50 yaş yaşlılığın gençliğidir" dedi, pek doğru söyledi. Anladım ki; yaşlılığımın en genç halindeyim bugün. Ya da; gençliğimin yaşlılığını tamamladığım son günündeyim. Nasıl geçti yıllar, hele Victor'un hesabında belirttiği şu son 10 yıl ? Emekli ve göbekli bölümlerini başarıyla tamamladım, bebekli bölümü için biraz daha zamana ihtiyacım olduğu açık. Sahi, bir de torunum olursa ..? Ben diyeyim uçuk siz deyiverin kaçık. Ve fakat Edi'nin "İhtiyar" dediği kadar olmuşum, anlaşılan Victor'un sözleriyle de için için dolmuşum...
"İnsanın 40 yaşına kadar geçen yılları bir kitap, geri kalan yılları da o kitabın eleştirisidir" demiş Schopenhauer. Hiç ismini duymamıştım ama güzel söylemiş o da. Her hayat ayrı bir roman hiç kuşkusuz. En önemlisi de en azından hayatındaki ikilemler olsa gerek. "Kaç kitap eleştireceğiz ?" sorusu; "Anlat bana KEŞKE'lerinin sayısını !" cevabıyla özdeşleşecek sanırım. Ne yazık ki; ikilemlerinden seçmediğin tarafa doğru bir yolculuk sözkonusu değil bu dibi kavanoz olan dünyada. Harika futbol oynayıp Ankaragücü'nden transfer teklifi alan henüz 17'sinde ben, üniversite hayallerim darma duman olur diye reddetmeyip, yine aynı renklerdeki takımıma birkaç yıl sonrasında yatay geçiş yapsaydım, henüz en verimli zamanımda sakat kalarak sahalara veda etmeyeceğimi nereden bilebilirdim. Ya da Şansal ile Erman ikilisi gibi yanıma Edi'yi de alıp kafanızı ütülemeyeceğim ne malumdu ? Gerçi; bir KM FM Spikerliği şansı hala mevcut, ne de olsa benim bildiğim 5 yıllık mazisi var Kahve Molası'nın...
Bir başka güzel sözleri de George Herbert yumurtlamış : "20'sinde yakışıklı, 30'unda güçlü, 40'ında zengin, 50'sinde akıllı olmayan insan; hiçbir zaman yakışıklı, güçlü, zengin ve akıllı olamaz". Sorun 40'ında bulunduğumuz pozisyon olsa gerek, yoksa aramızda 20'sinde yakışıklı 50'sinde de akıllı olmayan var mı ? Hıh ..! Aslında 40'ındaki pozisyonun da bir anlamı olmadığını Ümit Yaşar Oğuzcan'ın "50 Yaş Şiiri"ni aşağıda okuyunca göreceksiniz ama birazını bu yazının içine katayım dedim :
Küçük hesaplarla kabaran büyük hesaplar
Ve değişmez çığlığı insanoğlunun: Ben, ben, ben !"
Sen yok musun ? Onlar yok mu ? Biz yok muyuz ?
Nereye bu gidiş ? Delicesine pupa yelken
En güzeli sevmek diyeceksin insanları tümüyle
Usanmadan, bir şey ummadan, beklemeden
Ver, durmadan ver, eller uzanmış, baksana
Ver ki; kurulsun sofra, başlasın şölen
Yıllardan 2007, aylardan Nisan'ı; yıllardan 1957, aylardan Nisan'dan çıkarınca biten yaş belli, bunu adı tastamam elli, bundan kelli, adımlar yavaş yavaş sayılacak, acelesi yok hayatın, nasılsa birgün göçüp gidilecek buralardan, üstelik temelli...
Kaygısız anlarımın son sahnesindeyken gözlerim, belki buğulanır bir akşamüstü… Belki de ağlar yazgısına da zaman zaman, durduramaz bir tını ömrün derbeder üzüntüsünü.
Kanadım kırık değildir aslında ve hepten göçmedim diyarlarından. Kavgam kendimle değil hem, ellerimde yoktur pasak. İkna olmadıysan bana değil yıkandığım göllerin deryasına soracaksın. İşte o zaman anlarsın, senin aksine neden bu kadar yüzüm beyaz.
Aslında, yolcuyum çoktan beridir. İçimde hep gitmek arzusu ve bir yanımda "dur, gitme" diyen çığlıklar. Hangi sona yaklaşsam, senin ilk başına dönerken gitmek değiştirmezdi elbet sonucu… Ve öğrendim artık gitmek de bir, kalmak da.
Gözlerin düşüyor bugünlerde aklıma. Hani kendine bile isyanını saklayamayan ve yuvalarından her daim fırlayacak gözlerin. Değiştiler mi? Yok, değişmezsin sen hiç değil mi? Hala yanardöner bir zamanda topluyorsundur tüm göçüklerini ve çöplerini kimler topluyor bilmezsin.
Sorsalar sana itiraf edebilir misin ellerinde kaç aşk leşinin izi var? Kaç tanesinin kabrine yaklaşabilirsin ki kaç tanesi dinler pişmanlıktan sunduğun sahte üzüntülerini?
Daha konuşmadık… Acı veriyorsa da dinleyeceksin… Söylenecek daha çok sözüm, görülecek çok hesabım var.
Geçenlerde beni sormuşsun, hatta selamlar yollamışsın utanmadan. Şunu bil ki, ne alacak bir selamım var artık senden, ne söyleyecek bir selamım. Sitem değil hep kan kusacağım. Seni sana şikayet eder gibi, belki ara sıra kendimi yumruklayacağım ve belki de en büyük faturayı kendime yollayacağım… Seni çok sevdim diye. Yine de; dün nasıl paramparça olduysam kollarında, aslında bugün kendimi yaramakla en büyük yaralarımı dağlıyorum ve geçmişin kitabından yaşanmışlıkların hesabını soruyorum… Bir daha açmamak üzere kapatabilmek için.
Bir zamanlar en büyük ödülün bir ömre değer gözlerimdi. Oysa en çok yaşlandırdığın yanım oldular. Ne düşen damlaları sayabildim, ne çizgilerimi. Senden önce hiç yoktular, elbette senden sonra da hiç artmayacaklar.
Bazen "olması gereken yaşanır, hesabı sorulmaz" diyorum. "Benim kaderimdi ve sen de kötü bir piyondun. Belki benim kadar kendisini de yaralamıştır." diye düşünsem de, içimde yanan korlarımı küllendiremiyorum.
Sen her geldiğimde aklıma, bedenimden kocaman rüzgarlar esiyor ve ben alevlendirdiğin bütün ateşlerimin çemberinde buz kesiyorum. Sonra bir kuş olup göklerden bakınca "değdi mi" diye soruyorum.
"Aşk; tuttuğumuz tüm köşelerde ebe olmuşken sobelenmeyi öğrenemedikçe, hep kanatmaya ve hayattan usandırmaya devam edecektir. Tabi önce kalk dediğimiz köşelerden, kalkmayı öğrenmeliyiz.
Şimdi bunca sözden sonra aşk iyidir, güzeldir, kanı sulandırır ve cildi gençleştirir diyecek olan var ise, söyleyeceğim hiçbir söze gücenmesin ve sakın kimse bana dur demesin."
Tür: Dram Yönetmen: Nihat Durak Senaryo: Ada Film Yazı Grubu Görüntü Yönetmeni: Selahattin Sancaklı Müzik: Fahir Atakoğlu Yapım: 2006, Türkiye Oyuncular: Çetin Tekindor, Vahide Gördüm, Tarık Papuçcuoğlu, Halit Ergenç, Dolunay Soysert, Şenay Gürler, Okan Yalabık, Ayşen Gruda, Erol Günaydın
Yazın ilk günlerinde bir çocuğun küçük kalbinin ilk kanatlanışı çarpar gözümüze önce. İlk aşkının ateşine düşen küçük bir çocuk görürüz sahnede. Ki kaç kişi yaşamıştır bir "ilk aşk"ı ilk aşk olduğunu bilerek? Bu şansa sahip kaç çocuk olmuştur? Pek çoğu, yetişkinlerin çoğu gibi, bu aşkı çok sonra tanımlayacak, kırık, eksik olacaktır büyüdüklerinde…
Ege'de bir kasabanın eski ailelerinden Arifoğulları dede, baba, oğul, torun kuşakları bir arada yaşamaktadır. Aksi bir ihtiyar olan dede, mutsuz bir adam olan baba, hayatta istediği şeylere öncelik sırası verememiş bir oğul ve çocukluktan çıkmaya hazırlanan kalbi ile torun. Büyük dede Arif'in ölümüyle, kırk yıl önce Kore Savaşı'na giden ve orada esir düşüp öldüğü sanılan Asaf'ın geri dönmesi, bu ailenin hayatını tümüyle değiştirir.
Her yaşa ait bir aşk hikâyesini barındıran film, aslında her dönemin hayat anlayışını da seriyor gözler önüne. Yıllarca sevdiği adamı içinde saklayan bir kadını, sevdiği insanlar uğruna aşkını feda edenleri görüyorsunuz olgun çağ kuşağında, aşkını bencilce yaşamaya çalışan, gözü dünyayı görmeyen, sevgiyi, emeği aşka feda edenleri görüyorsunuz bir sonraki kuşakta, son kuşak çocukluğun saf ve romantik dünyasını temsil etmede…
Her zaman aşka kavuşabilir mi insan? Ya da, aşk aslında siz ona kavuştuğunuzu sandığınız anda biter mi? Hani bir hikâye vardır, bir yaşlı denizci varmış, her gün sefer dönüşü gördüğü denizkızlarını anlatırmış, altın taraklarıyla ipek saçlarını taradıklarını, kayalıklarda oturup şarkılar söylediklerini… Kimse inanmazmış tabi, denizkızlarını gördüğüne. Bir gün ihtiyar gerçekten görmüş denizkızlarını ve o günden sonra bir daha hiç anlatmamış onları kimseye. Aşk da böyle bir şey belki, ona kavuşuncaya kadar hep peşinden koşup dilimizden düşürmediğimiz aşk, karşımıza çıkınca öyle bir şaşırtıyor ki bizi, artık konuşmayı unutuyoruz kendisinden, ya da öyle hızlı tüketiyoruz ki aşktan geride kalan büyük bir hayal kırıklığı ve "aşka inanmıyorum" nidaları oluyor. Bu filmi izleyince, aşkın hep süreceğini sanıyor insan, kavuşamamanın aşkı körüklediğini, herkesin böyle "büyük" aşklar yaşamadığını düşünüyor ve "hiç olmazsa bir kez iki taraflı bir aşkın bir tarafı olmalı şu dünyada"(*) diye bir dilek tutuyor içinden.
Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Ne zaman baksam çevreme elli yıl sonra
Hep aynı gürdüklerim; bir keşmekeş, bir bozuk düzen
Bir lokma ekmek uğruna tükenmesi insanların
Yaşamak ve ölmek için hep aynı neden
Sefil doymazlık; ete, kana, paraya
Öylesi bir açlık ki eksilmeyen, bitmeyen
İnsan, ezebildiğince mutlu insan, oğul
Nereye gidersen git hep o tuzak, o dümen
Küçük hesaplarla kabaran büyük hesaplar
Ve değişmez çığlığı insanoğlunun: Ben, ben, ben !"
Sen yok musun ? Onlar yok mu ? Biz yok muyuz ?
Nereye bu gidiş ? Delicesine pupa yelken
Söyle neyi değiştirebilirsin ki tek başına
Yıldırırlar, sustururlar vururlar seni de hemen
Düşler bitmişse, gerçekler bir tokat gibi inmişse
Tek başına mutlu ol bakalım, olabilirsen
En güzeli sevmek diyeceksin insanları tümüyle
Usanmadan, bir şey ummadan, beklemeden
Ver, durmadan ver, eller uzanmış, baksana
Ver ki; kurulsun sofra, başlasın şölen
Bir yanda umutların, düşlerin, düşüncelerin
Bir yanda aldığını geri vermez koca bir evren
Bak ! Bütün ağızlar yutmaya hazır seni
Bir noktadan, bir lokmadan başka nesin sen
Dönüp gerilere bakıyorum, bir de kendime
Elli yıl geçmiş, ha gün, ha yarın derken
Değişen birşey yok, bir şaşkın benden başka
İşte aynı yol, aynı kapı, aynı merdiven
Hani nerdeler ? Kimi yitmiş kimi gitmiş dostların
Bir ak saçlı anan kalmış yolumu bekleyen
Sabah-öğle-akşam . . . Hep o tekdüze yaşam
Ve kırılmış bir kalple yorulmuş bir beden
İşte böyle geçti yıllar. bozbulanık
Ben sevdim, ben ağladım, başkalarıydı gülen
Ne zaman uzattıysam ellerimi, parçalandı
Mutluluk serseri bir mayındı denizlerimde yüzen
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Bulmaca - Sudoku
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın. Kolay gelsin.
Video paylaşım sitelerinin sayısı her geçen gün artmaya devam ederken, aralarından nitelikli olanlarını seçmek mutlaka sorun olacaktır. Ben sizlere nitelikli olduğunu düşündüğüm bir tanesini öneriyorum http://www.dailymotion.com/ incelediğinizde siz de farkedeceksiniz.
Havaların ısınmaya başladığı şu günlerde "hafta sonu nereye gidelim" veya "kısa süreli tatil imkanları nedir" diye soranlara alternatif bir web sayfası öneriyorum. http://www.gezinet.net/ Aslında ticari amaçlı bir web sayfası; fakat içerdiği bilgiler, kafanızda alternatif tatil fikirleri oluşmasını sağlayacaktır.
Sayısal loto'da 6 bilme olasılığı nedir sizce? İnsan düşünürken bile darlanıyor değil mi? Darlananlardan biri hesaplamış ve 10.068.347.520 de 1 ihtimal olduğunu bulmuş. İnanmazsanız http://www.darlandum.com/?p=369 kısayolundan bir de siz bakın.
Hadi ordan canım, tabiki şans oyunlarında kazanmak mümkündür diyenler için ise http://www.lototurk.com/ web sayfasını tavsiye edebilirim. Sayısal loto, Şans topu ve On numara gibi şans oyunları için ilginç bir kaynak.
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.