Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 5 Sayı: 1.190

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 13 Nisan 2007 - Fincanın İçindekiler



 


Cumhurbaşkanlığı için Toplumsal Uzlaşma

 Editör'den : Haydi Cumhuriyet'e Sahip Çıkmaya!..

Merhabalar

Nalıncı keseri gene Tayyip Bey'den yana yonttu. Onun ne anladığını bilmiyorum ama şakşakçı basını derin bir "Ohh" çekti. Günlerdir bekledikleri Genelkurmay Başkanı konuşmasını kendilerine güven oyu olarak algılayanı bile var. "Sözde değil Özde..." lafını, "Değişerek özümseye özümseye Cumhuriyeti hazmedenleri yani Tayyip Bey'i kasdediyor." diyebilecek kadar da bilinçli bir kaygısızlık içindeler. Oysa Büyükanıt, söylemesi gerekenden bir kelime fazlasını söylemedi. Sözlerini özenle seçti. Ne darbe çığırtkanlığı yapan sözde vatanperverlere ne de bundan nemalanmaya çalışıp askeri yıpratmaya çalışan sözde demokratlara fırsat verdi. Satır aralarında söylenmesi gereken ne varsa söyledi. Başbakan oldu ya, Cumhurbaşkanı da olur diyenlere "O benim Başkomutanım olacak." diyerek yanıt verdi. Değiştim, oraya çıkınca en bağımsızından, en demokratiğinden olurum diyene, "Sözde değil Özde sindirmiş adam olmalı." dedi. Asker denmesi gerekeni söyledi. Sivil yarın söyleyecek ama belli ki birilerinin bir kulağından girecek diğerinden çıkacak. Beni görmeyecek, duymayacak biliyorum ama ben ona kapı arkasına saklanmadan, milyonlarca insanın aslında kendine nasıl bir mesaj vermek istediğini hatırlatmak istiyorum.

" Muhterem Tayyip Bey,

Sizin ve bu yüce milletin selameti açısından aklımdakileri sizinle paylaşmayı arzu etmekteyim. Seksendört yıllık Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ile başlayan bir yüce makamı önümüzdeki 7 yıl şereflendirecek şahsiyeti seçmek üzere. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmenizle başlayan tanınmış siyasetçi kimliğiniz, eşine az rastlanır şansınızın yardımı ile sizi buralara getirdi. Mahalle arasında futbol oynayarak, simit satarak, ticaretin her kademesinde bulunarak geçirdiğiniz ömür sizi bu memleketin en tepesine oturtmak üzere. Elinize geçirdiğiniz bu şansı kullanmak istediğinizi de çok iyi anlıyorum. Kişisel gelişim açısından bakıldığında bunda ters olan bir yan da görmüyorum. Gelin görün ki, talip olduğunuzu varsaydığımız o yüce makam, bizlere, sınırları bizzat Atatürk tarafından çizilmiş Türkiye Cumhuriyetinin bir emaneti. Bizler de, bugüne kadar olduğu gibi, emanete hıyanet etmeyip aksine sahip çıkmak istiyoruz. Dolayısıyla, yetmiş milyonu aşkın nüfusuyla gerçekten büyük olan bu vatanın içinden, ömrünün herhangibir döneminde, Atatürk'e, laikliğe dil uzatmamış, şeriati öven şiirleri nedeniyle yargılanıp ceza almamış, Cumhuriyet ilkelerini tartışmaya açıp laikliğe yeni bir tanım getirmeye kalkmamış, memleketi mal olarak görüp pazarlayacağını beyan etmemiş, eşinden dostundan fitre ve zekat kabul edip yurtdışında çocuk okutmamış, elindeki gücü ailesi ve yandaşları için kullanıp onları ihya etmemiş, delikanlı olmayı argo konuşmakla bir tutmamış, 70 milyonun tereddütsüz "İşte benim Cumhurbaşkanım." deyip övünebileceği bir Cumhurbaşkanı çıkmasını istiyoruz. Sizin adınıza üzgünüm ama, O SİZ DEĞİLSİNİZ TAYYİP BEY!.. Vallahi de Billahi de siz değilsiniz. Dolduruşa gelmeyin. Sizi Çankaya'ya itekleyip pasifize etmek isteyenlerin oyununa hele hiç gelmeyin. Siz partinizin başında 4,5 yıldır süren tiyatrodaki rolünüzü oynamaya devam edin. Sandıkla geldiğiniz yerden sandıkla gitmenizi sağlamamıza olanak verin.

En derin muhabbetlerimle, saygılar sunarım efendim. "


Ankara yarın belki de son yılların en anlamlı demokratik hareketine sahne olacak. Cumhuriyetimizin sahipsiz olmadığını dosta düşmana göstermek için düzenlenen bu toplantıdan umutluyum. Katılımın milyona varması halinde, kulaklara akacak suyun daha yoğun olması işten bile değil. Gidebilen Ankara'da, gidemeyen bayrağını asarak evinde bu demokratik hakkı sonuna kadar kullansın. Duymamazlıktan gelen de kara kara düşünsün. Hepimize olaysız ama hakkını veren bir hafta sonu diliyorum. HAYDİ HEP BİRLİKTE CUMHURİYETİMİZE SAHİP ÇIMAYA, ANKARA'YA!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Cumhur Aydın

 Önce İnsan : Cumhur Aydın


  Bir Cumhuriyet Çınarı

Bu yazının içeriği Kahve Molası'nda 200. Yazım olarak planlanıyordu. Ancak doksan yaşını aşmış bir büyük Cumhuriyet Çınarını pırıl pırıl gençlik heyecanı, hala doğrunun peşinde üretkenliği ile karşımda görünce ve siz bu yazıyı okuduğunuzun ertesi günü bir 'Cumhuriyet Mitingi' yaşanacağını düşününce dayanamadım.

Yazı onun ağzından dökülenlerle şekillendi, ancak tüm söylemek istediklerimdi, söyledikleri.

Muazzez İlmiye Çığ. Bir asırlık Cumhuriyet tanığı. Ankara Kare Kitapevindeki söyleşisinde kendisini çoğunluk oturarak dinleyen yüz kadar 'öğrencisine' ayakta hitap etti, bir buçuk saat boyunca.

"Hoca, oturmaz." dedi.

Bir yaşam öyküsüydü dillendirdiği. Ama aynı zamanda genç Türkiye Cumhuriyeti Tarihi.

Hatırladığı ilk görüntüler 1. Dünya Savaşı yıllarına aitti. "Ekmek kırıntılarını topluyorduk" dedi ve ekledi. "Onun için ekmek çöpe atıldığında dayanamam."

Kurtuluş Savaşı Yıllarını ilkokul öğretmeni babasının görev yaptığı Bilecik'in Pazarcık ilçesinde yaşar. Bir gün babası okuldaki bayrağı indirip eve getirir, annesi şaşırınca, babasının "Düşman kapıda, çiğnetmem onu." deyişi hala kulaklarındadır.

Ülke, Başkumandanı Mustafa Kemal'le "Kurtuluş Destanı" yazmaktadır. "Ne olur" diyordu Muazzez Hoca konuşmasında, "Bu destanın hangi koşullarda yaratıldığını bugün unutmuşsanız, ne olur Nutuk'tan Ata'nın halkından savaş için istediklerini okuyun. İğneye ipliğe muhtaç bir ordunun nasıl başardığını o zaman anlarsınız." Konuşurken ilk kez mendiliyle gözlerini sildiğinde işgal ordularının yaşadığı kasabasından çekildiğinde geride bıraktıkları yüzlerce konserve kutusunun ardından, Türk Askerinin yanı başlarında, tahta sandıklarla taşınıp gelen Konya'da pişirilen bulgur pilavını katık ettiğini anlatıyordu.

"Atatürk asla diktatör değildir." diye sürdürdü konuşmasını. Aslında Çanakkale Savaşında yitirilen onca candan sonra yaşanan işgalde her evden geriye dönmemiş binlerce genç evladın bulunması nedeniyle, Anadolu'nun gariban insanını yeniden kurtuluşa inandırmak askeri dehalıktan çok önce bir büyük bilgelik gerektiriyordu. Çığ Hoca "Bu destan Atatürk'ün elinde şekillenmiş onun beyninden süzülmüş nice okumanın, nice kitabın üretimidir." diyerek hem Atatürk'ün yüksek ikna gücünü hem de onu izleyen dönemde devrimlerin yaşama geçirilmesini işaret ediyordu.

Muazzez İlmiye Çığ'a göre bu toprağın insanları İslamiyeti Araplardan zorla kabul etmek zorunda kalmış buna karşılık, Cumhuriyetin başta laiklik olmak üzere devrimleri büyük bir istekle benimsemişti. Daha geçenlerde Nuray Saydar'ın TRT Programında aradan seksen yıl geçmesine karşın Kastamonu'nun bir minicik kasabasında insanların gündelik yaşamlarında israrla Cumhuriyet'in kıyafetlerini giyişlerini izlerken, Atanın bu toprağın insanından asla hainlik görmediğini, hep kucaklandığını buna karşılık suikast girişimlerinin onun yanı başında kendisini çekemeyen zevattan kaynaklandığı gerçeğini hatırlamıştı.

Hocaya göre devrimin en büyük sorunu dildi, eğitimdi. Haniyse birkaç on yıla sığdırılmaya çalışılan Anadolu Rönesansı ve Sanayi Devrimi hamlelerinin hala sindirilememesi ne yazık ki; Arapça ve Farsça istilasının arasından kendini bulmaya çabalayan Türk Dilinin, bir avuç okumuş yazmış insanıyla, düşüncesini, birikimini 'yazıya' dökmede zorlanması nedeniyle yaşanıyordu.

Bugün aklı başında 'tehlikeyi gören' ve bir söyleyeceği olan herkesin eline kalemi alıp, derdini mutlaka 'yazarak' anlatması gerektiğini yüksek sesle söylüyordu Cumhuriyet Çınarı. Kitaplaştırdığı mektuplarında olduğu gibi doksan yıldır kendi için değil, ülkesi ve Cumhuriyeti için yanlış gördüğü hiçbir olayda susmamış, bazen dünyanın bir ucundan, düşüncelerini mutlaka 'yazarak' aktarmıştı.Yazdıklarının ilgilisinde yanıt bulmaması umurunda değildi; yazdıklarıyla şu ya da bu biçimde bugüne ve gelecek kuşaklara aktarılan 'Türk Dili, Türk Devrimi' oluyordu. (Bazen tıknefes kaldığım onun yarı yaşındaki benim minicik yazın uğraşının anlamını -kişisel doyumların ötesinde- bundan daha iyi anlatacak sözcükleri ben nasıl bulabilirdim?)

Muazzez Çığ; Atatürk'ün Üniversiteler ve onların arasında onun göz bebeği Dil Tarih Coğrafya Fakültesini hayata geçirmesini, tiyatro ve sanata yapılan büyük yatırımlarla birlikte en büyük Cumhuriyet Hamleleri olarak görüyordu. Atatürk, Dil Tarih'le bu toprağın insanlarının Güneydoğu Asya Bozkırlarından dört beş bin yıllık Sümerlere kadar uzanan dil kardeşliğini, tarih ve kültür kardeşliğini ortaya çıkarmak istemişti. Sümerlerle teğet geçen Akadlar ve Asurlular, İbrani ve Arap izleriyle hiçbir zaman Atatürk'ün özel gündeminde yer almamış; buna karşılık Hititler ve Sümerlerin tarihinin ortaya konmasında çok titiz davranmıştı.

Cumhuriyet Üniversitelerinin filizlenmesinde Nazi zulmünden kaçan bilim adamlarının rolü vardı elbet ancak daha on yaşındaki Cumhuriyet, kendisinin kucakladığı bu insanlara "savaş bu topraklara sıçrarsa sizlere sonuna kadar sahip çıkacağız" sözünü vererek kendine güvenini ve eğitim isteğini ortaya koymuştu.

İlmiye Çığ Hoca konuşmasının önemlice bir bölümünü-kuşkusuz- elli yıldır yaşanmakta olan 'karşı devrim süreci'ne ayırdı. Ona göre ses çıkarmayan, tepki vermeyen herkes, hepimiz suçluyduk. 12 Eylül ertesi önce Mecliste sonra YÖK'te türbanı mazur gösteren adımlar atılmış, başta yaygınlaştırılan İmam Hatiplerle zaten can çekişmekte olan eğitim hamlesi durdurulup geriye çevrilmişti.

İlmiye Çığ bugün gelinen noktayı aktarabilmek için yeniden tarihe ve bir alıntıya başvurdu. Atatürk sakallı bir Hocanın kıyafetini, giyim kuşamını uygun görmeyince onu uyarır. Kendisinden "Ben dinin kurallarına göre giyiniyorum" yanıtını alır. Atatürk bu Hocayı bir Vilayete Vali olarak atar. Birkaç gün sonra kılık kıyafeti bütünüyle değişmiş olarak onu karşısında bulunca, "Sen daha sözlerinin, düşüncelerinin arkasında değilsin. İkbal uğruna vaz geçiyorsun. Senden Vali de olmaz..." Muazzez İlmiye Çığ, Maliye Bakanı Unakıtan'ın sakallarını keserek makamında oturuşuyla, onun ve çevresinde benzer davranışlar içinde olanları neleri öne çıkararak neyin peşinde olduklarını doğru değerlendirmemiz gerektiğini söyledi. Kuşkusuz kendisini doksanlı yaşlarında hakim önüne getiren tüm 'buyruk' gibi gösterilenlerin tarih içinde binlerce yıldır süregelen etkileşimin, aktarmaların sonucu olduğunu söyledi ve ekledi "Sümerlerde örtünenlerin durumunu hatırlatmak istemezdim ancak tarih böyle diyor."

Cumhuriyet Çınarının son sözleri bugün yapılması gerekene ve Türk Halkına ilişkindi. Muazzez Hoca kendisi gibi ilkokul öğretmeniyken, Dil Tarih'e daha fazla okumak için gelen babasını da savaşta yitirmiş arkadaşının daha tutucu görünen annesinin desteği ve hatta zorlamasıyla ona Ankara'da eşlik ettiğini aktararak "Türk insanı dinine bağlıdır ancak asla tutucu, asla hapsedici değildir. Okumaya, kendisini geliştirmeye hazırdır, yeterki elinden tutulsun. Yeter ki gerçekler kendisine aktarılsın. Hiçbir sözümü esirgemeden yaptığım Diyarbakır, Ardahan'ın Damal İlçesi gibi onlarca konuşmamda başta belli kıyafetli olan kadınlar ellerime sarılarak bana teşekkür ettiler." diyerek sözlerini sürdürdü.

Herkes, bütün eli kalem tutan yazacak, üretecek ülkesine ve Cumhuriyete ters giden her şeye karşı çıkacaktı. Sonra halka gidilecekti, bıkmadan usanmadan ona doğrular anlatılacaktı. Halk aydınlandığında bugünkü karanlığın gerisinde bir avuç dini siyasete alet edenle ona arka çıkan mülk sahipleri olduğu görülecekti.

Yarın.

Cumhuriyet Çınarına seni duyduk; sözlerini, heyecanının duyuracağız deme günüdür.

Yarın ve her gün.

Cumhur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


3,573,573,573,57
28 Kahveci oy vermiş.

 


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇAKI, ÇAKMAK, BIÇAK, TARAK -2

Gözlüklü Ahmet, "Gâvur demeyin yahu, ayıp. Bu adam Alaman."dedi. Cavit Efe gözlerini kalabalığın içinde umutsuzca gezdirerek herkese duyurmak ister bir ses tonuyla " İyi de bizim kasabada Almanca bilen mi var sanki. Ne diyor acaba yahu bu adam."yahu dedi. Etrafındaki kalabalıktan ve çaresizlikten iyice bunalmış yabancı adam "yaa" dedi, "ben alman." Bu işin yaa ile yuu ile halledilecek gibi olmadığı besbelliydi. Kalabalığın içinden Meriçli Rüstem çemberi yararak yabancıya yaklaştı. Makedonca ve Sırpça karışımı bir dille Alman gence bir şeyler söyledi. Herkes onun Almanca bildiğini sanıp birden umutlandı. Alman Genç de ona bir şeyler söyledi. Kalabalık tam olarak anlamasa da ortada iletişim kurmaktan çok tam bir kör dövüşü yaşanıyordu. Meriçli kalabalığa döndü. "Yahu bu gâvur, Makedonca bile bilmiyor."dedi. Kalabalık birden gülmeye başladı. Sonra "Ben insanlığımı yaptım. Adım Hıdır, elimden gelen budur."deyip kendisi de gülmeye başladı. Toplananlar aradıkları eğlenceyi bulmuşlardı. Bu lafın üzerine kalabalık makaraları iyice koyuverdi. Orada toplanan herkes artık adamın Alman olduğunu ve Makedonca anlamayacağını iyi kötü tahmin edebiliyordu. Etrafındaki kalabalığın güldüğünü gören yabancı adam da gülmeye başladı. Ama o elbette kalabalığın aksine neye güldüğünü bile bilmiyordu.

Meriçli Rüstem kasabamızın en palavracı ve şakacı adamıydı. Yalanlarının kimseye pek zararı dokunmaz, onun şakalarını, sohbetini herkes severdi. Yanlıca adamcağızı adabıyla, erkânıyla dinlemezler, araya bir laf sokup Meriçliyi kızdırmaya bayılırlardı. Meriçli başkalarından duyduklarını, radyodan dinlediklerini, gazetelerden okuduklarını çoğu kez kendi başından geçmiş gibi anlatmaya severdi. Onun en ünlü hikâyesi ise atın içine saklanarak ölümden kurtuluşunu anlatan palavradan macerasıydı. Bu şakacı, gülmeyi, güldürmeyi çok seven amcamız ikinci dünya savaşı sırasında Yugoslavya'da Alman bozgunu olduğunda askermiş. Ordu Almanlara teslim olduğunda bir karakolda görevliymiş. Esir olarak ele geçmeden önce kaçıp köyüne geri gelmiş. Onu önce ailesine kayıp olarak bildirmişler. Sonra ihbar edenler yüzünden hayatta olduğunu öğrenen jandarmalar peşine düşüp yeniden askere almak istemişler.

Ailesi onu uzun zaman samanlıkta ve ahırda gizlemeyi başarmış. Kimi zaman da koyunların yanına dağlara, ağıllara göndermişler. Annesi ve karısı ona orada herkesten gizli gözü gibi bakarlarmış. Bir gün jandarmalar gelip bütün, hatta köyün hepsini didik didik arayınca pabucun pahallı olduğunu görüp onu bir köy ileride uzaktan bir akrabasına göndermeye karar vermişler. Hikâyenin tam burasında söze girip "Madem herkes cepheye gidiyordu sende gitseydin, Sen erkek değimlisin be yahu…"derseniz küfürü kesinlikle basardı. Bunu iyi bildiğimiz için mutlaka çirkeflik yapar ve küfürü basmasını da sağlardık. Küfürün ardından "Âbe çocuklar, ne zorum varda elin gâvuru için cepheye gideyim. Varsın kırsın be yav Alaman Sırbı. Bubamın oğlu değil ya."derdi.

Olacak ya, bizimki uzak akrabasının köyüne doğru yola çıkınca olanlar da olmuş. Zaten yoldan gitmek sakat olurmuş, mecburen kıyıdan, kuytudan geçip gidiyormuş. Yolu derin bir ormana düşünce ne dolduğunu bile anlayamadan kendini bir çatışmanın içinde bulmuş.

Atmış kendini bir hendeğe. Yatmış, öyle, kıpırtısızca… Silah sesleri kesilince bir bakmış Almanlar geliyor. Etrafını kolaçan etmiş amma kaçacak yer yok. Hendekten çıkar çıkmaz Almanların eline düşecek. Defter kapanmamış henüz, alın yazısı işte… Bakmış az ilerde bir beygir ölüsü. Yarmış karnını bıçağıyla, girmiş içine saklanmış, Almanlarda geçip gitmişler. Orada birisi olduğunu kırk yıl düşenseler zaten akıllarına bile gelmezmiş. "İyi de Meriçli dayı nasıl girdin sen beygirin karnına be yav. O hayvancağızın yok muydu midesi, bağırsağı? Boş muydu yani karnı?" diye sormadan da durulur mu? Kesin sorardık her anlattığında. "O kadarına aklım almaz benim gari be kızanlarım. Girdim işte can havliyle. Ben biliyom mu sanki nasıl girdiğimi? Gülüşme, tepişme kıyamet...

Cavit Efe kalabalığın içinden ayrılıp Kopuk İsmail'in kahvesine doğru gitti. Kasabamızdaki bu yabancının derdini anlamaya ve yardımcı olmaya yemin etmiş gibiydi. Biraz sonra geri döndüğünde yanında Sayıt Dayı vardı. Kalabalık Sayıt Dayıya yol açtı. Alman gencin yanına erişti. Herkesin meraklı bakışları altında almanca konuşmaya başladılar.

Sayıt Dayı,
-Sohn wer bist du? Was willst du?
(Oğlum sen kimsin. Ne istiyorsun?)

-Mein name ist Smith.?ch komme aus Deutschland.
(Benim adim Shmith. (Şimit) Almaya'dan geldim.)

-Warum bist du gekommen? Warum ist die Menschen menge um dich versammelt.
(Niye geldin? Bu kalabalik neden senin etrafina toplandi?)

- Warum sie versammelt sind das weis ich nicht.?ch habe ihnen nur gesagt,dass ich Yaşar İbrahimof suche.Aber sie verstehen mich nicht.
(Neden toplandıklarını bilmiyorum. Onlara sadece Yaşar Ibrahimof'u arıyorum dedim. Ama beni anlamıyorlar.)

-Warum suchst du Yaşar İbrahimof ?
(Yaşar İbrahimof'u niye arıyorsun?)

-Er ist mein vater.
(Benim babam o.)

Sayit Dayi alman gence cevap vermeden düşündü. Ne diyeceğini bilemedi.
-In diser Landschaft gibt es kein Yaşar İbrahimof .
(Bu kasabada Yaşar İbrahimof diye biri yok.)

-Gut, kennst du ihn ?
(Peki sen onu tanıyor musun?)

-Der name kommt mir nicht unbekannt. Aber ich kann mich nicht an ihn erinnern.
(Adı pek yabancı gelmiyor. Ama kim olduğunu hatırlamakta zorluk çekiyorum.)

-Man hat gesagt,dass er aus Maze'donien kommt und hier wohnt.Aus İştip…
(Mekodonyadan gelip buraya yerleşmiş dediler. İştip'ten…)

-Wer hat es dir gesagt ?
(Bunu sana kim söyledi?)

-Ich habe es von der Yugoslavischen Bootschaft gelernt.
(Yugoslavya büyük elçiliğinden öğrendim)

-Ich bin auch aus ?stip.Aber indieser Landschaft wohnt keiner, der Yaşar İbrahimof heisst.
(Bende İştip'ten geldim. Ama Yaşar İbrahimof adında biri bu kasabada yok.)

-Gut,wo soll ich ihn den suchen?Wem soll ich fragen?
(Peki, onu nerde aramalıyım? Kime sormalıyım?)

-İn Akhisar sind viele aus İstip.Es ist möglich das ihn jemand dort kennt.Nach meiner meinung solltest du mit der Eisenbahn nach Akhisar fahren.
(Akhisar'da çok İştip'li var. Belki orada tanıyan birileri çıkar. Bence trene binip Akhisar'a gitmelisin?)

Biz ne konuştuklarını anlamıyorduk ama onların ağzının içine bakmaya da devam ediyorduk. Sayıt Dayı ve alman genç birbirlerin çok iyi anlıyorlardı. Konuşma bitince birbirlerine sarılıp vedalaştılar. Alman genç çok üzgün görünüyordu. Kalabalık, Sayıt Dayı'ya ne konuştuklarını sorup duruyordu. Sayıt Dayı, "Yok bir şey, Manisaya gitçekmiş. Arabalar nerden kalkıyor diye sordu. Bakın işinize gücünüze." deyip kalabalığın içinden ayrıldı. Bütün kasabalının Koca Kahve diye bildiği Kopuğun Kahvesine geri döndü. Kalabalık hevesini alamamış, merak duygusundan kurtulamamıştı. Alman genç İstanbul asfaltına çıkan şoseye doğru yürüdü gitti.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


Temirağa Demir

 Kahveci : Temirağa Demir


  Mağarada soysuz yaşamaz…

Temirağa Demir'in yeni kitabı çıktı. Her Kardan Adam Olmaz. Online satın alabilirsiniz. Üşüdü, gelemedi sana, bir motor tepesine şehrini ziyaret etsede ayakları varamadı …
Kendine kızıyordu yüreğini bu kadar işgal ettirdiğinden…
Yapacak çok şey vardı ya da hiçbir şeyi yoktu…
Ellerini ovuşturup avuç içine kendi ılık nefesini vererek ısınmaya çalışıyordu…
Kısa saçları elinde şarabı ile bir berduşu andırıyordu…
Derin bir derinlikten çıkmıştı… Kendi açtığı çukurdan çıkmaya çabalıyordu, kendi kendine teselli etmeye, çukura doldurduğu sevgileri kurtarmaya…
Zordu…
Her şey şer gibiydi…
Neler geldi neler geçmeye çalışıyor…
İzi kalanları gördükçe öyle çok lanet okuyacak ki en azından bir kaçı tutacak…
Soysuz sevdalara bırakmadı kendini, sadece sakalları uzadı, biraz dağıttı etrafını, çok içinden çıkamadı mı doğradı kollarını…
Arabesk oldu işte başka bir şey yok…
Acısını kendi değirmeninde öğütüyor…
Çingenelerin sesinin daha yanık olduğuna karar verdi…
Çekmişler…, bazen ispirto para bulduklarında şarap ve genelde çile çekmişler…
Ama hayat boyu bir şeyler çekmişler…
Çok iç çekti…
İçini çekti…
Dışından bir haberdi artık sakalları uzadı, yüzü asıldı, gözleri kısıldı, iç çekti derin ve diyafram nefesleri aldı…
Bir çizik çekti kendi karakalemi ile…
Hatta karaladı üzerini bir daha okunmasın diye…
Ama inatla her seferinde aynı sayfayı açar ve yazılanları okumaya çalışır…
Artık hayır gelmezdi…
Gelemezdi…
Onunla ilgili hiç bir şey gelmezdi…
Son yaptıkları asla ve asla affedilmeyecekti…
Ve hayatın her hangi bir anında mutlaka Allah soracaktı hesabını…
Yalanları suratının ortasına çarpacaktı…
İçi öyle bir yanacaktı ki neler yaptığını anlayacaktı…
Adapsızca yürek dağlayarak bir benliği kahrederek ayrılmanın ne olduğunu anlayacaktı…
Son aylardaki iğrenç gülümsemeleri ve umursamazlıklarını Yaratan mutlaka umursayacaktı…
Geçti bile her şey nasıl geçiyorsa işte…
Ancak bu kez üzerinden geçti…
Kalbini kırarak, üzerine basarak, aylarını yakarak…
Uzaktan bir berduş gibiydi…
Yavaş yavaş düzeliyordu…
Kahretti kendine, bu kadar değer verip te aşağılık bir köpeği adam sandı diye…
Artık hayır yok, şer olmasın yeter meğer tüm verdiklerine faiz uygulamış kat be almak içinmiş. Burnundan getirmek içinmiş, ama o öyle yapmadı, verdiklerinin hepsini öylece bıraktı hiç ses etmedi etmezde artık…
Yaratan sorar hesabını…
Hiçbir şey kimsenin yanına kalmaz…
Bu dünyada göremezse bile öbür dünyada katlanacağı azapları henüz bilmiyor ama kabre girdiğinde çok pişman olacak bunca zulüm ettiğine, yalan söylediğine, kırıp parçaladığına, hiçe saydığına…
Şu gördüğünüz kanlarında hesabı sorulacak…
Yolunan saçlarında…
Kaybolan aylarında…
Sevginin de sevgilinin de…
Tek kelime etmez artık aramaz sormaz…
Kuş konmaz, kervan zaten çağımızda kalmadı ki mümkünatı yok geçmez…
………
Bulutlar haber vermişti gelecektin…
Her yağmur yağdığında gözlerime sözün vardı hatta yeminin silecektin…
Şimdi yüreği dağlarda…

Temirağa Demir
temiraga@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,739,739,739,739,739,739,739,739,739,73
15 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Söz ve Müzik

Tür: Romantik / Komedi
Yönetmen: Marc Lawrence
Senaryo: Marc Lawrence
Görüntü Yönetmeni: Xavier Pérez Grobet
Müzik: Adam Schlesinger
Yapım: 2007, ABD
Oyuncular: Drew Barrymore, Hugh Grant, Jason Antoon, Scott Porter, Spenser Leigh, Kristen Johnston, Billy Griffith, Haley Bennett

Gülümseyerek film izlemeyeli uzun zaman mı oldu? Yoksa hep "içerikli" filmler izleyenlerden mi oldunuz sizde? Kendinize bir nebze olsun, hayalperestlik, başıboş bir cumartesi öğleden sonrası izni vermeyeli çok mu oldu? Sürekli, "ne olacağını, nasıl olacağını, sorunları nasıl çözeceğinizi, dünyanızı nasıl kurtaracağınızı" mı düşünüyorsunuz? Sizce de bir mola zamanı geldiyse bu yorucu, yıpratıcı hayatta, işte tam aradığınız keyifli seyir budur efendim, "Söz ve Müzik".

Hele hele, sizler de 80'lerin sonunu - çocukluk, ergenlik, gençlik hangi dönemizdeyseniz - keyifle karışık bir hüzünle ama mutlu anılarla dolu olarak hatırlıyorsanız küçük bir ziyarete hazır olun.

Alex(yani o eşsiz gülümsemesiyle Hugh Grant), 80'li yılların başarılı, şimdilerin sönük eski bir pop yıldızıdır. Ufak tefek işlerle hayatını kazanır. Ama bir gün eski günlerine dönmesini sağlayabilecek bir teklifle karşılaşır. Gençliğin gözdesi Cora Corman (ki bu cehaletimi mazur görün, zannımca bir şarkıcı olan Haley Bennett), kendisine bir düet teklif eder. Fakat küçük bir ayrıntı vardır: bu şarkıyı Alex'in yazıp besteleyecektir. Uzun süredir beste yapmayan ve söz yazmayan Alex bu konudaki sıkıntısını Sophie ile tanışınca çözer. İkilinin piyano başındaki saatleri bir aşkın ilk adımlarıdır.

Hugh Grant ve Drew Barrymore sevenler (benim gibi) her halde keyif alacaktır ama performansları oldukça iyi her ikisinin de. Müzikler, 80'leri sevenler için biçilmiş kaftan ("Way Back into Love" (Aşka dönüş) şarkısı benim favorim oldu.), konu hüzünlü, mutsuz bir akşamı bile aydınlatacak kadar eğlenceli ve sevimli anlatılmış.

Sözleri ile müziğinin birbirini tamamlaması gerektiğini düşünür müsünüz şarkıların, hele ki de belli bir romantizm içeriyorlarsa? Yoksa insan büyüdükçe müzikten ayrı, sözlere daha bir değer verir mi oluyor? Sadece hem sözleri, hem müziği güzel şarkılar dinlemek isteyenlere bile tavsiye edebilirim bu filmi. Alın VCD / DVD'yi, geçin ekranın karşısına "oynat" tuşuna basın. Hüznün yerine bir ilkbahar sabahının ılık rüzgârı gibi içinize dolacak olan müziği dinleyin, sözlerine de kulak verdiniz mi bu iş tamamdır… Film bitince, kendinizi dışarıdaki güzelim bahar havasında bir yürüyüşle ödüllendirebilirsiniz. Afiyetler olsun efendim…

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


HASAT ZAMANI

Yalın rüzgârlar esti ömrümden.
Nahoş bir eda!
Her şey ipini kopardı derinden.
Bilincin yaprağında uyandım sabaha,
Nehir boylarında arınan rüyamdan.

Şimdi sevinçlerin hasat zamanı.
Yolculuk yaklaşıyor…
Bekletmeyelim yaşamı.

Kederi öğütürken gözlerimde,
Derin ırmak coşkunluğu.
Kayboldu çocukluğumun,
O tutsak burukluğu.
Nefes aldım damarlarında umudun,
Beyaz bulut oldu sanki ruhum.

Acıyı hapsetmek hep, neden?
Bir kutbun içinde,
Soğuk soğuk
Düşünüyorum her gece…
Hangi hüzünleri damıttı?
Hangilerini unuttu yaşam.
Kök salmaya başlıyor,
Beynimde tozlanan zaman.

Sevinçlerin hasat zamanı…
Haydi, tut ellerimden
Kaçırmayalım dünyayı.

Gül Uğur

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

İster yıllar süren evliliğinizi noktalamış olun , isterseniz uğruna her şeyi göze alabileceğiniz sevginizi , isterseniz uğrunda herhangi bir organınızı bile düşünmeden verebilecek kadar sevdiğinizi , isterseniz iki-üç hafta süren deli sevdanızı.Tüm bunları yaşatmak adına.. http://www.kotuvepis.com Kendi alanında " ismiyle tezat , ilk ve tek" olan web sayfası. Sevginin farklı bir yansıması olarak tasarlandığını farkettiğim sıradışı bir web sayfası.

http://www.dogadayasam.com/ ...İnsanların çok azı farklıdır.Onlarda ki ruh farklılığını bu hayatı tatmamışlar anlıyamazlar. Evet,evet onlar çok farklıdır. Yinede uzman olmayan bir göz onları tanıyamaz. Belki elbiselerine sinen deniz ve orman kokusu, arasıra gözlerinde çakan kıvılcımlar onları ele verir. Ama yine de dünyanın dört bir yanını keşfeden atalarından gelen maceracı genleri anlayabilmeniz için sizin de onlardan biri olmanız gerekmektedir...

...Bir velvelenin orta yerinde, sürgün’lerin alevlere atıldığı zamanlardan kalma beş bin mısrayı maziye kaptırdık şiraze. http://www.siraze.net/ Mazide gezinen filozofların kule diplerinde oturan siluetleri fısıldıyor en anlamlı kelimelerini, bir de siyaha çalan cübbeleri oynaşıyor geceyle, gözlerinin gerisinden fışkıran “yapmayın, etmeyin, aldanmayın” feryatları geziniyor kıyı şeridinde. Mahareti hıza vurduk şiraze...

Birbirinden ilginç flash oyunlar, video, resim ve sıra dışı birşeyler arayanlara özel bir web sayfası http://www.purple-twinkie.com/ Gerçekten sıra dışı bir kaynak olduğunu kendim test ederek öğrendim. Bir de siz deneyin.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070413.asp
ISSN: 1303-8923
13 Nisan 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com