Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.198

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Nisan 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Gene yalaka diyorum!..

Merhabalar

Ciddi anlamda yazmaya başlamam Kahve Molası ile oldu tahmin edebileceğiniz gibi. Öyle 250-300 kelime ile sınırlı bir adam da değilimdir Allaha şükür. Yazı yazarken de olabildiğince, birikimim elverdiğince farklı kelimeler, sıfatlar kullanmaya çalışırım. Hele aynı yazı içinde aynı sıfat ya da fiili birden fazla kullandığımda kendime kızarım, yapmamaya çalışırım. Ama bazen çaresiz kaldığım da olur. Mesela bir sıfat var ki, tarif ettiği eylemi aynen içeren bir başka kelime yok, ya da ben bilmiyorum. O nedenle affınıza sığınarak, tekrar da olsa, bugün de kullanacağım.

Sıfatı hakeden sayın yazarımızı sabah okudum. İçinde bulunduğu grubun her yanından yağ damladığını bilen biliyor ama içlerinden birinin, hele o büyük gazetenin genel yayın yönetmeninin yazdıkları, artık yağı sadece kendisi için kullanmanın yetmediğini, tüm memleket sathına yaymak istediğini göstermesi açısından oldukça cesurcaydı. Kendisi Abdullah Bey'in aday olmasından bahtiyar olmuş. Büyük bir tesadüf eseri bir gece önce kendisiyle berabermiş. Selam sabahtan sonra yazısını şu paragrafı sokuşturmuş:

* * *

Şimdi yazacaklarımı lütfen, bir Türk vatandaşının samimi görüşleri olarak okuyunuz.

Türkiye’nin "laik", "Atatürkçü", modern insanlarına sesleniyorum.

14 Nisan’da Tandoğan Meydanı’nın kürsüsüne değil, ama kürsünün dışındakilere konuşuyorum.

AKP’nin bu merkeze doğru yerleşme çabasına yardım etmek gerekir.

Bu çabayı, artık kabak tadı veren "takıyye" suçlamaları altında köşeye sıkıştırmadan, teşvik edici bir psikoloji ile izlemek, emin olun hepimizin hayrınadır.

* * *


Anlamadıysanız ben biraz açayım. "Ey laikler" diyor sayın yazar. AKP değişmiş ve gelişmiştir. Merkez sağa yerleşmek için elinden geleni yapmaktadır ve bunda samimidir. Onların bu çabasına çomak sokmayı bırakıp destek olun. Destek olun ki, hayırlı günler bizim olsun.

Pes birader, pes. Yalakalığın boyutlarını buraya vardırdığınız için pes. Ne değişmiş? Kim değişmiş? 95'te Erbakan Hoca'yla cihad açan, 99'da ABD, AB, israil düşmanı Abdullah Bey, bugün hepsiyle kanka olduğu için mi değişti? 2002 'de Milli Görüşten silah arkadaşları ile kurduğu AKP'nin tabanı ne oldu da bir seçim zaferi ile, bir gecede, demokrat, Atatürk hayranı, Cumhuriyet aşığı oldu? İnsanlar elbette değişir gelişir ama toplumlar, zihniyetler bir gece de değişmez. 4,5 yıllık uygulamadan, silah arkadaşlarından Bay Arınç'ın Çankaya'ya illa dindar(!?) bir Cumhurbaşkanı ve onun türbanlı eşi çıkacak diye diretmesinden ne kadar değiştiklerini görüyoruz, salak değiliz.

Sayın Bay Özkök, anlaşılan o ki, bizi kaz yerine koyanlar kervanına siz de alenen katıldınız. 14 Nisan yetmediyse bir cevabı da bu Pazar Çağlayan'da alırsınız. Sizi ve grubunuzu sevgili iktidar ve mutlak rantınızla başbaşa bırakıyor, bu yalakalığı kendimce protesto ediyorum. Bundan böyle grubunuza ait tek bir gazeteye beş kuruşluk hayrım dokunmayacak. Elimden gelen budur.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Rana Marcella Özenç

 Kahveci : Rana Marcella Özenç


   BEYAZ MUMUN BÜYÜLÜ DANSI

Işığı kapatıp orta sehpanın üzerinde aşığını kaybetmiş gibi bir başına duran beyaz renkteki mumu yaktı. Mum beyaz porselen tabağın içindeydi ve etrafında, albenili bir parfüm kokusu veren kadın edasıyla saçılmış taze beyaz gül yaprakları yatıyordu. Akşam serinliği çökmüş, evin içine açık camlardan rüzgar kendisine sevişecek bir partner arar gibi giriyor ve denemelik dokunuşlarla eşyaları okşuyordu. Gül yaprakları ve yanmaya başlamış olan yalnız mumun alevi ise rüzgârın buselerinden hoşnut nazlı âşıklar gibi cilveleniyorlardı.

Rüzgâr güçlendikçe evin içi denizin kokusuyla dolmaya başladı. Açık bir akşamdı ve alacakaranlık son demlerini yaşıyordu. İlk yıldızlar belirmişti çoktan ve denize göz kırpıyorlardı. Deniz sessizce dans ediyordu rüzgârla. İzlemeye yeni başlamış olan yıldızların önünde sahneye yeni çıkmış gibi heyecanlıydı. Dalgalar kayalara bazen hızlıca vuruyordu bazen usulca okşuyordu kararsız âşık gibi.

Orta sehpanın üzerinde bir de kırmızı şarap dolu bir kadeh vardı. O da tek başına eşi olmadan duran mum gibi yalnızdı. Mumun alevi içindeki kırmızı rengi iyice açığa çıkarıyordu rüzgâr o yöne doğru ışığı okşayarak itince. Sonra öbür yöne kayan alev geçici olarak kadehten uzaklaşıyor ve onu karanlıkta bırakıyordu ve sonra yine üzerine eğiliyordu. Yine aşk gibi kararsız, zira aşk hep kararsız ve tutarsız olmak değil miydi?

Eline kadehi alarak bir yudum aldı. Kalbi nefesiyle yarışıyordu. Nefesi bedenine ihanet etmek ister gibi dışarı çıkmaya ve rüzgârla birleşmeye çalışıyordu. Kalbi ise gittikçe hızlanıyordu sakinleşeceği yerde. Arka fonda denizin çaldığı o sessiz müziğe eşlik etti kalbi, uzaktan gelen davul sesleri gibi dağlarda şamanlar tarafından çalınan.

Çıplak omuzları ürperdi rüzgârın dokunuşuyla rüzgâr omuzlarına dökülen siyah saçlarını geriye doğru iterken. Siyah saçları mumun alevinde iyice karanlıkta kalıyordu ama omuzları her zamankinden beyazdı zira kanı çekilmiş ve hızlanan kalbine doğru yolculuğa çıkmıştı. Alevin dansı hızlanmıştı ve artık söylenecek sözlerin vaktiydi. Çünkü sevgili geri gelmeliydi. Daha aşk bitmemişti. Evet, kararsızdı ve bocalıyordu kayaları bir döven sonra bir seven denizin dalgaları gibi. Ama bitmemişti. Bitemezdi. O hala vardı her şeye rağmen ve sevgili geri gelecekti dökülen bütün gözyaşlarının bedelini ödemeye. Denizin şarkısı hızlanmıştı damarlarından kalbine biletini kesmiş ve trenini kaçırmak üzere olan yolcu gibi aceleyle hareket eden kanıyla birlikte. Her şey tamamdı, geriye yalnızca söylenecek sözler kalmıştı. O sözler ki sevgilinin de kalbini harekete geçirecekti ve gece son bulmadan çölde susuz kalan asker gibi aşkına susamış olarak kapısına gelecekti.

Karanlık, gecenin içindeki yerini aldı. Yakamozlar denizin üzerine yerleştiler ve rüzgârın yerini aldılar. O artık yorulmuş ve dinlenmeye çekilmişti. Deniz sustu ve büyülü sözleri bekledi kayaları serbest bırakırken ipek bir çarşaf gibi yumuşak. Diadra'nın sesi titriyordu gözünden bir damla yaş yanağından aşağı doğru beyaz yüzünü okşayarak sızarken. Başlamıştı artık ve geri dönüşü yoktu. Ay ışığı ona şahitlik ediyordu bu gece camdan içeri sızmaya başlamış rüzgâr gidince yavaşlamış ama dans etmeye devam eden mumun alevine sorular soruyor ve ne olup bittiğinin raporunu alıyordu. Diadra'nın yüzüne şöyle bir baktı. Dudakları kırmızıydı yanaklarının aksine ve siyah dolu gözleri parlıyordu. Onu süzmeye devam etti. Gecenin serinliğinden ürpermişti Diadra ve cinsel açlık çekermişçesine göğüs uçları ürpermiş, siyah ipekten askılı elbisesinin altından bütün detaylarıyla belli oluyorlardı. Hangi akıllı sevgili onu böyle bırakır giderdi ki? Onu böyle bir günaha hangi erkek itebilirdi başkasının koynuna giderek? Ama geri gelecekti kalbi onu çağırınca, zira büyü ancak inanınca var olurdu. Diadra ise affetmeye hazır bütün kalbiyle inanıyordu, yeter ki kapı şimdi çalsın. Aciz âşık Diadra…

Henüz ortalık sessizdi. Kumsal boştu. Kumlar bir başlarına kalmışlardı gündüz üzerlerine atılan çöplerle. Martılar bile görünmüyordu artık ve nihayet çöpleri rahat bırakmışlardı ve kumlar huzurluydu rüzgâr artık kabuğuna çekildiği için. Etraftaki insanlar ise evlerine çekilmiş olmalıydı bu saatte. Belki aileler yemek yemekte ve birbirlerine geçirdikleri günleri anlatmaktaydılar. Diadra ise evde ay ışığı, denizin sessizlik şarkısı, cilveli gül yaprakları, artık yarılanmış kırmızı şarap kadehi ve dans eden alevle yalnız değildi. Artık farklı bir duygu vardı içeride. Karanlık bir duygu, karanlık bir gölge… Alev dans ederken günahı çağırmıştı bile. Gölgeler çoğaldı ve mumun ışığıyla beraber dans etmeye hatta sevişmeye başladılar. Birleşip ayrılıyorlardı. Artık geri dönmek için çok geçti. Günahın niyeti bile günahtı. Gerisi gelse de gelmese de Diadra karanlığa kendini teslim etmişti bir kere. Aşkı için, sevgili için… Sevgilinin dokunuşu ve kokusu için… Onu bir daha göremeyecek olma fikri en büyük günahtan acı geliyordu. Ölüm bile daha tatlıydı bu acıdan, ayrılık acısından. Sonsuz bir ateş bile ısıtamazdı üşüyen tenini sevgilinin ona dokunan elleri kadar. Çaresiz bir kadın, çaresiz bir âşıktı.

Gözlerini kapadı. Kalbinden hissetmesi gerekiyordu bu sözleri gözünün önüne onun yüzünü getirirken sevişen karanlık gölgeler onun dikkatini dağıtmamalıydı. Odada bir elektrik vardı artık, bir enerji. Büyü yapan aptal aşığın enerjisi… Aptal âşık bu sözlerle cehennemdeki yerinin biletini kestiriyordu kendine ve karanlık gölgeler artık onun ruhuna sahip olduklarını bilerek devam ediyorlardı odanın içindeki hareketlerine, zira artık yalnızca duvarlarda değil her yerdeydiler odanın içinde serbestçe. Eline siyah deri kaplı defterini aldı ve sayfalarını çevirdi. Büyülü sözler beyaz el yapımı kâğıtlardan artık can bulmaya hazırlardı ve Diadra boğazındaki düğümden kurtulmak için öksürdü. Çünkü biraz önce sesinin titrek olduğunun farkındaydı. Ancak kendine güvenen ve gölgeleri inleten ses sevgilinin kalbini uyandırabilir ve çağırabilirdi.

Yapması gereken tek şey mum sönene kadar ve gece bitene kadar onu düşünmek ve kalbinin derinliklerinden büyülü sözlerini söylemekti. Artık saatler kalmıştı. Ne de olsa mum bir süredir yanıyordu. Yakında kapı çalınacaktı pişmanlık dolu eller tarafından ve hüzünlü gözler tarafından. Bu gece son bulmadan sevgili yine yatacaktı siyah ipek çarşaflarda ona sevdiğini söyleyerek, ağlayarak ve çoktan dökülen onca gözyaşının bedelini bir ömür boyu ödeyerek.

'Yanan mumun alevi kalbindeki alev olsun
Seni bana çağıran
Sesimi duy gecenin içinden
İçeri gir kapımdan
Gözyaşların pişmanlık olsun damarlarında akan kanda
Seni bana çağıran
Sevgi olsun dudağında ve kalbinde
Seni bana çağıran
Özlem olsun içinde
Beyaz gül yaprakları benim tenim
O ki senin dokunmak istediğin
Taze gül kokusu benim kokum
O ki senin almak istediğin
Yanan ateş kalbinde yansın
Huzurun kalmasın
Kalbini bana çağırsın
Seni bana getirsin
Ruhunu bende hapsetsin
Aşkını kalbimde hapsetsin
Kalbine yazılsın adım ateşle, acıyla, pişmanlıkla
Yanan ateş kalbini yaksın
Seni bu büyülü kapıdan bana getirsin
Bu gece bitmeden
Bu mum sönmeden…'


Gece bitmeden mum söndü. Kadeh boştu. Gül yaprakları artık kokmuyordu taze taze. Deniz sessizdi, kayalar huzurluydu. Diadra koltukta uyuya kalmıştı çoktan ve gölgeler gitmişti. Alacakaranlık gene kumsalda gezinmeye başlamıştı gecenin karanlığını kovalayarak. Bir tıkırtı uyandırdı Diadra'yı. İrkildi.

Kapıda biri vardı

Rana Marcella Özenç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


Deniz Marmasan

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


   Zamanı Peşine Takarak Dansa Doğru

İri dalgalara karşı koşuyorduk, kumların bejliğinde bir kaç izdi hayat.. Belki güneşin kavurduğu kumsallardı tadını almak istediğimiz..

Renkler birbiriyle çılgınca dans ederken, denizin tokatladığı sahilde iki yabancı.. Mesafedeki tek gerçeklik... Mavinin tonlarına doğru bir açlık.. Gümüş akan gecenin koynunda...

Zamandı yakalanmak istenen... Sadece zaman.. doğruluğu ya da gerçekliği belirsiz zaman... Farklı coğrafyaların icadı zaman... Ona doğru koşuyorduk.. Zamana...

İlkbaharın sarıyla mavinin karışımdan oluşmuş tonlarındaydık geceleri.. Güneşin doğuşuyla sarıdan kırmızıya bir geçiş... Sarıdan sarıya bir uzantıydı hayat...

Bekliyorduk.. Bir trendi ömür.. Trenimizin gelişini bekliyorduk.. Ve törpülüyordu hayat zamanın çıkıntılarını... Birlikteydik törpülenmiş kan birikintileriyle..

Bir kaleydoskopun deliğinden izlediğimiz şölendi hayat.. Boncuk kırılması, renk yansıması insanın içini donduran gecede...

Bir kaç notaya sığınmıştı özlem... Sana el süremeyen bir soyutluğun peşindeydin çoğu zaman...

Arzuyla ideali birleştiren bir kalem darbesiydi hayat. Beyazın üzerindeki kara çiziklere dokunurken griyi görebilmenin kıyısındaydık çoğu zaman...

İlhamını kamçılayan bir kaç düşe tutunmaktı.. Uzağındakine ulaşma arzusunun sana sunduğu kumdan kaleler, buzdan heykeller, renklerden gökkuşağı yaratma dürtüsüydü..

Renklerdik... Soru işaretleri ve bitmeyen cümlelerin sadık noktalamaları...

Ve adım atma isteği.. Sana, geceye, ileriye, hayata, yaratma arzunu kamçılayan zamana...

Tekrar dans.. Bir kaç notaya sığdırılmış yaşamlar vardı... Bir kaç notanın birbirine tutunarak yarattığı hayatlar vardı...

Bitmeyen öyküler ve unutulmayan dizeler vardı...

Unutmak: İnananlar için Tanrı'nın, inançsızlar için doğanın en büyük armağanı demişti zeytin sevdalısı bir portre...

Unutulmaya değer ve unutulmamaya değerler vardı. Zamana karşı koyabilen ya da zamanla düet yapanlar...

Zor bir soluktu hayat, bir dansın figüründeydik yansımalarla ve zamana adım atmanın peşinde hayata sevdalı...

Sadece "es" zamana doğru...

Deniz Marmasan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


Biraz Suya Özlemli

Seninle hiç ilgisi yok aslında.
Biraz suya özlemli, yorgun ve hatta yaşlandığı için termalli mevsimlere muhtaç kırgınlıkları besliyorum bu günlerde.
Çok çocuktum akşam ev oturmalarına misafirlerimiz gelirdi. Koşuşturup dururduk evin her köşesinde. Dişlerini sıkan, kaşlarını şekilden şekle bürüyen bir annenin evlatlarıydık. Bu tavrına aldırmazdık annemin. Bizim olurdu birkaç saat sürse de saltanat. Koltukların arkası ve balkon tozluydu diye, çoraplarımız kirlenirdi. Dişlerini sıkardı annem. Aldırmazdık. Bizimdi saltanat. Birkaç saat sonra ebediyen alaşağı edilecek bu meşrutiyetlerle büyüdük, demokrasi yanlıları gençler olduk. Ve tek kişilik yönetime karşıtlığından, yani balkonun tozunu çoraplarıyla eve taşıyan çocuklar olduğumuzdan değilmiş annemin dişlerine verdiği zeval..

Bir ses birazdan şöyle diyecekti
Çocuklaaaaar hadi size mutfaktaki masayı hazırladım
Nereye gidilse, kim gelir olsa yahut nerede toplanılsa
Evin mutfak bekçiliği görevine nail olan çocuklardık biz
Salakça, hiçbir anlam ifade etmeyeceği halde
Anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun sorusuna maruz kalan çocuklardık
Sana bir kardeş getirsin mi leylek amca?
Ne bileyim ben, keyfine eserse kapsın gelsin bir iki tane. Ya da boş ver, bak benim annem titiz kadın, koltukların arkasına geçen çocukları pek sevmiyor.
Leylek amca bizim evin yolunu da bilmez zaten. Bırak elleşme, böyle iyi…

Çaylar içilir. Sıra meyve faslına gelirdi. Memur babanın evlatları olursan ve çocuksan eğer, senin payına mütemadiyen ortadan bıçakla kesilmiş bir muz düşer. Ev sahibi olabilirsin ya da konuk götürülmüş olursun fark etmez, bir muzu tüm olarak yiyebilmek için kemal bir yaşı bekleyeceksindir. Kaldı ki sırf bu yüzden büyüdüğüme inandığım anlar oldu. Ve hatta bu anları aşarak bizzat bu yüzden büyüyen arkadaşlarım doluydu. O denli takıntılı bir hal bu…

En olmadık anda
Kızım hadi teyzelere kolonya dök diyen bir annenin çocuğu oldunuz mu siz?
Ya da
Koş, amcalara terlik getir diyen bir babanın kızı?
Bu noktaya "haydaaaa" yaraşmaz mı en fiyakalısından.
Bayram değilse kolonya dökmeye heveslenmez ki küçük bir kız
Hele terlik mevzuu hiç bana göre değil. Zaten hep itiraz eder, devamında yığınla nasihate gark olurdum.
Sonra bir çocuğun konuk evinde asla uykusu gelmemeli. Cümle hep aynı; evde olsa gece yarısına kadar oturur. Bana inat yapıyor!
Bir konuk evinde standart alışkanlıklarına gem vurulan tek canlı çocuktur.
Çıkarken, girerken, otururken hep dayatılır
Teşekkür ettin mi
Güle güle dedin mi
Demedim!
Diyecekken bunu sordun "ahada" demiyorum!
Bu gerginliği geçirmeye hevesli ev sahibi de "hadi sen bizim kızımız ol, ne güzel gezdiririm ben kızımı, şeker alırım, bebek veririm" biçimli gerçekten fazlaca uzak ve zırva yatıştırmalara girişir'di…

O zamanlar benim ailem olmaya hevesli ne çok büyük var, demek ben kusursuzum diye düşünürdüm. Hepsinden beni kandırdıkları için soracak hesaplarım ve alınacak bebeklerim, şekerlerim, jelibonlarım var.
Çocuk olmak güzel değildi.
Dertti
Tasaydı
Sıkıntıydı
Saçmalıktı hülasa..
Çocukluk dediğin zaten
Konuk olmak ve konuk ağırlamak şeklindeki iki ana evrenin geçişinde ve sonrasında yaşadıklarındı. Azardı, öğüttü, cezaydı çokça…

Dişlerini sıkan annemin saçlarına aklar düşeli epey oldu. Ve şimdi oturup konuştuğumuzda "İyi ki öyle davranmışım bak adam oldun " biçiminde kendine tesellili bir kadın var.

Konuk evlerini sevmiyorum ben. Hala ne zaman ailemle gitmek mecburiyetinde olduğum konuk evleri olsa (ki çok önemli değilse gitmem) sanki aniden biri çıkıp kolonya tut teyzelere, terlik ver amcalara diyecekmiş gibi gelir. Her seferinde koltuk arkasına bir çocuk girecek kadar açıklık varsa o evde, gülerim. Neden güldün diye sorar ev sahibi. Yine sıkar annem dişlerini…
Artık konuk evlerinden kalkarken kimse "kızımız ol" demez de ben yüzsüzlüğü ele alıp kızınız olsam mı ki şeklinde zihnimden geçiririm. Gülerim, sorarlar nedenini, annem sıkar dişlerini…

Suya özlemli bir akşamdan geçiyorum şimdi. Ve biraz "nira"lı bir akşamdan... Başka hiçbir özlemle ilişkisi bulunmayan zamanlardan. Ne çocukluk, ne ilk gençlik, ne yitirdiklerim. Biraz suya özlemliyim hepsi o kadar. Ve o denli kritik bir dönemecindeyim ki hayatın Tüm acımasızlığımla kabul etmediğim "bizim kızımız ol" cümlesi yerine ya da bir muzu bütünce çocuk meyve tabağı içine yerleştirmeye zorunlu alternatif bir ömür gerekiyor evime, işime, fikrime…
Ama dedim ya tek derdim suya özlemli bir akşamdan geçmek. Yanı, önü, olmadı arkası sıra "nira" attırır ölçüde kalbe ziyan şarkılar dinletisinde.. Başka hiçbir özlemle ilişkisi bulunmayan bir akşam bu. Bir sır vereyim mi şimdi size; su özlemli "şair ruhlu bir yazardan" tek halt olmaz bu akşam. Bütün leyleklere (amca, teyze ne gam, cinsi ayrımlar yok bende) derin özlem ve sevgimle..;)

Not: Bugünlerde her gördüğün leylek sürüsünde yanında bulunanın cümlelerine dikkat!
"Aa bu yıl gördüğün ilk leylek mi?"
Evet! ne oldu ki?
"Havada gördün demek tüm yıl gezeceksin, hadi yine iyisin" biçiminde bir diyalog geçiyorsa yanındakilerle aranda. Benim çocukluğumdan pek farkın yok, hadi bir selam da sen et öyleyse leylek amcalara…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Gül Uğur


Kişinin gelmeyeceğini bildiği birisini beklemesi üzerine; bilincin yansıması…

Bir kenarından kırılmış yüreğimin, yavaşça yok olmaya hazırlanan hücreleri yanında, güneşin yeryüzüne serpiştirdiği altın zerrecikleriyle bezenmiş ulu çınarın dalları arasından ateş çiçeklerinin uçuşmaya başladığı temmuz akşamında; sabahı, hüzün düşüncelerimi damıtarak selamlıyordum. Yaşam, sürgüne girmişti beynimin kıvrımlarında. Bilincim, altın zerreciklerin ayak eslerini dinliyordu adeta! Bir ileri bir geri…
Yaşam, yalnız gitmemişti sürgüne. Her şeyi alıp götürmüştü. Ardında gökkuşağına dönüşen hayatla, kanatıcı bir yaz akşamı bırakmıştı. Ben ise; renklerin içinden geçtim, zincire vurulan evrene inat. Bilmem hangi renginde uyandım hüznün. Ve bir düş gördüm güneşe doğru. Bugün senin doğum günündü. Kim bilir hangi bilincin, hangi evresinde doğmuştun… Zamanla akan su gibi bulutları da gökyüzümden kaldırmıştı. Ve… Kim bilir hangi nehirleri taşırmıştı doğuşun? Bakışlarıma güneş açar ve papatyalar ekerken toprağıma.

Temmuz akşamlarının coşkusu içinde, yüreğimdeki bütün enfeksiyonun iyileşme aşamasındayken yine gözlerin nakşetti hayata. Bütün ışık modellerinin yaşama uyarlanması gibi bir şeydi bu. Ve sesler yükseldi boşluklarımda, bir zamanlar yalınayak yürüdüğüm umutlardan bana doğru. Yükselen sesler beni sınırsız bir evrene çağırıyorlardı. "Vakit kaybetmeden ve daha fazla oyalanmadan gel" diyerek. Gitmek istedim en masum halimle. Çünkü oradaydın ve orada varolabilirdik. Ama ilerleyemedim. Boşluktaydı ve her taraftan aynı sesler yükseliyordu. Yönümü bulamadım. Kaybolmak korkusu beynimi kuşatmıştı. Daha da yükseldi sesler. Sanki zaman daralıyor der gibi. Duyamadım, arayamadım. Sesler kesildi oracıkta kaldım. Bulamadım, soramadım sadece sustum. Ve çimen kokusu yayılmıştı ışıldayınca güneş… Senin kokundu. Sen de oradaydın ve sen de yaşamla birlikte sürgüne girmiştin. Ben ise; çöle yakın ama ne kadar uzağındaydım çölün. Hiçlik içinde bile daha çorakken güneşi de kavurmuştu doğuşun ve orada oluşun.

Yaşamın havasını hücrelerine çekebilen, eşsiz bir evren için yaratılmış olan insan! Sıcaktan kavrulma derecesi yüksektir. Ekim uzaktır sana, yalnızlık yakın. Ama her şey nasıl da durgun, savurduğun ışık içinde. Ne çok şey hüzünlerde bırakılmıştır, temmuz akşamlarının kızgın sarhoşluğunda. İnciler dökülmüştür gözlerinden. Düşürken soyulmuştur kuruyan kabukları. Gümüş tepsilerde sunulan mavi boncuklar gibi. Kim bilir kaç kez güneş, selamlamaya durmuştur seni, Dionysos Dithyrambosları eşliğinde ve yine temmuz akşamlarında. Tılsımının en ince notası, mi diyez olacaksa bana söyleyecek melodin kalmasın, ne çıkar! Çünkü düşlediğim küçük dünya, yüreğindeki evrenin üzerindedir. Öyle ki, ruhunun kıyısına yaklaşınca yaşamım başlamıştır. Çünkü bugün senin doğum günündür. Oruç Aruoba şöyle söylemişti: "En son söylenebilecek şey, en sonda hiçbir şeyin söylenemeyeceğidir." İşte bu… Doğum günün kutlu olsun.

SONUN BAŞLANGICI
Farkında olmuyor insan çektiği acıların.
Adını bile bilmiyor yaşadığı anıların.
Hayat, bitmediği halde acı veriyor ona.
Umudunda bile hep karanlık fırtına.
Daha hiç doğmamış gibi bakıyor umutlara.
Adını koyamadığı bilinmez yarınlara.
Sonun başlangıcı uçuyor bir anda.
Ölüm sıcak karşılıyor en sonunda.


Gül Uğur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
13 Kahveci oy vermiş.

 


 


Nesrin Özyaycı

 Yansımalar : Nesrin Özyaycı


   23 NİSAN ÇOCUKLARINA...

İçimizdeki çocuklar kıpır kıpır, zıp zıp
Unutmuşuz yaşımızı başımızı
Çocuğuz çoğumuz aslında...
AB uyum yasalarıyla uğraşırken birileri
Biz çoktan devirmişiz pislikleri, devirmek isteseler de bizi!

Çember çeviriyoruz, bilye yuvarlıyoruz
Sek sek oynuyoruz, ip atlıyoruz
Affan dedem bana para saydı
Çocukluğumu onunla bölüştüm
İkimizde çocuğuz şimdi
Kovalamaca oynuyoruz badem ağaçlarının altında
Dikenli bağ yollarında kan ter içinde kalsak da!

Biz çocuğuz daha yaşayamadıklarımızla
Büyüyemedik o kadar acı, zor yaşasak da!
İçimizde rengarenk pamuklu şekerler
Ellerimizde elmalı şekerler
Kiraz ağaçlarından çaldığımız eriklerle aşılanmışız
Dal budak sarmışız, kafa tutuyoruz bizi anlamasalar da!

Bu sabah erken uyandım yine
Camımı açtım Nisan yağmurları yağmakta engin bulutlardan
Anladım yarın çok güzel olacak!
Dalga dalga bayraklarla donanmış ülkemde
Daldım, gittim uzaklara yine
Dikenler içindeki papatyalı, gelincikli yollarımdan geçip
Kitapçıma uğradım ayak üstü
Sararmış bayrağımı asmak istemedim artık!
Çarşaf gibi astım yenisini balkonuma
Dalgalansın çocuklarımızla/çocukluğumuzla diye

Çocukluğuma düştü yollarım yine
Biz 23 Nisanlarda Kelebek olurduk, Arı olurduk
Ateş böceği olurduk!
Uçardık sonsuzluklara, bulutlarla sarılırdık
Öğretmenlerimizle, analarımızla, babalarımızla,
Arkadaşlarımızla el ele tutuşur
23 Nisan şiirleri okurduk, okuyacağız da!

Saf, yaşını unutmuş,
Yaşadıklarını özümsemiş çocukları seviyorum
23 Nisan biziz Atatürk'ten bize armağan
Ne mutlu güzel ülkeme,
Ne mutlu iyi düşünen dünyalı bütün savaşın/barışın/geleceğin çocuklarına...

Nesrin Özyaycı
http://www.nesrinozyayci.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


ÖZ

niceden geçti zaruret
niceden koptu ölüm

bir bakışa yaktık konaklarımızı
ince ince taşlarla sorulduk

nicelere kalktı ayaklar toprağa
nicelere kırdı kalemi kelam

seçildik inceden inceye
yakınken anlak
öz en uzak

duraklarımıza kapadık yollarımızı
kış olmadan üşüttük serçeyi
yaşlı çınarın gövdesinde adımız
kuş konmadan eğildi

gidişlerimiz dönüşlerimizden çok
kaldığımız her yer vuslat

kime yakınken olduk
en kendine uzak

lakin savrulmazdı değirmen
olmadan bir çuval buğday

bizdik olmadık güçlüklere
narin kılıçlar sallayan
en kahramanından

nicelerine sorduk aşkı
hiç tabir olunamadan

nicelerine sorduk ölümü
bilinmezken dönüş olmadan

aslında
yazıldığımız ocaklarda
yandığımız közler kadar kuraktık

bende kaç kez yandığımızı bilmeden
kaç kez ateşlere uzanmadım mı?


"ellerim geliyor sonra aklıma ve kara birkaç kibrit çöpü gibi düşüyorlar ayaklarınıza"

Gülcan Talay

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Valla uzun uzadıya yazmaya gerek görmeden tavsiye edebileceğim bir web sayfası http://www.modelyazilim.com/ Bu web sayfasında ticari işletmeler ve ticaretle uğraşanlar için aklı başında ve uygun fiyatlı özel yazılımlar mevcut. Hep eğlencelik değil ya, biraz da ticari anlamda işinize yarayacak kısa yollar vereyim dedim. Haydi hayırlı işler, bol kazançlar...

...Mikronezya'daki Pingelap adasında yaşayan insanların 20'de birinde total renk körlüğü var. Bu kişiler renkleri hiç algılamıyor, dünyayı siyah-beyaz bir televizyondan izlermiş gibi görüyorlar. http://renkkoru.sitemynet.com/renk/index.htm Konu üzerinde 30 yıldır araştırmalar yapan bilimadamları bu hastalığa neden olan gen bozukluğunu tespit ettiler. Ancak, söz konusu tespit, tedavinin de hemen bulunacağı anlamına gelmiyor... Konu hakkında bilgisiz kalmamak için tıklayın.

Kuşlara ve özellikle kuş fotoğrafçılığına ilgi duyuyorsanız http://www.richardbedford.co.uk/ web sayfasında uzun yıllardır bu işle uğraşan kuş fotoğrafçısı Richard Bedford'un bu işi nasıl yaptığını örnekleriyle görüp öğrenebilirsiniz. Mütevazi bir tarzdaki anlatımıyla, bu işe meraklı ve gönül verenleri bilgi alabileceği hoş bir kaynak.

İster bilgisayarınızda duvar kağıdı olarak kullanın, ya da isterseniz sunumlarınız için arka plan olarak kullanın. http://www.apparence.org/ Bu web sayfasında bulacağınız tüm resimler, her yerde bulabileceğiniz türden resimler değil ve genellikle 1280x1024 çözünürlükte.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070426.asp
ISSN: 1303-8923
26 Nisan 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com