|
|
|
27 Nisan 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sıra Çağlayan'da!.. | Merhabalar
Siz bu satırları okurken belki de dananın kuyruğu kopmuş olacak. Kuyruk kopunca yerine dikilecek mi yoksa dana kuyruksuz mu kalacak bunu da ilerleyen günlerde göreceğiz. Şu anda görünen o ki, tarihe "367 Vakası" olarak geçecek bu durum hayırlara vesile olacak. Başından beri söylenen "Seçimden Sonra Cumhurbaşkanlığı" tezi hakettiği ilgiyi görecek.
Tayyip Bey'in yerinde olmayı hiç istemediğim gecelerden biri bu gece. Yarın ister miyim? İsterim herhalde. Padişah gibi ülke yönetmeyi kim istemez? Ama bu gece sıkıntılıdır Tayyip Bey. Son 3 günü mütalaa ettiğinde, olanlar keşke rüya olsa diye geçiriyordur içinden mutlaka. Neden mi? Onun nedeni farklı olabilir ama bana göre önüne gelen fırsatı değerlendiremedi de ondan? Ha, bunun farkında mı? Onu da sanmam. Mesela, üçlü olarak son kararı verdikleri o son toplantıya dönebilse, başından beri çıkmayı hayal ettiği Çankaya'nın kendisi için gerçekten hayal olduğunu anladığında, tüm planlarını genel seçimler üzerine yapsa, Cumhurbaşkanlığını iktidarın tekelinden çıkarıp muhalefetin eline vermiş ve "Adayımız Hikmet Çetin'dir" demiş olsa, bundan kim kazançlı çıkardı dersiniz? Ben iddia ediyorum, o bir önceki seçimlerde oy kullanmayan 10 milyonun oyunu garanti, Baykal'a kızıp bir daha oy vermeyeceklerin büyük çoğunluğunu alır ve en az %40-50 oyla iktidara gelirdi. Kaçırdı, çok büyük bir fırsatı tepti. Devlet adamlığı, memleket menfaati için feragat asıl bu olurdu, dava arkadaşına bırakmaya feragat deyip komik olmazdı. Hakkını yemeyelim, iyi ki bu sağduyuyu göstermedi. İyi ki takiyyeyi buralara vardırmadı. O takdirde alacağı medya gazıyla neler yapabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Siz düşünedurun ben bayrağımı şapkamı hazırlamaya gidiyorum. 10 gün önce katılamadığım mitingte olmak için Pazar sabahı Çağlayan Meydanı'ndayım. Daha önemli bir işiniz yoksa "Cumhuriyet İçin" siz de gelin. Pazartesi görüşmek üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Önce İnsan : Cumhur Aydın Göreceğiz! |
|
Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer'in görev yaptığı süre boyunca 'bir daha görüşülmek üzere' Meclis'e geri gönderdiği (veto ettiği) ve değiştirilmeden kendisine sunulanlardan Anayasa Mahkemesi'ne götürerek iptal ettirdiği bazı yasa tasarılarını ve veto gerekçelerini incelemek, önümüzdeki dönemde bizi nasıl tehlikelerin beklediğine yönelik tesbitlerin bir kez daha açıklıkla yapılmasını sağlayacaktır.
Buyurun birlikte göz gezdirelim. Sayın Sezer'in son beş yılda veto ettiği bazı önemli tasarılar ve veto gerekçeleri:
Kırsal Kalkınma: Kanunda öngörülen yeni kamusal kurumsal yapılanma, ücretleri 'bakan' tarafından belirlenecek sözleşmeli personelle sağlanıyor. Bu kural partizan örgütlenmeye aracı olabilir, devlet siyasallaşabilir.
DGM Yasası: Laik devlet düzenine karşı çalışmalar yapmayı temel amaç edinen teşekküllerin varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Diğer yandan kamuoyunda 'Susurluk Davası' diye anılan davanın, devletin iç güvenliğini ve kamu düzenini doğrudan ilgilendirdiğini göz ardı etmek de olanaksızdır.
Hakimler ve Savcılar Yasası: 'Yeterlilik Sınavı'nın, siyasal tercihlere göre hareket edebilecek 'bakan' tarafından yapılması, 'bağımsızlığı' zedeleyebilir.
İl Özel İdare Yasası: 'Devletin birliği bozulabilir'. Anayasadaki 'tekil devlet modeli' (üniter yapı) gözetilmelidir. Devletin ildeki temsilcileri olan Valilerin yetkileri azaltılmamalıdır.
Gelirler Vergisi: Uygulanacak yaptırımlarda idari yerine adli yargıya yetki verilmesi ve ayrıca yasanın suç saymadığı eyleme ceza uygulaması anayasaya aykırıdır.
Yeni Üniversiteler: Üniversiteler nesnel ve yansız olmalıdırlar, bilimsel özerklik yönetsel özerkliği de içerir; Rektör belirlemesi siyasal iktidar tarafından değil YÖK tarafından yapılmalıdır.
Memurların Yargılanması: Yargılanmada savcılar devre dışı bırakılmıştır. Bürokratların dokunulmazlıkların daraltılması gerekmektedir; tersine başsavcının yetkisinin daraltılması suçlu memurun cezadan kurtulması sonucu doğurabilecektir.
Teknoloji Bölgeleri: Arazi kullanımı, yapı ve tesislerin projelendirilmesi, inşası ve kullanımıyla ilgili ruhsat ve izinlerin yönetici şirket tarafından verilmesi ve denetlenmesi anayasaya aykırıdır. (Anayasa Mahkemesi iptal etti).
Yabancılara Arazi Satışı: Yabancılara arazi satışına ilişkin yasada oranın tesbitine Bakanlar Kurulu'nun yetkili kılınması Anayasaya aykırıdır. (Anayasa Mahkemesi iptal etti.)
Cargill Yasası: (İznik Gölü kıyısında hukuka aykırı olarak kurulan ve ABD'nin açıkça himaye ettiği Cargill Fabrikasına yeniden işletme izni verilmesine yönelik hazırlanan yasa.) Kamu yararı ile bağdaşmıyor, yargı kararlarını etkisiz kılıyor. Ayrıcalık yaratıyor.
Sosyal Güvenlik: Sosyal devlet ilkesine aykırıdır.
Yabancı Doktorlar: Yabancı uyruklulara tam bir serbestlikle doktorluk yapma olanağı sağlamaktadır.
Petrol Yasası: Ulusal Güvenliğe aylırıdır. Üretilen petrol ve doğalgazın ne kadarının ihraç edilebileceği yasada yer almamaktadır, ülke ihtiyaçları gözetilmemiştir.
Vakıflar Yasası: Yasa koyucunun Lozan Antlaşması kurallarını gözetmesi hukuksal gerekliliktir.
Orman Satışı-2-B Yasası: Ormancılıktaki süreklilik ilkesi, ormanların kuşaktan kuşağa kutsal bir değer olarak devredilmesini gerektirmektedir. Ormanlar uzun yıllardan bu yana siyasal amaçlarla kullanılmıştır. Son değişiklik de sorumluların ödüllendirilmesi anlamını taşımaktadır. İmar affına yol açacaktır. (İki kez veto edildi).
Bu 'veto'ları; "Demokratik işleyiş içinde yasama ve yürütmece hazırlanan bazı yasa tasarılarının Cumhurbaşkanınca uygun görülmemesi" şeklinde 'normalleştirmek' mümkün müdür?
İl Özel İdare, Sosyal Güvenlik, Vakıflar, Yabancı Doktorlar, Petrol, Yabancılara Arazi Satışı gibi yasa tasarılarının içerikleri ve iptal gerekçelerini değerlendirdiğinizde, ne düşünüyorsunuz?
Bunların hemen tümünün doğrudan hükümet görüşü olmayıp; AB, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarca talep edilen düzenlemeler olduğunu bilmeyen var mı?
Bu yasa tasarılarının altında imzası olanların; yeni dönemde aynı ya da benzer tasarıları bu kez, 'ulusal ve sosyal devlet' kaygılarıyla yeniden değerlendirebileceğini ve bu kez karşı duracağını bekler misiniz?
Orman Satışı, Cargill, Teknoloji Bölgeleri gibi kimi yasa tasarılarının altında yatan 'kayırmacılığı'; 'yasalara karşı gelmiş olanları' koruma ve kollama sonucu yaratılmış olmasını basit bir gözden kaçma olarak niteleyebilir misiniz?
Bu yasa tasarılarının altında imzası olanların; yeni dönemde aynı ya da benzer tasarıları, "Öncekileri ben şaşkınlıkla imzaladım, şimdi ülkenin Cumhurbaşkanıyım, daha dikkatli inceleyeceğim" demelerini ve bu şekilde davranmalarını bekler misiniz?
Kırsal Kalkınma, DGM, Hakimler ve Savcılar, Yeni Üniversiteler gibi kimi yasa tasarıları maddeleri ve veto gerekçelerini yeniden incelediğinizde;
Bu yasa tasarılarının altında imzası olanların; yeni dönemde aynı ya da benzer tasarıları ve hatta bugüne kadar çekinip ortaya koyamadıkları kimi yenilerini bu kez önüne geldiğinde değerlendirirken "Bu partizanca olabilir, laik devlet yapısını zedeleyebilir" diye düşüneceğini bekler misiniz?
Saf, salak, cahil, çıkar düşkünü değilseniz ve ortak amaçlara sahip bulunmuyorsanız;
Ne düşünürsünüz? Ne düşünüyorsunuz?
Meclis'in kararıymış. 'İki günlük' ortak uzlaşı çabasıymış. Artık futbol takımı tutmayacağı için tüm ülkenin temsilcisi olunacakmış! Eşinin giyinmesi ve devlet aleyhine davaları onun bireysel seçimiymiş!
Keşke öyle olsaydı?
Keşke; 'aynı davanın', insanı olma. Başbakanlığı emanet edecek kadar 'güven'. "Hareketi birlikte başlattık" diye adaylığa önerilme. Keşke bütün bunların;
"Bu adamı kullanın, deliğe süpürmeyin" le ilgisi bulunmasaydı.
Keşke bu yasa tasarılarıyla, "ulusal, sosyal, üniter ve laik devlet yapısının aşındırılmasına" bilmeden hizmet verilmiş ve o makama tırmanılınca bu 'davadan' dönülebilecek olsaydı!
Sayın Sezer; sizi büyük bir minnet duygusuyla ve saygıyla uğurluyoruz!
'Ulusal, sosyal, hukuk devleti' olma ya da düşe kalka da olsa bu özelliklerimizi koruma yönündeki en önemli güvenlik sigortamızdınız!
Bakalım 'yangın'dan önce devreye girecek başka sigortalarımız var mı? Kalmış mı?
Göreceğiz!
Cumhur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ÇAKI, ÇAKMAK, BIÇAK, TARAK -4 |
|
Yaşar İbrahimof, kışla Almanlara teslim edildiğinden beri uyku uyuyamıyordu. Belirsizlik ve her gün yenisi üretilen korkunç söylentiler sadece onun değil herkesin dengesini bozuyordu. Söylentilerin bir yararı bile olmuştu. Esir askerlerin arasında akıl almaz bir yakınlaşma ve kardeşlik oluşmuştu. Her geçen gün kendilerine dağıtılan ekmek ve tahıl lapasına benzer karavana hem azalıyor hem kötüleşiyordu. Karavana kötüleştikçe ateşli hastalıklar ve ishal artmaya başlamıştı. Başlarına gelmedik bir şey değildi ama artık herkes iyice bite kesmişti. Açlık bazen yakın arkadaşları bile birbirine düşürüyor, dişe diş, göze göz kavgalar patlak veriyordu. Üstelik kavga edenler ayrı bir binaya hapsediliyor, onlara herkesten daha az yiyecek veriliyordu.Yine de kavgaların önüne geçilemiyordu.
Şehre gelen trenler sabaha kadar duman dumana demir rayları inletiyor, dumanlar saçan ve hiç uyumayan çelik devler durmadan dinlenmeden çelikten dişlerini gıcırdatıyordu. Yaşar İbrahimof trenlerden korkmaya başlamıştı. Trenlerin karanlığı ok gibi delen düdükleri onu yatağında zıplatıyordu. Tren düdüklerine gündüzleri bile dayanamıyordu. Çoğunlukla kulaklarını elleriyle kapatıp, binaların kuytularına saklanıyordu. Çünkü herkes trenlerin insanları bir yerlere taşıdığını ve bir daha hiç kimsenin onlardan haber alamadığını çok duyuyordu. .
Esir askerler arasında "Sen olsan bu kadar esiri boşu boşuna besler misin? Öldürürsün olup biter. Herkes önce kendi askerinin ve insanının karnını doyurur." cümleleriyle başlayan sohbetler gün boyu sürerdi. Bütün sohbetler umutsuz, ışıksız, dipsiz kuyular gibi kapkara bir yere varırdı. İnsanlar korkardı ama korkularını da gizlemeye de özen gösterirdi. Hatta birkaç asker belki de bu sohbetlerin etkisiyle intihar bile etmişti. Ölümlerin ardından her gün konuşulan "Halimiz ne olacak?" muhabbetleri bıçak gibi kesiliverdi. Ortalığa iyimser bir hava yayılmaya çalışıldı. Savaşın fazla uzun sürmeyeceği, biraz daha dayanabilirlerse önümüzdeki bahar herkesin evine döneceği konuşulmaya başlandı. Ama bu da uzun sürmedi. Çünkü herkes umut dolu konuşmalar için geleceği dair küçücük bir ışık görmek istiyordu. Her gün yaşam daha da zorlaşıyordu. Bir hafta bile sürmeden bütün hevesler söndü, umutlar soluklaşıverdi.
Bir sabah herkes uykusundayken büyük bir gürültü patırtı kopuverdi. Esir askerler tartaklanarak, sürüklenerek yataklarından kaldırılıp koğuşların arasındaki büyük meydana çabucak toplanıverdi. Yerler karla kaplıydı ve herkes soğuktan olduğu kadar korkudan titriyordu. Alman komutanlar sürekli bağırıyordu.
Çevirmenlikle görevli askerler emirleri Sırpça tekrar edip esir askerlere ikinci bir komutan gibi bağırıyorlardı. Sonra bütün esirler sıraya sokuldu. Kimsenin koğuşlarından bir şey almasına bile izin verilmedi.
Esirler Alman askerlerinin gözetiminde kışladan çıkarıldılar. Sokaklardan insanların şaşkın bakışları arasında geçip istasyona götürüldüler. Bölük bölük ayrılarak tıka basa trenlere bindiler. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. İnsanların gözlerinde kocaman kocaman açılmış, korkuyla birbirlerine bakıyordu. Hiç kimse konuşmaya bile cesaret edemiyordu. Sessizliğin ardından kapıları kapanmadan önce bir esirin sesi duyuldu. "Buraya kadarmış arkadaşlar. Tanrı yardımcınız olsun." Bu cümleler esir dolu vagonda herkesin beklide hiç duymak istemedikleri sözlerdi.
Kapılar kapandı ve tren bilinmeyen bir yöne doğru hareket etti. Tıka basa vagonların havasız ortamında bir gün bir gece yol aldılar. Geceyi ve gündüzü sadece vagonların tahta aralıklarından sızan aydınlıktan anlayabiliyorlardı. Yolculuk boyunca kimse tuvalete gidemedi, Kuru ekmeğe razıydılar ama kimseye bir yudum su bile verilmedi. Öğle üzeri yine karlarla kaplı bir istasyonda indirildiler. Trenden inenleri kendi içinde boyuna, posuna, gücüne, kuvvetine göre gruplara ayırdılar. Bir kısmı yeniden vagonlara bindirilip götürülürken, yarısına yakını o istasyonda bekletildiler.
Yaşar İbrahimof, istasyonda bekletilenlerin içinde bırakıldı. Akşama doğru bir manga Alman Askeri onları alıp iki saatlik bir yürüyüşün ardından kasabanın dışında, etrafı tel örgülerle çevrilmiş onlarca barakanın önüne getirdi. Orada kendilerinden önce gelmiş esirler de vardı. Burada herkesi onar, yirmişer barakalara bölüştürdüler. Dışarıda kar olmasına rağmen barakalarda battaniye bile yoktu. Barakaların içine kocaman sobalar konmuştu ama hiç biri yanmıyordu. İnsanlar kendi nefesleriyle ısınmaya çalışıyorlardı. En azından kapalı bir yerde olduklarından ve barakaların arasında bulunan çeşmelerden kana kana su içmelerine izin verildiği için kendilerini şanslı sayıyorlardı. Trendeki esir askerlerin üzerindeki korku yavaş yavaş dağılıyordu.
Onları öldürmeyeceklerdi, bunu hissedebiliyorlardı. Şimdi herkes "Öldürmeyeceklerse bizi ne yapacaklar? Neden buraya getirdiler?" sorusunun yanıtını arıyordu. Konuşmalar daha çok bundan sonrasını tahmin edebilmek üzerine yorumlardan oluşuyordu. Açtılar, tam iki gündür bir şey yememişlerdi. Ama neredeyse trendeki korku onlara açlıklarını bile unutturmuştu. Barakanın tabanına serilmiş samanların üzerinde koyunlar gibi birbirlerine sokularak derin bir uykuya daldılar. Korku herkesin psikolojisini bozmuştu. Yaşar İbrahimof gecenin bir yarısında uyandığında üst üste yatan esirlerin neredeyse hepsinin uykusunda bağıra çağıra konuştuklarını gördü. "Tanrım,"dedi, Herkes kafayı mı mı oynattı yoksa?"
Alman askerleri barakaların tahta duvarlarına vurarak bütün esirleri gün ışırken uyandırdılar. Bahçede sıraya dizip saydılar. Artık onlara çevirmenlik yapan askerler de yoktu. Esirlerin çoğu verilen emirlerin ne anlama geldiğini anlayamıyordu. Anlaşılmayan ve yerine getirilmeyen emirlerin yanıtı genellikle esirlerin omzuna veya karnına inen tüfek dipçikleri oluyordu. Bazen yerde yatanı kaldırmak isteyen öteki askerler de aynı şekilde cezalandırılıyordu. Trene bindirildikleri günden beri ilk defa o sabah esirlere sabah kahvaltısı için ikişer tane haşlanmış patates ve biraz da kara ekmek verildi. Sonra sıraya sokulup kamptan dışarı çıkarıldılar. Akşama kadar üzerinden demir yolu geçen bir köprünün inşaatında çalıştırıldılar. Esir askerler çok yorulmalarına rağmen aylarca kapalı tutuldukları kışladan çıkarıldıkları için anlaşılmaz bir mutluluk duydular. İyimserlikleri arttı. Eğer çalışırlarsa, bir işe yararlarsa onları kimse öldürmezdi. Tek bir sorun vardı. Hava çok soğuktu ve birçoğunun giysileri yavaş yavaş zayıflamaya başlayan bedenlerini soğuktan korunmaya yetmiyordu. Ayrıca aç insanlar daha çok üşüyorlardı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : İlker Özlük Lerna adında güzel bir kızdı… |
|
Vakti zamanın birinde veya ikisinde İstanbul'da gözleri güzel mi güzel bir kız tanıyordum.
Masmavi ve bir çekirdek gibi inceye çalıyordu.
Bakmaya kıyamazsın.
"Allah nazardan saklasın seni" diye mırıldanıyordum o bana nasılsın dediğinde.
Nasıl olacaksın.
Bostancı'nın altı direkli denize nasır eski İstanbul binasının çatı katında.
Profesör boşaltmış evi.
Ev sahibi dul.
İlk konuştuğumda neden dul olduğunu kestirmeye çalıştım.
Ya kocasını öldürdü dırdırdan,
Yada kocası kaçtı pılıyı pırtıyı almadan.
Depozitoyu peşin alalım dedi.
Neden diye sordum.
Hafiften deniz görüyor diye mi acaba diye düşünmeden edemedim.
Verdik.
Balkon 30 metre kare.
Çardak falan derken alt komşunun altında olan bir ermeni teyze sokuldu kapının aralığında.
Delikanli, hos gelmissin, sefalar getirmissin.
Hoş bulduk teyze deyince adını sorma gereği duymadım.
Ama ermeni olduğu her halinden anlaşılmasa bile konuşmasından şık denek anlamıştım.
Ne is yapiyorsin sen…
Dükkan teyze dükkan aldım Fenerbahçe'de.
Zeytin dükkanı.
Aman iyi evladim aman iyi yapiyorsin.
***
Velhasıl bu teyze ve bunun herkesten gizlediğim ve geliş saatlerini sır gibi aklımda tuttuğum torunu lerna ile tanışıklığım oldu.
Eyvallah gözüm.
Tabiî ki gidip geldikçe,
O bana güldükçe.
Gözlerini değdirdikçe benim bakışlarımın en can alıcı yerine ben usul usul utanıyordum galiba.
Yahu bu kadar güzel bakılmaz ki bir insanoğluna.
Zeytini çok iyi tanıyorlar.
Zeytinyağına bayılıyorlardı.
Samimiyet artmış benim evde günler düzenlemeye ve benim bulaşıkları yıkayıp bana Ermeni Türk Mutfağı karışımı yemekler hazırlıyorlardı.
Hey gözünün yağına ekmek bandıra bandıra kahvaltı yaptığım İstanbul hey.
Dedemi barındırmadın ama torununa öyle bir kıyak yaptın ki sormaya dur.
Seni unutabilir miyim diyorum hep.
Sonra Lerna çıktı yalın kılıç düzgün lehçe, kırmızı yanakları ve bir o kadar kırmızı parmak uçlarıyla.
Denizi göreceğine Lerna'nın gözlerine manzaralı olsaydı keşke balkon.
Hey gidi eski kiracı Profesör Necmi hey.
Yine bir Pazar sabahı kapının zili kibar bir parmağın dokunduğunu belli ederek çaldı.
Kiliseye gidiyorlarmış.
Erken kalmışlar ve en sevdiğimi bildikleri yumurtalı ekmeği boncuk gibi bir tabak içinde boncuk gözlü Lerna'nın elinde yollamışlar bana.
Hay Allah senden razı olsun kızım diye yaşlanasım geldi birden.
Biz gidiyoruz sen al bunları sana yaptı babaannem.
Aldım.
Çay demlemek kolay geliyordu o sıralar.
Kahvaltıda aklıma geldi.
Bu insanlar neden bana iyilik yapıyorlar diye.
Tabi bu soruyu onları kırmadan onlara sormanın bir yolunu arıyordum.
Buldum sayılmaz ama soruyu sordum.
Taze fasulye yaptıkları bir akşam yine benim evde yine yaşlı teyzenin dinlendiren sesinden cevabı aldım.
Yanlizlik oldukça zordur bilmiyorsun sen.
Benim evladim senin yasında tasindi İstanbuldan kendini.
Kırmızi haliler serecektim gelseydi geri.
Gelmedi.
Çok sevdiği buyaraya bir daha geri gelmedi.
Kaza geçirdi bir gün.
Birgün öldü diye haberi geldi.
Ölmesin diye dualar mı etmedim, gitmesin diye ağıtlar mı yakmadım arkasinden.
Ama ise yaramadi.
Beni yanliz bir başima birakti.
Oda yanliz öldü.
Yanında kimsecikler yoktu.
Hay ağzıma tüküreyim dedim içimden.
Deştik o bal gibi kelimeler damlayan teyzenin kimselere göstermediği yaralı yüreğini.
Kocası dayanamamış bu duruma.
Kızlarını evlendirdikten sonra ölmüş adamcağız.
Torunu Lerna yanındaydı o sıra.
Lerna Ermenice Kaf Dağı anlamına ge1liyormuş.
Ne güzel isim ne güzel insanlar, ne güzel duygular bunlar.
İnsan hiç bu güzelliğe kıyar mı?
Sonra bana oğlunu hatırlatacak kadar yalnız olduğumu söyledi.
Sonra bana onun gibi masum bir ifaden var dedi.
Bu insanları görünce bu insanların yok olmasına üzüldükçe bu insanların yanlış değerlendirmesine hep kızdım.
Bana iyiliğin ne zaman kapıyı çalacağının belli olmadığını, iyilik yapmanın bir saati olmadığını o kadar iyi gösterdiler ki o zamanın durmasını istiyordum.
Durmadı.
Su gibi aktı geçti.
Ben Orhangazi'ye döndüm.
Yüreğim orada kaldı.
Lerna ile uzun zaman görüştük.
İstanbul'a gittiğimde yanlarına uğradım.
Sonra kızlarının yanına taşınmış.
Şu an sağ değil.
Yalnız da değil.
Yüreğim o iyi kalpli kadının kolları arasında gömüldü.
Yeşilköy'de bir yerde.
Moisen Kürkçüoğlu adıyla yazılmış bir mezarda.
İyi insanların milleti yoktur.
İyi insanların sevgileri evrenseldir.
Bizim soykırım yapmadığımızı en iyi bilenlerdi.
Bizlerin masum olduğunu düşünenlerdendi.
Onlar gibi olduğumuzu iyi biliyorlardı.
Eski bir anı.
Ermeni meselesi üzerine.
Görüşmek dileğiyle.
İlker Özlük
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
MİNİK KIZINDAN DOĞUMGÜNÜ MEKTUBU
SEDA:
"Ben aslında öyle bir şarkı yazmak isterdim ki
İçinde sen, ben ve sevmek yalnızca
Ninniler söyleyebilseydim
Uyusaydın kollarımda
Öyle bir aşk ki dokunsaydı sonsuza
Bu şarkıyı herkes söylemek isterdi
Ama kimse ayrılığa, ölüme, yağmura dur diyemedi"*
BABASI:
"Bir gün kabalık edersem
Habersiz çekip gidersem
Yalnızlığım sana emanet
Çiçeklerimiz solmasın
Artık kaybetmek olmasın
Anılardan, baharlardan tüket"*
SEDA:
"Günlere bakarsın katı katı
Üzerine çekersin perde
Yoldan geçenler var da
Her akşam gelenler nerde?"**
BABASI:
"Sana kara yazı olur sanma
İnsanın da kaderi böyle
Öyle bir geçer zaman ki…"**
Evet öyle bir geçiyor zaman ki… Her geçen gün daha çok acıtarak, daha çok anı bırakarak. Bugün ikinci kez doğum günümü sensiz kutluyorum. Geçen seneki mektubumda da söylediğim gibi artık hiçbir anlamı yok bugünün benim için. Çünkü sen yoksun. Bizi yukarılarda bir yerlerde izliyorsun belki. Avunmaya çalışan bir avuç insanı. Yalnızlığın bana emanet, ona iyi bakmaya çalışıyorum. Çiçeklerimiz solmuyor ama yine de boyunları bükük. Bugünlerde çok düşünüyorum seni. Son günlerini. Hep kendimi suçluyorum, senin üzülmene hiçbir zaman engel olamadım, olamadık diye. Ama sen de ordaydın, beni izliyordun, hocamın biri "Babalar evlatlarından hiçbir zaman böyle bir şey beklemezler, senin yapacağın hiçbir şey yoktu." dediğinde. Bilmiyorum…Gerçekten bilmiyorum.
"Bugün burada cumartesi,
Ben senin saçlarını, suçlar bakışlarını,
Geveze susuşlarını bile özledim"***
* Feridun Düzağaç, Yalnızlığım Sana Emanet şarkısı
** Erkin Koray, Öyle bir geçer zaman ki şarkısı
*** Feridun Düzağaç, Cumartesi şarkısı
Seda Attepe
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahvenin Köpüğü : Melis Mine |
Tarla Kuşuydu Jülyet
Yazan: Ephraim Kishon
Çeviren: Hale Kuntay
Yöneten: M. Volkan Benli
Yönetmen Yrd.: M. Şekip Taşpınar, Zeynep Hürol
Reji Asistanı: Dilek Polat, H. İbrahim Kurum
Dekor Tasarımı: Sertel Çetiner, Gülay Korkut
Giysi Tasarımı: Gülay Korkut
Işık Tasarımı: H. İbrahim Karahan
Dans Düzeni: Lilya Petrova
Oyuncular: M. Volkan Benli, Zeynep Hürol, M. Şekip Taşpınar, Dilek Polat, Gürsu Gür
Eğer kavuşamazsan adı aşk olur…
Çok yerde duyarız bu cümleyi, dizilerde, filmlerde, tiyatro sahnesinde, görmüş geçirmişlerin dilinden, ya da ukalalık tasladıklarını düşündüklerimizden…
Peki ya gerçekten, aşk nasıl olur? Bahar mevsiminin ruhumuza bıraktığı bir hediye midir aşk? Yoksa hormonlar, vücut kimyası, ten uyumu diyerek bilim adamlarının formüllere sığdırmaya çalıştığı gibi kalıba sığar mı? Tadı nasıldır mesela, bilir misiniz? Ne renktir? Nasıl kokar?
Âşık mısınız? Hadi, anlatmaya çalışın ne halde olduğunuzu, ne dersiniz mesela? Onu görünce her yerimde duyuyorum kalbimin sesini; midem lastik bir topmuş gibi ve sanki gizli bir el onu aniden sıkıp bırakıyor gibi; bacaklarım tutmuyor, dizlerim çözülüyor sanki… Gördüğüm her şeyde biraz o var, her duyduğum melodi bana onu hatırlatıyor… Sizin tanımınız hangisine yakın duruyor?
Âşık mıydınız? Hatırlıyor musunuz o büyülü günleri? Niye bitti peki? Ne oldu da aşk kayboldu gitti? Belki, ihtiyarladınız (en acısıyla başlıyorum sıralamaya) - yaşlandınız demiyorum bakın - belki hayat gailesi büktü boynunuzu aşktan uzağa savruldunuz, ya da, ya da kavuştunuz! Tıpkı "Tarla Kuşuydu Jülyet"teki Romeo ve Jülyet'in aşkları gibi kayboldu aşkınız, bedenlerinizin yakınlığı arasında…
Aşkın efsanesi "Romeo ve Jülyet"e farklı bir açıdan bakıyor oyun. Kavuşup evlendiklerini ve evliliklerinin 20. yılında o büyük aşkın ne hale geldiğini anlatıyor. Tabi ki esprili bir dille… Aşkın ölümsüzlüğünün bedenlerin ölümüne bağlandığı "Romeo ve Jülyet"ten aşkın ölümünü bedenlerin komşuluğuna ve canlılığına zincirleyen "Tarla Kuşuydu Jülyet'"e geçerken oldukça güldürüyor izleyenleri oyun. Hele Shakspeare'in mezarından kalkıp gelmesi oyunu yepyeni bir sahneye taşıyor.
Oyuncular çok başarılı hele ki Zeynep Hürol'un performansı takdire şayan (Jülyet'i ve Lucky'i ve Jülyet'in dadısını oynuyor ben yanlış anlamadıysam…) Devlet tiyatroları sezonu kapatmadan son bir oyun derseniz, bu oyunu tavsiye ederim, gülmek, gülümsemek isteyenlere…
Her daim düşünceye pay çıkaranların da hesabına bir şeyler düşer elbet bu oyundan. Aşkın ne olduğunu ne olmadığını, nasıl solduğunu, nelerin bu büyüyü tükettiğini düşünmek isterseniz - bunları düşünmek istiyorsanız gerçekten, oyuna ihtiyacınız yok ya - yeni bir kapı aralayabilirsiniz Tarla Kuşuydu Jülyet'le.
Kavuşanların aşkını kaybetmemesi dileğiyle, keyifli seyirler.
Melis Mine
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Hürriyet Yitimi
bir devin cesedini yıkıyorlarken Nemrut' da
ayyuka çıkmış tüm ahali
bağırmakta
sancak telaşına düşmüş bayraktar
iki büklüm olmuş
asasını yontmakta
aslında
çoktan kaldırdılar leşini güneşin
tenimiz kutuplara gün saymakta
bilirdik
ölüm kaçınılmazsa da
davetli konuğumuz olmazdı elbet başımıza
şimdi
gençlik dediğimiz
o baharın koptuğu ovada
zencefil kokulu rüzgarlar esiyor
hürriyeti esaretimize caka satmakta
Gülcan Talay
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Valla uzun uzadıya yazmaya gerek görmeden tavsiye edebileceğim bir web sayfası http://www.modelyazilim.com/ Bu web sayfasında ticari işletmeler ve ticaretle uğraşanlar için aklı başında ve uygun fiyatlı özel yazılımlar mevcut. Hep eğlencelik değil ya, biraz da ticari anlamda işinize yarayacak kısa yollar vereyim dedim. Haydi hayırlı işler, bol kazançlar...
...Mikronezya'daki Pingelap adasında yaşayan insanların 20'de birinde total renk körlüğü var. Bu kişiler renkleri hiç algılamıyor, dünyayı siyah-beyaz bir televizyondan izlermiş gibi görüyorlar. http://renkkoru.sitemynet.com/renk/index.htm Konu üzerinde 30 yıldır araştırmalar yapan bilimadamları bu hastalığa neden olan gen bozukluğunu tespit ettiler. Ancak, söz konusu tespit, tedavinin de hemen bulunacağı anlamına gelmiyor... Konu hakkında bilgisiz kalmamak için tıklayın.
Kuşlara ve özellikle kuş fotoğrafçılığına ilgi duyuyorsanız http://www.richardbedford.co.uk/ web sayfasında uzun yıllardır bu işle uğraşan kuş fotoğrafçısı Richard Bedford'un bu işi nasıl yaptığını örnekleriyle görüp öğrenebilirsiniz. Mütevazi bir tarzdaki anlatımıyla, bu işe meraklı ve gönül verenleri bilgi alabileceği hoş bir kaynak.
İster bilgisayarınızda duvar kağıdı olarak kullanın, ya da isterseniz sunumlarınız için arka plan olarak kullanın. http://www.apparence.org/ Bu web sayfasında bulacağınız tüm resimler, her yerde bulabileceğiniz türden resimler değil ve genellikle 1280x1024 çözünürlükte.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|