|
|
|
30 Nisan 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : YüzBİNlerce DİRİLMİŞ KITA Çağlayan'daydı!.. | İyi haftalar
Yarım saattir ekrana bakıp şu yazıya nasıl başlayayım diye düşünüyorum. Cuma'dan itibaren duygusal hayatımın belki de en zengin üç gününü geçirdim. Öfke, hayal kırıklığı, beceriksizlik, şaşkınlık, serzeniş, aymazlık, taş kafalılık, sevinç, coşku, Çağlayan... hepsi bir aradaydı. İlk tur oylama sırasında olup bitenleri, düşüncesizlerin pervasızlığını, sayı saymasını beceremeyip protestoyu bile eline yüzüne bulaştıran muhalefeti, dava konusu olan bir seçim ayıbını bir bir düşünüyorum. Düşünüyorum da işin içinden çıkamıyorum. Biz, yani halk, dün Çağlayan'a akın eden gül yüzlü yüzbinler, gelemeyen milyonlar, dini vecibelerini yerine getirmekten başka bir arzusu olmayan gerçek mütedeyyinler, tüm bu olanları hakediyor muyuz? Dedim ya ben çıkamıyorum işin içinden. Cuma gündüzün muhasebesini yapmak için davanın sonuçlanmasını beklemekten başka çıkar yol yok ama gece yarısı olandan itibaren söyleyecek lafımız ibadullah.
Kuruyemişçiden taksi şöförüne, öğrenciden rektöre kadar herkesin bir yorumu, öngörüsü var olanlara. Kaçınılmaz olarak benim de var. Ama ben bu son üç günü üçe bölerek değerlendirmekten yanayım. İlk olarak Cuma gece yarısı internete düşen bildiri, ikincisi ertesi gün hükümetin cevabı ve üçüncü olarakta Cumhur'un Çağlayan tepkisi.
Bildiriyi, kimilerine göre muhtırayı ama bana göre askerin gövde gösterisini büyük bir şaşkınlıkla okudum çünkü beklemiyordum. Sonradan düşündüğümde aslında şaşırılmaması gereken bir durum olduğuna karar verdim. Düşüncesiz yöneticilerin aymazlığı, pervasızlığı bizi buralara kadar getirdi. Dolandırmadan yekten söyleyeyim, o bildirinin altına hiç çekinmeden imzamı atarım. Çünkü ben, istenirse, bu bildirinin bir darbe tehdidi gibi algılanmaksızın dikkate alınıp gereğinin yapılabileceğine inanıyorum. Bunun aksini düşünüp romantik demokratlık yapmanın alemi yok. Demokrasiye evet, sonuna kadar evet. Darbeye hayır. Amasız, yürekten bir kocaman HAYIR. Buraya kadar tamam. Ancak burası Türkiye. Yetmiş yıl önce kaybettiği Ata'sına bağlılığından 4 nesile rağmen vazgeçmemiş tek ulus. Orta Asya'dan beri silahla, savaşla yoğrulmuş asker bir millet. Laik Türkiye Cumhuriyetini korumak ve kollamakla görevlendirilmiş Dünyanın en büyük bir kaç ordusundan birine sahip bir ulus. Her erkeğin o ocaktan gururla geçtiği, düğün bayram uğurlanıp, kimi zaman bayrağa sarılı teslim aldığında acılı ama "Vatan sağolsun" diyebilecek kadar gururlu ana babaların memleketi burası. Türkiye'de orduyu, duyarlılığını, geleneğini yok saymaya imkan var mıdır sorarım?
Sıradan vatandaşın içine bile kurt düşüren rejim bunalımını yönetememe becerisini gösteren politikacıların, askerin uyarma hakkı olmadığını söyleme hakkı olabilir mi? Ya da yukarıda saydığım duyarlılıkları bilmeyen veya bilmemezlikten gelen bir siyasetçinin Türkiye'yi yönetme potansiyeli var mıdır?
Evet askerin bildirisi sunuş biçimiyle, içeriğiyle demokratik teammüllere aykırıdır. Ancak Türk malı demokrasi bunu kaldırır. Aslolan askere bu uyarıyı yapma şansını vermemektir. Bu iş kabadayılıkla, arkana payanda koyarak, yeter diyen halkı bindirilmiş kıtalara benzeterek olmaz. Demokrasi nalıncı keseri değildir, tek tarafa yontarak yürümez. Sen nereden geldiğini, ne olduğunu, ne dediğini unuttun diye, tüm milletin unutacağını sanmak kadar aptalca bir düşünce biçimi olamaz. Olursa da sonu bu olur.
Kızılay'ın kongresinde Tayyip Bey'in konuşmasını dinleyince cevabın üç aşağı beş yukarı ne olacağını anladım. Alışık olduğumuz gibi değil, aksine bu sefer, uzun uzun düşünüp, yabancı basının tepkisini de görüp, ardından belli ki senaryoları da bir bir gözden geçirip bir açıklama yaptılar. Bu açıklamaya gerek duyanlarla sebep olanlar aynı kişiler olmasaydı belki de Türk tarihinin en anlamlı, en demokratik açıklamasıydı. Ancak çok ince seçim hesapları üzerine kurulu bu açıklama memleketi içine girdiği kaostan uzaklaştıracağına aksine daha da gergin bir havaya soktu. Devlet adamı olmak yerine dayı olmayı seçen politikacıların vebali de halkın sırtına kaldı. Türkiye'yi kırk katır mı kırk satır mı ikilemi ile karşı karşıya bırakıp aradan sıyrılmaya çalıştılar. Oysa bizler ne kırk katıra ne de kırk satıra talibiz. Darbeye de, sizin gibi çağdışı, rejim düşmanı yöneticilere de HAYIR diyoruz.
Gidip gitmemek arasında kararsız kaldım. Bildiriyi okuduktan sonra gitmemeyi ve bu ilk bakışta antidemokratik gibi görünen uyarıya alet olmamayı düşündüm. Ancak ardından Tayyip ve Cemil Bey'lerin ilim irfan yüklü konuşmalarını dinleyince ve hâlâ en ufak bir ders almadıklarını aksine krizi tırmandırmaktan yana olduklarını görünce fikrimi değiştirdim. Hiç kimseyle sözleşmeden, tek başıma bindim bir otobüse Çağlayan'a gittim. Daha önceleri de birçok mitinge katılmış biri olarak söyleyebileceğim tek şey "MUHTEŞEMDİ" olacaktır. Sayılarla, bindirilmiş ya da bindirilmemiş kıtalarla da ilgilenmedim. Ama dirilmiş halkı görmek ömrüme ömür kattı. Bebekten, seksen yaşındaki dedeye kadar herkesin yüzünde bir pırıltı vardı. Yalnız değiliz, herşey bitmedi, artık diledikleri gibi at oynatamazların yüzlere yansımasıydı bu. Güle oynaya gidildi, çoşku dolu dönüldü. Geride umut kaldı sadece. Ne meydana girebildim, ne kürsüyü görebildim ama gerekte yoktu. Kilometrelerce yürüdüm, yürüdük ve belli oldu ki artık sonuna kadar yürüyeceğiz.
Yürüyelim arkadaşlar, topla tüfekle tehditle değil, sandıkla, oyla, oynaya oynaya cılkını çıkardıkları demokrasiyle son verelim şunların saltanatına.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Kahveci : Figen Erdeveciler ÜMİT VE SAFİYE |
|
Bundan tam 42 yıl önce başlar Ümit ve Safiye'nin öyküsü. Aynı devlet dairesinde çalışan iki genç memurdular. Yan yana masalarda, radyodan çalan şarkı sözlerini birbirlerine göndererek anlaşırlardı. Şakacı tabiatıyla Ümit, Safiye'yi sıkça güldürür, utandırır, O da Ümit'in bütün bunlara gülerken kısılan çakır gözlerini, kızaran yanaklarını hayran hayran seyrederdi.
Sevgileri bitmedi daha da büyüdü ve sonunda ,Ümit'in evlenme teklifi bir kırmızı güle iliştirilmiş halde, güzel bir pazartesi sabahı Safiye'nin masasının üzerindeydi ve evlendiler.
Bundan tam 42 yıl önce, Safiye, Ümit'in Safişi, beyaz gelinliğinin içinde, Ümit de siyah takımlarında yatağın üzerinde oturup, elele hayal kurdular. Allah'tan bir oğlan bir de kız dilediler, hayırlı evlatlar...
Bundan tam 42 yıl önce, bilemezlerdi, biricik Sametlerinin ondokuz yaşında trafiğe kurban gideceğini. Tatlı kızları Selin'in, sert bir Avukat Hanım olacağını...
Ümit, Safişinin ördüğü lacivert hırkasıyla sıcacık oturuyor salonda. Safiye, üstünde kadife eşofmanları , kucağında kızları ve damadından gelen hediye paketi, her zamanki gibi Ümitinin yanı başındaki koltukta.
Akşam yemeği üstüne kahve içilmez mi?
Hep içtiler, bu gece de içecekler...
ÜMİT
-Hayatım, kahve Yemen'den mi geliyor?
Alırken nereden bilecektim ki, elinin ağır olduğunu... Aman duymasın.Güzeldi ama, Allah var güzeldi, okulun en güzel kızıydı,B şubesinden Selim az koşturmadı peşinden... Dur şuna bir takılayım, kızsın...
-Seninki var ya, Selim, pazarda gördüm, Çarşamba günü...
Çok bozulacak. Ay ay nerden benimki oluyormuş o kıllı? demezse ben de Ümit değilim... Hay Allahım , televizyon kumandası nerede? Aha gördüm seni. Örtünün altında... Tabii hanımımız kıymetli bez parçalarından birini yaymış , sehpanın üstüne, her yere... Hala bunlara para veriyoruz. Çeyizimdendi der şimdi. Çeyizmiş. 42 yıl bitti, kadının çeyizi bitmedi. Kanaviçe, kloş, haroşa ile geçti geceler. Off be, bitsin artık çeyizler. Kızı da evlendirdik, artık durulur. Neymiş bakalım? Tamam... Gönül penceremizden nağmeler, güzel güzel... Yaşar Özel çıkar mı? Çıkmaz... Sesi de güzeldir, e ben de iyi söylerim. Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini... E çakır gözlerime vurulduydun. Bak bak... Sesi aç Ümit... Gözlüğüm yok... Nereye koydun Ümit?
-Safiş? Gözlüğümü nereye koydun?
Fal faslına girmesek bari bu gece... Anası da inanırdı fallara falcılara... Armut dibine... Yemekleri de anasına benzeseymiş... Şekerpare ustası O...Bayrama yapar mı? Yapsın. Muhterem damadına yaransın, kerata nasıl da gönlünü alıyor. Annecim annecim... El öpmeler... 42 yıl önce bugün kurduk hayalini Safişim... Bir kızımız bir oğlumuz olacaktı... Samet'imiz erken gitti. Kahveyi boşverelim... Bir kadeh atsak mı karşılıklı... Aman aman, şekerimiz var, .tansiyonun var. İçme...Göbek möbek... Tantanaya bak sen, otur kahveni iç Ümit, gelirse tabii...
-Duydum ki unutmuşsun,nananinanaaam, gözlerimin rengini..nananinanaam... duydumki unutmuşsun Safiyeeeeeeeee..gözlerimin rengini...
Vay be vay... 42 yıl geçti... Safişle bir ömür...Neymiş seni seviyorum dememişim o demeden hiç. Kız bozdu bunu, yeni moda aşklar. Yahu erkek adam der mi hiç öyle pat diye? Tavır önemli tavır, nereden bilecekler yalan olmadığını? Sen icraata bak... Çiçekçiden gülü gelir şimdi... Görürüm yüzünü,hala utanıyor... A bu üst kat komşuları fazla oldu artık! Bu saatte ne yapıyor bunlar? Ne gümlemesi bu? Bu saatte? ne bu ya? Gençler! Kavgaları dinmedi... Adam kadına iskemle fırlattı kesin... Biz yapmadık hiç, ben bağırıverirdim, Safiş susardı, haklı olsa da susardı... Kalmadı bu kadınlardan kalmadı... Duvarlar kağıt gibi zaten, hık desen duyuluyor... E görürsünüz siz, şimdi şahin gibi dikilir Safiş karşınıza, elinde cezve ile çıkmazsa şaşırmam. Vardır deliliği Safişimin, tatlı cadı O... Samantha- Safiye... E benzer de... Göbeğime laf etmesin hiç! Bir gün olsun demedik, beliniz yok oldu diye... Seni seviyorum dememişim, aman ya aman... Yeni moda işler bunlar, kız bozdu kız... Şiir de bekler şimdi, damat efendi yazıyor, biz de mi yazacağız?
-Safişcim, su da gelir bilirsin kahvenin yanında, adettendir.
Köpürmüştür şimdi. Sen bana mı öğreteceksin adabı diye girer içeri, duyduysa tabii... Kaloriferin de bozulacağı tuttu, kaldık elektrikli sobaya... Kapılar kapalı, yatak odası dam gibidir şimdi. Mutfak ne alemde acaba? Donmuştur, üşürgillerden Safiş... Kapı hızla kapansa üzerine, üşür O...
-Gülünce gözlerinin içi gülüyor... nananinanaaam, kendimi senden alamıyorum.
Demişti, gözlerin çok güzel bakıyor diye... Diyemedi işte, gözlerin güzel... Sarı inadı var... Gelinlik giymeyi beklemiş, bunu söylemek için... Belliydi işte kız,beğendiğin beni... Çocukların hediyesi ne acaba? Bekle dedi bekliyoruz. Her şeyi de tören Yarabbim! İlla beraber açılacak, bekleriz biz de.
-Safiye Sultan! E şarkıları kaçırıyorsun hayatım! Bak kanal değiştiriyorum, dönmem sonra... Dönülmez akşamın ufkundayım.
Bakalım ligde neler olmuş? İyi, kartalım almış... Güzel güzel... Ah be Safiye... Neredesin? Ben yapsaydım kahveyi diyeceğim, hakaret alacaksın. Bilmem ki, bardakların yerini bile bilmem mutfakta. 42 yıl bebek gibi baktın valla bana. Şubede imrenirdi Cemal gömleklerime, jilet gibi diye... Samet'imize de Selin'imize de baktın... Neymiş seni seviyorum dememişim... Allah Allah... Ne oldu bu kadına?... Bir kahve altıüstü... Kalk Ümit Efendi...
SAFİYE
-Sakın açma olur mu paketi... Ben bir kahve yapayım, beraber açalım... Hale bak Ümit,kızımız büyüdü ,evlendi yuva kurdu da bize evlilik yıldönümü hediyesi almış eşiyle... Bak ne yazmışlar üzerine: '' Sizin bağlılığınızı ve sevginizi örnek alıyoruz.Nice yıllara... Selin, Çağan'... Doldurma gözlerini bakayım.
Göğsüm sıkışıyor... Geçemedi bir türlü... Söylesem bin yeri ayağa kaldırır şimdi... Maazallah tansiyonu fırlar yine... Geçer Safiye...
-Ümit'im ,daha torun göreceğiz...
42 yıl önce bugün dedik, bir kızımız bir oğlumuz olsun... Canım Samet'im... Nur içinde yatsın... Sen de olaydın yanımızda fena mı olurdu? Senin de damatlığını görürdük... Açmamalı konuyu, içi kalkıyor...
-Bak kızımız ne mutlu, Çağan her sabah seni seviyorum diyerek uyandırıyormuş. Şair çocuk tabii... Sen, ben demeden hiç söylemedin... Hiç bakma yüzüme öyle! Merak etme ben yine söylerim sana. Sonra sen yine takılmaya devam edersin cilveli Safişim diye. Hadi ben kahvemizi yapayım, sakın hediyemizi açma emi.
Alıngan kocam benim, alındı, sesini bile çıkarmadı... Sevmez misin hiç beni? Tabii seversin, söyleyemezsin ama, bilirim sevdiğini, takılırsın hep yaramaz çocuk gibi... Ne adamsın sen? Her yıl yaşgünümde, evlilik yıldönümlerimizde gül gönderirsin. Bakalım kapı ne zaman çalacak? Kendi de veremez ki, canım... İlla da sürpriz yapacak bana, 42 yıl sürprizi bitmedi... Bu kol ağrısı da geçmedi bir türlü, göğsüme göğsüme vuruyor, bütün gün de ağrıdı, söyleseydim panik yapardı Ümit'im... Kaloriferin bozulacağı tuttu, mutfak dam gibi... Ah Ümit'im ah, arayacaksın gözlüğünü, bulamayacaksın... Nerede?nerede? Tüm gece! Bardakların yerini bilmez , gözlüğü setin üstünde, kabahat yine bende olacak... Nereye koydun gözlüğümü Safiş?
-Beyim! Gözlüğünü arama hiç emi!
Açmış televizyonun sesini duymaz ki! Şarkı mı söylüyor? Söyler O, söyler... Göğsüm... Ne günlerdi... Herkes imrenirdi bana, şansıma, boğazından bir simit lokması bile geçmedi ki bensiz... Ayy acıtıyor bu...Göğsüm! Tatlandırıcı?... Ne oluyor bana?... Şekerimiz yükseldi, e yersek tatlıları olacağı bu... Canı şekerpare çekiyor, yap Safiş yap! Göya damada ikram... Söylenmez ki öyle! Alınır... Kendi istiyor işte... Göğsüm sıkışıyor! Söylemeliydim sancımı, heyecan yapacak... Dur... Ben sana yine söylerim sevdiğimi, ne olacak?İki kelime. Duramıyorum!
-Ümit!
ÜMİT VE SAFİYE
-Safişim, ne yapıyorsun hala allahaşkına... bir kahve bu kadar mı uzun sürer? Aman Tanrım!
Düşmüş... Nefesi? Nefes almıyor mu? Allahım!
-Safiye! Aç gözlerini! Safiye! Safiye! Safiye! Aç gözlerini! Safişim dur sus konuşmaya çalışma...
Nereyi aramalı? Telefon, gözlüğüm nerede? 112, sokak adı? Ne oluyor ? Allahım !
-Safiye? Kendine gel Safiye!
Allahım alma O'nu benden! Nefes alıyor mu? Telefona gitsem, bırakamıyorum ki! bir şey mi diyor?
-Safiye? Bir şey mi diyorsun? Dur!sakin ol! Sus canım... Her şey düzelecek! Safişim konuşmaya çalışma! Birtanem dayan canım, söyleme bir şey! Hayatım, dur canım... Sus sen... Sus... söyleme sakın! Hayır Safiye... Hayır!
Safiyem... Safiyem... Safiyem...
-Safiyem, seni çok ama çok seviyorum.
...
Bir çok öykü gibi, bunun da bitmesi gerekiyor... Bir nokta koymak lazım sonuna...
Ama benim elim gitmiyor bir türlü o tuşa basmaya...
Siz de koymayın...
Ümit ve Safiye koymadı çünkü...
Figen Erdeveciler
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Bir akşam daha…
Bugün yine yalnızım; yalnız bir akşam, yalnız bir gece, yalnız bir sahur daha…
Düşünceler arasına dalıyorum; ben neyim, ben kimim?
Neler oluyor düşünce ırmaklarımda diye.
Tartıyorum kendimi; ölçüyorum, biçiyorum, benliğimin derinliklerine inip hoşnutluk veya hoşnutsuzluk duyargalarımı dinliyorum…Bana ulaşan hisler, yani duygular, yani düşünceler bugün de negatiflik yüklü.
Evet bir akşam daha, yani bu akşam da geceye doğru ilerliyor.
Akşam yerini, gecenin tam ortasına doğru ilerleyerek bırakmaya başladı bile.
Dinliyorum diğer odaların kapılarını bir ses gelir mi diye, sanki başka biri varmış gibi benle beraber.
Düşünüyorum yine ve soruyorum; "Sen bilmiyor musun kimsenin olmadığını?" Soruyorum işte karamsar kendiliğime…
Dinliyorum bir ses gelir mi diye diğer odalardan, hoş bir çiçek kokusuyla birlikte bir ses. Nafile yine yok...
Dolu dolu yaşamak istediğim hayatımda, bir şeyler yapıyorum doldursun günümü diye. Kimsesizliğimi hissetmiyorum dışarıda, bir toplantıda veya bir iş başında.
Ben çok şeyim, sadece ben, çok kimseyim bulunduğum her yerde.
Dönüp dolaşıp geliyorum dört duvarlar arasına her daim. Yine işte ben, gerçek ben. Akşamın, gecenin sessizliğinde varla yok arasında olan ben…
Belki benliğimde kopan yalnızlık fırtınası diner diye, dalıyorum kitapların satırları arasına. Belki düşünce kaynaklarımdan çıkacak bilgiler, yoğrulmuş bilgiler arasında bir ışık yakalarım diye başlıyorum yazmaya. Bu da bitiveriyor bir zaman sonra.
İşte ben yine buradayım, yine karanlıkta ışık aramakta…
Hayattan çok şey bekleyen ama az, bazen de hiçbir şey bulamayan ben..
Düşünüyorum, çok şey mi istiyorum?
Çok şey mi bekliyorum bu garip yaşamdan, senaryosu başkasına ait yaşamdan?
Korkuyorum ikilemler arasında boğuşmaktan.
Evet, ne olursa osun vardığım sonuç yine aynı.
Sabır, sabır, sabır…
Halil Demir
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
İŞTE BİR HÜZÜN GECESİ DAHA…
Kanım durgun, damarlarım uyuşmuş. Bir tek ruhum fışkırıyor gözlerimden. Uyandırıyorum O'nu, kanatlarımı da kırıp cömertçe geceye, teslim ediyorum ruhumu. Ve mavi ormana doğru yolculuk şimdi başlıyor.
Hayat, düşlerdeki gibi değildi. Çünkü hayatın, tanıtım broşürü yoktu. Giriş niteliğindeki özet bilgilerden oluşsa bile yeterliydi yaşamak için her şey. Ama yoktu. Bir sinema broşürü düşünün: Film saatleri, yönetmen, rejisör, müzik bilgileri ve film özetleri dışında başka bir bilgi edinemezsiniz. Salona girip filmi izlemek gerekir. Sonra yorumlar başlar. Eleştiri ya da övgüler sunulur ama her şey bir anlıktır. Film biter, herkes dağılır. Gerçek yaşantılar ön plana çıkar. Davranışlar, mantığa dönüşür. Yapılan eylemler, belirli bir hedefi amaçlar. Gidenler gelir, gelenler tekrar gider. Büyük bir incelikle işlenmesi gerekirken öylesine yalın bir döngüdür ki, bu şekilde sürüp gider her şey. Ta ki, duygular mavileşene kadar film gibi yaşanır gerçek.
Herkes bu filmi izler. Bir kısmı anında, bir kısmı ise filmden sonra yok olur. Hala nefes alabilme çabası içinde olanlar ise görünmez bir güç kolunda dipsiz boşluğa sürüklenir. Orada sahte gerçekler ve yeni yapılmaya başlamış kaldırımlar yoktur. Sadece verilen fırsatlar ve görevleri değerlendirmek için çabalayan güçler belirir ortamda. Umutlarla ve acılarla yüzleşebilen beyinler, ruhun ağırlığının farkına varabilen hücreler vardır. Bu gücün varlığından habersiz kişilikler, bir türlü anlam veremez oraya. Duygular, düşlere yöneliktir. Kaygılar, damarları besler. Nefesler, korur birbirlerini. Güçlüdür bağlar kopmaz, kopamaz. Çünkü gizemle düğümlenmiştir her şey. Bazen mavimsi, bazen de mavi gibi görünür ortam. Duvarlar yoktur, aslında hayat belirtisini ön plana çıkaran maddeler de yoktur. Zaten olamaz da. Çünkü hayat düşseldir. Siyahla yüzleşir düşler ama ton farkı olunca tekrar başa döner her şey. Dış dünyaya ulaşmayı hedefleyen, anahtar deliğini andıran bir de pencere vardır. Düşünceleri yüz yüze paylaşmak gerekir bu pencerede. Bildiklerini sunmak gerekir gerçeğe. Aforizma da olsa, sunmak gerekir bir şeyleri. Yalansız, yargısız, sorgulamadan, hiç korkmadan ve suyu bulanıklaştırmadan…
Çoğunluk direnir bu ikileme. Görev vardır, kaçınılamaz. Gökyüzünün tahtı oraya çok yakındır ama bir ateş yakıldığı zaman uzaklaşır ve kararır her yer. Kuytu köşelerinde de dünya vardır. Zamansız gelen kay gılara koşan, hiç durmadan, duraklamadan geceyle ilerleyen uçsuz bucaksız bir dünya. Düşünceler, konuşur bu dünyada. Her şey böyle daha güzeldir ama yine de ebedi mavilikleri bilinçle aydınlatarak kaçıp kurtulmak gerekir bu dünyadan. Bu iki kıyının tam ortasındaki ince çizgiden geçip yolu bulabiliyorsak, çapını ve alanını hesaplamadan, denklemlerin izafiyetinde uçmak gerekir bulutlara. Pencere açılır…
Süngeri anımsatan ve her gün binlerce anlamı sürükleyen beyin fırtınası kayar ayaklarımızdan. Kimse dayanamaz, siyah suları emen zamanın akışına. Rüzgâr her daim harekettedir ve bazen kükremeye, son güçler bile yetmez.
Bu güçle gelen duman ve buharı, halisünasyon görselliğiyle uykunun egzotizminde saklıdır. Kaygılar dünyasında ise hep yaşam vardır. Sonuçta ben, benceliğim, benliğim bana yakın, benden uzaktır. Vurulur dünyaya, parçalanır her şey. Görüntü kapanır, düşler aydınlanır. Öyküyle başlayıp film şeridine dönüşen hayata, yol verilir. Düşsel de olsa yol verilir, yaşanılası hayata.
Hayat hep yalan söyledi. Karanlığın derinliklerindeki umut ışığı bile yalandı. O'na açılan her yolun sonunda ölü'm vardı. Ve bu ölümün arkasında gizlenen hiç kapanmayan gözler, dar geçitlerde yaşanmaya çalışılan mutluluklar vardı. Şimdi oturmuşuz hayata, derin derin düşünür ve anlarız ki; gizemle dolu kapılar, yaşayarak aralanır.
Gül Uğur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Dokunduğunda bana ellerin…
Bana ilk dokunduğunda ellerin,
Ben, ürkek bir ceylan gibi titredim.
Dudakların dudaklarımda,
Tenin tenimde,
Kalbini ben kalbimin içinde hissettim.
Varlığın varlığımla,
Ruhun ise ruhumla bir olmuş sanki bana ilk dokunduğunda ellerin.
Dudaklarımdaki şarabın acısı ile çarşaflarımdaki kokun el ele tutuşunca
Ruhunun bende bıraktığı kalıntıyı canlandırıyor anılarla
Ve işte o zaman ben seni görüyorum.
Uzaktasın ama
Bedenimde bıraktığın izlerle senin kalbin
Hala atıyor içinde benim kalbimin.
Bana ilk dokunduğunda ellerin,
Ben, ürkek bir ceylan gibi titredim.
Çünkü senden öncesi adeta silinmiş,
Geçmiş ise beni terk etmiş
Ve ben,
İlk defa doğdum bana dokunduğunda ellerin.
Zira öyle yüksekte ki benim aşkım
Bütün kubbeler üst üste dizilse
Ve yedi gökyüzü bir araya gelse
Sen yine de daha yücesin
Bana dokunduğunda ellerin.
Kalbin kalbimin içinde
Ruhun ruhumun ve bedenin bedenimin içinde
Sen benim, ben ise seninim.
Ölümün soğuk dudakları beni gelip öptüğünde
Ve ruhum dünyayı terk edip gittiğinde
Ben seni bulacağım gökyüzünde.
Zira ancak var olabilir cennet de cehennem de,
Kalbin atarken kalbimin içinde.
Her an ise bir ilktir benim için
Bana her dokunduğunda ellerin…
Ve ben
Yine ürkek ceylan gibi titrerim.
Rana M. Özenç
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
Çizen: Semih Bulgur Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Valla uzun uzadıya yazmaya gerek görmeden tavsiye edebileceğim bir web sayfası http://www.modelyazilim.com/ Bu web sayfasında ticari işletmeler ve ticaretle uğraşanlar için aklı başında ve uygun fiyatlı özel yazılımlar mevcut. Hep eğlencelik değil ya, biraz da ticari anlamda işinize yarayacak kısa yollar vereyim dedim. Haydi hayırlı işler, bol kazançlar...
...Mikronezya'daki Pingelap adasında yaşayan insanların 20'de birinde total renk körlüğü var. Bu kişiler renkleri hiç algılamıyor, dünyayı siyah-beyaz bir televizyondan izlermiş gibi görüyorlar. http://renkkoru.sitemynet.com/renk/index.htm Konu üzerinde 30 yıldır araştırmalar yapan bilimadamları bu hastalığa neden olan gen bozukluğunu tespit ettiler. Ancak, söz konusu tespit, tedavinin de hemen bulunacağı anlamına gelmiyor... Konu hakkında bilgisiz kalmamak için tıklayın.
Kuşlara ve özellikle kuş fotoğrafçılığına ilgi duyuyorsanız http://www.richardbedford.co.uk/ web sayfasında uzun yıllardır bu işle uğraşan kuş fotoğrafçısı Richard Bedford'un bu işi nasıl yaptığını örnekleriyle görüp öğrenebilirsiniz. Mütevazi bir tarzdaki anlatımıyla, bu işe meraklı ve gönül verenleri bilgi alabileceği hoş bir kaynak.
İster bilgisayarınızda duvar kağıdı olarak kullanın, ya da isterseniz sunumlarınız için arka plan olarak kullanın. http://www.apparence.org/ Bu web sayfasında bulacağınız tüm resimler, her yerde bulabileceğiniz türden resimler değil ve genellikle 1280x1024 çözünürlükte.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|
|