Ekonomik Ticaret



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.212

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 16 Mayıs 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : HANGİ TARAFTASIN ARKADAŞ?!..

Merhabalar

Yazacak birşeyler düşünürken bir eposta aldım. İki gün evvel abone olan ama benim yazımı okuyunca bırakıp gitmeye karar veren, giderken de bana duygularını açıklamak isteyen bir geçici okuyucumdan geliyordu. Sık sık olmasa da bu tür mesajlar alıyorum. Edebi bir sitenin en tepesinde siyasi yazılar yazan biri ilgi çekiyor olmalı. Edebiyatla siyasetin ilşkisini sorgulayan mesajlara diyecek lafım yok. Bana göre bal gibi ilişkilidir ama fikir de fikirdir. Verdiğim tek cevap, "Birşeyler söylemek istiyorum, doğal olarak elimin altındaki bir yayın aracını kullanıyorum, hepsi bu." oluyor. Siyaset istemiyorsanız, beni bırakıp aşağıdaki güzel yazılara ilginizi yoğunlaştırabilirsiniz. Şükür Kahve Molası yazarları arasında bir reyting savaşı yok, hangisini okursanız başımızın üzerinde yeriniz var.

Ama tıpkı bu geceki mesajda olduğu gibi, bazen beni tarafsız olmamakla suçlayan eleştiriler alıyorum ki işte o zaman zıvanadan çıkıyorum. Afedersiniz, ben kimim, neyim ki tarafsız olmak zorundayım? Vasat bir vatandaş olarak ta, bir internet yayıncısı olarak ta tarafım. Burada tarafın tarifini yapmaya gerek yok, anlayanın anladığı taraf demek yeterli olur sanırım. Kişisel olarak bu bayrak altında yaşayan herkesin de bitaraf değil bir taraf olmasını olmasını yeğlerim. Önemli olan taraf olmakla holigan olmayı birbirinden ayırabilmek. Taraf olmak, asgari müştereklerde uyuşmak, tepede tek bir şeye taraf olmak ama tabanda çözüm yollarını başka yerlerde aramak hep taraf olmanın, dolayısıyla demokrasinin nimetleri değil mi? İşte ben de o nimetleri sonuna kadar kullanmaya çalışan, doğal olarak elinin altındaki en yakın aracı kullanan sıradan biriyim. N'olur beni tarafsız olmam gerektiğiyle ilgili uyarırken bu dediklerimi bir düşünün olur mu?

Gelen epostada meydanlardaki çığırtkanlardan da söz ediyordu arkadaşım. 12 Eylül'den bu yana apolitik yaşamayı, koyun gibi güdülmeyi kabullenmiş bu güzel memleketin insanları, milyonlarcası bir araya gelip, yıllar sonra, siyasi bir istekle meydanları dolduruyor ama birileri bunlara çığırtkan, yaygaracı, partili, kıta,vs. diyor. Asıl acı olan bu biliyor musunuz. Anlaması gerekenler, kimin neyi niçin dediğini hâlâ anlamıyor. Mesela bu arkadaşım, "Çok şükür AKP'ye oy vermedim ama siz beni zorla AKP'li edeceksiniz" diyor. Burada biraz duralım. Meydanlara çıkan insanların AKP'ye oy veren milyonlarla bir derdi yok ki. Olmasına imkan var mı? Derdi yaratan, o 10 milyon oyun arkasına saklanıp, uygulamalarıyla hem oy vereni hem de vermeyeni mahçup ve mağdur eden iktidardır. Seçim dönemlerinde eleştirilere hedef olan partilerdir yoksa o partilere oy veren, destekleyen vatandaşlar değil.

Bu seçim farklı olacak. Yıllardır ilk defa ekonomik kaygılar geri planda kalacak. Bu seçimi yaşamsal kaygılar şekillendirecek. Bunu göz ardı etmeye olanak yok. Sonuç ne olursa olsun, herkesin takkeyi önüne koyup düşünmesini sağlayacak. İşte o yüzdendir ki, sesi çıkanlar konuşmayı, yazanlar yazmayı sürdürecek. Esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 



 Kahveci : Yeliz Hısım


"HAYIR"

Apartmana girdiğimde ne olduğunu anlayamadığım bir koku doldu burnumdan içeri. Bir kat merdiven çıktım, anahtarımı cebimden çıkardım ve kapıyı açmak için anahtarı kilide soktum. Kokuyu o sırada tanıdım. Alkol kokusu dolmuştu apartmana. Allah şu ayyaşların belasını versin. Apartmanın alt kapısını açık unutanların da. Allah hepsinin… Neyse içeri girdim. Evime… Bir fincan kahveye ve sanat icra etmeye. Gecenin iki buçuğu herkes sessizken beynim konuşsun ellerim çalışsın, bu gece bir resim çıkarabilmeliyim. Telefonum bağıra bağıra çalıyor ve bu bir tek anlama gelebilir, arayan o. Yani O.

- Efendim aşkım?
- Girdin mi eve?
- Evet…
- Dur söyleme kahveni koyuyorsun değil mi?
- Evet…
- Ama biraz da canın sıkkın değil mi?
- Evet.
- Neden?
- Hani hemen bizim evin arkasında bir meyhane vardı, sana anlatmıştım. İşte sarhoş adamlar oradan çıkarken nedense hep bizim apartmana girip sızıyor zeminde. Apartmanı da kokutuyorlar. Apartmanda oturanlar da hep açık bırakıyorlar dış kapıyı, çok sinirleniyorum.
- Sinirlenme bebeğim, bir yazı asarız, konuşuruz, bir şeyler yaparız!
- Çok tatlısın…
- Resim mi yapacaksın?
- Evet… Çok gerginim sergiye yetişmeyecek gibi geliyor.
- Yetişecek Melis emin ol! Bana güveniyor musun?
- Evet…
- Beni seviyor musun Melis?
- Seni seviyorum Burak.

Hayatımda bu kadar fazla "evet" kelimesinin geçmesi korkutucu bir şey. Ya benim evetlerim böyle güzel olmasaydı, ya o zaman ben ne yapardım? Neyse böyle şeyler düşünmeyi bırakmanın ve düşüncelerin yaratacağı ürüne başlamanın tam sırası. Resim kafamda hazır ama önemli olan onu tuvale dökebilmek. Bir kız, düz, bakır rengi saçlarıyla tuvalette klozetin üstüne oturmuş yazı yazıyor. Tuvaletin ışığı yanmıyor, tuvalet karanlık ama banyo kapısının altından çok kuvvetli bir ışık sızıyor. Resim bu, ama anlattığı şey çok farklı. Herkes çok farklı yorumlayacak. Bunun önüne geçmeye uğraşmayacağım bu defa. Herkes anlatmak istediğimi anlasın diye abartılı bir çabaya girmeyeceğim. Herkes anlamak istediğini anlamalı yoksa hayal kırıklığına uğrar. Bu da benim işime gelmez.

Bugün çok heyecanlıyım. Ona evlenme teklifinde bulunacağım. Hem de bunu öyle döküntü bir yerde yapacağım ki niyetimi bile anlamayacak. İyi insan lafının üstüne ararmış…

- Alo, evet söyle aşkım?
- Bu gece çıkacak mıyız dışarı?
- Evet…
- Nereye gideceğiz?
- Hatırlıyor musun seni bir keresinde bir yere götürmüştüm… Sen orada çalışan bir kıza resim hediye etmiştin?
- Şu meyhane mi?
- Evet…
- Sen her hafta oraya gidiyorsun değil mi?
- Evet.
- Eeeee?
- İşte oraya götüreceğim seni.
- Orası döküntü görünüyordu…
- Değişiklik olsun, olur mu?
- Peki, sen bilirsin… Seviyor musun beni Burak?
- Evet.

Her gün insanların öldüğü bir dünyada bu kadar mutlu olmak neredeyse suçluluk duygusu uyandırıyor insanda. Daha da kötüsü onca mutsuz insan varken… Okuduğum bir kitapta şöyle diyordu: "İnsan mutsuzluğundan ölebilir".
Mutluluktan ölünür mü? Bağımlılık yapan bir uyuşturucu madde gibi, onsuz kalındığında yoksunluk belirtileri verir mi mutluluk? Çok fazlası, çok mu fazla? Bu soruların cevabı bende henüz yok ama resmime başladım ve kafamda kurguladığım gibi gitmese de beni uyutuyor, avutuyor, ayakta tutuyor. Ben de bununla idare etmesini biliyorum. Sabah gidip galeriyle görüştüm sonra dışarıda banka işlerimi hallettim. Burak bana bir sürpriz yapmış, jakuzi-sauna-masör üçlüsünün buluştuğu muhteşem bir tesiste gün boyu dinlenmem için yer ayırtmış. Ben de aynen öyle yaptım. Gün boyu dinlendim. Tanrım! Ah şu evetler, onları benden alma olur mu? Yol boyunca düşüncelere dalmışım, nerdeyse evimi geçiyordum. Son anda durdum, arabayı park ettim. Apartmanın dış kapısına giden merdivenleri çıktım. Dış kapı kilitliydi. Girişte bir yazı: "Lütfen girip çıkarken kapıyı arkanızdan kapatın." Gülümsedim. Evime çıktım, resim yapmaya kahve içmeye ve… Derken bir anda gerçeğin ne olduğunu anlayamaz oldum. Film gibi hareketlerimin geriye doğru sarıldığını hissettim, bir şeyler beni uyandırmaya çalışıyor gibiydi ve durduramıyordum. Kendimi yine meyhanede kasanın arkasında elimde kağıt kalemle, resim yaparken buldum.

Burak yanında bir kadınla, minibüs caddesinin göbeğinde saklanmış, ayyaşların kol gezdiği, dansözlerin oynadığı, her gece kavgaların çıktığı, silahların patladığı bir meyhaneye doğru gidiyordu. Bu tuhaf yer Burak'ın hoşuna gidiyordu. O bir köşe yazarıydı ve maceranın hiç eksik olmadığı bu meyhane onun kalemini tıka basa doyuruyordu. Yolun üstünde bir taksi durmuş, gitmiyordu. Burak yanındaki kadını kendisine doğru çekti ve anlatmaya başladı:

- Bu taksiciler de meyhaneye geliyor. Gece geç olunca arabayı buralara bir yerlere bırakıyor, gizlice meyhaneye giriyor, sarhoş oluncaya kadar içiyor ve sonra arabasını alıyor gidiyor. Bunca saygın apartmanın arasındaki bu izbe meyhaneye gizlice sızıyorlar. Burada ayakta kalmış olması mucize.
- Meyhane orası mı?
- Evet… Peki ya önündeki apartman, orası da pek bir yıkık dökük…
- Evet, sanırım meyhane sahipleri oturuyor ve sarhoşları da saklıyorlar orada, bilmiyorum işte. Hadi gel, girelim içeri.

Meyhaneye girdiler, masaya oturdular. Az sonra ıslak gözleriyle düz, bakır rengi saçlı bir kız gelip siparişlerini aldı:

- Ne arzu edersiniz?
- Miller biranız var mı?
- Evet…
- Peki şu büyük saplı bardaklara koyabilir misiniz?
- Evet, her zamanki gibi.
- ?
- Neden şaşırdınız?
- Ben hep büyük saplı bardaklarda bira mı istiyorum sizden?
- Evet.
- Peki teşekkürler.

İçecekleri götürdüm ve içmeye başladılar. Onunlaydı ve onunla buraya gelmeseydi her hafta ben "o" olduğuma inanabilirdim. Hatta ben o olabilirdim. Ama "evet"ler yine geldi ve bu sefer kafamda kurabileceğim evetlerden değildi onlar. Masalarına bakıyorum ve Burak bir kutu çıkarıyor cebinden ve ona doğru uzatıyor. Dudaklarını okuyabiliyorum, kadın "EVET" diyor. Ne yapacağımı şaşırıp kalıyorum. Artık o resme dönmem imkânsız. Yazdıklarım bir bir siliniyor, kurguladığım roman paramparça oluyor.

Genç kız çalıştığı meyhaneden çıkmaya kalkarken sarhoş bir adam üstüne yıkılıyor. Masada oturan çift hızla koşup yardım etmeye çalışıyor.

- Seni evine bırakalım mı? Adın neydi?
- Melis…
- Nerede oturuyorsun Melis?
- Önemli değil Burak. Hemen şuradaki apartman, şu izbe olan…
- Sen adımı nereden biliyorsun?
- O da önemli değil, önemli olan tek şey, bana adımı kullanarak sorduğun bir soruya adını kullanarak yanıt verebilme şansını yakalayabilmiş olmam.
- Peki emin misin bir şeye ihtiyacın olmadığından?
- Evet.
Melis tam uzaklaşacakken bir an durdu ve geri döndü. Burak'ın yanındaki kadına bir kağıt verdi.
- Siz bana bir resim hediye etmiştiniz. Bu da benim yaptığım bir resim, size hediye etmek istedim. İyi geceler.

Genç çift arabalarına doğru yürüdüler. İkisinin de başı önde resme bakmaya korkar gibi bu konuda hiç konuşmuyorlardı. Aslında baksalar görecekleri şey Melis'in en başından beri yapmayı tasarladığı resimdi. Zifiri karanlık bir banyoda tuvaletin üstüne oturmuş resim yapan bakır saçlı bir genç kız ve kapalı banyo kapısının altından sızan belli belirsiz ışık. Fazla dikkatli bakmayan bir göz daha fazlasını da göremezdi. Burak yanındaki kadını evine götürdü, kahve içmek için birlikte yukarı çıktılar. Kadın eve girdi ve ayakkabılarını bile çıkarmadan resmi karşısındaki duvara astı. Uzun süre resme baktı, anlayamadı. Burak sordu:
- Beğendin mi?
Kıskanç, şaşkın kadın cevap verdi:
- Hayır!
Kadın kahve yapmaya gitti. Burak'ın gözü resme baktıkça tuvaletin üstündeki kızın elindeki resmi görüyordu sadece. Küçük resim ufak değişikliklerle esas resmin aynısıydı. Ama bu resimde tuvalet aydınlıktı ve tuvaletin kapısı açıktı. Kapının eşiğinde zifiri karanlıkta duran el ele tutuşmuş bir çift vardı.

Yeliz Hısım


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Katran Kahvesi : Ayşe Coşkun


Atlar, Oklar ve Ampüller

Garip bir yanılsama içindeymişiz gibi gelmiyor mu size de. Ortalıkta bir takım semboller uçuşuyor, içleri çoktan anlamını yitirmiş, duygusundan sıyrılmış kareler halinde. Bir de bu sembollere kendilerini adamış bir grup adam var. Onlar da bağırıp duruyorlar birbirlerine. Biz de ağzımız bir karış açık bir sonrakinin, bir öncekinin ettiği hakarete nasıl cevap vereceğini bekliyoruz.
Farkında mısınız? Bir ülkeyi yönetmekten bahsediyoruz!

Artık yıllanmış konuları, modası geçmiş ve gerçekleşmeyeceği %100 kanıtlanmış vaadleriyle aynı senaryolarla, aynı köşe kapmacalarla ve aynı ayak oyunlarıyla bütün gün televizyonları işgal ediyorlar. Her ekrandan, tükürüklerini saça saça üzerinize doğru geliyorlar. İştahlarını kabartıyorsunuz onların, koltuklarını ve hatta tahtlarını sağlamlaştırıyorsunuz. Gözlerindeki ışıltılar bir atmacanın kurbanına saldırmadan önceki son tebessümü olsa gerek. Siz gene sandık başlarında sıralar bekleyin, seçimin yapıldığı bir bütün gün gözlerinizi ekranlardan bir saniye bile ayırmayın diye yapıyorlar bunu. Korkunç ve tedavi edilemez bir "Önemsenme Hastalığı"na kapılmışlar, ilginiz olmasa yaşayamayacaklar. Karşı penceredeki kocakarı komşusuyla kavga eden kocakarı gibi. Bu kavgalar da olmasa ölecek zati.

Yıllarca insanları önce Latinbesk dizileri sonra da Türk dizilerini izledikleri için küçük gören, burun kıvıran, "Televizyon mu? Asla izlemiyorum" naralarıyla gezinip gizliden gizliye o dizilerin tutsağı olan bütün kadın ve adamlar, şimdi daha gerçekçi bir "Arkası Yarın" bulmuş durumdalar kendilerine. Dizinin ilk on üç bölümü At'ların bir araya gelmesi üzerineydi, gayet heyecanla izlendi ve sonunda birlikleri sağlandı. Şimdi "Oklar" sülalesinin ne yapacağını izliyoruz. Sonra At ailesiyle Ok ailesi karşı karşıya gelecek, belki birbirinden kız alıp verecek. Bir de Ampüller var tabi ki. Onlar bir süredir dizimizin "Baş Hanedan'ı" rolündeler ama böyle sürer miii? Sürmeeez. Şimdiye kadar fakir ve gururlu olan genç adam "Bir zamanlar fakir ama mağrur bir genç vardı" diyerek arz-ı endam ediyordu. Ama sonrasında dileklerinin bir kısmına kavuştu. Ama biliyor. Esnaflık denen bir şey var, bu memlekette, her şeyde ve her yerde. Sakın memnuniyetini belli etme ve mazlum kal. Ama öyle de değil işte, bir yandan kazanılanlar da kaybolmuyor ve bu sefer matematiğin bu sorunları çözebilecek bir diğer formülüne atlıyoruz hemen: "Zenginler de ağlar." İşleri olmuyor, engelleniyor ve "zorbalıklarla" mücadele etmek zorunda kalıyor.

Politika ne zamandır bunca duygusal ve travmatik bir şeye dönüştü yahu? Teatral bir gösteri, her gün televizyonlardan ve gazetelerden üzerinize saldıran. İşte yeni bağımlılığınız, gözlerimizi kırpmadan izliyoruz. Ayrılanları, küsenleri, barışanları, birbirlerine söyledikleri kırıcı sözleri, el sıkışmaları ve yarım saat sonra birbirlerinin arkasından atıp tutmalarıyla ne arka sokak kadın atışmalarından, ne Latinbesk ne de yerli dizilerden farkı olmayan bu "sahnelemenin" sonucunda, BBG evi duygusuyla bize kimin kalması kimin gitmesi gerektiğini soracaklar. Ve biz upuzun oy pusulası içinde adayımızı bulup işaretlemeye çalışırken bunun Türkiye'nin geleceği için bir şey değiştirmesini umacağız…

Çok zor bir karar olacak, gidenler ağlayacak, kalanlar zaferlerini kutlayacak.
Ve bir sonrasında yeniden buluşacağız….

Ayşe Coşkun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Gül Uğur


ZAMAN İNSANI

ECCE HOMO
Evet, biliyorum nereden geldiğimi.
"Doymak bilmeyen alev gibi kendimi"
Yiyip tüketiyorum korlanarak.

Tuttuğum her şey nur,
Bıraktığım kömür olur.
Bir alevim muhakkak!
F. Nietzsche


O, zamanın insanı… Yalnız, doğup büyüdüğü yerleri iyi bilir. Gerçi açık denizlerde yelkeni ile dolaşır ama yüreğinin kıyısından uzaklaşmaya cesaret edemez. En küçük şeyler dünyasında, büyük şeyler dünyasının kapısına, bir anahtar bulmak için uçsuz bucaksız düşüncelerini, esrarengiz bir kutuyu açar gibi açmaya uğraşır. Bu çalışmalar tamamen bir oyundur. Küçük zerrecikler dünyasından çıkmış olan bu insan, kendi yarattığı düşüncelerini, büyük dünyanın enginliklerinde korur. O'nun denizinde, bütün dalgalar birbirine benzer. Altta mavi denizden, üstte de mavi gökyüzünden başka hiçbir şey yokken nasıl kaybetmez yolunu?

Zaman olur, günler birbirine benzer. Yaşam ırmağı öylesine akar ki, sanki durmuş gibi görünür. Derken bir fırtına çıkar. Bir de bakarsınız her şey değişir. Alışılan düzenin dışına çıkılmıştır. Saatler değil, an'lar bile her şeyi değiştirir. Öyle zamanlar olur ki bir anda yaşam, belki de yirmi yılda değiştiğinden, daha fazla değişir.

Empedokles'e göre zaman ve evren şu dört unsurdan meydana gelmiştir:
Ateş, toprak, hava, su… Olmuş olan, olmakta olan ve olacak olan her şey bunlardan ibarettir. Bunların birleşmesiyle yaşamlar oluşur. Birbirlerinden ayrılmasıyla da yaşamlar değişir. İnsanların, ölme ve doğma dedikleri sadece bu birleşme ve ayrılmanın oluşturduğu yaşamdır. O'nun frekansındaki yaşam ise şöyledir:
-Buradan sıkılmıştır artık.
-Peki, o zaman ne yapmak ister?
-Çığlık atmak!
-Garip…
-Nasıl?
-Yazık!
-Haklıdır, belki de bu, anlamsız bir kaçış yoludur.

O, pozitif konumunda, potansiyel enerjisini, kinetik enerjiye çevirip düşünce analizi yapabilmenin mücadelesini verir. Ruhunda, gün ağarmaya başlar ama hep susuzluk çeker. Karşılıklı duvarların ortasında durur. Kendini, düşlerinden ayırarak, uzun bir yolculuğun son durağında bekler. Belki de hayata, yalvarıp haykırıp ağlar. Vakit gelir ve yüreğindeki çocuğa saklanarak sadece anlatmak ister. Son kez… Söyleyecek çok şey vardır. Söyleyecek çok şeyin olması ama karşısındakinin söyleyecek hiçbir şeyinin olmaması, tıpkı şu gerçeğe benzer: Yağmurlu havada ıslanan bir insanı düşünün. Eğer, o insanı değer verdiği biri bekliyorsa ıslanması umurunda bile değildir. Ya bir bekleyeni olmayan?

Yapılan en iyi kaçış yollarından birisi de kendine acımasız olmaktır. Hayatın zorlukları karşısında hep çocuk kalmayı düşlemek, en kolay kaçış yollarından birisidir. Oysa çocukluk, O'na değer veren en büyük yanıdır. Fakat Zaman İnsanı, bunun farkında değildir. Acaba neden seçildiğini biliyor mudur? Çocuksu yanından ötürü… Ne kadar ciddi olmak için kendini sıksa, kaşlarını çatsa da bu yanını hiç yitirmez. Ama çocukluk, başka çocuksuluk, başkadır.

Uzun süre direnir, kendisiyle mücadele eder. Sonra buna, daha fazla dayanamayacağını anlayıp penceresini usulca açar. Çünkü bu, beynindekini yüreğinde barındırabilmenin kuralıdır. Kendini, düşünemediklerinden korur. Ya hep, ya hiçtir yaşam. Ama O, yine suskun kalır. Bu durumda, yaşanılan soyut da anlatılamaz, tanımlanamaz bile. Ama şunu bilmek gerekir ki; hayat, bitmediği halde acı veriyorsa, bir terslik var demektir. İnanmak istenilen şey; çekilen acının, mekâna bağımlılığın verdiği acı olması, korkulan şey ise; ideallerin, günah keçisi haline gelmesi ve zamanla tüketilmesidir. Hep zor olan seçilir. Mekâna mukayyet ediyorsa, yüreklerin ağır gelişinde çekilen acı; O'na, buna değdiği hissini uyandırmalıdır. Eğer bunu hissetmiyorsa, ne kendini kandırmalıdır, ne de başkalarını.

Bu hayat, O'na yük olmaz doğrusu. Yaşatmak, bir meyve gibi yetiştirmek ister. Daha hamken dalından koparmak değildir niyeti, yüreğinin derinliklerinde saklamak da değildir. Sadece renktir, izdir. Aydınlık ama siyah, içini işgal eden soyuttur. Bir gün dibe vurur. Bu varlığa hayat veren güneş, aynı zamanda sonunu da belirler. Tıpkı bir meyve gibi olgunlaşır ve düşer. Perde kapanır, zaman insanına sadece seyircileri uğurlamak kalır.

Gül Uğur


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Halil Demir


Bir varmış bir yokmuş…

Bir varmış bir yokmuş deyip bir masal dünyasına dalar gibi dalınır hayatın bazı parçaları arasına. Bir de bakmışsın ilerlemiş, yol almışsındır derinliklerine doğru.
Bilinmez nedendir, niye yol alınır bu hızla. Bir anda durup geri bakarsın, nerden başlandığı hatırlanır da neden yol alındığı anlanamaz mantıklıca.
Ama gider, delicesine kontrolsüzce, anlamlıdır anlamlı olmasına da anlamsızca gider ileri, hep ileri..
Gün gelir girersin arayışlar içerisine. Baktığın yerden bir ışık beklersin yolunu aydınlatacak..Tam gördüm, işte bu derken yine hüzün misafir eder beni.
Yine devam, kırgın olunan hayata…
Bazen düşünürsün hayata küsmek de ne demek?
Yaşamın gayesi nedir?
Nedendir bu mücadele?
Hafiften bir esinti misali sevgiden bahseden, arkasından da hüzün diyen ruhu şenlendirdiği söylenen notlar topluluğu. Dalınır derinlere aradığın şeylerin arasına.
Şey işte, şey!
İfade edilemez de beyin hücreleri arasında ne olduğu belli olan dolaşan şey…
Düşünceler hızla dolaşırken bazı duraklarda yavaşlar, bazılarında durur.
Durduğu yer neresi diye sor bakalım kendine…
Yalnızlık perdesi işte.
Aralanamıyor ki…
Araladım dediğinde aralanmış olmuyor.
Geçmiş bir silindir misali bütün yük üzerinden.
Belki hatalar, yanlış adımlar var bunlara etken. Ama bitsin olmaz mı?
Gülmek isterim artık, gülümsemek, sahici olanından hem de…
Bazen düşünürümde kendimle çelişirim, sahte bir yaşantı arasında yaşadıklarımdan ötürü.

Halil Demir


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,579,579,579,579,579,579,579,579,579,57
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Tayfun Avınca

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


YOKKUŞAĞI

neydi
döndük mü yine durduğumuz yere
sözlerde itinalı bir uzaklık hâllice
herkesin mi eli buhurdan tutsam yanar
pek yalınkat anlamında bakışlar öyle bildik
uçar gider etten bedenler her yerinden fıs
tıkıştırılmış insan provalarıyla hacimce yüksek
hanginizde kalsam içim seyrelir dünyanızdan
kurumuş kalpleriniz kullanmadığınız defterler arasında
ve bayraklar kavgalarda serin gölgelik alanlar
budur isyanınız ne yazar marşlar dalgalansa
tüketilmiş bir 'tüketim' sözcüğüdür kalan kârınıza
ellerimle çizdim köşeleri pek keskin güneşin

örümcek parmaklar yazar arz-u hâlimi sanal bir kâğıda
içim uçurum benim dur açayım kalbimi sana
kimsem dinlemedi beni dinle sevgilim bak kameraya
kimsem öpmedi beni sevgilim belden aşağın nerede
ne oldu
durduk mu yine döndüğümüz yerde
pek güzel günler gördük sağ ol halkım terane
alkışlar bizi şimdi bu habis dünya şak şak
mantarını eritmiş bir öfke var eğri duran şişede
dökülmüş erdemi dünyanın kazara yerlere hah hah
toplasam ne çıkar kusurları suratınızdan
zardan maskeler altında balmumundan bir adam
fırlattım kalbimi ortaya taştan bir çekül niyetine
o da sekti kafama yazgısı sürçmüş bu insanatlardan

al sana
bittik mi yine başlayamadan

Ali Bozdemir

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Futbolun gerçekliğinden sıkıldınız mı? Bir takımı ligdeki yöneticilerinden daha iyi idare edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Bize katılın kendi takımınızı kurun, diğer yöneticilerle yarışın ve en iyi olduğunuzu ispatlayın! http://online.sokker.org/ Türkçe dil desteği de mevcut. İyi eğlenceler.

... Binlerce yıl önce mahzende unutulan bir şaraptan tesadüf eseri keşfedilen elma sirkesinin, ciltteki lekelerden fazla kilolara, sağlıksız saçlardan varisli damarlara kadar birçok derde deva olduğu bildirildi. Elma sirkesinin özellikle pırıl pırıl saçlar, lekesiz bir cilt ve incecik bir vücuda kavuşmada çok önemli katkılar sağladığı vurgulandı... Devamı için http://www.hanimlar.com/moduller.php?modul=makale_oku&id=79

Tüm haber kaynaklarının tek bir çatı altında toplandığı güzel kaynaklardan bir tanesi http://www.haberler.com/ Yerel ve ulusal basından derlenmiş güncel haberleri bulabileceğiniz hoş bir web sayfası.

Online olarak oynanabilecek birbirinden güzel onlarca oyun için http://www.flyordie.com/oyun.html Tavla, dama, satranç, bilardo... Ne ararsan mevcut.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070516.asp
ISSN: 1303-8923
16 Mayıs 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com