Bir köşede bir şeyler karalayıp küfür dahil tepki alan herkes öyle mutlu olur ki inanamazsınız. Bir kere okunduğunuzu anlarsınız hoşunuza gider. Sonra dedikleriniz birilerine batmıştır ki zılgıtı yemişsinizdir, ee istediğiniz de budur. Yani köşeci olmanın dayanılmaz güzelliklerindendir alınan iyi kötü mesajlar. Aslansın, bir tanesin, koçumsun mesajları bile diğerlerinin yanında sönük kalır hani. Ama biri bana çıkıp şunu ima ediyorsun, niye açık açık söylemiyorsun dedi mi tüylerim diken diken olur, feleğim şaşar. Beni okuyup hala hangi tarafa baktığımı anlamayana diyeceğim çok şey olsa da söylememeyi yeğlerim. Yalnız, ben lafı doğrudan söyleyip kör gözüm parmağına demek yerine, kelime oyunları yapmayı seven ademlerdenim. Bunu da bendenizin kusuru veya özelliği kabul edin gitsin. Hem yaş hem de beden olarak eğilip bükülecek zamanı geride bıraktık çok şükür. Dün dediklerim kararsız kasım seçmene birkaç laftı. Yoksa benim aklım apaçık, öyle bir derdim yok. Olsa yanmışsınız zaten. Öyle yanar döner yazılar yazarım ki, ben neredeyim, burası neresi gibi abuk sorularla kendinizi meşgul edersiniz.
Efendim ben de imâ yok. Benim oyum her daim olduğu gibi gene nispeten sola. Solda yıllardır özlenen birlikteliği gerçekleştiren CHP ve DSP işbirliğine. Baykal Beye kızarız, yeri gelir döveriz ama yiğidi öldürür hakkını veririz. Bu birleşme ameliyesini çok başarılı bir şekilde sonuçlandırmıştır. Hizipçiliği, bencilliği ile eleştirdiğimiz Baykal Beyin bu başarısı takdire şayandır. Görüşmeleri at pazarlığına benzeten köşecilere de buradan saygı dolu mesajlar yollamayı atlamayalım. İki siyasi parti seçim için işbirliğine gidecek ama sandalye pazarlığı yapılmayacak. Neyi konuşacaklardı? Baykal Beyin lumbagosunu mu? İktidara alternatif olmanın bölünerek değil birleşerek olduğunu anlayan CHP DSP DYP ve ANAP yöneticilerine tebrikler. Gönlüm Zeki Sezer'i de Meclis'te görmek istiyor. İnşallah o da olur.
Kitleler meydanları doldurur, birileri bunları görmezlikten gelirken, yüze yüze günleri aştık 19 Mayıs'a geldik. Samsun'da başlayan şahlanısın 88. yıldönümü yarın. Sokaklardaki reklam panolarından mayolu kadın resimlerini komik gerekçelerle kaldırtan, 19 Mayıs törenlerine gençlerin kız erkek ayrı ayrı hazırlanmaları için yönergeler çıkartan ama tepede "şeriat kim biz kim" diyen dünün âleni günün gizli takkelileri ile bir 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı'nı daha kutlayacağız. Bu takiyye üstadlarından kurtulmanın yolu sandıktan geçiyor. Aklınızı kullanın.
Efendim bu hafta sonu ikinci 30.yıl kutlamaları için İzmir'de olacağım. Pazartesi sabah İstanbul'a avdet edeceğimden Pazartesi günü Kahve Molası mazeret izni kullanacaktır. Seven sevmeyen okuyucularımıza duyurulur. Hepinizin bayramını kutlar, Salı günü görüşmek üzere sağlıklı bir hafta sonu dilerim. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Sayın baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe malolmuş bir çağın öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.
Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.
Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.
Ey Türk Gençliği!
Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağıdır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan; ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanaklar ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir zafer kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün limanları ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler. Üstelik, hainlik de yapabilirler. Daha kötüsü, iş başında bulunan kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal amaçlarıyla birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin gençliği!
İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır!
Yazın başında kâhya Thomas bir düzenleme yaparak İbrahimof ile Monika'ya mutfağın hemen bitişiğinde bir oda verdi. Bütün kadınlar daha önce kiler olarak kullanılan odayı temizlemeye, badanasını yapmayı ve birkaç parça eşya ile donatmaya yardım ettiler. Çünkü Stefan kadınlar yatakhanesinde bütün gece ağlayarak herkesin huzurunu kaçırıyordu. Çiftliktekiler savaştan habersiz yoğun bir yaz talaşı içindeydiler. Fakat kendilerine göre savaşın gidişatını da anlamaya çalışıyorlardı. Harman makinesini çeken traktöre artık yakıt bulunamıyordu. Ovanın üzerinden uçup giden uçak sayısı da her geçen gün artıyordu. Artık radyolarda söylenen zafer haberleri kimseye pek inandırıcı da gelmiyordu. Çünkü ovayı bıçak gibi kesip geçen ırmağın üzerindeki köprü son bir ay içinde iki kez bombalanmış ve yeniden onarılmıştı.
Son aylarda çiftliğin sahibi olan yaşlı karı koca neredeyse hiç kasabaya gitmiyor, evlerinden dışarı adımlarını bile atmıyorlardı. Söylenmese de ortada bir şeylerin ters gittiğine dair bir hava vardı. Geçen hafta çiftliğe ansızın askerler çıkıp gelmiş, bütün çalışanları avluya dizmişlerdi. Thomas soranlara "Askere alınacak gençler olup olmadığını bakmaya gelmişler."diye yanıt vermişti.
Zaman su gibi akıp geçerken İbrahimof ve çiftlikte çalışan diğer esir arkadaşları Almanca konuşmayı her geçen gün biraz daha ilerletiyorlardı. Bazen dilleri dönmediği için konuşurken eksikleri olsa bile kendilerine söyleneni genellikle doğru olarak anlayabiliyorlardı. Kendi aralarında Almanca, Makedonca ve Sırpça karışımı bir dille şakalar bile yapabiliyorlardı. Bu çiftlikte çalışanlar arasında uyumu iyice geliştirmiş ve onları birbirlerine yaklaştırmıştı. Kocaman bir aile gibi olmuşlardı. Fakat öteki esirlerle İbrahimof arasındaki soğukluk her geçen gün artıyordu. Onun Manika ile birlikte yaşamasını döneklik gibi algılamakta çok ısrarlı görünüyorlardı. Bu durum İbrahimof'u çiftlikte çalışan Alman işçilerle yaklaştırırken, kendi arkadaşlarından uzaklaştırıyordu. Mecbur kalmadığı zamanlarda esir askerlerle aynı işlerde çalışmaktan uzak durmaya özen gösteriyordu. İbrahimof esir olduğu ve bu çitlikte çalıştırılmasını haksızlık olarak görmüyordu. Çünkü burada çalışan Almanlardan hiçbir farkı yoktu. Onlar para karşılığında kendisi ile aynı işleri yapıyorlardı. Ama kazandıkları para neredeyse hiçbir işe yaramıyordu. Sadece saklayabilir ve sürekli biriktirebilirlerdi. Kasabada bütün dükkânlar bomboş, lokantalar ve meyhaneler kapalıydı.
Önce sonbahar geldi, ardından yine acımasız bir kış… Çok açlık var diyorlardı. İnsanlar bir parça ekmek için yakında birbirlerini öldürürlermiş. Kasabada hırsızlık iyice artmış. Çiftlikte yaşayanların bir eli yağda öteki balda değildi ama aç da kalmıyorlardı. Hatta bazen etli yemekler ve tatlılar bile yiyebiliyorlardı. İşçilere et verilmesi için özel olarak hayvan kesilmiyordu. Genellikle hastalanan veya yaralanan hayvanlar onların kazanına giriyordu. Olsun varsın diyorlardı, buna da şükür… Stefan büyüyordu, alt çenesinde iki dişi çıkmıştı. Uçları iğne gibi sivri dişleriyle ne bulursa çiğnemeye çalışıyordu. Yaramaz, emerken annesinin memesini bile dişlemekten kaçınmıyordu. Üstelik artık eskisi kadar çok ağlamıyordu. Yakında yürümeye de başlardı. Monika, İbrahimof ve Stefan için yaşam kendi halinde akıp gidiyordu.
Kış sona erip çitlikte hareketli günler başlayınca Monika'nın ikinci kez hamile olduğu anlaşıldı. Mayıs ayında kusmaya, yediği her şeyi çıkarıp hastalanmaya başladı. Bu durum önceki hamileliğine hiç benzemiyordu. Çoğunlukla çalışamıyor, tarlaya bahçeye gidemiyor, zamanının çoğunu yatarak dinleniyordu. Ahırların, hayvanların, sütün ve peynirin kokusuna kesinlikle dayanamıyordu. Diğer çalışanlar Monika'nın yatmasına içerliyor, her fırsatta onun bu çiftlikte doğurmak için değil çalışmak için bulunduğunu kâhya Thomas'ın duyacağı şekilde dillendiriyorlardı. Özellikle işçilerin bir araya geldiği akşam yemeklerinde sözle sataşanlar ve iğneleyici laflar söyleyenler oluyordu. İbrahimof esir olduğu için kimseye bir şey diyemiyor, öfkeleniyor ve söylenenlerin altında eziliyordu. Neyse ki bu durum bir ayın sonunda kendiliğinden düzeldi.
Ağustos ayı ortalarında ovadan askeri birlikler geçmeye başladı. Tanklar bazı tarlalardaki ürünleri yerle bir ettiler. Askerler içinde yaralılar, hastalar, üstü başı perişan durumda olanlar çoğunluktaydı. Ekmek, su bile istemediler. Aceleci ve telaşlı, kaçar gibi geçip gittiler. Onların geçişinden sonra uçaklar da sustular. Ova derin bir sessizliğe büründü. Eylül ayının başında savaşın yakında biteceği söylentileri yayılıyordu. Çok geçmeden söylentiler gerçek çıktı. İbrahimof ve arkadaşları savaşın bitmesine çok sevindiler. Kasabaya gidip karakola başvurdular. Savaş esiri olduklarını ve buraya Yugoslavya'dan getirildiklerini beyan ettiler. Karakoldaki askerler onlara çitliğe geri dönmelerini, yakında memleketlerine dönebilmek için gerekli düzenlemelerin yapılacağını söylediler.
Monika bir akşam İbrahimof'a bundan sonra ne yapacağını, nasıl yaşayacağını ve geleceğe ilişkin olarak neler düşündüğünü sordu. Ondan Almanya'da kalmasını istedi. Burada birlikte yeni bir yaşam kurmayı düşlediğini söyledi. İbrahimof da ona zaten dönmeyi düşünmediğini, onunla mutlu olduğu yanıtını verdi. Sonra her ikisi de kendini düşlerin içine salıverdi. Konuştular, sular seller gibi durmadan konuştular. Uykuya dalmak için gözlerini kapattıklarında artık sabah olmuştu.
Aman da aman...
"Laiklik bir din değildir, islam bir dindir. islam ve laikliği aynı terazide tartamayız. Din üzerinden siyaset yapılamayacağı gibi laiklik üzerinden de siyaset yapılamaz" dermiş...
Yerim seni ben, yerim yerim..!
Türkiye'de en çok; demogoji yapan kafa karıştırıcılar seviliyor...
Ee, seviliyor ki yeniyor... Yeniyor ki seviliyor...
Aman da aman...
'' Devlet laik olur, insanlar laik olmaz. Biz devletin laik olmasını istiyoruz. Ya müslüman olacaksın ya laik ! Laikliğin tanımını değiştirmek lazım'' diye bir dediği diğer dediklerini çiğneyen nutuklar atarmış...
Yerim seni ben, yerim yerim..!
Türkiye'de en çok; takıyye yapanlar, o zaman başka şimdi başka diyenler seviliyor...
Ee, seviliyor ki yeniyor... Yeniyor ki seviliyor...
Aman da aman...
...miting sırasında okuduğu bir şiir nedeniyle Diyarbakır DGM'de yargılan, yargılama sonucu; Türk Ceza Kanunu'nun 312/2 maddesinden "Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçunu işlediği gerekçesiyle dört ay hapis cezasına çarptırılan kişi :
"Canım, alt tarafı bir şiir okuduk diye ceza verdiler..." mazlum pozlarına yatarmış...
Yerim seni ben, yerim yerim..!
Türkiye'de en çok; gerçeği çarpıtanlar, muallak, üstü kapalı açıklamalar seviliyor...
Ee, seviliyor ki yeniyor... Yeniyor ki seviliyor...
Aman da aman...
"Anayasa mahkemesi'nin kararını saygıyla karşılıyoruz. Karar; demokrasiye sıkılmış bir kurşundur" deyince Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafindan; "Amacı aşan sözler söylediği ve kurumları hedef gösterdiği" iddiası ve "sorumsuzlukla" itham edilmesi üzerine; "O lafları oraya değil buraya söyledik !" diye çevir kazı yanmasın edebiyatı yaparmış...
Yerim seni ben, yerim yerim..!
Türkiye'de en çok; 9-8'lik ritimler ve bu ritimlere uygun kıvıranlar seviliyor...
Ee, seviliyor ki yeniyor... Yeniyor ki seviliyor...
Aman da aman...
Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki mizah anlayışını ( "Ellerine çelik çomak verdim, oynuyorlar" diyerek ve üstelik bıyık altından gülerek ) terk eden siyaset kişisi, Türkiye'yi bir siyasi krize sürükledikten sonra istediklerini yapamayacağını anlayınca, "O zaman, Cumhurbaşkanını halk seçsin, üstelik 5+5 olsun, 2 sandık koyalım" buyurmuş...
Yerim seni ben, yerim yerim..!
Türkiye'de en çok; ancak yumurta kapıya geldiğinde aklına geleni söyleyen seviliyor...
Ee, seviliyor ki yeniyor... Yeniyor ki seviliyor...
Aman da aman...
"Biz tarafız, laiklikten yana tarafız, Atatürk ilke ve inkılaplarından asla taviz vermeyiz, her kim olursa olsun, Cumhuriyet düşmanlarına rejimi çiğnetmeyiz" diyen Genelkurmay Başkanlığı'na; "Genelkurmay Başkanlığı bana bağlıdır, anayasa ve demokrasi böyle" diye pozüstü ahkam kesermiş...
Yerim seni ben, yerim yerim..!
Türkiye'de en çok; başı sıkışınca demokrasiyi ve anayasayı hatırlayanlar seviliyor...
Ee, seviliyor ki yeniyor... Yeniyor ki seviliyor...
Aman da aman... Pek şekermiş, kaç yaşına girdi bu ?
..............
Ee, bunca yaşa gelmiş insan, bilmez mi her kuşun etin yenmez,
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ne idüğü belirsiz Taliban kılıklıların önünde diz çöken naçar kullarına, hukuğu guguk sanıp ulemada arayanlara, "Beni deliğe süpürmesinler, kullansınlar" diye mesajı gönderip sömürgecilerden medet umanlara, bir avuç petrol için o sömürgecilerin zulmünde inleyen müslümanları görmezden gelip onların yurdunu mesken tutanlara, vatanı için canını veren şehitlere kelle edebiyatı yapan ümmetçi takunyalılara, din sömürüsüyle politika yaptığını sananlara, vatanı ve özkaynaklarını haraç mezat satanlara
ASLA TERKEDİLEMEZ...
19 Mayıs Bayramı'mız kutlu olsun; yüreğinize Mayıs coşkusu ve gençlik dolsun, güneş;
1919 Mayıs'ının 19'unda olduğu gibi; Tandoğan'da, Çağlayan'da, Gündoğdu'da doğduğu gibi Samsun'da da yeniden doğsun. Doğsun ki; CUMHURİYET meydanını boş, ATATÜRK devrimlerinin aydınlığını loş, TÜRK MİLLETİ'ni liboş bulup devreye alınması istenen şu karanlık ampüller bir daha yanamayacak şekilde patlasın, "bindirilmiş kıtalar" diyenler 1000 değil milyonları görünce bir kez daha çatlasın...
Diyarbakır'ın Dicle ilçesi kırsalında terör örgütü PKK'ya yönelik sürdürülen operasyonlarda terör örgütü PKK üyelerince daha önceden döşenen uzaktan kumandalı mayının patlatılması sonucu, Piyade Tankçı Teğmen Halit Demiröz ve Piyade Uzman Onbaşı Suat Özcan şehit oldu.
Yukarıda ki olaylar yaşanırken normal hayatını sürdüren bizler, bu ülkenin insanları, her birimiz ayrı şehirlerde ne işlerle meşguldük ve kimbilir neler yapıyor ve yaşıyorduk?
Ailece keyifle sofranın etrafında toplanıp akşam yemeğimizi yiyoruz.
Televizyon karşısında yerlerimizi almış ''Avrupa yakasına'' bakıyoruz..
Gaffur bizi ne güzel güldürüyor ve bir yandan da çay ve kahvelerimizi yudumluyoruz..
Dışarıda barda cazda birde çakır keyif olmuşuzdur yanımızdaki hatunlarla eğleniyoruz?
Veya bir sinemada sevdiğimize sarılmış film izliyoruz..
Belki birilerimiz yalnız ve sadece kafasını dinliyordur olduğu şehirlerde.
Az sonra, şöyle güzel bir sıcak banyo almak ve güzelce rahatlamayı düşünüyoruz.
Günün gerisinde tek bir şey kaldı yapılacak, sevgilimize eşimize sarılıp, huzur içinde deliksizce uyanana kadar uyumak..
Cudi
Herakol
Yılan Dağı
Karadağ
Şemdinli
Yüksekova
Alandüz
Çukurca
Mor dağ
Nişantepe
Aktütün
Balkaya
VE !!....
Vatanımızın diğer köşelerinde hayat nasıl acaba?
Sen, ben, o, bizler, günlük telaşlar da tek derdimiz sağlıklı mutlu huzurlu olmak..
Arada sırada da olsa hiç düşünüyor muyuz?
Bizler günlük yaşam savaşları verirken, birileri de bizim güvenliğimizi sağlamak için, VATANİ GÖREVLERİNİ yapıyorlar...
Hayatlarını hiçe sayıp, bazen eksi 35 derece soğukta, bazen 40 derece güneşin altında, günlerce, aylarca yaz kış demeden, soğuktan titreyen, postalların içinde ayakları yara olana kadar ve sırtlarında yükleriyle ülkeyi savunan, koruyan, canlarımız, kanlarımız, onlar bizim evlatlarımız, bizim askerlerimiz değil mi?
Daha dün Çanakkale, Afyon, Kars, Antep, Kıbrıs'ta, bu günde Türkiye Cumhuriyetimiz ve Türk Bayrağımız için, canlarını feda eden, şehitlerimize, gazilerimize, şanlı askerlerimize borçlu değil miyiz?
VATANI BAYRAĞI MİLLETİ!
Kutsal bilen, inanan, değer veren, koruyan, sadece MEHMETÇİK' mi?
Yel değdi...
Biraz meltem tadında, hani acıtmadan iz bırakan bir jilet gibi sonradan sızlayan…Sonra tevazusundan üzerindeki karanlığı görmezden geldiğiniz...
Size sorsam hadi anlatın desem ilk kim gelir aklınıza en çok canınızı yakanı mı yoksa sizi en çok mutlu edeni mi hatırlarsınız ilk önce...?
Bir serzeniş işte, gerisi ayrıntı...
Ardımızda kalan bir kış mevsimi ertesinde karda kalsaydı keşke tüm karanlıklar...
Sonra mecburiyetten kullanılan aksi halde seri infazlara sebep olacak haplar...
Karşı evin balkonunda şirin ve üzgün bir karga...
Kötü bir kuş değil aslında...
Beğenmeyenler kıskançlıktan sevmiyor yoksa bir kuş cenneti mevcut değil şehrin her hangi bir mekanında…
Sonra angut kuşları...
Angut bile olamayan ve nefsinin elinde inim inim inleyen öyle çok insan var ki inanmak güç...
“Bu kuşu'nun eşi öldüğü zaman (yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi) gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda bekler... İşte bu canlının yaptığı en büyük"Angut"luk budur...”
Ve bu kuşlar eşleri öldükten sonra asla bir başka kuşla birlikte olmazlar...
Bir türküye ağlamak için o dili bilmek gerekmez…
“Gönül Yarası” işte…
“Gelin damadın yüreğidir” diyor türküde…
Ben düşünüyorum… Ya damat gelinin?
Aynı şekilde yüreği midir?
Ciğerden türkü söylenirse kanar hançerin…
Dili fark etmez…
Gürcüce, Hemşince, Kürtçe Türkçe…
Kederli bir akşamda terasındaki hamağın üzerine uzanıp geçen yıl bugün neler yaptığını harfiyen hatırlamak yakar canını…
“İyi ki yapmışımla” “hak etmeyen bir aşağılıkmış” arasında kalırsın…
Hiçbir psikiyatrda tanımlayamaz bu çelişkiyi…
Sonrası ölüm korkusu ve lal olmadığı halde konuşmayan bir papağandır işte…
Herkes bir başka yöne çevirir rotasını, yoldan geçerler…
“Kendilerini üzmeye değmezmiş”…
Oysa değerlerini yitirince değer, değmeli de…
Yüreğine bir okta değmeli…
Haksızsan hala soysuz bir köpek gibi dişlerini gösterme…
İnsan olan başını öne eğmeli…
Yüzü kızarmalı…
Sorun değil, birkaç bahar sürer sonra geçer gider…
Asil olan unutmaz ve hıyanet etmez yaşadıklarına…
Misafiri başının üstüne koyar hatta kolonya döker şeker tutar…
Köpeklerdir sadece kemiğini paylaşmayan ve yemese dahi gidip toprağa gömen…
Bu yazıyı okuduktan sonra gidin pencerelerinizi açın tülü sıyırın…
Dışarıya bir dakika süreyle bakın…
Yolda yürüyen kaç kişinin yerinde olmak isterdiniz…
Kaç kişi gibi olmadığınıza şükrederdiniz…
Ben bu yazıyı yazana kadar kaç kişi “merhaba” dedi dünyaya…
Kaç fahişe lüzumsuz ve orgazmsız bir sevişme geçirdi…
Kimler fesatlık düşündü…
Kimlerin nikahı kıyıldı…
Amel defterine Münker ve Nekir neler yazdı acaba…
Sonra İclal’e ne kadar yaklaştım kim bilir…
Ve acaba Yaratandan istesem benim doğurmama müsaade eder mi?
Susun bir bebek daha doğacak az sonra…
Ve birkaç kişi gasilhaneye yıkanmaya bir kaçı da dağa yakılmaya götürülecek…
…..
Bu gecenin de sabahı gelecek elbette…
Hangi gece var ki güneşin kızıllığına teslim olmasın…
Meğer iki canlıymışım…
Biri yok tek hakkım kaldı…
Artık seni bile senin kadar sevemem…
Yanımda olsaydın…
Ya da yanında…
Ölü bile olsaydım da keşke yanında olsaydım…
Havluyu sen sarsaydın tabuta…
Elin yüzüme değsin…
Yaratana yalvarırım günah olmasın diye…
Bir kerecik olsun izin versin…
Ama sanırım zamanı değil,
Döşümde kalanı getirin gözlerimi o kapasın…
Son kez baksın yüzüme…
Korkarım ağlamış olacağım…
Neyse ölüşmek üzere…
Tür: Bilim Kurgu / Fantastik / Aksiyon / Çizgi Roman
Yönetmen: Sam Raimi
Senaryo: Alvin Sargent, Sam Raimi, Ivan Raimi, Steve Ditko (Kitap) , Stan Lee (Kitap)
Müzik: Danny Elfman
Yapım: 2007, ABD, 140 dk.
Oyuncular: Tobey Maguire, Kirsten Dunst, James Franco, Thomas Haden Church, Topher Grace, Bryce Dallas Howard
Biz küçükken çok sevdiğimiz, ama şimdi tamamını hatırlamadığım bir masal (ya da tekerleme, çok küçüktüm hatırlamıyorum)vardı. "Örümcek ağlarını ördü, ördü, ördü…" diye başlayan… (Ya da belki ortasıydı bu cümle, başını unuttum da sadece burası kaldı aklımda…) Bu cümleden mi mütevelli bilmem, Örümcek Adam çocukluk kahramanlarımdan biridir benim. Aslında çocukluk da sayılmaz tam, lise yıllarımda okul çıkışı koşa koşa eve gidip seyrettiğim çizgi filmdir örümcek adam. Sonra, büyüdüm, okullar bitti, beni koşa koşa evin yollarına düşüren pek bir şey olmadı bir daha televizyonlarda… Ve sonra, bundan birkaç sene önce, Örümcek Adam, geri döndü hayatıma!
Bugün serinin üçüncü bölümüne gelinceye kadar, büyük bir heyecanla bekledim gösterime gireceği günü. Üçüncü günü bir endişe sardı beni, çok sevdiğim ve Spike'yi çok sevdiğimi bilen bir dostum "İzle muhakkak ama hayal kırıklığına uğrayacaksın sanırım, sonra da yaz…" dedi.
Sonunda, başka bir sevgili dostumla izledik, bir küçük paket patlamış mısır eşliğinde, sevdiceğimi…
Peter Parker, şehrin sevgilisi kahraman örümcek adamla foto muhabir arasında gidip geldiği hayatını Mary Jane ile birlikte yeni bir yöne çevirmek istemektedir. Ancak, herkesin olduğu gibi kahramanların da egoları, zayıf noktaları, ikilemleri vardır. Kendine güveni giderek artarken çevresiyle arasına açtığı uçurumları göremez Peter. Ama unuttuğu bir şey vardır, bir başka sevdiğimin, Al Pacino'nun dile getirdiği gibi: "Kibir, en sevdiğim günahtır.*"
Bir müddet sonra, kibirli örümceği, kötülükle mücadele edemez, tüm sevdiklerinden uzakta ve hatalarıyla baş başa buluruz… Edindiği düşmanlar da karşısındadır üstelik.
Örümcek Adam'ı bu filmde ilk iki filme göre huysuz, kibirli ve mızmız buldum ben. Tıpkı, hayatımızda illa ve illa en az bir tane bulunan şımarık arkadaşlar gibi, her şeyden sorun yaratan, kendini çok önemseyen, kendi sorunlarını dünyaya mal edenler gibi…
İçimizi sıkan, kurtulamadığımız insanlar gibi biri Örümcek Adam bu filmde. Görsel etkileme açısından ilk iki filme göre çok daha iyi olmasına rağmen, hem örümcek adam, hem de karşısındaki kötüler yeterince başarılı değil. Kötüler gerçekten kötü değil sanki ya da Örümcek Adam da en az onlar kadar kötü. Elden ezelden sevmediğim Harry Osborn bile Peter Parker'dan daha "iyi" bir karakterdi. Daha insanî idi. Bir kahramanın kendi zayıflıkları ile mücadelesi hep işlenen konulardandır, ama bu konunun etki bırakması öncelikle o kötülüğün karaktere gerçekten uyumlu hale getirilmesine bağlıdır. Belki Örümcek Adam'ı çok sevdiğimden, belki de Örümcek Adam gerçekten yeterince "iyi" bir kötü olmadığından, sadece mızmız, kibirli ve huysuz olduğundan beklediğim keyfi alamadım filmden. Ama bu Örümcek Adam'ı kalbimden atmaya yetecek bir hayal kırıklığı değil bu. Şimdiki hedefim, Örümcek Adam'ın çizgi romanlarını almak ve çizgi film arşivini oluşturmak… Onlar bu kırıklığı tamir eder, biliyorum.
Hayatımız da tıpkı Örümceğin ağları gibi, birbirine bağlı bir sürü olayla ve insanla dolu, hiç dikkat ettiniz mi?
Melis Mine
*"Vanity...definitely my favorite sin.", John Milton,
The Devil's Advocate (Şeytanın Avukatı) filminden…
"Ey Büyük Atatürk STOP Daha yükseklere tırmanmamız için bizlere bıraktığın aletleri, yol haritasını ve pusulayı devlet dairelerinden birinin arşivindeki tozlanmış bir sandıkta kilitli bulduk STOP Yazdıklarını okumayı ve onları başkalarına aktarmayı, seni anlatıp yüceltmeyi, kısacası bu işin edebiyatını artık bir kenara bırakıyor ve senin gibi bir tırmanıcı olabilmek azmiyle derhal yola koyuluyoruz STOP Bizden öncekilerin sebep olduğu gecikmeden dolayı özür dileriz STOP Bu çetin tırmanış için gerekli koşullara ve olanaklara sahip olmayı beklemeden harekete geçiyoruz STOP Muhtaç olduğumuz kudretin damarlarımızda mevcut olduğunu hepbirlikte göreceğiz
NON-NON-NON STOP"
<#><#><#><#><#><#><#>
Fotoğraf: Leyla Ayyıldız
Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Mahmur dağının başında bir duman bir duman
Mustafa Kemal'in başında daha bir duman
Dağ düşünür gündüz gece başından duman gitmez
Mustafa Kemal düşünür gündüz gece başından duman gitmez
Dağların başından duman eksik olmaz
Soy yiğidin başından duman eksik olmaz
Mahmur dağının dumanlarına baktı da dedi
Mustafa Kemal, Köroğlu olmak ne güzel şu dağlarda
Tutmak gece gündüz denizlerin yolunu, yol vermemek
Üşümek, ateş yakmak, yola düşmek ne güzel
Bölmek orta yerlerinden gemilerin getirdiği güneşi
Bir sana bir bana sermek ne güzel
Çakal dağının eteğine vardı ki Mustafa Kemal
Vakit alaca karanlık, dağın eteğinde bir kahve
Kahvede düze inmiş eşkıya, Karadeniz uşakları
Kaynıyor Erzurum işi semaver, çay demleniyor
Uyanmış su gözleri adamların susuz gözleri sıcak
Mustafa Kemal baktı, tanıdı hepsi halk
Oturdular, hep beraber çayı içtiler
Ordan burdan, dereden tepeden konuştular
Sabah güneşi gelip bağdaş kurdu bir yana
Yarı karanlıktı yüzleri birden aydınlandılar
Acı çekmiş, susamış, dağ çizgileri sert
Mustafa Kemal'in gözlerinde tek tek ışıdılar
Çıktı kavak yaylasına oh, dedi Mustafa Kemal
Ölmez be, insan bu vatanı sevince
Halk kokusudur güller çimenlerden gelir
Ovaları sürenler aşağıda, ormanlarda bıçkı sesleri
Dağılmış Mahmur dağının dumanları
Çekip cümle türküleri bir dere ışıltısıyla akar
Havzaya vardım ki, kulağımızı koyalım bir
Bağımsız yaşamak diyelim bir, dinle ne ses verir
Havza pazarına inmiş allı morlu köylüler
Çıkarlar ormanlardan gizli gizli, çağıralım bir
Gelirler toplanırlar ateşimize onlar için yaktık
Özgür yüreklerinin soluğunu üflesinler bir
Sevelim dedi, Mustafa Kemal, sevelim bir
Selam verelim bir, selam alalım bir
Halk olmak ne güzel şeydir arkadaşlar
Şu sabah çayını içelim bir kardeşçe sıcak
Yüzümüzü yunalım şu derede bir
Sonra kursunlar darağacını kavgamıza
Asarlarsa assınlar bizi düşlerimizden!
Ceyhun Atuf Kansu
Bulmaca - Sudoku
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın. Kolay gelsin.
...Futbolun gerçekliğinden sıkıldınız mı? Bir takımı ligdeki yöneticilerinden daha iyi idare edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Bize katılın kendi takımınızı kurun, diğer yöneticilerle yarışın ve en iyi olduğunuzu ispatlayın! http://online.sokker.org/ Türkçe dil desteği de mevcut. İyi eğlenceler.
... Binlerce yıl önce mahzende unutulan bir şaraptan tesadüf eseri keşfedilen elma sirkesinin, ciltteki lekelerden fazla kilolara, sağlıksız saçlardan varisli damarlara kadar birçok derde deva olduğu bildirildi. Elma sirkesinin özellikle pırıl pırıl saçlar, lekesiz bir cilt ve incecik bir vücuda kavuşmada çok önemli katkılar sağladığı vurgulandı... Devamı için http://www.hanimlar.com/moduller.php?modul=makale_oku&id=79
Tüm haber kaynaklarının tek bir çatı altında toplandığı güzel kaynaklardan bir tanesi http://www.haberler.com/ Yerel ve ulusal basından derlenmiş güncel haberleri bulabileceğiniz hoş bir web sayfası.
Online olarak oynanabilecek birbirinden güzel onlarca oyun için http://www.flyordie.com/oyun.html Tavla, dama, satranç, bilardo... Ne ararsan mevcut.
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.