Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.217

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 24 Mayıs 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Zaman kalmadı!..


Merhabalar

Öyle bir işle uğraşıyorum ki, zaman çizelgesi yapmak, yaptığın programa uymak hiç mümkün olmuyor. Bazen çok basit görünen bir problemle saatlerce uğraşmak zorunda kalıyorum. İşte o teknik problemlerden biriyle daha güreşmek zorunda kaldım bu gece. Mazeret yaratmak değil gevelediğim. Ama durumu bilesiniz diye söylüyorum. Mesela bugün, şu partilerin sürpriz aday adayları hakkında birşeyler karalamak istiyordum ama vakit yetmedi. Oysa saf değiştirenlerin saf mı, zeki mi yoksa idealist mi, fırsatçı mı olduğu üzerinde konuşulacak öyle çok şey vardı ki. Umarım yarın daha az problemli geçer, ben de sizlerle daha uzun sohbet olanağı bulurum. Hepinize güzel bir gün diliyorum, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Rana Marcella Özenç

 Kahveci : Rana Marcella Özenç


   EŞ KADEHLER

Sehpanın üzerindeki şarap kadehi eşine doğru bakıyordu yarı dolu ve eşi neredeyse boştu. Bu gece defalarca öpüşmüşlerdi ve ona defalarca 'seni seviyorum demişti. Saat epeyce geç olmalıydı. Dışarısı her zamankinden karanlıktı, zira hiç yıldız yoktu bu gece. Yağmur hazırlanıyordu düşmeye ve önceden bir haberci gibi soğukluğunu göndermişti. Ürpertici bir esinti giriyordu pencereden ve kadehin yanından tanışmaya çalışan avcı gibi şöyle bir geçerken diğer kadeh kıskançlıkla sallandı. Bunun üzerine yarı dolu kadeh onu teskin etmeye çalışır gibi karşılık verdi. Rüzgâr umurunda değildi çünkü onun bir eşi vardı. Mutlu bir şekilde içini çekti. Âşıktı ve mutluydu. Ama bu gece evde var olan keder onu biraz üzmeyi başarmıştı. Yardım etmek isterdi ama içindeki kırmızı şarabı kıvamında tutmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu çaresiz sahibesine.

Ortalık sessizdi. Sehpanın yanında yerde sahibesinin üstünden çıkarılan beyaz saten gecelik duruyordu hala. Terlikler kapının önünde atılıydı birkaç adım ötede. Mumlar çoktan sönmüştü ve yakılan tütsünün kokusu çoktan kaybolmuştu. Sehpanın önünde durduğu kanepenin üzerindeki kırlentler dağınık duruyordu birbirleriyle kavga edip küsmüş gibi. Biri hatta yerdeydi. Kırmızı kanepe onları barıştırmak istemişti beklide ama gecenin yorgunluğu odanın her tarafına sinmişti çünkü ev sahibesi ağladığında o keder, o negatif enerji hepsinin çökerdi üstüne. Yas havasındaydılar yarın ne olacağını merak ederek. Oysa gece güzel başlamıştı kapı ilk çaldığında. Ne hazırlıklar yapılmıştı. Kremalı çilekler, peynir tabağı ve üzümler bir şişe kırmızı şaraba eşlik etmişti sehpanın üzerinde bu gece eş kadehler boş beklerken. Ev mutluydu bu gece kapı ilk çaldığında. Müzikler ayarlanmıştı. Mumlar dizilmiş ve yakılmıştı. Kokulu mumlara bir de tütsü eklenmişti ve dumanlar beraber ağır müzikte tango yapmışlardı mum ışığı gecenin karanlığına renk verirken. Bu gece güzel başlamıştı.

Sonra kapı çalmıştı işte. Ne heyecan, ne tutku… Sahibenin elleri titremişti ilk yerleştirirken kadehleri sehpaya örttüğü beyaz satenin üstüne. Özenle hazırlanmıştı her şey ve mükemmeldi her şey tek kelimeyle. Hazırlıkların ardından nihayet kapı çalmıştı işte, heyecan dolu bir bekleyişin ardından. Kapının kolu bile heyecanla titredi belki ona dokunulduğunda. Kapı tereddüt etmedi bile açılırken; karşısındaki açık pencereden gelen rüzgârın da etkisiyle hızla ve aceleyle savruldu kavuşmak ister gibi misafire. O içeri girdiği an evdeki bütün eşyalar sustu. Bir çift ayakkabı yerleşti kapının ardına kapı kapandıktan sonra ama onlar yabancıydı biraz ve kıs kıs gülüyorlardı, zira onlar önceden biliyordu olacakları. Gelirken duymuşlardı o telefon konuşmasını. Sonra o arabayı park ederken telefonu kapattı ve kapıya geldi bir şey yokmuş gibi. Ama onlar duymuştu telefonun öbür ucundaki diğer sevgiliye verilen sözleri.

İçeri girdiğinde yüzünde bir gülümseme vardı. Özlemiş miydi? Ev sahibesine sıkıca sarıldı sever gibi. Onu öptü ve kokusunu içine çekti. Nereden bilsin zavallı kadın bunun son olduğunu? O sadece özlendiğini sanmış bir de üstüne mutlu olmuştu. Kanepedeki Hint desenli kırlentler yerlerindeydi daha ve küsmemişlerdi. İki eski âşık kanepeye oturdular ev sahibesi bir kadeh 'hoş geldin' şarabını kadehlere koyarken. Sonra kadehler ilk kez kalktı ve iki kadeh sevgi tazelediler; zira kadehler evliydi bir zamanlar bu iki yabancının olduğu gibi.

Mutluydu bu gece ev sahibesi çünkü altı aylık aradan sonra kocasının eve döndüğünü sanıyordu. Artık üçüncü kadın olmaktan çıkmıştı. Affetmeye de hazırdı. O hazırsa eşyalar ihanet etmez onlar da affederdi elbet. Bu kanepenin üzerinde ev sahibesine ihanet edilmişti birkaç kere ama önemi yoktu. Geçmişte kalmış olmalıydı bunlar. Kanepe böyle düşündü. Mutluydu evin erkeğini gene görmekten.

Kıs kıs gülen ayakkabılarla eve gelen adam kanepede yanında oturup kadehlere şarap doldurmuş ev sahibesinin omuzlarına düşen altın sarısı saçları eliyle şöyle bir itti açık teninden. Biraz kızarmıştı ev sahibesi. Bu insan altı ay önce aynı evi paylaşan kocasıydı ama sanki bu gece ilk defa buluşmuşlar gibi heyecanlıydı. Adam elindeki kadehi sehpaya geri bıraktı ev sahibesinin kadehinin yanına ve yeni konan kadeh diğerine göz kırptı. Her şey yolundaydı.

Adam yaklaştı ev sahibesine ve onu öptü uzunca. Altın sarısı saçlarla oynamaya devam etti bir yandan. Sonra geri çekildi ve kadehini eline aldığında kadeh adamın ellerinin titremekte olduğunu sezdi. Adamın yüzü gülüyordu ama gözleri boştu. O an anladı kadeh bir sorun olduğunu ve sehpaya geri inerken eşini uyardı. Eşi inanmadı ona. Bir şeyler yapmalıydı ama ne yapabilirdi ki. İnsanoğlu kapalıydı doğadaki bilinmeyen seslere teknolojiden beri ve kadeh asla sesini duyuramadı sahibesine. Ama adam konuşmaya başladı ve ses tonu sakindi.

Birkaç kadehten sonra ev sahibesi çakır keyif olmuştu ve adamla eski günlerden konuştular. Adam onu çekti kendine heyecanla ve artık dayanamaz gibi şehvetle karısının üzerindeki beyaz saten geceliği sıyırdı. 'Çıkar' emrini verdi. Ev sahibesi itiraz etmeden emri dinledi ve çıkarıp yere attı. Adam ayağa kalktı ve ev sahibesini kucakladı. Onu yatak odasına taşıdı ve yatakta kırmızı saten çarşaflar hazır beklemekteydi. İlk kez sevişen liseli çiftler gibi heyecanlı hatta belki beceriksizce ve belki biraz da amatörce sevişti bedenleri altı aylık aradan sonra. Tabii ki gece planlandığından çabuk son buldu ama değerdi ve şimdi eve dönen kocasına sarılıp uyumak kalmıştı geriye. Bedenini kollarıyla sardı ve kocasının kokusunu içine çekti ev sahibesi, ama adam onu hafifçe itip kalktı. Banyoya gidiyordur diye düşündü ev sahibesi. Banyoya bugün temiz havlular koymuştu eve dönen kocası için. Gerçekten de adam banyoya girdi ve çok geçmeden çıktı ama yatağa dönmeden yere atılmış eşyalarını topladı ve giyinmeye başladı. İşte o an anladı ev sahibesi bir sorun olduğunu ama itiraf etmek istemedi ve belki üşümüştür diye geçirdi içinden. Tamamen giyinen adam yatağa oturdu ve ev sahibesini öptü. Dudaklarından acı bir söz düştü 'Hoşça kal' ama işte o an biliyordu ev sahibesi, bu öylesine bir hoşça kal değildi bu son hoşça kaldı.

Adam kıs kıs gülen ayakkabılarını giydi ve kapıyı açtı. Çıktı ve gitti. Bu son geceleriydi birlikte. Yine gitmişti ama bu sefer dönmemek üzere; çünkü ev sahibesi yine üçüncü kadındı ve adamın yaptığı seçim açıktı.

Sehpanın üzerindeki şarap kadehi eşine doğru bakıyordu yarı dolu ve eşi neredeyse boştu. Odaya hüzün dolmuştu ve kanepe suskundu. Ev sahibesi ağlıyordu yatağında sessice ama hepsi biliyordu, kanepe, sehpa, eş kadehler, kapı ve yatak… Yarın sabah güneş doğacaktı yine ve gün devam edecekti, hayat gibi…

Rana Marcella Özenç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,208,208,208,208,208,208,208,20
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Deniz Marmasan

 Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan


   Kanayan Mevsimlerden

Kan dolu bir kuyuya attıkları kayalar kesti içimde tekrarlayan "nakarat gibi yağmuru"... Suyumu içtiler, kanımı donduran soğuğa ölümü işlediler. Çözülmemiş bir buzdum, şimdi buharlaşmış bir yokluk... Kızılımı aldılar, çıldırtıcı beyazlıklar içinde kaldım. Bir kasap gibi etlerin arasında, kanı yok olmuş cesetler arasında kaldım. Cehennemin bir ucu yangınmış, sürünerek varılan. Taş duvarlardan kıpkırmızı bir sıcaklık akarmış, damarlarımda kaybolana benzer. Sessizliğinde çığlıkların bir inmiş dizelerin kanat gerdiği. Karanlık bir girdaba benzer pergelin birleşmeyen iki kolu, bizim yaklaşamadığımız koyuluğumuz. Tiz bir çığlıktı suskunluk, ben sustum senin kızılın cesetlere makyaj oldu..

Editör'den Not: Genç yazarımız Deniz Marmasan Çankaya Belediyesi'nin düzenlediği "Ulusal Uyanış Kompozisyon Yarışması"nda Üniversiteliler arası Türkiye ikinciliğini aldı. Kendisini kutlar, başarılarının devamını dileriz.

Deniz Marmasan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Afşin Selim

 Kahveci : Afşin Selim


   Sığıntı zamanlarda nefes alış verişler…

Dilimin ucundaki son heceyi de çaldılar. Çaldırdım aslında. Ben yine, ve yine kitap kahramanlarına mahkum bir hayat yaşamak zorunda kalacaktım. Bilmem ki, niye böyle aceleciydim… ama hayat kısaydı, vakit azdı, zamanımız kısıtlıydı… Belki de vakitsiz geldik bu dünyaya, belki de vakitsiz gidenlerden olacaktık… Dünya tersine döndükçe, biz de tersine dönüyorduk dünyanın. Umurumuzda mıydı… Dünyaydı işte, bizde insan! Yaşamayı özlediğimiz anlarda, yaşamlar azaldı, zaman cimri davrandı! Nice mısralarımız vardı, güzellikler açan, karanlığı boğan, sevgiyi ve sevgiliyi hatırlatan… ama, ama, ama…

Bizimdi gökyüzü. Aynı gökyüzüne bakıyorduk. Bu tuhaf yalnızlıkları şehir mezarlığına defnetmek gerekliydi. Neden kimseler şikayet etmiyordu yalnızlığından… Bu şehir bize yalnızlığı mı öğretmişti… Kaçıştı yalnızlık! Kurtulacağını sananların son durağı, son limanı, son uğrak yeriydi. Herkes kendini kandırıyordu bu şehirde. Biz yalanlarla yaşıyor, yalanlarla uyanıyorduk… Şu kalabalıklar teker teker kaybolsa, niye mutlu oluruz, neden mutlu olabilme ihtiyacı duyarız… Herkesin birbirine yabancılaştığı şu yeryüzü, şu topraklar, şu şehir; ne diye hâlâ ayakta duruyor. Bu inat kime, bu inat neden… Şu yalnızlar, Tanrı'yı öldürdüğünü mü zannediyor… Bu tuhaf kibirlerin sonu nereye çıkar, nerede biter… ya da her şeyin sonunu düşünmek mi gereklidir… Bu kalabalık "enayilerini" ne zaman, nerede bulacaktır…

Herkes herkes gibi yaşıyor. Mefkûreler farklı, kaldıysa eğer… insan denilen canlı, elbette bir şeyleri tutacak, bir şeyleri savunacak, bir şeylerin peşinden gidecek… Ne yapsaydık, yerimizde mi saysaydık, bir şey hissetmeden, bir şeyler üzerine kafa yormadan, asalaklar gibi terk mi etseydik yeryüzünü… Bir de şu mefkûrelerin verdiği romantizmi sormayın gitsin. Ne romantik şeyler onlar. Rüyalar alemi! Hiç uyanmamak isteği…

Su sesi haz veriyor. Sabahın ilk saatleri bereketli. Bu şehrin kalabalığına her bakışımızda; işgal ordularına karşı zafer kazanmış bir gerilla edası beliriyor yüzümüzde… Sıkı sıkıya sarılmak; kardeşleşmek gerekli. Yağmur sonrası toprağın kokusu nasıl da güzel… Sen de onlar gibisin diyerek terk etmek sevgiliyi, bu şehrin kalabalığına bir kez daha yabancılaşmak…

Bu şehrin cılız sesleri, cılız çocukları bile ne heybetli duruyor öyle! Doğru ya, şairin dediği gibi; ellerin yurdunda çiçek açıyor… Biz ne yapıyoruz: Doğuş anındaki şüpheler devam ediyor. Kısır döngüler eşliğinde danslar ediyor şehrin insanı. Nazlı nazlı bakıyor mevsimler, hiçbirini düşünmüyoruz. İçimizdeki putların kölesi olmuşuz. Yalvarıyoruz onlara, tüm benliğimizle esir düşmenin zevkini çıkartıyoruz. "Köpeklerin de onuru olur mu" diye saçma sapan şeyler geliyor insan aklına… Katilimizi arıyoruz şehirde. Kimse kimseyi görmüyor. Kimse kimseyi tanımıyor. Aşklar ve sevdalar ilk otobüs durağında sona eriyor. Dilencilerin dilenmeyenlerden daha zengin olduğu bu şehirde, bütün yalnızlığımızla selamlıyoruz selam ehlini…

Sürüleşen kalabalıklar umarsız davranıyor… bir o kadar da vicdansız… Donuk donuk bakmadık mı onlara… Şehrin her yerini görebileceğimiz bir tepeye çıkarak şehri seyretmek, sonra şehri tek bir bakışla işgâl edebilmek… Bu şehirde "hiç" kalınan her bayram sabahına inat, şu kalabalıkları o tepeden seyretmek… Ne yapmalı, nasıl etmeli hiç mi hiç bilememek. Bu şehrin hiçleri olmak. Onunla da gurur duymak!

Felsefi şapşallıklar yaşatıyor bu şehir. Bu kalabalıklar neyi ezberliyor... Hangi ezberle yaşıyorlar… Kodlanmak nasıl bir duygu diye sorduğumda, yine anlaşılamayacağı mı biliyorum. Şu kalabalıkları tane tane fişliyorlar. Bu şehirde "fitneye müdahale derneği" kurulsa ne yoğun faaliyetleri olur… Yaratıcı fitneciyi sever mi? Ya bozguncuyu…

Cevapsız sorular edinsek… Bir an önce yorulsak! Gidenlerin ardından, gelenlere "hoş geldin" desek… Gitmek çığlıklarını, şehrin mezarlığına armağan etsek... Sonra tedirgin bir şekilde, insanlığı kurtaracak buluşlar yapsak… Yine duyulmasa adımız, yine kimseler bizimle konuşmasa… Çaldırsak hayalleri, dünya dar deyip, kaçamak şeyler yapsak… Bölsek uykuları, uykusuz ve yalansız kalsak… Her gece bunalsak, her sabah bunalımsız uyansak… Tahrik etse kalabalıklar bizi, sağımızı solumuzu göremesek…

Afşin Selim


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


Adam ve Kadın

Artık gülmek zamanı geldiğine inanır olduğunda karmaşıkça ağlamalı zamanlardan geçiyorsun en fazla. Ve sen ne etsen kurtuluş yok bu kafiyeli yollardan…

Gözlerinde kamaşsal tonlar gizlemiş. Tehlikeli suların sıcaklık değerlerindeki yanılma payları kadar yanılmalar ve yamalar yaşanmış. Banyo aynasının buğusuna da yazı yazabilirsin; yağmurlu, ıssız bir yoldan geçen otobüs buğusuna da. Ve hiçbir banyo aynası yazısı yalnızlığı otobüs soğukluğu uzaklığıyla kıyaslanmamalı.

...

Hangi aydı hatırında değil. Yaşadıklarının yaşanmış olmasını kafi belledi her daim. Ayları, günleri, saatleri aklına kazımayı sevmedi. Hatta bu yüzden saçmalıklar yaşadı bazen. Misal ilk tanışma günü gelen çiçekleri kabul etmez hiçbir zaman. Komik bulur. O inceliği bir çiçeğin dalından ötelerdeki öteliklere vurur. Bu öteliği görebilenlere vurulur…

Yol bozuktu. Sulu bir kar vardı kaldırımlarda. Botlarını deri kokan bir dükkandan dünya para sayarak almış ürkek bir çocuk kadar tedirgin basıyordu yürüdüğü yollara. Ellerinde valizler vardı. İki çantasını da takmıştı. Biri sırtındaydı çantanın, diğerini heybe işlevselliği biçiminde uzatmıştı çaprazlayarak. Üşüyordu. Burnunu çekiyor, gözlük camlarını ıslatan damlalara sövüyordu ihtimal. Damlalar gözlük camlarını ıslattıkça görüş mesafesi daralıyordu. Bir hipermetrop görüş mesafesi için kalıtsal göz marazından sonra en çok damlalardan alacaklıdır aslında. Hangi aydı; sanırım aralık. Sırt üstü uzandığı o çok yorgun gece bitimlerinin ezana durduğu saatlerdeki düşünüşleri gerçekti şimdi. Yürüyordu. Ellerindekilerin ağırlığına omuzlarındakiler de eklendikçe yorgunluğunun katlandığını hissediyordu. Ve ıslaktı gözlük camları. Ve üşüyordu. Aylardan; evet, evet mutlaka aralık olmalıydı. Gamlı bir uğultu başladı girdiği yolda. Çok söz dönüyor hiçbiri anlaşılmıyordu ama. Valizler vardı, herkesin valizlerinin tekerlekleri çamurlu suların engebesine bulanırdı. Muavinlerin tonlamasını asla değiştirmeyerek bağırdıkları ve artık kerelerce söylenir olmaktan anlamımı yitiren cümleleri vardı; bursa, bursa; Eskişehir; Eskişehir; Diyarbakır; nereye abla?..

Valizleri muavine uzattı. Sorduğu sorulara çok ters yanıt vermiş olacaktı ki yılışıkça gülen muavin birden ciddileşmeye çalıştı. Bunu beceremedi evet ama en azından ciddiyete meyil etmeye çalıştı. Kızdı önce kendine, sonra umursamadı. Hızlıca bindi otobüse koltuk numarası kaçtı; 12, hayır, tamam 15. Biraz ilerleyince güzel saçlı bir genç kızın yan koltuğunda oturacak yol arkadaşı olduğuna sevindi. Başıyla selam verdi. Elindeki poşetleri koltuğa bıraktı; usulca indi. Evden kimse bu uğurlama hadisesini bir merasim haline getirsin istemedi. Bu yüzden uzun süreli pazarlıklara girişti onlarla. "gelmeyeceksiniz, abartmaya lüzum yok"lar sonunda çare verdi. Hepsiyle evde vedalaştı. Boğazındaki yumruk yol boyu katlandı belki, belki bu yalnızlaşma hali hiçbir şairinki kadar fiyakalı olamadı ama o böyle istemişti. Vedalaşma hadisesini bir iç savaşa dönüştürmeden çekip gitmek en güzeliydi. Sonra, güzel bir tarafı daha vardı bu ısrarının kabul edilme yanındaki haklılığın. Yanında atkısını hüznüne dolarcasına sıkıca dolayan, atkısı gözlerindeki tonla aynı olan bu adamı ailesine açıklayamazdı. Arkadaşım derdi en fazla; yalan değil arkadaşıydı da ve ihtimal kızmazdı ailesinden hiçbiri ama yanındaki adam böyle bir karşılaşma hali için asla hazır değildi; böyle söylerdi. Aklından ve yüreğinden kamaşsal yalnızlıklar geçtiğinde nereden başlayacağını bilemediği için bitiyor işte insan. Hani ne söylense gereksiz olabileceğinin korkaklığından belki, en gerekliler dahi susuluyor; kana kana içilemeyen bardaklardaki doluluklar birilerinin canın çokça yakıyor, kesiyor, sancıtıyor en fazla. Kırılıyor içine şimdiye kadar doldurulan her ne varsa. Hayat ütopyalarla yürümüyor. Gerçeklerin kıyısı bir aralık akşamında sızıyor iki genç karmaşanın suskunluğuna. Hayat böyle öğreniliyor. Sonra "hayatlı bir okuldan mezun" olmayı kendine vasıf edinenler oluyor. Ama böyle aralık ayı kamaşsal özlemlerin gençleri bu cümleden hayatları boyunca tiksiniyor. Aylardan aralık; dışarısı soğuk, yüreği enkaz, bu veda zamansız…
Papatya çayı bulamayız burada açık bir çay iç, yola çıkmadan iyi gelecek
İlacını al mutlaka, gerçi ben seni ararım vakti yaklaştığı zaman
Kayıt işlemlerinde problem çıkarsa hemen ara beni, Refik Amca'ya haber veririz; bunları asla sorun yapma dedi. Söylemek istediklerinin bunlar olmadığı o kadar belliydi ki.
Açık iki çay geldi. İçtiler. Sonra kalkıldı. Naneli şeker, çubuk kraker, sevdiği dergiler alındı. Şimdi otobüse varmaya giden o ıslak yol uzunluğu dışında yürüyecek, beraber kat edilmesi muhtelif kaldırımları kalmamıştı. Hayat tüketmişti bütün yolları. Ve ütopyalarla gerçekler birbirinden bıçak kazıntısı kadar derince, keskince farklıydı.

...

Yolumu aydınlattın hep. Ne zaman karanlık bir çıkmaza girsek, olmuyor, beceremiyoruz desek bir şekilde güneşler buldun çıkardın. Neticede doğurmayı da başardın güneş aydınlığı sabahları. Her doğum sancılıdır zaten. Dönemeçlerini kendin seçersin hayat adına. Bu dönemeç bizim seçimimizdi. Beklemek, sabretmek ya da türev kelimeler dönmeyecek aramızda. Bu uzunluk uzak olabilecek kadar uzun. Alışacağız dedi genç kadın. Buğulu gözlerindeki acı bıçak keskiniydi adamın. Önce yutkundu; görüş mesafesinde durmayı beceren en uzak noktaya baktı sonra. Alışmaya çalışmak yok, yalan; sadece kabullenmek olacak bu dedi.

Ömürlerindeki dönemece gelip duran neydi bilinmiyordu. Bir uzaklık yaşanıyordu. Asıl uzaklık henüz yaşanmadığı için ne demek bilinmiyordu. Kadın gitti. Adam kaldı. Aradan yıllara yenilen zamanlar geçti. Bazen çok sancıtan, adamın söylemiyle bazen alıştırmayan ama kabul gördüren zamanlar tükendi. Aradılar birbirlerini. Onlar her şeyden ve hepsinden öte sıkı iki arkadaştılar. Bu arkadaşlığın temelinde güzel paylaşımlar da yaşadılar. Başkalaşan acılar da. Hepsi tükendi. Ama tükenmedi arkadaşlıkları. Çok sık olmamak kaydıyla aradılar birbirlerini. Soğuk karlı geceler bitti. Evvel zaman sonra yaza durdu mevsim. Gidişlerin boğazda düğüm olan acısı yerini kalbe çörekli bir heyecana bıraktı. Eve dönüşünün ilk sabahı adamı görmek üzere anlaştı adamla kadın. Birlikte yürüdükleri son yol o aralık akşamındaki otobüs mesafesindeki kadar kalmakta ısrarcıydı. Yolda amansız bir kazanın kurbanı oldu adam. Üç mevsimlik hasret yerini artık asla giderilemeyecek bir özleme devretti. Bittim dedi kadın, artık yaşanmayacak. Ütopyalar gerçeklerden farklı kaldı bir kez daha. Yitirildi adam. Telefon uzaklığı da bitti, arkadaşlığı da, omzundaki o eşsiz varlığı da. Haklıydı bir kez daha adam, alışmak değildi bu kabullenmek oldu en fazla.

...

Banyo aynasının buğusuna da yazı yazabilirsin; yağmurlu, ıssız bir yoldan geçen otobüs buğusuna da. Ve hiçbir banyo aynası yazısı yalnızlığı otobüs soğukluğu uzaklığıyla kıyaslanmamalı.

Genç kadın her aralık nereden nereye yolculuk eder olsa şimdi cama asla aksatmadan yazar aynı cümleyi; Alışmaya çalışmak yok, yalan; sadece kabullenmek olacak bu…

Otobüs yolculuklarınız aralık ayına denk gelirse eğer yanınızdaki camın buğusuna bakın inerken; aralık yolculukları otobüs buğusuna acı yazdırır. Kim bilir yanınızdaki yol arkadaşınız belki her aralık aynı cümleyi cama kazıyan o yaralı genç kadındır. Alışmaya çalışmak yok, yalan; sadece kabullenmek olacak bu…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
10 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Yağmur Zamanıydı…

Dediğin gibi,
Yağmur zamanıydı,

Sesleri çok iyi bilirim,
Çok dinledim gidişlerindeki sesleri,
O seslerin yankılarını,
İnsana neler yapar ben bilirim…
Sesleri bana bırak…

Dediğin gibi bir yağmur zamanıydı,
Sen yalan dünyanla yağdın yüreğime,
Bile, bile sevdim,
Bile, bile yalan seni…

Dediğin gibi,
Yağmur zamanıydı,
Sen bana akmadın,
Ben akmak için ölürken,
Yalan dünyan set oldu aramızda,

Yağmur zamanıydı,
Her damlası bir başka canımı yaktı,
Korunaklarım vardı,
İstemedim,
Acının sonuna kadar,
Acı senden ya,
Ben istedim acımayı…

Acımasızdı,
Yağmurda,
Sende,
İkiniz vardınız,
Ve ben ikinizin varlığında,
Sevgimle çok yalnızdım…

Yağmur zamanıydı,
Hissetmek…
Bunu da bana bırak…
Sen duyduğun, Gördüğün,
Okuduğunla gittin,
Oysa dinleseydin yüreğini,
Gerçekten yüreğime dokunmuş olsaydın,
Bilirdin,
Anlardın yalan konuştuğumu…

Yağmur zamanıydı,
Gittin,
Baktın kalan benden sana fayda yok,
Açılabilecek başka olur yok,
Gittin,

Gitmeler sen demek …

Şimdi daha iyiyim,
Seni kaybetme korkum yok,
Başka bir kadına bakışın,
Başka bir tene dokunuşun,
Umrumda değil,
Senin seçimindi,
Ben seçilmedim.

Yaz geldi,
Yağmur zamanı geçti,
Yaşananların üstüne yıl geçti,
Geriye dönüp bakmıyorum,
Ama biliyorum,
Ardımda;
Hayatımın tek gerçek sevgisini bıraktım,

Şimdi yaz zamanı,
Söz Tek Damla Göz Yaşı Yok.
SÖZ.

Sevilay Ataibis

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




Çizen: Semih Bulgur

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

...Futbolun gerçekliğinden sıkıldınız mı? Bir takımı ligdeki yöneticilerinden daha iyi idare edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Bize katılın kendi takımınızı kurun, diğer yöneticilerle yarışın ve en iyi olduğunuzu ispatlayın! http://online.sokker.org/ Türkçe dil desteği de mevcut. İyi eğlenceler.

... Binlerce yıl önce mahzende unutulan bir şaraptan tesadüf eseri keşfedilen elma sirkesinin, ciltteki lekelerden fazla kilolara, sağlıksız saçlardan varisli damarlara kadar birçok derde deva olduğu bildirildi. Elma sirkesinin özellikle pırıl pırıl saçlar, lekesiz bir cilt ve incecik bir vücuda kavuşmada çok önemli katkılar sağladığı vurgulandı... Devamı için http://www.hanimlar.com/moduller.php?modul=makale_oku&id=79

Tüm haber kaynaklarının tek bir çatı altında toplandığı güzel kaynaklardan bir tanesi http://www.haberler.com/ Yerel ve ulusal basından derlenmiş güncel haberleri bulabileceğiniz hoş bir web sayfası.

Online olarak oynanabilecek birbirinden güzel onlarca oyun için http://www.flyordie.com/oyun.html Tavla, dama, satranç, bilardo... Ne ararsan mevcut.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070524.asp
ISSN: 1303-8923
24 Mayıs 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com