Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.220

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Mayıs 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Karıncanın taşıdığı su!..


Merhabalar

Birkaç ay evvel babamı internetle tanıştırdım, galiba size anlatmıştım. Akabinde sıkı bir okuyucu kazandım. O da yetmedi, posta kutumu bombalayanlar kervanına da katıldı. Öyle ki, birkaç saat eposta gelmezse merak etmeye başlar oldum. Sağolsun yolladıkları hep kendisine başkalarından gelenler. Olduğu gibi tek bir laf silip, eklemeden gönderiyor. Fazlalıkları silme, üstüne yorum ekleme dersine gelemedik henüz. Durum böyle olunca, kendi posta grubuyla da artık aşina olduk. Grubun da maşallahı var hani. Eski bir genelkurmay başkanından tutun, gazeteci, milletvekiline kadar oldukça geniş ve VİP bir kadrosu var. Tabiatıylan gelen epostalar da gündemin nabzını elde tutanlar oluyor. Yanyana geldiğimizde sorguya çektiği için hepsini başından sonuna okuma ve izleme gibi de bir zorunluluğum var. Genel dağıtımda rastlamadığım bazı gönderileri bir yere istifleyip zamanı geldiğinde kullanıyorum. İki gün sonra 1 yaş daha gençleşecek babama uzun ömürler diliyor, dün bana yolladığı bir mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum. Herzamanki gene yazarın adı belli değil ama olsun, zarfı değil mazrufu önemli olan.

"Karıncanın taşıdığı su;

Nemrut Hz. İbrahim’i yakmak için ateş yaktırmış, Hz. İbrahim’i mancınıkla ateşin ortasına atarak yakacak ve gücünü herkese göstererek bir daha kendisine karşı çıkılmasını önleyecekmiş. Bunu duyan bir karınca ağzını su ile doldurarak boyu göklere uzanan ateşe doğru koşmaya başlamış. Diğer bir karınca onun bu telaşını görünce hemen yanına yaklaşıp “Nereye böyle arkadaş bu acelen niye?” diye sormuş.
Ağzında su taşıyan karınca ağzındaki bir damla suyu ellerinin arasına alıp, “Duymadın mı?” demiş; “Nemrut Hz. İbrahim peygamberi ateşte yakacakmış işte o ateşin olduğu yere su götürüyorum…”
Diğer karınca buna gülmüş “Senin bir damla suyun o ateşe ne yapar ki?”
Suyu taşıyan karınca “Olsun” demiş, “Hiçbir işe yaramasa da hangi taraftan olduğum anlaşılır!”

Kıssadan hisse…

Bu toprakta yaşayan ve kendini birey olarak ifade eden herkes önümüzde yapılacak genel seçimlerde vatandaş olmanın gereği ve sorumluluğu içersinde hareket etmeli, hiçbir mazerete sığınmadan oyunu kullanmalıdır. Bu ülkede çok konuşan ancak oy kullanma zahmetinde bulunmayan 11.000.000 seçmen mevcuttur. Bu oylar sandığa girmediği sürece LAİK VE DEMOKRATİK DÜŞÜNCEYE, ATATÜRK’ÜN KURDUĞU CUMHURİYETE TARAF OLANLARIN GERÇEK SAYISI bilinmeyecektir. Tandoğan, Çağlayan, Gündoğan meydanlarındaki tavrımızı seçim sandığına yansıtmamız bu ülkeye karşı en büyük yurttaşlık borcumuzdur.

Lütfen unutmayınız; suyun değeri kuyu kuruyunca anlaşılır.

Zamanı geldiğinde sandığa gidip oyunuzu kullanmıyorsanız. Atatürkçülüğünüz, Milliyetçiliğiniz, Vatanseverliğiniz, Çağdaşlığınız, Demokratlığınız, Özde değil sözdedir…

Şu an Cumhuriyetimiz için bir damla suyu azim ve irade ile taşıyan milli bilince ve ruha ihtiyaç vardır…

Bu bayrağın göndere çekilmesini sağlayan herkese bunu borçluyuz.

OYUNUZU KULLANIN!!!


Eh doğru söze ne denir. Haydi kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Suna Keleşoğlu

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


  YUMURTA

Bir festival ardında bıraktıklarına rüzgârla selam veriyor.
Bugün hava rüzgârlı, adeta gidenleri yolcu edercesine hiç durmaksızın esiyor.

60. Cannes Film Festivali yaklaşık iki hafta boyunca güney Fransa sahillerinde sinema rüzgârı estirdi. İyisiyle, kötüsüyle, skandalıyla, kırmızı halısı ve üzerinde salına salına poz veren ünlüleri ile geçip gitti. Kimilerine imzalı star fotoğrafları, kimilerine ünlüleri kırmızı halıda görmenin keyfi, kimilerine doyasıya film izleme zevki, kimilerine ödüller, kimilerine ise bir filmin peşinden gidip sinemayı yeniden sevme duygusu bırakıp gitti.
Ödül töreni yapıldığı sırada bu yazıya başlamamıştım, aslında alınan ödüllerden, yarışan filmlerden bahsetmek de istemiyorum. Bizim basınımız genelde buradaki eğlenceli parti haberleri ile sinema festivalini sayfalarına taşıdıysa da, bir kaç sinema yazarımız gösterilen filmlerden ve burada Türkiye'yi temsil eden Yarışma kategorisinde yer alan Fatih Akın filmi "Yaşamın Karşı Kıyısında" ve Yönetmenlerin 15 Günü bölümündeki Semih Kaplanoğlu filmi"Yumurta" dan sık sık söz ettiler.

Bana anlatacak ne kaldı? Takılın peşime elbet sizin için kendimce anlatacak bir şeyler bulacağım.

Sinema sever biri olarak her sene burada yapılan festival sırasında bilet, davetiye ne bulabilirsem kendi imkanlarımla filmleri izlemeye çalışıyorum. Öncelikle Türk filmlerini tercih etsem de, festival boyunca izlediğim birbirinden ilginç filmler sayesinde sinema sektörüne kendimce bir geziye çıkıyorum. Bütün bu gözlemlerimden çıkardığım ise hâlâ bizim sinemamızın yeterince yol almadığıdır. İtiraz eden sesler yükselebilir. Son dönemlerde çekilen ve hayli başarılar kazanan filmlerimizi unutuyorsun diyebilirsiniz. Fakat burada festival zamanı onlarca ülkeden yine onlarca yönetmenden kısa ve uzun metrajlı filmleri izleyince ya da sadece onların tanıtım bilgilerini okuyunca bile ülkemizde sinema adına yapılanları yeterli bulmuyorum. Aslında tüm bu karamsarlığımın son dönemlerde DVD sipariş ederek izlediğim Türk filmleriyle de ilgisi vardı. Belki çoğunuzun sinemada izlediğiniz yeni dönem filmlerini ben gecikmeli de olsa şu son dönemde izleme olanağı buldum ve maalesef beni derinden sarsacak bir film bulamadım. İçlerinde Takva, Beş Vakit gibi başarısını kanıtlamış filmler de vardı ama dediğim gibi ben beni çarpacak,işte budur dedirtecek filmimi daha bulamamıştım.

Sabah 06.30, günlerden 22 Mayıs, eğer görmeyi çok istediğim Türk filmini kaçırmak istemiyorsam erkenden kalkıp yollara düşmeliyim. 07.00 otobüsü ile yaklaşık 40-45 dakikalık bir yolculuğun ardından Cannes'dayım. Güzel bir sabah, filmin gösterileceği salonun önünde henüz kimsecikler yok. 09.00'da gösterilecek bir film için iki saat önce sıraya geçmek saçmalık demeyin burada festival zamanı yaşanan kalabalıktan gösterimdem 1 saat önce sırada yerinizi almanız gerekmekte bazı filmlerde. Sütlü kahve içecek kadar vaktim var, gazeteleri tarıyorum ve daha fazla oyalanmadan sırada yerimi alıyorum, şanslıyım önümde sadece iki kişi var, benden sonra kalabalık artmaya başlıyor. Arkama düşen Rus asıllı olduğunu tahmin ettiğim kadınla kısa bir sohbete koyuluyoruz. Kalabalık artıp gösterim saati yaklaştıkça tanıdık bir yüz beliriyor, sonra bir tanıdık yüz daha. Ben heyecanla arkamdaki kadına bakın bakın bu filmin yönetmeni, bu da oyuncusu diyorum. Kadın da heyecanlanıyor, kapıların açılması ile salona geçmek üzere merdivenlerden hızla iniyorum, kendi dilimde merhaba diyorum filmin oyuncusuna, sonra tam sinema salonunun kapısında güzeller güzeli bir çift mavi gözle göz göze geliyorum. Yine kendi dilimde selamlıyorum onu, filmin genç kadın oyuncusunu.
Artık filmi beraber izleyeceğimiz sıra arkadaşımla filmin yönetmeni, teknik ekibi ve oyuncularının yer aldığı koltukların üç sıra önünde yerimizi alıyoruz. İçerisi kararıyor ve film başlıyor.

"YUMURTA"

İşte nihayet aradığım film buymuş. Baştan sona beni sarıp sarmaladı. Yönetmenin anlatımdaki başarısı, oyuncuların doğallığı, senaryonun incelikli dokusu, görüntülerin ve özellikle mekanların tüm gerçekliği ile beyaz perdeden yansıması bir araya gelince ortaya çıkan çok güzel bir filmi izleme şansı bulmuştum.

"Yumurta"da kendimi birden filmin içinde buluvermiştim. Küçük kentten metropol yaşamına, oradan da yurtdışında bir hayata geçmiş biri olarak kentime özlemle karışık yabancılaşma duygusunu yeniden sorgulamama neden oldu bu film.

Filmin tanıtımlarında yer alan sinopsisi şöyleydi;

"Şair Yusuf annesinin ölüm haberini alır ve yıllardır uğramadığı kasabadaki çocukluk evine geri döner. Bakımsızlıktan harap düşmüş bir evde onu genç bir kız, Ayla beklemektedir. Yusuf beş yıldır annesi ile yaşayan bu uzak akrabadan habersizdir...

Ayla'nın Yusuf'tan bir isteği vardır. Zehra'nın ölmeden önce adadığı adağı oğlu Yusuf yerine getirmelidir. Taşra hayatının durağan ritmi, eski sevgili, dostlar ve hayaletlerle dolu mekanlar ve içini kaplayan suçluluk duygusu yüzünden karşı koyamaz. Ve Ayla ile Yusuf üç-dört saat uzaklıktaki bir yatır türbesinde yapılacak kurban kesimi için yola çıkarlar.

Kurbanlığın seçileceği sürünün bulunamaması yüzünden geceyi bir krater gölünün kenarındaki otelde geçirirler ve katılmak zorunda kaldıkları düğünün atmosferi Yusuf'la Ayla'yı birbirlerine yaklaştırır.

Yağan ilk kar suçluluğu örterken, koçun kurban edilişi Yusuf'un kaderini değiştirecek midir? "


Yönetmen Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi olarak çekmeyi planladığı filminin ilk filmi "Yumurta" ile devamında çekeceği "Süt" ve "Bal" filmlerinin de ipuçlarını vermektedir. Filmden sonra halka açık yapılan basın toplatısında kendi ifadesi ile konuşmaktan ziyade bakışlarla ve görüntülerle anlattığı bir film yaptığını belirtmiştir. Ve bu toplantı boyunca tüm soruları içtenlik ile yanıtlayan yönetmenin Yusuf karakterinin tüm hücrelerine nüfuz ederek ruhunun kaynağına doğru çıkacağı yolculukta çekeceği diğer filmlerini de büyük bir sabırsızlıkla bekleyeceğim. Zira bu filmde yer alan 40'lı yaşlarındaki Yusuf "Süt" filminde 17-18, "Bal" filminde de 6-7 yaşlarında karşımıza çıkacak. Yönetmenin başarısını doğal oyunculuğu belki de sadece kendisini oynaması ile perçinleyen oyuncu Nejat İşler ve film boyunca güzelliği ve doğallığı ile parlayan Saadet Işıl Aksoy'a da tüm alkışlarımı gönderiyorum.

Dedim ya bugün hava çok rüzgârlı. Bu rüzgârların tüm dertleri, sıkıntıları alıp götürmesi dileğiyle, sinema perdelerinde umutlar aydınlatsın salonların karanlığını.

Bir şehir festivalin ardında kalanları temizleyip toplarken yine gündelik hayatına dönmeye hazırlanıyor ve ben bir filmin bende kalanlarını kendi cümlelerimle sizlerle paylaşıyorum. Yeni filmleri beklerken, şimdilik hoşça kalın.

SunA.K. Grasse


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ardan Zentürk

 A'dan Z'ye : Ardan Zentürk


   27 Mayıs 1960...Türkeş... ''İhtilalin parası yok...''

1999 yılının sonbahar günleri, Washington, her zamanki gibi güzeldi... Bir kente sonbahar yakışır mı... Mesela benim göz nurum İstanbul, ilkbahar ile güzelleşen bir kenttir... Washington’ a da sonbahar yakışır...

Kuşkusuz, kentin Beyazsaray’a yakın bir bölgesinde bulunan ve kurulduğu günden beri savaşı eksik olmamış bir ülke olarak tüm savaşların da anılarını duvarlarında sergileyen ‘Emekli Askerler Kulübü’nün bir masasında oturan hayli yaşlı fakat bir o kadar da dinç kişi, bana, bugüne kadar yazmadığım bir anısını aktarıyordu...

Fred Haynes...

İkinci Dünya Savaşı’nda ünlü Okinawa adasına çıkan deniz piyadelerinin en ön saflarında yer alan iyi bir asker... Kore Savaşı’nda Türk Tugayı’nın inanılmaz kahramanlıklarına şahit olmuş ve Türkiye ile gönül bağını o yıllarda kurmuş emekli bir Amerikalı general...

Bir de... 1950’li yıllarda, yani Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti’nin ülkeyi tek başına taşıdığı günlerde Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde askeri ataşe olarak görev yapmış bir isim...

Washington’daki ‘askeri kulüpte’ bir yandan yemeğimizi yerken, diğer yandan, Amerikan-Türk Dostluk Konseyi Başkanı olarak geçmişin ilginç labirentlerine girmeyi tercih etmişti:

‘Menderes ile son konuşmamızı çok iyi hatırlıyorum. Büyükelçi ile birlikte gitmiştik. Kendisinden çok emin bir ifadesi vardı. Oysa bizim elimizdeki raporlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin alt kadrolarının çok hareketli olduğu, hatta, başbakanın evlilik dışı hayatının bile kurmaylar arasında sohbet konusu yapıldığı yönündeydi. Bunu, büyükelçinin yanında kendisine aktardım, siyasi olduğu kadar özel yaşamından kaynaklanan bazı iddiaların ileride büyütülerek kendisinin hırpalanacağını ifade ettim...Biraz durgunlaştı ama üzerinde durmamayı tercih etti...’

TÜRKEŞ: İHTİLALİN PARASI YOK...

Fred Haynes, bu girizgahın devamında Türk tarihi açısından önemli bir dönüm noktasındaki rolünü de aktarmaktan çekinmemişti:

‘Neyse... İhtilal oldu... Biz, bütün personelimiz ve ailelerimizle büyükelçilik binasındaydık. Ön güvenlikte görevli deniz piyadeleri, bir Türk tankının elçilik dış kapısına dayandığını ve üzerindeki albayın bizden biriyle mutlaka görüşmek istediğini bildirdiler. Askeri ataşe olarak görüşmekle ben görevlendirildim. Gittim. Gerçekten de büyükelçiliğin Atatürk Bulvarı’na bakan tarafındaki kapısına dayanan bir Türk tankının namlusu, bahçemize kadar girmişti ve üstünde son derece sert görünümlü bir Türk albayı bulunuyordu. Kapıya yanaşınca albaya selam verip kendimi tanıttı, o da tanktan aşağıya atlayıp kendini tanıttı:Albay Türkeş!..

Ne istediğini sorduğumda son derece düzgün bir ifadeyle, yıkılan hükümetin devletin kasasında bir tek dolar bile bırakmadığını, acil para bulunmazsa devletin işini yapamayıp, memur maaşlarını bile ödeyemeyecek duruma geleceğini ve ihtilalin parasızlık nedeniyle daha başlamadan biteceğini söyledi. İsteği, benim, kendisiyle başbakanlığa gitmem, oradaki kriptolu teleksten Washington ile temas kurarak, ihtilalin acil ihtiyacı olan 50 milyon dolarlık transferin gerçekleşmesini sağlamamdı.

Büyükelçi izin verdi, Türkeş’le birlikte başbakanlığa geçtik, ben teleksi ilettim, sonra Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı’ndakilerin saat farkı nedeniyle uyanıp işlerinin başına gelmelerini beklemeye başladık. Saatler sürdü bu ve çok sıkıntılı bir bekleyişten sonra teleksten, istenilen paranın Türkiye’ye transferin yapılacağı bildirildi.

Albay Alpaslan Türkeş çocuklar gibi sevinmişti... O günden sonra Türkeş’le ne zaman karşılaşsam, 27 Mayıs’ta olduğu gibi selamlaşırım...’

Fred Haynes’in anlattıkları bunlar...

Bugün, Türk siyasi yaşamının ilk darbesinin yıldönümü...

Türkiye, bir darbe sonucu idam ettiği üç önemli politikacısının ağırlığını hep hissetti... Bu idamlara karşı intikam için darağacına yollanan ‘üç fidanının’ acısını da içinden atamadı...

Yarım asır... Anılar kendisinden sonra gelen bütün kuşakları esir alıyor...

Ardan Zentürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
1 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Hakan Aktürk


VE BELKİ DE İLK KEZ DAMLIYORDU GÖZYAŞLARI TANRININ GÖZÜNDEN

Küçük aşığımız her zamanki gibi biricik sevgilisinin ne kadar akıllı , ne kadar güzel, ne kadar sevgi dolu olduğunu düşünmekle meşguldü biçimsiz yaratık masasının üstünde belirdiği sırada. Çoğumuz gibi alışık değildi küçük aşık da bu duruma. Biraz korktuğunu hissettiriyordu görene, seyiren kaşları ve gerilen boğazı. Şu bildik gerçeküstücü rüyalarından birisiyle boğuşuyor olmayı umar bir hali vardı. Tam bu sırada yaratık konuştu:

- Merhabalar.
Biraz kekeledikten sonra söylemeyi başarabildiği bir şey vardı küçük aşığın:
- Sende kimsin?
- Ben mi? Kim bilir? Sakın şeytan olmasın. Boynuzları görmedin galiba. Bildiğim kadarıyla postacılar, esnaf ve sanatkarlar ve daha bir çok meslek gurubu bu boynuzları kullanmıyor dünyanızda. Ama biz şeytanlar kullanırız. Eminim ki bu söz sana günahla ilgili bir şeyler anımsatmıştır. Dur, itiraf edeyim; açıkçası buraya gelmemin nedeni pekte öyle yenilikçi sayılmaz. Şu eski mesele. Seni günaha davet ediyorum. Ne dersin, günahkar olmak ister misin?
Küçük aşık boğulacakmış gibidir, konuşamaz. Şeytan devam eder bu sırada.
- Ahh. Sakın dilini yuttuğunu söyleme. Bilmem fark ettin mi, burada bir paradoks var. Dilini yuttuysan, bunu zaten söyleyemezsin ki. (Kulak patlatan bir kahkaha koyverir şeytan. Sanki kendisini çok akıllı olduğuna inandıran bu şakayı bulmasını sağlayacak bir zekaya sahip olmasını kutlar gibidir. ) Bak, biz şeytanların sık sık karşılaştığı bir durum bu. İnsanlar bizi görünce lanet dillerini yutarlar. Ve bu berbat bir şeydir çünkü seni günaha sokmakta kullanabileceğim tek bir organın kalır geriye. Onu da yeterince iyi kullanabileceğinden emin değilim.
Küçük aşığın sabit bir şekilde ellerine bakmakta olduğunu gören şeytan devam eder;
- Hayır, hayır. Bahsettiğim organ eller değil dostum.

İnsanda küçülüp yok olma isteği uyandıran kahkahasını bu sözlerden sonra patlatmıştı. Sonra elindeki defteri karıştırırken konuşmaya devam etti;
- Dur bir notlarıma bakayım. Mmmm. Evett. Kahretsin. Yazmamışım. Bir kız arkadaşın var değil mi?
Küçük aşık sonunda bir cümle kurmayı başarır.
- E, ee, evet. Kız arkadaşım var.
- Üstlerimden aldığım bilgiye göre; evet biz şeytanlarda da bir hiyerarşik bir düzen vardır. Mesela beni soracak olursan seksüel dürtülerin doğurduğu zaafları kullanmadan sorumlu departman direktörüyüm.

Sinsi bir gülüşten sonra konuşmaya devam etti; Şaka yapıyorum. Tek istediğim biraz rahatlaman. Neyse. En son ne demiştim? Aa, tamam. Edindiğim bilgiye göre kız arkadaşın şu anda buraya geliyor. Allah'tan 14. katta oturuyorsun ve asansörünüz bozuk. Kız seni o merdivenleri çıkacak kadar çok seviyor. Sanırım seni ikna etmem için yeterince vaktim var. Burada yazılana göre kız arkadaşının kanındaki epinefrin konsantrasyonu normalde olması gerekenden iki kat daha fazla. Aslında epinefrinin tam olarak bahsetmeye çalıştığım organ olduğundan emin değilim. Demek istediğim kız tutuşmuş durumda ve senin için hazır.

Şeytan elindeki defterin sayfalarını karıştırmaya devam eder bütün bu süre boyunca. Yarı baygın halde ona bakan aşığımız ise konuşmaya cesaret edememektedir.
Şeytan uzun monologuna devam eder;
- Sen muhafazakar dedikleri tiplerdensin galiba. Bundan yirmi üç gün önce şuna benzer bir şeyler söylemişsin kız arkadaşına; Sevgilim ben seni telli duvaklı alacağım. Şeytanlar konseyinde bunu okurken bizi asıl şaşırtan şey senin bu sözleri sevgilinin karşında soyunmaya başladığı anda söylemiş olmandı. Biliyor musun, erkeklerin yüz karasısın. Hayır düğün töreninizde tel ve duvak kullanılmasına itirazım yok ama kast ettiğin şey benim düşündüğüm şey ise işimi yapmam gerekecek. Ne istediğim az çok anlamışsındır. Kız geldiğinde beraber olmanızı istiyorum senden.
Küçük aşık toparlanmış, hatta şeytana karşı çıkabilecek kadar da cesaret toparlamıştır.
- Hayır. Bunu asla yapmam. Bu şekilde yetişmedim ben.
- Ailenin seni yanlış yetiştirmiş olabileceği hiç aklına bile gelmedi değil mi. Neyse. Tartışmaya değer birisi olmadığını ispatlaman dakikanı bile almadı. Yarın bir sınavın var, değil mi?
- Evet, var.
- Galiba üniversiteyi bitirmen bu derse bağlı ve sen iki yıldır bu dersi vermeyi başaramamışsın. Okulunun bu sınavda sana dördüncü bir şans tanımayacağından da haberin vardır sanırım. Kısacası dersler konusunda ümitsiz görünüyosun.

Çantasından dev bir kitap çıkarır şeytan. Yeşil bir kabı olan bu kitabı karıştırırken devam eder konuşmaya şeytan;
- Sorun ne Allah aşkına. Lanet olsun. Ne dedim ben. Neyse. Kızın seni reddetmesinden mi korkuyorsun. Bütün erkekler korkar bundan. Hadi itiraf et. Fikrimi sorarsan yakışıklı gözüküyorsun. Daha önce hiç reddedilmedin ve bunun şimdi olmasından korkuyorsun değil mi?

Evet, bu doğruydu. Küçük aşığımız daha önce hiç reddedilmemişti. Fakat şeytan yanılıyordu. Küçük aşığın daha önce hiç reddedilmemiş olmasının nedenini daha önce hep kabul edilmiş olmasından çok, hiçbir zaman soracak kadar cesur olamamasında aramak gerekiyordu. Tabi küçük aşık bunu itiraf etmedi.

- Hayır, umurumda olan tek şey sevgilimin şerefini korumak.
Şeytan sazı tekrardan ele alır.
- Elimde gördüğün kitaba siz kader diyorsunuz. Ben kelepçe demeyi tercih ediyorum. Ne alakası var deme bu fikri bir zamanlar çok derin sanat icra eden bir adamdan çalmıştım. Burada yazana göre yarınki sınavda yirmi puan alacakmışsın. Bu puan okulu bitirmen için gerekenden hayli düşük. Ve yine kitapta yazana göre yarınki sınavı veremezsen bir daha asla ama asla üniversite mezunu olmayacakmışsın. Sınavdan doksan alarak geçmek istiyorsan söylediğimi yap.
Kendisini bile ürküten bir ses tonuyla bunları söyleyen şeytan banyoya girer. . Tam bu sırada kız içeri girer. Kız önünden geçen şeytanı görmez. Şeytan anahtar deliğinden ikisini gözetlemektedir. Küçük aşık sevgilisini birlikte olmaya zorlamaktadır. Suratındaki tokat iziyle yarım saat sonra dışarı çıkan kızın saçları dağınıktır, ve kız pekte mutlu gözükmüyordur açıkçası.

Aradan geçen birkaç hafta küçük aşığın baktığı yerden pek bir sancılı gözüküyordu. Sınavı geçmesine mi sevinsin, sevgilisinin bir daha görüşmek istemediğini söylemesine mi üzülsün bilemiyordu. Oturduğu şehrin merkezindeki havalı kafelerden birinde sosyalleşmekle meşguldü küçük aşık, şeytan ikinci kez ziyaretine geldiği sırada. Şeytanı yalnızca kendisinin görebildiğini fark edince arkadaşlarının yanından ayrılıp tuvalete koştu. Şizofren muamelesi görmek konusunda pek istekli değildi. Tuvalete girince pisuara boyu yetişmediği için duvara işeyen şeytanla karşılaştı. Sanki bu ufaklık pekte öyle başa çıkılamaz bir şeye benzemiyordu. Bu kez şeytandan korkmuyor, ona hesap soruyordu konuşurken.

- Bak, istediğini yaptım. Artık git başımdan. Eski hayatımı yaşamak istiyorum.
- Bak sen. İlk günahtan sonra dilinde açılmış. Bu kadarını beklemiyordum. Acaba sırf konuşarak günah işleyebilecek kadar yüceldin mi?
- Kapa çeneni. Ömrümü senin saçmalıklarınla geçirmek istemiyorum.
- Yavaş ol bakalım. Bu cüreti de nereden buluyorsun. Sorun görünüşümle ilgili değil mi? Benimle dişe diş kavga edebileceğini düşünüyorsundur herhalde. Biliyor musun, aslında bu benim seçimim. Bundan üç yüz yıl önce boyum üç metre ve kilom iki yüz elli kg. civarındaydı. Bütün vücudum dövmelerle kaplıydı. Korkutucu gözükmek için kulaklarımdan birisini kesmiştim. Bunu o sıralar yoldan çıkarmaya çalıştığım ressama da tavsiye etmiştim. Neyse. O sıralar gerçekten ürkütücü bir görünüşüm vardı. Daha sonra yazarın biri imajımla ilgili bir şeyler gevelemişti. Hatırladığım kadarıyla korkunun tezattan doğduğunu, ufak bir yaratıktan saçılan büyük enerjinin insanda dehşet uyandıracağını falan söylüyordu. Sonunda onun haklı olduğuna karar verip, tavsiyeleri doğrultusunda imajımı değiştirdim. Sonuç bu işte. Tek sorun bazılarının bu halimi yeterince korkunç bulmaması. Ama biad etmen için karşındakinin bir canavar olması gerekiyorsa, senin için bunu yapabilirim.

Şeytan bütün bunları anlatırken, küçük aşığın konuşmuyor olması şeytanın yaptığı bir el hareketiyle ilgiliydi. Çocukcağızın ağzını kilitleyerek ona göz dağı vermeye çalışmıştı. El hareketini tekrarlayınca sözcükler dökülüverdi küçük aşığın ağzından;
- Vaktim yok. Rahat bırak beni. Kardeşimle buluşacağım.
- Son bir şey isteyeceğim. Sonra sonsuza kadar görmeyeceksin beni. Bilmek istiyor musun ne istediğimi?
- Söyle.
- Geçende yaptığın şeyin günah olmadığını biliyorsundur herhalde. Hatta sevap bile denilebilir. Aşık olduğun birisiyle yattın. Ama şimdi söylediğim şeyi yaptığın zaman ben istediğimi almış olacağım, sen de sonsuza kadar benden kurtulacaksın. Senden gerçek bir günah işlemeni istiyorum. Ve bu günlerde işlenmesi en olağan günah sadakatsizlik. Paran var değil mi?
- Var. Niye?
- Şu adresteki genel eve gidiyorsun. Orada bazı kadınlar var. Gelmiş olmana sevinecek kadınlar. Onlardan bir kısmıyla birlikte olmanı istiyorum. Haliyle bu bir günah olacaktır. Sıkı bir günah. Sadakatsizlik saygı gören bir günah bizim oralarda. Senin günahını sadakatsizlik olarak göstermeye karar verdim yukarıdakilere. Terfi almamı sağlayabilir bu.
- Yapmayacağım bunu. Beni kendine esir ettiğini falan mı sanıyorsun sen? Anla artık. Ne sen Mephistosun, ne de ben Faust. Geçen gün o kızla birlikte olmamın sınavı geçmek istememle bir alakası yoktu. Sen bana fırsatı verdin, bende kullandım. Deliler gibi istiyordum kızı. Açıkçası senin beni günaha sürükleyebilecek kadar zeki olduğuna inanmıyorum. Belki de bu hikayedeki şeytan benimdir.
- Günahın zeka açtığını biliyordum ama bu kadarı şaşırtıcı. İnan bana güzel konuştun. Ama söylediklerinin gerçek olup olmadığı tartışılabilir. Madem beni kullandın, hadi devam et beni kullanarak doyurmaya şehvetini. Git o geneleve. Ve bunu yapmak istediğin için yaptığını söylemene de bir itirazım yok. Ama değişmeyecek olan şey; ben sebep, sense sorumlu olacaksın bu işte. Elimde tuttuğum kitabın kader olduğundan bahsetmiş miydim? Dur bir bakalım. Burada yazılanlara göre bir buçuk saat sonra günahı işlemiş olacaksın. Galiba artık konuşmaya gerek kalmadı. Bilirsin, bu tarz kitaplarda asparagasa yer yoktur. Yazıyorsa olacak olandır bu. Bir de itirafın var galiba. Sakın olmadığını söyleme. Ve itiraf ettiğin şey, benim söylemeni beklediğim şey ile örtüşmezse, komşu departmandan Azrail i çağıracağım. Sizi öldüren birine hala melek diyebiliyor olmanıza da inanmıyorum bu arada. Neyse. Konuş bakalım.
- Sana bir sürü yalan söyledim. Hangini itiraf etmem gerektiğini nasıl bilebilirim.
- Azrail'in numarası sende var mı?
- Tamam. Dur. Ölmek istemiyorum. Sakın bunu yaşamak istediğime yorma. İtiraf edeceğim.
Birkaç saniye düşündükten sonra konuşmaya devam eder.
- Az önce söylediklerimin hepsi yalandı. Günahkar birisi gibi davranıp seni benimle işinin bittiğine inandırmaya çalışıyordum. Tek istediğim başımdan defolman. Ben senin istediğin gibi biri olamam. Günahkar olmak benim için fazla.
- Beklediğim itirafta az çok buna benziyordu.
- Dinle. Söyle yukarıdakilere başka birini göndersinler. Hırsızlık yapabilirim, yalanlar söyleyebilirim hatta birilerini bile öldürebilirim ama bu istediğini yapamam ben. Zaten işlememi istediğin günah zina değil mi? Beni seven birisi yok ki artık. Gidip başka birileriyle sevişmem beni sadakatsiz yapmayacaktır çünkü çoktan terk etti kız arkadaşım beni.
- Burada öyle yazmıyor. Herhalde seni affetmiştir o fıstık ve seninde bundan haberin yoktur falan. Tek bildiğim o genel eve gittiğin zaman zina işlemiş olacağım sonunda. Ve yapamayacağını söylüyorsun ama kitaba göre bir saat yirmi üç dakika sonra yapmış olacaksın.
- Bunun benim direncimi kırmak için uydurduğun bir yalan olmadığını nereden bilebilirim.
- Öff. Sıkılmaya başladım. Neye inanmak istiyorsan ona inan. Ama biliyorum ki seni üç ay boyunca uyutacak kadar uyku hapı alıp önümde uyumaya başlasan bile, vücudun yerinden kalkıp o kadınlara gidecek ve bir şekilde bu günahı işlemiş olacak bir saat yirmi iki dakika sonra. Hem tarihe ilk uyursevişir olarak geçersin, fena mı?

İğrenç kahkahasını atıp devam eder konuşmaya iblis;
- Ha bu arada; kader kitabında ölümler yol almaz. Olaylar milyonlarca yıl akacakmış gibi yazılıdırlar kaderde. Ama bir yerde kopar hayat, kalan yazılar bütün manasını yitirir. Bir saat on dokuz dakika içinde ölürsen bu günaha katlanmak zorunda kalmayacağın manasına geliyor anlattıklarım. İntihar da fena günah sayılmaz ha.
- Neee? Yoksa ölecek miyim? Gerçeği söyle. Biliyorsun değil mi ne zaman öleceğimi?
- İnan bilmiyorum. Ana sağdan ikinci kabinde klozetin kapağının altında bir altı patlar olduğundan haberdarım. Ne yapacaksın çok merak ediyorum.

Küçük aşık olduğu yerde dona kalır. Uzunca bir süre sessizce düşünür. Gururlu birisi gibi düşünür. Ve sonunda konuşur;
- Kendime saygı duymaya çalışırım ben. Onu kaybettikten sonra da yaşamanın pek bir manası yok benim için.

Der ve kalkıp silahın olduğu kabine doğru yürür. Bir generale yakışır toklukta atmaktadır adımlarını. Silahı alır ve başına dayar. 40- 50 saniye içinde tetiği çekmekle çekmemek arasında milyonlarca kez gidip gelir. Sonra usulca indirir silahı başında ve aldığı yere geri koyar. Tuvaletten dışarı çıkar. Cüzdanında ne kadar para olduğunu kontrol edip geneleve gitmek üzere bir taksi çağırır. Daha sonra taksiye biner. Bir saat kadar sonra fahişelerin inlemeleri yüzünden geldiğini fark etmediği mesajda sevgilisinin zırvaladığı şu cümleleri okur küçük aşık:'Uzun süre karanlıkta kaldıktan sonra güneşe baktığımızda gözlerimiz kamaşır, göremeyiz onu. Benzer durumdayım sevgilim. Dışarıdaki saçmalıklarla o kadar vakit geçirmişim ki; ilk bakışta görememişim, anlayamamışım. Şimdi anlıyorum ve söylüyorum; sensin benim cennetim. '

Şairane olduğunu düşünüp yazmış olmalı bunları. Küçük aşık genelevden ayrılıp, mesajı okuyunca taksiciye sevgilisinin evinin adresinin tarif etti. Ve taksici motoru çalıştırdı.

Bilinir ki; bir erkeğin canı çoğu zaman sevgilisinden, sık sıkta gururundan daha değerlidir.

Hakan Aktürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


çiviler

durur bir paslı çivi gibi
belleğimin duvarında
      yaşadığım ilkler

anladım
yıllar eskitmiyor yalnızlığı
ve hiçbir dile çevrilmez acılar
ansızın kalkar bir yaranın kabuğu
kımıldarsa eğer
      duvardaki çiviler

Recep Şener

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

1987 yılında Amerikan Havayolları mali bir kriz içerisindeydi. Masrafları kısmak için denenen yollardan biri; uçuşlarda yolculara sunulan salatadaki iki zeytini bire indirmekti. Pek bir işe yaramayacak gibi görünen bu uygulama sayesinde aynı yıl içinde hava yolu şirketi tam 40 bin dolar kar elde etti. Bu ve benzeri onlarca gereksiz bilgiyi http://www.gereksiz.net kısayolunda bulacaksınız.

Günlerden bir gün, Kırlangıcın bir adama aşık olmuş. Adamın penceresine konup şöyle demiş: "Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım". Adam cevap vermiş: "Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?". Bu duygusal hikayenin devamı için http://www.askmasali.com/hikayeler/30.html

Bilgisayar'a karşı dart oynemek için vereceğim adrese girebilirsiniz. Unutmayın her seferinde sadece üçer atış hakkınız var. Amaç size verilen puanı en az atış sayısı ve en çok puanı toplayıp sıfıra indirmek. http://www.gophergas.com/funstuff/darts.htm kısayoluna bir tık lütfen.

İşte size yeni bir flash oyun daha. Başlarda biraz zor gibi görünmesine rağmen, öğrendikçe hoşunuza gidecek bir bike mania oyunu. 10 - 15 denemeden sonra ciddi anlamda ya devam edecek ya da bırakacaksınız. http://www.flashgames247.com/play/675.html Acele etmeden ve sabırla oynamanızı tavsiye ediyorum.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070529.asp
ISSN: 1303-8923
29 Mayıs 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com