|
|
|
30 Mayıs 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Atma Recep din kardeşiyiz!.. |
Merhabalar
Başlıktaki Recep'in bildiğimizle bir ilgisi yoktur, ilgililere duyurulur. Ama bizde yalan yok. Tayyip Beyi televizyonda izlerken aklımda hep bu laf vardı. Nereden takıldıysa bilmem artık. Bir kere fiziksel olarak bir yorgunluk dikkati çekiyor. İki kaşın ortası başparmak tarafından yukarı doğru itilmek suretiyle şekillenmiş Kemalettin Tuğcu kahramanlarına has surat ifadesi ile mağduru oynamaya pek meyilli. 4,5 yıl iktidarı çiftlik gibi kullanıp, başbakanlık çaycısı dahil, uyum içinde olması gereken her kurumla başbakanlık makamını kavgalı hale getiren sanki benmişim gibi bir hali var. Sanki Dünya adama karşı. Cumhuriyet tarihinde hangi iktidara böylesi bir hakimiyet olanağı sağlanmıştır diye sorarlar sonra. İçi, dışı, medyası, yerel yönetimleri, bürokrasinin ele geçirilebilenleri, hepsi 4,5 yıldır gaz vermekle meşgul. Bu nasıl mağduriyet anlaşılır gibi değil.
Ağızlarda bir istikrar türküsüdür gidiyor, Tayyip Bey de vokal yapıyor. Tek partili iktidar istikrarmış, gördük anamızın istikrarını. Tek partili AKP iktidarı istikrar değil dayatma rejimi olmuştur. Rejimi tartışılır hale getiren, milyonları sokağa döken bir istikrardan söz edilemez. Aslında kendisi de bunun pek farkında olduğundan, seçim sonrası koalisyonu önceden parti içinde oluşturmaya yönelik bir çaba içinde. Hoş, kimin ne tarafta olduğu artık pek belli değil. Herkesin haklı bir cevabı var bu demokrasi oyununda. Dün kara dediklerine bugün ak diyebilenlerin cenneti olduk. Taraftar aynı, oyuncular o takım senin bu takım benim gezmekte. Seyirci kalma ey taraftar!.. Sen de in sahaya, gez dolaş, koalisyondan korkma.
Demokrasi uzlaşmadır, uzlaşmayan da Tayyip Beyin ta kendisidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaptıklarını, dayatmalarını, uzlaşmaz tutumlarını tarih yazacak. Öyle olmaz böyle olur diyerek, inadına Cumhurbaşkanını halka seçtirip, bilahare fazla gördüğü Cumhurbaşkanlığı yetkilerini budamayı isteyecek kadar ileri gidebilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararını "Yüz karası" olarak değerlendirmesi sadece arka bahçelerinin oylarına yönelik bir taktik ama en başta kocaman bir ayıptır.
TSK ve Cumhurbaşkanlığı ile uyumlu çalışıyormuş. Anayasa kitapçığı hiç atılmamış. Dedim ya Tayyip Bey yorgun, sanırım bu sıralar cismen burada ama ruhen Bahamalarda. Başörtülü Emine Hanım yanında, kendisi haşemasını çekmiş, güneşleniyor. Bu arada türban demek yanlışmış, onun adı başörtüsüymüş. Tayyip Bey, size kolaylık olması açısından her iki bağlama şeklini yanyana getirip görüş ve düşüncelerinize sunuyorum. Sıkılmayasanız diye iki güzel insan seçtim. Bunun ikisi de aynıdır diyebilirsiniz ama içerik, anlam, algılama açısından komik olursunuz, yapmayınız. Bu algılama farklılığı, nalıncı keseri mantığı, dediğiniz gibi sizi 2023'lere kadar iktidar yapmaz. Hayal kurmayınız. Bunu şu sıralar yerinizde olmayı hiç istemeyen bir vatandaşınızın nacizene sözleri olarak kabul buyurunuz. Allah yardımcınız olsun, şu iktidar yükünü sırtınızdan bir an evvel alsın. Hoşçakalın efendim.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
NARÇİÇEĞİ
Yazmasam, dillendirmesem, asılı bıraksam zihnimdeki kelimeleri, bana tebessümünü hatırlatan şu narçiçeği rengi güle haksızlık olacak. Uzun bir gezi olmadı bizimkisi, eşsiz zevklerle dolu bir gezi de değildi. Günü birlik dedikleri tarzda bir şey....
Seni ilk gördüğümde; görmemiş, hissetmemiş gibi yaptım. Tesadüften ibaret bir rastlaşma değildi bu. Bir kere daha çarpınca gözlerindeki hüzüne "mış" gibi yapamayacağıma, yapmak istemediğime kanaat getirdim.
Gözlerindeki saklı hüznün aksine; tüm sarıların coşkusuyla karşıladın kapıda beni. Kendimi bu coşkuya büsbütün kaptırmamak ve çocuklar gibi neşelenmemek için epey uğraştım aslında. Bir süre de başardım ama ne olduysa, gözlerimi gözlerinin önüne serdikten sonra oldu işte! Sarı hızla geldi, tuttu ellerimden ve piste çıkardı beni; temkinli atmaya çalıştıysam da adımlarımı, sarıdan bağımsız hareket etmek mümkün olmadı. Kapıldım coşkusuna, kısacası...
Gece kırmızıya teslim oldu; tüm tutkusu ve fütursuzluğuyla, acımasız kızgınlığıyla geldi.. Bulaşıcı bu kırmızı. Şaşkınlığından faydalanıp seni bile kandırmaya çalıştı. Savunmaya hazır renklerinle karşılaşınca, süngüsünü düşürüp gitti gitmesine ama biraz heyacan, biraz delilik bıraktı arkasında yine de.....
Sabah uyandığımda; kızıl benekler vardı sanki sarının üzerinde. Coşkuyu çıkarmış üzerinden, şaşkınlığa bürünmüştü. Gözlerin, onları ilk gördüğümde yakaladığım hüzünle bakıyordu. Nar çiçeği öpücüğünle veda ettin bana; yarı şaşkın, yarı kaçak... Nar çiçeğinin rengini deli bulurlar bilir misin? Halbuki yoktur öyle bir delilik hali onda; alacalı bulacalıdır belki ama ağırdır, kırılgan, ürkek ama yine de kararlıdır...
Mavi ile yeşilin arasında, sarıdan turuncuya uzanan güllerin bahçesindeyim şimdi. Sarının turuncaya yolculuğunu hatırlamanı istiyorum senden de. Haa unutmadan bir de bilmeni istediğim bir şey var; kokusuyla başımı döndüren, turuncu-sarı karışımıyla içimi ısıtan şu gülü koparıp koymadıysam masamın üzerine, sabahın bir saatinde dudaklarıma kondurduğun biraz tedirgin, çokça alacalı "nar çiçeği" öpücüğündendir...
Banu Aksoylu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
AY DOĞARKEN…
Ay'a uzay aracı ile astronot gönderilecekti. O zamanlar tek kanallı devlet radyosu bu olayı ''ajans'' saatlerinde aktarırken pür dikkat kesiliyorduk. Bir de evimize giren tek gazete Hürriyet ile annemin elinden düşürmediği '' Hayat Mecmuası''ndan takip ediyorduk ''Ay'a Seyahat''i.
Beklenen gün geldiğinde kendimi Erdek'in sokaklarına atmış, gözlerimi Ay'dan alamıyordum. Çocuk merakımla Ay'da ki gölgeleri bir astronata, bir uzay gemisine benzeterek bu heyecana ortak oluyordum.
Biga… İlkokul yıllarım… Saraybosna'dan babamın ailesi tarafından getirilen işlemeli bir mandolin ile hafta sonları müzik kursuna gidiyordum desem yalan olur. O yıllar bende vazgeçilmez bir tutku haline gelen film seyretmek ağır bastığı için kurstan kaçıp soluğu doğru sinemada alırdım. Seyredilen her film öncesi '' Ay'a Seyahat''in siyah-beyaz belgeseli olmazsa olmaz gösteriliyor, her defasında da Ay topraklarına bol yıldızlı, çizgili bir bayrak büyük bir iştahla sokuluyor ve Ay o an tecavüze uğrayan bir şehrin sessizliğine bürünüyordü.
Çocukken büyüklerimin anlattıkları masallardaki Ay Dede artık rahat değildi. Kendine ait olmayan bir şeyin böğrüne saplanmasından olacak ki bazen küsüp kendini bulutların ardına gizleyerek, gülümseyen yüzünü bize göstermiyordu. Nedense büyüklerim bu duruma hep '' Ay Tutulması '' diyordu.
Kimi yerde davullar, tencereler çalınıyor, silahlar atılıyordu Ay tutulurken. Yaşlılar başlıyordu kıyamet kehanetine. Kaç kıyametler geçti, ay hep yüzünü gizlemeye devam etti.
Oysa çocukların hayal kurduğu saatte büyükler sürekli bir yerleri işgal ediyordu. Bu kez Ay'ı teknoloji ile işgal ederek tutsak etmiştik. Artık masalların ülkesinde kahrolası Aysız masallar anlatılıyordu.
Zaman akıp gidiyor ve Ay'ın şavkı vuruyordu su yüzüne. O eşsiz görüntüde sevgililerin vazgeçilmez tutkusu oluveriyordu sandalla gezmeler. Bir ağızdan şarkılar söylenirken eskilerden bir şarkı daha konuk olurdu dudaklara '' Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey'' diye.
O an yaşananın aşk-ı meşk olduğunu, kaçamak sevişmelerin inleyen nağmelerini, büyüdükçe öğreniyordu Ertan.
Ben büyürken Ay'da büyüyordu. Şarkılardaki aşklara konuk olan Ay hakkında düşüncelerim ve değerlendirmelerim yavaş yavaş değişirken terk edilen ya da hasret çeken sevgililer gökyüzündeki yıldızların ( Ay'da bir yıldızdır ) yalnızlığıyla tanımlıyorlardı duygularını.
Büyüdükçe Ay ve büyüdükçe Ertan, Ay'ın insanları etkileyip fizyonomik değişimlere neden olduğunu öğreniyordu. Meğer Ay, kadınları da etkilermiş. Ay'ın o hali, kadınların ay hali oluverirmiş.
Bazen de korku ile bütünleştirilir Ay. Bir korku filmi ya da romanında metruk bir ev, bilemedin mezarlık eksik olmaz. Gece yarısı belli belirsiz nesneleri görünür hale getiren yalnızca Ay ışığıdır. Karanlık gölgeler, bol ağaçlıklı bir alan, topraktan yükselen sis, bir mezar taşının kıpırdaması veya devasa ahşap bir kapının açılırken çıkarttığı iç geren gıcırtısı, derinden gelen ayak sesleri, ensenizde hissettiğiniz hırıltının ardından bir yaratığın canhırhaş çığlığı Ay ışığının fonunda hayat bulur. Vampirler, yaşayan ölüler, kurt adamlar, kana doymayan caniler vs… kısacası bütün büyük suçlar ve günahlar gece Ay ışığında işlenir.
Yine gece… Upuzun bir kumsal… Kumsalda iki çift ayak izi. Belli ki Ay, az önce yine bir sevişmeye tanık olmuş. Susmayan anıların satır başlarında Ay'a doğru kaldırılan aşk dolu kadehlerde yudumlanmış öpüşmeler. Maviler tüketilmiş, kıpkırmızı sevişmeler yaşanmış hiç bitmemecesine. Ay'da kendi sesleriyle yüzleşmek istemiş sevişkenler.
(Yalnız bir insan, Ay ışığında yalnızlığına ağlar. İhanete uğrayan ise Ay ile dertleşir, altın tozlarının sürekli yağdığı bir gökyüzünün altında.)
Ay ve gece; kutsanmış sevişmelere dünya varoldukça tanıklık etmeye devam edecek. Aynı Necati Cumalı'nın '' Ay Büyürken '' adlı öykü kitabında olduğu gibi… Anadolu köylerindeki, taşradaki insanların Ay büyürken yaşadığı ihtiraslı, şehvetli sevişmeleri, acı, hüzün, masum, karşılıksız, nefret ya da ihanet dolu aşkları anlatır bu kitaptaki öyküler.
'' Ay Büyürken''de ki öykülerden bir film çeker Atıf Yılmaz ve filminin adını da '' Adı Vasfiye '' koyar. Bu filmi her seyredişimde hep buruk bir hüzün kaplamıştır içimi.
Siz bu yazımı okurken ben Pink Floyd'un '' Dark Side of The Moon '' adlı şarkısını dinliyor ve yaşıyor olacağım. Eğer Ay nazlanmaz ise...
Ertan Tuzlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Nazlı Gençtürk |
AZAT
Boynuna zamanın yuları vurulup, hayata koşulmuş insanlardan biri olmuştu. Ne akşam üstünün mora çalan kızıllığı, ne bir fesleğene dokunan meltemin taşıdığı deniz kokusu, ne de kışın ilk karında bırakılmak istenen ayak izlerinin hevesi kalmıştı. Şehirden uzak, sakin bir memur mahallesine acele ile dönme isteği, isteksiz sabahlar, iştahsız öğünler ve elle tutulacak kadar yoğun bir yalnızlıktı hayatının özeti….
Günlerin yaşlanıp kısalmaya başladığı geçkin bir güz akşamı, yorgun gözlerle karşı kaldırıma baktı. Karşı kaldırıma geçmek için atılacak birkaç adım gözünde büyüyecek kadar yorgundu. "Yemek yemeden, erkenden yatarım" diye geçirse de içinden açlıktan midesi yandığı için bakkala gidip bir somun ekmek aldı. Her geçen gün yolların daha da genişlediğine düşünerek karşı kaldırımın hemen ilerisinde yükselen apartmana baktı. Salonun ışığı yanıyordu. İçinden huzursuz bir ürperti geçti. "Bir, iki, üç evet benim salonumun ışığı" Hırsız, diye düşündü. "Soyduğu evin ışığının yakan bir hırsız" İçinden gülmek geldi.
Kış gecelerinin karanlığında eve dönerken ışıkları yanan evleri görmemek için gözlerini adımlarını kaçırmak istemez gibi yerden ayırmadan yürürdü. Erol Evgin'in şarkısı geçerdi içinden; "evlerin ışıkları bir bir yanarken, bendeki karanlığı gel de bana sor" Başka evleri aydınlatan ışıklar, kendi evinin karanlığını, soğuğunu ve yalnızlığını arttırırdı sanki, ondan çalınmış gibi kıskanırdı, ışıklı evleri…
Apartmanın giriş kapısına omzunu dayayıp, çantasından anahtarlarını çıkardı. "Akşam mı açık unuttum ışığı, acaba?" Merdivenleri sakınmadığı yorgunluğu ile çıktı. Anahtarı, anahtar deliğine soktuğunda, içerden gelen televizyonun sesini duyarak irkildi. "Televizyonu da mı açık unutmuşum?" Kafası karışmıştı, gerçekten evine hırsız girmiş olabilir miydi? Kulağını kapıya dayayıp içeriyi dinlemeye çalıştı. Işığı yakan ve çalacağı televizyonu açıp izleyen bir hırsız pekte olası görünmüyordu. Anahtarı çevirip, kapıyı usulca açtı. Temkinle başını içeriye uzattı. Çaprazda kalan salon tam olarak görünmüyordu. Televizyonun sesi kısıldı. "İçerde biri var"
Koltukaltlarında ve göğüslerinin arasından terler süzüldü bir anda. Korkak ve çekingen adımlarla salona girdi.
Bir el usulca balkon demirlerinden kaydı… Gözlerini kapadı…
Tiz bir çığlığın yankıları ile açtı gözlerini. Onu gördü. Elinde televizyonun kumandası, zaman onun coğrafyasını terk etmiş gibi kanepede oturuyordu.
- Sen! Dedi, kükrer gibi bir sesle.
- Evet, sen! Diye cevap verdi elindeki kumandayı aşağı yukarı hafifçe sallayarak.
- Bu…. Bu nasıl olabilir? Başını ellerinin arasına alıp arkasındaki kanepeye çöktü. "Bu mümkün değil."
Yüzü sabah güneşi vurmuş dağ gibi hızla ayağa kalktı. "Bu gerçek değil" dedi biraz öncekinden daha sakin bir sesle. "Çok yorgundum, bayılmış olmalıyım." Dağ ufalandı, yüzünde sabah güneşi kaldı. "Evet, evet bakkalın önünde bayıldım!"
Kanepede oturan, karşısındakinin şaşkınlığından memnun gülümseyerek onu izliyordu. Bir kapının açılma sesi duyuldu.
- İyi misin kızım? Diye seslendi karşı komşusu. Dilek telaşla kapıya koştu. Yüzündeki allak bulaklığı bulutlandırmaya çalışan gülümsemesiyle;
- İyiyim. Şey…. Böcek vardı da..
- Bir böcek için kıyamet koparılır mı kızım?
- Korkarım ben… böcekten….
- Eşref amcan evde, gelsin mi böceği atmaya?
- Yok… sağolun, kaçtı zaten.
- Git su iç kızım, betin benzin atmış.
İçerden seslendi Eşref amca;
- Ne olmuş?
- Yok bir şey, böcekten korkmuş.
Dilek suç işlemiş bir çocuk gibi çekinerek ayakkabılarını içeriye alıp kapattı kapıyı. Çantasını ve ekmek poşetini salonun kapısına bırakmış olduğunu gördü. "Bunların hepsi bir düş" Kendini doğrulamak isteyerek hızla salona girdi. "Lanet olsun!" Gençliği hala kanepede oturuyordu, işte… Üzerinde çok sevdiği mavi gömleği, artık içine sığamadığı düşük bel pantolonu ile yirmili yaşların tazeliği titreşiyordu yüzünde. Ne kadar yaşlandığını fark etti. Kanepeye düşer gibi oturdu.
- Sana bakarken şu mısralar geçti aklımdan;
Çizgilerin derinliğinde, yüzü
Söylenmemiş sözler taşımakta
Yıllarla harelenmiş hüzünlü
Gözleri ise gidilememiş bir uzaklıkta…
Teslim olmuş sesiyle;
- Artık şiir yazmıyorum, dedi.
Gençliği yüzünü buruşturdu.
- Çok değiştiğini görebiliyorum. Sen yokken evi gezdim. Hayalini kurduğum eve hiç benzemiyor.
- Otuz yedi yaşında nasıl bir hayatın olacağını görmek için mi geldin? Sahip olduğu eşyaları yıllardır sırtında taşımaktan bıkmış gibiydi sesi…
- Böyle bir şey mümkün olsaydı keşke, öyle değil mi? Bunları söylerken, gençliğinin yüzünde ne düşünmesi gerektiğini gösteren bir harita vardı. Dilek içini çekti;
- Peki, neden geldin?
- Barışmaya…
Huzursuz sessizliğin ne kadar sürdüğünü söyleyemezdi, zamanı artık tanıyamıyordu. Bir parmağından diğer parmağına geçerken söylenen sayılardı, on dört - on beş senelik zaman… Üniversiteden yeni mezun olmuşlardı. Yok, Dilek mezun olmuştu, Devrim üç dersten bütünlemeye kalmıştı.
Düşünülmemekten toz tutan anılarında güçlükle ilerliyordu. Ağır çekim bir film ya da tek tük fotoğraflar vardı… Devrim'in uzun parmaklı elleri, yüzüne dokunuşu, Devrimle birlikte olduğunu söylediğinde Sıdıka'nın gülerek söyledikleri; "kız gibi çocuk, valla…" Devrim'in sinirlendiğinde titreyen dizi… Üç senelik ilişkinden şimdiye kalabilmeyi başarmış olan anılardı.
Mezun olmadan birkaç ay önce ayrılmışlardı. Dilek yüzünü buruşturdu. Ayrılığın nedenini hatırlamıyordu. Kendine duyduğu ne çok nefret kalmıştı bu ilişkiden geriye… Hatırlanmaya değmeyecek kadar aptalca bir neden ne çok şeyi götürmüştü Dilek'ten…
İlk iş görüşmesine gittiği günün akşamı aramıştı Devrim. "Sana gelmek istiyorum" demişti. Eve yakın bir yerden aramış olmalıydı, çok kısa bir süre sonra gelmişti çünkü. O akşam neler konuşulduğunu da hatırlamıyordu. Kızgın iki yüzde kıpırdayan dudaklar, hararetli el kol hareketleri, Devrim'in kırgın delici bakışları…Devrim'in alkollü olduğunu biraz geç anlamıştı. Kavgayı bitirmek için;
- Tartışmanın bir anlamı yok, demişti.
Sonra…
Gençliği ile göz göze geldi. Ağlıyordu. Ağladığını fark etti. Yılların sessizliğini bozan kendi hıçkırıklarını duydu.
- Böyle olacağını hiç düşünmemiştim.
Gençliği yanına oturdu, boynuna sarıldı.
- Böyle olacağını hiç düşünmemiştim, diye tekrar etti.
Dilek de, üzerinde hala Devrim'in kokusunu taşıyan gençliğine sarıldı. Gözlerini kapadı. Arada silinmiş sahneler vardı. Devrim'in balkona ne zaman ve neden çıktığını hatırlamıyordu. Bir anda Devrim'i balkon demirlerinin ardında gördü. Çok sinirlendi. Devrim'in gözlerinde ki ışığı anlayamayacak kadar sinirlendi…
- Kendini de, beni de aşağılıyorsun! Diye bağırdı.
Devrim gülümsedi. Uzun parmaklı ellerini usulca çekti balkon demirlerinden…
Nazlı Gençtürk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
|
YALAN MASALLARIMIZ
Yaşadığımız herşey bir masalmış meğer. Bütün masallarımızı da biz yazmışız. Yalanmış hepsi. Yaşayamadıklarımız daha gerçekmiş yaşadıklarımızdan.
Adı üstünde zaten: Masal. Ben bugüne kadar yalan olmayan masal görmedim ki hiç. Ustaca baş kahramanı olduk kavuşamamayı anlatan masallarımızın. Neyi çözecekse kaçmak, biz hep birbirimizden kaçtık. Sanki iki zıt kutuptuk ve fizik kanunlarını yalancı çıkartmaktan korkar gibi, hiç bir araya gelemedik. Aramızdaki mesafeler, yalnızca fiilen kısaldı. Arkadaş olduk. Dost olduk. Bir türlü sevgili olamadık. Biz hep kendimizi avuttuk. Her ne kadar söylemeye dilimiz varmasa da, hani derler ya; "züğürt tesellisi"ydi bizimki ya da yalnızca benimki! İnsan sevdiğiyle ne kadar arkadaş, dost olabilirse o kadar olduk işte!
Şiirlerde okuduk sevgiye, aşka dair güzel sözleri. Öykülerden dersler çıkardık aşka dair. Bu konudaki tek tasarrufumuz da; çıkardığımız derslerle, yüreğimizi çizerek geçen incecik bir sızı oldu sanırım.
O kadar yalanmış ki masallarımız, geri dönmeye karar verdiğimizde, arkamızda bıraktığımız ayak izlerini bile bulamadık. Ne yürümeyi becerebildik geleceğe doğru, ne de geri dönmeyi adamakıllı. Meğer masalmış tüm yaşadıklarımız ve yalanmış tüm masallarımız.
Orhan Gökçe
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
KISIK SESLİ SEVDA
Yürüyorum, sesi kısılmış sevdaya.
Tükenmemiş umutlar omzumda,
Sevginin melodisi kulaklarımda.
"Aç o zaman yüreğini bu sevdaya" diyor
Hücrelerimde yankılanan ses.
Tut ellerimi, tut…
Umuduna ulaşırken dünyanın.
Bedenim salınım içinde,
Duvarda sessizce uyuyan
Benliğini görüyorum yüreğimde.
Bak…
Gökyüzündeki bütün bulutlar senin!
Sevdamı da al ve çık,
Avuçlarımda yankılanırken sevdanın sesi.
Hiçbir şey ve her şey arasında kalan,
Tüm umutları da sana veriyorum.
Üç yıl, beş yıl…
Belki de on beş yıl!
Ömrümüzün yettiği kadar.
Karanlıkta, aydınlıkta,
Baharında ömrümüzün.
"Damarlarıma kadar yürü" diyor.
Kimselere aldırmadan,
Ardına hiç bakmadan yürü…
Yaklaşıyorum damarlarına
Bu sefer de beklentin olmasın diyor.
Seslerin uğultusuyla dolaşıyorum
Gecenin grileşen sokaklarında.
Sessiz, kimsesiz…
O kadar da çaresiz.
Yine yankılanıyor ses!
Çınar ağacının altındaki
Berrak nehrin gölgesi oluyor gözlerim.
Islak umutsuz…
Umut var ama umutsuzluğun bulanıklığıyla
Kendini berraklaştırmaya çalışan bir umut.
Ve her sesinde çaresizliğin,
O insanlara uzak,
Sonsuzluğun haykırışıyla
Nefes almaya çalışan sevdayı duyuyorum.
Buğulu ve titreyerek, eriterek kendini
Bembeyaz yağıyor yüreğime
Sevdanın parçacıkları.
Bedenim isyan ediyor bu haykırışlara,
Çöl ortasında susuz kalmış ruhum ise
Gel diyor…
Ne olursa olsun gel.
Gül UĞUR
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
1987 yılında Amerikan Havayolları mali bir kriz içerisindeydi. Masrafları kısmak için denenen yollardan biri; uçuşlarda yolculara sunulan salatadaki iki zeytini bire indirmekti. Pek bir işe yaramayacak gibi görünen bu uygulama sayesinde aynı yıl içinde hava yolu şirketi tam 40 bin dolar kar elde etti. Bu ve benzeri onlarca gereksiz bilgiyi http://www.gereksiz.net kısayolunda bulacaksınız.
Günlerden bir gün, Kırlangıcın bir adama aşık olmuş. Adamın penceresine konup şöyle demiş: "Ben seni çok seviyorum. Lütfen pencereyi açıp beni içeri al da birlikte yaşayalım". Adam cevap vermiş: "Olmaz öyle şey. Sen bir kuşsun. Bir kuş, bir adama aşık olur mu?". Bu duygusal hikayenin devamı için http://www.askmasali.com/hikayeler/30.html
Bilgisayar'a karşı dart oynemek için vereceğim adrese girebilirsiniz. Unutmayın her seferinde sadece üçer atış hakkınız var. Amaç size verilen puanı en az atış sayısı ve en çok puanı toplayıp sıfıra indirmek. http://www.gophergas.com/funstuff/darts.htm kısayoluna bir tık lütfen.
İşte size yeni bir flash oyun daha. Başlarda biraz zor gibi görünmesine rağmen, öğrendikçe hoşunuza gidecek bir bike mania oyunu. 10 - 15 denemeden sonra ciddi anlamda ya devam edecek ya da bırakacaksınız. http://www.flashgames247.com/play/675.html Acele etmeden ve sabırla oynamanızı tavsiye ediyorum.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|