Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.222

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 31 Mayıs 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : İpin ucunu yakalayabilecek mi?!..


Merhabalar

Artık ipin ucu kaçtı. Seçime doğru, freni patlamış, tamponuna konserve kutuları bağlanmış skoda kamyonet gibi yokuş aşağı gidiyorlar. Dilin kemiği, beynin izanı hak getire. En soğukkanlı olması gereken makamda ve zamanda, sinir uçları ayakta, her an yumruk atmaya hazır boksör gibi devlet yönetiyor Tayyip Bey. Ama sonunda duvara çarptı. Anayasa Mahkemesi kararına "Yüz Karası" demesi pahalıya mâl olacak gibi. Mahkeme Başkanı kendilerini hedef gösteriyor diye hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Haksız mı? Yerden göğe kadar haklı. 1 yıl evvel gene eleştirmiş, bir yalaka gazete mahkeme üyelerini manşetten afişe etmiş ve bir hukukçu meczup mahkemeyi basıp bir üyeyi katletmişti, hatırlayın ve hiç unutmayın. Suç duyurusu yapılır mı? Yapılırsa bir işe yarar mı bilemem ama bildiğim birşey var o da devlet kurumlarıyla çatışmayı misyon edinmiş bir başbakanla bu işin şakülünün şaştığı.

Kendi dertlerimize öylesine gömülmüşüz ki, yurt dışında olan bitenler birer ufak haber halinde ya veriliyor ya da hiç verilmiyor. Oysa tartıştıklarımıza benzer olaylar, az çok bize benzer memleketlerde oluyor ama biz herkesin yakından takip ettiği bu olayları es geçiyoruz. Bir yabancı dostumdan gelen uyarı mesajıyla haberdar oldum olaydan. "Sizde de böyle şeyler oluyor mu?" diye soruyordu. Bizim medya yazdıysa da gözümden kaçmış. (Haberi okumak isteyenler burayı tıklayabilirler.) Olay Malezya da geçiyor. Malezya %60'ı müslüman olan bir ülke. Müslümanlar şeriat mahkemelerine, diğerleri laik mahkemelere bağlılar. Halkın 2 ayrı sicili tutuluyor. Biri müslümanların diğeri geri kalanların sicili. İki insanın evlenebilmesi için aynı sicile sahip olması gerekiyor. Lina Joy isimli Malezyalı müslüman kadın bir hiristiyana aşık oluyor ve evlenebilmek için 1998 yılında hristiyan oluyor. Ama şeriat mahkemesi din değişimini kabul etmiyor ve sicilini değiştirmiyor. Tek isteği kimlik kartında yazan İslam ibaresinin silinip yerine hristiyan yazılması. Bu olay size ne çağrıştırıyor bilmiyorum ama beni düşündürüyor. Dini kişisel kabul edip, sonra insanın kişisel arzusu hilafına din değiştirmesine şeriat mahkemelerince izin vermemek hangi kitaba uygundur acaba? Bir insanın hangi dine inandığına kendinden başka kim karar verebilir? Kimse değil mi? Ama işte öyle olmuyor, devreye şeriat kuralları giriyor ve hakimiyet el değiştiriyor. Konunun bizimle hiç âlâkâsı olmadığına şükredip sizlere hoşçakalın diyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Rana Marcella Özenç

 Kahveci : Rana Marcella Özenç


   ÖLEN MASALLAR

Ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladığında alacakaranlık gecenin hapsine düşmek üzereydi. Ormanın sakinleri erken uyurlardı birkaç gece bekçisi hariç. Sessizlik başlamıştı. Birkaç cırcır böceği yorgunca kemanlarını çalmaya devam ediyordu gerçi ama kurbağalar bile her zamankinden sessizdi. Yorgundu artık dizleri ama koşmaya devam etti. Durmak için çok geçti. Bir an önce uzaklaşmalı ve ağaçların arasından kaybolup gitmeliydi. Kalbi bedenine ihanet ediyordu ve bedeninden çıkmak ister gibi hızla atıyordu. Damarlarındaki kan kaynar kıvamda bedeninin içinde oradan oraya zıplar gibiydi. Hava soğumaya başlamıştı ve bu sıcak Ağustos gününe artık gecenin soğukluğu tecavüz edercesine hızla hâkim olmaya başlamıştı.

Bir ağacın önünde durdu. Yerini kestiremedi. İnen karanlıkta bütün ağaçlar birbirlerine benziyordu zira. Artık önemi yoktu. Çok yorulmuştu ve biraz dinlenmek istemişti. Susamıştı çölde savaş veren askerler gibi ama kaybolmuş bedenine su bulabileceği şüpheliydi. Kalbine susmasını emretti ama nafile. Soluk alışverişi hızlıydı. Oysa bir saniye dinginlik arıyordu ki ardından gelen var mı duyabilsin. Duyabildiği tek şey şu anda kendiydi. Özgürlük yakın mıydı? Yoksa yine mahkûm hayatı mı bekliyordu kapıda bekleyen davetsiz misafir gibi…

Sakinleşti biraz ve görünüşe göre izini kaybettirmiş gibiydi. Ortalıkta sıradan gecenin sesleri yükseliyordu. Ayağa kalktı çökmüş olduğu yerden. Kasları ağrımıştı yaşlı bedeninin. Özgürce ölmek istiyordu her zamanki kafesinin dışında. Birden bir uğultu duydu. Ürktü ve olduğu yerde sıçradı ama korkacak bir şey yoktu. Uğultu yalnızca dayandığı ağaçtaki ev sahibesi baykuştu o kadar. Tepeden tuhaf tuhaf bakıyordu evine yaslanan bu yabancının kim olduğunu anlamak ister gibi. Dost mu düşman mı? Misafir kabul edecek saat değildi elbet onun için. Bu saat artık onun mesai saatinin başıydı. Sabaha kadar bekleyen bir nöbet vardı onu ne de olsa. Rahatsızlık vermek istemeyen Tanrı misafiri ise başını yavaşça eğdi kibarca selam vermek için iş başındaki bu gece nöbetçisine ama gece nöbetçisinin umurunda değilmiş gibi ukalaca çevirdi başını.

Yürüyerek ve artık koşmadan ilerledi biraz bir dere bulmak ümidiyle. Nereye gittiğini bilmiyordu ama olduğu yerde dönüp duruyor olabilirdi. Güçsüzdü. Çaresizdi. Yıllardır da ormanda bulunmamıştı ki eskiden olduğu gibi avucunun içi gibi bilsin buraları. Gençliği burada geçmişti oysa. Burada oynamış, burada koşmuş, burada büyümüştü. Annesi korkuturdu onu ormanda bir kulübede yaşayan ve geceleri çıkan cadıyı anlatarak. Erkenden yatardı o da cadının geleceğini zannederek. Büyük tehlike cadıdan değilmiş meğer. Doğadan gelmezmiş zarar insanoğlundan geldiği kadar. Şimdi annesi yoktu. Arkadaşları yoktu. Yalnızca o vardı, tek başına, yalnız ve yaşlı. Onun varlığını bilen de yoktu zaten. O artık unutulmuş bir masal kahramanıydı ve yakında o da ölecekti dünyadaki bütün masallar gibi ve günümüzün gerçekçi çocukları onu tanımayacaktı. Onu kimsenin gözleri artık aramayacaktı eski zamanlarda ormana pikniğe gelip onu deliler gibi arayan çocukların gözleri gibi.

Nihayet bir su birikintisine vardı. Eskisi gibi güzel bir müzik yoktu ama suda. Bir zamanlar nehirler çağlarken rüzgârla şarkılar söylerlerdi. Kayaları döverken dalgalar sevişirdi. Bu dere pek bir kuru, pek bir sessizdi. Neyse, en azından suydu ya. Susuzluktan ölüyordu zavallı. Kenarda bir kurbağa gördü o da pek konuşkan değil gibiydi ama yanına yaklaşan ve sudan içmek isteyen yabancıyı görünce selamladı geçiş izni verir gibi. Meğer birini bekliyormuş. Çenesini açtı ve o sessiz kurbağa geveze bir mahlûk oluverdi.

Kurbağa anlatmaya devam ederken ormanda nasıl artık su bulmakta zorlandıklarını ve son günlerde her ağacın ve her derenin kurumakta hatta ölmekte olduğunu, o da şimdi yeni yeni çıkmaya başlayan ayın ışığında parlayan sudaki yansımasına baktı. Kurbağa devam etti anlatmaya; günlerdir bulutlar kol geziyormuş ve güneşi karartırken ayı saklıyorlarmış ama bir damla bile yağmur vermiyorlarmış bunun karşılığında. Belli ki pek bir dertliydi. Yabancı ise yansımasına dalgın dalgın bakıyordu zira kendini tanıyamamıştı. Yıllar nasıl da çabuk geçmişti. Beyaz tüyleri pisti ve bir zamanlar parlak olan yelesi şimdi bakımsızlıktan seçilmiyordu. Gözleri kızarmıştı ve yüzü buruşuktu. Neredeydi o efsanevi tek boynuzlu at? Boynuzu kırıktı ve onu çaldıktan sonra evine kilitleyen o acımasız avcının duvarında asılıydı gergedan ve geyik boynuzlarıyla beraber, evine içki içmeye her gelene gösterilen eşsiz koleksiyonun içinde.

İznini istedi kurbağanın ve yoluna devam etti. Artık dinlenmek için bir yere ihtiyacı vardı. Sadece uyumak istiyordu. Çok yorgundu. Kim bilir belki bir daha asla uyanmazdı. Artık dünyada ona ihtiyaç duyan yoktu da zaten. Her şeyi açıklayan bilimsel açıklamalar gelmişti ya çocuklar uyumadan onlara masal anlatmaya gerek yoktu. Gözlerini kapatıp hayal dünyalarında yaşattıkları masalların yerinde bilgisayar oyunları vardı. Başucu kitaplarının yerinde cep telefonları duruyordu. Yatak odalarında eskiden kitaplığın durduğu yerde ise televizyonlar vardı beş yüz kanallı. Şimdi hayal gücü gözlerini kapatıp yaşattıkları gizli dünya değil uyuşturucu alınca ancak hatırlanan mekândı gençlerin belleğinde. Masalların yerinde gencecik yaşta içilen sigara ve içki vardı.

Gözlerinden akan yaşları durduramadı nerede olduğunun farkına varınca. Yıllar önce annesiyle yaşadığı yer, altında doğduğu ağaç… Biliyordu çünkü annesinin ağaca boynuzuyla çizdiği kalp duruyordu çizdiği yerde. Ama büyük ceviz ağacının yaprakları yoktu artık sadece kuru ve ölü bir gövdesi vardı. Altına uzanıp ayaklarını uzattı o güzel günleri düşünürken. Burada genç kız olmuştu. Bir zamanlar o da annesi gibi çok güzeldi. Boynuzu güneşte ışıldardı ve mavi gözleri parlardı. Ormandaki bütün erkekler ona hayranlıkla bakardı. Ama o bir avcıya kurban olmuştu. Onu alıp bir ahıra kapatan avcıya, hep ağzı içki kokan ve elinden purosu düşmeyen, çürük dişli o avcıya… Boynuzunu arkadaşlarına gösteriş yapmak üzere kesen avcıya…

Biraz uyumuş olmalıydı ki bir sesle uyandı. Güzel bir sesti bu, yumuşak ve sakin. Gözlerini açtığında karşısında tabiat ananın şehveti olan alacakaranlık ışığında bir peri duruyordu. Hayır, tabiat ananın kızıydı bu. Hala nasıl da güzeldi… Canlı bir ağaç gölgesi kadar parlak ceviz kabuğu renginde saçları omuzlarına dökülmüştü ve kar beyazı tenini daha da beyaz göstermişti. 'Bekliyordum seni, benimle gel' dedi kiraz kırmızısı dudaklardan çıkan güzel ses. Ayağa kalktı. Takip etti onu. Çok güçlü bir ışık vardı şimdi. Bu güneşin doğuşuydu. Her zamankinden güçlüydü zira onun önünü kesen yapraklar yoktu, onun ışınlarını serinleten o sabah rüzgârı da yoktu. Sadece kuru bir sıcaklık vardı.

'Korkma, gel benimle' dedi tanrıçanın kızı. Beraber güneşe doğru yürüdüler. Tabii ya, nasıl da unutmuş, onun babası güneşti ve onları bekliyordu hayal gücünün hala yaşamakta olduğu bir dünyada. Ceviz ağacından bir kapıya geldiler ve tanrıçanın kızı kapıyı açtı usulca. Arkada ölen hayal gücü vardı; unutulan. İçeri girdiler beraber. Kapıda onları Pan karşıladı. Hava serindi ne de olsa Demeter yağmur göndermeye hazırlanıyordu kurumamış olan bu dünyaya. Kayıp sabah rüzgârını elçisi olarak gönderdi halkı uyarmak üzere. Kızı ise yanındaydı ve gülüşüyorlardı birlikte. Ne de olsa bu dünyada ayrılık yoktu. İlerlediler ve altın bir kapıya geldiklerinde altın bir taht vardı ardında. Tahtta oturan ise tabiat ananın kendisiydi; Diana. Ayağa kalktı ve kızı ile misafirine doğru geldi. Elinde parlak bir şey vardı ama tam da seçilmiyordu. Misafire doğru ellerini uzatınca, işte o an anlaşıldı elindeki cismin ne olduğu. Boynuzdu bu ve onu Diana yerine taktı, ait olduğu yere ve bu dünyada onu kimsenin asla gösteriş için kesmeyeceği yere. Bütün bunlar olurken nehirler coşkuyla şarkı söylüyordu rüzgâra eşlik ederek ve dalgalar eskisi gibi sevişiyordu.

Rana Marcella Özenç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,757,757,757,757,757,757,757,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 BİR OYUNCUNUN DÜNLÜĞÜ : Bahadır Benli


Hayat kaldığı yerden sek içilir

28.04.2007/Cumartesi/İç Gece/

Sanki her gece öyle yazılabilir gelmez dünlüğe,buna yazılan dünlükte bozulur sanırım bu duruma,
Kelimeler özenle seçilmedi belki ama, dağınık ve bırak ütüsü kendime yazdığım bana, bir gün okursan da sana kalsın…

O defter çoktan kapandı misali
Yara mühürlü defterlerimiz var her birimizin
yamuk yamuk yazılmış kaderlerde, silip silip düzeltme telaşında
tövbesi bozuk, yeminli ,yamalı aşklarımız…

Beyoğlunda miss sokak
Sokağın iki öteki yüzü,kimse tanımaz sorsan
Yaktım diye söylendiğim duygular, Birer birer isyan çıkarma telaşındalar
Siyaseti sen ve ben olan devrim inadında
Ve hücresinde boğulmuş, susturulma çabasında ;

Sus !!! Fazla konuşma diyerek boş kadeh elimle itilir...
Bir kazım şarkısı daha çalar mı be Süleyman söylesek de şu Fatihe diye
Ve ekleyerek;
Ne zaman bu Sindrella hikayesi gerçek olacak be oğlum?
bak işte belki baloda bulunma sebebini henüz bilmediği o ayakkabıda burada diyerek ve boş kadehi işaret edilir.
Güldü Süleyman, ve ardı sıra ekledi… Sindrellayı bilmem ama ben sana bir Cin Drella daha vereyim, hem kim bilir bal kabağı olmaktan vazgeçtikleri gün onları buluruz bakarsın.
Ama kafanı kaldır ve bir bak burada hiç Sindrella varmı…?
Burası Beyoğlu be oğlum…

Beyoğlu aşkları
eskileri ,eskicileri ,eksikleri, yenileriyle
bar arası düzmece muhabbetleriyle,
sevişirken bir şairin yalanlarıyla yarınları arasında sıkışmış
öptüğüm uyuşmuş meleklerin çoğunun kanatları kırılmış…
son kadeh istenir.

Ve derken o çıka gelir

1972 den kalma den kalma bandanası uzun şal misali edası ve gözlerinde mavi mercan hippi kılığında ve inatla bakarak…

-mrb?

Tarlabaşında bir orospu şefkati, istiklalde dil altı gaspçı bir tanıdık abi şimdileri abla terfi sınavında Travest durumlarda ve perukçuya rengi bozuk tavırlarda
Yani bu kadar bozuk hayat varken tamirci sürekli Pazar telaşında
Ya suskunsa içimden geçenler yada yüreğime yağıyorsa her söylediğin,
bil ki
dilimde onca küfür varken tek kelime edemediysem ,sus yemiş bülbül misali,
sana değil, beyoğluna güvenmediğimdendir güzelim.

Tanrıya son soru belki de
hayat kaldığı yerden sek içilebilir mi ?


Bahadır Benli
bahadirbenli@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,838,838,838,838,838,838,838,838,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


Afşin Selim

 Kahveci : Afşin Selim


   Kara kalemli mektuplar

Sen kaçtıkça kovalıyor gölgelerimiz birbirini. Sen bulmacaya dönüyorsun, çözümsüz kalıyoruz, hep de öyle kalacağa benziyoruz… Sen de ki şey benleşiyor, benleşen şey senleşiyor… Ruhum ruhuna yaklaşıyor, bu yakınlaşma ruhlarımızı birleştiriyor. Ne yapacağımızı bizde bilmiyoruz. Korkuyoruz aslında. Ama saklıyoruz. Hem de nasıl biliyor musun; herkesten gizlercesine… Ama biliyoruz ki, kendimizi kandırıyoruz, biz birbirimizi neden birbirimizden saklıyoruz?

Sorgusuz, sualsiz ve en önemlisi şüphesiz bir insan nasıl sevilebilir diye düşünürken, bir de bakıyoruz ki bulmuşuz birbirimizi. Ama farkında değiliz yine. Nedenini bilmiyoruz. Bir baskı var üzerimizde, bitmek bilmeyen… Kaldırıp atsak, kurtulacağız, birbirimize sarılacağız… Tamam, görüşmemiş olabiliriz, birbirimizin yüzünü dahi nadiren görmüş olabiliriz, ya da birbirimizin sesinden dahi birbirimizin haberi olmayabilir… bunlar bahane mi… Ne olacak yani, her şey bitecek mi, gül dalını mı terk edecek, şehirler kalabalıklarını mı yitirecek…

Beni bilirsin işte; dışarı çıkıyorum, ellerim cebimde, geziyorum… sonra eve gidiyorum; Cemil Meriç okuyorum, düşünüyorum, hüzünleniyorum, diriliyorum, "büyüyünce Cemil Meriç olacağım" diyorum… ondan sonra işte İlhan İrem takıntım başlıyor; peş peşe İlhan İrem şarkıları dinlemeye başlıyorum…

Gözlerim seni arıyor. Bulamıyor. Kaybediyoruz birbirimizi. Gizlice ağlıyoruz; kimseler görmüyor… belki sever, belki sevecek, belki de sevmekten usanacak gibi papatya fallarını terk ediyor, her şeyi akışına bırakmak için içten içe söz veriyoruz. Bunu da kimseler duymuyor. Biz de duymuyoruz. Ne güzel demişler işte: "Su akar yatağını bulur…" Birbirimizi bir kere daha görebilmek için, birbirimizi takip ediyoruz usulca. Görsek ne olacak diye değil, görsek yerler gökler yerinden oynayacak korkusu da değil, görsek her şey birbirini tamamlayacak, görsek görüşeceğiz, görsek gökyüzünde tutuşacak ellerimiz diye… Ama ne yapalım işte, gidişat bunu gösteriyor. Bize de gizliden gizleye aşk şarkıları dinlemek düşüyor.

Ama biliyoruz işte: O'ndan ümit kesilmiyor! Bir ara dışarı çıkıyorum… Koşuyorum. "Yazmayayım" diyorum yine yazıyorum. "Seslenme sakın" diyorum simitçi çocuğa. Biliyor seni düşündüğümü. Kıkır kıkır gülüyor. "Yaz ağbi beni de yaz, beni yaz, kendini yaz, her şeyi yaz…" diye gevezelik yapmaya başlıyor. Koşuyorum… Kendimi toparlamaya çalışıyorum. "Sevmesem nasıl olur" diye düşünürken, sen geliyorsun yine aklıma…

Afşin Selim


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 



 Kahveci : Umut Karacaoğlu


Otuz üç - Otuz dört.

"Anlatırım. Ama bana karışmamalısınız."

"Uzun süredir bunalımdayım. Gerçekten bunu söyleyebilirim. Manyak, deli, sapık, normal olmayan herhangi bir şey olsaydım bunu da söylerdim. Ama artık daha hafif gibi. Bilmiyorum. O gün de bunalımımın tarihi günlerinden birini yaşıyordum. Mutsuzdum, yemek yiyemiyordum, bir günde en fazla bir-bir buçuk saat uyuyordum. O da bayılma gibi nerede ne zaman olacağı pek kestirilemeyen uykular."

"Tarihini hatırlamıyorum. Ben size hatırladıklarımı anlatacağım, başka soru sormayın bana."

"Açıkçası işe yarayacağını düşünmüyordum ama bunalımımın yükünü hafifletir umuduyla dışarı çıktım, hediye gelen ayakkabıları değiştirmeliydim zaten haftalardır. Sağ ayak 34, sol ayak 33 numaraydı. Nasıl bir aptal böyle hediye alır ki?

Mağaza yakındı ama bostancı tanzim'in o kalabalığına girecektim. Böyle kalabalıklara girdiğimde ben hep yere bakarak yürürüm. İnsanlarla aram pek iyi olmamıştır, göz temasına girmek istemem. Bu kalabalığın ortasında bir de çalışma yapılıyordu üstüne üstlük. Tüm kaldırımlar sökülmüş, ve altları kazılmıştı. Bilirsiniz, bu çalışmalar belediyelerin halkla ilişkiler yöntemidir, bu nedenle zor biterler, aynı ayda iki kez değişen kaldırım taşı tanıyorum ben. Düşünün artık."

"İstediğim zaman asıl konuya gelirim. Bir daha müdahale edecek olursanız konuşma biter ve ben hiçbir şey kaybetmiş olmam. sadece merak ediyorsunuz diye anlatıyorum, yapmaya çalıştığınız şey her ne ise, bana faydalı olmayacak, onun için susun."

"Ayakkabıcının önü de boydan boya kazılmıştı. Atlamam gerekiyordu ama zaten uzun bir boşluk yoktu. Nasıl oldu tam anlamadım, ayağımı tam basacakken kaydım, gözüm yerde bir şeye takılmıştı. Kaldırımın kırık kısmında avuç içi kadar bir leke. Mürekkep lekesi gibiydi ama işin ilginç yanı, biliyorum inanmayacaksınız belki ama umurumda değil, örümcek şeklindeydi. Bunun zihnimin bir oyunu olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama önemli değil, siz de bilmiyorsunuz ben de, ben bir şeye inanıyorum, siz inanmıyorsunuz yalnızca."

"Evet onu anlatmıştım zaten. bunalımımın sebebi olduğu doğru olabilir. Ama bu neyi değiştirir ki? Örümcek şeklindeki leke o yüzden dikkatimi dağıtmıştı zaten. Aklıma kardeşim geldi. Onu oraya ben çıkarmıştım. bunun için kendimi suçluyorum ama ne bileyim.. Sonuçta olan bu, üzülüyorum onun için. Hem de çok. Kendimden çok."

"Oturduğumuz evin balkonunun tepesinde, neredeyse bulunduğu tüm köşeyi kaplamış bir örümcek ağı vardı. Kardeşimle onun ağına sinek atıyorduk bir iki gündür. Sinekleri yakalayıp kanatlarını kopartıyorduk. Aslında sinekler ayaklarının hepsi tamsa genelde kurtuluyorlardı örümcek ağlarından. Bu nedenle ayaklardan da ikisini üçünü genelde kopartırdık. Ama bu örümcek oldukça büyüktü. Şu uzun bacaklı, küçücük gövdeli örümcekleri hiç sevmem. Bunun bacakları kalın ve kısa, gövdesi hafif tüylü ve genişçeydi. Aslına bakılırsa ben örümcekten çok huylanırım, huylanırdım. Artık korkuyorum."

"Fikrin nasıl çıktığını hatırlamıyorum, örümceği yakmaya karar verdik. Kardeşim "günah", "yazık" falan dediyse de ikna oldu, ve onu tutup balkon demirine çıkardım, oraya ancak böyle yetişiyorduk ve ben çıkmak istemiyordum doğrusu. Kardeşime çakmağımı verdim, kardeşim bana tutunarak bir elini kaldırdı ve örümceği yaktı. Bir anda küçük de olsa alev aldığını gördüm örümceğin ve örümcek top gibi bir hal alıp kardeşimin suratına düştü. Neden korktu anlamadım ama korktu. Normalde korkmazdı o örümceklerden.

Önce bahçe duvarına dizleri çarptı. Sesini bile duymuştum.. Çok korkunç. Kardeşim, ikinci kattan düşmüştü ve balkondan onu izlemiştim. Çarptığında olmuş olacak, sol diz kapağı dizinden dışarı fırlamıştı. İki bacak da mos-mor yamuk yumuk ve kan revan içindeydi. Bilek kemiğinin tamamen ters dönüp ucunu dışarı çıkarttığı kıpkırmızı bir göl vardı sağ ayağında. Ama ölmemişti, ölmedi. Ve lakin bir daha yürüyemedi de, bunu zaten biliyorsunuz. Dizlerinin biraz üstünden kesildi iki bacağı da. o burada mı?"

"Hayır hayır. İstemiyorum. O günden beri bunun örümceği yaktığımız için olduğunu söyleyip duruyor. Sıkıldım artık.. Olmaz şimdi."

"Evet kafamdaki iz oradan kalma. Ayakkabıcıya girerken düştüm. Kafamı ya kaldırım taşına ya da başka bir şeye vurdum düşürken bilmiyorum. Aynı şarjı biten aletler gibi her şey kapandı birden. Gözümü açtım. Ama bir şey fark etmedi. Etraf çok karanlıktı. Bir şeyin üstünde yatıyordum, ağzımda kan tadı vardı. Yüzüme ellediğimde alnımdan ağzıma kadar gelen kanın yolunu buldum. Tam doğrulmaya yeltenmişken altımdaki şey titredi. Hissediyordum; ritmik ve gittikçe artan bir şiddetle üstünde yattığım şey dalgalanıyor, titriyordu. Elimle ittirdim, esniyordu içeri doğru, ama yırtılmıyordu. Elim yapıştı ve o anda gördüm neden yattığım şeyin titrediğini. Neredeyse benim iki katım kadar yüksekliği olan dev bir örümcek bana doğru yürüyordu. Bir örümcek ağının üstünde yatıyordum.

Sağa sola kıpırdayamıyordum, yapışmıştım ve üzerimde bir şeyler yürüyordu. Küçük örümcekler.. Onlarca.. Yüzlerce.. Binlerce.. Minik örümcekler.. Ben onlara baktıkça çoğalıyorlardı. Hemen anladım bunu. Nereye baksam orada bir sürü oluyorlardı. Hem de hemencecik. Kapadım gözlerimi. Büyük örümceğin geldiğini hissediyordum. Ağ gittikçe daha şiddetli sallanıyordu. Artık sadece yattığım yer değil, üzerimdeki örümcek bulutu da dalgalanıyordu, o adım attıkça. Tüylerini, bacaklarının hızlı hareketlerini hissediyordum. Burnumun ve ağzımın etrafı bile dolmak üzereydi, gözümü daha sıkı kapadım, nefes alırken dilime örümceklerin bir kaçının çarptığını, damağıma yapıştıklarını hatırlıyorum. Sarsıntı iyice artmıştı. Dayanamıyordum, koskoca bir örümcek size doğru yaklaşırken gözünüz kapalı beklemek çok zor bir şey. Gözümü açıp en azından nerede olduğunu görmek istiyordum. Artık sallantıdan neredeyse ters dönecektim. Gözümü açtım. İki dev kıskaç örümceğin ağzının kenarlarından çıkmış burnumun az ilerisinde duruyordu. Tüylü bacaklarını görüyordum. Kocaman ve etrafımı bir çit gibi saracak sıklıktaydı bacakları. Kıskaçları açıldı; ve ikisi birden ayaklarıma geçti. Nasıl acıdığını tarif etmek isterdim ama acıdan bayılmışım."

"Gözümü açtığımda hastanedeydim. Bileklerimden aşağısı dikilmişti. Bu yüzden artık ben de tekerlikli sandalye kullanıyorum. Kardeşim gibi. Ona bu olaydan sonra söyledim, O ağda yatarken anlamıştım, bu örümceklerin intikamı değil, sineklerin intikamı."

"Evet bu kadar. Gidebilir miyim şimdi?"

"Bekliyorum, uzun sürmez umarım "

...

- Ne düşünüyorsun onun hakkında? Almalı mıyız?
- Başvuruyu yapan kim?
- Sevgilisi başvurmuş. Şu ayakkabıları alan. Ayağındaki ayakkabılar, düştüğü günden beri ayağından çıkarmamış. Biri 33 biri 34 numara. Haha. Onun haberi yok buraya neden geldiğinden, yalnızca görüşme yaptığımızı sanıyor.
- Bilmiyorum.. Onu ayakları olduğuna ve hiçbir sorunu olmadığına ikna etsek bile ne olacak ki?
- Nasıl yani?
- Kardeşinin düşüşündeki suçluluk duygusunu sen de anlamışsındır. Geçiştirmek ister gibiydi hep. Belli ki çukura düştüğünde hayal ettikleri vicdanını rahatlatmış.
- Ona şüphe yok, sevgilisi kardeşinin düşüşünden beri ilk kez doğru düzgün uyuyup yemek yemeye başladığını söyledi.
- Gördün mü? O mutlu böyle. Ayaklarının kopuk olduğunu sanıyor ama mutlu. Ayaklarının olmamasını vicdan azabına tercih ediyor. Ona ayaklarını geri vermemizi neden istesin ki?
- Ama o hasta.
- Bence o da senin için aynı şeyi düşünüyor.

...

" Sağ olun, ben sürebilirim."

Umut Karacaoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
12 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Deniz Suyunun Şakası Olmaz

Dikkat etmek gerek
Deniz kenarında otururken.
Her an vurulabilirsiniz sol yanınızdan.
Ben vurulmuştum bir kere
Oradan biliyorum.
Tevfik Reis II tarafından,
Anadolu Kavağı'nda,
Hem de tuzlu deniz suyuyla,
Biramı yudumlarken,
Bir restoranın balkonunda.
Kurşun gibi deldi sol yanımı
Hırçın deniz suyu.
Tuzu yüreğimi dağladı.
Yediğim kalamarların intikamını aldı sanki.
Beni biri daha vurmuştu
Sol yanımdan yıllar önce.
O da dağlamıştı yüreğimi,
Tuzlu deniz suyu misali.
Ağrısı hala durur içimde bir kor gibi.

Orhan GÖKÇE (Emanetçi)

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

TEMA Vakfı evlerdeki gereksiz su tüketiminin önlenmesi için bireysel çabaların ne kadar büyük fark yaratacağına dikkat çekmek ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla "Suyunu Boşa Harcama" Kampanyası başlattı. http://www.suyunubosaharcama.org/ web sayfasında suyu nasıl boşa harcadığımız ve nasıl tasarruf yapacağımızla ilgili kısa ve öz bilgiler veriliyor. Sen de katıl sen de suyunu boşa harcama.

Bütün komikliklerin bir arada bulunduğu bir web sayfası http://www.komikalem.com/ Resim, video, sesler, animasyonlar ve daha neler neler. Gülebilmek için her türlü malzeme hazır. Şimdi sıra gülmeye vakit ayırmak için uygun bir bahane bulmaya geldi.

…Affan Dede'ye para saydım, sattı bana çocukluğumu, artık ne adım var ne yaşım, bilmiyorum kim olduğumu, hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden… Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şairler için http://www.netlek.com/Siir/ Şiirsiz kalmayın.

Sağlık ile ilgili her konuyu haber haline getirseydik ne olurdu? http://www.thehealthnews.org/tr/ web sayfası bu soruya yanıt vermiş ve sağlığımızla ilgili her türden bilgiyi, haberi ve duyuruyu bir araya getirip bizlerin hizmetine sunmuş.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070531.asp
ISSN: 1303-8923
31 Mayıs 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com