Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.223

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 1 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Hafta sonu bırakın beyniniz dinlensin!..


Merhabalar

Haftanın sonuna geldik. Geçen haftadan beri ne değişti? Hiç. Kördüğüm olmuş sorunlar daha da içinden çıkılmaz hale geldi o kadar. Gene karar organları basın yoluyla birbiriyle haberleşiyor. Gene başbakan haftalık olağan görüşmesini iptal ediyor. Irak'a girecek miyiz girmeyecek miyiz, gireceksek nasıl gireceğiz? ABD'ye rağmen mi gireceğiz? Girip te çıkmayacak mıyız? Vurup kaçacak mıyız? Hükümet yetki verecek mi? Vermesi için asker istekte bulunacak mı, yoksa bu karar siyasidir deyip yiğitliği iktidardan mı bekleyecek? Bu tür soruların kafaları bulandırması yetmezmiş gibi, bir de İstanbul'un göbeğinde bir düz lisede irticai faaliyetler çıktı. Evet bunun adı irticai faaliyet. Yoksa Milli Eğitim müdürünün buyurduğu gibi din ve vicdan özgürlüğü adına yapılmış sıradan bir uygulama değil. Din dersinin bile seçmeli olduğu bir okulda, öğretmenin namaz vaktini öğrencisine mesaj yollayarak bildirmesi dini bir vecibe mi, sorarlar adama.

Hâlâ gözü açılmamış vatandaşların bu türden olayları iyi izleyip değerlendirmesi gerekiyor. Tayyip Bey ve şürekasının "Bugüne kadar neyimizi gördünüz?" serzenişine kapak olacak gelişmeler bunlar. Bürokrasinin kilit noktalarından sonra, conihoca marifetiyle okullar da birer ikişer ele geçirilmeye başlandı zahir. Milli Eğitim müdürleri bile "Ne var bunda canım, okulda ibadet yanlış değil." diyebildikten sonra vay halimize sayın seyirciler. Dün Malezya'da yaşanan bir olayı aktardığımda, lafı "iyi ki bizde yok böylesi" diye öylesine bağlamıştım. Şimdi bu duyduklarımızın ondan aşağı kalır hangi yanı var biri bize anlatsın da anlayalım.

Sizi bilmem ama benim kafam epeyce karışık. Üzerine konuşulacak tonla konu varken bir tekini bile çekip çıkarmam mümkün olmuyor. Önümüzdeki iki günlük tatili beynimizi dinlendirmek için kullanmak mümkün olacak mı acaba? Vallahi olsa iyi olur, yoksa seçimlere kadar benim beynim iyice buruşacak, gidip mührü pusula yerine alnıma vurup çıkacağım. Haydi hayırlısı, kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇAKI, ÇAKMAK, BIÇAK, TARAK -8

İbrahimof, Monika'ya verdiği sözden ötürü her geçen gün artan bir pişmanlık ve kızgınlık duymaya başladı. Bunun üstesinden gelemiyordu. Her boşlukta, kendini köyünü, eşini, çocuklarını, anne ve babasını düşünürken buluyordu. En azından bir kez olsun gidip, onları görmek istiyordu. Peki, giderse geri dönebilir miydi? Eğer hayattaysalar onlara "Ben Almanya'ya geri döneceğim ."diyebilir miydi? Monika'dan ve iki oğlundan vazgeçmek istemiyordu. Çünkü Monika'yı çok seviyordu. O hem çok merhametli, sevecen, hem de çok güzeldi. Ayrıca Monika hayatı boyunca en yalnız, en çaresiz günlerinde ona uzanan sıcacık bir el olmuştu. Kimse kolay kolay böyle bir şey yapmaz, bu kadar cömertçe kimseye kucak açamazdı. Ona çok şey borçlu olduğunu hissediyordu.

Özellikle geceleri başını yastığı koyduğunda İbrahimof'un içindeki merak ve belirsizlik duygusu tamamen onu ele geçiriyor ve aklını bir türlü Makedonya'daki karısı, evi ve çocukları teslim alıyordu. Sabaha kadar yatağın içinde dönüp duruyor, bir türlü uyuyamıyordu. Onun huzursuzluğunu sezen Monika "Artık savaş bitti. Burada kalmak zorunda değiliz. Başka bir yere gidelim. Çalışıp yeniden bir yaşam kurabiliriz." diyordu. İbrahimof'un asıl sorunu bu çitliğe esir olarak getirilmiş olmak değildi. O savaş zamanı kendisini açlıktan ve soğuktan kurtaran bu çitliği hep sevmişti. Üstelik kendisini çiftlikte hiçbir zaman esir gibi de hissetmemişti. Burada yaşamaya ve çalışmaya ömrünün sonuna kadar devam edebilirdi. Asıl sorun kalmak veya gitmek değil, Makedonya'ya dönüp dönmemekti. Diğer üç Müslüman esir haftalar önce çiftlikten ayrılıp gitmişlerdi. Elbette dönmek, Monika'yı bırakıp gitmek düşüncesi tamamen çöpsüz üzüm değildi. Belki de onu kendi memleketinde kötü sürprizler bekliyordu. Bu ihtimal İbrahimof'u iyice korkutuyor ve kararsızlığını daha da derinleştiriyordu.

O sonbahar çiftlikte çalışan işçilerin büyük bir bölümü ayrılıp kendi köylerine gittiler. Savaş sırasında yolculuk etmek, bir yerden bir yere gitmek neredeyse imkânsızdı. Gidenlerin hepsi bir hafta on gün içinde geri döneceklerini söylediler. Yarısından fazlası çitliğe bir daha geri dönmediler. Geri dönenler ise bütün köylerin ve kasabaların yerle bir edildiğini, demiryollarının ve köprülerin yıkıldığını anlattılar. Bütün Almanya'da büyük bir açlık ve kıtlık varmış. Küçük çocuklar ve yaşlılar yeterince beslenemedikleri için hastalanarak ölüyormuş. İbrahimof dönenlerin anlattıklarına inanmakta zorlanıyordu. Durum bu kadar kötüyse neden bu çiftliktekilerin hiçbir şeyden haberi bile yoktu. Üstelik burada her zaman bol yiyecek vardı. Bazen bu çiftlikte bütün dünyadan ve insanlara özgü acılardan uzakta gizli bir ülkede yaşadıklarını hissediyordu.

Kış ortasına doğru birkaç asker yeniden çiftliğe gelip İbrahimof'a ülkesine dönmesi için gerekli işlemlerin tamamlandığını bildirdiler. Üç ay içinde dönmezse bütün haklarını yitireceğini, bir daha kendisiyle ilgili işlemlerle uğraşmayacaklarını söyleyip gittiler. İbrahimof'a bir belge imzalattılar ve çiftlikten ayrıldılar. Elinde kalan bu son üç ay İbrahimof'un dönme konusundaki kararsızlığını binlerce küçük parçaya ayırdı. En azından bir kez gidip onları göreyim. Sonra dönerim düşüncesi aklını tamamen ele geçirdi. Her taraf kar altındaydı. Kendi kendine mart ayı başında yola çıkmayı kurgulamaya başladı. Dönmek düşüncesini Monika'ya söyleyemezdi. Mecburen karar verdiğinde habersizce bir trene binip yola çıkacaktı. Monika'yı ve çocukları da yanına alıp gidebilme imkânı olsa bütün sorun birden çözülecekti. Fakat oradakilere ne söyleyecekti? Eğer eşi hala bekliyorsa onun yüzüne nasıl bakacaktı? Her şey değişmiş, karısı yeniden evlenmiş bile olsa "Bize gâvur kızından gelin olmaz." diyeceklerini adı gibi biliyordu. İbrahimof elbette Makedonya'daki kayıtlara kayıp olarak geçtiğini, annesinin onun için günlerce gözyaşı döktüğünü bilmiyordu. Savaş zamanlarında binlerce insan kaybolurdu. Ölenler için genelde "Kahramanca bilmem nerede savaştı ve filanca şehitlikte huzur içinde yatıyor."denirdi. Ama kayıplar için en son şurada görüldü, burada savaştı öyküleri uydurulmazdı. Annesi oğlun kayboldu denmesini önce anlayamadı. Kocaman bir delikanlı nasıl kaybolurdu. Bozuk, para, boncuk veya iğneden söz eder gibi birisi için kayboldu denilebilir miydi? Öldüyse en azından mezarını görsün, bilsin, başında dua okusun istiyordu. Dağ gibi delikanlı kuş gibi uçup gitmemişti ya.

Mart başında İbrahimof kasabaya gitmek için Monika'dan biraz para aldı. Ama pazara gitmedi. Zaten eskisi gibi pazar da kurulmuyordu. Savaştan sonra para neredeyse hükmünü yitirmiş, sadece bazı gıda maddeleri satın almak için kullanılabiliyordu. İbrahimof çarşıya hiç uğramadan direk karakola gitti. Oradaki görevliye Makedonya'ya dönmek istediğini söyledi. Ona isterse o gece hareket edecek trene binebilmesi için bir belge düzenlediler. Üzerindeki para ile biraz taze inek peyniri ve birkaç somun ekmek aldı. Peynir değil ama ekmek karaborsaydı. Çünkü her yerde ekmek karneye bağlanmıştı. Binlerce endişe, kaygı ve korku yüreğini ezerken akşamın ilerleyen saatlerinde istasyona duman, buhar savurarak giren trene bindi.

İbrahimof'un yolculuğu üç gece dört günde sona erdi. Yolculuk boyunca insanlar zaman zaman trenden inip uzak mesafeleri sırtında yükleriyle yürüdüler. Tren güzergâhındaki bütün kasabaların, şehirlerin köylerin ve yol üzerindeki köprülerin çoğu yerle bir edilmişti. Şehirlerde molozları kaldırmak için savaştan arta kalan çoğu yorgun ve yaşlı insanlardan oluşan kocaman bir kalabalık karıncalar gibi çalışıyordu. İbrahimof dört günlük yolculuktan sonra İştip'e vardığı gece yarısı yıkılmış bir binanın içine sığındı. Geceyi tahta bir kanepenin üzerinde geçirdi. O gece sabaha kadar rüyalara tutsak olarak kan ter içinde onlarca kez uyandı, döndü, yeniden uyudu, oturdu, tütün içti ve sabahı zor etti. Hava aydınlanınca çıkıp kasabayı dolaştı. Yıkılmış binalar arasında yürüdü. Bu kasabaya daha önce onlarca kez geldiği halde ilk defa geldiği yabancı bir hissi içindeydi. Köyüne gitmeden önce bir şeyler satın alabilmeyi istiyordu. Ortada ne satın alınabilecek bir şey ne de dükkân vardı. Açık dükkân bulsa bile üzerindeki Alman paralarıyla bir şeyler alabilmesi neredeyse mucize gibi bir şeydi. Mecburen torbasındaki ekmekten biraz koparıp yiyerek köyünün yoluna düştü. Normal bir yürümeyle köy bu kasabaya altı saatlik mesafedeydi.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Montaj İşleri

Tornavida, kerpeten, pense.. Arkası da birer ikişer gelse ya, ne gezer. Oldum olası pek severim şu evde tadilat, tamirat olmadı kaldır bir kenara at işlerini. Boşuna dememişler; "Alet işler, el övünür" hatta "işi yapan bir güzel övülür" diye. Alet-edevat eksik ve/veya yapılan iş eften püften bir durum arzediyor ise; hem "işi yaptıran yaptırdığına dövünür" hem de "işi yapan bir temiz dövülür" neredeyse. Yarım yamalak aletle dolu bir çantaya sahip olan bendeniz montaj kuşu, yine neyime güvendiysem, kalktım gittim demonte olarak verilen ve fakat kolayca monte edilebilen birkaç dolap almak üzere bu tür ürünler satan meşhur mağazalardan birine. Evin hangi bölümüne monte edeceğimi düşündüğüm mekanın ölçülerini adeta bir terzi edasıyla aldım. Yani; otuz santimlik cetvel elimde, hani bari bir mezura olsaydı ya dilimde türküsü eşliğinde.

Demonte parçalar harika ambalajlarda, reklamlardaki gibi hiç yer kaplamıyorlar sanki. Attığım gibi demonte güzel ambalajlı parçaları bagajıma, sabırsızlıkla bastım gaza, biraz sonra kavuşacağım montaj dakikalarının keyfini düşüne düşüne. "Yahu, ne kadar da güzel ve korumalı ambalaj yapmışlar, kesemedim bıçakla bile !" sözleri "Ulan, böyle ambalaj mı yapılır, kestik güzelim parmağı maket bıçağı ile, hay sizin demontesini monte ettiğimin dolap parçaları ..!" şeklinde bir dönüşüme uğrayıverdi elbette. "En iyisi bir kahve içmeli, şu asabi durum biraz olsun geçmeli" diyerek tuttum mutfağın yolunu. Kahvenin hoş aroması damağımda, kan ise hala dinmemiş parmağımda lakin hava ufak ufak kararmaya yüz tutmuş görünce, dönüverdim montaj çalışmalarının başına. Şu tip vidalardan 4 tane, şunlardan 8 tane biçimindeki sayfalara gözucuyla bakıp geçiverdim dolabın tahtalarına.

"Ulan, denemediğim pozisyon kalmadı, şu tahtaların ortadaki tahta ile montaj açısından bir ilgisi var mı ?" sorusunu sorduğumda tepemin tası atmış, güneş ufuktan az önce batmış idi. Montaj kitapçığının sayfalarını çevirirken kafasında "soru işareti" olan adamla gözgöze geliverdim. Yanında bir de 444 ile başlayan telefon numarası. "Kahve molası bitti, en iyisi bu saatte bir şarap arası vereyim, 444 ile başlayan numaralarla da biraz güreşeyim" dedim. Falanca durumlar için 3'e, filanca durumlar için 5'e, feşmekan durumlar için 9'a basın, bir üst menüye geçmek için 0'a, alt menüye geçmek için ...? Benim durumuma uyan herhangi bir tuş yok mu gözünü sevdiğimin 444'ü ? Yok, yok; en iyisi kapatmalı, molada bir tek daha atmalı, sanki ilk kez arıyormuş ayağına yatmalı. Öyle de yaptım, aradaki konuşmaları kulağımla dinlememişim, "Müşteri Temsilcisi için 8'e..." demiş, her neyse derdimi ummana döktüm, "Lütfen, kaydedin ben size montaj yardımı için anlaşmalı şirketimizin telefonunu vereyim" dedi umman..

"Efendim, bir kez daha söylüyorum ama ya sizin anlamaya niyetiniz yok ya da beyin tahtalarınız monte edilecek tahtaların sayısını aşmış. Faturanızla, tahtaları satınaldığınız firmanın adresine gidiyorsunuz, montaj talebinizi iletiyorsunuz, şu an itibariyle Perşembe gününden önce gelemeyeceğimizi de artık biliyorsunuz. Bana ne yahu, bugün Cumartesi ise ..!" dedi ve küt diye kapadı 15 dakikadır sorularımla telef ettiğimin tele-montajcısı. "Seni mi bekleyeceğim be Perşembe'ye kadar, hade ordan ..!" bile diyemedim. Hatta; "Senin yaşın kadar monte etmişliğim var, sana mı kaldım be ..!" biçiminde bir beyanatım dahi olamadı. "Gözünü sevdiğimin mahalle marangozu, açık mıdır acaba bu saatte ?" dediğimi hayal meyal anımsıyorum, kadeh kadeh zor gelip şişeyi elime aldıktan sonra mıydı ne ?

"- Bu ne surat, gemilerin mi battı ?" dedi, alışverişten dönen eşim.
"Denedim, enk gel, menk gel, ne olur denk gel diye yalvardım, lakin bu tahtalar nah şu tahtaya bir türlü uymuyor" dedim.
"- Onu şöyle ters çevir, şunu burdan çıkart, bunu da şuraya tak !" dedi, harfiyen uyguladım, şraaaak..!
"Montaj ücretin neydi canım ?"

- Yuf olsun yani komşu, gecenin bu saatinde matkap çalıştırılır mı ?
"Ne yani, hızımı yeni almış, montajı tamamlamışım, yarını mı bekleseydim ? Sana 444'lü bir telefon vereyim derdini oraya anlat en iyisi, akşam akşam elimden bir kaza çıktı zaten" dedim "Ev alma komşu al !" denilen komşuya.

Sonuçta; mükemmel bir biçimde monte ettim dolaplarımı. Zaten; pek severim bu montaj işlerini. Bir de duvarlarını düzgün yapsalarmış inşaatı sırasında evin. Üstten sıfır derece, alttan bir karış açık duruyor, hay sizin yaptığınız duvarın şakülüne..!

"- Onu bunu bilmem, böyle yamuk yumuk dolap istemem. Bu dolaplar söküle, yanyana gelmeyecek biçimde evin başka yerlerine takıla !" dedi Montaj İşleri Daire Başkanı...
"Senin telefonunda mı 444 ile başlıyordu ?" bile diyemedim. Hatta; "Bayılıyorum ben bu montaj işlerine !" şeklinde bir açıklamam dahi olamadı...

Bunca zamandır sizleri bilirim, montaj işleriniz varsa derhal gelirim. Telefonum : 444.....

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


Öylesineyim!

Ömrümüzün en inatlı zamanında keçi boynuzunun bir gıda olduğunu öğrenmiştik seninle
Tadına bakmaya heveslenmiştik
Bir gıdayı ilk yeme zamanında insanın yüzüne gelip oturan veya vuran, nereye vurduğuyla yansıma yaptığı anlaşılamayan
Komik anlar vardır bir de
İllaki havaya bakmalar
Yüz buruşturmalar
Falan
Filan

Keçi boynuzunu hiç beğenmedim
Beklide sade inadımdan

Her yenilene yahut içinde değer taşıyana mı gıda demeli insan
İhtiyaçtır gıda
Olmazsa olmayandır
Yenmeyebilir
Hatta beğenilmeye de bilir
Ama gıdadır
Şarttır
Mutlaktır
Ve ben ne zaman bir mutlak kelimesini bir cümlede kullanacak olsam
Aklımın karasına gelip oturan bir hakimiyet sahtekarlığıdır
Belkiler olur sonra
Mutlaklarla aralarındaki husumeti çözememiş
Üstelik bu gereksiz husumetin nedenini bile bilememiş belkiler
Bilmiyorum, belki…
Hava yeni karamıştı
Genç kız yine ağrılı gözlerinden muzdarip
Ama artık o ağrısız olamayacak kadar göz doktoruna ve ilaçlarına küs
Yürüyordu
Aylardan nisandı belki ama havada asla bir çocuk bayramı havasını barındırmıyordu iklim
Kasımdan kalma bir iç sıkıntısı vardı mevsimin
Nisan da kasıma benzeyebilir bazen
Hava da olsa hoş görmelisin der gibiydi zaman
Yürümek varmak içindi çoğu kez ama
Bu sefer değil
Bu sefer öylesineydi
Sadece öylesine
Öylesine yürünmüş yollarda
Öylesine düşünülmüş
Ve hatta hiç düşünülmemesi gereken konular doluyordu aklına
Şaka yollu söylenirdi çoğu kez en cesaret yoksunu gerçekler
Hangi gözle bakılacağı kestirilemez kalabalıklarda topluluk olmaktan korkan
Korkusunu ağrılı gözlerinde sakladığına inanan bir kızdı
Yürüyordu
Ve asla bir çocuk bayramı havası yoktu nisanda
Kasımlardan alacaklı bir iklimdeydi zaman
Çok öylesine yürüdüğü için
Fazlaca öylesine yaşanmamışlıklar düşünüyordu
Kendine kızarak
Bu yürüme hali bittiğinde hatırlamak istemeyeceği anlar gibi
Öylesine
Sadece öylesine
Yanında biri vardı
Bir ses ama uzak kalan
Bir göz ama epey başka algılandığı için
Şimdi beyninden yüreğine direktif edilen bu sevda olma ihtimalinden bile korkan
Ortaokul yıllarından kalma bir köftehor söz oyunu kadar acemice karalanmış satırlar gibi
"Seni seviyorum ama arkadaş olarak"
Ve yürüyor şimdi
Bunları düşündüğü için mi
Ya da yürüdüğü için mi
Ve hatta seni özlediği için mi
Öylesine
Hiç bilmeyerek
Neresinde bitirilecek
Ve hatta kayda alınacak kadar kaide değer olabilir
Keçi boynuzunu da sevmedi
Aslan var mesela sonra
Çok kalabalık masalarda benimle adı tekrarlanır olan
Sonrasında liderlikmiş
Ve hatta epey yansıtıyormuşum da diye başlayan
Uzayan, beni "uzasam mı bana göre değil bu mekan" biçiminde düşündüren masallar
Aslanları seviyorum
Masallardan
Aslan mısın sen sorusuyla karşılaştığımda kızsam da
Ne günahı var zavallıcığın
Oysa ne salakçadır ki
Burçlara inanmak
Ve olur olmaz pat diye aslan mısın sen
Balık mı
Yay mı
Diye soran
Hasbel kader bilince de çok elzem bir gerçeği ortaya koşmuş kadar gururlanan
Adamlar, kadınlar, gençler, ortanın solunda ve sağında diye ayrılan ama tam ortada anlaşan orta yaşlılar
İnsanların karakter analizinde burçlardan gitmek baştan yenilgidir zannımca
Eğer bu bir gerçek olsaydı
Yılda on iki ay olduğuna göre
Evrende sadece on iki çeşit insan karakteri olurdu
Benim bildiğim bir insanın doğması için alternatif on iki ay var
Ha ötesinde doğan, doğuran varsa da
Görmedim
Anlamam
Aslanları severim
Ama masallardan
Burçlarla yok hiç alakam
Ve yürüyen bir genç kız
Eve varınca unutması gereken ne varsa onları düşünüyor şu an
Hiç düşünmemesi gerekenleri
Olmayacakları
Olmayacak kararını kendi aldıklarını "olmalı mıydı" şeklinde düşünüyor
Kızıyor kendine
Akuatik bir oyalanma halinden yorgun
Akustik gökyüzünden bulutlu
Kendi lisanından çok öte lisanların isimlerini tutuyor zihni
Şimdi düşük yapsa aklı
Evet tam da burada
Akıtsa tüm saçmalıkları
Sadece "olabilir mi" ihtimalinden dahi duyduğu mutluluk kalsa aklında
Kimse anlar mı
Anlamaz
Zahmetsiz
Korkusuz
Akıntısız
Kansız bir düşük yapsa
Sadece o kalsa aklında
Bir tek o
Güldüğündeki güzellik mesela
Ya da omzuna onurluca dayadığı desteği
Uzaklığı
Epey uzaklık ama bir telefon yetebilir belki
Bir düşük yapsa şimdi kız
Bu vakit
Kimse görmez
Ve anlamaz
Aklındaki yıllardır ezberine aldığı ne varsa
Ve hatta neye dairse
Düşük olsa
Sadece o kalsa
Bir tek o
O zaman ne yazar sınav kağıdına
Sadece "o"
Ömründeki en geçerli cevapla en geçersiz notu alacağını bilerek uygulayacak kadar cesareti olaydı
Okuduğu tüm cümleleri
Kayıtlarını
Lisanlarını
Hepsini
Her şeyi
Haberleri
Ve hatta manşetleri
Masasının üzerinde baskıya hazırlanması için bekletilen tüm metinleri
Hepsini düşürse
Elinde mi
Değil
Kim ister düşük yapmayı
Kimse kızamaz ya
Ve hatta kimse sormaz bile
Cesareti yok
Yoksa şu an tam da şu an düşürmek vardı düşük yoluyla hayatında o'nun ötesinde olan her şeyi
Ve sınav kağıtlarına da sadece "o" yazıp çekilmek vardı
Biliyorum saçmalıktı belki ama
Yetebileydi cesareti
Bu buhran haline epey yakışacaktı bu düşüncesi
Hepsinden kolay olan sadece şu cümle oysa
"Seni seviyorum
Ama arkadaşça"
       Son konulara baktın mı
Evet
İyi, arkanda ben oturuyorum o zaman


Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Köpüksüz Bir kahve Daha

Yok, yazamıyorum. Köpüklü kahveler için, afiyetler olsun, gidin de Karayip Korsanlarını seyredin ve gülün, deniz kıyısında oturup bir çay için, güneşin henüz kavurmadığı saatlerde yürüyüş yapın diyemiyorum.

Aslında bu hafta size bir "Ağva yazısı" yazacaktım. Geçtiğimiz günlerde bir hafta sonu kaçamağı yaptığım, huzurlu ve dinlenmiş olarak, bütün "güncel" hayattan arınmış olarak geri döndüğüm Ağva'yı anlatacaktım. Herkesin sevgilisini, eşini, aşığını kapıp gittiği bir yere yılların büyüttüğü dostlarımla gittiğimi, çok eğlendiğimi, çok yürüdüğümü, çok yediğimi, çok gezdiğimi anlatacaktım. Otobüs şoförünün "siz üçünüz" diyerek bizi mimlediğini, önümüzdeki adamın bizi dinleyerek yol boyunca ne çok eğlendiğini, gözümüze kestirdiğimiz iki adamın sadece birbirleriyle ilgilenen iki âşık olduğunu, deniz bisikletiyle nehirde kıyıya toslama, iskeleye park edememe maceramızı anlatacaktım. Ama olmadı… Sabah haberlerinde birbirlerine saldıran öğrencileri gördüm Ankara'da bir üniversitede. (Haber seyretmiyorum demiştim önceden, de, sadece kanallar arasında gezinirken gözüme çarptı, geçemedim…) Satırla yaralanan bir öğrenci, taşlı sopalı atışmalar, çevik kuvvet, okul binasında mahsur kalan kız öğrenciler, ardından 4 günlük bir eğitime ara verme… Mecliste dövüşen milletvekilleri, misyonerlik iddiasıyla dövülen papazlar, Yargı'ya müdahale eden ve suçlamada bulunan bir başbakan… Başbakan hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıklayan Anayasa Mahkemesi Başkan'ı... Fuhuş yapılıyor diyerek kundaklamalar yapanlar… Futbol maçlarından sonra kendilerini kaybedip canavarlaşanlar… Bir yanda yağmayan yağmurlar ve dünya çölleşiyor feryatları… Hep ertelenen hevesler, hayaller, ufalanıp yok olan umutlar…

Öte yandan teslimiyetçi anlayıştaki hükümetimizin yaptığı, yapmaya çalıştığı işler (petrol, Kıbrıs, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, özelleştirmeler, vb.), İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin mükemmel icraatları (1 yılda iki kilometrelik İstiklal Caddesi'ni iki kez taş döşeyerek harcadıkları paralardan tutun da İETT'nin Levent'teki arazisini mevcut alt yapı sorunlarını düşünmeden [hali hazırda mantar gibi bitmiş alışveriş merkezi sayısı azmış gibi bir yenisi daha yapılmak üzere] Arap'lara satmalarına kadar uzanan geniş bir yelpaze mevcut bilindiği üzere), muhalefetin bir türlü gerçek "muhalefet" olamaması, seçim öncesi ne ekonomik ne de sosyal alanda bir program açıklamak yerine laik - anti-laik, şeriatçı, gerici, yolsuz, hırsız tartışmalarını ağızlarına sakız ederek zaman geçirmeleri… Bu kadar çok, kara, boğucu, yorucu ve yıkıcı haberden sonra ne keyfim, ne hevesim kalmadı.

Hangi birini saymalı, hangi birini silmeli ki bu sayfa temizlensin? Zaten okumayan, okusa da sadece "kendi penceresinin aydınlığında" kalan insanların çoğunluk olduğu, düşüncenin - sadece tarihimizde değil maalesef günümüzde de - insanların beyinlerinde kişiyi fiili olarak suçlu kıldığı ve buna bağıl suçun derhal cezalandırıldığı bir toplumda yaşıyoruz sanki. Hani ortaçağ Avrupa'sında kiliseye karşı olan, kiliseyle aynı düşünce yapısında olmayan herkes cadı olarak etiketlenir ve yakılır, asılır, kesilir - kısacası öldürülürmüş ya, bizim memleket de o anlayışla veriyor kendi gözündeki suçların cezasını. Sürekli mevcut olan öfkesini her fırsatta, her önüne gelene kusuyor insanlar ama bu, öfkenin azalmasına, dinmesine insanların durulmasına yetmiyor.

Artık korkar olduk sokakta yere tüküren adama söz söylemekten, çocuğunu döven anne babaya laf etmekten, insanlara "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, yaptığınla söylediğin birbirini tutmuyor" demekten. Bunları veya benzerlerini yaptığımız, söylediğimiz her an yobaz, gerici, bağnaz, cumhuriyet karşıtı, faşist, komünist, anti-laik, Türk toplumunun örf ve adetlerini küçümseyen, Türklüğü aşağılayan, dinsiz, vb. biri olmakla suçlanma ihtimalimiz yüksek çünkü. Üstelik bu suçlama bir anda öyle bir alevlenebilir ki, bırakın tavrınızın gerekçesini açıklamayı, kendinizi savunamadan etiketlenebilir dahası bir linç girişiminin ortasında kalabilirsiniz bile.

Hal böyle olunca, ne takat kalıyor insanda ne de moral. Gökyüzünün rengini, canım boğazıyla İstanbul'u, onu bunu bırakın kendi sağ salim oluşumuzu bile önemsemeden "bugün yine neler oldu memleketimde" diye kendimize eza ediyoruz her yeni günle.

Yazmayayım diyorum, okumayayım, dinlemeyeyim, bakmayayım, düşünmeyeyim diyorum bir türlü olmuyor. Böyle olunca da bizim kahvenin köpüğü kaçıyor. Haftaya keyifli yazılar yazmak, köpüklü kahveler içmek dileği ve özlemiyle…

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Dinozor

Ustayım diye salınır, sırça köşkte dinozor.
Ona sanatını anlatmak öyle zor.
Kibirden kabarmış, sen her şeyi ona sor.
Gel de yaptıklarını hayra yor.

Saygıda kusur etmez eğilirsin.
Hançeri yedin mi bağrına delirirsin.
Destek beklerken kösteklenirsin.
Sonra kendi kendine söylenirsin.

Rant arar her adımda.
Plan yapar her susuşta.
Bu nasıl üstat, bu nasıl usta?
Söyleyemez hiçbir şey bu hususta.

Ama bize sevmek düşer sanatı.
O dur insana açılan şefkat kanadı.
Budur garip çizerin yanıtı.
Ortadır kaleminin, sanatının ka/nıtı.

Dürüstlük sallanır ama yıkılmaz.
Ustalar küçük duraklara takılmaz.
Akıl yaşta değil baştadır.
İman şekilde değil aşktadır.

Semih BULGUR

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

TEMA Vakfı evlerdeki gereksiz su tüketiminin önlenmesi için bireysel çabaların ne kadar büyük fark yaratacağına dikkat çekmek ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla "Suyunu Boşa Harcama" Kampanyası başlattı. http://www.suyunubosaharcama.org/ web sayfasında suyu nasıl boşa harcadığımız ve nasıl tasarruf yapacağımızla ilgili kısa ve öz bilgiler veriliyor. Sen de katıl sen de suyunu boşa harcama.

Bütün komikliklerin bir arada bulunduğu bir web sayfası http://www.komikalem.com/ Resim, video, sesler, animasyonlar ve daha neler neler. Gülebilmek için her türlü malzeme hazır. Şimdi sıra gülmeye vakit ayırmak için uygun bir bahane bulmaya geldi.

…Affan Dede'ye para saydım, sattı bana çocukluğumu, artık ne adım var ne yaşım, bilmiyorum kim olduğumu, hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden… Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şairler için http://www.netlek.com/Siir/ Şiirsiz kalmayın.

Sağlık ile ilgili her konuyu haber haline getirseydik ne olurdu? http://www.thehealthnews.org/tr/ web sayfası bu soruya yanıt vermiş ve sağlığımızla ilgili her türden bilgiyi, haberi ve duyuruyu bir araya getirip bizlerin hizmetine sunmuş.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070601.asp
ISSN: 1303-8923
1 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com