Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.224

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 4 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Mumcunun mumu yatsıya kadar bile yanmadı!..


İyi haftalar

Bu siyaseti anlamak mümkün değil. Palavra, aldatma, göz boyama gibi tabirleri hiç kullanmak istemiyorum doğrusu. Çünkü dürüst, onurlu, sözünün eri, dediğinin arkasında durabilen siyasetçiye ayıp etmiş olurum. Peki bu mum satıcısı parti başkanına ne gibi sıfat yakışır, hiç fikriniz var mı? Bunun başından beri AKP'nin ekmeğine yağ sürme ameliyesi olduğunu söyleyeceğim ağır kaçacak. Sağda birlik yaptılar diye sevinmiştim. Hani eski ya da yeni partilerine sempatim olduğundan değil ama bölünmesi muhtemel oyları bir araya getireceğini düşündüğüm için sevinmiştim. Yanılmışım, yanılmışız. Hangi pazarlıkta anlaşamamış olduklarını tahmin etmek kolay da bu noktaya nasıl geldiklerini kestirmek zor. Her ikisi de partileri kapatıp yeni bir parti çatısı altında birleşmeye karar vermemişler miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum? Yok ben doğru hatırlıyorum da bu fırıldak mum satıcısının ar damarı su kaçırıyor. Adı var kendi yok Mesut Beyin partiye sızacağından endişe edip tüm projeyi rafa kaldırabiliyor. Bu nasıl bir politik duruştur bilen söylesin. Ben buna "yanpirik fırdöndü" demeyi uygun gördüm. 22 Temmuzdan sonra sahneden silinip gidecek bu zât-ı muhteremi bari güleryüzlü uğurlayalım değil mi?

...

Dün büyük usta Nazım Hikmet'in 44. ölüm yıldönümüydü. Gelin onu, bu canım memleket için söylenmiş en güzel şiirlerden biriyle analım, ne dersiniz?

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
           bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak
           bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
           bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
           bu hasret bizim...


Hepinize huzurlu bir çalışma haftası diliyorum, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Katran Kahvesi : Ayşe Coşkun


Uzun bir gece öyküsü

Ben ona âşık olduğumda o çoktan aşk yolunun ıstıraplı yollarına alışmıştı. En dostumdu; her şeyimdi, her anımdı. Kumral, omuzlarına dağılan uzun saçlarının kıvrımlarında yazılıydı tüm hayatım. Dostlukla dayandığım omzunda; uykularımın hayali. Güzel yüzlüm benim; bana hep güzel görünenim. Çok sıradan giyindiğinde bile çok şık görünebilen insanlardandı. Bilgece sözlerinde çoğu zaman gizli birçok yaşanmışlık hissedilir; kısa cümlelerle olup biteni bir çırpıda anlar ve çözümler üretirdi. Onu tanıdığım beş sene öncesinde de böyle bir adam olduğu varsayıldığında bunun zamanla ilgili değil onun öz kimliğiyle ilgili bir şey olduğunu fark ederdim. Üniversite kantininde çay içerken başlayan arkadaşlığımızın böyle uzun bir dostluğa dönüşmesi gururlandırırdı beni.

Hep gözümün önünde olsun istiyordum; bu yüzden ahbaplık kurdum o şaşı beş kızla. Nereden buldu da karşıma sevgilim diye çıkarıverdi anlamamıştım. Düpedüz çirkindi. Donuk, mat, çok gizemli havalarında bir şey. Bizden yaşça küçük olması da avantajıydı kuşkusuz. Bazı dönemlerinde bir gariplik geliyor bu adamlara; yaşları kaç olursa olsun...

İltimas geçtim bu kıza ben. Kızıl saçlarına güzel tokalar takardım onunla buluşmaya giderken. Güzel görünsün isterdim biriciğime. İlle de bir parmağım olsun istiyordum her işinde. Aklımın içinde bir yerlerde çalıyordu Esmeray'ın sesinden; unutma beni, unutama beni...

Bu güne kadar tek bir kelime bile çıkmamıştı ağzımdan Güzel yüzlüm'e; bize dair. Ben hep aslında onu çok sevmiş; o ise en yakın dostu olarak bana çok güvenmişti. Öyle oturmuş bir düzenimiz vardı ki sanırım bozmaya cesaret edememiştim.

Beni de davet ettikleri buluşmalarını kibarca reddederdim. İçimdeki cazgır ve tahammülsüz kızı tanıyordum çünkü. İsyana geldiğinde tozu dumana katardı. Onları birlikte mutlu görmenin de bu kıza iyi gelmeyeceği ortadaydı.

Aysun'a katlanmak bazen tahminimden de zor olurdu. Zor bir şeydi sevdiğine sevdiğini ulaştırmak. Güzel yüzlüm üzülmesin diye yapıyordum; kalbi kırılmasın. Aysun yalnız kalıyor diye dertlenmesin diye.

Güzel yüzlüm iş seyahatine gittiğinde ya ben onlarda kalırdım ya da Aysun bize gelirdi. Sabahlara kadar konuşur gülerdik. Bazen onu sevmeye başladığımı fark ederdim korkuyla. Oysa bu çok doğaldı; Güzel yüzlüm'ün sevdiği sevilmez mi?

Onlarda kaldığım gecelerde Güzel yüzlüm'ün evden çıkışının izlerini takip ederdim bir dedektif gibi. Bardağını mutfağa götürür, aceleyle çıkardığı terliklerini düzeltirdim. Koltuğa oturduğumda karşımda oturuşunu hayal ederdim. Sonra da dönüp Aysun'la konuşmama devam ederdim. Bir oyun gibi geliyordu tüm olup bitenler bana; keyfini çıkarıyordum.

Aysun her söylenene inanabilecek kadar saf bir kızdı. Ben bunu hep İstanbullu olmayışına bağlardım. İzmir'in küçük bir ilçesinden gelmişti İstanbul'a okul için. İzmir'de hala insanların iç içe yaşadıklarını ve kimselerden gizlileri saklıları olmadığını biliyordum. İzmir'e göre İstanbul bir kurtlar şehriydi. Aysun'un onu zor duruma düşürmüş olan saflıkları beni çok güldürürdü. İlk kez İstanbul'a gelişinde İstanbul'u hiç tanımamasına rağmen otobüste yanında oturan yaşlı teyzeyi karşılayan olmadı diye onunla ta Avcılar'a kadar gitmiş; dönüş yolunda da kaybolup geceyi sığındığı karakolda geçirmek zorunda kalmıştı. Saflıklarının iyilikle dolu olduğunu düşünürdüm hep ve biraz da olsun kol kanat germeye çalışırdım ona.

Aysun'la konuşurken hep bir korku taşırdım içimde. Çenemi tutamayıp Güzel yüzlüm'le ilgili her şeyi bir anda söyleyebileceğimden korkardım. Bunu en başından itibaren söylemediğim içinse vicdan azabıyla kıvranırdım. Fakat daha sonraları Güzel yüzlüm'ün mutluluğuyla kilitledim kalbimi. Artık onun gözlerinden Aysun'u görebiliyor, göz göze geldiğimizde heyecanlanmamayı başarıyordum. Uzun bir süre ilişkilerinin en yakın tanığı oldum. Her öykünün içindeki gizli hüzün bir 17 Şubat günü bir sis gibi çöktü üzerimize.

Diğerlerinin aynısı bir gün olarak başlamıştı günüm. İşyerime gitmiş; şirketteki kızlarla sohbet etmiş patronumla şakalaşmıştım. Hatta şakayla karışık patronumdan zam isteyip şirketteki herkesi çok güldürdüm. Akşam alışveriş poşetleriyle yorgun argın eve döndüm. Kendime en şahanesinden bir mantarlı omlet yapıp çayı demlemiştim ki telefon çaldı. Ahizenin diğer ucunda Güzel yüzlüm'ün en endişeli sesi karşıladı beni. Hemen buraya gelebilir misin dediğinde telefonu kapatıp giyindim ve aceleyle evden çıktım.

Kapıyı ürkerek çaldım. Yol boyunca ne olmuş olabileceğini düşünüp kendime korkunç kâbuslar yaratmıştım. Güzel yüzlüm yaşları taze silinmiş gözleriyle açtı kapıyı. Ne oldu diye sordum, merdivenlerde hızlanan sesime bir yön vermeye çalışarak. Aslında seni ne bu kadar üzebildi ve ben nasıl engel olamadım demek geliyordu içimden. Aysun içeride diye cevapladı beni; istersen önce onunla konuş.

Koridoru geçip odanın kapısını çaldım. İçeriden ses gelmeyince kapıyı araladım. Aysun, çevresini sarmış kirli kâğıt mendiller arasında çökmüş, boş duvara bakıyordu. Beni fark ettiğinde kollarını bana uzatıp hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Gidip sarıldım. Hıçkırıklarının arasında konuşmaya çalışıyordu. En son yanılmışım dedi. Çok mutsuz olduğumu sanıyordum; oysa ne güzelmiş her şey. Bunu biliyordum. Daha doğrusu ben de öyle olduğunu sanıyordum. Bu esnada kapı çaldı. Güzel yüzlüm; ben bira almaya çıkıyorum, size de alayım mı diye sordu. Sesindeki soğukkanlılık hayrete düşürmüştü beni ve bunun iyiye işaret olmadığını biliyordum. Günlerdir inançla sürdürdüğüm rejimi bir kenara bırakıp bana da üç dört tane almasını söyledim. Aslında daha fazlasına ihtiyacım vardı ama sonrası korkutuyordu beni.

Güzel yüzlüm kapıyı çekip çıktı. Bu arada Aysun biraz sakinleşmiş gibiydi. Şimdi bana her şeyi anlaşılır bir şekilde anlatır mısın dedim en Dr.Yallom tarzımla.

Onun için hiçbir zaman iyi olmadığımı biliyordum; dedi beni afallatarak. Çirkindim, biraz saftım ve bir sürü şey işte... Ben de aynen bunları düşünmüştüm işte onunla ilk tanıştığımda ama düşündüklerimin bir kırıntısını dahi ona hissettirdiysem kendimi hayatım boyunca affetmeyecektim. Nereden çıkarıyorsun bunları dedim söyleyecek başka bir şey bulamayınca. "En yakın dostumdun sen, bunu sana nasıl yapabildim ben ..." Yeni bir ağlama krizinin eşiğindeydi, ona daha sıkı sarılıp bunu engellemeye çalıştım.

Ani bir hareketle kollarımdan sıyrılıp dimdik yüzüme baktı. Ona ihanet ettim ben dedi ve sustu.

Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Aysun'la ilgili en güvendiğim konulardan biriydi bu. Hatta şirketlerdeki kızlara şakasını yapardım; kız bir halta benzemiyor ama ihanete panzehirdir diyerek. Oysa karşımda ihanet etmiş bir kadından çok tuzağa düşürülmüş bir genç kız gibi duruyordu. Bu ilişkinin sürmesi için neler yapmıştım oysa ben diye düşünüp hayıflandım. Sonra da kızdım böyle bir durumda bunları düşünüyor olmama. Kalbimi rafa kaldırmıştım bir başkasının kalbi adına. Çok kızmıştım ama sakin olmam gerektiğini hissediyordum. Aynı annem gibi davranacaktım yine. En kötü olaylarda bile durgun bir su gibi kalmayı öğrenmiştim ondan, gereksizce. Oysa nasıl isterdim bağırıp çağırmayı; camı çerçeveyi indirmeyi o anda. Çantamdan iki sigara çıkarıp yaktım ve birini ona uzattım.

Kızgınsın değil mi diye sordu; hem de çok diye cevap verdim en durgun su sesimle.

Ama neden diye sordum, nasıl oldu yani diye düzelttim sonra. Okuldan dedi. Ne okulu diyecektim neredeyse. Biz mezun olalı çok olmuştu ve Aysun'un bir üniversite öğrencisi olduğu tamamen aklımdan çıkmıştı, devam etmesi için sustum.

Sosyolojide okuyor, altıncı senesi diye başladı anlatmaya. Eksik notlarını toplamak üzere geliyordu okula, devam zorunluluğu yoktu ve çalışıyordu zaten. Not alışverişi yaparken sohbet etmeye başladık. Çok neşeli bir arkadaşlıktı. Bir gün sınav çıkışı hep beraber içmeye gittik.

Anlamsız bir merak doğmuştu içime. Bu genç adamın kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Adı ne diye sordum; özgür dedi. Kesin solcudur dedim. İkimiz de gülümsemiştik bunu söyleyişime; öyle deyip sustu. Anahtar sesiyle Güzel yüzlüm'ün geldiğini anladım. Onunla da konuşmak istiyordum. Ben bira getireyim deyip odadan çıktım.

Sersemlemiştim. Yaşadığım beyin fırtınası delice yoruyordu beni. Salona geçtiğimde onun biralardan birini açmış ve televizyon seyretmekte olduğunu gördüm. Gözleri kıpkırmızıydı hala; içimi acıtıyordu onun ağladığını düşünmek. Bir bira açıp karşı koltuğa oturdum, bu salonda keyifle oturuşlarımız geldi aklıma. Hiç konuşmadan televizyon izledik bir süre. Aman tanrım diye geçirdim içimden; tüm bunlar olmasaydı şu anda kendi evimde kanepeye uzanmış omlet yerken ben de aynı diziyi izliyor olacaktım.

Sana anlattı mı diye sordu gözlerini televizyondan ayırmadan; çok fazla değil dedim. Ne yapmayı düşünüyorsun diye ekledim sonra.

Aslında gitmek istemiştim dedi. Ama Aysun'un bir delilik yapmasından korkup vazgeçtim. Benimse bir delilik yapmasından korktuğum adam şu anda sakin sakin bira içiyor ve hiçbir şey olmamış gibi televizyon seyrediyordu. Fırtına öncesi sessizliği diye geçirdim içimden, o ise sözlerine devam etti. Hala onu düşünüp üzülmeme deli oluyorum...

Garip bir sevgi ışıdı içimde. İşte benim tanıdığım ve onca sevdiğim adam buydu. Bu sırada tekrar konuşmaya başlamıştı.

-Oh ne ala; ben hem sevgilimi hem de yakın bir dostumu kaybedip bunu asla unutamayacağımı bileyim; o en fazla bir iki ay içinde gündelik yaşantısına geri dönüp gündelik hayatına dönsün. Ne güzel yahu!

Tabii ki öyle olmayacak dedim teselli eder gibi. Oysa öyle olmasından ben de çok incinmiştim o bunları anlatırken. Yine öyle uzak mesafelerden bakıyorduk ki yaşananlara; şaşırmıştım; hiç böyle düşünmemiştim. O da farkında yaptığının ve iki gözü iki çeşme ağlıyor içerde dedim.

Neye yarar dercesine bir bakış fırlattı yüzüme; korktum. Derin bir soluk aldım ve tüm bunların bir kâbus olmasını diledim. Güzel yüzlüm'ün kırmaya uğraştığı bira kutusunu fark ettim. Elinden kutuyu alıp yeni bir bira açtım ona. Elini kesmesini engelleyebilmiş; bu acının önünde duramamıştım işte.

Onun yanına dön istersen dedi. Aklım kalıyor diye de ekledi sonra. Ama dedim; asıl yanında olmam gereken sensin diye ekleyecekken sustum.

Tüm bu esnada onun izlediği ve benim de evde olsaydım izlemeyi düşündüğüm çok mutlu bir Türk dizisiydi; karakterlerin incelikli konuşmalarından tiksinerek çıktım salondan ve Aysun'un yanına döndüm.

Odaya girip Aysun'un eline bir bira tutuşturup karşısına oturdum. Koridorun ışığıyla aydınlanan yarı karanlık odada bir süre hiç konuşmadan bira içtik. Konuşmak ve çok akıllıca laflar etmek istiyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. En son damdan düşer gibi sordum;

-O'nu seviyor musun?
-Kimi; Özgür'ü mü?
-Hayır
-Evet, seviyorum dedi sessizce. Sonra da burnunu çekerek ekledi; bir andı, bir hataydı her şey... Kendimi çok yalnız hissetmiştim. O yoktu; sen de çok meşguldün o aralar ve zaten benim okul hikâyelerim de pek sizin ilginizi çekecek cinsten değil... Kocaman bir yudum aldı birasından.
-Özgür'ün kim olduğu umurumda bile değildi diye devam etti. Bana çok yakın davranıyordu. Beni görebilmek için okula geliyordu onca işi arasında. Ona biriyle birlikte olduğumu söyledim ama etkilenmedi bundan. Onu sevmediğimi biliyorum. Sadece gösterdiği yakınlıktan çok etkilenmiştim. Çok yalnızdım; gerçekten... Tekrar ağlamaya başlayacağını hissettim ve toparlan gidiyoruz dedim. Aklıma bir anda gelmişti bu. Sadece Güzel yüzlüm'ün ne zaman kaşlarının çatılacağını bilmiyordum ve öyle bir anda Aysun'un burada olmasının tehlikeli olacağını hissetmiştim. Küçük bir çanta içine birkaç parça eşya tıkıştırdık. O son bir iki şeyi toparlarken ben salona girip gideceğimizi haber verdim.

Hala televizyon izleyerek bana "neden" diye sordu. "Bir süre bende kalsın Aysun; ikiniz de biraz sakinleşin." dedim; "ben iyiyim" diye cevap verdi. Bunu söylerken bile gözlerinde, verdiğim karara duyduğu teşekkürü okudum. Biliyordum. Daha önce başıma benzeri bir olay geldiğinde nasıl bir anda çılgına döndüğümü hatırlıyordum.

Kollarımda ağlayan Aysun ve elimde boş bira kutularıyla dolu poşetlerle indik merdivenleri. Güzel yüzlüm'e iki bira bırakıp gerisini yanıma almıştım. O'nun içmesini istemiyordum. Ben içecek ve sabaha kadar üzülecektim. Evet; Aysun'u yatırıp sabaha kadar içecektim.

Oysa eve vardığımızda Aysun benden önce davranıp bir bira açtı ve salona geçti. Mutfakta omleti ısıtıp elimde tabaklarla salona girdim. Ben biraz atıştırdım; o bira içmeye devam etti. Güzel yüzlüm'e sorduğum soruyu bir kez de ona sormaya karar verdim.

-Ne yapmayı düşünüyorsun?
"Kendimi affettirmeyi" dedi; "ne pahasına olursa" diye ekledi ve sustu.

Yaptığının affedilmeyeceğini biliyordum. Ne kadar zaman geçse de bu yara taze kalacaktı. Saçlarını topuz yapmış ve bir kalemle tutturmuştu. Ne kadar sevimli göründüğünü düşündüm; belki de hayatımda ilk kez.

-Niye geldik buraya; diye de o sordu bu sefer.

Biraz düşünmeli ve bu geceyi kendi durumunuzu düşünerek geçirmelisiniz bence diye cevap verdim bir kez daha Dr.Yallom halimle. Yarın okula gidecek misin diye sordum; evet, gitmezsem bir dersten devamsızlıktan kalacağım dedi. Hadi yat öyleyse deyip onu odama götürdüm. Yattığında; bir şey istersen seslen; olur mu deyip yavaşça kapıyı çektim. Korkabileceğini düşünüp koridorun ışığını açık bıraktım. Salona dönüp kanepeye uzandım. Bir yandan omlet yiyip bir yandan bira içtim. Çok kez Güzel yüzlüm'ü aramayı düşünüp uyumuş olabileceğinden çekinerek vazgeçtim. Oysa sabaha kadar gözünü kırpmayacağını adım gibi biliyordum.

Bu sırada o Türk dizisi geldi aklıma. Mutlu bakkal, şen kasap, güler yüzlü berber, şen şakrak mahalleli... Hepsinin köküne kibrit suyu deyip bir de usturuplu bir küfür savurdum ardından. Omlet tabağını sehpaya bırakıp battaniyeyi çektim üzerime. Hala bira vardı ve ben gün ışıyana kadar içecektim.

Eh dert kuşu diye geçirdim içimden; belaları bir mıknatıs gibi üzerine çekersin sen.

Ayşe Coşkun


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Solmaz Akça

 Kahveci : Solmaz Akça


  Aşk mı? Değil mi?

İçimde kendini bilmez haylaz bir duygu... Gelgitlerde saklı o büyük coşkusu. Tavan yapsada çoğunlukla, dibe vurduğu anlar da oluyor yitirdiği zamanlarda. Adı aşkmış... Ritmi var onunda. Çok ilginç bir ritm... İnişli çıkışlı bir makam, kreşendosu yüksek bir oyun...

Gece karanlığına gömüldüğünde ortaya çıkan kışkırtan nağmeler, tatlı sözler, mumların etrafında romantik dakikalar; gündüz aydınlıkta birbirini tanımaz bakışlar, kavgalar, küfürler...

Son günlerde aşığım diyenlere bakıyorum ve korkuyorum. Umarım kimse bana böyle aşık olmaz, diye içimden geçiriyorum. Aşkı mı küçümsüyoruz? Yoksa aşkı gerçekten bu ikiyüzlülük mü sanıyoruz?

İlk bakışta aşk dediğimiz şey gerçekten aşk mı? Düşündünüz mü bunu? Ya da aşkından ölüyorum dediğiniz adam hani size bir gün öncesinde vazgeçilmezimsin diye tatlı namelerle kur yapan.... İşte o adamı ertesi gün başkasının gözlerine de size baktığı gibi baktığını gördüğünüzde, vazgeçilmezimsin diye aynı nakaratı tekrar ettiğinde içinizdeki aşka ne oluyor? Eğer sizin ki aşksa, adamın hissettiği ne? Buna benim aklım ermiyor...

Aşkın saf hali gitmiş şimdilerde... Yerine şehvete bulanmış kirli duygular kalmış... Ve biz bu kirli duygulara utanmadan aşk diyoruz... Oysa göz göze bakışmak, el ele tutuşmanın masum heyecanını yaşamak, anlatamamak, cümlelere dökememek kadar tatlı bir kaşıntıydı zamanında aşk... Öyle çok kaşımışız ki; tatlı kaşıntılar gitti!!! Yerine kocaman yaralarımız kaldı... Elimiz kana bulandı...

Solmaz Akça
www.solmazakca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


M.Nihat Malkoç

 Kahveci : M.Nihat Malkoç


  İSTANBUL ÜSTÜNDE GÜLÜMSEYEN BULUTLAR

Güneş, ışığını saklamıştı bulutların arasına… Kahpe Bizans'ın üzerine doğmamak için ertelemişti doğuşunu… İstanbul'un üzerindeki kara bulutlar yavaş yavaş dağılıyordu gökyüzünün derinliklerine. Asumanın yıldızları ayın etrafında dönerek geleceğin Fatih'ine serenat yapmakla meşguldüler. İstanbul, sabahın aydınlığında dinlendiriyordu zonklayan beynini. Taassup ve inkârın kalp atışların duyulmaz olmuştu göğüs kafesinde.

İstanbul'un şafağında güller açmıştı, denizler durulmuştu iyice… Tarihe not düşmek için yarışmıştı gönül erleri… Nice seferlerden eli boş dönmüştü cengâverler… Mübarek dudaklardan dökülen övgü dolu sözler muhatabını arıyordu. Tılsımlı sözler, yola düşen erlerin ve komutanların dilinden düşmüyor, adeta ebedi bir besteye dönüşüyordu: "Kostantiniyye(İstanbul) elbet fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan, ne güzel kumandan; onu fetheden askerler, ne güzel askerlerdir…" hadis-i şerifi İstanbul'u sıradan bir coğrafya olmaktan kurtarıyor, bu güzel şehre manevi bir paye ihsan ediyordu.

Rengini kaybeden İstanbul, yepyeni bir renk ve dipdiri bir ruhun arayışı içerisine girmişti. İstanbul'un içinde bir İstanbul daha vardı şüphesiz. Öz evlatlarına dar olan bu muhit, ceddin sımsıcak şefkat ve merhamet iklimine sığınıyordu. Değişimin ve dönüşümün zilini çalmanın tam zamanıydı. Servilerin altında ölümsüzlüğü kucaklıyordu ebediyet damgası yiyen ruhlar… Beden, ruhun görünen kaba yanından başka neydi ki!... Buz dağlarını suyun üstündeki kütleden ibaret sananlar her zaman olduğu gibi yine yanılıyordu. Zira görünenin ötesinde bir ruh taşıyordu Doğu'dan ilhamını alan tarihin şanlı mirasçıları.

Daha sonra Fatih unvanını alacak olan İkinci Mehmet gönüllerden başlamıştı mübarek fetihlere. Ok aydan çıkmıştı bir kere… O ki gül kokulu iklimlerden ve yeşil kubbelerden almıştı eşsiz ahlakının rayihasını… Ruhunun ateşinde nice buz dağları eriyordu. Yılgınlıkların gölgesi güneşin ziyasında silinip gidiyordu. Gök yangınları yürekleri de tutuşturuyordu. Alaz alaz yanıyordu mazinin barut fıçıları… Tarihin gözlerine mil çekiyordu zaman… Nisanın son günleri, koşar adım ilerliyordu Mayısın gül yüzlü karargâhına… İstanbul'un gözlerinden düşen ateşin bir damla, boyun büküyordu yerçekimi kanununun belleğine…

Uzun bir yolculuktu tarihin ufuklarında gerçekleşen. Güllerin rayihası İstanbul'un önlerine kadar ulaşmıştı. Gelen şanlı ve müjdeli bir simaydı. İçinde kar beyaz umutlar saklıyordu. Karanlık geceler sabahı müjdeliyordu. Zira karanlığın en yoğun olduğu an sabaha en yakın zamandı. Vakit heyecandan kıpır kıpırdı. Nihavent bir bestenin tınısı kulakları okşuyordu. Yarım kalan yanlarımız tamamlanıyordu. Bir ikindi vakti güneş Üsküdar'da suları alev ateş yakıyordu. Gökle yer, donanmaların emsalsiz haberlerini muştuluyordu. Yılgınlıklar silinip gidiyordu gönül coğrafyasından. Erguvanların gölgesinde huzur buluyordu ruhlar…

Bir yanda İstanbul düşerken öbür yanda tevhidin ipekten bayrağı yükseliyordu iman kalelerinde. Fakir yürekler manevi ganimet bulmuşçasına bay
ram ediyordu. Yalanlar hakikatlerin içinde eriyordu bir bir… Bedbin hava nikbin bulutlarla dağılıyordu. Suların koynunda raks ediyordu ay ışığı. Varlığın cümlesi fethin heyecanıyla cûş içinde Boğaz'ın tatlı huzuruna iştirak ediyordu. Masal tadında bir hakikat yaşanıyordu bin yıllık topraklar üzerinde. Yepyeni bir devir açılıyordu surların öte yanında. Kalelerin burçlarındaki kesme taşlar bu değişime ve dönüşüme şahitlik ediyordu. Zaman donuyordu vaktin şafağında.

Fetih köhne bir çağı kapatırken gül yüzlü bir çağın kapılarını bütün haşmetiyle ve haşyetiyle açıyordu. Kasımpaşa sırtları, gördüğü manzara karşısında küçük dilini çoktan yutmuştu. Bazıları denizlerde gemilere kılavuzluk edemezken, tarihin akışını değiştiren muhteşem bir insan, karadan yürütüyordu gemilerini. Karada yürüyen gemiler denizlere yarım kalmış umutları taşıyordu. Kızkulesi, elindeki divitle gördüklerini belleğine yazıyordu. Dağ taş şahitlik ediyordu yaşananlara. İsimsiz kahramanlar adlarını altın harflerle yazdırıyordu tarihin serlevhalarına. Çamlıca tepesi kuşbakışı seyrediyordu İstanbul ufuklarında yaşanan gelgitleri. Konstantiniyye adıyla maruf İstanbul, İslambol'a dönüşüyordu.

İstanbul'un emsalsiz bir fetihle isyanboldan İslambol'a dönüşmesi dünyanın dengelerinde değişime yol açtı. Bu değişime ve dönüşüme cümle mevcudat iştirak etti. Parçalar bütünü buldu. Darmadağın olan yürekler inşa ve ifşa edildi. Sonsuzluk bir noktada toplandı. Hakikatin perdeleri ardına kadar açıldı. Gerçekler ayan beyan oldu. Gönüller arasında sağlam köprüler kuruldu. Nefretler sevgi rüzgârlarıyla silinip gitti. Güzel çirkine, iyi kötüye, asillik adiliğe, zarafet kabalığa, bediî kıymetler aleladeliklere galebe çaldı.

Fetih, varlığın ürpertiyle uyanmasına vesile oldu. Boğazın mavisi daha bir istekle ve içten gülümsedi. Mavilik olanca cömertliğini sundu seyre dalan basiretli ve beşaretli gözlere. Martılar, kuğular, karabataklar maviliklere açılıp İstanbul'a serenatlar sundular. Balıklar ağlara takılmanın tedirginliğini hissetmediler bile. Fetih sevinci olumsuzlukların üstüne perde oldu. Şiirler ve şarkılar nağmelerin saltanatında İstanbul'u terennüm eder oldular.

Fethi maddi gözle tevil edenler çamurlara saplanıp kalırlar. Zira Fatih'in maksadı toprak kazanmak değil, rıza-ı ilahiydi. O, Allah rızasına talipti. Feraset sahibi insanların en büyük hedefi de bu olmalıydı zaten. Kulluk sultanlıktan çok daha büyük bir mertebeydi hakikatleri kavrayanlar için... "Kulluğum sultanlığımdır" diyenlere hak vermemek elde değildi. Zira Hakk'a kul olmak özgürlüğe yelken açmak demekti.

Ebû Eyyûb el-Ensari Hazretlerine, ilerlemiş yaşına rağmen çölleri aştırarak onu İstanbul yollarına düşüren Rıza-ı Bari'den başka neydi ki!... O ki Medine'den kalkarak İstanbul'a vasıl olmuştu. Bütün gayretlerine rağmen fetih gerçekleşmemişti. Bu Peygamber dostu, ruhunu İstanbul önlerinde vermeden önce şu manalı vasiyette bulunmuştu: "Beni alın götürebileceğiniz kadar ileriye götürün. Hatta imkân varsa surların içine girin ve beni oraya gömün! Biz İstanbul'u fethetmek için geldik, ama bana nasip değil. Ne var ki bir gün Efendimizin bu haberi mutlaka çıkacak ve bu müjdesi muhakkak tahakkuk edecektir. Ben burada gömülü olayım. Yanı başımdan geçen İslam süvarilerinin kılıçlarının, kalkanlarının şakırtılarını işitmek hoşuma gider. Bırakın hiç olmasa o leventlerin seslerini duyayım."

Her şey gibi fetih de bir kısmet işiydi şüphesiz… Ebû Eyyûb el-Ensari Hazretleri, Resulullah'ın övgüsüne mazhar olan komutan olmayı çok istese de bu, asırlar sonra gelecek olan Sultan İkinci Mehmet'e nasip olacaktı. Fakat Ebû Eyyûb el-Ensari'nin ruhu da böylece huzur bulacaktı. Nitekim öyle de oldu. Fetih ordularının hedefi olan İstanbul, İslam âlemine dâhil edildi. Bunun biz Türklere nasip olması ayrıca büyük bir bahtiyarlıktır. Bu hususta Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Çünkü İstanbul'a sahip olmak bir ayrıcalıktır.

Kasımpaşa sırtlarından yürütülen kalyonlar silah değil, inanç yüklüydü. Kimsenin aklına gelmeyen bu yöntem, genç bir delikanlının aklına gelmişti. Haliç papatya bahçesine dönüşmüştü. Umutlar yüreklerden taşmış, İstanbul'u çepeçevre sarmıştı. Güneş daha bir erken ve daha bir heyecanla doğmuştu İstanbul semalarından… Varlığın manası anlamsızlığa set çekmişti. Cümle mevcudat el değiştirmenin ve yepyeni bir ruh elbisesi giymenin huzuru içerisindeydi. Ağaçlar daha bir mağrur yükseliyordu gök boşluğunda… Çiçeklerin kokusu atmosferi rayiha cennetine döndürmüştü. Eşya, kimliğine kavuşmanın hoşluğu içerisindeydi.

Fetih, seherlerimizi aydınlattı; öfkelerimizi dindirdi. Göklerimizi ezanlarla müşerref kıldı. O mübarek ezanlar eşyanın asabiyetini kırdı, ruhunu mülayimleştirdi, kurumaya yüz tutmuş gönül bağlarını yeşertti. Alışık olmadığımız çanlar ilelebet sustu. İlahi nağmeler çölleşen yüreklerimizi vahaya döndürdü. Güller, nergisler, menekşeler, erguvanlar fetih tablosunun tamamlayıcısı oldular. Sis çökmüş ufuklar ışık huzmeleriyle aydınlandı. İstanbul'a Müslüman Türk damgası vuruldu. Bu damgayla binlerce yıllık şehir daha da güzelleşti.

Fethin akabinde Fatih'in muzaffer bir komutan edasıyla değil de, bir dost kılığında ve nezaket içerisinde Ayasofya'nın önüne gelip orada bekleyen gayri müslimleri büyük bir olgunlukla karşılaması, onlara hoşgörünün en güzel örneğini sergilemesi, fethi gerçekleştiren ruhun asaletini de gösteriyordu. O asil ruh, bir boydan koskoca bir imparatorluk çıkarmıştı.

İstanbul, hayal dünyamızın nadide mahsulüdür. Bahçelerimizin gonca gülüdür her bir semti… İstanbul Türkiye'nin gülen yüzüdür. Dünya İstanbulsuz ne kadar da eksik olurdu, hiç düşündünüz mü? Hiçbir şey dolduramazdı İstanbul'un bıraktığı boşluğu. İstanbul olmasaydı şairlerin hayal dünyası tarumar olurdu. Yetim kalırdı şehrengizler… Hep bir şeyler eksik kalırdı duygu ve hayal coğrafyamızda. İstanbul'un boşluğunu hiçbir şey dolduramazdı.

Şehirleri yaşatan şairler olduğu gibi, şairleri yaşatan şehirler de vardır. İstanbul bu şehirlerin başında gelmektedir. Bu güzide şehir, şairlerin ruh dünyasını harekete geçirmiştir. Mürekkepler çağlayan olup akmıştır selüloz yığınları üzerinde… İstanbul deyip geçmemeli… Bu emsalsiz şehir kıpır kıpır eder hasret ipeğine sarılan hissiyatı… Dünden bugüne dek büyük küçük şairlerin cümlesi İstanbul'u anlattıkça büyümüştür. İstanbul da şairlerin dilinde halden hale girerek alıngan ve nazenin bir kız gibi gönül dünyamıza taht kurmuştur.

İstanbul'un İslam iklimine dâhil edilmesi, şiirimiz içinde şaheserler doğmasına zemin hazırlamıştır. Şairlerin ilhamını beslemiş fetih ve İstanbul… Duygular kabardıkça kabarmış İstanbul göklerinde. Sözler büyülenmiş İstanbul'la… Hamaset, kalelerin burçlarından yükselerek göklere baş değdirmiştir. İstanbul'u diline dolayan, şiirlerine sindiren, adeta tılsımlı bir söz yumağı hâline getiren şairlerin başında büyük söz üstadı Yahya Kemal Beyatlı gelmektedir. O büyük şair, İstanbul'un fethini şu berceste beyitlerde ebedileştirmiştir:

"Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.
Hepsi der: 'Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!'
Elli üç gün en mehabetli temaşa idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rüya idi o!
Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan;
Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan;
Canlanır levhası hala beşer ettikçe hayal;
O zaman ortada, her saniye gerçek bir hal.
Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı namiyle 'Büyük Top' denilen ejderha.
Sarfedilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece,
Karadan sevkedilen yüz gemi geçmiş Haliç'e;
Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarca hayalinde bunu."

İstanbul'un fethi, vahiyden uzak hafızalarda depremler meydana getirmiş, köhne çağ kapanarak aydınlık bir çağın kapıları ardına kadar açılmıştır. Fetihle birlikte ecnebilerin bin yıllık ezberi bozulmuştur. Hadiselere ister istemez daha geniş açıdan bakmaya başlamışlar ve kendilerini gözden geçirmişlerdir. Dünyayı tekellerinde tutamayacaklarını anlamışlardır.

Bu güzide zafer, imanın mutlak surette küfre galebe çalmasıdır. İstanbul şafağındaki tatlı kızıllık, suların serinliği, göklerin mavisi, şadırvanların tebessümü, yaprakların naz içinde salınışı fethin hatırınadır. Kuşların İstanbul göklerinde nazlı nazlı süzülüşü, bulutların cömertçe boşalması, güneşin parlak çehresini göstermesi, rüzgârın tenimizi okşarcasına esişi biraz da İstanbullu olmalarındandır. Fetih gururu onların da övünmesine vesile olmuştur. İstanbul'un Müslüman-Türk toprağı olarak tarihe geçmesi, iman dalgalarının tesirini artırmıştır. Kiliseler, havralar, sunaklar; görkemli minarelerin gölgesi altında derin düşüncelere dalmıştır. İslam güneşi her yanı çepeçevre kuşatmış, marazlı fikirler İslam'ın kızgın ateşi altında erimiş, yerlerini hakikat oluğundan süzülen bengisulara bırakmıştır. Fetihle birlikte aklıselim üstün gelmiştir. İslamiyeti hakkıyla tanımayanlar Fatih'in engin hoşgörüsüne şahit olunca, bu yeni durumu eskisinden evla görmeye başlamışlardır.

M.Nihat Malkoç
mnm61mnm@hotmail.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,507,507,507,507,507,507,507,50
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Haftanıza kelimenin tam anlamı ile güneş doğacak koçlar. Yaşama korkusuzca bakmanız ve köhnemiş alışkanlıklarınızdan kurtulmanız için bundan daha iyi bir uygun ortam bulunamazdı doğrusu. Gelecek haftalara ait tatil projeleriniz varsa şimdiden rezervasyonlara geçebilirsiniz. Güzelim haftanızın kıymetini bilin.



BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Yakın geçmişte ne ektiyseniz onu fazlası ile biçeceğiniz enteresan bir haftadasınız boğalar. Harcadığınız emeklerin karşılıklarını yeni haftanızda sevinçle alacaksınız. Projelerinize hız vermelisiniz. Artık sizler için atılımların gerçekleşme paylarının hayli yüksek olacakları uzun bir dönem başlamakta..



İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Yeni haftanızda çözüm bekleyen tüm meselelerinize korkusuzca göğüs gereceksiniz ikizler. Sürüncemede kalmış ne varsa hepsini silip süpürmeye o kadar kararlı olacaksınız ki.. Haklısınız çünkü gelecek günler otoritenizi ve karizmanızı konuşturabileceğiniz eşsiz fırsatlarla dolu unutmayın..



YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Şimdiye kadar katlanmakta olduğunuz zor bir durumdan yeni haftanızda nihayet kurtulacaksınız yengeçler. İçinizden yükselen sese kulak vermekle kalmayacak bu sefer gerekli uygulamalara da geçeceksiniz. Yeniden doğuşların haftasında mutlulukları yaşayacaksınız.



ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Gelecek günlerde uzun zamandır aklınızdan geçen fikirlerinize hayat kazandıracaksınız aslanlar. Aslında bu gelişmeler engin tecrübe sahibi bir dostunuzun sayesinde oluşacaklar. Yeter ki hareketlenin.. Alınması gereken kararlara yönelmekle ne kadar iyi yaptığınızı çok yakında anlayacaksınız.



BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Şansların yaşamlarınızda dans edecekleri güzelim bir hafta sizleri beklemekte başaklar. Beklentilerinizde de mutluluk dolu mesajları alacaksınız. Ummadığınız yerlerden ilginç tekliflerin sizlere iletileceklerini göreceksiniz. Ayrıca bu gelişimler sosyal yaşamlarınızda sizleri gerçekten ateşleyecekler.



TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Endişelerle dolu olarak bekleyeceğinize herşeyden önce zamanı kendinize dost kabul edin teraziler. Kaderi zorlamak veya isteklerinizin hemen anında yerine gelmelerine ilişkin aşırı beklentilerinize son vermelisiniz. Uyumlu ve sabır dolu olun. En azından haftanızın güzelliklerini heba etmemiş olursunuz.



AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Profesyonel çalışmalarınızda beklenmedik bir şansın kapınızı çaldığını göreceksiniz akrepler. Son kararların sizlere ait olacakları yeni bir projeye hevesle sarılacaksınız. Maddi konularda ise terazinin iki kefesine de dikkatinizi vermeli ve dengeleri kaybetmemeye gayret etmelisiniz. Ne olursa olsun anahtarlar ellerinizde..



YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Yaşamlarınızda olası tehlikelere manevi güçler tarafından koruyucu setler çekilecek yaylar. Kendinize olan güvenlerin günden güne yükseleceklerini hissedeceksiniz. Kişiliklerinizi ve ruhunuzu çevrenize samimiyetle açmalısınız. Yeni haftanızın güzelliklerini doyasıya yaşamanız işten bile değil unutmayın..



OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Adalet er veya geç yerini bulacaktır denir ya işte sizler de bu hafta adaletin kılıcının gölgesini göreceksiniz oğlaklar. Söz konusu takdiri ilahilerin kaynağını içinizi kemiren pişmanlık duygularınızda bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Yeni haftanızı özünüze dönerek yaşamayı deneyin.



KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Tüm arzularınızın yerine gelecekleri güzel bir hafta sizleri beklemekte kovalar. Beklediğiniz hayırlı haberlere kavuşacaksınız. Kontratlar imzalanacak ve sözleşmelere imzalar atılacaklar. Bazı kovalar ise evlilik için son adımları atmak üzereler. Herşey çok güzel olacak. Geleceğe güvenle bakın kovalar.



BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Kasvetli bir mayıs ayından sonra önümüzdeki haftaların sıcaklıkları gönüllerinizi rahatlatacak balıklar. İçinizde patlayan muazzam enerjilerinizi yöneltebileceğiniz yeni uğraşıların sayesinde kişiliklerinizle gurur duyacaksınız. Yüce güçlerce korunmaların rahatlatıcı etkilerini şimdiden hissetmektesiniz bile..


Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Tayfun Avınca

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Adnan Durmaz



 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

TEMA Vakfı evlerdeki gereksiz su tüketiminin önlenmesi için bireysel çabaların ne kadar büyük fark yaratacağına dikkat çekmek ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla "Suyunu Boşa Harcama" Kampanyası başlattı. http://www.suyunubosaharcama.org/ web sayfasında suyu nasıl boşa harcadığımız ve nasıl tasarruf yapacağımızla ilgili kısa ve öz bilgiler veriliyor. Sen de katıl sen de suyunu boşa harcama.

Bütün komikliklerin bir arada bulunduğu bir web sayfası http://www.komikalem.com/ Resim, video, sesler, animasyonlar ve daha neler neler. Gülebilmek için her türlü malzeme hazır. Şimdi sıra gülmeye vakit ayırmak için uygun bir bahane bulmaya geldi.

…Affan Dede'ye para saydım, sattı bana çocukluğumu, artık ne adım var ne yaşım, bilmiyorum kim olduğumu, hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden… Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şairler için http://www.netlek.com/Siir/ Şiirsiz kalmayın.

Sağlık ile ilgili her konuyu haber haline getirseydik ne olurdu? http://www.thehealthnews.org/tr/ web sayfası bu soruya yanıt vermiş ve sağlığımızla ilgili her türden bilgiyi, haberi ve duyuruyu bir araya getirip bizlerin hizmetine sunmuş.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM













Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070604.asp
ISSN: 1303-8923
4 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com