|
|
|
5 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yazık oluyor bu vatan evlatlarına!.. |
Merhabalar
Her kafadan bir ses çıkadursun, terör can almaya devam ediyor. Hem bu sefer sınırdan epeyce içeride. Kuzey Irak'a girelim mi? Girersek kimle güreşelim? gibi sorularıın cevabı arana dursun, işte terör rahat durmuyor. Yalnız bu son olay, girip girmemek arasında kararsız kalan iktidarın çekingen duruşunu güçlendirecek gibi görünüyor. Peşmerge başının "Siz önce içerideki terörü temizleyin." fetvasını haklı çıkarırcasına yıllardır görülmeyen bir karakol baskını yapılıyor, hayret. İnsanın Amerikan parmağını düşünesi geliyor nedense.
Hele ben bu aralar, vakit buldukça, tutkunu olduğum bir diziyi yutarcasına izliyorum. 24'ün altıncı sezonunu. ABD üst yönetiminde dönen dolapları tamamen kurgu olarak anlatıyorlar ama gerçek payı olabileceğini pekala düşünebiliyorsunuz. İşte tam bu ruh halindeyken Pülümür'deki karakol baskınında bunların bacağının da olacağını düşünmek bana zor gelmiyor. Son gelen haberde bir helikopterimiz Kuzey Irak'ta zorunlu iniş yapmış, bizimkiler kurtarmak amacıyla içeri girmişler. Haydi hayırlısı. Seçim rehavetindeki hükümetin daha seçime 2 ay varken alması gereken sıkı kararlar var. Yoksa o acılı anaların ahı onların yedi ceddine yeter de artar. Ne yapılacaksa bir an evvel yapılmalı ve bu acılara merhem olunmalı. İçeride ya da dışarı da bu saatten sonra hiç farketmez.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
RUHUMA AKAN PEMBE OKYANUS
"Köprünün üzerinde duruyordum geçende,
Karanlık, geceye bürünmüş
Uzaklardan bir ezgi duyuluyor.
Ve altın damlalar yağıyordu
Titreyen aynası üstüne suyun.
Gondollar, ışıklar, musiki. Hepsi
Esrimiş, yüzüp gittiler alacakaranlığa…
Benim ruhum, görünmez parmakların
Dokunduğu o çalgı.
Bir barkarol mırıldandı gizlice,
Bin bir renkli mutluluk içinde titreyerek.
Duyan oldu mu O'nu? "
F. Nietzsche
Bugün günlerden cumartesi...
Bugün belki de ruhumun yoğunluk fonksiyonunun melankolik bir büyülenme haliydi. Açılan kanalların fizyolojisiyle birçok değişkenin oluşturduğu modellerin ortaya çıkarılmasını andıran çalışmalar yapar gibi ellerimi başımın üzerine koyarak, ayaklarımın beni bilinmezliğe doğru götürdüğü Nisan akşamını düşündüm. Çaydanlıktan çıkan buhar, sisli bir evren oldu bilincimin soğuk kış gecelerinde. Bir bardak demli çaya bir dilim limon koyarız ve rengi açılır ya, sanki bir dilim cumartesi yeter olmuştu ruhumun rengini açmaya. İçimde de bir yerler işgal edilmişti adeta.
O gün, 1978'in yağmurlu bir Ekim'ini çoktan tozlu raflar arasına kaldırmıştım. Sadece çocukluğuma dair hikâyeler anlatılınca, raflardan indirip anımsayarak gülümsüyordum hayallerime. Şimdi önümde yaşam kırıntılarından ve anlatılan hikâyelerden oluşan bir oyun vardı. Bir de kalplere aşk derleyen yürek ve sadece "Ruhlarınızın derin dostluğuna selam olsun" diyerek haykıran ses... Artık Ekim, tutsak mazeretler yüklemişti büyüyen bakışlarıma. Parçalara bile ayırmadan alıp götürmüştü en uzağına baharın. Bütün ayrılıklar nefesini, gece olunca alır ya! Ben de adeta nefes aldım ve somut bir yükselişe doğru yönelerek, günaydın... Günaydın dünya dedim.
Bugün günlerden Cumartesi. Yaşamımın; keşfetmek, kavramlar oluşturmak, üretmek sanatı olduğunu, sonsuzun devinimini bilgiye ulaşarak yakalayacağımı ve yüreğimin, evrenin imgesi haline dönüştüğünü, düşlerin tılsımını da bilincimden dağıtarak bugün anladım. Daha gün batmadan, dünyanın kuytu köşelerine en masum halimle giderken arayışlarım vardı benim, çiçekli hüzünler güzelini anlatan bu masalda. Gittiğim her köşede birileri bekler, gözyaşlarımı da alır pembe okyanusa dökerlerdi. Oysa ben; sevgi yumaklarını ellerimle örmüştüm, yaşama dair. Ve yine arayışım vardı benim sana dair.
Ama evren, ayaklarıma doğru eğildiğinde ateşin içinden geçiyordum. İşte tam orada durdum tomurcuk dallarına ulaşırken baharın.
Dedim ya melankolik büyülenme haliydi. İnsanlık radyoaktifliğini de bugün öğrenmiştim. Çocukluğumda, gökyüzündeki yıldızları tek tek toplama oyunu oynardım. Şimdi sadece bakıyorum onlara. Anlıyorum ki; umursamadan geçen bir gece ve ürkütücü sessizlik sırasında bile gökyüzü değil, yıldızlardı penceremi hafifçe aydınlatan. Yüreğimi karartan ise bir garip mucizeye inanma yolunda geçen günlerin sonuna gelme ve yaşamdan yalınayak kaybolma korkusuydu. Bu bilinç oyunundan dumanlandım. Gidip gelmek arasında hep asılı kaldım. Bir de baktım ki; nothing else matters.
Şimdi sana neyi anlatayım ki! Kanatlanıp uçan düşlerimi mi yoksa hücrelerimi aydınlatan sonsuzluk ışığını mı? Gördüğüm soğuk rüyaları mı, vurgunu olduğum o kutsal ateşi mi. Ruhuma yansıdıktan sonra damarlarıma sızan mutlak gücü mü? Hem nasıl anlatayım ki?
Oysa ben... Bilincimden çekip çıkaramıyorum sana dairleri. Beynim bir kez daha hayatımın tükenen senelerindeki seninle büyüyüşüme tanıklık ediyor. Tutsaklığıma benziyor, içinde adı sen olan her şey... Varlığının zihnimdeki yansıması, hayatıma dokunan tanrısal bir el ve güzellikler silsilesi. İşte sen busun. Yani hayatımın merkezi. "Çok yorgunum" demişti bir şair. Sonra da eklemişti; "Seyir defterimi başkası yazsın" diyerek... Dönüp ardıma baktığımda, güzelliklerini ve senden yana içimin acımalarını dahi düşünsem, dahası yaşama dair ne varsa topladığımda içime dolan tek şeyin sen olduğunu görüyorum. Hiçbir şey ruhumu seninle doldurmaktan, cumartesi bilgilerini anımsamaktan öteye geçemiyor. Sessizce akan pembe okyanus bile. Hepsi bu.
Gül Uğur
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Armağan Tekdöner |
Tarladaki Alâmetler
Zifiri karanlık.
Tam vazgeçmek üzereyken parıltıyı görünce, çılgınca bir koşu tutturdu. Gerçi - koşuyordu - ezelden beri düz parkurlarda döngüsel koşup kendisini başladığı yerde bulmuştu veya eliptik pistlerde dere tepe düz gidip pist dışına çıkarak diskalifiye olduğu da çokçaydı. Ancak tarih tekerrür etmez: Koşmalıydı.
O son parıltı anından beri sisin gözünden sakladığı bir arpa boyu uzaklıktaki sazlıkların dibine çöktüğünde gün ağarmaya başlamıştı, bitkindi. Yanındaki denkten çıkardığı bira kutusunu açtı ve az sonra sazlıkların hışırtısı kesildi. Kutuyu midesine boşaltıp toprağa ektiğinde gevşemiş, güzelleşmişti. Uzanacaktı ki, acayip acayip hışırdamaya yeniden kalkışan bazı sazlar tepesini attırdılar fakat.
DEVRE KAYBI:
"Er - Trk - sker - doar!"
Göklerden gelen bir ses ve durumdan çıkan vazife üzerine ayağa fırlayıp hışırdayan sazlara tekme tokat girişti, kimisini kökünden söktü. Ara fikir etkisini derhal göstermiş, bazı sazların hışırtıları kesilmişti; en azından sökülenlerin ve sopalananların. Sazlar olmasa, sazlıklar cennet olurdu.
DIŞ MİHRAKLAR:
"Düşlerindeki kadını ya sev, ya terk et."
Hoppala, bu ses de ne? Çanak çömlek patlatmak için kendisine denkten yeni bir kıyafet çıkarttı, o yapınca oldu ve sazlıkları maziye gömdü. Son gülenin kendisi olacağını bilerek içinden gülüyor, sonradan on toplamak amacıyla toprağa adım başında bir eşya ekiyor, ilerledikçe böylece boşalan denk sayesinde kolaylaşıp dikleşen bir yürüyüşle yol alıyordu. Ama an geldi, beden kıpırdayamayacak kadar yoruldu. Mola.
İkinci biranın çekilen halkası, günbatımında sapsarı aydınlanan tarla ve düşlerindeki kadın sonunda karşısında. Kadın yamacına kadar süzüldü ve bembeyaz kollarını boynuna dolayıp, bir MP3 çaların kulaklığını kulak kirlerinin arasına sokuşturdu.
9. Senfoni damarlarındaki asil kana nüfuz etmeye başladı, ruhu serbest dolaşımdaydı artık. Muhtaç olduğu dudaklarla kendi dudakları arasındaki mesafe beklemediği bir anda bir nefese indiğinde, o bunu öpüşme vakti sandı. Müzakere vaktiymiş meğerse, kadın ona "Beni seviyorsan, şimdi de bir böbreğini vermelisin bana," diyordu. Ter içinde uyandı.
"Gördüğü rüyayı hayra yoranın da..."
BİR SİVİLİN SESİ:
"Bağırma öyle. Götürürler merkeze, gereğini yaptırırlar herkese."
Kim vardı orada? Sivil mivil yoktu görünürde. Başka bir gözle bakmak için renkli lenslerini aradı, bulamayınca paniğe kapıldı. Ektiği eşyalar da topraktan bitmiyordu zaten bir türlü. Lenslerin gözünde olduğunu fark ettiğindeyse, işlerin göründüğünden daha iyi olabileceğini duyumsadı. Yani varolan lensleri nasıl bir an için yok olmuş sandıysa, aynı şekilde, aşkına karşılık almasını sağlayacak ne kozlar olabilirdi elinde ama kendisi o kozlardan henüz haberdar olmayabilirdi. Kadının teklif ettiği seviyeli ve imtiyazlı ilişkiye gerekirse zorla güzellik katmak için ileriye atıldı. Işığı da görür gibi olmuştu.
Bu iş ya bitecekti, ya bitecekti. Kararlı adımlarla ilerliyordu. Ama heyhat, kar yağışı başladı. Üşüyordu, yorgundu, acıkmıştı, susamıştı.
Gri otlar, giderek beyaz otlar, gözden kaybolan otlar, kahpece çöken gece ve tipi.
Eğer tam o anda müttefik uçaklar gelmeseydi, tarlanın tamamına koyacakları tamamen formalite icabı bir ipotek karşılığında battaniye ve gıda yağdırmasalardı, durumu bitikti. Geceyi ve tipiyi battaniyelere sarınıp, havyar yiyerek salimen atlattı, sabah da hava döndü çok şükür. Bu kez ılımlı bir kostümle yola düştü.
BİR KISIM MEDYA:
"Hayâl içinde dünya döner de belli olmaz."
Gaipten sesler mi? Gece kafayı üşütmüştü belki de, hemen kazağını kafasına sarmaladı. Görebilmek için de iki delik deldi, tatbikatlardaki kar maskesi gibi. Ancak iyi haber şuydu ki, ışık sürekli yanıyordu artık ve belki yarından da yakındaydı. Acaba düşsel kadının bekâret zarı karşılığında bir böbrek fedası? O da organ, bu da. Sakallar kaşındırınca, kazağı çıkartmak durumunda kaldı biraz; takiye de bir yere kadar.
"İster kazak giyerim, ister giymem. Bu tarlada demokrasi var."
Tuhaf! Kazağı çıkarmasıyla ışık sönmüştü. Gözünden kaybolduğu için sözüm ona hedefe, üzerinde yürümesi zor geldiği için de tarlaya hayâsızca sövüp saymaya başlamasıyla, huzuru iyice kaçtı. Eve dönmek... Evindeki telefon çaldı, telefonu açtı.
DÜŞSEL KADININ SESİ:
"Bir daha beni arama."
Birbirini kovalayacak üç kısa bir uzundan oluşan sinyaller, sonra sessizlik. Bütün benliğiyle kavradığı ahizeyi sıkarken "Beni arama demek için insan telefon eder mi?" diye düşünüyordu ki, ahizeyi saldı ve rahatladı.
Uyanmış, hissettiği acıyı ve şaşkınlığı gülümseyerek bastırmaya çalışıyor, alt dudağı seğiriyordu. Ama nihayet kâbus bitmiş eve huzur gelmişti, hayâl içinde falan dönmeyecek, bal gibi de öküzün boynuzunda mıh gibi duracaktı dünya bundan böyle.
Sabah ezanıyla döşeğinden kalktı, küçük abdestinin kalanını tamamladı, donunu pijamasını değiştirdi, namaza durdu.
Armağan Tekdöner
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
KAYIP ÇOCUĞUN SIRRI
1. BÖLÜM: Kayıp Çocuk
Yıldıray bir yaşında herkes tarafından ilgi duyulan bir bebekti. Sarı kirpikleri, sarı saçları, yeşil gözleri tam bir civcivi andırıyordu. Yıldıray bebek arabasında oturuyor, kendisini parka getirmiş olan annesini izliyordu.
Annesinin adı Deniz'di. Deniz Hanım kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, uzun boylu güzel bir bayandı. Deniz Hanım'ın hemen yanında eşi Sümer Bey duruyordu.
Sümer Bey otuz iki yaşlarında, sarı saçları, zümrüt yeşili gözleri ve yakışıklılığıyla dikkat çekiyordu. Sümer Bey'in üstündeki takım elbise ona gayet ciddi bir hava veriyordu. Sümer Bey'in elinde tuttuğu dört yaşlarında bir oğlu daha vardı. Onun adı Serkan'dı.
Serkan kumral, ela gözlü, hareketli bir çocuktu. Elinde oyuncak bir timsah vardı. Gayet halinden memnun yürümekteydi. Fakat bu memnunluk fazla uzun sürmedi.
Kısa boylu, siyah tenli bir çocuk Serkan'ın elinden timsahı bir hamlede kapmış ve kaçmaya başlamıştı. Serkan alışılmadık bir hamleyle babasını ittirdi ve çocuğun arkasından koşmaya başladı. Sümer Bey ne olduğunu anlamamıştı. Sadece oğlunun koştuğunu görebiliyordu. Serkan düşebilir, sakatlanabilirdi. Babası korkuya kapılarak oğlunun arkasından koşmaya başladı. Deniz Hanım ise olan biteni anlamamış elindeki bebek arabasıyla kocasının nereye gittiğini görmeye çalışıyordu.
Serkan artık koşmuyordu. Yere çömelmiş, kafasını bacaklarının arasına kıstırmış ağlıyordu. Babası Serkan'ın yanına varmıştı. Serkan "Timsahımı çaldılar!" diye feryat ediyordu. Sümer Bey "Ben sana daha büyük bir timsah alacağım." Diyerek oğlunu susturmaya çalışıyordu. Birden kalabalıktan bir çığlık koptu. Sümer Bey kimin çığlık attığını görebilmek için kafasını kaldırdı ve dehşete kapıldı, gözbebekleri kocaman oldu. Bağıran karısıydı.Deniz Hanım Yıldıray'ın battaniyesini almış göğsüne bastırıyordu. Sümer Bey ne olduğunu anlayabilmek için hızlıca koşmaya başladı. Karısının sözleri artık seçilebiliyordu. Deniz Hanım "Oğlum!" diye feryat ediyordu. Bebek arabasında Yıldıray yoktu.
Sümer Bey sağına baktı ve elinde bebek tutan, kaçmaya çalışan iki adam gördü. Yanlarında orta boylu bir polis belirmişti. Polis neler olduğunu soruyordu.
Sümer Bey küçük oğlunun kaçırıldığını ve aramaların başlatıldığını verilen ifadede öğrenmişti.
2. BÖLÜM: Yakışıklı Genç
Cenk on beş yaşında, yeşil gözlü, kumral, yakışıklı bir gençti. Dans kursundaydı ve sahnede dans ediyordu. Gözleri kapalıydı ve kendini müziğe vermişti. "Çok güzel.","Aferin" diyen ince bir ses işitiyordu. Bu ses Cenk'in dans öğretmeninden geliyordu. Öğretmeni bayandı ve çok tatlı bir insandı.
Cenk'in dans gösterisi bitmişti. Tüm salon onu alkışlıyordu. Cenk hızlı adımlarla sahneden indi. Artık sahnede dans öğretmeni vardı. "Arkadaşlar size dört hafta sonra yapılacak dediğim dans yarışması ertelendi." diye söze başladı dans öğretmeni. Sesini daha da incelterek konuşuyordu artık. "Yarışmamız sekiz hafta sonra olacak." dedi. Salondan iniltiler yükseldi. Öğretmen "İtiraz istemiyorum." dedi ince sesiyle haykırırmışçasına. "Kendinize iyi bakın. İyi günler."dedi.
Cenk salondan ayrılmıştı artık ve dışarıda kendisine bakan iki çift çatık kaşla karşı karşıya geldi. Karşısında duran Deniz Hanım ve Sümer Bey'di.
"Oğlum bu vakte kadar neredeydin?" dedi Deniz Hanım. "Bir an salondan çıkmayacağını sandık." dedi Sümer Bey. "Anne,baba niye her zaman aynı şeyleri söylüyorsunuz. Bu kadar korkmanıza gerek yok buradayım işte." dedi Cenk isyankarca.
Arabaya binmişlerdi artık. "Yağızlara gidiyoruz." dedi Sümer Bey. Cenk'ten cevap gelmedi. Belli ki sinirliydi. Yol boyunca ağaçları izleyen Cenk, babasının zümrüt yeşili gözlerini aynadan kendisine doğrulttuğunu göremedi.
Araba durdu. İnmişlerdi ve komşularının ziline basmışlardı. Kapıyı üç güler yüz açtı. Bunlar komşuları Fırat Bey,Gonca Hanım ve oğulları Yağız'dı. Fırat bey kumral ve yeşil gözlüydü. Gonca Hanım kızıl saçlıydı ve gözleri kahverengiydi. Yağız ise sarışın,sarı kirpikli,yeşil gözlüydü. Cenk ona Civciv diye hitap ederdi.
Yağız'ın odasında oturan Cenk babasının kırk altıncı doğum gününe bir ay kaldığını hatırladı. Komşularında fazla oturmadılar ve eve döndüler.
Eve girdiklerinde Cenk mutfağa girdi. Aniden telefon çalmaya başladı. Telefona Deniz Hanım bakmıştı. Deniz Hanım'ın konuşması duyulmuyordu. Bu nedenle Cenk gizlice kapıya ilişti ve annesini dinlemeye koyuldu.
Annesi ağlıyordu. "Seni çok özledik ne zaman geleceksin?" diyordu kısık sesle. Cenk Deniz Hanım'ı görebiliyordu. Deniz Hanım telefonu yavaşça indirdi ve Sümer Bey'e "Bir ay sonra gelecekmiş." dedi ve konuşmaya devam etti. "Sakın unutma! Biz seni aramadığımız sürecede sakın evi arama. Biliyorsun ki…". Cümlenin devamı gelmemişti. Cenk'in aklı son derecede karışmıştı. Annem neden ağlıyor?, annem kimi özledi?, bir ay sonra evimize kim gelecek?, annem telefonla konuşurken babam niye ağladı? gibi sorular Cenk'in kafasına şimşek gibi çarpıyordu. Ama Cenk annesine kimin aradığını sormamaya karar verdi. Nasıl olsa bir ay sonra gelen kişiyi görebilecekti.
3. BÖLÜM: Eve Gelen Kişi
Cenk sabah saat sekizde uyandı. Dans kursuna gidecekti. Onun için günler çok hızlı geçiyordu.
Yaklaşık dört hafta geçmişti bile. Cenk babasının doğum gününü annesi olmasa hatırlayamayacaktı.
Cenk yatağından kalktı ve babasının hediyesini almayı unutmaması için kendine söz verdi. Kahvaltı masasına oturdu. Çok sevinçliydi. Çünkü öğleyin dans kursu ve akşamleyin babasının doğum günü vardı. Cenk kahvaltısı bitince annesini ve babasını öpmeye koyuldu.
Birden kapı çaldı ve Cenk "Ben bakarım."dedi. Cenk kapıyı açtı. Karşısında on sekiz yaşlarında,uzun boylu,ela gözlü,kumral son derecede yakışıklı bir genç duruyordu. "Siz kimsiniz?" dedi Cenk. "Ben sizin bir yakınınızım."dedi genç. "Sanıyorum ki bizim senin gibi bir yakınımız yok." dedi Cenk ve kapıyı gencin suratına kapattı. "Anne kapıda hırsız var." dedi Cenk sakince. Ama Deniz Hanım kapıya telaşla ve korkuyla yürüdü. Kapıyı yavaşça açan Deniz Hanım'ın gözbebekleri büyüdü ve gencin üzerine atladı. Sarılıyorlardı ve ağlıyorlardı. Birden Cenk'in zihninde yaklaşık bir ay önceki telefon görüşmesi belirdi. Cenk alışılmadık bir hamleyle onları ayırdı. "SEN KİMSİN?" diye haykırdı Cenk. Genç, Cenk'e gülümsüyordu. Belki de Deniz Hanımla kendisini ayırması komiğine gitmişti. "Niye sırıtıyorsun? Kim olduğunu söylesene." dedi Cenk hararetle. "Şeyy ben senin amcanın komşusuyum."dedi genç. Cenk'in beyninde yeni sorular tomurcuklanıyordu. Annem bu kadar uzak olduğumuz birisine niye bu kadar yakınlık gösteriyor?, annem niye bu gence "Biz yokken evi arama." dedi?
Aradan saatler geçmişti. Cenk dans kursuna gidip dönmüştü. Artık akşam olmuştu ve Cenk, Deniz Hanım, Sümer Bey ile misafirleri akşam yemeği yemeye koyuldular. Sümer Bey'de bu gence aynı yakınlığı gösteriyordu. "Biz sohbete dalmışız kusura bakma Cenk. Arkadaşının adı Yiğit" dedi Deniz Hanım. "O aptal Yiğit nereden arkadaşım oluyorsa artık?" dedi Cenk kimsenin duyamayacağı bir sesle.
Gece babasının doğum gününü kutlamışlardı ve Cenk babasının hediyesini almayı unutmuştu. Neyse ki annesi Cenk'in yardımına yetişmişti. Sümer Bey'e aldığı hediyelerin birini Cenk'e verdi.
Cenk Yiğit'i sevmemişti. Yiğit çok iyi biriydi ve Cenk'e hiçbir zararı yoktu. Belki Cenk onu kıskanıyordu.
Cenk yatağından kalktı ve yanında uyuyan Yiğit'i görünce çığlık attı. Yiğit uyanmıştı. "Ne işin var senin burada?" dedi Cenk gözlerini kocaman açarak. "Uyuyup kalmışım özür dilerim."dedi Yiğit gülümseyerek.
Aradan bir hafta geçti. Cenk artık Yiğit'i sevmeye başlamıştı. Sohbet ediyor, müzik dinliyorlardı. Yiğit Cenk'in uyuyup uyumadığını kontrol ederken tekrar onun yatağında uyuya kalmıştı. Cenk uyandığında çığlık atmamıştı. Sadece "Sen burada mıydın?" dedi.
Cenk ve Yiğit'in iyi anlaşmasına en çok Deniz Hanım ve Sümer Bey seviniyordu ama bir yandan üzülüyor gibiydiler.
4.BÖLÜM: Ölüm İle Burun Buruna
Cenk sabah dokuzda yatağından kalktı. Mutfağa doğruldu. Yan odadan fısıltılar geliyordu. Cenk eğildi ve konuşmaları dinlemeye başladı. Konuşanlar: Annesi, babası ve Yiğit'ti. "Cenk'ten daha fazla ne kadar gizleyebiliriz? Sonunda öğrenecek."dedi Deniz Hanım. "Bence söylememeliyiz. Böyle yaşamaya devam etmeli. O çok mutlu."dedi Yiğit. "Peki Yıldıray bulunursa ne yapacağız Serkan?" dedi Sümer Bey Yiğit'e. Cenk ağzını sonuna kadar açmıştı. Neler oluyordu?, babam niye Yiğit'e neden Serkan dedi?, benden ne gizliyorlar? Cenk dinlemeye devam etti. "Evet haklısın Sümer. Yıldıray bulunursa Cenk öz oğlumuz olmadığını anlar." dedi Deniz Hanım. "Peki Cenk öz oğlumuz olmadığını öğrenince Serkan'ın öz oğlumuz olduğunu ona nasıl açıklayacağız?" dedi Sümer Bey.
Cenk hayatının en büyük şokunu geçiriyordu. Başı dönüyordu. Birden gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Mutfaktan çıkmıştı ve son hızıyla merdivenlere koşuyordu. Hızla merdivenleri çıktı ve üç katlı evlerinin terasına ulaştı. Arkasından annesinin, babasının ve Yiğit'in koştuğunu duyabiliyordu. Terasın en köşe noktasına ulaştı ve aşağıya bakmaya başladı. Yiğit Cenk'in yakınına ulaşmıştı artık. Arkadan annesi ve babası geliyordu ama Yiğit onlara yaklaşmamaları gerektiğini söyledi.
Cenk Yiğit'e dönüp bağırmaya başladı. "Ben seni çok sevmiştim."dedi. Cenk annesine ve babasına da seslenebilmek için sağa dönmeyi planlıyordu. Ölmek istiyordu artık. Bu nedenle terasa çıkmıştı. Ailesine son sözünü söyleyip kendisini boşluğa bırakacaktı. Cenk sağa dönmeye çalıştı. Ayağı boşluğa düşmüştü ve Cenk annesine ve babasın son sözlerini söyleyemeden gözden kaybolmuştu.
Sümer Bey, Deniz Hanım ve Yiğit çığlık attı. Yiğit aşağıya bakmak için eğildi. Cenk yere uzanmıştı ve etrafı kanlarla doluydu. Yiğit ağlamaya başladı. Ne olduğunu anlamamış olan Sümer Bey ve Deniz Hanım kendilerini hastanede buldular. Cenk Yoğun Bakım'daydı ve durumu çok kötüydü.
Aradan yaklaşık altı saat geçti. Sümer Bey'in cep telefonu çalıyordu. Sümer Bey telefonunun kapağını kaldırdı ve konuşmaya başladı. Telefondaki bir polisti. "Sümer Bey oğlunuzu kaçıran hırsızlar uzun aramalar sonucunda yakalandı. Tahmin ettiğimiz zanlılardı, fazla şaşırmadık."dedi telefondaki polis. "On üç yıl önceki olayda çocuğunuzun kaçıran hırsızlar bizim kovalamamızdan dolayı fazla kaçamamışlar ve çocuğu yere bırakmışlar. Bebeğinizi bir kadın bulmuş ve o gün İzmir Buca Çocuk Esirgeme Kurumu'na teslim etmiş. Biz dün Çocuk Esirgeme Kurumu'na gittiğimizde bebeğin on üç yıl önce bir ailenin aldığını öğrendik. Bebeğinizi alan aile tespit ettiğimiz bilgilere göre İstanbul'da yaşıyor." diye söze devam etti polis. Sümer Bey'in elinden telefon kaymıştı ve gözünden yaşlar süzülüyordu. "O bizim oğlumuz.
Biz Cenk'i on üç yıl önce Buca Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan aldık. Bu olamaz kaçırılan oğlumuzu biz büyütmüşüz."dedi Sümer Bey kendi kendine. Hemen doğruldu ve karısının yanına gitti ve yoğun bakım odasının camından oğlunun kalbinin atmadığını kalp ritim grafiğini gösteren ekrandan gördü. Bağırmaya başladı. "OĞLUM! OĞLUM ÖLMÜŞ!". Odayı doktorlar sarmıştı. Bağırıyorlar ve Cenk'e kalp masajı yapıyorlardı. Kalp masajı işe yaramamıştı. Sümer Bey, Deniz Hanim ve Yiğit ağlıyorlardı. Sümer Bey'in ayakları çözülüverdi ve yere yığıldı. Gözleri kapanmıştı. Sadece gelen sesleri duyabiliyordu. "Cenk yaşıyor! Cenk yaşıyor!" sözlerini işitmişti ve gerisini hatırlamıyordu.
Sümer bey alnına değen soğuk bir elin verdiği titremeyle ayılmıştı. Deniz Hanım ve Yiğit yanındaydı. Ama Cenk yoktu. Karısı Sümer Bey'e Cenk'in yaşadığını söyledi.
Sümer Bey ise Deniz Hanım ve Yiğit'e biraz önce yaptığı kendisi ve polis arasındaki telefon konuşmasını anlattı.
Deniz Hanım ve Yiğit şoka girmişlerdi. İnanamıyorlardı. Öz oğulları Yıldıray aslında üvey sandıkları Cenk'ti.
Aradan bir ay geçmişti. Cenk yürüyebiliyordu. Sağlığına kavuşmuştu. Sırtındaki dikişler ve ayağındaki alçı alınmıştı.
Sümer Bey Cenk'e gerçekleri anlatmıştı. Ona Yıldıray'dan bahsetmiş ve sonra Yıldıray'ın kendisi olduğunu söylemişti. Cenk önce inanmamıştı. Fakat aradan geçen sürelerde bu gerçeğe inanmaya başlamıştı. Sümer Bey, Deniz Hanım ve Yiğit artık ona Cenk demiyorlardı. Yıldıray diyorlardı. Cenk yeni ismini daha çok beğenmişti ve artık öz bir abisi de vardı. Çok mutluydu.
Yıldıray bir tek dans yarışmasına katılamadığına üzülüyordu. Fakat Yarışma birincisinin en iyi arkadaşı Melisa olduğunu öğrenince çok sevinmişti.
Yıldıray Serkan'a Yiğit diye hitap etmeye devam ediyordu. Ağabeyinin üniversiteden tatil için İstanbul'a geldiğini ve kendisi Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan alındığından beri Yiğit'in amcasının yanında yaşamış olduğunu öğrendi. Deniz Hanım ne kadar istemesede Yiğit, Cenk Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan alındığında İngiltere'ye yatılı okula gönderilmişti. Yiğit'i yatılı okula göndermeyi Sümer Bey istemişti. Sümer Bey'in kardeşi İlhan Bey İngiltere'de yaşıyordu. Bu yüzden Sümer Bey büyük oğlunun güvende olacağını düşünmüştü ve oğlu iyi bir eğitim alacaktı.
Serkan eğitimini İngiltere'de tamamlamıştı ve şu an Amerika'da bir üniversitede okuyordu.
Deniz Hanım, Sümer Bey ve Yıldıray artık havalimanında Serkan'ı üniversitesine geri uğurluyorlardı. "Seneye görüşürüz."dedi Serkan ailesine. Deniz Hanım, Sümer Bey ve Yıldıray gözleri dolu dolu ellerini sallıyorlardı.
Hamit Yıldırım
Editörün Notu: Sevgili Hamit Yıldırım 15 yaşında lise öğrencisi. Yarışma için gönderdiği öyküsünü dayanamayıp burada yayınladım. Umarım onu yüreklendirmekten geri kalmazsınız.
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
GİT BAHAR
Çekil bu gölgeli yolda gezinme...
Bahar, bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme:
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil!
Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın!
Git bahar, gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,
Kalbime girme, o kâşâne değil!
Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler...
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!..
Gerçekten güzelsin, efsane değil!
Git bahar, git bahar, uzaklarda gül!
Denize renginden bırak hediye
Ufuklarda gezin, semaya süzül
Sokulma kalbime peymane diye
Gördüklerin kandil, peymane değil!
Halide Nusret Zorlutuna
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
TEMA Vakfı evlerdeki gereksiz su tüketiminin önlenmesi için bireysel çabaların ne kadar büyük fark yaratacağına dikkat çekmek ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla "Suyunu Boşa Harcama" Kampanyası başlattı. http://www.suyunubosaharcama.org/ web sayfasında suyu nasıl boşa harcadığımız ve nasıl tasarruf yapacağımızla ilgili kısa ve öz bilgiler veriliyor. Sen de katıl sen de suyunu boşa harcama.
Bütün komikliklerin bir arada bulunduğu bir web sayfası http://www.komikalem.com/ Resim, video, sesler, animasyonlar ve daha neler neler. Gülebilmek için her türlü malzeme hazır. Şimdi sıra gülmeye vakit ayırmak için uygun bir bahane bulmaya geldi.
…Affan Dede'ye para saydım, sattı bana çocukluğumu, artık ne adım var ne yaşım, bilmiyorum kim olduğumu, hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden… Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şairler için http://www.netlek.com/Siir/ Şiirsiz kalmayın.
Sağlık ile ilgili her konuyu haber haline getirseydik ne olurdu? http://www.thehealthnews.org/tr/ web sayfası bu soruya yanıt vermiş ve sağlığımızla ilgili her türden bilgiyi, haberi ve duyuruyu bir araya getirip bizlerin hizmetine sunmuş.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|