Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.228

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 8 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Geçti Bor'un pazarı!..


Merhabalar

Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye. Bu lafı boşuna etmemiş atalarımız. Salak belledikleri seçmenle dalga geçercesine, gömleği beceremedik, pantolonun bir paçasını giysek olur mu? diyor sağda birlikçiler. Altından koltuğun gideceği anlaşılır anlaşılmaz o yağıp gürleyen mum satıcısı başkanla Mehmet Bey tekrar birleşmenin yolunu arıyorlar. Daha doğrusu birleşmeyelim de, onun yerine bir çocuk evlat edinelim, bir sen salla ayağında, bir de ben diyorlar. Nispeten solun becerdiğini görünce, aynı yöntemi uygulamayı öngörmüşler. Ohooo, şişenin kapağını açtınız artık hocam. Kolanın gazı mazı kalmadı. Kim içer o sıcak meyan kökü suyunu... Kimin ekmeğine yağ sürdünüz bilmek zor ama kafası karışık seçmeni daha da karıştırıp oy verecek parti bulamamaya doğru itekliyorsunuz. Dua edin de, 22 Temmuz'da aklıselim galip gelsin, sizler de gerinizi kurtarabilin.

Beni güldüren bir yorumu da söylemeden geçemeyeceğim. Partiler arası kız alıp verme ameliyesi, sicili arızalı partileri merkeze yaklaştırarak Cumhuriyeti koruyormuş. Vay vay vay... Yani AKP arasına 2 tane eski sosyal demokratı, 3-5 tane merkez sağ mensubunu aldı, milli görüşçü bazı eski vekilleri çizdi yerlerine eli yüzü düzgünleri koydu diye, arka bahçesini bir kalemde sildi ve meydanları dolduran o uyanmış halkın arasına karıştı öyle mi? Komik olmayın yahu, güldürmeyin salak bellediğiniz şu garip halkı. Ne yani, 2 Kasım'da sizi iktidar yapan, laikliği tartışan, dini devlet yönetiminde referans alan, "Hakimiyet Allahındır." diye bayrak açan, ılımlı değil, köküne kadar İslam diyen seçmeninizi de mi siliyorsunuz? Eğer silmeye başladıysanız, önce kendi isimlerinizi silmeniz gerekmiyor mu Tayyip Bey? Ya siz Abdullah Bey, ülkeyi krizin eşiğine getiren adaylığınızı sürdürürken hâlâ değişip geliştiğinizi, bu ülkenin aydınlık yüzü olduğunuzu iddia edebilecek misiniz? Ya Bülent Bey şeriat arzusunu frenleyebilecek mi? Ya tüm eleştirilere karşın bir türlü yerinden olmayan müsteşar Ömer Dinçer vekil seçilince şeri söyleminden vaz mı geçecek? Cevabı belli soruları sorarak sizi sıkıştırmak değil amacım. Ben sadece sandığınız kadar ablak olmadığımı ispat etmeye çalışıyorum. Bırakın onu da yapayım artık.

Hepinize bol yağışlı bir hafta sonu diliyorum. Pazartesi görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇAKI, ÇAKMAK, BIÇAK, TARAK -9

Öğleden sonra İbrahimof köyüne ulaştığımda her şeyin yerli yerinde olduğunu görünce büyük bir şaşkınlık yaşadı. Sanki savaş bu köye de uğramayı unutmuş gibi görünüyordu. Köye inen bayırın aşağılarına yaklaştığında sürüsünü otlatan on üç on dört yaşlarında bıyıkları yeni terlemeye başlamış bir delikanlıyla karşılaştı. Ona kim olduğunu sordu. Delikanlı Şakir'in oğluymuş. Çocuğun yüzünü dikkatlice incelemesine rağmen kimlerden olduğunu ve babasını çıkarmadı. Kendi evinin kapısında üç tane kocaman çoban köpeği onu karşıladı. Üçü birden havlayarak ona doğru koştular. İbrahimof hiç kımıldamadan evden birilerinin çıkıp köpekleri çağırmasını bekledi. Köpeklerin aralıksız havlamalarına evden Zarife çıktı. Bahçe çitinin önündeki adama hiç bakmadı. Sadece köpekleri avluya alıp kapıyı kapattı. İbrahimof tek bir adım bile atmadan ısrarla olduğu yerde durmaya devam etti. Heyecandan dizleri titriyor, yüzü seğiriyor ve kalbi uçsuz bucaksız çayırda süzülen genç bir tay gibi koşuyordu. Zarife ilk kez bahçe çitinin önünde duran adama baktı. Onu tanıdı, yerinden fırlayıp koşmaya başladı. Ayağı bir şeye takılıp yere yuvarlandı. Yerinden kalkmadan eve doğru dönüp bağırdı. "Anne İbrahim döndü. Baba İbrahim döndü…"

Kapı önünde eşine sarıldı. Öylece kalakaldı. Sanki sonsuza kadar kolları hiç çözülmeyecek gibiydi. Annesi ve babası gelinlerinin çığlıklarını duymadı. Birlikte içeri girdiler. Annesi oğlunu görünce bir çığlık atıp ona sarıldı. Kolları oğlunun boynuna ulaşamadan bayılarak yere yığıldı. Zarife kaynanasının yüzüne su vurdu. Onu uykusundan uyandırmak ister gibi bir taraftan da "anne anne" diye sesleniyordu. Baba gözleri yaşlarla dolu olarak ayağa kalkıp oğluna sarıldı. " Döneceğini biliyordum oğlum."dedi. "Yüzlerce defa rüyalarıma girdin. Sağ salim evine döneceğini biliyordum. Umudumu bir gün olsun kaybetmedim."dedi.

İbrahimof'un eve döndüğünü birkaç saat geçmeden komşu köylerde yaşayanlar bile duydu. Evleri aniden büyük bir kalabalığın akınına uğradı. Herkes İbrahimof'un başına neler geldiğini merak ediyordu. İbrahimof yaşadıklarını birkaç cümle ile binlerce kez özetlemekten perişan oldu. Elbette hiç kimseye Monika'yı ve sarı kafalı iki oğlunu anlatmadı. İlk saatlerde onları gizlediği için kendini yalancı ve suçlu gibi hissetti. Her geçen dakika içinde bulunduğu bu yeni duruma alışmaya başladı. O akşam babası İbrahimof'un dönmesi şerefine irice bir koç kurban etti. Evde orta halli bir ziyafet verildi. Camlara sabahın ilk ışıkları düşünceye kadar konuştular. Beş yılın acısını çıkarmaya, konuşarak yıllardır içlerinde biriken özlemi yok etmeye çalıştılar.

Köye savaş top mermisi yağmuru, bomba çukurları, hava bombardımanı olarak gelmemişti ama köydeki birçok gencin yaşamını ömrünün baharında ellerinden çekip almaktan da geri kalmamıştı. Askerler gelip köylerdeki bütün hayvanları, ambarlardaki bütün yiyecekleri alıp götürmüşlerdi. Özellikle gizlemeye çalışanları ile ölümle cezalandırmışlardı. Köyde büyük bir kıtlık, açlık ve hastalık yaratmışlardı. Yugoslavya Almanlar tarafından işgal edildikten sonra Ülkeye Bulgar askerleri polis olarak görevlendirilmişler. Onlar da askerlik çağına yakın bütün gençleri askere almış ve değişik cephelere sürmüşler. Askere alınmaktan kurtulanları da partizanlar götürüp kendi saflarına katmışlar. Gençlerin bir kısmı sağ salim savaşın sonunun görmeyi başarmış ama daha çoğu götürüldükleri cephelerde kendilerinin bile olmayan bir savaşta ölüp gitmişlerdi. Köy taş gibi yerinde duruyor ama genç bir kuşağın neredeyse tamamına yakını yok edilmişti. Partizanlar Savaştan sonra köyde yeni bir yönetim seçmiş, ama yaşam hala eskisi gibi sürüp gidiyordu. Çünkü bu köyde yaşayanların tamamı neredeyse birbirine akrabaydı. Aralarında siyasi bir ayrılıktan söz etmek mümkün değildi.

İbrahimof yavaş yavaş yeni yaşamına alışmaya başladı. Yine eskiden olduğu gibi sürünün başında dağlara gidiyor, ekin biçiyor, tarlada, bahçede çalışıyordu. Monika ve Almanya'yı düşünmekten elinden geldiği kadar kaçmaya çalışıyordu. Her geçen gün Almanya'ya geri dönme isteği azalıyordu. Zarife'den olan iki oğlu savaş yıllarında epey büyüyüp serpilmişti. Büyük oğlu Hüseyin'in neredeyse okul çağı gelmiş de geçiyordu. Onların köyünde okul yoktu. Çocukların okula gitmesi için kasabaya gönderilmesi gerekiyordu. Fakat Kutsa'da kimsenin buna aldırdığı da yoktu. Okuyup ta viçitel ya da çinornik (Öğretmen ya da memur) olacak değillerdi ya… Her geçen gün İbrahimof yıllardır ayrı kaldığı köyü ile yakınlaşıyor, kendini Almanya'dan daha çok buraya ait hissediyordu. Bu ağaçlar, dere, değirmen, komşuları, sevdikleri, sevmedikleri, tarla sınırı nedeniyle kavgalı oldukları Murtaza bile gözüne şirin geliyordu. Besbelli ki Monika iki oğluyla bir başına orada kalacak ve yeni bir hayata başlayacaktı.

Eve döndükten iki yıl sonra zarife İbrahimof'a tatlı bir kız dünyaya getirdi. Adını Zühre koydular. Haftalar ayları, aylar mevsimleri, mevsimler yılları kovalayıp gitti. Altmışlı yılların başında İbrahimof önce babasını kaybetti. Kocaçuko Deresine koyunları suya indirmiş ve oracıkta düşüp ölmüştü. Babasının ölümünden yedi sene sonra da annesini toprağa verdi. Kadıncağız kocasının yokluğuna alışamamış, onun ölümünden sonra bir türlü hayata bağlanamamış, ince bir dal gibi kuruyup gitmişti. Sonra da yataklara düşmüş, altı ay çektikten sonra hayata gözlerini yummuştu. Bin dokuz yüz altmış senesi ortalarında her şeyin tadı yavaş yavaş kaçmaya başlamıştı. Köylüler birer ikişer Türkiye'ye gidiyorlardı. Her geçen sene evler birer birer boşalıyor, köy gittikçe artan bir sessizliğe gömülüyordu.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


HACIYATMAZLAR

Eşiğe durmuş bir şarkı söylüyor. Gözlerinde her zamanki o muzip ışıltı.

" Ben kuşlardan da küçüktüm,
Bir gece vaktiydi.
Aşk tuttu elimden benim,
Geçtim düşler sokağından bir gece vaktiydi
Ceplerimde hacıyatmazlar.

yağmur yağsa, uykum kaçsa
bir kuş konsa badi parmağıma
Ağlardım bir başıma…"

Buyur ediyorum. İçeri girerken şarkısını kesip soruyor:

- Hacıyatmaz nedir?

Onu küçük yaşlardan beri tanıyorum. Yıllardır bizim eğitim merkezimize (EGEREM) gelir. Sorusunun altında Çapanoğlu olduğu kesin.

- Bir oyuncak?
- Nasıl bir şey bu?
- Yere nasıl bırakılırsa bırakılsın, dibinde bulunan ağırlık sayesinde dik bir durum alan bir oyuncak.
- Hadi ya! Demek hep ayakta.

Kafasını kaşıyor. Sözü bir yere getirecek; bakalım nereye?

- Senin hiç hacıyatmazın oldu mu?

Bilmecesini çözmeye çalışıyorum:

- Ben köy çocuğuyum, benim oyuncaklarım çerden çöptendi. Hacıyatmaz kentli çocukların oyuncağıdır.
- Buraya gelirken belediye otobüsünde iki amca konuşuyordu. Biri, birkaç ünlünün adını söyledi. Öteki de bırak şu hacıyatmazları, dedi. Anlamadım; dilime de bu şarkı dolandı. Acaba adam, o ünlüler için neden hacıyatmaz dedi ki?

O, hafta sonunda OKS sınavına girecek. Sosyal derslerde yaşının üstünde konularla ilgilense de matematiği beceremediğinden OKS'yi falan taktığı yok. Ona beş yumurtanın, beşi beş kuruştan ne ettiğini sorsam yanıt alamam; ancak Bush'un Irak'ta ne aradığını sorsam bana yarım saat nutuk çekebilir. Ülkede olan biteni de benim diyen birçok yetişkinden çok daha tutarlı değerlendirebilir; ama üniversiteye kapağı atabilmesi için çok çalışmamız gerekecek, çok.

Şimdi ona "ilke" desem, kesinlikle sabaha dek nette "ilke" sözcüğüyle ilgili araştırma yapacak. İyisi bir şeyler açıklayayım da rahatlasın. Belki yarına birkaç test sorusu çözer getirir.

- Gel seninle bir soru yanıt çalışması yapalım, diyorum.

Dünden hazır:

- Sor, diyor.
- Bir arkadaşın bugün sakın oraya gitme, orası tehlikeli diye anlattığı bir yere, yarın kendisi gidiyorsa onu nasıl değerlendirirsin?
- Tutarsız…
- İyi top oynayan bir arkadaşın var. Yarın mahallede maçınız var. Onunla konuşuyorsun. Senin takımında olmayı kabul ediyor. Maça çıkacaksınız. Bakıyorsun ki arkadaşın karşı takımın formasını giymiş. Onu nasıl değerlendirirsin?
- Dönek.
- Hişt, kaba bir sözcük o.

Gözlerindeki o muzip ışığı görmemek olanaksız:

- Kaypak mı diyeyim.
- Oo, o daha kötü.
- Ee, ne diyeyim?
- Güvenilir değil, diyelim.
- Dönek, ya da kaypak… Öyle olduğu için güvenilmez değil mi?
- Sence insanlar, bir zaman doğru dedikleri bir şeyin yanlış olduğunu anladıklarında düşüncelerini değiştiremez mi?
- Elbette değiştirebilir. Aksi takdirde değişimlere ayak uyduramaz. Bir bakarsın tutucu olmuş.
- Bu adam, görüşlerini toplum çıkarlarını değil de kendi çıkarlarını gözeterek değiştiriyorsa?
- Anladım, ne demek istediğini. Hacıyatmazlar ilkesizdir diyorsun.

Gözlerinin içine bakıyorum:

- İlke nedir, diye yapıştırıyorum soruyu.

Soruma yanıt vermiyor:

- Sen söyle diyor?
- İlke, bireyin tutarlı biçimde izlediği ve uyguladığı düşüncelerdir.
- Yani ilkeli insan, tutarlı insandır, tutarlı insan da güvenilir…
- Aynen öyle diyorum.

Öğretmenliğim tutuyor, sürdürüyorum sözümü:

- İlkelerimiz, hayat pusulamızdır. Onlar sayesinde yönümüzü bulur, yolumuzu çizeriz. Geleceğe güvenle bakabiliriz. Onlar bizim kişiliğimizin anahtarlarıdır. Başkaları bizi ilkelerimize bağlı olarak değerlendirir, bizimle ilişkilerini ona göre düzenler.
- İlkeli olmak herkes için önemli…
- Evet; ancak topluma hizmet etme savında olanlar için olmazsa olmaz özelliktir. Çünkü halk, değerlerine inandıkları insanların arkasından gider. Onların ürettiği ilkelere göre saf tutar. Toplum önderliğine soyunanlar, sık sık saf değiştirir, çelişkili davranırsa halk neye inanacağına bilemez, kaosa sürüklenir, önderlerine güven duygusunu yitirir. Önderler, rüzgâra göre eğilip doğrulmaz. Tutarlı ve güvenilir olmak zorundadırlar.

Beni pür dikkat dinliyordu. Onun duyarlılığını biliyordum. Çok mu ileri gittim diye düşündüm ve duraksadım.

- Öyleyse nasıl oluyor da onlar, her dönem kendilerini vazgeçilmezmiş gibi kabul ettirebiliyor?

Şimdi de ona hacıyatmazların egemen olduğu bir ülkede ilkesizliğin, değişim etiketiyle pazarlandığını anlatmam gerekecekti. Oysa onun bir an önce test çözmeye başlaması gerekiyordu.

- Haydi, sen soru çözmeye başla. Giderken sana bir masal anlatacağım. Sorunun yanıtını belki o masalda bulursun, dedim.

Odama geçtim. Ona masal yazdım. Hacıyatmazlar, bu masalda kendilerinden bir iz bulmayacak; ama o hacıyatmazları anlayacaktır, biliyorum.

"Zaman zaman içinde dünyalardan birinde İlke ve Ülke adlı iki genç yaşarmış. Bu gençler birbirlerine vurgunmuş. İkisi de varlıklarının, ancak birlikte olduklarında anlam kazandığını iyi bilirmiş. Ama tüm aşk masallarında olduğu gibi araya çıkarlar, aymazlıklar, kötülükler girmiş. Ayırmışlar İlke'yle Ülke'yi. Hacıyatmazlar, İlke'yi yenilik ve değişim düşmanı olarak suçlayıp kovmuşlar dünyalarından. Ülke, İlke'siz, başını taştan taşa vura vura yaşar olmuş. Aradan nice bir zaman geçmiş. Güneşli bir bahar günü bir meydanda mahzun mahzun otururken biri dokunmuş omzuna. Hemen tanımış: İlke'ymiş o. İlke, ilk günkü gibi içten, sevgi dolu sormuş:

- Nasılsın?

Ülke yorgun başını daha bir eğmiş, duyulur duyulmaz bir sesle:

- Gören göze kılavuz ne gerek, demiş.

Tekrar birleşmişler mi, yoksa o hacıyatmazlar yine araya mı girmiş bilmem. Ama adına umut denen bir kuş, her yeni yetme yüreğe bu masalı anlatır dururmuş.

Hamdi Topçuoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,889,889,889,889,889,889,889,889,889,88
8 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Midilli'ye Karşı

"Köşküm var deryaya karşı" diyemeyeceğim ama şu an laptop'umla yine yazlık evin balkonunda Midilli'ye karşı olduğumu söyleyebilirim. Her yıl annemi yazlık eve getirmenin bir yolunu bulmaya çalışırım, bu yıl yine işleri güçleri denk getirip Altınova'ya gelebildim. Dünden beri çalışıp evi yaz süresince kullanılabilir hale getirmek için ter döktüm. Ee, terleyince serinlemek üzere kendimi de denize döktüm. Hiç merak etmeyin, hepinizin hatırına 2007'nin ilk deniz banyosunu gerçekleştirdim. Kimsecikler yok henüz, sanırım 2 hafta sonra okulların kapanmasıyla birlikte akın ederler çoluk çocuk, torun torba. Henüz her blokta sadece birkaç ailede pişiyor çorba. Güneşi denizde batırdım, güneş bana, ben ise Midilli'ye karşı...

Altınova'nın en güzel taraflarından biri güneşi batırmak sahil kenarında, bir bira veya bir kadeh şarap eşliğinde. Tam Midilli ucundan batar güneş. Bir de geceleri deniz kenarında, yatarcasına kayık şezlong üzerinde yıldızları izlemenin, dalgaların hafif meşrep sesini dinlemenin dayanılmaz keyfi. Değişik yollardan gelmeyi pek severim, bu kez Edirne otobanını, Uzunköprü ve Keşan çıkışını kullandım. "Son 3 yıldır kan ağlıyor Uzunköprü çiftçisi" dedi sigara almaya uğradığım bakkal. Çanakkale'den peynir tatlısı, Ezine'den koyun ve keçi karışımı peyniri almayı ihmal etmedim. Kaz dağlarında menemen ziyafeti çekmeyi de. İki kez nefis bir manzara ile karşılaşıyorsunuz bu yolda. Birincisi; Keşan'ı geçip Saros körfezini ve Ege'yi ilk kez gördüğünüzde, diğeri de Kaz dağlarının ucundan yine aynı Ege ile burun buruna geldğinizde. "Çanakkale Geçilmez"i geçmek ise tam 10 dakika Kilitbahir'den. Eşek olması lazım insanın duygulanmaması için zaten Çanakkale'den geçerken. Ruhları şad olsun bir kez daha bu toprakları "Geçilmez" kılanlardan. Sonrasında dağ yolları başlar, İda'nın doruklarına yaklaşırsınız ve sonrasında iniş başlar. Arada bir yerde bir yanınız İda'ya, denizi gördüğünüzde de Midilli'ye karşı...

Edremit-Havran sapağından İzmir'e doğru saptınız mı 1 saat yolunuz kalır Altınova'ya. Hiç değişmedi neredeyse bu kasaba. Osman Efendi'ye bir uğramalı, meşhur tava ekmeğinden kalmış mı bir sormalı. Yazlıkçılar henüz gelmeyince tava ekmekleri rafların üzerinde bekliyor sıcak sıcak. Koca ekmek, 2 kişiyle 2 gün ye ye bitmiyor bir türlü. Cumartesi ikndi vakti geldiğim Altınova'da Pazar ne çabuk geçiverdi. Bulunduğumuz bloğun ortasında bir küçük süs havuzu var, birileri akıl edip geçen senelerde içini toprakla doldurup çiçekler ekmiş ve pek güzel olmuştu Ortanca'lar arasında. Bu yıl güdük kaldığını görünce biraz Çin Karanfili, Rozet ve İpek çiçekleri alıp ektim. Sabah kahvesi ve gazete keyfi havuzbaşı çiçeklerine, o çiçekler başını uzatabilse onlar da Midilli'ye karşı...

Gelelim Pazartesi'ye ve paparazziye. İkindi vakti atladım arabaya jilet gibi giyinip, ver elini İzmir. Doktorumuz Kızımızın evlilik törenine katılayım dedim, enişTe'siz mutsuz olur şimdi. Erken erken gelmişim, yarım saat daha var, bir tost bir portakal suyu içmek istedim, hem etrafta görünmem, hemde öğlen yemek yemediğimden kokteylde birşeyler içmeden atıştırayım düşüncesiyle Tenis Cafe'nin kapalı alanına attım kendimi, Seda beni görmesin hesabı. "Enişteeeee !" çığlığı ile hesabın tutmadığı anlaşıldı. Kulağında naklen yayın aracı cep telefonu ( kesin Mehtap Cadısı ile konuşuyordur ) ile geldi yanıma gelin edasıyla. Biraz kilo da verince tam bir gelin olmuş beyazlar içinde. Damat da oldukça kibar, sessiz ama eskisi gibi Seda'sız değil, bundan sonra da belli ki yine sessiz olacak bizimki, haşırt diye bastı çocuğun ayağına, gıkı çıkamadı garibimin. Herneyse; gecenin benim için bir sürprizi de sevgili Anur oldu, iş ile karışık çıkıp gelmiş o da. Elbette; İzmir eşrafından yokedemediğimiz Ümit Bey de oradalardı, herkesin tüm dedikodularını ağızlarının içini ezbere bilen Altuğ kardeşimiz de. Diş Hekimi dostumuz bize tam bir ev sahipliği üstlendi, masamızdan kuş sütünü bile eksik etmedi sağolsun. Gelin ve Damat kardeşlerimize "Sakın şaşırmayın, EVET diyeceksiniz" demiştim, harfi harfine uyguladılar, inşallah mesut olurlar ömür boyu. Gelin ve Damat bir kenara ama Anur'un kıyafetini görseniz dibiniz düşerdi diyerek paparazzilik görevimi noktalayayım. Bir sonraki paparazziliğm inşallah Tuğba ve Uğur çiftine karşı ..!

Bugün işlerimi yapayım dedim Midilli'ye karşı, anlamadım gitti Midilli mi karşı, ben mi tutturamadım marşı ? Yine de toparladım sayılır, işleri mi ? Yoo, annemin yemekleriyle zaten fazlalıkları mevcut kiloları kastetmiştim "toparladık" derken. Hava bugün nane molla, Balkanlar üzerinden gelen yağışlı hava, sanki ben 20 gündür tatil yapıyormuşum gibi üstümüze üstümüze gelecekmiş, gelme kardeşim, birkaç kez denize girdim, bir de yazımı yazıyorum Edi'ye inat erken erken. Derken; Balkanlar üzerinden gelen yağışlı hava buraya da el atmaz mı ?

Kalmadı yazının İstanbul'dan pek farkı; laptop aynı, ekranı yine bana bakıyor ama bu kez klavyesı Midilli'ye karşı...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
9 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


Prenses, Prens ve Diğerleri..

Öyle dövülmüş ki hiç yarası yok. Oysa hala tenindeki kesikler sızımlı sövmelerle günahkar kılıyor hücrelerini. İnsanlar öyle kötü ki korkuyor artık. Vazgeçiyor. Vazgeçmekten vazgeçmeye dermanı olmadığını anladığı için vazgeçmemesi gerekenlerden cayıyor…

Beyaz örtüler görüyor bu günlerde her yerde. Beyaz örtüler çocukluğunun armağanıdır ona. Bir evde beyaz örtüler seriliyorsa eğer bir yerlere gidiş var demek. Ve uzun veda. Epey uzun, biliyor. Aklına geriyor beyazları. Ruhuna.. Yüreği bir süre daha inat edecek ama o da kabullenecek bu beyazlığı, kabul etmek zorunda çünkü yok başka olur yanı..
Çok sürmeden bembeyaza duracak her yer. Evdeki koltuklarla aynı uyum ve keder içinde vedalara yollanacak içindekiler. Dönecek mi bilinmez. Belki koltuklar da yüreği de o beyazlardan bir daha asla kurtulmayacak. Tozdan sakınmak için gerilen örtülerden de yara alabilir koltuklar, hatta bu hüzünlü hava içerisinde daha da tozlanabilir. Üzerindeki yaşamsal kaygılar gidivermişse ve birileri "artık bir süre seni istemiyoruz" der gibi beyazları sermişse, hüzünlüdür koltuk, biraz kırılgan, çaresiz, masum…

"Alt tarafı" tanımlamasıyla sesteş kelimeler türetiyorum şimdi. Ne yani'ye adaş oluyorum. Davetiyelerin biriktiği tozlu masada arkasına bizzat ismimin yazılmış olmasından salakça gururlar büyütüyorum. Demek gerçek hayatın başlaması böyle bir şey diyerek çelişiyorum bir süre birileriyle. Eskiden mesela, babamın isminden sonra iliştirilen "ve ailesi" içine dahilken ben, artık bu aile olabilme topluluğundan ötelendim. Ve hangi düğün alayı pembe, kısa etekli, dantel çoraplı bir kızı önemserdi ki?.. En fazla çelenklerden aşırılan kokusuz çiçeklerin heyecanıyla kan ter içinde kalmak olurdu. Çok saçma figürlerle oynamak. Ve gecenin sessizliğine inat çıkıp salondan, arabaların park alanlarında saklambaç oynamak…Başkaydı "hadi daha saçın taranacak" cümlesinin içinde barındırdığı o kızgınlık. Düğün kelimesinin içine iliştirildiği her cümle heyecanla mutlu ederdi önceden. Aile dostlarıyla iştirak edilmiş düğünlerde, çakır keyif babalar, en zamanlı yerde jest yaparak dondurma paraları bile verebilirdi. Anneler, son günevi toplantısının kritiğini hep düğün gecelerine saklardı.

Şimdi posta kutusuna on altıncı kez bırakılan bu davetiyeye bakıyorum. Umarsız, heyecansız, biraz buruk ve tatsız. Topraklara su katmak suretiyle çamur yapılan çocuklar artık baba mı olacaklar, ya dokunsan ağlayan, çilli, çirkin ama sevimli kız? O bile anne oluyor öyle mi yani? Bir gece babam söylemişti. Büyüdüğünde tercihlerin keskinliği ne demek anlayacaksın. Ama şimdi değil demişti. Babam doğru söylemiş. Tercihler ve keskinlikler böyle bir "şey" olmalı Seksek oynamaya, saklambaçta ebe çıkmaya, laleli belkızda hep on'lara gelemeden yanmaya benzemiyor dünya. Gün geliyor mesela, hatalarının vebali için yalnızca kendinden af dileyemeyeceğin zamanlar oluyor. Artık kendinle bir başına olabildiğin ama bu bir başınalık halinde yaptıklarından sadece kendine pay çıkaramayacağın yıllar oluyor. Bu yaz baba olacak demek, ve hatta anne olacak diğeri de. Anne olursan bir daha asla beraber ip atlayamayacakmışız öyle mi, baba olursan sulu şakalar yapma artık olur mu, çocuğun ciddiye almazmış yoksa seni…

Daha dün gibi. Hepsi, her şey. Bütün ilklerimizin karşılıklı şahitleriydik. Babam haklıymış meğer tercihlerin keskinliği hususunda. Ve ben artık "baba" olmanın o denli kıyısına yaklaşmış dostlarımla, yahut "anne" adayı çirkin ama sevimli arkadaşlarımın tercihlerini kabullenmek durumundayım. İnandıklarım ve inandıkları arasındaki o derin çizginin yıllara meydan okuyan duruşuna zarar vermesini bir şekilde önleyebilmek derdindeyim.
"Sence tercihim doğru mu" cümlesine gerçeğimi söylerken asla onları incitmemek zorunluluğundayım.

Yaz mevsimi planlarını yapılacak düğünlere göre ayarlayınca çok sevimsiz bir dünyada kabul günü öznesi olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor insan.Halaylarda başı çekmek, takı törenlerine iştirak etmek, düğünlerde "hem kız hem oğlan tarafı" olabilmenin dengesini tutturmayı öğreniyor. Tam on altı davetiye. On altı uzaklık. On altı geri dönülemez ebelikler, seksekler, salçalı ekmek öğleden sonraları… Gözlerim dolarak, aklımdan bütün bunlar geçerek baktım davetiyelere. Hepsini yatağımın üzerine dizip altlarına notlar aldım. Yaptıklarımızı, geçen yılların acımasızca bizi bu denli "adam" ederken aslında ne denli çocuktuk biz'i anlattım. Ağladım. Ve mutluluktan ağlıyor olabilmenin doyumu tam da budur diye inandım Ve notlar aldım çok sürmeden teyze, hala olacakken, geçmişimizin tarihi birer mührü olsun yazacaklarım dedim ve yazdım. Davetiyeye notlar aldım…

Şimdi o kadar uzak ki o saklambaç ebeliği için "yine mi ben" diyerek somurtan yüzler, süt kokan, açık satıldığı için anneden gizli alınan dondurma sabahları, duvarın üzerinden atlarken kanattığım dizlerim ve bu dizleri kızmasın için annemden saklayışlarım o kadar geride bir yerlerde kaldı ki. Baba olacak dostlarım, mızmız arkadaşlarım anne olacaklar. Teyze olacağım ben ve aynı anda hala olurken…Hani içimizi uçuşmalı heyecanlara boğan o masallar gibi mi yani. Gösterişli elbiseler, güzel ayakkabılar, prensesler gibi; ve takım elbiseler, siyah rugan ayakkabılar, ve papyon tıpkı bir prens gibi. Masal kitaplarını kavramakta bile zorlanan o küçük elli yaratıklar artık prens oldular, prenses olacaklar. Salça yemeden, süt kokulu, açık dondurmalar için mızmızlanmadan. Ama bu tanrısal öyküleri ne olursa olsun yüreğimizde saklayarak. Göz yaşların sevinçten prenses, bak görüyor musun tıpkı o masaldaki kadar güzelsin şimdi.

Ve prens, tüm zorluklar geride kaldı, dememiş miydim "bu düğünde hem kız hem oğlan tarafı" olacak tek insan benim diye. Bizim masalımız bitti belki evet ama bu masalı çocuklarınızda siz yeni baştan yazacaksınız öyle ya; kendi masallarımızın taslaklarıyla genişletilmiş yeni masallarımız olacak şimdi. Prenses, prens ve diğerleri…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
10 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Ağva Kıyıları

Birlikte büyümek nedir bilir misiniz? Ama kelimenin tam anlamıyla "birlikte" büyümek. İlkokul korosunda ödünç verilen bir kalemle başlayan, ortaokul ve lise sıralarında yan yana, önlü - arkalı oturan, derslerde sıranın altında birlikte çubuk kraker yiyen, aileden ayrı ilk gece yatısına gidilen, üniversite sınavına birlikte gün sayan, ilk üniversite günlerinin o koyu gecelerinde ayrı düşüldüğü için gizli gizli ağlanan, sonra diğer ikisi aynı üniversiteyi kazanıp aynı yurda gelince aynı odada kalan… Aşkı birlikte arayan, bulan - bulamayan - kaybeden… Hayattaki en büyük acıları, şaşkınlıkları, çaresizlikleri birlikte yaşayan… Birlikte büyüyenler işte böyle olurlar. Bütün bunları yapmış ve yaşamış olan bizim, birlikte büyümüşlüğümüzün - onlar kendilerini bilirler - tek eksiği birlikte yapılan tatillerdi. İşte nihayet onu da yaptık. Hem de büyüleyici ve unutulmaz bir açılışla…

Uzun süredir aramızda bahsi geçen Ağva projesini hayata geçirmeye karar vermemiz ani oldu aslında. Baktık bu işi planlamanın uzun uzadıya program yapmanın anlamı yok, birkaç mekân araştırmasından sonra - nehir kıyısı olsun, hamağı olsun, ahşap evler olsun ölçütleri ile sınırlandırılmış bir bölgeden - kalacağımız yeri seçtik. İETT otobüslerinin saatlerini öğrendik ve iş çıkışı son otobüse yetişebilme imkânının gönül rahatlığıyla yola koyulduk. İlk ders: İETT'ye güvenmemek oldu. İnternette ilan edilen saatler doğru değildi ve ayrıca teyit için ilgili birime attığımız e-postaya da olumlu yanıt gelmişti. Ancak belirtilen saatte öyle Ağva'ya giden bir otobüs yoktu. Ancak Şile'ye kadar ayakta gidip yolun gerisini taksi ile gitme şansımız vardı. Midibüsün şoförü de bizim sıra dışı bir grup olduğumuzu anlamış, durup durup karar verip vermediğimizi soruyordu. Rezervasyonumuzu iptal edip sabah yola çıkmayı düşündük bir an, ama hevesimiz de kursağımızdaydı. Rezervasyonumuzu iptal ettiremedik tabi, böyle olunca da "madem buraya kadar geldik, Şile'ye de gideriz, taksiye biner Ağva'ya da gideriz. Gider miyiz? Gideriz be!" diye midibüse atladık. Yol boyunca üçümüzün bir araya gelmesinden mütevelli sohbet hınca hınc dolu midibüsün pek çok yolcusunun ilgisini çekti. Hele hele şoför yolcular artınca "siz üçünüz" diyerek bizi oturduğumuz koltuklardan kaldırınca… Önünde durduğumuz yolcuların şenliğine diyecek yoktu. Yol bitmek bilmezken, biz tam kıvama gelmiş, eğlence ve tatil havasına girmiştik bile… Şile'ye vardıktan sonra en lüks taksiye binmek isteyen miço'ya rağmen, sıradaki antika kartal'a binmek zorunda kaldık. Taksi şoförü, iyi niyetle bir sohbet havasına kalkıştığında bunun ölümcül hata olduğunu bilmiyordu tabi.

- Öğrenci misiniz?
- Hayır. (Gayet kısa, kesin ve sorunun devamının gelmemesi isteğimizi belirtir tonlama ile söylenmiş)
- …
- …
- (Miço, bize dönerek) Bütün günü yolda geçirdim ölüyorum yorgunluktan.
- (Şoför) Uzaktan mı geliyorsunuz?
- (Miço) Sadece ben.
- ….

El nihayetinde motelimize vardığımızda gecenin 10'u. (Aileler aranır sağ salim vardık denir.) Açlıktan bayılacak hale gelmiş bünyeler yemek salonuna atılır, şöminenin ateşi hafifçe yanmaktadır. Güzel bir yemek yenir, sohbet edilir, eldeki tek sevgili ile dalga geçilir - ki onun da sevgililiğinden sevgilisi dâhil herkes şüphelidir - arkada oturan delikanlıların yakışıklılığı ile ilgili bilgi teyide çalışılır, fakat başarılı olunamaz. Arkasından güzel bir uykuya giden yola koyulmak üzere odaya çekilme faslı vardır.

Sabah kuş sesleriyle uyanınca - ki bu 7 gibi erken bir saattir - derhal kahvaltıya geçilir. Uzun ve güzel bir kahvaltıdan sonra, yürüyerek Ağva merkeze inilir. Bundan sonra ki kısım şehir merkezinde geçer.

Küçük ve şirin bir sahil kasabası olan Ağva, turistik gezilerin ivme kazanması ile hızla hediyelik eşya sergileri topluluğuna iş imkânı yaratmış. Bir adet postane, bir banka, iki adet bankamatik ile teknoloji ve dünya bağlantısı mevcut. Meydandan Harem'e giden otobüsler kalkıyor ve turizm danışma bürosu var. Sahilde duvar yazısı ve renkli desenlerle bezenmiş bir fener, küçük ve sevimli bir çay bahçesi, dingin denizi görmek isteyenlere kucak açıyor. Kumsalı geniş ve temiz, ince kum. Denizin dibi görünüyor; deniz, deniz gibi kokuyor. Mavi - yeşil bir arada. Yükselen kayaların üstü yemyeşil, ferah bir hava, oksijen bol muhtemelen. Yollar merkeze gelene kadar çoğunlukla toprak, ya da çakıl dökülmüş, az bir kısım asfaltlı, zaten Şile - Ağva arasında da doğal gaz alt yapısı için kazı çalışmaları var. Ağva merkezde yollar asfalt bildiğimiz o küçük ve bakir sahil kasabası havası henüz bozulmamış. İstanbul'dan kanatlanıp gelen onca yorgun insan beraberlerinde pek fazla konfor getirmediklerinden olsa gerek…

Deniz kıyısında tekne turu yapmak üzere hazır bekleyen küçük tekneler var, ama çok yorucu müzikler çalıyorlar. (Böyle dinlendirici bir yerde olduklarını düşünürsek hele seçimleri oldukça hatalı…) Belki Türk Sanat Müziği eserleri ya da enstrümantal eserler daha uygun gidebilir böyle turlara, ama arz - talep meselesi bu.

Simit almaya gittiğimiz fırının - akşamüstü olduğu için - taze simidi yok, poşete koyup bağladığı hafif bayat simitlerden alıyoruz. Bir markete girip - sanırım pek fazla da market yok… İki tane gördük biz - birkaç çeşit bisküvi alıp sahilde bir çay içmek üzere oturuyoruz. Çay güzel, simit bayat. Olsun. Yanımıza büyük siyah bir köpek geldi, simidin birazını ona verdik. Esnaf güler yüzlü ve tıpkı filmlerdeki birbirine tatlı bir takılma halinde. Sohbetlere kulak verince mutlu oluyor insan.

Motele dönüp Cosmopolitan Kadınları oluyoruz bir süreliğine… Şömine karşısında oturup, anlamsız magazin ve moda dergilerini karıştırıp zayıflamanın 30 yolunu okuyoruz yüksek sesle. Televizyon yok, varsa da biz ilgilenmiyoruz zaten.

Akşam yemeğinde şarap kadehlerin rengini güzelleştiriyor. Sohbetin tadını da… Ailelerimizden - neredeyse hepsini tanıdığımız - arkadaşlarımızdan söz ediyoruz. Eski gönül yaralarından, aldığımız derslerden, geleceğe dair plan ve umutlarımızdan… Yakışıklılar geliyor nihayet. Ama maalesef iki sevgili bunlar. Talihimize küsüp kahkahalarla kadeh kaldırıyoruz.



Ertesi sabah nehirde deniz bisikletiyle bir tur atmak istiyoruz. "Kalkış mükemmel ama park ederken sorun yaşama ihtimalimiz var" diyorum. Nehir kıyısındaki otlara giriyoruz bir ara, dümen kırıp geri dönüyoruz, iskeleye yanaşma mevzusu kocaman bir rezalet. Yanaşamıyoruz, görevli önce tarif ediyor iskeleden, sonra bizden umudu kesmiş olacak bırakıp gidiyor bizi… Uzun bir çabalama sonucu, cengâver bir atılımla ben önümüzde park etmiş olan yunusa geçip iskeleye ulaşmamızı sağlıyorum. Kahkahalarımız susmuyor. Görevliye "Bizi bırakıp gittiniz, aşk olsun" diyoruz. "Gözümüz üstünüzdeydi" diyorlar. "Ama yanaşamadık bir türlü, hiç ilgilenmediniz" Sakince gülümsüyor bir tanesi, "Müşterilerle ilgilenmemiz gerekiyordu" diyor. Bizimki lafı atıveriyor ortaya "Aşk olsun biz de sizin müşteriniz değil miyiz?"

Bu komik ve heyecanlı yolculuk daha da artırıyor kahkahalarımızı, eşyalarımızı toplarken de devam ediyoruz gülmeye. Hesabımızı öderken kasadaki kız ne kadar uyumlu ve eğlenceli bir grup olduğumuzu söylüyor. Gülümsüyorum, "16 senedir birlikteyiz, ondandır" diyorum büyük bir gururla. Sevdiceklerimin yüzlerine bakıyorum, mutlular. Mutluyum.

Dönüş yolu uzun. Müzik dinliyoruz. Üç saati buluyor Üsküdar'a varmak. Yoruluyoruz oturmaktan. Üsküdar'a indiğimizde bir dahaki sefere nereye gitsek diyoruz, bu yorgunluğu atlatalım sonra yapalım planı diyoruz. Yorgunuz ama mutluyuz. Hafifledik. Beşiktaş'a geçiyorum motorla, otobüsler çalışmıyormuş, yollar trafiğe kapalı. Olsun, Şişli'ye yürümek nedir, yürümediğim yol değil, yürürüm.

Eve geliyorum. Çok güzel bir hafta sonuydu, yenilendim. İyi ki gittik diye düşünüyorum, gülümsüyorum. TV'yi açıyorum ve hayat normale dönüyor…

Melis Mine
Fotoğraf: Hatice Özdemir -Göksu Nehrinde Ördekler - Ağva


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Tayfun Avınca

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


İNSAN BAHARDA ÖLMELİ

İnsan baharda ölmeli
Günün ilk ışıklarında.
Ötüşürken börtü böcek
Ballara dönüşürken binbir çiçek
Gün güneşli olmalı
Onca dostu ahbabı
Kış kıyamet soğukta
Yollara dökmemeli

Yaşın başın ne önemi var
Rolü bitince kişinin
Sessiz sedasız gidivermeli

Menderes Samancılar

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

TEMA Vakfı evlerdeki gereksiz su tüketiminin önlenmesi için bireysel çabaların ne kadar büyük fark yaratacağına dikkat çekmek ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla "Suyunu Boşa Harcama" Kampanyası başlattı. http://www.suyunubosaharcama.org/ web sayfasında suyu nasıl boşa harcadığımız ve nasıl tasarruf yapacağımızla ilgili kısa ve öz bilgiler veriliyor. Sen de katıl sen de suyunu boşa harcama.

Bütün komikliklerin bir arada bulunduğu bir web sayfası http://www.komikalem.com/ Resim, video, sesler, animasyonlar ve daha neler neler. Gülebilmek için her türlü malzeme hazır. Şimdi sıra gülmeye vakit ayırmak için uygun bir bahane bulmaya geldi.

…Affan Dede'ye para saydım, sattı bana çocukluğumu, artık ne adım var ne yaşım, bilmiyorum kim olduğumu, hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden… Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şairler için http://www.netlek.com/Siir/ Şiirsiz kalmayın.

Sağlık ile ilgili her konuyu haber haline getirseydik ne olurdu? http://www.thehealthnews.org/tr/ web sayfası bu soruya yanıt vermiş ve sağlığımızla ilgili her türden bilgiyi, haberi ve duyuruyu bir araya getirip bizlerin hizmetine sunmuş.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Ayrılanlar için - Timur Selçuk









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070608.asp
ISSN: 1303-8923
8 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com