|
|
|
14 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Türk doktorlarına emanet ediyorum!.. |
Merhabalar
Şahsen ben Tayyip Beyin sağlığından endişeliyim. Adam çöktü. Dikkat edin biz merkez partisiyiz derken sağ omzu titriyor. Nerede o azgın ata, Kasımpaşa'dan kopup gelmiş Tarkan gibi, dakikalarca binip, huysuzlanan atın üstünden düştüğünde bile silkelenip kalkan, işine kaldığı yerden devam eden sağlıklı zıpkın gibi adam, nerede şimdilerde gölgesiyle kavgalı, zart diyeni azarlayan zurt diyeni mahkemeye veren, sinir katsayısı azami hudutlarda seyreden adam. Ben sayın başbakanımızı yurdumun doktorlarına emanet ediyorum. Ne yapıp edip kendisini bir toptan kontrolden geçirsinler. Hatta Emine Hanımla işbirliği yapıp psikolojik durumu ile de ilgili bilgi alıp, istişarelerde bulunsunlar.
Beynin doğru çalıştığını anlamanın bir yolu da matematik testi uygulamaktır değil mi? Ben nacizane, Tayyip Beye birkaç test yapılmasında yarar görmekteyim. Sanki sayılarla bir sorunu var gibi görünüyor. Mazallah kızıp matematiği icad edenleri mahkemelerde sürüm sürüm süründürür, neme lazım. Mesela, Tayyip Bey bir gün önce "Yurtiçinde 5000, yurtdışında 500 terörist var. Yurtiçini bitirdik mi?" diye sormuştu gazetecilere. Cevap veremediler tabi. Hepsi toplanıp köşelerine çekildiler. Kimisi "amaninnn" dedi, kimisi "Hadi canım sende!" . Sayı saymayı bilenler de başka şeyler söyledi. 24 saat sonra son güncellenmiş rakamları Tayyip Beyden aldık yeniden. "Yurtiçinde 1500, yurtdışında 3500." Belli ki 24 saatte gurur duymamız gereken şeyler olmuş. Bir kere toplam terörist sayısı 5500 den 5000 e düşmüş. Demekki n'olmuş, 24 saatte 3500 terörist yurtdışına kaçmış, 500 tanesi avlanmış. Güzel?!.. Güzel mi? Ben Tayyip Beyi cefakâr Türk doktorlarına emanet ediyorum efendim. İstihbaratın da cılkını çıkarabilecek kadar rahatsız olmalı. Olabilir. İlaç içer iyileşir. İyi de bizim günahımız ne arkadaşlar?!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
Kıraathane : Yusuf Besim Doğan |
BU ÜLKE BİZİM…
Yaklaşık sekiz aydır burada yazı yazmıyordum ama sorunlar en son bıraktığım gibi.
Aşağı yukarı her gün şehit haberleri ve aşağılık şekilde vuran terör… Yalaka basına rağmen yazdık çizdik, Türkiye hem ekonomik olarak hem siyasi olarak yanlış yönetiliyor. Ve avazımız çıkana kadar bağırıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin en büyük sıkıntısını yaşıyor. Ekonomimiz iyi gidiyor milli gelir şu kadar… Daha iki ay önce bunlar yazılıyordu yalaka basında. 37 milyar dolar cari açıkla milli gelirin %7 sine dayanan bir cari açık oranı doğal koşullarında sürdürülebilir değildir diyoruz.
Gülüyorlar…
Ekonomimiz iyiye gidiyor.
Ne güzelde sırtımızı sıvazlıyorlar öyle…
İki ay sonra bir baktık ki: Aaaa Yabancı derecelendirme kuruluşları diyor ki, notunuz düşecek! Hayda!
Komprador TÜSİAD şaşkın, Aman ha yapmayın ha! RTE önce gürlüyor: Genel Kurmay Bana bağlı." Bak sen… Sonra arada bulasın, ortalarda yok, kayboluyor. Önüm arkam sobeee! Bu gün çıktı ortaya şöyle esti gürledi biraz… Kime?
Şehit ailelerine…
Terbiyesizlik ediyorlarmış… Onlar ki o kadar vakurlu...
Ne yapacaksın RTE?
Gene dava aç.
Bir şehit babasına hapis cezası verdirdin…
Ne desek Halkı aşağılamaya alışmış…
Şeyini şeyettiğimin şeysinide şeyetmişler…
Yuhalamışlar…
Sokağa çıkamadıkları zamanlarda genelde Abdüllatif Şener devreye girer durumu idare ederdi.
Ama ama…
Sabır mı bıraktılar.
Adamcağız Yılmaz Özdil'e gerçekleri anlatıvermiş. Şey Basın bağlanmıştı da… Ne desin daha. .
Fettulahçı olduğu ileri sürülen yazar ne diyor " Efendim subaylar ölmüyor!" Bunların yaptığını mütareke medyası yapmadı, inanın bu kadar iğrencini yapmadı. Atatürk'e ve arkadaşlarına her türlü hakareti yaptılar küfürü ettiler ama bu kadarını yapmadılar.
Ve arkasından Asker ülkeyi geriyor diyorlar. Ama anlayın artık bu halk bu kadarını kaldıramaz.
RTE Askere, Şehit ailelerine, Yargıya önüne gelene saldırıyor bu gün hızını alamamış TÜSİAD' da esmiş gürlemiş… Acaba çözülüyor mu yoksa yeni bir mağdur siyaseti taktiği mi?
Pentagon'a yakınlığı ile bilinen Washington Times'e Göre, ABD, RTE yi dikkate almadan askerlerle görüşüyor! Yoksa deliğe mi süpürülüyor birileri?
Ve daha ilginci,
Aynı gazetenin ileri sürdüğüne göre :" ABD, Türkiye'nin Irak sahnesine girmesi zamanının henüz gelmediğini bildiriyor. Üst düzey bir ABD'li yetkiliye göre Türkiye Kuzey Irak'a girerse toprak bütünlüğü tehlikeye girer" miş!?
Yani diyorlar ki tamam bölgede güçlüsün ama öyle bir şey yapmaya kalkma bölerim seni! Ama vakit var; şu Erbil'deki Bombardıman Hava alanlarını falan bir bitireyim İran'a bir şeyler düşünüyorum belki o zaman seni Kuzey Irak'tan İran yönüne kullanırım! Ondan sonra zaten ne halin kalır ne dermanın…
Türkiye her anlamda kuşatıldı! Soros'un çocuklarıyla, hainleriyle ABD si AB si ile…
Soğukkanlılıkla düşüneceğiz, bu coğrafya bölünmez acılar çeker ama bölünmez. Çünkü bizi bize bağlayan o kadar güçlü bağlar var ki… Sadece Atatürk, din yahut başkaca şeyler değil… Ortak acılar Anadolu'yu kenetliyor. Bu ülkede halkın içinde laik, türbanlı kavgası olmaz, Kürt, Türk kavgası olmaz, Alevi Sünni kavgası olmaz… Çok acı çekti bu ulus… Bizi bu acılar daha da kuvvetle bağlıyor…Tıpkı büyük bir ailenin bir birine sarılması gibi ve bu sarılmalara her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Memed'in cenazesi de bizi dağlar Şehmuz'un ki de… Ana yüreğinin parçalanmasını , evlat acısını Çerkezi, Türkü, Kürdü farklı mı çeker?
Bu acılar, bu terör'ün sebebi ne?
İngiliz, Rus, Fransız, Osmanlıyı paylaşmak için birinci Dünya savaşını çıkardı. Hedef ne idi?
Petrol.
On yıl sonra Türkiye'nin üniter yapısı ve dinamik gücü iki stratejik doğal zenginlik ile birleşmiş olacak; bunlar petrolden daha önemli… Zira petrol rezervlerinin artık işi yavaş yavaş bitiyor ve… Ve alternatif enerji kaynakları…
Ne o?
Bor.
Dünya Bor Rezervinin %70 i Türkiye'de
Arap İsrail Savaşı neden Çıktı?
Ne yok Ortadoğu'da,
Ne azalıyor?
Su.
Nerede var?
Büyük İsrail hangi coğrafyadan geçiyor?
Neden?
Su.
Bu kadar basit…
Su'dan sebepler…
Bunun için bölmeye çalışıyorlar…
Emperyalizm'in böl /yönet yöntemi çalışıyor…
Bunun için alt kimlik üst kimlik diyorlar…
Bunun için Türkçe Resmi dil olmaz diyorlar…
Fransa'da en az beş etnik grup vardır
Resmi dili Fransızcadır.
Ve İsmi de
Fransa'dır…
sorospunun un çocuklarının maskelerini düşürüp
Tarihi'de
Belgeleri ile suratlarına çarpmalıyız…
Bu düşünsel kavgayla olur.
Kandırılmış dağa çıkarılmış çocuklarımızı
Düşünsel kavgayla ve demokrasi ile kucaklayıp indirmeliyiz.
Bu kavga büyük kavga
Halkın kucaklaşma kavgasıdır
Ve
Bunu başarmalıyız..
(***)
Türkiye Uluslararası arenada yeni dengeler bulmak zorunda…
Yani bir "B" planı olmak zorunda.
Kasaba politikası ve politikacıları ile bu iş olacak gibi değil.
14 Nisan'ı Deniz Baykal Efendi de anlamamış. Yazık!
(***)
Tüm Şehitlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine sabır diliyorum.
Ve hepsinin önünde şükranla eğiliyorum…
Bu ülke sizlere minnettardır.
Yusuf Besim Doğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan KARANLIK ODA ŞARKISI |
|
Uzun demiryollarının, raylara böldüğü zamanı kuşatan koyu kan rengi, beynimin kelepçeli kıvrımları ve bir kış manzarası temmuza özenen bulutların karanlığı. Yorgun savaşçıların bilinçlerine mühürlü bir çözüm yolu: İskender'in düğümü. Yavruağzı bekleyişlerin, otobüs duraklarına kilitli sabırsızlığıyla bir prangalanış sarımtırak düne. Silgilerin silemediği bir kurşundan izdi şimdi aşk. Avucumun ayasında bir gonca oyası, kurutulmuş bahar yağmurları. Yeşile çalardı düşleri ve ulaşamadığım bir yeşildi şimdi uçsuz kimliği. Yıkanıp yıkanıp ütülenmekten yorulmuş bir gömlek gibiydi tarihi, başlangıcın. Uzak şehirlerin, çıkmaz sokaklarına her daim fon olmuş bir ceset yığınının betimlenmez kışında, kedilerin söyleyemediği sesten bir "mi…". Güneş gözlükleri ardına saklanmış hayat çizgileri. Gümrüklerini bilemediğim haritaların dehlizlerime inen coğrafyasında bir kelime bulma umudu. Karlarını eritmeyi başaramadığım yüksek dağların, tanıdık eğimlerinde bir başarısız matematik problemi oldum zamanla. Şehrin ışıklarını söndürdüğün saatti, çarşaflarda ölüm sessizliği. Beklemediğim, özlemediğim bir nota dizisiydi kulağıma fısıldadığın. Ellerinde kesikler, saçlarıma iliştirdiğin kan güllerinin dikenlerini anar. Doreden bir akrepti şimdi zaman, yelkovanı sessiz. Tükenmek bilmeyen bir yol ve yol kenarında kanat çırpışlar…
vaat ettiklerinin soluksuz büyüsünü solduran bir aralanıştı geçmişten geleceğe uzanan. Mozaikten bir aşk hikayesinin cevapsız çağrılarında uzun bir siren, sessizliğine meydan okur, başrollerin. Bir senaryo şimdi kalemime tıka basa doldurduğum. Virgülden sonrası sebepsiz… Alaturka bir desendi şimdi uzaklıkların senden bana ilettiği sessizlik. Güneş uzak kaldı ve uçulacak mekansız kaldık. Göz kapaklarımın ağırlaşan aralığında yağmura emanet bir nem. Yaşadığım şehrin kalabalığında, dolu sinema salonlarının yarıda kalan filmlerle süslediği aşk masallarına imkansız bir giriş. Metal bir soğukluk , koyu kahve çözünürlüğünde tenime değen. Berrak bir ışıltıydı zamanında dizelere inancım. Ve solmayan çiçeklere olan çocuksu bir saçmalıktı çoğu zaman, zaman. Eski bir nağmenin en güç mehtabında, yaşadığım tarifsiz çare-siz-lik. İmlâlara mecbur, dersliklerde karalamalar. Aşılamayan yolların haritalarında acemi bir korkaktım çoğu zaman. Gül kurusu bir yoksunluk şimdi kuytularımda mücevher gözlerin. Sepya bir perde çekildi zamana ve kalemimden damlayan kanların koyu eksikliği belirsizleşti zamanla. Tanrı'nın saklambacında hep ebe olduğumu öğrendiğimde oyun zamanı geçeli çok olmuştu. Bir ağıt şimdi plansız inen akşamlarda günbatımları ve çözemediğim bir düğüm, yorgun savaşçıları beklerken. Çıplak bir gecenin geometrisinde taşıyamadığım bir tenhalık. Tehditkâr hatıralarda düşlerime sinmeyen bir boğaz rüzgârı. Habersiz inen bir yağmur kuytularımda, gökyüzündeki uçurtmalara takılmanın eşiğinde. Haberin yok, detaylarını sildiğim tasarımların fırça darbelerinden. Kalın bir duvardı şimdi yitirilen cümleler, erişemediğim yıldızların emanet almak istemediğim pırıltılarına sığınan… Ve yinelenmeyecek bir karenin siyah- beyaz gölgesinde güçlü ve emin bir baskı deklanşöre…
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : Afşin Selim Yalanları sahicileştirmek: Alkış! |
|
Alkışı bir hayat felsefesi olarak algılamak çok da abartılı olmasa gerek. Şayet onun da felsefi tarafı var. Öğrenmek için irdelemek lâzım. Bize "düşünme, yaşa!" diyenler, bize ayrıca "düşünme, alkışla!" da demek istiyor. Bunu göz önünde bulundurmak gerekli. Alkışı tümüyle reddetmek için abartılı diyebiliriz, fakat ölçüsüzce ve ilkesizce uygulanan her alkışın psikolojisini sorgulayalım. Hele ki toplumsal bir yara haline gelmişse bu, ya oturur ağlarız, ya ayağa kalkıp kavga ederiz, ya da çözüm yolları bulmak için akşam sabah okur yazar çizeriz… En azından bir şeyler veyahut çok şeyler yapabilme hevesimiz meydana gelir. Çünkü iş çığrından çıkmış, canavarlaşmış, devasal bir boyuta ulaşmıştır. Bu da bizi rahatsız eder. Toplumun o yarası biz de büyük yaralar açar, yüreğimiz kanar. Kimse de konuşup yazmıyorsa bunu, o zaman da çoğu kez haddimizi de aşacak laflar ederiz. Alkışlayanlara ve alkışlananlara tavrımızı koyarız.
Kimleri alkışlamadık ki… Kimler geldi, kimler geçti… Ellerin birbirine vurmasıyla başladı her şey. Yüzlerimizdeki tebessüm ve samimiyet, avuçlarımızın içinden çıkacak üçkâğıt bir sese yenik mi düşecekti… Korktukça, korkularımızın esiri olduk; yaşadık onları, hayatımızın merkezine koyduk.
Bu alkışlar "muhalif" yanımızı yedi bitirdi. Hani "önce kendimize muhalif" olacaktık, sonra da dışarıya… Olmadı! Ne "o" oldu, ne "bu"… Alkışladık ve alkışlandık sadece. Hayatta en iyi becerimiz: Deliler gibi alkışlamak!... Karşımızda insan var mı, yok mu bilemeden, anlayamadan alkışlamak…
Habire alkış: Düşüncesizler karnavalı. Modern çağın robotları yönetilmeyi bekliyor! Alkış alan seçilmişler: alkış delileri, budala ruh halinin sakinleri… Günümüz alkışı tuhaf bir ideoloji vaziyeti alıyor. Herkes o tılsımlı ses ile yaşıyor.
Duyduğumuz her alkış, eleştiri kültürünün katline sebebiyet veriyor. Yalnızca şartlanmışları görüyoruz sağımızda solumuzda… Kandırmaca mutlulukların cenneti haline geliyor yaşadığımız topraklar. Alkış başa bela oluyor. Herkes herkesi alkışlıyor.
-I I-
Yalanı çok dünya da, yalandan alkışların sahibiydik. Bu eller kime yalan söylüyordu, kimi kime kırdırıyordu, kim kimi kandırıyordu… Oysa bizim de doğrularımız vardı. Kimseler anlamasa da -veyahut anlamak istemese de- benimsemiştik onları.
Susma! Söyle! Kimleri alkışlamadık… Soytarılar gülüyordu halimize. Hayatı böylesine ucuzlaştırmak, bir iki üç beş kravatlıya heba etmek hiç mi rahatsız etmeyecekti bizi…
Alkışladıklarımızı omuzlarımızda gördük; omuzlarımız çöküyordu da belli etmiyorduk. Biz Şarkın utangaç çocuklarıydık. Velhasıl kelam her alkış da yeniden kuduranların adıydık.
-I I I -
Gözlerdeki son perde sahneleniyor "hayat" denilen tiyatro oyununda. Alkış koyuyorlar adını, utanmadan, sıkılmadan… Herkes herkesten alkış bekliyor. Tatminkârlık seviyesi zirvelerde dolanıyor. Bir alkış daha kopuyor uzaklardan: Yakınlaşıyor sonra, burnumuzun ucunda görüyoruz onu. "Siz hiç alkışlandınız mı" diye soruyor alkışsızlar sokağının genç çocuğu. "Hayır" diye bir yanıt aldıktan sonra, ellerini birbirine vurarak, o tılsımlı sesi çıkartıyor. Kimi alkışladığını bilemeden, boşluğa doğru taarruza geçercesine o tılsımlı ses yankı yapıyor. Perde kapanıyor; ve son alkış da duyulmuş oluyor.
Afşin Selim
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
SİGARA
Sabah güneşi henüz binaların boylarını aşıp insanları terletmeye başlamamıştı. Erken saat olduğundan çoğu yere gölge ve serinlik hakimdi. İnsanlar, aceleyle etrafına bakmadan koşuşturuyorlardı. Havadaki mavi renk, tüm renkli ağaçları griye bürümüştü. Havada insanın içini sıkan kasvetli bir yoğunluk vardı. Bu saatlerde herkes işine yetişmeye çalıştığından kimsenin yüzü gülmüyordu. Ama yine de insanı, bu kasvetli ortamdan kurtaran güneş ışığı, ağaçların yapraklarını yarıp, binalara ve insanlara renk katıyordu. O kadar güzel bir görüntü çıkıyordu ki ortaya insanlar o ışığın içinden geçmek için kaldırım değiştirip, yollarına karşı kaldırımdan devam ediyorlardı. Kaldırımların temizliği, insanlara haz veriyor ve hep bu sokakta yürüme isteği aşılıyordu. Dükkanların camları, güneş ışığından, kızıl renginin tonlarını sergiliyorlardı. Dükkanların vitrinleri renkli ve canlı olmasına rağmen, hala bazı dükkanların vitrinlerini, kepenkler örtüyordu.
Hikayemizin kahramanı serin bir caddede yavaş ve ağır adımlarla ilerliyordu. Kahramanımız genç ve yakışıklı sayılırdı. Fakat hayattan yana şansı pek yaver değildi. Yoksulluk çekiyordu ve işten yeni kovulmuştu.
İşte sokakta bu dertli ve dumanlı kafayla yürüyordu. Yürüdüğü bu cadde oldukça lüks bir caddeydi. Yoksul gençler nedense böyle zengin sokaklarda dolaşmaya bayılırlar. Kendi yaşıtındaki çoğu Türk gibi o da sigara tiryakisiydi. Kafasındaki sıkıntıyı dağıtmak için bir sigaranın zararı olmaz diye düşündü.
Elini cebine attığında boş sigara paketini avuçladığını fark etti. Paketi tıpkı bir kağıdı büzer gibi elinde yuvarladı ve yere sinirli bir hareketle attı. Elini bu sefer para bulmak için pantolonunun cebine attığında havayı tuttuğunu fark etti. Kafasını yere indirip sessizce bir şeyler mırıldandı.
“Neyse artık bugünlük de sigara içmeyiveririz, hem sağlığa da zararlı” diye düşündü. Yürümeye devam ediyor aynı zamanda dükkanların vitrinlerine ve kafelerde ki oturan insanlara bakıp imreniyordu. Zaman geçtikçe sigarasızlık boy gösteriyor ve baş ağrıları artıyordu.
Artık başı öyle ağrımaya başladı ki neredeyse uyuşmuştu. Sigara bir insanı öyle hale getirir ki hayatta yapmayacağı şeyleri yapmaya başlar bir nefes sigara için. Kahramanımız da o duruma gelmişti artık. Yoldan geçen birisini gözüne kestirdi. Gözüne kestirdiği adam kısa boylu, kel ve biraz şişman sayılabilecek türden biriydi. Kahramanımızın üzerine doğru geliyordu adam. Tam yanından geçerken adamı durdurup:
“Bakar mısınız ağabeyciğim, acaba benim için bir tek sigaranız var mı” dedi kibar bir ses tonuyla. Adam genci baştan ayağa süzdü önce, daha sonra da sert bir sesle:
“Yok” dedi.
Genç bu hareketi çok içerledi. Adamı omzundan yakalayıp:
“Ne baktın, beğenmedin mi? İstediğin gibi biri olsam verecek miydin sigara?” dedi.
Adam suratına kızgın maskesini çoktan takmıştı.
“Yürü git işine oğlum, şu kılığına kıyafetine bir bak da ondan sonra sigara iste” dedi. “Hem çulsuzun teki hem de kalkmış benden sigara istiyor. Ayıp denen bir şey var yahu.”
Kahramanımız:
“Paramız olsa, herhalde senden sigara istemeyiz” dedi.
Adam:
“Neden, ne varmış bende sigara istemeyecek. Git işine oğlum, başımı belaya sokma benim” dedi ve arkasını dönüp hızla yürümeye başladı.
Adamın arkadan görünen ensesi kahramanımıza öyle çirkin göründü ki neredeyse dayanamayıp adamın ensesine koşup bir tane tokat yapıştıracaktı ama daha sonra sigarasızlıktan sinirleniyorum herhalde deyip kendini dizginledi.
Kahramanımız yolda yürürken bir yanan küfüler edip bir yandan da çareler düşünüyordu. Artık sigarasızlık öyle baş gösterdi ki bizim genç her şeyi yapmaya hazırdı.
Kafası yerde yürümeye devam etti. Tam artık tüm umutlarını yitirmişti ki yerdeki henüz sönmemiş, yarısına kadar içilmiş sigarayı gördü. Çok heyecanlandı, sevinçle yere uzandı ama ondan önce kara bir el hızla uzanıp sigarayı kaptı. Genç adam şaşkınlıkla kafasını yukarı kaldırdığında karşısında üniformalı bir adam gördü. Adamın gür bıyıkları ve kirli sakalları vardı. Üniformasının rengi turuncuydu. Kahramanımız bu üniformanın çöpçü üniforması olduğunu anladı.
Çöpçü:
“Şu dünyada ne insanlar var be, sigarayı içiyorsun bari gidip de şu yandaki çöpe atıversen ölür müsün” dedi hırıltılı ve doğu aksanlı sesiyle.
Kahramanımız olayın şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı. Çöpçü konuşmasına devam ediyordu:
“Hemşerim, sen bu sigarayı alıp çöpe atacaktın herhalde değil mi?” dedi. “Evet, sen iyi bir adama benziyorsun, ben insan sarrafıyımdır.”
Sigarayı ağzına alıp içmeye başladı. Dumanlarını öyle tüttürüyordu ki kahramanımız başka zaman olsa “Evet” deyip geçerdi ama sigarasızlık canına tak demişti artık.
“Hayır, ben de sigarayı içecektim” dedi.
Çöpçü hiç aldırış etmeden sigarayı içmeye devam ediyordu. Çöpçünün bu umursamaz tavrı gencin sinirini ikiye katladı.
Çöpçü:
“Allah bilir bu sigarayı atan adam kelli felli bir adamdır ha” dedi. “Eğer öyle olmasa sigarayı sonuna kadar içerdi” dedi dumanı tüttürmeye devam ederek. “Bu da kaliteli sigaramaymış canım, öyle güzel ki sigarayı neredeyse yiyeceğim yahu.”
Delikanlı sinirle:
“Ver şu sigaradan bir nefeste biraz da ben keyifleneyim” dedi.
Çöpçü genci baştan ayağa süzdü.
“Yuh artık, sen hali vakti yerinde bir adama benziyorsun. Bir çöpçünün de sigarasına göz koyacak değilsin ya” dedi ve arkasına bakmadan yavaş yavaş yürüyerek uzaklaştı.
Kahramanımız iyice sinirlenmişti artık. İçinden şu adi çöpçünün üzerine atlamak geliyordu ama yine kendi iplerini elinde tutmayı başardı.
Yolda yürürken, sanki yanından geçen insanlar kendisinin üzerine geliyorlar gibi geliyordu ona. Kafası iyice uyuşmuştu artık. Nasıl bir halde olduğunu kendisi bile kestiremiyordu. Sanki bir ruh gibi boş ve anlamsız şekilde yalpalayarak yürüyordu. Tek düşündüğü bir nefes sigarayı nerden bulabilirim derdiydi. Gözlerinin önünden sigara izmaritleri geçiyordu. Tam yerde bir sigara buluyordu, eğilip elini uzatıyordu ki hayal olduğunu anlıyordu. İşte böyle bir durumdaydı kahramanımız.
Aklına o karanlıkta yeni bir fikir geldi. Sigara içen bir adamı takip edecek, adam sigarasını attığında, yerden alıp bir nefes bile olsa içecekti. Yolda, yanından sigara içen bir sürü adam geçmişti ama genç adam cesaret edip bir türlü birinin peşine takılamamıştı. Sigarasızlık baskın çıktı ve karşıdan gelen takım elbiseli adamı gözüne kestirdi. Çöpçünün dediğini hatırladı. Kelli felli adamlar sigarasını tam bitirmeden atarlar. Adam karşıdan üzerine doğru geliyordu. Yanından geçerken adamı sanki bir yerden gözü ısırmıştı ama o anda gözü adamda değil, adamın elindeki sigaradaydı. Adamın peşine düştü. Adam uzun boylu ve biraz topluydu. Arkadan görüldüğü kadarıyla kısa siyah saçları ve geniş omuzları vardı. Kahramanımız artık sıkılmıştı. Adamın sigarayı atmasını bekliyordu. Adam sigaradan her nefes çekişinde bizim genç kahroluyordu.
Sonunda adam sigarayı umursamaz tavırda yere attı. Bizim gencin gözü parladı ve hemen sigaraya atıldı. Tam eğilmişti ki bir çığlık duydu.
“Vay, sen ha” diye bağırdı takip ettiği adam. Kahramanımız çok şaşırmıştı, eli yerdeki sigarayı alacak şekilde donup kaldı.
“Kaç yıl oldu görüşmeyeli yahu, en son ilkokuldayken görmüştüm seni” dedi geniş omuzlu adam. Bizim genç sonunda anımsadı. Bu ilkokul arkadaşıydı. Yerden kalkarak gülümsedi ve kucaklaştılar.
Adam:
“Yerde ne yapıyorsun yahu, sigarayı mı almaya çalışıyorsun?” dedi. Kahramanımız çok utandı.
“Hayır canım ne münasebet, ben de tiktir bu işte. Bir adam yere sigara atınca alır onu çöpe atarım, temizlik huyu işte” dedi yüzü kızararak.
Adam:
“Ha, çok doğru söylüyorsun. Benim aptallığım bu, ver sen zahmet etme, sigarayı alır atarım ben çöpe” dedi ve gencin elinden sigarayı söküp aldı, doğruca çöpe attı. Bizim genç sigaranın çöpe düşüşünü öyle bir iç burukluğuyla izledi ki neredeyse “Dur atma” diye bağıracaktı, son anda kendini tuttu. Daha sonra eski anılarından konuştular ve ayrıldılar.
Kahramanımızın artık baş ağrısı yavaş yavaş geçmeye başlamıştı.
“Belki de bu Allah’tan bana bir işarettir. Sigarayı bırakmalıyım belki de” diye düşünüyordu. Daha sonra da kesin kararını verdi, sigarayı bırakacaktı.
“Zaten işin zor kısmını atlattım, bundan sonra gerisi gelir” diye kendini avutarak yürüyordu. Kendini mutlu hissediyordu bir yandan da.
Fakat siz de bilirsiniz ki bu illet adamın yakasını asla bırakmaz.
Yürürken kaldırımın tam kenarında hiç açılmamış bir sigara paketi ilişti gözüne. Önce biraz durakladı. Bunun da bir hayal olmasından çekiniyordu. Daha sonra denemeye karar verdi ve sigaraya uzandı. Sigara paketinin naylon kağıdını hissetti. Yüzünde öyle bir gülümseme oluştu ki sanki ağzı kulaklarına yapıştı. Hemen sigara paketini açtı ve bir sigara aldı içinden. Daha sonra ceketinin iç cebini ateş almak için yokladı ama yine o hissi yaşadı. Havayı avuçlamıştı.
Umutsuzlukla, nerden ateş bulabileceğini düşünerek, yoluna devam etti.
Doğukan Güney
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
dedi kırlangıç..
hazan mevsiminden bir gün..
sabâhın seherinde,
gökyüzü henüz daha turuncuyken,
vardım bir yol tırmandım Bozöğük Kalesine.
çıktım burçlarından birine;
açtım kollarımı, gerdim göğsümü, seyre durdum bir cümle âlemi..
derken bir kırlangıç geçti yanımdan,
döndü bir yol, usulca sokuldu yamacıma.
dedim: n'oldu kırlangıç kardeş, niye döndün yolundan?
dedi: ne ararsın burada, merak ettim..
dedim: içim daralıyor kırlangıç kardeş, içine akmak istedim âlemin sonsuzluğunun.
dedi: takıl peşime öyleyse, ben seni götüreyim..
atladım hemen sırtına,
tutundum hemen boynuna,
gökyüzünde süzüldük bir vakit..
fakat kırlangıcın rotası bir garip..
dedim: niçin böyle bir yükselir bir alçalırsın?
dedi: kiminin üstünden geçerim kiminin altından..
dedim: tabiî ya, buradan gelir tüm yaşama sevincin;
bilirsin yüksekteyken alçalmayı, alçaktayken yükselmeyi..
dedi: evet ben bilirim de şu zavallı insancıklara ne demeli?
Alkım Saygın
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
TEMA Vakfı evlerdeki gereksiz su tüketiminin önlenmesi için bireysel çabaların ne kadar büyük fark yaratacağına dikkat çekmek ve kamuoyunu bilinçlendirmek amacıyla "Suyunu Boşa Harcama" Kampanyası başlattı. http://www.suyunubosaharcama.org/ web sayfasında suyu nasıl boşa harcadığımız ve nasıl tasarruf yapacağımızla ilgili kısa ve öz bilgiler veriliyor. Sen de katıl sen de suyunu boşa harcama.
Bütün komikliklerin bir arada bulunduğu bir web sayfası http://www.komikalem.com/ Resim, video, sesler, animasyonlar ve daha neler neler. Gülebilmek için her türlü malzeme hazır. Şimdi sıra gülmeye vakit ayırmak için uygun bir bahane bulmaya geldi.
…Affan Dede'ye para saydım, sattı bana çocukluğumu, artık ne adım var ne yaşım, bilmiyorum kim olduğumu, hiçbir şey sorulmasın benden, haberim yok olan bitenden… Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şairler için http://www.netlek.com/Siir/ Şiirsiz kalmayın.
Sağlık ile ilgili her konuyu haber haline getirseydik ne olurdu? http://www.thehealthnews.org/tr/ web sayfası bu soruya yanıt vermiş ve sağlığımızla ilgili her türden bilgiyi, haberi ve duyuruyu bir araya getirip bizlerin hizmetine sunmuş.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|