Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.233

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 15 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Babalar günümüz kutlu olsun!..


Merhabalar

Baba olmak ne kadar güzel bir duygu. Olmayanların anlaması zor. Olup farkında olmayanlar da var. Ama varoluşunda katmerli katkının olduğunu bildiğin senden bir küçük insanı kucaklamak Dünyalara değer. Hele bunu gelin bir de üçle çarpın, siz bakın o zaman keyfe. Böylesi problemli bir Dünyada kolay bir sorumluluk mu? Değil elbette, ama ne kolay ki hayatta? Hiç olmazsa karşılığını fersah fersah aldığınız bir güçlükle boğuşuyorsunuz. Korumak kollamakla da bitmiyor evladın yükümlülüğü. Eğitmek gerekiyor, örnek olmak gerekiyor, yapma dediklerini yapmamak gerekiyor. Zaman zaman çileden çıktığınız da oluyor, kızıyorsunuz hem de çok kızıyorsunuz. Sizi bir türlü anlamadığı için sinirleniyorsunuz ama sonra hatırlıyorsunuz, bir zamanlar babanızın da sizi anlamadığı geliyor aklınıza, babanızı artık anlıyor susuyorsunuz. Sonra onlara daha sıkı sarılıyorsunuz. Üç yaşında neyse kırksekiz yaşında da aynı olacağını, duyguların hiç değişmeyeceğini anladığınızda, büyüyor, olgunlaşıyorsunuz. Kimin baba, kimin evlat olduğunu bile unutuyorsunuz. Babanızla gurur duyuyor, evlatlarınız da sizinle en az o kadar gurur duysun istiyorsunuz. Gün geliyor, nöbeti onlara bırakmanın huzuruyla, evladınızın evladı ile güreşmeye başlıyorsunuz. Tıpkı benim babam gibi. Ne mutlu baba olmayı tadanlara, ne mutlu o babaların çocuklarına. Babalar günümüz kutlu olsun.

Pazar günü bir büyük yarış daha var. ÖSS'ye katılacak genç dostlarıma başarılar diliyorum. Umarım herşey istediğiniz gibi olur. Bol güneşli, hafif esintili hafta sonları, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇAKI, ÇAKMAK, BIÇAK, TARAK -10

İbrahimof köylülerinin evini, ocağını bırakıp Türkiye'ye gitmesine çok içerliyordu. Yıllarca Almanya'da kaldıktan sonra köyünü terk edip başka bir ülkeye gitmek istemiyordu. Hem de her memleketin düzenin başka olduğunu çok iyi biliyordu. Yeniden başlamak, geçim sağlamak ve çocuklarını büyültmek konusunda kaygılanıyordu. Türkiye'ye gidenlerin yakınlarına yazdıkları mektuplarda her şey güllük gülistanlık gibi anlatılıyordu. Ekmek bol, su bol, topraklar verimli, iş ve para ganiydi. En sonunda ağabeyi de Türkiye'ye gitmeye karar verdiğini söyleyince dünya başına yıkılıverdi. Hem kırgın, hem de abisi tarafından terk edildiği, istenmediği hissiyle "Ben gitmeyeceğim. Köyümde kalacağım."demişti. Ağabeyi yaz başında çoluk çocuğunu alıp kasabadan trene binince dünya üzerinde yapayalnız kaldığını hissetmişti. Ne gidecek yeri, ne de eşinden ve çocuklarından başka kimsesi vardı.

Köye döndükten sonra kederinden boğulacak gibi oldu. Günlerce evin içinde bir aşağı bir yukarı dolanıp durdu. Evinde onların seslerini, nefeslerini, izlerini aramaya başladı. Onlardan kalan ne varsa hepsini topladı. Eski ayakkabıları, yırtık giysileri, kırık saplı tavayı, bakır hamam tasını ve aklınıza gelmeyecek daha onlarca işe yaramaz pılı pırtıyı… Topladıklarını güzelce bir sandığın en altına yerleştirdi. On yıl içinde bu insanlara ve bu köye ne olmuştu? Birkaç yıl önce misafiri yatıracak yer bulunmazken şimdi onlarca boş ev vardı. Tarlalar ekilmiyor, her yeri çalılar kaplıyor, su pınarları birer birer kuruyordu. Şimdi boş olan bu tarlaların sınırlarında insanlar bir karış toprak için yıllarca komşularıyla küs kalmışlar, kanlı bıçaklı olmuşlardı. Koyunlara tuz verecek yer bulunmazken şimdi her taraf birden otlak olmuştu. Eski değirmende sıra bekledikleri zamanları düşündü. Değirmenci bile bundan üç yıl önce Türkiye'ye gitmişti. Köyde kalanlar artık gidip zahirelerini kendileri öğütüyordu.

Çok değil iki sene sonra, 1967 senesinin baharında İbrahimof'da köyde kimse kalmadığı için çaresizlik içinde Türkiye'ye gitmeye karar verdi. Nisan ayına kadar bütün işlemleri tamamlayıp yola çıktı. Burada kalsa öldüğünde mezarının başında dua edecek imam bile bulunmayacaktı. Yola çıkmadan önce Poçuvallı Köyü'nden Rafet'e koyunlarını sattı. Tabancasını üç paraya bir başkasına verdi. Eşyalarının bir kısmını köyde kalan birkaç aileye dağıttı. Yanına çocuklarını, eşini alıp iki yorgan, bir yatak, birkaç kap kacak ve bir çuval dolusu pılı pırtı topladı. Hepsini eşeğine yükledi. Küçük kızını da eşyaların üzerine bindirdi. Gün öğleye kavuşurken geride kalanlarla helalleşip kasabanın yolunu tuttular. Ağlamaktan gözyaşı tükenmiş, kan oturmuş gözlerle son kez bayırdan aşağı bacası tüten son birkaç eve baktılar. Her taşı, her ağacı ayrı sevip okşadılar. Her adımda köyünün derelerine, bulutlarına, güneşine övgüler düzerek yürüdüler. Altı saatte varılan kasaba yolunu ne zaman bitirdiklerini bile anlamadılar. Yüklerini istasyona indirip eşeği de kırk dinara bir gavura sattılar.

1967 senesinin Nisan'ında ağabeyinin daha önce yerleştiği Manisa'nın Hacırahmanlı kasabasına geldiler. Bu kasabada hiç yabancılık çekmediler. Çünkü köylerinden göç edenlerin büyük bir kısmı gelip buraya yerleşmişti. Orada komşu olanlar burada yine komşu, orada düşman olanlar burada dost olmuşlardı. İbrahimof beş kişilik ailesiyle önceleri kardeşinin kiralık evine sığındı. Üç, dört ay kadar bir arada kaldılar. Burası İştip'un Kuçiça köyüne benzemiyordu. Orada kardeşler bir evde yaşayabiliyor ama burada ev üstünde ev olmuyordu. Misafirliği biraz daha uzatsalar herkesin tadının kaçacağı iyiden iyiye anlaşılmaya başlamıştı. Çocuklar ve eltiler sık sık birbirlerine giriyorlardı. Aylık kirası otuz lira olan bir kerpiç ev kiralayıp taşındılar.

Hacırahmanlı da iki tür insan yaşıyordu. Göçmenler ve yerliler. Yerliler genelde toprak sahibi, göçmenler ise ameleydi. Yerlilerin büyük bir kısmı doksan üç harbinde Balkanlardan gelip yerleşenlerdi. İçlerinde iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda da Yörük aile vardı. Birçok yerde olduğu gibi elbette birbirlerinden kız almıyorlar ve ayrı kahvelerde oturuyorlardı. Tarla sahibi olan herkese arazisinin kaç evlek bile olduğuna bakmadan bey deniliyordu. Burada çalışmak isteyene her mevsim tarla işi vardı. Amelelik edenlerin yanında icarla tutulan arazilerde tütüncülük yapan birçok aile de vardı. Bu kasabada sadece çobanlık ve koyun sürüleri yoktu. Çünkü her yer tarlaydı ve hayvan otlatmak için bir karış bile boş yer kalmıyordu. Ayrıca tepsi gibi ovanın bütün tarlaları, bağları bahçeleri sulanıyordu. Bu daha önce dağlı göçmenlerin hiç görmedikleri bir şeydi.

İlk günlerde iklim değişikliği ve Gediz Ovası'nın kavurucu sıcakları hepsini hasta etti. Ateşler içinde terden sırılsıklam olup bol bol kustular. Günlerce durmadan helâya taşındılar. Sonra yavaş yavaş iyileştiler. İbrahimof, Zarife ve iki oğlu her gün pamuğa, üzüme, kavuna, karpuza, zeytine ameleliğe gidip çalışmaya başladılar. Zühre henüz amelelik için çok küçüktü. Onu da yanlarında ovaya götürüyorlardı ama o henüz ayakaltında dolaşmaktan fazlasını yapamıyordu. Sonbahar geldiğinde, ova bembeyaz bir pamuk denizine döndüğünde o okula başladı. Burası Yugoslavya değildi. Zamanı geldiğinde bütün çocuklar okula yazdırılıyordu. Çünkü kanun böyleydi. Onların da kanunlara karşı boynu kıldan inceydi. Neyse ki oğlanları yaşları büyük olduğu için bırakmışlardı. En azından onlar beş lira gündelikten geri kalmıyorlardı.

Bir gün Zühre için İbrahimof'u okula çağırdılar. Korkudan dili damağı kurudu. Elleri, ayakları birbirine dolaştı. Okul demek hükümet kapısı demekti. Acaba çocuk bir yaramazlık mı yapmıştı? İstemeye istemeye okulun yolunu tuttu. Okul bahçesi düğün yeri gibi kalabalıktı. Onları görünce biraz rahatladı. O hayatında hiç okula gitmemişti. Kızı da bir öğretmen zaten kapıya gelip yazmıştı. Elinden tutup bir kez bile okula da götürmemişti. Herkesi buraya kötü bir şey için toplamış olamazlar diye düşündü. Sonra onları büyük bir salona aldılar. Önce müdür, sonra öğretmenler konuştu. Çok güzel şeyler söylediler. Ama dinlediklerinin içinde güzel olmayan şeylerde vardı. Çocuklarınız daha iyi beslenmeli, süt içmeli, et yemeli diyorlardı. Sanki var da çocuklarından mı esirgiyorlardı? Bir de okula daha temiz gelmeliymişler. Bu konuda öğretmenlere hak veriyordu. Eve gidince bunu Zarife'ye söyleyecekti. Okuldan çağırıldığı için boşuna endişelenmişti. Öğretmeni Zühre için " Çok konuşuyor, hiç susmuyor ama ben ondan memnunum. Hem dili, hem de eli çalışıyor. Ben bu kızdan umutluyum. Okuma yazmayı sınıfındaki arkadaşlarının hepsinden önce öğrendi." demişti. Öğretmenin sözleri İbrahimof'u çok sevindirmişti. Okuldan çıkıp evine giderken içi umut doldu. Böyle devam ederse, ceketimi satıp bu kızı okuturum diye kendi kendine söyleniyordu.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
8 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


EĞİTİM ÜZERİNE DEĞİNİLER

Bir eğitim öğretim yılının daha sonuna geldik. Önümüzdeki cuma günü ilk ve ortaöğretim okullarımız yaz tatilinle girecek. OKS 'ye giren ve OSS'ye girecek tüm öğrencilerimize başarılar diliyorum. Ancak sınav başarısından çok, hayat başarısının önemli olduğunu akıllarından çıkarmamalarını öneriyorum.

Türkiye'de bir öğretim yılı 36 haftadır. Bir başka deyişle okullarımız yılda180 gün eğitim verir. Ülkemiz eğitim yılı en kısa ülkelerden biridir. Durum böyleyken okullarımız olur olmaz sebeplerle tatil edilir. Havalar soğuk mu gidiyor, gelsin tatil, sıcaklar mı bastırdı, tatil ne güne duruyor. Bu yıl bakanlık, önce OSS ve OKS sınavlarına girecek öğrenciler için son bir haftayı tatil etti. Baktı ki dişliler tutmuyor yıl sonunu 15 Hazirana çekiverdi.

Her ders yılı başında öğretmenlerimiz yıllık plan yaparlar. Bu plana bakanlığın hazırladığı müfredatı yerleştirirler. Ders yılı sonunda da planlarını gerçekleştirilmesi ile ilgili rapor sunarlar. Eğer müfredatta yetişmeme durumu söz konusuysa gerekçelerini ayrıntılarıyla anlatmak zorundadırlar. Geçerli gerekçelere dayanmayan aksamalar için müfettişler öğretmen hakkında soruşturma açar. Durum kâğıt üstünde böyledir; ancak nedense bakanlık kendi koyduğu kurallara önce kendisi uymaz. Sonuçta yıl başında yapılan planlar göstermelik arşiv belgesi olmaktan kurtulamaz.

Gelişmiş ülkelerde eğitim yöneticileri, akıllarına estikce okulları tatil edemez. Öğrencilerin elinde bir eğitim yılı ajandası vardır. Bu ajandada yılın hangi günü hangi dersten nasıl sınav olacağı dahi yazılıdır. Veli de öğrencisini o ajandadan izler. Kendi yaşam planını bu ajandayı gözeterek düzenler. Eğer olağanüstü bir durumla karşılaşılmışsa okul derhal bir telafi programı hazırlar ve bunu velilere bildirir.

Şimdi bu erken tatil kararını alanlara sormak gerekir:

- Bakanlık kayıp eğitim günlerine yerleştirilmiş olan müfredat konularının telafisi için nasıl bir çözüm planlamıştır?

- Telafi programları gerçekleşmediği takdirde şu eğitimin kangreni OSS ve OKS sınavlarında bu konulardan soru sorulmayacak mıdır? Yoksa, bu konular nasıl olsa dershanelerde öğrenilir diye mi düşünülmektedir?

- Eğitimciler, gerçekleştirilmesi konusunda bakanlığın bile gerekli titizliği göstermediği bir programı öğrencilerin önemsemesi için ne yapabilirler?

Geçen haftanın eğitimim laçkalıklarına bir örnek de Marmarisli öğrencimizin ABD savaş gemisi "Oak Hill" i ziyaretidir. İlginçtir ki bu da kamuoyu tarafından pek önemsenmedi. Hatta iki olay da ilçemizdeki "tuvalet skandalı!"nın onda biri kadar bile medyada yer alamadı.

Eğitim gezilerinin bakanlıkça belirlenmiş kuralları vardır. Buna daha önce sütunlarımızda değinmiştik. Eğitimci kardeşlerimiz kesinlikle yönetmeliklere uymuşlardır.
Ancak bu geziyi gerçekleştiren eğitimci kardeşlerimize sormak gerekir:

- On dört on beş yaşındaki çocuklarımızın Amerikan savaş gemisini ziyaretiyle Türk Milli Eğitiminin hangi amaçlarını hedeflediniz?

- Türk Milli Eğitiminin temel amaçlarından biri barışçı bireyler yetiştirmektir. Bu devletin kurucusu Atatürk savaşın ancak yurt savunması söz konusuysa yapılabileceğini söylemiştir. Bu ülkeyi yönetenlerin, yaşadığımız şu zorlu günlerde sorunların, canlar yanmadan çözümlenmesi için olağanüstü sabrı gösterdikleri herkesçe biliniyor. Böyle bir dönemde 14-15 yaşındaki gençlerimiz barışın anlamını, sözüm ona demokrasi getireceğim yutturmacasıyla milyonlarca insanı katleden bir devletin savaş gemisinde mi öğreneceklerdir?

- Güneydoğuda yaşanan terörün arkasında ABD olduğunu artık dünya biliyor. Üstelik askerlerimizin kafasına çuval geçirme olayı belleklerde taptaze duruyor. Böyle bir zamanda çocuklarımızın Marmaris barlarında sabaha dek "moral!" depolayan askerlerle fotoğraf çektirirken neyi algılamalarını bekliyordunuz?

- Her ulus, çocuklarına önce kendi değerlerini kavratır. Amaç kendi kişiliğini, ulusal değerleri üzerine oturtmasını sağlamaktır. Çünkü kendi değerlerini bilmeden yetişenlerin başka ulusların yardakçısı, kör taklitçisi olmaktan öte gidemedikleri açıktır.

Aksaz Marmaris'e çok yakındır. Bu ülkenin övünç kaynağı bir deniz üssüdür. Acaba bu eğitimci kardeşlerimiz çocuklarımızı bu üsse götürmüşler midir? Götürdülerse öğrencilerinize iki gezi ile ilgili bir kıyaslama yaptırmışlar mıdır? Götürmedilerse onlara Amerikanın son model silahları konusunda düşündüklerini bir kompozisyon halinde yazdırmayı denemişler midir?

Bizler yıllar önce okula giderken elimizde birer odunla giderdik. Sobamızı kendimiz yakar; sınıflarımızı, bahçemizi, tuvaletlerimizi kendimiz temizlerdik. Öğretmen okulunda yılın bir haftasını yemekhane veya yatakhane nöbetçisi olarak diğer arkadaşlarımıza hizmetle geçirirdik.

Anımsarım, öğretmen okuluna gittiğim yıl 5-C sınıfının yemekhane nöbetçisiydim. Bir hafta boyunca ağabeylerimin yemek masalarını hazırlamış, yemeklerini dağıtmış, bulaşıklarını yıkamıştım. Hafta sonu bayrak töreninde 5-C sınıfının temsilcisi Mustafa Gazalcı beni çağırmış ve başarılı bir nöbet tuttuğum için bana Sait Faik'in Son Kuşlar kitabını armağan etmişti. Sait Faik'le öyle tanışmıştım. Bu nöbetlerle sorumluluk, paylaşma, yardımlaşma, emeğe saygı, iş disiplini, takdir etme gibi kavramları özümleme olanağı bulduğumu söylemek zorundayım.

Belçika'da yapılan bir araştırma sonucu, yüzümü kızartmıştı. Türklerin %97"sinde bağırsak paraziti vardı. Faslılarda da durum buna yakındı. Belçikalılarda ise bu oran % 17 olarak saptanmıştı. Bağırsak parazitlerinin temel kaynağının tuvalet temizliği olduğu bilindiğine göre bizim bu işi beceremediğimiz de ortaya çıkmış oluyordu. Orada daha ana okulundaki çocuklara evde ve tuvalette su kullanma orada uygulamalı olarak öğretilir. Biz Hammurabi kanunlarını öğretmekten bu tür şeyleri öğretmeye fırsat bulamayız. Sonra da genel tuvaletlerimizi pislik götürür.

Ben o okulda öğrencilerin tuvalet temizleyicisi olarak çalıştırıldıklarını sanmıyorum.
Böyle ise elbette bunun savunulur yanı yoktur. Ancak bu, bir öğretmen gözetiminde yapılan bir uygulama çalışmasıysa kimsenin kendisine durumdan vazife çıkarmaması gereklidir.

Antalya Valisi Alaaddin Yüksel haklı: "Ayranımız yok içmeye, tahtırevanla gidiyoruz gideceğimiz yere." Onursuzluğu, çocuklarımızın kendi tuvaletlerini temizlemesinde değil; her gün gelen şehit cenazelerine sebep olanların savaş gemisinde askerlerle poz vermelerinde aramalıdır. Çocuklarımızın tuvalet temizlemesine gösterdiğimiz tepkinin çok daha fazlasını, eğitimin kuşa çevrilmesine karşı da göstermemiz gerekir.

Hamdi Topçuoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,757,757,757,757,757,757,757,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Baba'lar da birgün Oğul idi

Gülen bir surat ve "Tıkkııııı ..!" sözcükleri ile kavuşmuştum ilk oyuncağıma. Tahtadan çekiç, tornavida gibi oyuncaklar yapmıştı Baba'm. Evin tamirat işlerini yaparken hayran hayran yanına oturduğumda, uzun uzun anlatırdı yapılması gerekenleri. Büyüdükçe ufak tefek işleri de bana yaptırır olmuştu, zımpara, çivi çakma gibi. "Tıkkııııı ..!" ile başlayan serüven, telden arabalara, çember çevirmek için biçimlenen demire, tahta kızaklara, tahta arabalara, kırmızı-lacivert iki renkli uçurtmalara dönüşmüştü yıllarla birlikte. Kuyruğunu beyaz yapardı Baba'm, bir de mektup gönderirdik her uçuruşumuzda.

Henüz annenin karnında, benim fikrimde bile yok iken alınmıştı ilk oyuncağın oğlum. Kırmızı bir Aşk Böceği. Aliağa'da bir oyuncakçı dükkanının vitrininde gördüğüm gibi satın almıştım o Matchbox marka Wolkswagen'i. Kız bile olsan, yine oynayacaktık hiç kuşkusuz bebek niyetine. Ultrason yeni çıkmış olsa da dokuz ay 10 gün beklemesini bilecek sabır vardı o zamanlar yüreğimizde. Gün geldi, yarım saati bile sabırsızlıkla geçirdiğimiz merak dolu günlerimiz bile oldu oğlum.

İlkokul arkadaşım İngiltere'den hediye getirdiğinde 2 katlı Matchbox otobüs oyuncağımı, sanırım 9 yaşında idim. İlkokul 5.sınıfı bitirene kadar sabırla beklediğim ilk bisikletim ise, Peugeot marka 2.el bir bisiklet idi. Gıcır gıcır parlatmış, tekerleklerinin akordunu yapmış, frenlerini ayarlamış, zincirlerini yağlamıştı Baba'm. Kiralık bisiklete para vermeyecektim artık, başkalarının bisikletlerine binebilmek için dil dökmek zorunda da değildim.

Dört tekerlekli ilk araban ve üç tekerlekli ilk bisikletinle nasıl keyifle oynardın evin arka bahçesinde 2-3 yaşlarında iken oğlum. Hele ilk 2 tekerlekli kırmızı bisikletini getirdiğimde yüzündeki mutluluk daha dün gibi hafızamda, olmadı resimlerde. Benim Peugeot ile çekilmiş bir mutluluk resmim olmasa da suratlarımızın aynı olduğuna eminim. Senin bisikletinde iç lastik vardı hatırlarsan, hani zırt pırt patlatıp bir karış surat ile gelirdin ya ! Belki Baba'm sana da anlatmıştır, onun zamanında dolma teker bisikletler var imiş. Onların bisikletini dolma teker olmamasına rağmen iç lastik bulamadıklarından gazete kağıtları doldurarak binerlermiş oğlum. Daha fazla oyuncağım olamadan büyümüştüm. Bir kısmını da kendimiz yapar olmuştuk zaten, tornet gibi. Misket, çelik-çomak, ip atlama, yakartop, mendil kapmaca, kukalı saklambaç gibi oyunlar yeterli olmuştu. Ne Ninja Kaplumbağaları ve aksesuarları ne de Lego oyuncakları peşinde koşmuştu Baba'm. Bir koli oyuncak çeyizim bile çıkmadı damat olup Baba ocağından giderken...

Sana belki de bir kamyonet gerekecek oğlum. Birlikte yaptığımız Lego'lar, Puzzle'lar, oynadığımız Matchbox arabalar, Kinder Suprize yumurtalarından çıkan ıvır kıvır, Roller patenlerin, Transformers'ların, bilgisayar araba yarışı için direksiyon-gaz pedalı derken kamyonet bile şüpheli diyebilirim yani ..! Sünger top ile oynadığımız koridor maçlarında ve/veya basketbol atışlarında hile yaptığımı itiraf ediyorum. Ne yapıp edip skoru 1 veya 2 farklı bir duruma getirirdim, zar zor da olsa beni yenebilmişsin diye. Sonra zaten bir çırpıda beni sollayıp serpildin ve ben artık tüm gücümle de olsa yenemez olmuştum, bunu da itiraf ediyorum oğlum.

Kısaca; Baba olmasını öğretmişti Baba'm. Ama ben de birgün senin gibi Oğul idim. Tıpkı; bütün Baba'ların birgün Oğul olduğu gibi.

Can Yücel Baba'dan tüm babalara armağan ediyorum yazımla birlikte :

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici, hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü Maarif Müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister, diğ'mi oğluyla !
Tifo'yken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim


asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


Seçici Geçirgen

Beklenenin yolcularla açıklanabilir bir yanı yoktur aslında
Beklenenler her zaman yoldan çıkmanın kıyısında küstürülmüş somurtkanlıklar da olmayabilir
Bir bekleme salonu oturaklarında nelere umut büyütebildiğini düşün insanların
Aynı oturakta rehin bırakılmış milyonlarca hücreden kurtulmuş olanlarının kaçta kaçı acaba görmeyi bildiklerin?..
Ve sen bir bekleme salonunda sigara kokusu kadar gerçek, losyon kokusu kadar sahte, ten kokusu kadar ortada bir yerlerde kalmayı da öğreneceksin gün gelecek Günler gelecek ki gün gelsin
Ve bazen bir telefon yetebilecek her bir şeyi silerek yeniden yazmaya
O zaman inandıklarına inanmaman gerektiğine inanacaksın
Koşar adım yürüdüğün sokaklarda çok aylak gezenlerin göremediklerine rastlayacaksın
Bir merhabayı esirgemen gerekenler olacak
Olacak ki
"Bir merhabanı eksik etme" cümlelerinden ilham alsın şairler
Şairler merhabanın eksik edilemediği bir dünyada şairlik edemezler
Ben merhabamı eksik edeceğim senden
Sade sevinsin diye şairler
Sade şairler için
Şiir
Kafiye
Redif ve cinas için

Yağmurlar başlayacak
En fazla kendini ıslatmayı becerebilmiş bir yağmurdan bir şey ummayacak insanlar
Salonda bekleyenler vardı
Ben beklemek için salonda duran olamayacak kadar acılı
Ve hepsinin yüzünde Havva'dan kalma o inanç
Adem'in günahsızlığı
Çok kalabalık bir yalancı ortaklık bu
Kimsenin bir diğerini anlayamayacağı çok ortak acılanmalar hepsi
Yani çok aylak bir akşamda belki
Bir telefon konuşmasında bütün gerçekleri anlatabilmek gibi
Anlık
Geçirgen
Delici
Telefonlar ve bekleme salonları bir de yollar bir şeylerin "daş"lığını taşır koyunlarında
Beklenen yolcudan başka şey
Beklenilen bu salondaki duvarlar kadar lokal değil, yalan
Ve telefonun ucundaki o buğulu ses
Hiçbir şey için
Her şeyin anlamı olamaz şimdi
Telefonlar, yollar ve bekleme salonları
Onlar bir "daş"lığın en hüzünbaz tanıklıkları
Seçici
Geçirgen
Yalancı…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,338,338,338,338,338,338,338,33
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kıraathane : Yusuf Besim Doğan


14 NİSAN'IN RUHUNU ANLAMAK

14 Nisan 2007 üzerine birçok siyaset bilimci, sosyolog araştırmacı, incelemeler yapacak… Sonuçlar çıkaracak. Ama kabaca diyebilirim ki bir orta sınıf hareketi idi. Neye rağmen? Medyanın ilgisiz, duyarsızlığının az kaçacağı bilgi çarpıtma kampanyasına rağmen. Peki, 14 Nisan ve sonrasında insanlar nasıl oldu da oralara akın etti? Birçoğu hayatında oy kullanmamış hatta bir önceki seçimlerde iktidardaki partiye oy veren insanları nasıl bir örgütlülük ve kendi kendin elik oraya çekmişti? İnternet… Oradaki insanların en az yarısı internet kullanıyordu. Bende buna dâhilim. Bazı guruplara üyeyim. Bilgilere çok kolay ulaşıyor ve derhal bunu paylaşabiliyoruz. Ve artık KM dan da biliyoruz ki buralardaki oluşumlar kendi kendine bir örgütlenme. O kadar meraklı gençler var ki, birkaç dakika içinde her şeyi denetliyor ve şık diye öğrenip bunları çok kolay dokümantasyon haline getirip başkaları ile derhal paylaşabiliyor. Yani 4.kuvvet denilen basının yanında ve hatta ondan da daha ilerde bir kuvvet var! 5. kuvvet İnternet.

Sanayi devriminin yarattığı proletarya (mavi yakalı işçiler) teknolojinin gelişmesi ve bilgi devrimi ile yerlerini artık beyaz yakalı proletaryaya bırakıyor. Sanayi devrimi emekçisi sendikalarda örgütlenir, demokratik ortamlarda sınıf bilincini geliştirmeye çalışırdı; Ama basın ve kitle iletişimin ve siyasi örgütlenmenin sermayenin eline geçmesi ile sendika ağaları ve sarı sendikacılık ile işlevsiz bırakıldı. Beyaz yakalılar genelde -istisna bir azınlık hariç olmak üzere (Bank-Sen vs gibi)- bir sendikaya vs. dâhil değil. 14 Nisan'da her ne kadar 300 kadar sivil toplum örgütü iştirak etmiş ise de üye sayılarına bakınca toplanan milyonların içinde çok küçük kalır. Ancak beyaz yakalılar buraya bir sınıf bilinci içinde yani bir beyaz yakalılık bilinci içinde gelmedi. Onları oraya getiren şey tamamen duyarlılıktı. Ancak peş peşe yapılan mitingler ve gittikçe kalabalıklaşma kendiliğinden bir ruh oluşturdu toplulukta. Bu ruh "Değiştirebiliriz" bilincinde idi. Ve işin ilginç tarafı bu insanlar kürsüdeki insanlardan bile daha ileriydi. Bakmayın siz RTE' nin esip gürlemelerine etkilenmedim demelerine… Allak bullak oldular dahası Başta Abdullatif Şener " Bu insanları dinlemeliyiz" derken bir mesaj verdi ama anlaşılmadı; sonrasında anlaşılabilmesi için kendince gereğini yaptı. RTE'nin bindirilmiş kıtalar dediği şey onun demokrasi algılamasıydı ama işin doğrusu kendi emelleri adına durum ciddi ve vahimdi.

Bu insanlar demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını, muhalefete de dolaylı olarak politika üretmiyorsun ikazı yapıyor ve bir şey haykırıyordu neticede: Tam bağımsız, demokratik ve laik bir Türkiye…

Sahi G8 deki protestocular acaba kimlerden oluşuyordu?

RTE uzun süre bocaladı. Waşhington'dan işaret bekliyordu ama doğrusu Sam Amca'da şaşkındı. Ve toparlandı hemen başta tezkereciler olmak üzere Arınç ekibinin tasfiyesi gerçekleşti. Anlaşıldı ki Sam Amca'nın Ilımlı İslam ölçüsü fazla ılık değildi ve biraz solcu vitrinle ılıklaştırılması gerekiyordu.

Baykal Efendi ellerini ovuşturmak la birlikte, her zamanki kör gözlüğünü ve bastonunu terk etmeyerek sağır kulaklarla olaya yaklaşıyor ve arada bir çevresine ne diyorlar, ne diyorlar diye soruyordu? Hangi cevabı alırsa alsın; anladım muhalefette kalayım diyordu.

Halk tam bağımsız Türkiye, İMF dışarı diyor; Baykal Efendi Derwish'in eski bürokratlarını partiye alıyor. Halk laiklik diyor, Baykal Süleymancı tarikatını partilere alıyor, Halk demokrasi diyor, Baykal partinin lideri benim, milletvekillerini ben seçerim diyor…

Ey Sayın Baykal,

5+5 ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi önüne geldiğinde;

Bir karşı Anayasa değişikliği teklifi neden vermedin?

Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması ancak Kamu Kurum ve Kuruluşlarında kamu görevlilerinin asla ve asla türban dâhil siyasal simge vs takamayacağı…

Dokunulmazlıkların Milletvekili görev ve yetkisi ile ilgili işlem ve eylemler hariç olmak üzere sınırlandırılması,

Seçim Sisteminde Baraj'ın %5 olması,

Siyasal Partiler Kanununu değiştirilerek; delegasyon sisteminin kaldırılması partililerin doğrudan doğruya parti yönetimini ve milletvekili adaylarını seçebilmesi imkânı,

Milletvekili adaylarının her seçim bölgesinde tercihli olacak şekilde üçer adet belirlenip bizzat seçmenin bu üç adaydan birinin tercih etmesine yönelik seçim sistemi değişikliği;
Ve en çok tercih edilenin ilk milletvekili olması diğerinin yedek milletvekili olması için yasal değişiklik önerisi,

Emredici vekâlet sistemi getirilmesi ve yedek milletvekilliği sistemi, partililer her yıl delege sistemi olmadan başarısız buldukları milletvekilini geri çağırıp, o bölgenin yedek milletvekilini meclise gönderebileceği yasal değişikliği,

Parti Merkezi'nin Milletvekili aday kontenjanın en fazla %30 la sınırlandırılması;

Milletvekili adaylarını en az 1/3 ünün kadın aday olması zorunluluğu,

Milletvekillerinin kıyak emekliliklerinin kaldırılması…

Bu şekilde lider sultasından uzak bir parlamentonun etkin kılınıp,

Tüm Silah alımlarının ve değeri belli bir rakamın üstündeki ihaleler ve özelleştirmelerin parlamento denetimine tabi olması,

Silahlı Kuvvetler'e tahsis edilen Orduevleri dâhil tüm Kamu Kurumlarına tahsis edilmiş
Yerlerin arazilerinin satılmaması kaydı ile halka açılması,

OYAK'ın derhal hazineye devri ve Özel bir Kanunla tüm yatırımlarının Güneydoğuya yönlendirilmesi;

Tüm İnsanlarımızın Sosyal Güvenlik şemsiyesi altına alınması gerekliliği gibi emeği ile çalışan tüm emekçilerin iş yeri çalışan sayısına bakılmaksızın ve hatta işsiz olmaları halinde de Sendikalılık hakkının verilmesi,

Sendikal seçim Sisteminin de tıpkı siyasi partiler seçimi gibi delegasyon sistemi olmadan yedek temsilcilik sistemi ve kadın üye sınırı ile doğrudan doğruya seçim şartının getirilmesi;

Sen bu değişikleri 4,5 yıl istemedin, Önce ABD li Derwishler'i, şimdi dide cemaat dervişleri ile siyaset talep ediyorsun.

Bunlar acil olanlar dı; Bir sivil Anayasamız Yok! Siyaset hala 12 Eylül AY sının sorunlarını çekiyor…

Ne olacaktı? AKP reddettiği an halka anlatacağın bir şey olacaktı bir projen yok Sayın Baykal.

Ne olacaktı türban siyasetini elinden almış olacaktın…

Ne olacaktı, darbeye askerlere siyaset yapıyor dedikodusunu ortadan kaldıracaktın…

Ne olacaktı, İnsanlar tuhaf tuhaf seçim ittifakı vs. dalaverelere gerek olmadan parlamento etrafında düşüncelerini dile getirmeli diyebilecektin…

Ne olacaktı ne kadar aykırı fikirde olursa olsun her düşünce savunulacaktı. Ki ben inanıyorum Kürtçülük yapacak ırkçı siyaset bile belki demokratlaşacaktı.
Oysa o siyaseti dağa göndermeyi kendince haklı bulanlara en iyi cevabın demokrasi olduğunu anlatacaktın…

ABD dinci ittifakının mağduriyet siyasetini, türban siyasetini elinden alamadın. Türkiye'yi yi 3'ün biri 300'ün biri son olarak ta 367'nin biri siyaseti ne mahkûm ettiğini göremiyor musun?

14 Nisan ruhu bu seçimlerde olmasa bile ikinizi de tasfiye eder… Ama bu arada olan Türkiye'ye Türk vatandaşına oluyor.

Demokrasi dışı güçler siyasetin boş bıraktığı alanı doldurmasını anlamak için
Dahi olmaya gerek yok. Kimse kusura bakmasın.

Çünkü Türk siyasetinde boşluk var…

Çünkü boşluğu, halkın doldurmasının önü tıkanıyor…

ABD, AB, Komprador sermaye, satılık aydınlar ve sorospunun çocukları bu alanı dolduruyor…

Ve bu boşluğa karşıda, başka kuvvetlerin çıkmasını kimse yadırgamasın…

Böyle demokrasiye böyle...

Bir aklıselim ruh gelse, şu seçimi kasıma ötelese,AKP +CHP seçim hükümeti kurup halka ve canını veren askere ve dahi yedi düvele karşı birleştiğini gösterse ve demokratik değişikleri yapıp seçime gitse ve yeni parlemento'nun ilk işi bir AY yapmak olsa;hatta iki ,üç…Halk hangisini istiyorsa onu seçse…

Sayın okuyucu lütfen kızmayın.

Biliyoruz hayal…

Birkaç dakika hayal kurduk işte…
Ne kızıyorsunuz yani?

Hayallerimizi de elimizden alamazlar ya!

Yusuf Besim Doğan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


5,505,505,505,505,505,50
8 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


dedi minâre..

Mîmar Sinan'ı bilir misiniz!?
bilirsiniz, bilirsiniz..
nasıl bilmezsiniz ki..
şu vakit beni de bilin öyleyse:
ben İstanbul Lâleli'deki Şehzâde Câmîsinin minâresiyim.
Haşmetli Sultânım, Yüce Hünkârım Kânûnî Sultan Süleyman'ın emr-i ilhânı ile,
1547 yılında, oğlu Şehzâde Mehmed'in anısına diktiler beni buraya..
demek ki vardır yaşım 460,
lâkin yoktur beni tanıyanınız..
oysa ki vardır bizim de iki çift lâfımız..
lütfen ihsân buyurup dinleyiniz:

Mîmârım Sinan Câmîyi bitirip benim omuzlarımdan İstanbul'u seyre daldığı bir vakit,
aşağıda, o zamanki zeytin ağaçlarının sol yamacında,
sekiz-on yaşlarında bir erkek çocuk,
mânâlı mânâlı gezinir, ellerinin arasından beni seyreder,
etraftakilere beni işâret ederek dedikodumu yapar..
Mîmârım Sinan bu veledi pek merak etti, bir yol yanına gidip ona ne yaptığını sordu.
dedi veled: şu minârede eğrilik var Mîmarbaşı..
dedi Sinan: de bakayım nasıl bir eğrilikmiş bu.
dedi veled: kuzey cephesi batıya doğru on beş derece kadar yan yatmış.
dedi Sinan: sen üzme tatlı canını, şimdi çağırır ustalarımı, urganla çektirir düzeltirim minâreyi..
ve dediğini yaptırdı da..
o vakit pek kızdım, pek hiddetlendim;
bir veledin aklına uyup bağlattı urganı boynuma, dedim.
ama veled ortalardan kaybolanda,
etrâfına ustaları doluşanda,
Mîmârıma niçin böyle yaptırdığını soranda,
Mîmârım Sinan şöyle konuştu: ben de bilirim minârenin düzgün olduğunu,
lâkin çocuğun aklında kalmasın istedim eğri olduğunu;
ya bu çocuk ileride vezir vüzerâ olur da minâreyi yıktırıp yeniden yaptırmak isterse;
fırsat mı vereydim bunca emeğin bir çırpıda yok olup gitmesine..

işte, Mîmârım Sinan benimle böyle ilgilenir, bana bu şekil değer gösterirdi.
o zamandan beri yapamadınız bir başka eşimi..
lâkin beni ne bildiniz ne tanımak istediniz ne de ziyârete geldiniz..
Cumâdan Cumâya gelip önümden geçtiniz de,
kafanızı kaldırıp bir selâm vermediniz..

Ey Sinan'ım nerelerdesin..
rengim soldu, gövdem yıprandı, bezemelerim harap..
yoktur bana senden başka bakan..
kaç vezir, kaç nâzır, kaç reis gördüm ama
senin gibisini görmedim Ey Koca Sinan..

Alkım Saygın

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Malum tatil dönemine girdik. Tüm tatili tatil yörelerinde geçiremeyecek olan ve evde vakit geçirecek olanlar için bilgisayar en büyük kurtarıcı. Bilgisayarınıza malzeme alırken ya mağazaya gidersiniz ya da internetin nimetlerinden faydalanır ve yerinizden kalkmadan alışveriş yaparsınız. Size internetten alabileceğiniz özel bir ürün öneriyorum: http://www.hepsiburada.com//productdetails.aspx?categoryid=406&productid=bd61826 Düşük fiyata yüksek performans isteyenlere yönelik tasarlanmış bu özel ürünü tavsiye ederim.

Ipod kullanıcılarının en büyük sıkıntısı, istedikleri anda ve istedikleri herhangi bir bilgisayar yardımıyla ipod'larına mp3 yükleyememeleridir. Itunes denilen yazılımı her istediğinizde elinizin altında bulamayabilirsiniz. Ayrıca özel yöntemleriniz yoksa ipod üzerindeki yüklü parçaları bilgisayarınıza aktaramazsınız. http://www.yamipod.com web sayfasında yaklaşık 4 MB boyutlarında ve kullanımı basit bir program var. Denediğinizde siz de hak vereceksiniz.

Yaz tatilinde nereye gidelim? Tabiî ki bu soruyu kendim için sizlere sormuyorum. Kendi kendine bu soruyu sorup cevap bulamayanlar için http://www.yazturizmi.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tabiî ki internetteki tek yaz tatili konulu web sayfası bu değil ama belki de en kapsamlı olanlarından birisi. İnceleyenlerden teşekkür maillerini bekliyorum.

Sorusu olan var mı? http://www.sorucevap.com/ web sayfasında hemen hemen her konudaki sorulara cevap yetiştirme gayretinde bir yapı kurulmuş. Siz soruyorsunuz onlar cevap veriyor, ya da cevap veren uzmanlar grubuna dahil olup soru soranlara cevap yetiştiriyorsunuz.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Babam İçin - Soner Olgun









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070615.asp
ISSN: 1303-8923
15 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com