Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.238

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 22 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Sayısaldan çaktın Tayyip Bey!..


Merhabalar

Artık konuşacak tek konumuz var. Bir araya geldik mi öncelikle herkesin bir seçim tahmini var. Hatta bazen iddiaya bile girdiğimiz oluyor. Ama sonra mutlaka söz dönüp dolaşıp mevcut iktidar ve onun başı Tayyip Beyimize gelip takılıyor. Sadece benim değil, dikkat ediyorum televizyonda mikrofonlara çoğu cevap verenin, radyoda ahkâm kesenin de sıtkı sıyrılmış bu adamlardan. Hâlâ medet umanlar yok mu, var elbet. Var da, dayanağı var mı? İşte orası netameli. Halbuki, basiretsizliğini mağduriyete tahvil edip, Amerikada tartışılan olağan bir senaryodan parsa toplamaya bile başladıysa, kendi de bu işten umudunu kesmiş demektir bana göre.

Burada ve birçok yerde, bir sürü şey söyleniyor. Ama cumhuriyet tarihinin en destekli hükümetinin tüm gerçeklere rağmen suyun üstünde kaldığını da görmezlikten gelemeyiz. Rejimi tartışmaya açmalarını, dünya görüşlerini Türkiyenin ana fikri yapmaya çalışmalarını biliyoruz ama somut belgeleri ortaya koymak her zaman mümkün olmuyor. Oysa eğitimde, sağlıkta içine düşüp debelendiğimiz kuyuları hâlâ anlamamakta ısrar edenlerin gözüne sokulabilecek rakamlar ortada. Türkiye'de tartışılmasının abesle iştigal olduğunu söyleyip, uygulamada tam tersini yapanların foyalarını da rakamlarla ortaya çıkarmak mümkün. Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dün, Can Dündar'ın Milliyet gazetesinde derleyip toparladığı rakamları buraya aynen alıyorum. Buna da inanmayanlara İstatistik Enstitüsünün verilerine bakmalarını öneriyorum.

"...
Türkiye'de kaç okul var?
67 bin...
Kaç hastane var?
1220...
Kaç sağlık ocağı var:
6 bin 300...
Peki kaç cami var?
85 bin...
Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
Peki kaç kilise var?
270...
Kaç cemevi var?
100.

Türkiye'de kaç doktor var?
77 bin...
Peki kaç din görevlisi var?
90 bin...
Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor.
Eğitim-Sen'e göre Türkiye'nin 200 bin öğretmen açığı var.

Türkiye'de kaç kütüphane var?
1435...
Almanya'da kaç kütüphane var?
11 bin...
Türkiye'nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var?
13...
Kaç kentte kuran kursu var?
81...
Bu kursların toplam sayısı kaç?
3852...

Türkiye'de 1 opera derneği var; 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var.
Peki kaç tane "cami yaptırma derneği" var?
35 bin...

İçişleri Bakanlığı'nın bütçesi ne kadar?
783 trilyon...
Ulaştırma Bakanlığı'nın?
678 trilyon...
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın?
677 trilyon...
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın?
632 trilyon...
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın?
280 trilyon...
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın?
249 trilyon...
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın?
404 trilyon...
Sadece Sünnileri temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi ne kadar?
1.3 katrilyon...
8 bakanlığın bütçesi kadar...
22 üniversitenin toplam bütçesine denk...

Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:
1997'de 66 trilyon.
1998'de 119...
1999'da 180...
2000'de 270...
2001'de 302...
2002'de 553...
2003'te 771...
2004'te 1 katrilyon...
2005'te 1 katrilyon...
2006'da 1,3 katrilyon...
2007'de 1.7 katrilyon...
... "


Bu tabloyu tamamen mevcut iktidara fatura etmek haksızlık olur tabi. Ama son 4,5 yılda eğilimin ne tarafa doğru gittiğini, düzeltmek için tek bir parmak dahi oynatılmadığını anlamak açısından önemlidir. Hepinize serin bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  ÇAKI, ÇAKMAK, BIÇAK, TARAK -11-SON

Yaşar İbrahimof Hacırahmanlı Kasabasına yerleştikten sonra Yeşildağ soyadını aldı. Resmi kayıtlarda adı Yaşar Yeşildağ oldu ve herkes onu bu isimle tanımaya başladı. Hatta çocuklar ikinci isimlerinin İbrahimof olduğunu hiçbir zaman öğrenemediler. Zühre sınıflarını birer birer pekiyi ile geçerken Yaşar Yeşildağ önce büyük oğlunu, iki yıl sonra da küçük oğlunu askere gönderdi. Küçüğü Çemişgezek Jandarma Karakolunda vatani görevindeyken babasının söylediği Zühre'nin kaleme aldığı mektuptan abisinin evlendiği haberini aldı. Mektupta yazılanlar onu hiç şaşırtmadı. Kasabada hem abisinin hem de kendisinin konuştuğu kız vardı. Abisi muradına erdiğine göre sıra şimdi kendisine gelmişti. Ama Zühre söz konusu olduğunda durum değişirdi. Hem kardeşinin bacaklarını kırar, hem de ona asılan oğlanın ağzını burnunu dağıtırdı. O ne de olsa ailenin namusuydu…

Bin dokuz yüz yetmiş dört yazına gelindiğinde Yaşar Yeşildağ iki oğlunu evermiş, büyük oğlundan torun sahibi bile olmuştu. Zühre hala öğrenciydi. Sınıflarını birer birer hiç teklemeden geçmiş, her senenin sonunda karnesi ile birlikte iftihar belgelerini de babasına getirmişti. Zühre o yaz ortaokulu bitirip öğretmen okulu sınavlarına bile girmişti. Yatılı okulu kazanırsa çok iyi olacaktı. Çünkü onu Manisa'ya Lise'ye gönderip okutmak ailenin altından kalkamayacağı bir yüktü. Hep birlikte sınav sonuçlarını merakla bekliyorlardı.

İbrahim Yeşildağ, o kavurucu Ağustos ayının ilk Cumasında pazara sabahleyin sıcak bastırmadan gidip evin ihtiyaçlarını almıştı. Öğleyin Cuma namazı için çarşıya yeniden çıkacaktı. Vakit geçirmek için bahçedeki tulumbanın kaçan suyunu çıkarmış, patlıcan, domates ve biberleri sulamıştı. Tulumba çekmekten kolları iyice yorulunca hayatta oturup biraz dinlenmiş, evin en serin odasına çekilip hatta biraz kestirmişti. Bu sabah pazara gittiğinden beri aklında sürekli olarak "çakı, çakmak, bıçak, tarak" diye bağıran satıcının sözleri dönüp duruyordu. Belki de onlarca kez kendisi de "çakı, çakmak, bıçak, tarak" diye mırıldanmıştı. Satıcı göçmen olamayacak kadar kara, hatta kapkara bir delikanlıydı. Küçük naylon bir torbanın içine plastik tarak, benzinli muhtar çakmağı, plastik saplı küçük bir çakı koymuştu. Hepsini iki buçuk liraya canı yanmış gibi bağıra bağıra satıyordu. Ama torbanın içinde bıçak yoktu. Onu sadece laf olsun, torba dolsun diye söylüyordu.

Cuma namazına gitmeden önce kalkıp tulumba başında abdestini aldı. Gömleğinin kollarını indirdi, çoraplarını ve ayakkabılarını giyip sokağa çıktı. Çarşıdan geçerken aynı genci yine pazarın ortasında bağırırken gördü. Çakı, çakma, bıçak, tarak sözcüklerini onunla birlikte söyledi. Pazarın öteki tarafında daha büyük bir kalabalık toplanmıştı. Ama parkın yanından geçen yoldan orada ne olup bittiği tam olarak anlaşılamıyordu. O da zaten aldırmadan camiye doğru geçip gitti. Şadırvanın etrafı abdest alanlar ve sıra bekleyenlerle doluydu. Ayakkabılarını çıkarıp caminin kapısındaki rafların birine bıraktı. Koyduğu yeri aklına iyice kaydetmek için rafın bütün bölümlerini gözleriyle taradı.

Cuma namazından çıkarken birinin koluna girdiğini fark etti. Kendisinden sonra kapıdan çıkıp koluna giren kişi Sayıt Dayı'ydı. Sayıt Dayı'nın bakışlarında, duruşunda, kolunu tutuşunda "Seninle konuşacaklarım var."anlamında bir mesajı okumak hiç zor olmadı. Birlikte Yörük Cemal'ın kahvesine doğru yürüdüler. Kahvenin öteki tarafında, kısmen tenha kalan dut ağacının altına oturdular. Sayıt Dayı konuşmaya başlamadan önce sesini alçaltıp Yaşar Yeşildağ'a sokuldu; - Pazar yerinde yabancı biri seni soruyordu. Otuz yaşında ya var ya yok. Konuşunca bana Almanya'dan geldiğini söyledi.

İbrahimof, kendini arayanın kişinin Almanya'da bıraktığı oğlu olabileceğini düşündü. Böyle bir şeyi yüzlerce kez rüyalarında görmüş, kan ter içinde uyanmıştı. Ona hep "Neden bizi bıraktın. Biz sana ne yaptık?" diye sormuşlardı. O da başını kaldırıp rüyalarında bile onların yüzüne bir kez bile bakamamış, çaresizliğinin altında ezilmişti.

- Peki, adını söyledi mi?
- Hayır adını söylemedi. Başımıza bir sürü insan toplanmıştı. Bende sormayı akıl edemedim.
- Belki de Stefan'dır…
- Kim olduğunu bilmiyorum. Zaten ona yalan söyledim. Kasabada Yaşar İbrahimof diye biri yok dedim.
- Ya yeniden gelirse?
- Boş yere tasalanma. O zaten Yaşar İbrahimof'u arıyor. Burada herkes seni Yaşar Yeşildağ olarak tanımıyor mu?
- Hay ağzına sağlık, ben bunu hiç düşünmemiştim. "dedi. Gözlerinden sicim gibi yaş akmaya başladı. Utandı, küçük çocuklar gibi başını omuzlarının arasına saklamaya çalıştı.

İbrahimof Makedonya'ya dönerken Monika hala ikinci çocuğuna hamileydi. Çocuğunu sağlıklı olarak doğurdu mu? Yaşıyor mu? Cinsiyeti ya adı neydi? Zaman zaman aklına düşüyor ve merak ta ediyordu. Onlarca yıldır Monika ve Almanya'da bıraktığı çocuklarını kendinden bile saklayarak yaşıyordu. Sayıt Dayı da Yaşar İbrahimof gibi Almanya 'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, savaştan sonra da onları terk edip memleketine geri dönmüştü. Şimdi ise her ikisini de oğulları Almanya'ya işçi olarak gidebilmek için kendini paralıyordu. Almanya, kaderin garip bir cilvesi olsa gerek başka bir şekilde onlardan intikam alıyor gibiydi. Her iki adam da ortak bir suç işlemişçesine bir duyguyla birbirlerinin yüzüne baktılar. Yaşadıklarını geri dönüp düzeltebilme şansları yoksa bunu kader saymalıydılar. Onlar sadece alınlarında yazılı olanları yaşamışlardı.

Yaşar Yeşildağ dut ağacının gölgesinden kalktığında ayaklarının ve ellerinin titrediğini gördü. Kendi kendine gelen Stefan'dır diye düşünüyordu. Bu düşünce ona hiç de yabancı değildi. Belki de binlerce kez bir gün yaşadıklarının karşısına dikileceğini, kendisinden hesap soracağını düşünmüştü. Kendi düşünceleri içinde kaybolmuş halde yürürken pazaryerinden gelen o tanıdık sesi duydu. Satıcı hala "çakı, çakmak, bıçak, tarak" diye bağırıyordu. Yaşar Yeşildağ onu tekrar etmeye mecburmuş gibi mırıldandı. "Çakı, çakmak, bıçak, tarak…"

Bitti

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


BİR DESTANDAN BİR GERÇEĞE

Destanlar, ulusların sosyal ve kültürel değerleri hakkında önemli ipuçları verir. Bu yüzden okullarda öğrencilere destanlar hakkında bilgi verilir. Amaç, ulusun geçirmiş olduğu dönemeçleri yeni kuşaklara kavratmak, onları "tarihin tekerrür etme gerçeğine karşı" hazırlamaktır.

Öğretmenliğim boyunca Uygurların "Göç Destanı" nı birçok destandan ayrı tutmuş, öğrencilerimin onu özümlemeleri için çaba harcamışımdır. Onda hamaset, övünme değil, Yurtseverliğin ve ulusalcılığın nasıl ve nerede gösterilmesi gerektiği konusunda çok değerli bir uyarılar vardır.

Bilenlere anımsatmış, bilmeyenlere anlatmış olalım.

Yulun Tigin adlı Uygur hükümdarı Çinlilerle yıllarca savaşır. Sonunda savaşlara son vermek için oğlu Gali Tigin'i, Çin hükümdar ailesinden Kiü-lien adlı bir kızla evlendirmeye karar verir.

Uygur yurdunda Tanrı Dağı adında bir dağ, onun güneyinde de Kutlu Dağ denilen bir kaya vardır. Uygur yurduna gelen Çin elçileri, çevreyi gezerler ve prensesi bu kutlu dağ karşılığında vermeyi önerirler. Hükümdar bu istekte bir sakınca görmez. Çinliler, kayanın çevresini odunlarla doldurup bu odunları ateşlerler. Kayayı iyice kızdırdıktan sonra üzerine keskin sirke döküp parçalarlar. Sonra o parçaları arabalara koyarak Çin'e götürürler. İşte o zaman Uygur yurdunun kurdu kuşu dile gelir, kendi dillerince kayanın düşmana verilişine ağlarlar. Yedi gün sonra da bu düşüncesiz Hakan ölür. Ama onun ölümüyle ülke felaketten kurtulamaz. Bir Çin prensesi uğruna çekinmeden feda edilen yurdun bir kayası, Türkeli'nin felaketine sebep olur. Halk rahat ve huzurunu yitirir. Irmaklar birbiri ardınca kurur, göllerin suyu çekilir, topraklar ürün vermez olur.

Günlerden sonra tahta torunlardan biri geçer. O zaman yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden:

- Göç!.. Göç!.. diye çığrışmaya başlar. Derinden gelen bu iniltilere; hüzün dolu, çaresiz bir çığrışmalara yürekler dayanmaz.

Uygurlar bunu bir kutsal bir buyruk bilip göçe başlar. Bu göç iniltilerin bittiği yere dek sürer.

Kimi okurlarım bu destanımızı şu kurak ve sıcak yaz günlerinin moda konusu küresel ısınmayla ilişkilendirecektir. Elbette bu, doğru bir ilişkilendirme olacaktır. Ancak ben destanımızı, ülke geleceğimizi derinden etkileyecek olduğundan kuşku duymadığım bor mineralleriyle ilişkilendirmek istiyorum.

Son yıllarda gazete ve dergilerde bor mineralleriyle ilgili haberlerle karşılaşır olduk. Oysa Bu minerallerin kullanımı 1700'lü yılların başına dek gidiyor. Dünya rezervlerinin de %70'i ülkemizde bulunuyor. En yaygın bulunduğu yerler de Ege, Marmara ve İç Batı Anadolu.

Bor mineralleri ve bileşikleri günümüzde cam, seramik, nükleer, elektronik-elektrik ve bilgisayar, kimya, kâğıt, ilaç ve kozmetik sanayinde; iletişim araçlarında; inşaat-çimento, enerji ,tekstil, tarım sektörlerinde; tıpta… kullanılmaktadır. Borun gelecekte daha da yaygın kullanılacağı da bilimsel bir öngörüdür.

Bor, kimilerine göre, ülkemizin kurtuluşu için bir mucizedir. Kimilerine göre petrolün pabucunu dama atacak bir madde, kimileri için de bizim ülke bütünlüğümüzün tehdit edilmesine sebep olan "Kutlu Dağ"dır. Borla ilgili bu görüşlere katılmamak olanaksızdır. Böylesi bir zenginliğin üstünde oturmak bir şans. Ancak bu şansı en verimli biçimde kullanabilmemiz için uzman ve yöneticilerimizin bilgi birikimi kadar ulusal bilinçleri de tam olmak zorundadır.

Bor, uzun dönemde Irak petrollerinden de önemli bir stratejik üründür. Bu bakımdan kartellerin ve onların ağababalarının gözü Türkiye üzerindedir. Kendi çıkarları için dünyayı bile gözden çıkarabilen bu sapkınların bor gibi bir ürünü bizden alabilmek için akla hayale sığmayan her yolu denediklerinden ve deneyeceklerinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır

Türkiye, boru, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelere satmaktadır. Çünkü bu maddeyi işleyebilme gücü yalnızca bu ülkelerde vardır. Dünya rezervlerinin %70'ine sahip olan Türkiye, nedense bor işleyebilecek teknolojiyi kuramıyor ve hammadde olarak pazarlıyor. Sonuçta da piyasadaki payı sadece %7'yle sınırlı kalıyor.

Bugün Türk sanayicisi boru işletemiyor, EtiMaden'den alamıyor. Çünkü üretilen madenlerin % 80'i birkaç yabancı şirketin tekelinde. Avrupa Bor Birliği'ndeki dengelerin bozulmaması için Türk sanayicileri bordan uzak tutuluyor. Kısacası bor bizim topraklarımızdan çıkıyor; ama bizim değil.

Her şeyi özelleştirerek, yabancılara peşkeş çekerek ülke yönettim sananlar, şimdi de boru özelleştirelim diyorlar. Peki alıcısı kim? Sormak bile gereksiz. Alıcı belli: dünya piyasasına hükmeden Amerikalılar.

Merak etmeyin, ihaleye içerden birkaç çanak yalayıcısız girmezler. Bazıları da bizlere, gazete köşelerinde televizyonlarda bunu, küreselleşme edebiyatıyla yutturmaya çalışırlar. Çünkü onlar, "Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar değerlidir." diyerek nasıl bir aşağılık duygusu içinde olduklarını itiraf eden "merd-kıptî"dirler. Onlar, dün Amerikalılar topraklarımızdan geçerek Irak'a saldırsın diye lobicilik yapmışlardı. Bazıları bugün Kuzey Irak'ta büyük iş adamı oldu, kandan para kazanıyor. Çok şükür ki çok değiller. Söz arasında söyleyelim ki o borazancılara karşın Türk Devleti, o olayda bin yıllarla dayanan tarihsel kimliğine uygun davranmıştır. Türk halkı da "ulusal onur" kavramını tarihin burçlarına bir kez daha dikmiştir.

Tarihi yaratmış ulusların ömründe üç beş yıllık sıkıntı ve saltanatların hiçbir hükmü yoktur. Kürtler, Irak'ı Amerika'ya peşkeş çekerken bağımsız bir devlet kurabilme düşlerini gerçekleştirmeyi düşünüyorlardı. Şimdi bu düşlerinin gerçekleşmesine tarihte olmadığı kadar yakındırlar. Ancak onlar bu davranışlarıyla ruhlarını tarihin çöplüğüne rehin bırakmışlardır. Çünkü ABD, Ortadoğu'dan çoktan kutsal dağları söküp götürmeye başlamıştır. Çok geçmeden bu haritada da göç göç sesleri yeniden çınlamaya başlayacaktır.

Bizim halkımız duru gönüllüdür, tez inanır. Hele hele boyun bükene yüreği pek yufkadır. Ama övünelim ki göçlerin, hangi ihanetlerin sonucu olduğunu da çok iyi bilir. Bu yüzden ülke bütünlüğüne ve zenginliklerine göz dikenlerle onların işbirlikçilerine Kutlu Dağları alıp götürmenin destanlarda kaldığını tez zamanda anlatacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 JazzForever : Füsun Levet


Bir Yıldız Kaydı!

Nükhet RuacanBugünlerde moralimizin sağlam olabilmesi için epeyi bir gayret sarfetmemiz gerekiyor galiba. Bir yandan ülkemiz insanlarınin artık "belirli bir gelecek" ihtiyacı hissetmesi , yaşanan ekonomik sıkıntılar günlük problemler derken müzik dinleyip stress atmayı düşünüyoruz.... ve bir de bakıyoruz ki bir dostumuz dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmış. Artık caz şarkıcısı Nükhet Ruacan'ı hiç dinleyemeyeceğiz. 56 yaşındaydı. Uzun zamandır savaşını sürdürüyordu kanseri yenebilmek için. Ama başaramadı. Alkışlarla uğurlandı .
Bu yıl Süheyl Denizci yi de kaybettik.

İsyan ediyorum. Çünkü kültürümüzün bir parçası olan bu caz emektarlarından kaçının albümü çıkmıştır ? Çıkmışsa kaç tane vardır ?

Ağabeyimiz davulcu Erol Pekcan'ı , cazla ilgisi olmayan çok kişi tanırdı.
Onun bile " Caz Semai " adlı , 30 yıl önce çıkmış 33 lük long playinden başka bir kaydı olmamıştır. (Herşey Sevgiyle Başlar - Nükhet Ruacan)

Bugün Avrupa'nın çoğu kentlerinin büyük orkestrası bulunmaktadır.Hatta bazı nahiyelerde bile. Ülkemizde ise TRT ye bağlı tek caz orkestrasında çok iyi müzisyenler olmasına rağmen bürokrat muamelesi görerek, radyo dışındaki konserlere herzaman katılamamaktadırlar. Çünkü özel izin lazımdır. Hatta bazan verilmez bile. Bana kalırsa ülkemizde klasik batı müziğinde de aynı sorunlar yaşanıyor olmalı.

Konfüçyüs " bir ülkenin nasıl idare edildiğini görmek için, o ülkenin müziğine bakın" der. Gerisini siz kahvecilerin takdirine bırakıyorum……

Gelin biraz stress dağıtıp, klasik devrin pianistlerinden birkaçını tanımaya çalışalım.

Ilk aklımıza gelen Art Tatum, Teddy Wilson, Earl Hines ve Fats Waller olacak.
Çünkü bu müzisyenler, gelecekteki piano çalınış biçimini son derece etkileyen önemli bir dörtlüdür.

Art Tatum doğuştan kördü. Gelmiş geçmiş en teknik pianist olan Tatum'u zamanının klasik müzisyenleri de dinlemiş ve hatta ünlü pianist Horowitz, O'nun yarısı kadar çalabilmek isterdim…. demiştir. Onun için değişik hikayeler anlatılmaktadır. Benim için ise en anlamlısı, Tatum'un çocukluğunda çift elle çalınan yani iki kişinin çaldığı bir parçayı dinleyip,etkisi altında kalıp, tekniğini ona göre ayarlaması dır.

1933 yılında " Tiger Rag " isimli parçayı dinlerken bir üçüncü el olduğunu da düşünebilirsiniz ! Tatum, Hines, Wilson ve Waller'i birleştirerek kendi stilini bulmuştur.Daha sonraları Oscar Peterson, Monty Alexandre gibi pianistler de Tatum'dan etkileneceklerdir. Solo icraları önemlidir.
1933-1956 (öldüğü yıl) arasındaki bütün kayıtları keyifle dinleyebilirsiniz.

Teddy Wilson ise,çok zarif bir piano tarzına sahipti.Onun için cümle kuruluşları çok önemliydi.Son derece gelişmiş bır sol el tekniği vardı.Onu keşfedenler Benny Goodman ve Count Basie' dir.Benny Goodman'ın 1930 larda yaptığı trio ve dörtlülerde, Billy Holliday'in en güzel kayıtlarında Teddy Wilson'u dinliyoruz.1945 de Memories Of You ve Bugle Call Rag olağanüstü icralar arasındadır. Wilson 1986 yılında vefatına kadar en iyilerden biri olmuş ve Andre Previn, Hank Jones, Billy Taylor, Tommy Flanagan gibi diğer pianistleri etkilemistir.

Earl Hines da pianoyu Tatum gibi orkestraya benzer bir sekilde solo çalanlardandı. Rosetta, My Melancholy Baby, Boddy and Soul parçalarını solo olarak en iyi şekilde yorumlamıştır.
Hines de 1983 yılında vefatına kadar, cazdaki modern düşünceleri de takibederek çok önemli kayıtlar yapmıştı.

Fats Waller rigtime dan gelmektedir.Güzel bir tuşesi ve mükemmel cümle kuruluşlarına sahipti.Avrupa klasik müziğini tanıyordu. Bu nedenle biraz vodvil tarzı müziği seçmiş ve aynı zamanda şarkı söylediği için, pianoyu adeta aksesuar gibi kullanmıştır.

Waller çok iyi bir besteciydi. Ain't Misbehavin, Blue Turning Grey Over You, Honeysucle Rose, Squeeze Me gibi parçaları günümüzde de çalınmaktadır. O da, daha sonraları tanıyacağımız Errol Garner ve Thelonius Monk gibi caz dehalarını etkilemiştir.

Gelecek yazımda, her bakımdan sıcak olacak ! Yaz günlerini yaşanabilir hale getirmek için biraz Güney Amerikaya uzanacağız birlikte...

Füsun Levet


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,869,869,869,869,869,869,869,869,869,86
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Temmuz'un 23'ünden Manzaralar

Ne zaman gülümseten yazı yazmak istesem; sihirli bir el uzanıp klavyemi alıp götürüyor adeta. Ya da bu kalvyenin bana gıcığı var galiba. Sağolsun arkadaşlardan da gülümseten bir haber, bir yorum, vs... Yok ne yazık ki ! Çaresizlik içinde haftanın günlerini birer birer tüketip, kutsal Perşembe gecesi yazının içine bodozlamadan dalıveriyorum. Planlı ve programlı olmayı çok severim aslında. Gel gör ki; yazı yazma işinde bir türlü özlenen programcılığa soyunamadım. "Su testisi su yolunda" kırılır demiş atalarımız. Daha güzeli; içinde "Kervan" geçen birşey gibiydi ama unuttum gitti...

Politika yazmaktan ben sıkıldım, politikacılar sıkılmadı. Edi-Büdü yazıları deseniz; Edi tarafından ambargoya alındı ( Ne o, sözüm ona demokratik bir Edi'miz var, hah ! ). Ona dokunma, buna elleşme... Ne abuk demeçler verenlerin gardobunu yenileyebiliyorum, ne de subuk yazılar yazan köşe yazarlarına verip veriştirebiliyorum. Hikaye mi yazmalı, anıları mı kazmalı ? Bulamadım sizlere söylenebilecek en güzel fasılı, hepten şaşırdım velhasılı... En iyisi Temmuz'un 23'ü... Geceyi TV başında geçiren, neyi seçtiğini bilmeden sonuçlara iç geçiren manzaralardan bir hayal, siz buna ister hikaye deyin ister masal...

İli A...., açılan sandık sayısı ....., çıkaracağı milletvekili sayısı ....., oyların partilere göre dağılımı :
%29 AKP, %25 CHP, %14 MHP, %11 DP......

- Ne o Müjdat Bey'ciğim, müjdeli haberlerinizi alıyor musunuz ?
"Başlatma müjdenden Müjgan Hanım, elimden bir kaza çıkacak şimdi. Zaten bu ilden beklenen ne olabilir ki ? Du bakalım yarın ne diyecekler ?"

Zürriyet Başyazarı : Ban size istikrar dememiş miydim ? Getirin Don Perinion şarabımı heh hee ! Yarın sabah birkaç ihale için telefon edeyim, etrafta bir sürü çakal var neme lazım...
Ombursüleyman : Dün dündür, gün bugündür, demokrasilerde seçim her zaman kazanmış, geçim her zaman kaybetmiştir binalaleyh...
AB : Müzakerelere devam edeceğiz, Senegal'den sonra sıra Türkiye'de gibi görülüyor. Lakin, Moğolistan'ın dönem başkanlığı sürprizlere gebe. "Şeylerinde çıban çıkarsa ne ala, yoksa AB'ne girmeleri zor gözüküyor" gibi demeçleri var, bizden duymuş olnayın...
BayıkKal : Millet bize muhalefet görevini layık görmüştür, haa, bir de oylarımız artmıştır.
ABDullah : Az önce Condi'ye tel ettim, el ettim, gül ettim, ne derse bülbül gibi şakıyacağım.
Tayyib-ül Reco : Geçen sefer, "Ananızın yanına babanızı da alın" demeyi unutmuştum, hazırlanın...
Kanakanpaşa : %25 verenleri de sallandıracaksın netekim, bak bi daha veriyorlar mı ?
Şansabakdaal : Hocam, ne diyorsun ? Bir tereddüt var mı ?
Kabzıman : Bir kere daha oynatsana Uğur'cuğum, alttan göster ama...

İli C...., açılan sandık sayısı ....., çıkaracağı milletvekili sayısı ....., oyların partilere göre dağılımı :
%33 CHP, %22 AKP, %14 DP, %11 MHP.......

Gördün mü Müjgan Hanım, ne demiştim ben size ? Tulum çıkartırız tulum...
- İlahi Müjdat Bey, siz önce kendi tulumunuzu bir çıkarabilseniz ...! Sanki, yarının medyası senin tulumunu mu düşünecek sanıyorsun...

Zürriyet Başyazarı : Bu böyle gitmezdi canım, ben size dememiş miydim filanca tarihli yazımın, filanca bölümünün içindeki x kelimesinde... Nerede benim Don Perinion'um ?
AğlamaktanArınç : Hay, şeyini şeyttiğimin şeyi...
HobaHubuHulusoy : Bu sene FB şampiyon olur diyenin alnını karışlarım... Tez yazıla; her takımda en az 8 tane Türk buluna, en az 1 yıldır eski FB'li 5 futbolcu bulundurulmaya...
GS'denAlHıncını : Heh hee ! Kupalara tulum koyarız bu sene, ahıııı ahuuuu, ahhh ..!
Kasımpaşa : Milyon demeyin, binler deyin çok reco ederim...
MahalleninMuhtarı : Acı var mı efenim, siz ondan haber verin...
Baykıl : Millet bize muhalefet görevini layık görmüştür... Haydaaaa, kim tutuşturdu lem bunu elime ! Kesin Rahşan'ın sabotajıdır...

Üstüme iyilik, sağlık...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Yaz Sıcağında

Keyfiniz yerinde duruyor mu hala? Bu yaz sıcakları iyice artarken, seçim yaklaşırken, insanlar mayınlara basıp ölürken, herkes birbirine çatarken, reisi cumhurumuz hükümetimizin parlak (!) fikirlerini veto ederken, başbakanımız kime ne diyeceğini bilmez, her söylediğini sonradan düzeltirken, bankalarımız - limanlarımız - petrol işletmelerimiz - kısacası pek çok varlığımız hızla ve hesapsızca yabancı sermayeye açılırken, tatil planları yapabiliyor musunuz? Bu sene çalışma hayatımın - hepi topu beş senedir çalışıyorum ama şimdiden bir ömür gibi geliyor bana - en uzun tatiline çıkacak olan ben - gözünüz kalmasın ama üç hafta tatilim var bu sene - ne tatil planı yapıyorum, ne de insanların planı nedir onu merak ediyorum. Belki birkaç günlük küçük bir kaçamakla bilmediğim bir yerleri keşfederim diyorum, bu da tamamen geleceğe dönük bir yatırım - tatili sadece yatarak geçirdim diye hayıflanmamak için, geri kalan kısmını ailemin yanında Saroz'un soğuk sularında geçiririm herhalde. Bu bezginlik, daha doğrusu hevessizlik hali kendimin ve ailemin mali ve ruhi dertleri, arkadaşlarımın - dostlarımın bıkkınlıkları (hayattan yorulanlar), dertleri (hasta olanlar - iyileşemeyenler - tez verenler - umutsuz olanlar - âşık olanlar - kronik yalnız olanlar), telaşları (nişanlananlar - evlenenler - yeniden âşık olanlar), pek çoğu yarım planlarım, bitmemiş öykülerim, yarım kalmış dizelerim, her gün içimi burkan ölüm ve üçüncü sayfa haberleri, uzak - yakın her konuştuğum kişiden duyduğum mutsuz, neşesiz cümlelerden müteşekkil.

Geçen hafta Karayip Korsanları - III'ü yazmak istedim. Yazamadım. Hem ilk ikisi gibi keyifli, eğlenceli bulmadığımdan hem de kendi keyfim olmadığından… Bu hafta Şrek - III'ü yazmak istedim. Yazamadım. Hem ilk ikisi gibi keyifli, eğlenceli bulmadığımdan, hem de… (Bakınız bir önceki cümle.)

Sevdiğim bir arkadaşım demişti bir keresinde "Mutluluk için sahip olunması gereken bilinç ve farkındalığın bir sınırı var. Bizim gibi insanlar, bu eşiği geçtiklerinden, mutluluk artık kısa süreli bir oyundur hayatta. Düşünmeden, sorgulamadan edemediğimiz için artık, mutluluk çabucak uzaklaşıverir." Tam olarak bu kelimelerle değil ama bu anlamda bir konuşmaydı o çok sevdiğim dostun yaptığı. Kendimdeki bu süregelen kolayca mutsuz olma halini inceleyince fark ettim ki, gerçekten de doğruydu söylediği. O kadar çok dinliyor, düşünüyor, kabullenemiyor ama bir o kadar çok da tepki vermiyor, veremiyor, bir şey yapamıyor ya da yapmıyor oluyorum ki, mutlu kalamıyorum uzun süre. Hızla esen bir rüzgârın küçük beyaz bulutları dağıttığı gibi, izlediğim, duyduğum, gördüğüm, hissettiğim her üzüntü verici - ya da bir şekilde bir yerlerde üzüntülere sebep olacak olan - olay belki de kendi tepkisizliğimi, yetersizliğimi, çaresizliğimi, uyuşukluğumu yüzüme vurduğu için mutluluklarımı da hızla alıp götürüyor benden.

Bu yüzden sanırım, evde izlemek üzere aldığım bütün filmler dururken muhtelif yerlerde, yürüyüşlere çıkarak, sürekli olarak bir şeyler yiyerek - bir de bunun geri dönüşü olacak tabi - kitaplara, dergilere iyice gömülerek, mp3 çalarımla korsan olarak tükettiğim yegâne ürün olan müziği dinleyerek geçiriyorum vaktimi. Ve buraya da "Haydi, hayat çok güzel, gülelim eğlenelim, sinemaya gidelim, aman da tüm dertlerden uzağız" dercesine yazmak istemiyorum. Ne yazık ki bu hisse sahipken yazdığım hiçbir film, kitap, tiyatro vb. yazıları beni mutlu etmiyor. Biliyorum ki aslında bunları yazmak dünyayı tozpembe görüyor olmak değil, biliyorum ki, sinema, tiyatro, edebiyat ve diğer tüm güzel sanatlar tıpkı fizik matematik, kimya, biyoloji gibi kişilerin dünyasını büyütür. Güzelleştirir. Her yaptığı / yapacağı işin daha güzel, daha doğru, daha verimli, daha işlevli olmasını sağlar. Ama yine de kendimi "sarışın bir köşe yazarı" gibi hissediyorum şu sıra sadece "sanat"la ilgili konuşunca. Gerçi o sarışınlar kendi aşk hayatları, kılık - kıyafetleri gibi bir yelpazeyle dolduruyorlar genelde köşelerini ya, yine de onlarla aynı kefede görünme psikolojisinden kurtaramıyorum kendimi. (Bu son paragrafı okuyunca kendimi yaşlı - başlı, kıdemli yazarlarla bir tuttuğum kıyasladığım sanılmasın, sadece "bahsettiklerim gibi olmak, sıradan olmak veya hiçbir şey olmamaktan daha kötüdür" diye düşündüğüm için bu örneklemeyi yaptım.) Kısacası köpüklü bir yazıyı yine yazamıyorum.

Ama bu haftayı sonlandırmadan birkaç hafta sonu önerisi de yapmak istiyorum keyif kaçamağı olarak. Alkım Kitabevi'nin K dergisi. Oburlukla alıp biriktirdiğim - satın alma hızım okuma hızımdan oldukça yüksek - dergilerimi sabah - akşam serviste okuyorum bu aralar. Hem taşıması kolay, hem okuması keyifli. Hem bilgilendirici, hem etkileyici, hem hüzünlü, hem keyifli yazılarla dolu. Sonrasında eldeki stoku tüketince "Matematik Dünyası"na geçmeyi düşünüyorum. Öyle güzel anlatıyor ki fonksiyonları, insan günlerce fonksiyon problemleri çözebilir sanki. Yaz sıcağında her şeyi taşımak fazla geliyor ama okumadan da olmuyor diyenlere tavsiyem dergiler yani.

Ve bir de fikir, özellikle İstanbul'un Avrupa yakasında oturanlara. İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kütüphanesi ve Atatürk Kütüphanesi (Taksim - AKM'nin arkasındaki kütüphane) bünyesinde görme engelliler için gönüllü olarak kitap okuyabiliyorsunuz. Kendinizi birilerine faydalı hissetmenin keyfi için bir cumartesinizi ayırmaya değmez mi? Ne dersiniz?

Tüm huzursuz düşüncelerden, dertlerden arındığımız bir hafta sonu olması dileğimle…

Yaz sıcağında Türk Kahvesi pek gitmiyor, bir limonata içiniz. İçine birkaç yaprak taze nane atabilirsiniz, afiyet olsun!

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


Türk Olmak Nedir?

Aslında çok şeydir Türk olmak. Türk olmak, Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova’da ve Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.

Türk olmak Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da soykırıma uğrayıp, yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığınca. Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığınca.

Türk olmak lisanının Avrupa’da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini anlatamamaktır.

Avrupa’da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önce Viyana’yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana’yı yakmadığın için.

Türk olmak Selanik’te Pontus Anıtı’nın, Viyana’da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta’da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.

Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak; Troya’dan bu yana, Sümer’den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.

Doğu Roma’yı da Batı Roma’yı da yıkıp, yeni Roma olan AB’ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kızkulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün, Karadeniz’de fındık, Trakya’da ayçiçeğidir.

Türk olmak Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.

Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin ardından “bir oğlum daha olsun, onu da göndereceğim” demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken “vatan sağ olsun” demesidir.

Türk olmak “Türk çayında radyasyon olmaz” yalanları ile, “gusül abdesti alana AİDS bulaşmaz” dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendin yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.

Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık’a, Belgin Doruk’a âşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.

En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır, Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir, Türk olmak. Türk olmak Yunus’u bilmektir, Âşık Veysel’i sevmektir. Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve Hoca Yesevî –tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü’nde...
Hayatın sana verdiklerine “nasip”, vermediklerine “kısmet” demektir. Her işin “hayırlısına” inanmaktır ve “feleğe” küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak, Asya’da batılı, Avrupa’da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmektir.

Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.

Türk olmak, buhran zamanında Arjantin’de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesmektir.

Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu’da her düşen yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu’da dik durabilmektir.

Kıvanç Galip ÖVER

<#><#><#><#><#><#><#>

YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Per perişan…

Söylenmemiş sözcüklerin anlamsızlığından sesleniyorum!

Susuzluktan çatlamış toprakların ara boşluklarında
Çöllerde yoluna çıkan vahanın esintisinde
Ulaşılmaz sandığın her ne varsa
Düşlediğin, istediğin, dilediğin
Acımsı biraz,
Buruk ve soğuk az
Mağripten maşrığa…
İşte oradan ses ediyorum;
Kimsenin gözlerinin kimsenin gözlerine değmediği
Yalnızlıklar okyanusunun karanlığında uyuyan ben,
Mavi bir perişanlıkla peri şahlarına hizmet ediyorum.
Ne bir adım yakınım sana ne de fersah uzaklıktayım
Aslında ben, sen nerede olmamı istiyorsan oradayım.
Görmek istediğin her ayrıntıda
Anlamaya kafa yorduğun her derinlikte
Bakıp da görmeye cebelleştiğin ne varsa senden öte
Tutmak isteyip de elinden kaçırdığın
Bazen bir nefesten daha yakın
Mesafedeyim…

Hasretle çentiklenmiş, sıvası dökük kerpiç duvarın
Yazılmamış son sözüyüm…
Ve karası katran gecenin çilesi dolmamış Yemen türküsüyüm.
Bir avuç yol ver bana
Bir dem huzur, kanla karışık…
Ki odur; bıçak sızısının yakısı bir dirhem tuz…
Kınalı parmakların yanık kokusuyum…

Bir adım var mıydı, bir adım ötendeyken?
Sen beni herhangi bir sebeple nitelerken
Bir derdim var mı diye hiç sormaya yeltendin mi?
Belki anlardın, kendine bakmayı bileydin, denedin mi?
Sana ben muştulu yemişlerle geldim
Sana ben, gözlerimde gülücük tohumları
Sana ben; dilsiz, adsız, yarınsız ve yalansız
Bölük pörçük geçmişlerden sızmış
Bir tutam sevinç ve biraz da gül damlası
Yakamoz çağrısı
Sarp kayalıkların aşılmaz zirvelerinden
Dökülüp saçılıp, utanmasız vardım da geldim.
Kaç kez boynumu eğdim şahlar şahına da
Kirpiğinin gölgesine sığınıp geldim.
Bilemedin… Dileseydin görürdün ya,
Akıl edemedin perdesini kaldırmayı gözünün.
Bu sebepledir ki,
Cezaların büyüğünü seçtiler sana,
Bundandır hükümsüzlüğün…

Şimdi kayıp yıldızların alacasında arama boşuna
Sorma sağa sola, gözlerin fer fecir, nalân…
Dönme yüzünü aynalara per perişan…
Ciğerinde taşıdığın adımdır, çıplak yalın
Herkesten sakla ama kendinden saklanma
Düştüğün yollarda gölgene danışma
Gecende ve günündeyim
Sen beni inkâr etsen de gerçeğin gizinden
Ben senin hecendeyim…

Elif Eser

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Malum tatil dönemine girdik. Tüm tatili tatil yörelerinde geçiremeyecek olan ve evde vakit geçirecek olanlar için bilgisayar en büyük kurtarıcı. Bilgisayarınıza malzeme alırken ya mağazaya gidersiniz ya da internetin nimetlerinden faydalanır ve yerinizden kalkmadan alışveriş yaparsınız. Size internetten alabileceğiniz özel bir ürün öneriyorum: http://www.hepsiburada.com//productdetails.aspx?categoryid=406&productid=bd61826 Düşük fiyata yüksek performans isteyenlere yönelik tasarlanmış bu özel ürünü tavsiye ederim.

Ipod kullanıcılarının en büyük sıkıntısı, istedikleri anda ve istedikleri herhangi bir bilgisayar yardımıyla ipod'larına mp3 yükleyememeleridir. Itunes denilen yazılımı her istediğinizde elinizin altında bulamayabilirsiniz. Ayrıca özel yöntemleriniz yoksa ipod üzerindeki yüklü parçaları bilgisayarınıza aktaramazsınız. http://www.yamipod.com web sayfasında yaklaşık 4 MB boyutlarında ve kullanımı basit bir program var. Denediğinizde siz de hak vereceksiniz.

Yaz tatilinde nereye gidelim? Tabiî ki bu soruyu kendim için sizlere sormuyorum. Kendi kendine bu soruyu sorup cevap bulamayanlar için http://www.yazturizmi.com/ web sayfasını tavsiye ediyorum. Tabiî ki internetteki tek yaz tatili konulu web sayfası bu değil ama belki de en kapsamlı olanlarından birisi. İnceleyenlerden teşekkür maillerini bekliyorum.

Sorusu olan var mı? http://www.sorucevap.com/ web sayfasında hemen hemen her konudaki sorulara cevap yetiştirme gayretinde bir yapı kurulmuş. Siz soruyorsunuz onlar cevap veriyor, ya da cevap veren uzmanlar grubuna dahil olup soru soranlara cevap yetiştiriyorsunuz.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Gözlerim Bir Yerden Aşina Size
Özdemir Erdoğan









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070622.asp
ISSN: 1303-8923
22 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com