|
|
|
27 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kaynayayazdım!.. |
Merhabalar,
Tamam yakınmayacağım dedim ama arkadaşlar beynim kaynıyor. Sonunda fokurdayıp ne var ne yok kulaklarımdan akacak gibi hissediyorum. Beni anlayacağınızı umuyor ve hızla kaçıyorum. Yarın ola hayrola. Serinkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Misafir Odası : Tanju Akdeniz AYNI GEMİ |
|
- İyi günler efendim. Hoşgeldiniz. Ne alırdınız?
- İyi günler. Neler var?
- Pide ve kebap çeşitlerimiz, zeytinyağlılardan enginar ve taze fasulye var.
- Hımm?
- ...
- Kebaplardan neler var?
- İskender, adana, urfa, tavuk şiş, kuzu şiş, kuzu pirzola, domatesli kebap, ızgara köfte...
- (Yanındakine dönerek) Sen ne yiyorsun?
- Ben salata yiyeceğim.
- Ben de mi salata yesem acaba?
- Salata büfemizden istediğinizi alabilirsiniz.
- Kuru fasulye var mı?
- Var efendim. Ayrıca işkembeli nohut, dalyan köfte, etli dolma ve patlıcan musakka da var.
- İşkembe mi? Öğğ.
- ...
- (Yanındakine dönerek) Sence ne yiyeyim?
- ...
- Ben de salata yiyeyim bari...
Benzeri diyaloglara şahit olmayan var mıdır? Nedir sorun olan? Bu kadar zor mudur karar vermek? Nedir en basit kararları bile işkenceye dönüştüren? Kişilik yapısı deyip işin içinden çıkıvermek çok yüzeysel ve kolaycı bir yaklaşım. Daha derinde, daha karmaşık bir şeyler olmalı.
Martin Heidegger'in "ölüm" tarifi bu konuda yol gösterici olabilir. "Daha ileri bir seçeneğin olanaksızlığı." Heidegger'e göre her birey yaşamı boyunca kendi varoluşunu gerçekleştirmek üzere seçimler yapmak durumundadır. Her karar bir seçim. Her seçim ise bir vazgeçiş. Karar verdikçe önümüzdeki alternatifler azalır, kendi yetersizliklerimizle yüzleşmek durumunda kalırız. Ta ki daha ileri bir tercih şansı kalmayana dek...
Ne yiyeceğime karar vermeden önce mönüdeki tüm yiyecekler elimin altındayken, birini seçtiğim anda diğer tüm seçeneklerden vaz geçmek; dahası, verdiğim kararın sonuçlarıyla yüzleşmek durumundayım. Özgürleşme adına yapılan onca mücadelenin tersine, verilen her karar bireyin özgürlüklerini kısıtlar. Her karar dipsiz bir uçuruma atılmış bir adım gibidir adeta.
Nedir en kolayı? Kararı bir başkasına ya da bir başka şeye bırakmak. Bu muhteşem (!) çözüm, kararın olumsuz sonuçlarından bir anda sıyırıverir insanı. Ne güzeldir hiç sorumluluk duymamak. Ne güzeldir "Ben dememiş miydim" sözünün verdiği güven. Ne güzeldir riskleri hesaplamak zorunda olmamak. Ne güzeldir yanlış kararlarından dolayı tüm suçu bir başkasının omuzlarına yükleyivermek. "Senin kararındı. Sonuçlarından da sen sorumlusun. Ben değil". Bir omuz silkmesi. Hepsi o kadar. "Bu berbat salatayı yemeye sen karar verdin". Benim özgürlüğüm yerine senin özgürlüğün. Benim ölümüm yerine senin ölümün...
Keşke mutlak bir yalıtılmışlık içinde olsa insan. Keşke benim kararlarım sadece beni bağlasa. Keşke şu "aynı geminin" içinde olmasak. Ne kolay olurdu yaşam. Alabildiğine özgür ve bağımsız.
22 Temmuzda "bireysel " bir karar vereceğiz. Sonuçları "hepimizi" bağlayan. Sözüm karar veremeyenlere. Sözüm kendi kararlarından sorumluluk almak istemeyenlere. Sözüm kendisiyle ilgili bir kararı bir başkasına bırakıp özgürleşeceğini zannedenlere...
Tanju Akdeniz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : Alkım Saygın seçimlere katılacak adaylara öneriler.. |
|
Efendim seçim târihi hızla yaklaşırken adaylarımızı bir telâş almış ki sormayın..
İlk sıra ve son sıra adaylarımız bir tarafa, orta sıra adaylarımız nasıl bir strateji belirleyeceklerini ve bunun kaça mâl olacağını düşünüyor kara kara..
Başlamışlar 'oy anam oooyy' diye türküler çığırmaya, içli şarkılar mırıldanmaya..
Efendim adaylarımızın hiç öyle büyük büyük reklâm veya halkla ilişkiler şirketlerine giderek çuldan torbadan olmalarına gerek yok, eğer merak buyururlar da bana kulak verirlerse ben onları Meclîs'e sokmayı garanti edebilirim..
Ancak ben sâdece bunun yolunu anlatırım, gerisi onların "performansına" kalmış..
Başlıyorum öyleyse:
Kural 1: Genel başkanınızla ve partinizin önde gelen sîmâlarıyla sık sık biraraya gelmeye ve mümkün olduğu kadar fazla sayıda fotoğraf çektirmeye bakın. Bu, arkanızda güçlü bir parti desteği olduğu yollu bir izlenim yaratacak ve seçmene olduğunuzdan daha büyük görünmenizi sağlayacaktır..
Ancak bu fotoğrafları matbuata fazla para yedirerek öyle olur olmaz yerlerde yayınlamayın; hem o pürtük paçavralar ekmek sarmaya bile yaramıyor; gereksiz masraf işte.. Belli başlı işlek caddelerdeki bir-iki reklâm panosu kâfî olacaktır..
Aksi taktirde bu size hem çok pahalıya mâl olur hem de seçmenler üzerinde olumsuz bir imaj yaratır; yarısından fazlası orta gelirli olan bir toplumda bu kadar masraflı seçim kampanyaları adayların halktan kopuk, sırça köşklerinde yaşayan ve yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden kimseler olduğu yollu bir izlenim yaratır..
Her ne kadar bu izlenim kendisini sıklıkla haklı çıkarsa da bunu afişe etmenize gerek yok değil mi..
Kural 2: Partinizin programıyla ve/veya seçim bildirgesiyle hiç mi hiç uğraşmayın, bunları "etüd etmeye" zaman ayırmayın; nitekim bunlar seçmenlerin hiçbir zaman umurunda olmamıştır.
Fakat mahâlle kahveleri, dernek ve lokâller, vakıflar vb.. toplu alanlarda olabildiğince geniş halk kitleleriyle biraraya gelmeye bakın ve özellikle de ekonomide olabildiğince uç vaatlerde bulunun..
Öyle uçuk kaçık şeyler atın ki seçmen 'bir kimse palavra sıkmak isteseydi böyle yapmaz, daha mâkûl şeyler söylerdi; bu adamda iş var gâlibâ' desin ve size karşı doğal bir sempati beslesin.
Temsil misâl: işçiye, memura, emekliye yüzde iki yüz zam, çiftçiye on sente mazot, esnafa yüzde bir fâizli elli yıl vâdeli kredi, öğrencilere asgarî ücretin beş katı "okuma yardımı", evhanımlarına fâizsiz ve yirmi yıl vâdeli "ev bakım kredileri" ilk kalemde aklıma gelen birkaç uçuk seçim vaadi..
Yok efendim yok, ben buları Genç Parti'nin internet sitesinden almadım; ama Cem Uzan bunları da listesine eklerse hiç şaşırmam..
Kural 3: Televizyonlarda veya radyolarda tartışma ve açıkoturum programlarına aslâ îtîbâr etmeyin, rakiplerinizle aynı plâtformlarda biraraya gelmekten imtinâ edin..
Herhangi bir maraza çıkarabileceğini düşündüğünüz veya sezdiğiniz kişilerden özenle sakının, katıldığınız dâvetlerde hep uzlaşmaya dönük, ılımlı mesajlar verin..
Aksi taktirde kamuoyundaki imajınızın "hizipçi"ye çıkmasını engelleyemeyebilirsiniz ve bu yolla sizden hiç mi hiç haz etmeyen geniş bir halk kitlesi yaratabilirsiniz..
Bu acı gerçek sözde sosyâl demokratlarımız ve özellikle de Deniz Baykal'ın şahsında tescillenmiştir; sakın denemeye kalkmayın..
Kural 4: Mâlûm, devir imaj devri. Sizi diğer adaylardan ayıracak ve akılda kalmanızı kolaylaştıracak belirgin aksesuarlar kullanmanız lâzım..
Efendim yakın dönemin siyâsî tartışmalarını tâkip ediyorsanız G. Soros ismini ve Avrasya coğrafyasında çevirdiği dolapları; misâl: "renkli darbeler"i duymuşsunuzdur..
Aksesuarlarınız arasında turuncu bir gömlek veya kravat, kadife bir eşarp veya kaşkol mutlakâ olsun..
Böyle yapacak olursanız uluslararası sermâyenin desteğini almış olduğunuz yollu bir izlenim yaratırsınız ve belirgin bir halk kitlesini; ömr-ü hayâtını hazreti liberal demokrasiye secde etmeye ve demokrasi mastürbasyonu yapmaya adamış geniş bir halk kitlesini safınıza katmanız kolaylaşır..
Böyle bir yolu CHP'nin bilmemkaçıncı kongresinde Mustafa Sarıgül, Baykal'a karşı denemiş, bahsettiğim bu kitlenin desteğini arkasına almayı başarmıştı.
Gerçi Baykal'a karşı ben de aday olsam delegelerden ben de o kadar oy alırdım; yeter ki Baykalsız bir CHP olsun diye o delegeler bana da oy verirdi.. Ancak bahsettiğim kitle için durum farklı..
Kural 5: Psikoloji okuyanlar da gâyet iyi bilir ki şu "modern insan"ın düşünüşlerinden çok büyük bir bölümü aslında basit birer koşullu tepkimeden ibârettir..
Ve hattâ "modern insan"ın Pavlov'un köpeğinden tek farkı iki ayakları üzerinde yürümesidir..
Yok efendim, ileri gitmiyorum; "modern insan" hakkında az bile söylüyorum..
Efendim "modern dünyâ"daki egemen güçler bireyin "hızlı düşünme"sini ve "hızlı karar alma"sını özendirerek ve bunu "başaran" kimseleri de birer "model" olarak pazarlayarak düşünmeden ve sorgulamadan hareket eden, kendi deyimimle: tüketim kültürünün aptallık hipnozuna dûçar bireyler yaratma, bunu serî üretime geçirme çabalarını en kolay yoldan bu koşullu tepkimelerle sağlıyor..
Dolayısıyla bilmemne marka kot pantolon giyince özgürleşeceğine, saçına bilmemne marka jöle sürünce egemen otoriteye karşı sesini duyurabileceğine inanan insan kitleleri hızla artarken siz de bu kitleleri belirli nesnelere koşullandırarak istediğiniz fikirleri savunmaya sürükleyebilirsiniz..
Vâkâ Deli Yürek, Kurtlar Vâdîsi vb.. dizilerle Türk erkeklerinin önemli bir bölümünün "giyim zevki" değişti; kendi tâbirimle: penguen modası başladı..
Altta siyah pantolon, üstte siyah ceket, içte beyaz gömlek..
Neymiş efendim, bunları giyince memleketi kurtaracaklarmış..
Emin değilim ama, Aziz Nesin 'Türk milletinin yüzde yetmişi aptaldır' derken acabâ tüketim kültürünün aptallık hipnozundan mı bahsediyordu?
Bunu bilmiyorum ama eğer böyleyse bence çok iyimsermiş..
Ne yapayım efendim, bir fötr şapkanın yıllarca "kânunlara ve nizamlara uyulduğunun göstergesi" olduğuna inanılan; Demirel'in şapka kânunu özelinde verdiği demeçlerden bahsediyorum, ya da İslâm dîninin; bu güzel dînimizin bir metrekarelik bir bez parçasına indirgendiği bir ülkede ben fazla iyimser olamıyorum..
Efendim tam da bu noktada müsaade ederseniz bir küçük parantez açayım:
Bendeniz yazar olduğum için midir bilmem ama, kelimelere yapı-bozum tekniğini uygulamayı pek severim; aranızda bu tekniği bilmeyenler varsa Derrida'nın kitaplarına şöyle bir göz atabilir..
Bendeniz kelimelerin önüne veya sonuna birtakım harfler ekleyerek veya çıkartarak bunlarla birçok şeyin anlatılabileceğine hep inanmışımdır ve yazılarımı tâkip edenler bunu gâyet iyi bilir..
Misâl: edebi-at, pop-litika, siyâ-set vb..
Şimdi de sizlere seç-im kelimesinden bahsetmek istiyorum:
Efendim im kelimesi oldukça geniş bir anlam yelpâzesine sâhip; ancak burada biz bu kelimeyi gösterge anlamında kullanırsak kelimemiz seç-gösterge olur..
İmdi efendim bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde seçimler aslında az önce bahsettiğim koşullu tepkimeler çerçevesinde zihinlerin koşullandırıldığı nesnelerin; yâni göstergelerin seçilmesidir..
Yoksa ülkenin aydınlık ve müreffeh bir geleceğe taşınmasını olanaklı kılmak üzere emperyalizmin ve yavrusu siyonizmin ekonomik ve siyâsî tahakkümüne son vermek için geliştirilen önerilerin, görüşlerin, fikirlerin, projelerin vb.. seçilmesi değil..
İmdi bu seçimlerde de bizim insanımız maalesef içi boşaltılmış altı ok ile bir metrekarelik bir bez parçası arasında tercihe zorlanıyor..
Yapılagelen hiçbir siyâsî tartışmada parti yetkililerimiz ekonomide, iç ve dış politikada, kültürde, sağlıkta vb.. alanlarda ne gibi sorunlar tespit ettiklerini ve bunlara ne gibi çözüm önerileri geliştirdiklerini açıklamıyor.
Hoş, bunları anlatsalar "reyting"leri düşecek ya neyse; bu da ayrı bir kanayan yaramız..
İşte böyle efendim, bu dediklerimi iyi anlayın ve yeni nesneler bularak siz de benzer koşullandırmalara gidin; görün bakın ne büyük bir başarı kaydedeceksiniz..
Kural 6: Bu kurallara dayalı olarak siz de kendi gözlem ve deneyimlerinizden yararlanarak yeni ve ilgi çekici faaliyetlere kalkışabilirsiniz. Ama bunları dışarıdan ithâl etmeye çalışmayın; bu size oy artışından çok oy kaybına mâl olur.
Misâl: insanımızın çok büyük bir bölümü spor yapmaz, hafta sonlarını ve özellikle de pazar günlerini ormanda koşarak geçirmez..
Ekonomimizi Yıkma ve Bizi Batının Kucağına Oturtma Eski Bakanımız Der-wich Kemâl ilk ithâl edildiği dönemde bu yolu denedi, ama dediğim gibi, bu bize yabancıdır; artısı eksisinden azdır..
Fakat eğer yeni faaliyetler bulamıyorsanız çarşı-pazar gezilerine çıkmanızda da bir sakınca yok.. Ancak geziniz sırasında halka ve esnafa bolca tatlı ikrâm etmeniz gerekir ki bu konuda sakın cimri davranmayın; nitekim bunlar da başarısı tescillenmiş yollardır ve eksisi artısından azdır..
Bu gibi faaliyetlerde müşterilerinize, pardon dilim sürçtü; seçmenlerinize bol bol elma şekeri dağıtın ki şekeri yalayıp bitirdikten sonra ellerinde kalanı görmeleri için fazla zamanları olmasın..
Ne mi diyorum?
"Anladınız siz onu.."
İmdi efendim eğer bu kuralları eksiksiz bir biçimde yerine getirirseniz Meclîs'e girmekten hiçbir kuşkunuz olmasın ve hattâ Bakanlığa veya Cumhurbaşkanlığına kadar bile yükselebilirsiniz..
Aman efendim, sözlerimi çarpıtmayınız sakın: ben Meclîs'e gitmenin tek yolu bu kuralları eksiksiz bir biçimde uygulamaktır demiyorum; nitekim her dönem Meclîs'e birbirinden değerli siyâsî şahsiyetler girmiştir, bu dönem de kuşkusuz girecektir.
Ama ben diyorum ki Meclîs'e girmeyi garantilemek istiyorsanız bu kuralları eksiksiz bir biçimde uygulamanız gerekir ve hattâ daha da ileri gidiyorum: bu sâyede siz de yeni bir Demirel veya Özal olabilirsiniz..
Allah gecinden versin, hayâta vedâ ettiğinizde siz de bir "demokrasi şehidi" olarak anılabilir, hattâ sene-i devriyelerinizde türbenizin, pardon dilim sürçtü; anıtmezarınızın önü geniş insan kalabalıklarıyla dolup taşar efendim..
Pekî bu kuralları bu kadar iyi biliyorsam ve bu kadar kesin konuşuyorsam ben niye mi aday olmadım?
Ben bu sistemin îmâlât hatâsıyım ve başta hazreti liberal demokrasi olmak üzere hiçbir puta secde etmedim, etmem efendim..
Demokrasi mastürbasyonu yaparak ömür törpülemeye de hiç niyetim yok üstelik..
İmdi hazreti liberal demokrasi tüm inananlarını kutsasın efendim..
Cümlenize bol şans..
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
ÖNDEN KOŞANLAR
Hepimiz BİR 'iz..
Zaaflarımız ,zayıflıklarımızla.. düşkırıklıklarımız , acılarımızla …..hayallerimiz coşkularımız ve umutlarımızla..
Aklımız,inançlarımız , kültürümüz, tecrübelerimizle aynı yolda ilerliyoruz..
Bazılarımız önde.. daha hızlı koşuyor..ve mesafeyi o kadar açıyor ki..bunun getirdiği ''kazanma'' coşkusunu , ''tek başına'' yaşamakla ödüllendiriliyor ??
Ama insana ''yalnızlık'' da yakışmıyor ki.. Kazandığını takdir eden olmadıktan sonra ödülün ne anlamı var..?
Piyangodan kazandığı trilyonu,keyifle harcayamayan bir adama , o paranın hiçbir şey ifade etmemesi gibi....
Kazandıklarımızı, PAYLAŞMAK istiyoruz..
Yaşam biçimlerini değiştirmek ,kendilerini geliştirmek isteyen insanlara yardımcı olmak..gece karanlıklarını ,güneş ışınları ile aydınlatmak istiyoruz..
Ama..mesafe çok açılmışsa ..bu her zaman kolay olmuyor..
Hatta ..bu bazen bir üniversite profesörünün , ilkokulda ders vermeye çabalamasına benziyor.. eğer öğretemiyorsa.. profesör mü suçludur yoksa ….çocuklar mı. ?
Her insan aldığı yol kadarını biliyor..Bir sonraki kavşağa,.. daha çok yolu olanları ne ile suçlayabiliriz..
Çabuk koşamamakla mı ?..
O güne kadar yolda gördükleri ile bir sonraki kavşağı tahmin edememekle mi
Öyle ya..onca yol boşuna mı alınıyor..gördüklerimiz bize hız kazandırmayıp ,aksine olduğumuz yerde saydıracaksa..bu YOL niye var ?..
Bazılarımız bu yol üzerinde önümüze çıkan taşları kaldırmakla meşgulüzdür..
Bazılarımızda ..o taşın neden orada olduğunu anlamaya çalışmakla..
O taşın neden orada olduğunu anlayabilenler için ..sonraki taşların büyüklüğü ,küçüklüğü o kadar da önemli değildir.. Her halükarda yok edebileceğini bilir..
Ama önüne çıkan her taşa takılıp kaldıracağım diye çabalayanların,.. nedenlere değil..görüntülere takılanların adımları hep ağır aksaktır..
Onlar için bu yol..sürekli kaldırmak zorunda oldukları taşlardan ibarettir.. ve buna o kadar odaklanmışlardır ki.. bırak hızlanmayı .. neden orada olduklarını bile unutmuşlardır..
Bu yolda gerçek ilerlemeler kaydedenlerin yüreğine doğal bir huzur yerleşir.Yaşamını bulandıran tutkular , telaşlar, çatışmalar yumuşar.. Yatışır..
Bir çok insanı tutsak eden ,acınacak yanılgılardan ,yanlışlardan uzaklaşır..
Ama bütün bunlar, o insanı MUTLULUK arama isteğinden vazgeçirmez..
Tam aksine..mutluluğu yakaladığı zaman, o bilgeliği ve duyarlılığı ile herkesten daha derin ve coşkulu yaşayacağını bildiği için .. bu ihtiyacı daha da içten -belirgin hisseder..
Diğer insanların kavgalarına ,yanlışlarına artık kayıtsız da kalamayacaktır..
Kişisel çıkarlarına zincirli de..
Aklı zekası ve birikimi ile yardımcı olma coşkusu içindedir..
Bu yüzden..ne kadar ileriden koşarlarsa koşsunlar..geri döner..kalanların ellerinden tutmaya çabalarlar..
Ama geridekiler o taşlarla uğraşmanın verdiği yorgunluktan olsa gerek , o kadar öfkeli , acımasız ve bencildirler ki..uzatılan elleri tutmadıkları gibi ..parçalamak ..yok etmek isterler..
Buna rağmen ..tekrar..tekrar uzanır o eller..onların kurtuluşunun ,kendi kurtuluşları olacağını bilerek..
Sonra ..önden koşup ..arayı açanlar da yorulmaya başlar..Hayır..bu yolda ilerlemekten değil..
Tekrar..tekrar..geriye dönmekten..
Çünkü her dönüşlerinin, kendilerine de hız kaybettirdiğinin farkındadırlar..Kaybedilen sadece zaman da değildir..Coşkuları da gittikçe azalmaktadır.Hevesleri, istekleri,umutları da öyle..
Alınmış olan bu yolların ölçüsü ,coşkunun en yüksek düzeyde hissedildiği, karşı cins ilişkilerinde de , girer devreye..
Birlikte keyifli bir yolculuk için , ''hızların'' , birbirine kapatılması mümkün oranlarda yakın olması gerekir.. Yoksa.. biri önden koşarken diğeri ufacık bir taşı , kayalaştırmakla uğraşır..
Serpil Ciritci
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Sehpa : Hüseyin Yusuf Deniz |
Mektuplar (son)
-Savcı Bey, siz ve biz elimizden geleni yaptık üzülmeyiniz lütfen. Zamanında hastaneye kaldırdık, az mı dil döktük vazgeçmeleri için.
-Müdür Bey…
Diye başlamıştı ki genç savcı bir den sustu. Ne lanet bir işim var benim diye içinden geçirdi. Koltuğun arkasına doğru bıraktı kendini. Devam etti:
-Hadi bitirelim şu işleri. Ben zabit kâtibimi arayayım sende gardiyanlara haber ver; normal hücre ile disiplin hücresindeki özel eşyaların tespitini yapalım ve ailelerine verelim.
-Tabi tabi Sayın Savcım dedi oturduğu yerden fırlayarak müdür. Sehpanın sağındaki makam masasının önündeki telefonun ahizesini kaldırdı. Savcı elindeki sigarayı kül tablasına basarak,
-On beş dakika sonra hücrelerin önünde buluşalım.
(***)
Elbise dolapları açıldı, giyecekleri, fotoğrafları ve kitaplar tek tek yazıldı. Ve sonra beraberce disiplin hücresi denilen yere geçtiler. Gardiyanlardan bir hemen öne atılarak hücrenin kapısını açtı, buyur etti heyeti.
Hücrenin içinde tam ortada duran plastik yuvarlak masanın üstü bir sürü kâğıtla doluydu hemen yanda ise derme çatma bir resim tuvali. Savcının tuval çok ilgisini çekti, yavaşça yaklaştı. Saçları gür, iri gözlü güzelce bir kadın resmi. Hepsi dikkat kesildi… Sonra kuş sesine benzer sesler ve birden ok gibi fırlayan iki küçük fare heyetin şaşkın bakışları arasında pır pır önlerinden geçti. Sonra küçük bir farede duvara tutturulmuş iğreti kitap rafının üzerinden bakınmaya başladı.
Savcı:
-Nedir bunlar yahu? Ortalığı fare basmış, ilaçlamıyor musunuz buraları? Diye gardiyanlardan birine çıkıştı. Müdür gözlerini yere dikti, lafı üzerine alınmış olacak ki;
-İlaçlıyoruz elbette… Değil mi arkadaşlar?
Dedikten sonra gardiyanlara kötü kötü baktı. Topluca duran üç gardiyan şaşkınca bir birlerine baktılar. Savcı masaya doğru yürümüştü ki, gardiyanlardan biri fırladı, masanın üzerindeki kâğıtları düzeltmeye başladı. Savcı gardiyanın elini iterek kâğıtlara bakıyordu. Bir sürü mektup vardı. Kâğıt tomarını eline alarak, hızlı hızlı göz gezdirmeye başladı. Altıcı mektupta. "…Sevgilim Yakup ismini verdiğimiz lağım faresi toparlandı gayet iyi. Kazma dişlerini gösterdi bu gün. Korkutmak için mi, yoksa bize gülümsüyor mu? Diye bir yer okudu. Sonra merakla bir diğerine baktı, yedinci mektup, "Sevgilim, Yakup erkek değilmiş meğer… Bu gün doğurdu şaşkınım… Diğer hücreye haber gönderdim el altından… On bir yavrusu var; galiba süt bulmak zorundayım." Savcıyı daha da bir merak sardı; aman Allah'ım bunlarda ne? Diye düşündü. Sekizinci mektup " Sevgilim yavruların hepsi çok şirin, görsen… Benim gözlerim çok az görüyor, işitemiyorum… Başım dönüyor ve fareler için korkuyorum, öldürürler mi acep biz gittikten sonra?" Mektubun bir başka yerinde "... Senin resmini bitirmek üzereyiz zaten güzelsin ve çok daha güzel olacaksın…" Bir alttaki mektup dokuzuncu mektup. Ama yazı farklı yazı. Sanki… Sanki başka biri yazmış. " Sevgilim ben geldiğimde saçların bitmişti artık nasırlı ellerini ve elbiselerini çizeceğim…" başka bir yerde: "…Önceki mektupları bende ezberledim." Hızlı hızlı mektuplara telaşla bakıyordu savcı. Son on ikinci mektubun bir yerinde:"... İyi ki vardı gözlerin, iyi ki vardın. Bize güç verdin. Hepimiz sana aşığız, seni çok seviyoruz ve asla bize kızma. Sen olmasan ölmeyi bile beceremezdik. Sen bizim cesaretimizsin… Umudumuzsun. Hoşça kal sevgili…" Savcı şaşkın şakın müdüre baktı. Müdür gardiyanlardan birine dönerek. Nedir bu dercesine baktı. Gardiyan Mustafa:
- Önce Deniz girdi disiplin hücresine, aha buraya…
Resmi göstererek devam etti:
- Bütün günler resim ciziktidi. Sonra çıkacağına bir gün kala, süt müt istedi. Oruçtan vazgeçecek herhal diye verdik.
Savcı ve müdür hala şaşkındı. Devam etti Mustafa:
- Deniz'in disiplin cezası bitince Hüseyin girdi hücreye. Aha o da süt neyin istedi verdik. Hep bu resmi ciziktirdiler.
Savcı mektuplar karıştırdı. Üç değişik yazı karakteri vardı. Ya sonra dedi Gardiyan Mustafa'ya dönerek?
- Sonra Yusuf girdi hücreye. Hepsi de bu resmi ciziktirdi.
O sıra savcı beyin ayakları arasından bir fare daha geçti. Savcı elindeki mektuplarla birlikte kapıya yöneldi, geriye dönerek zabıt kâtibine:
-Diğer eşyaların tespitini yap, gardiyanlar söylesin ne kime ait yazılsın. Yalnız altına imza düşmeyin ve resmi odama getirin!
(***)
Makam koltuğuna yaslandı genç savcı. Derin bir nefes çekti elindeki sigaradan. Mektupların hepsini ezberlercesine dikkatlice okumuştu. Gönderilmemiş, hayali bir sevgiliye mektuplar ve üç kişi tarafından yazılmış. Odanın ortasında duran tuvaldeki kadına baktı. İçini çekti, ne kadar güzel bir kadın diye düşündü. Şimdi ne yapacaktı? Hangi eşya hangisine aitti? İlk dört mektubu Deniz'in ailesine, sonraki dört mektubu Hüseyin'in ve sonraki dördünü Yusuf'un ailesine verebilirdi ama mektuplar bir bütündü hepsi tek bir ağızdan ve aynı hisle yazılmıştı. Tek bir elden ama üç elden. Peki, resim kimindi? Kime aitti? Hepsi yapmıştı. İyice yaslandı arkasına doğru ve düşünmeye devam etti. Ne garip şu dünya… Ve insanlar! Ölüm orucunda kendilerini öldürürken iğrenç bir farenin yaşamını yüceltebiliyorlar, onu kutsayabiliyorlar. Ortaklaşa resim yaparak hiç olmayan bir kadına âşık olabiliyorlar. Hangisi gerçek? Mahkûmların içindeki aşk mı yoksa olmayan bir kadın mı? Eğer gerçek olan içimizdeki aşk ise, beni kışkırtarak bana bakan bu kadın kim? Hangisinin ailesine vermem gerekecek bu
Resmi? Dudak büktü genç savcı, sigarasından derin bir nefes daha çekerek.
Önündeki masaya eğilerek bilgisayara yazmaya başladı " Adalet Bakanlığı'na…"
Bitti.
Hüseyin Yusuf Deniz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
AŞKIN ŞİİRİ
Işığımı söndürdüler
Bir mum bile bırakmadılar
Bıraksalarda zaten
Ateşim yok
Hala ağlamadım
Oktay Evrenosoğlu
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Sıcak yaz günleri aldı başını gidiyor. Serinlemek için nerelere gideceğimizi bilemezken, bizi bir nebze olsun serinletecek soğuk bir şeyler ararız. İşte size hem doğal hem de sağlıklı bir içecek tarifi http://www.evyemegi.com/Icecekler/icetea.htm buzlu çay; yani namı değer ice tea. Hem sıvı ihtiyacınızı giderir hem de içinizi serinletir. Afiyet olsun efendim.
Bu kadarmı? Tabi ki değil. Serinlemek için doğal yöntemlerden bir tanesi de http://www.unilever.com.tr/ourbrands/beautyandstyle/morearticles/serinlik.asp web sitesinde anlatılıyor. Denemekte fayda var.
Size ortak program paylaşımı sağlayan bir program tavsiye ediyorum. Bu programı bilgisayarınıza kurduğunuzda ve internet bağlantınız sayesinde, bu programı sizin gibi kullanan binlerce kişiyle ortak program paylaşımı yapabileceksiniz. Yapmanız gereken öncelikle http://www.limewire.com/ web sayfasından programı indirip bilgisayarınıza kurmak. Paralı versiyon'u tavsiye etmesine rağmen kullanmak zorunda değilsiniz. Ben yaklaşık bir yıldır kullanıyorum ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Program sizden izin alarak paylaşım ağına bağlanacaktır. Daha sonra yapmanız gereken aranacak program veya doküman'ın adını yazarak aramayı başlatmak. Tarama sonuçlarında bulunan doküman'a ait tüm bilgileri ekranda görecek ve bilgisayarınıza indirmek istediğinizi çift tıklayarak indirmeye başlayacaksınız. İndirdikten sonrası size kalmış. Merak edenlere not: Bu program geçmiş dönemlerde yaygın kullanılan "napster" programının benzeri bir işleve sahip.
..Bir sarışın, bir kızıl saçlı ve bir esmer kadın çölün ortasında arabayla yol almaktadırlar. Hava korkunç sıcaktır. Arabanın motoru birden stop eder.
inip baktıklarında, motoru tekrar çalıştıramayacaklarını anlarlar. Mecburen çölde uzunca bir yürüyüş yapmaları gerektiğinden, her biri arabadan bir şeyler alır… Fıkranın devamı için http://www.gulum.net/fikra/bolumler.php?op=goster&id=260
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|