|
|
|
28 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Hay böyle muhabbete!.. |
Merhabalar,
Sıcakla olan sıkı muhabbetten ziyadesiyle etkilenmiş bir editör olarak bir nebze serinleyene kadar dükkanı kapatıyorum, kusura bakmayın. Yarın ola hayrola. Serinkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Anıl Üşümezbaş |
Bitmeyecek Öykü
-Romance Larghetto
Galiba ben hep ona aşıktım.
Kendimi bildim bileli… . O zor hatırlanan, masum çocukluk yıllarımda bile ışığa çekilen gece kelebekleri gibi sürekli peşinde dolandığımı ve bir türlü etkisinden kurtulamadığımı hatırlıyorum. Yakın dost olan ailelerimizin ilk çocuklarıydık ve istesek de birbirimizden uzaklaşamayacağımız bir ortamda, beraber büyüdük. "Kader" de denip geçilebilecek ilginç bir masalsılığı var benim hikayemin; sanki her şey biz ömür boyu birlikte olabilelim diye ayarlanmış gibiydi. Tabii ben bir masal kahramanı olmak için fazla rahat ve cesaretsizdim. Aşkımı fark etmem tam on yedi senemi aldı ama fark ettikten sonra da korkaklığımı ve duyarsızlığımı bir türlü üzerimden atamadım. Kim bilir, belki de masallardan tek farkımız buydu.
Peki her şey için çok mu geç? Bugün de diğerlerinden çok farklı görünmüyor. Bir şeyleri yapmaya kararlı uyandığım diğer her gün gibi kalbim hızlı hızlı atıyor, serin bahar sabahına rağmen boncuk boncuk terliyorum. Daha ne yapacağımı, nasıl davranacağımı, nerede, nasıl ve ne söyleyeceğimi bile bilmiyorum. Ama kararlıyım, bugün bir şeyler değişecek. Çelişkilerle çarçur edilmiş son iki senemin ardından en azından bu kararımdan dönmemeye kendimi zorlamam gerek.
Karar verdim, derslerden sonra konuşacağım. Onunla yüz yüze geleceğim zamanı sürekli, bilinçsizce ertelediğimin farkındayım ama yapabileceğim fazla bir şey yok. Savunma mekanizmam senelerden beri böyle çalışıyor.
Hiçbir şeyin bu denli karmaşık olmadığı zamanlar da vardı elbette. Ergenlik dalgaları hayatımı alabora edene kadar o benim en yakın sırdaşım ve kaybetmeyi göze alamayacağım bir dostum olmaktan öteye gitmemişti. O zamana kadar kusursuz ilerleyen ilişkimize ne olduysa ikimiz de karşı cinse ilgi duymaya başladığımızda oldu. Onun renklenen ve hareketlenen hayatına karşılık ben, kendimi sürekli büyüyen saplantımla yapayalnız bıraktım.
Her yeni edindiği arkadaşını kıskandığımı hatırlıyorum; çevresindeki insanlar çoğaldıkça bana ayıracağı zamandan çalacaklarmış, benimle eskisi kadar fazla vakit geçiremeyecekmiş gibi gelirdi. Bütün huysuzlaşmalarıma rağmen -tahmin edersiniz ki- bu konuda onunla hiç konuşmadım. Her şeyi içime atıyor olmak en kolayı ama en acı vereniydi. Her seferinde onun için sevinmiş görünmek ve onun mutluluğu için elimden geleni yapıyormuşum rolü yapmak kolay olmadı.
Peki bugün her şeyi kendi ellerimle mi mahvedeceğim? Aynada çok da çekici olmayan yüzüme bakıp derin bir iç geçiriyorum. Şu dakikadan sonra kötümserliğe boğulacak değilim ama sürekli bende ne bulacağını düşünmeden de edemiyorum. Sıradan sohbetlerin arasına sürekli kurnazca sıkıştırdığım "bir erkekte neler aradığı" sorularını kişilikten, birikimden, düzeyli ve güvenilir olmaktan falan bahsederek yanıtladı hep; ben de senelerce niye bu özelliklerin hiçbirini taşımayan erkeklerle beraber olduğunu merak edip durdum.
Yüzümü yıkıyorum, cesaretimi kıracak bütün ufak detayların akıp gitmesini istercesine, tekrar tekrar. Bugün nasıl görüneceğime de dikkat etmem gerek. Traş olmalıyım her şeyden önce, kirli sakalın bana hiç yakışmadığını söylediğini hatırlıyorum. Giyeceklerimi de özenle seçmeliyim. Galiba hayatımda ilk defa nasıl göründüğüme bu kadar dikkat edeceğim.
Ona açılmaya sadece bir kez bu kadar yaklaşmıştım. Ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, geride bıraktığımız bir sınavı iki şişe Fransız şarabı ile kutluyorduk. Şu an hatırlayamadığım binlerce detayın zenginleştirdiği, masalsı bir akşamdı o akşam. Ama bir masal olmak için fazla sonuçsuzdu.
"Sana bir şey söylemek istiyorum" dedim gecenin ilerleyen saatlerinde. Alkol damarlarımda dolaşıp beynimi etkisi altına almaya başladıkça cesaretim artıyor, dilim açılmaya başlıyordu. Buna karşılık bu defa da kelime haznem zayıflıyor, cümle kurma yeteneğimi git gide kaybediyordum. Kelimeleri toparlamaya çalıştıkça dakikalar ilerliyor, dakikalar ilerledikçe de şansımın azaldığını hissediyordum.
İsmini söyledim. Hafif bir mırıltı ile yanıtladı. Uykuya yenik düşmek üzereydi. Ellerim titredi. Hayatımda ilk defa birkaç sözcüğü söylemek için bu kadar çaba sarf ediyordum. Soluk alıp vermem de iyiden iyiye hızlanmıştı. "Dinliyor musun?" dedim. Derin bir iç geçirme ile karşılık verdi. Yüzüne doğru eğildim, uyuyakalmıştı. Sol göğsümde bir acı hissettim. Acaba benim söylemek için bu kadar çabaladığım ve önemsediğim konu onun ne kadar umurundaydı? "Sarhoştu" diye kendimi teselli etmek istemedim, bu bir bahane olmaktan öteye gitmeyecekti. Ertesi gün uyandığında benimle ve söyleyeceklerimle ilgili hiçbir şey hatırlamayacağına emindim. Bir masal gibi başlayan bu gece, avucumun içine koca bir hiç bırakarak sona ermişti.
Kim bilir, belki de masallardan tek farkı buydu.
***
Onunla konuştum. Bahse girerim yapamayacağımı düşünmüştünüz.
Saat gecenin üçü. Bu gece bir milat benim için. Dudaklarımla bütün geleceğimi değiştirdiğim bir gün bugün. Aşıktım evet. Hala da aşığım, bugün konuşulanlardan sonra hiçbir şey değişmiş değil. Benimkisinin bir saplantı olduğundan korkardım hep, bugün bu korkularımın boş, hislerimin gerçek olduğunu fark ettim. Aşıktım, ama bu aşk benim hayatıma birden girip, nefesimi kesen, başımı döndüren ve tüm hayatımı alt üst eden bir aşk değildi. O hep etrafımdaydı, varlığı hep hissediliyordu. Zamanla, hiç acele etmeden büyüdü ve olanca sakinliğiyle beni avucunun içine aldı. Belki de bu yüzden bu kadar önemsemiştim onu; hayatıma hızlıca girse, girdiği hızla çıkıp gitmesinden korkar, ona bu kadar bağlanmazdım.
Hala onun nasıl bir tepki verdiğini söylemedim değil mi? Haklısınız, sizi de fazla merakta bırakmam istemem, hikayenin geri kalanını da vakit kaybetmeden anlatayım.
Dersteydim, ancak akşama söyleyeceğim sözleri kafamda netleştirmekten, anlatılanları bir türlü dinleyemiyordum. Her nedense onunla olan bütün geleceğimin bu gece sarf edeceğim kelime seçimlerine bağlı olduğunu düşünüyordum. Basit bir mantık yürüterek bu sonuca vardım. Bana deliler gibi aşık olmadığını biliyorum; o halde söyleyeceklerimi duyunca kollarıma atlayıp kulağıma aşk sözcükleri fısıldamayacak. Benden nefret etmediğinden de eminim. O halde bütün olay ne söyleyeceğimden çok nasıl söyleyeceğimde bitiyor. En doğru zamanda, en doğru kelimeleri seçmem gerek.
Onunla yüz yüze gelinceye kadar yerimde duramadım. Gece vakti okul kafeteryasının önünde beni beklerkenki hali herhalde hiç gözümün önünden gitmeyecek. Bir güz alacakaranlığı, o benzersiz tatlı ve serin hava ciğerlerimi dolduruyor, ben ona doğru adım adım ilerliyor, bir yandan da kafamda söyleyeceklerimi toparlamaya çalışıyordum. Üşüdüğü için narin bedeninin etrafına dolanmış kollarına ve bana acele etmemi işaret eden gözlerine rağmen ben, önümdeki mesafeyi mümkün olduğu kadar uzatmak için küçük adımlarla ilerliyordum. Kafeteryaya çıkan merdivenler bitmek bilmiyor, ben çıktıkça onlar uzuyor, ben tırmandıkça yükseliyorlardı. O an geri dönüp koşarak uzaklaşmak istedim ama o kadar allak bullak olmuştum ki yapmakta olduğum herhangi bir şeyi bırakmam mümkün değildi. Bitmek bilmeyen merdivenler bitti, dinmek bilmeyen kalp atışlarım dondu ve ben onunla yüz yüze geldim.
Sarıldı.
Onu kollarımın arasında hissettiğim an hissettiklerimde aslında hiç yanılmadığımı anladım. Heyecanım dinsin diye derin bir nefes aldım ama burnuma dolan kokusu ellerimin titremesine sebep oldu. Birine bu kadar tutkuyla bağlanabileceğime hiçbir zaman ihtimal vermemiştim. Aslına bakarsanız her zaman tüm hayatımın tek bir insan etrafında dönmeye başlamasından korkmuştum. "Ya o insan beni bırakırsa?" diye düşünmüştüm her zaman. En yakınımdaki tehlikeyi ısrarla gözden kaçırmışım.
Oturduk. Bana gününün ne kadar yorucu geçtiğini anlatmaya koyuldu. Ben ise belki de ilk defa onu can kulağı ile dinlemiyor, onun yerine ona söyleyeceğim kelimeleri toparlamaya uğraşıyordum. Söyleyeceklerimi içimden tekrarlayınca bile o kadar aptalca geliyorlardı ki, sesli söyleme kalkmaya hiç cesaretim kalmamıştı. O yüzden konuyu onun açmasını bekledim.
Bekledim.
O kadar aptalca bir bekleyişti ki anlatamam. Ne söylemesini bekliyordum acaba? Neyi belli etmiştim de neyi bekliyordum? Yine de bekledim. Konuyu açacak cesaretim yoktu. Kafamda bunları düşündükçe yüzüne bile bakmaktan korkar oldum. Hem utandım, hem de korktum. Utandım çünkü bunca sene ona yalan söylemiş olduğumu hissettim. Korktum çünkü koyu mavi gözlerine her dalışımda ona daha da bağlandığımı ve kaçınılmazmış gibi duran reddedilişimin ardından kendime gelmemin zaman ilerledikçe zorlaştığını hissettim. Eğlenceli bir şeyler anlatmaya ve gülmeye başladı. Güldü ve…
Elini dizime koydu.
Acınası halimi gözlerinizin önüne getirip kendi kendinize gülümsediğinizi görebiliyorum. Yapmayın lütfen. Silin o gülümsemeyi gözlerinizden. "Ne olmuş elini dizine koyduysa?" diyorsanız eğer, siz belli ki hiç aşkı ve tutkuyu, bağlılığı ve heyecanı, saplantıyı ve kaçınılmazı bir arada yaşamamışsınız. Eğer yaşasaydınız onun en ufak hareketlerinin bile o anda benim için ne kadar önemli olduğunu ve birkaç kelime daha söyleyebilmek için niçin böyle ufak tefek, asılsız ve saçma sapan ümitlere ihtiyaç duyduğumu anlardınız.
"Hayat çok kısa…"
Konuyu onun açması için çabalamaya başladım. Uygun sözcükleri kullanırsam, bugün ona önemli bir şeyler söylemek için hazırlandığımı anlar ve kalan sözcükleri ağzımdan kendisi alırdı.
"Belki benim de içimde birikmiş bir şeyler vardır…"
Sadece "Nasıl yani?" dediğini duysam belki gerisi gelecek ama bugün de üzerime varmadı pek nedense. Normalde böyle ipuçlarını hiç kaçırmaz, mutlaka arkasını arardı. Söylediklerini iyice yoklamaya ve aralarına ucuz hayat felsefeleri sokuşturmaya başladım. Olmadı. Bir türlü "senin neyin var bugün?" diyemedi. Ben de bir türlü konuya giremedim. Kalp çarpıntılarım yüzünden yine başım dönmeye ve ellerim terlemeye başladı. Bir bahane uydurup yüzümü yıkamaya gittim.
Döndüğümde kahvesini bitirmiş, üzerini giymeye başlamıştı. İçimi bir korku kapladı. "Nereye?" dedim, "Odama… yatmaya." dedi. Hızlı düşünmeye ve ağzımda bahane gevelemeye başladım. Bir şekilde biraz daha oturmalı ve bu konu hakkında konuşmalıydık. "Seni odana bırakayım" dedim. En azından yol üzerinde bir şeyler konuşabilmeyi ümit ediyordum. Bana baktı ve…
Gülümsedi.
Bir gülümseme için neler verilmezmiş meğer. Böyle söylerlerdi de nasıl dalga geçerdim insanlarla. Dışarı çıktık. En son bundan dört sene önce kimya sınavımın bitmesine birkaç dakika kala bu kadar hızlı düşündüğümü hatırlıyorum. Binlerce kelime aklımdan fırtınayla sürükleniyormuşçasına uçup giderken; ben onların arasından işime yarayabilecekleri ayırmaya ve zihnimin güvenli bir köşesinde saklamaya çalıştım. Odasına doğru yürümeye başladık. Hava daha da soğumuştu.
Koluma girdi.
Birden sebepsiz, anlamsız bir gurur hissettim içimde. Yoldan gelip geçenlerin sevgili olduğumuzu düşünmelerini istedim. Yürüdük. Düşünüp kafamı toparlamam gerekiyordu ama kalbim o kadar hızlı atıyordu ki beynim sesini bir türlü duyuramadı. Narin bedenini yanımda hissettikçe kafamı toparlamam pek mümkün görünmüyordu. Uzanıp elini tutmak istedim. Yapamadım.
Odasının kapısına kadar geldik. Bırakın konuşup içimi dökmeyi, yol boyunca tek bir kelime bile edememiştim. Hızla kafamda oluşturduğum cümlelerin içindeki gereksiz kelimeleri ayıklamaya başladım. İşte burasıydı. Tam bu noktada bugün benim için tüm ömrümün en mutlu ya da en hüzünlü günü olacaktı. Yüzüme bakıp gülümsedi ve teşekkür etti. Hiç arkasını dönmesin, uzun süre orada öylece ayakta dikilelim istedim.
"İyi geceler."
Bütün vücudumda bir soğukluk hissettim. O kadar heyecanlanmıştım ki mideme ağrılar girdi. Ellerim titremeye başladı. Arkasını döndü. Kapısını açtı…
"Sana bir şey söylemem gerek."
Gözlerimi kapattım. Kendi sesim bile bana o kadar itici geliyordu ki neredeyse hiç ümidim kalmadı. Yutkundum ve sakinleşmeye çalıştım. Buz gibi havada yine terlemeye başlamıştım. Yüzünü bana çevirdi ve söyleyeceğim şeyi bekledi.
Gözlerimi tekrar açtım. İyi veya kötü söyleyecek birkaç kelime hazırlamıştım kafamda. Çok endişeli görünmüş olmalıyım ki yüzünde kaygılı bir ifade belirdi. "Ne oldu?" dedi biraz daha yaklaşarak. Başımı öne eğdim. İsmimi söyledi. Bakmadım. Son kez cesaretimi toplamam için birkaç saniye tanıdım kendime. Sonra tekrar başımı kaldırdım.
İşte ne olduysa o anda oldu ve biz göz göze geldik. Gözlerini iri iri açmış bana merak ve kaygıyla bakıyordu. Çok güzeldi. Ona zaten aşık olmasam, herhalde o anda aşık olurdum. Artık aklımdaki kelimeler hazırdı. Hazırdı ama gözlerimi bir türlü onun gözlerinden ayıramadım. Kafasını hafifçe yana yatırdı. İçimden onu kucaklamak ve başımı saçlarının arasına gömmek için karşı konulmaz bir istek geçti. Önce konuşmalıydım. Cümlelerimi hatırladım. Sesimin çok berbat çıkmaması için son kez dua ettim.
Ağzımı açtım.
Meraklı gözlerle yüzüme bakmaya devam etti.
Ona biraz daha yaklaştım…
…ve onu öptüm.
***
Çocukken bulutların üstüne çıkıp orada uzanmayı hayal ederdim hep. Onu öperken orada olduğumu hissettim. Nereye döküldüğünü göremediğim bir nehirde bir yandan sürükleniyor, bir yandan da serin suyun keyfini sürüyordum sanki. Dudakları tedirgin, kararsız ve tepkisizdi. Ama hayatımda tattığım başka hiçbir şeye benzemiyordu. Kendimi kaybetmeye başladığımı hissettim.
Kolları iki yana sarkıyordu ama gözleri kapalıydı. Beni ne arzuluyor, ne de onu öpmeyi bırakmamı istiyordu sanki. İlk defa ne düşündüğünü, ne hissettiğini belli eden hiçbir tepki vermesini istemedim. O anın mümkün olduğu kadar uzamasını istediğim için bu belirsizlik ilk defa benim de işime geliyordu.
Bir elimi başının arkasında, saçlarının arasında gezdirmeye başladım. Tutku bütün bedenimi etkisi altına aldı. Zaten benimkisi masum bir öpücük olmaktan çoktan çıkmıştı. Seneler boyu içimde birikmiş olan saplantılı aşkımı bir çırpıda tatmin etmeye çalışıyordum. Bu noktadan sonra arkadaş kalmak da mümkün olmayacaktı. Öylesine yoğun bir andı ki o, bundan sonra yaşanmadığına inanmak ve olmamış gibi davranmak mümkün olmayacaktı. Ya her şey bu noktada son bulacaktı, ya da… Diğer ihtimal gerçek olamayacak kadar güzeldi. Yüzümün alev alev olduğunu hissettim. Kalbimin çarpma seslerini bile duyabiliyordum. Düşüp bayılmaktan korktum.
Bir an nefes almak için duraksamam gerekti. Gözlerini açtı ve göz göze geldik. O birkaç dakikada gözlerinden hislerini okumaya çalıştım ama pek faydası olmadı. Gözleri şaşkın ve buğuluydu. Biraz daha beklesem belki birkaç kelime söylerdi ama beklemedim. Olumsuz bir şeyler söyler de onu bir daha öpemem diye korktum. Zaten karşı koyacak fazla iradem de kalmamıştı. Sanki zaten birbirine ait iki parçaymış gibi dudaklarımın onunkilere çekildiğini hissettim. Karşı koyamadım. Koymadım.
Binlerce ufak ayrıntıyla mükemmelleşen bir andı o. Burnundan verdiği nefesini yanağımda hissettim. Göğsü benimkine yaslanmıştı ve yavaşça, derin derin soluyordu. Kıvırcık saçları yumuşacıktı ve artık iyiden iyiye elime dolanmışlardı. O an yapması için neredeyse her şeyimi verebileceğim tek şeyi ise hiç yapmadı - beni geri öpmedi. Dudakları sıkı sıkıya kapalı olmasa da sabit ve hareketsizdi. Yine de onları ikinci defa da kaçırmamıştı benden. Tepkisizdi, kapalı gözleri ve göğsümde hissettiğim kalp atışları dışında.
Bir elini belime koydu. Ne "yeter artık" dercesine aramıza mesafe koyuyor, ne de devam etmemi istercesine beni kendine doğru çekiyordu. Serbest elimi o kolunun üzerinde gezdirmeye başladım. Farkında olmadan yavaş yavaş duvara doğru kaymıştık, sırtı duvara yaslanıyordu. Çevremizden geçen ve göz ucuyla bize bakan insanlara rağmen bir an olsun dudaklarını bırakmadım. Nefesim tekrar tükenmeye başladığında elimden kayıp gitmesini istemediğim bu dakikaların artık sonuna geldiğimizi hissettim. Dudaklarımı onunkilerden koparırken tekrar göz göze geldik. Gözlerinden yine hiçbir duygu okunmuyordu. Hükmümü beklemem lazımdı artık. Kendimi gelebilecek her türlü tepkiye hazırladım ve başımı öne eğdim.
İnce ve narin parmaklar çenemi kavradı ve başımı tekrar yukarı kaldırdı. Gözlerimin dolduğunu, dudaklarımın titrediğini ve yutkunmakta zorlandığımı hissettim. Az önce tutku ile bastırdığım duygular birden patlak vermeye başlamıştı. Kendimi tuttum, gözlerimi sildim ve söyleyeceği sözleri duymak için gözlerimi ona diktim.
Tam bu noktada, en az benim kadar onun ağzından çıkan sözleri merakla beklediğinizi biliyorum. Benim hayatımın dönüm noktasıydı o an belki, ama bu sandığınız kadar da önemli değil. Gerçekten önemli olan her şey, aslında size bu noktaya kadar anlattıklarımda gizli. Kırık kalpler, ümit dolu bekleyişler, sonsuz mutluluklar, hayal kırıklıkları… Bunlardan yalnızca biri bu öykünün sonunda olabilir, oysa bunların hepsinin bir arada yaşandığı bir duyguyu anlatmaya çalışıyorum size ben.
Benimle aynı çıkmaz sokağa girmiş herkesin öyküsü aslında bu, kimisi bir çıkış bulmuş, kimisi ümitsizlik içinde kaybolmuş, kimisi bir çıkış bile aramamış diye ayrım yapmadan. Hep göz ardı edilen detayları bu kez bir kenara itmeden. Ortak duyguları ve yaşanmışlıkları anlatıyor, birini diğerinden üstün görmeden. Bir sonla ziyan edilmeyecek kadar güzel şeyler bunlar.
Bitmeyecek bir öykü benimkisi. Bir sonu yok, olmayacak da… Olmayacak ki gerçekten göz ardı edilmemesi gereken şeyler, sonuçlara takılıp bütün olan biteni görmeyi reddedenler için bile bu defa yitip gitmeyecek.
Kim bilir, belki de masallardan tek farkı budur.
Anıl Üşümezbaş
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
DEĞER, DEĞER Mİ?
"Değer" günlük yaşamda sık kullandığımız göreceli bir kavram. Bugün değerli görüp peşinden koştuğumuz şeyler, bir başka gün, "Değer miydi?" diye hayıflandığımız bir duygunun kaynağı olabiliyor. Ancak tüm insanlık için değişmez değerler de var: Sevgi gibi, güzellik gibi, bilgi gibi, sağlık gibi, emek gibi…
Varlıklı bir ailenin tembel mi tembel bir oğlu varmış. Baba bakmış ki oğlan sürekli asalak yaşayacak. " Git, para kazan gel!" demiş. Anne oğlunu uğurlarken: " Al şu parayı, biraz gez dolaş gel. Bir kısmını da getirir, babana verirsin." demiş. Delikanlı, bir süre sonra annesinin dediği gibi geri dönmüş. Baba hoşbeşten sonra "Çıkar bakalım kazandığını." deyince elinde avucundakini çıkarıp babasına vermiş. Baba, paraları yırtıp sobaya atmış. Oğlandan hiç tepki gelmemiş. Babasının "Hadi bakalım yola!" demesiyle yine yollara düşmüş. Delikanlı bir süre sonra dönünce aynı olay yaşanmış. Bu, birkaç kez yinelenmiş. Son gidişinde anne: "Oğlum bende de kalmadı. Artık sana yardım edemem." diyerek uğurlamış oğlunu. Delikanlı, bu kez çok geç dönmüş baba yurduna. Üstelik getirdiği para da pek azmış. Baba yine paraları almış, yırtacakmış ki: "Dur." demiş oğlu. "Onları kazanabilmek için ne emek verdim biliyor musun sen?" Baba "İşte şimdi oldu. Bundan böyle kazanmanın değerini bilirsin." diyerek dillendirmiş sevincini.
Sahip olduğumuz şeylerin değerini öğrenmek için öyküdeki gibi sürekli sınamalardan geçmemiz gerekmez. Çünkü neyin, ne kadar değerli olduğunu okuyarak, düşünerek, izleyerek de öğrenebiliriz. Toplumlar, bin yıllar önce bu amaçla adına "okul" dediğimiz kurumları geliştirmiştir.
Geçen hafta ilk ve ortaöğretim okullarımız bir öğretim yılını tamamladı. OKS ve OSS sınavları yüzünden ara sınıflarını sevincine de üzüntüsüne de bakan yok artık. Yıllar önce Selahattin Duman köşesinde anlatmıştı:
Yazar, eve kırıksız karneyle hiç gelmezmiş. Ablası da tam tersi sürekli takdirname getirirmiş. Babası da ablan gibi olamıyorsun diye yüklenirmiş yazara. Dahası, onu bir odaya hapsederek cezalandırırmış. Selahattin Duman, bakmış ki olacak gibi değil karne almaya bir gün kala hapsedileceği odaya yiyecek stoklar, babası daha bir şey demeden kendisini o odaya atar, birkaç gün onun sakinleşmesini beklermiş.
Karnelerdeki beşlerle birleri aynı kefeye kimse koyamaz elbette. Ancak okul başarısının, hayat başarısının tek anahtarı olmadığına Selahattin Duman'ın kendisi bile iyi bir örnek değil mi? Dünyada okul başarısı düşük; ama hayat başarısı yüksek, okul başarısı yüksek; ama hayat başarısı düşük nice insan olduğu bilinen bir gerçektir.
Okulun görevi eğitimdir, öğütüm değil. Çağdaş eğitimin temel özelliği ayrıştırıcılıktır. AB'nin örgün eğitimin işlevini: "Ne kadar yapabiliyorsan o kadar dene anlayışıyla bireyin kendinde var olan değerleri keşfetmesini ve bu değerlerin ancak toplumla bütünleşebildiği an anlam kazanacağını kavramasını sağlamak." olarak belirlemiştir. Bu nedenle orada öğrencileri yetenek, ilgi ve becerileri doğrultusunda hayata hazırlamak esastır.
Bizim sistemimiz ise eleyicidir. Biz "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" mantığıyla eleğin üstünde kalabilenlere taht ve baht bağışlarız. Elenenlere de başının çaresine bak, deriz. Durum böyle olunca da anne babalar daha iyi bir gelecek sağlamak adına sıkıştırırlar çocuklarını. Bu, bazen tekeden yağ çıkarma çabasına dönüşür. Bunalır çocuklarımız, ailelerimiz. Değer yaratma çabası, bakarsınız ki değersizleştirmeye dönüşmüştür.
"Oku da kurtar kendini!" Bu "kurtarma"nın içeriğinde ekonomik güvenceyi yakalamaktan başka hiçbir değer yoktur. Oysa eğitim, kaliteli bir yaşam üretmek için değerler kazanma aracıdır. Bunun için mutlaka bilim adamı, sanatçı, doktor, mühendis olmak gerekmez. Kişi, kendini en iyi ifade edebildiği biçimde yaşarsa kaliteli yaşamı yakalayabilir. Karnedeki notlar çocuklarımızı değerlendirmenin gerçek aracı değildir. Notlar değişir. Yeter ki çocuklarımız sevgi, güzellik, sağlık, emek gibi evrensel değerlerden yoksun bırakılmasın. Onlar, bilgiyi birikime ve bilince dönüştürmenin yolunu bulacaklardır.
Sanat merkezi kentlerinden birinde, bir çocuğun gözleri vitrindeki tablolardan birine takılır kalır. Tabloyu çok sevmiştir; ama tablo oldukça pahalıdır. Buna karşın o, tabloyu almayı kafasına koyar. Onu doğum gününde ağabeyine armağan edecektir. Bir iş bulup para biriktirmeye başlar. Fırsat buldukça da resmin orada durup durmadığına bakar.
Ağabeyinin doğum günü gelmiştir. Galeriye gider, tabloyu bir süre yakından izledikten ressamı bulur: "Ağabeyimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm param da bu kadar" der.
Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Ressamın arkadaşları şaşkındır. Biri : "Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar düşük bir rakama sattın?"diye sorar.
Ressam yanıtlar:
"Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim; ancak tüm servetini bu resme verecek kadar değer veren kaç kişi bulabilirdim?"
Değerliyi değersizden ayırabiliyor muyuz? Değer bildiklerimiz, bizim olduğu kadar toplumumuz ve insanlık için de değer mi? Yeni değerler yaratmak için gereken emeği harcıyor muyuz, arınabiliyor muyuz bencilliklerimizden?
Eğitim, bireylere bu becerileri kazandırıyorsa anlamlıdır. Aksi takdirde devletin değer öğüten sisteme, toplumun değerbilmezlerin cirit attığı yığınlara dönüşmesi kaçınılmazdır.
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç BİRİNCİ KARADENİZ SPOR OYUNLARI ÜZERİNE |
|
Dünyanın küreselleşerek büyük bir köy haline dönüştüğü bir çağda yaşıyoruz. Ulaşım ve kitle iletişim araçlarındaki baş döndürücü gelişmeler, dünyayı birbirine bağladı. Artık çok uzun mesafeleri çok kısa zamanda kat edebiliyoruz. Dünyanın öbür yanındaki insanlarla sesli ve görüntülü olarak görüşebiliyoruz. İnsanlar arası ilişkiler ve etkileşimler zamanla daha da girift bir hâl almış durumdadır. Böyle bir dünyada yalnız başına yaşamak ve ferdi hareket etmek mümkün değildir. İnsanlar ve genel anlamda milletler hemen her alanda ortak projeler gerçekleştiriyorlar. Bu birliktelikler rekabeti ve başarıyı da beraberinde getiriyor.
Devletlerarası ilişkilerde sporun yerini ve önemini hepimiz biliriz. İnsanoğlunun var oluşundan bugüne kadar spor önemli bir etkileşim aracı olmuştur. Spor her çağda gelişmiş, zenginleşmiş ve kategorileri artarak bugünlere gelmiştir. Spor hem rekabeti, hem de dayanışmayı artırmıştır. Devletler spor vasıtasıyla birbirlerini daha iyi tanıma ve önyargılardan uzaklaşarak hareket etme imkânı bulmuşlardır. Silahla ve başka yollarla elde edilemeyen diplomasi, spor aracılığıyla sağlanmıştır. Spor dostluk ve barış kapılarını açmıştır.
Bugünlerde Trabzon ve çevresinde çok mühim bir organizasyon gerçekleştiriliyor. Birinci Karadeniz Spor Oyunları merkez Trabzon olmak üzere Giresun, Ordu ve Rize gibi kentlerde gerçekleştiriliyor. Karadeniz Oyunları 2-8 Temmuz 2007 tarihleri arasında Trabzon, Rize ve Giresun'da yapılıyor. Bu spor oyunlarında asıl ağır yük Trabzon'un üzerinde olacaktır. Giresun ve Ordu'da sadece futbol grup maçları oynanacaktır.
Karadeniz Spor Oyunları'nda yarışacak kişiler gençlerden oluşuyor. Çünkü oyunlara 18 yaş altı genç sporcular katılacak. Oyunlara Karadeniz Ekonomik İşbirliği'ni oluşturan 12 ülkenin sporcuları iştirak edecektir. Bu ülkeler, baş harfi sırasına göre, Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya, Türkiye, Sırbistan, Ukrayna ve Yunanistan'dır. Oyunlarda şu branşlar yer almaktadır: Atletizm, basketbol, bisiklet, ritmik jimnastik, okçuluk, taekwando, voleybol, yüzme ve futbol… Ayrıca, gösteri amaçlı olarak bedensel engelliler okçuluk, atletizm ve yüzme branşlarında yarışacaklar. Oyunlarda 1297 sporcu mücadele edecektir. 259 çalıştırıcı, 402 hakem, 90 takım menajeri ve 142 yönetici yer alacaktır. Oyunlar süresince yaklaşık 600 gönüllü yardımcı personel görev yapacaktır. Oyunlar Köyü olarak Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde Yurt-Kur'a ait yurtlar ve çevresi düzenlenmiştir. Konaklama için burası kullanılacaktır.
Trabzon'umuz ilk kez böyle büyük bir uluslararası organizasyona ev sahipliği yapıyor. Bugüne kadar futbolda pek çok dünya takımı Trabzon'a geldi, üstelik çoğu da Trabzonspor'a yenilerek boynunu büküp geri döndü. Fakat Trabzon, futbol dışında böyle büyük bir organizasyona şahitlik etmedi. Bu etkinlik, sporun futboldan ibaret olmadığını da açık seçik gösterecektir. Türkiye'de spor demek, nedense futbol demek gibidir. Ama dünyada hiç de öyle değil. Bunu bu organizasyonda açıkça görmek ve yaşamak mümkün olacaktır. Trabzonlular sporun en mühim branşlarını doyasıya seyretme imkânı bulacaklardır.
Birinci Karadeniz Spor Oyunları'nda değişik il ve ilçelerdeki tesislerden istifade edilecektir. Atletizm için Söğütlü'de şahane bir tesis yapıldı. Basketbol müsabakaları Trabzon 19 Mayıs ve KTÜ Spor Salonu'nda yapılacak. Bisiklet, Hopa-Samsun arasında 6 etap üzerinden gerçekleştirilecek. Güreş, Yomra Spor Salonu'nda Okçuluk, Akçaabat Fatih Stadı'nda Taekwando, Vakfıkebir Spor Salonu'nda Voleybol, Araklı ve Of Spor Salonları'nda, Ritmik Jimnastik, Trabzon Dünya Ticaret Merkezi'nde, Yüzme, Trabzon Mehmet Akif Ersoy Kapalı Yüzme Havuzu'nda gerçekleştirilecektir. Futbol müsabakaları için Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadyumu, Giresun Atatürk Stadyumu, Rize Atatürk Stadyumu kullanılacaktır. Sporun coşku ve heyecanı il ve ilçelerimizi saracaktır. Oyunların açılış töreni 2 Temmuz, kapanış töreni ise 7 Temmuz tarihlerinde Trabzon Hüseyin Avni Aker Stadı'nda yapılacaktır. Bu heyecan fırtınasına tüm Trabzonluları davet ediyoruz.
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
inkıtâ..
dur sevdiceğim dur,
öpme beni kulaklarımdan;
hâlâ dururken Filistinli çocukların çığlıkları kulağımda,
ben nasıl kendimi sana teslim edeyim..
dur sevdiceğim dur,
öpme beni yanaklarımdan;
hâlâ gözümün önünden gitmezken yanaklarındaki şişler,
ben nasıl kendimi sana teslim edeyim..
dur sevdiceğim dur,
öpme beni alnımdan;
çalının köpekleri alnımıza kara çalarken,
ben nasıl kendimi sana teslim edeyim..
Alkım Saygın
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Sıcak yaz günleri aldı başını gidiyor. Serinlemek için nerelere gideceğimizi bilemezken, bizi bir nebze olsun serinletecek soğuk bir şeyler ararız. İşte size hem doğal hem de sağlıklı bir içecek tarifi http://www.evyemegi.com/Icecekler/icetea.htm buzlu çay; yani namı değer ice tea. Hem sıvı ihtiyacınızı giderir hem de içinizi serinletir. Afiyet olsun efendim.
Bu kadarmı? Tabi ki değil. Serinlemek için doğal yöntemlerden bir tanesi de http://www.unilever.com.tr/ourbrands/beautyandstyle/morearticles/serinlik.asp web sitesinde anlatılıyor. Denemekte fayda var.
Size ortak program paylaşımı sağlayan bir program tavsiye ediyorum. Bu programı bilgisayarınıza kurduğunuzda ve internet bağlantınız sayesinde, bu programı sizin gibi kullanan binlerce kişiyle ortak program paylaşımı yapabileceksiniz. Yapmanız gereken öncelikle http://www.limewire.com/ web sayfasından programı indirip bilgisayarınıza kurmak. Paralı versiyon'u tavsiye etmesine rağmen kullanmak zorunda değilsiniz. Ben yaklaşık bir yıldır kullanıyorum ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Program sizden izin alarak paylaşım ağına bağlanacaktır. Daha sonra yapmanız gereken aranacak program veya doküman'ın adını yazarak aramayı başlatmak. Tarama sonuçlarında bulunan doküman'a ait tüm bilgileri ekranda görecek ve bilgisayarınıza indirmek istediğinizi çift tıklayarak indirmeye başlayacaksınız. İndirdikten sonrası size kalmış. Merak edenlere not: Bu program geçmiş dönemlerde yaygın kullanılan "napster" programının benzeri bir işleve sahip.
..Bir sarışın, bir kızıl saçlı ve bir esmer kadın çölün ortasında arabayla yol almaktadırlar. Hava korkunç sıcaktır. Arabanın motoru birden stop eder.
inip baktıklarında, motoru tekrar çalıştıramayacaklarını anlarlar. Mecburen çölde uzunca bir yürüyüş yapmaları gerektiğinden, her biri arabadan bir şeyler alır… Fıkranın devamı için http://www.gulum.net/fikra/bolumler.php?op=goster&id=260
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|