Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.243

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 29 Haziran 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Bir milyar doğru mu?!..


Merhabalar,

Galiba atlattık şimdilik. Şöyle sırtımdan hafif hafif esiyor ya, deymeyin keyfime. Denildiği gibi bir de yağmur yağsın zil takıp oynayacağım. Gelelim gündemin sıcak haberlerine...

Şunun şurasında 23 gün kaldı seçime. Yolda karşılaştığım birkaç konvoy ve sokak aralarına üstüste asılmış parti bayrakları haricinde pek belirtisi yok sanki. Hâlâ ne yapacağını bilemeyen seçmene, ne yapacağını bilemeyen adaylar yol gösteriyor gibi. AKP'yi bundan ayrı tutuyorum tabi. Seçim ekonomisi izlemeyeceklerini söyleyenler kucaklarındaki taşları birer birer dökmeye başladılar. Aylar sürmesi beklenen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin 1 haftada çözüme ulaşması, bir kısım işçinin beklenenin üstünde zam almaları, sendika başkanını bile şaşırtmış baksanıza. KDV indirimi ile başlayan şov ise kuraklık desteği ile sürüyor. Kredilerin ertelenmesi, teşviklerin artırılması gibi önlemler hep bu bir hafta içinde oldu. Hayır bunlarda kötü olan birşey yok. Ancak bu kararları şimdi alıp sefasını sürmek, muhtemel yeni hükümete de cefasını bırakmak pek adil olmuyor. Hoş benimki de laf, böyle gelmiş böyle gidiyor işte. İnsan, uygulamayacağız dedikten sonra sözlerini tutmamalarına alınıyor o kadar. Dedik ya, benimki de laf.

Baykal'dan ilk duyduğumda irkildim. Bir milyar dolara Kuzey Irak'a girmeme garantisi verilmesi tüylerimi diken diken etti. Sonra ayrıntıları öğrenince bir nebze rahatladım. Rahatladım rahatlamasına da, bu şu anki çekingen tavrı başka türlü değerlendirmeme de neden oldu. Evet bu anlaşma, 2003 yılında bizi epeyce meşgul eden bir anlaşmaymış. 1 milyar hibe mi? Yoksa 8,5 milyar kredi mi? diye söylenince hemen hatırladım. Siz de hatırlamışsınızdır. Mecliste epeyce tartışmalar yaşanmış ve imzalanan anlaşmanın parasal maddesi yerine getirilememişti. Bunda, anlaşmayı meclisin onayına sunmayıp, oldu bittiye getiren hükümetin rolü büyüktü. Köşecilerin bir kısımı bu anlaşmanın seçim öncesi gündeme getirilmesini manidar buluyor. Doğrudur ama bu seçim öncesi süreç aynı zamanda askerin 3-4 kere girmek gerektiğini belirttiği, sivil çevrelerin, girilmese bile kararlılığın gösterilmesi açısından meclis kararı alınmasını istediği bir dönem. 4 yıl evvel verilen sözlerin, atılan imzaların bunda rolü var mı yok mu diye sorgulanmasından daha doğal ne olabilir? Hükümet kanadından birkaç hamasi cümleden başka birşey duyulmaması da insanın midesini bulandırıyor.

Bizim medyada pek fazla ilgi gösterilmeyen ama dış basında, siyasi çevrelerde epeyce yankı bulan bir olay var gündemde bu sıralar. Bir Alman oğlanın bir İngiliz kızına ettikleri ilgili ülkeleri fazlasıyla germiş olacak ki, demediklerini bırakmıyorlar. Bizi çok iyi tanımalarına rağmen, bazı Avrupalı parlementerlerin ağzı durmuyor. Adamlar bizde şeriat mahkemeleri var sanıyorlar herhalde. (neden acaba?) Bence Gül Bakan o kısılmış sesiyle şunlara bir bağırıp "Hoop n'oluyor?" demeli. Demeli ki, elalem bizim muz cumhuriyeti olmadığımızı artık anlasın. Hepinize ılık bir hafta sonu diliyorum. Serinkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  UYUYOR MUYDUN?

Şimdi anımsamakta çok güçlük çekiyorum. Kömürhan köprüsünü geçmiş miydik? Yoksa Şehir Gösteren Tesislerinden Malatya'ya doğru mu ilerliyorduk? Uyumuşum. Yolun sonunda kendinden geçip uyumaktan nefret ederim. Yine de olan olmuş, işte… Oysa Diyarbakır'dan yola çıktığımızda biraz kestirmeyi ne kadar çok istemiştim. Yolun ortasındaki beyaz çizgiler beni hipnotize etsin ve uyutsun diye bakışlarımı onlara kilitlemiştim. Hepsi, binlercesi, milyonlarcası otobüsü yalayıp geçmişti de beni uyutamamıştı. Sonra karşıdan gelen arabaları, yolun kıyısındaki direkleri saymıştım. Sabırla, inatla… Ama hiçbir işe yaramamıştı. Param olsaydı uçakla giderdim. Yol çabucak biterdi en azından. Para bir yana benim gideceğim yerde hava alanı bile yoktu. Çok özlemek zamanın akmasını engeller. Yollar bitip tükenmek bilmez. Saatte kaç kilometre hızla giderse gitsin otobüs hep çok yavaş kalır… Gidiyoruz, mola veriyoruz, yeniden yola çıkıyoruz ama kilometreler hiç azalmıyor gibiydi.

Sonra tepeleri, ağaçları, köprüleri saymaktan, tabelaları okumaktan iyece usandığımda uykuya dalıvermişim. Kendime geldiğimde hava yeni kararıyordu. Nerede olduğumu, çantamın otobüsün hangi bagajında olduğunu bile şaşırdım. Otobüsten indikten, uykum hala bedenimi tam terk etmemişken şoförün yanına gittim. "Elbistan'a araba nerden kalkıyor? Biliyor musun?" diye sordum. "Bu saten sonra oraya otobüs bulamazsın." demişti. Demesi kolay ama, ben bu kenti hiç bilmiyorum ki. Nereye giderim, nerede kalırım? Sonra bana bakıp, acıdı sanki. Şeker fabrikasına git en iyisi sen. Pancar getiren kamyonlardan bazıları geri döner. Biri alıp seni götürürse ne ala. Götürmezlerse sabaha kadar buradasın. Kapıda bekçi kulübesi vardır. Ona kendini biraz acındırırsan sana yardım edebilir."dedi arkasına bile bakmadan çekip gitti.

Garajın çıkış kapısına gittim. Orada görevli polise şeker fabrikasının nerede olduğunu sordum. Adam benimle yüz metre kadar gelerek yolu iyice tarif etti. Artık karanlık kente tamamen çökmüştü. Daha önce de onlarca kez olduğu gibi yine yabancısı olduğum bir kentte yapayalnızdım. Kendimi sokağa atılmış, kimsenin özlemediği, istemediği biri gibi hissetmeye başlamıştım. Belki de akşam psikolojimi böyle etkiliyordu. Fabrika bahçesinin ilk davarına vardığımda paslı tabelayla karşılaştım. Bir an için aceleci bir sevincin tuzağına düşüp bütün sıkıntılarım sona ermiş gibi ölçüsüz bir iyimserliğe kapıldım. Kendi kendime "Bundan sonrası artık çocuk oyuncağı."diyordum. Ama kazın ayağı öyle değilmiş. Çok geçmeden anlıyordum.

Şeker fabrikası duvarı boyunca hevesle, aceleci adımlarla yürümeye başladım. Yarım saat yürüdükten sonra varmayı beklediğim kapıya bir türlü ulaşamamıştım. Yorulmuştum, ter içindeydim, omzumdaki birkaç kilogramlık çantam sürekli ağırlaşıyordu. Yürümeye başladıktan yaklaşık bir saat sonra ışıklar, kamyonlar ve geceye aykırılık oluşturacak denli canlılık yüklü kapıyı gördüm. Yorgunluğum o an uçup gitti. Her adımda azalmaya başlayan hevesim geri döndü. Adımlarımı hızlandırdım.

Kapıdaki bekçi kulübesinin önünde yaşlı bir amca vardı. Ona Diyarbakır'dan geldiğimi, Elbistan'a araba olmadığı için burada kaldığımı anlattım. "Kamyonculara söylersem beni götürürlermiş." dedim. Adam beni bir kez daha tepeden tırnağa süzdükten sonra " Tamam o zaman, kapıdan çıkan kamyonculara söyle de götürsünler." dedi. Çekti gitti. Adam bir şeye bozuldu, anladım ama neye? Ne yanlış yaptım acaba? Bir saat kadar orda öylece bekledim. Birkaç kamyoncu yanımda durdu. "Elbistan'a gitmek istiyorum." dedim. Hepsi de gitmeyeceklerini, bu gece Malatya'da kalacaklarını söylediler. Bekçi insaf edip yanıma geldi. Elinde bir bardak çay vardı. Çayı yudumlarken kimim, nereliyim, ne iş yapıyorum sohbeti başladı. Konuştukça açıldık, yakınlaştık. Boşuna dememişler insanlar konuşa konuşa hayvanlar koklaşa koklaşa diye… Sonra bekçi ağzından baklayı çıkardı. "Seni göndereceğim ama acele etmeyeceksin. Tanıdığım biri var. Senin onun yanına veririm. Gece yarısına doğru." Bu birkaç saat daha bekleyeceğim anlamına geliyordu. Olsun, önemli değil, beklerdim. Nasılsa bir yere gidemiyordum. Bekçi Mansur saat gece yarısını geçtiğinde sözünü tutup beni upuzun bir tır kamyona bindirdi ve şoföre emanet etti. "Oğlana gözün gibi bak. Akrabamdır."dedi. yola çıktık…

Bedava yolculuk diye bir şey yoktur. Bilenler bilir. Birisi sizi arabasına bindirdiğinde sohbet olsun diye almıştır. Yol eğer uzunsa hayat hikâyeniz kısa kalacaktır. Oysa yol bitmeden sohbet bitemez kuralı vardır. Öyleyse bütün yaratıcılığınızı işe koşmanız gerekecektir. "Adın ne?" ile başlayan sohbet sürekli kör bir kuyuya akar. Nereye gittiğini anlayamazsınız. Bu konuşmaların içinde sık sık "Sohbet edecek birinin olması ne güzel. Yolun nasıl geçtiğini bile anlayamadım." diyalogu kurulması zorunlu cümlelerdendir.

Tırın şoförü hayatının roman olduğuna inanan insanlardan biriydi. Roman ne diye sormayı çok istedim ama terslik yaparsam beni arabasından indirirdi. Sorularımı kendime sakladım. Benim fabrika bekçisi Mansur'un akrabası olmadığımı gözüme bakar bakmaz anlamış. Çünkü hayatı roman adamlar soru sormazlar. Adamın gözüne baktıkları karşısındakinin ne menem bir şey olduğunu bir çırpıda anlayabilirlerdi. Ama hakkını teslim etmek gerek işi kolay değildi. Üç çocuğunun hepsinde, anne ve babasının cenazesinde bile bulunamamıştı. Çünkü o hep yollardaydı. Sohbet ilerledikçe akraba çıkmaya bile başlamıştık. Karısı bizim oralıydı. Neyse ki kayın pederini tanımadığım için son anda akrabalığı ıskalamıştım.

Saat sabahın ikisini biraz geçerken dağ başında bir kamyoncu lokantasında durduk. İkimize de ızgara, rakı söyledi. Ben içki içmiyorum deyince bir iki mırın kırın etti ama fazla da üstelemedi. Elbette deli divane olmasam da arada sırada rakı içiyorum. Yol arkadaşlığını içki muhabbetine çevirirsek Elbistan'a ulaşmamız birkaç gün sürebilirdi. Veya sonsuza kadar ulaşamayabilirdik. İkinci kadehine su koyarken yüzüme baktı. "Boşuna korkuyorsun. Seni evine sağ salim götürmek boynumun borcu. İki kadeh bana dokunmaz. Korkma,"dedi. Söyledikleri bir işe yaramadı. Rakı kadehinin onun ağzına her dikilişinde korku ve endişe dozum biraz daha yükseliyordu. Burası onun uğrak yeriymiş. Her geçişte burada durur yemek yer, rakı içer ve iki saat dinlenirmiş. Neyse bu gece benim yüzümden acelemiz varmış. Yeniden yola çıktığımızda şoförlüğü rakıdan etkilenmemiş ama kişiliği etkilenmişti. Bir saat önceki ağır abi şimdi şarkı türkü söyleyen sanatçı ruhlu bir insan oluvermişti. Bu hali önceki halinden daha iyiydi. Çünkü torbamda yolun metrajına denk uzunlukta öyküm kalmamıştı.

Sağ olsun, sabahın ilk ışıkları yıldızları soldurmadan Elbistan'a girdik. Yolculuk sırasında beni evime sağ salim teslim etmek konusunda bir takıntı geliştirmişti. Sokağımı, evimi sormaya başladı. Şuradan dön, şuradan geç, buradan dön gibi talimatlarla sokağın başına kadar geldik. Abi, ilerde dönülecek yer yok deyip orada vedalaştık. Beni indirdikten sonra dönerken kamyonun kornasına bastı. Ne biçim kornaydı bilmiyorum. Sanki sokağın bütün evleri sallandı, şehri ayağa kaldırdı.

Kapıya yürüyüp zile bastım. Bir kez. iki kez, üç kez… Evden çıt çıkmıyordu. Ellerim ayaklarım titriyordu. Bunca sıkıntıdan sonra ya evde yoksa? Sürpriz kim, sen kimsin? Keşke bir hafta önce mektup yazsaydım. Geleceğim deseydim. Kapıdan uzaklaşıp evin pencerelerine baktım. Perdeler kapalıydı. Neredeyse sinirimden ağlayacaktım. Tekrar kapıya dönüp zile bastım. Hala çıt yok. Bu saatte başkasını da rahatsız edip soramazdım. Geri dönüp gitmek istiyordum. Ama bu saatte nereye gidecektim? Neredeyse bütün umutlarım tükenecekken demir kapının sürgüsü açıldı. Sonra da parmaklıklı küçük penceresi… "Sana geldim." dedim. "Zili çaldım ama duymadın. Yoksun diye çok korktum… Uyuyor muydun?" Sarıldım, şaşırmıştı ve bedeninin yarısı hala uyuyordu…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


BİZE AŞKA ADANMIŞ KENTLER KURMAYI KİM VAAT EDER?

Milas'tan Muğla'ya giderken uzun süre çamlar arasında yol alırsınız. Arabanızın pencereleri açınız. Ciğerlerinize reçine kokuları dolsun. Çünkü az sonra bir yokuş başına varacak, solunuzda alt üst edilmiş dağları, önünüzde bacaları zehir püsküren o ünlü Yatağan Termik santralini göreceksiniz. Aşkı, kavgaya, savaşa yeğleyenlerdenseniz az ilerde gözünüze ilişecek Stratonikeia levhasından sola sapınız. İnanıyorum ki sizi Kraliçe Stratonike ve Bey kızı Saide Hanım'ın ruhları karşılayacak; içimizi karartan kin, kavga, savaş, tüketme, yok etme duygularını sandıklara kilitlemeniz için yol gösterecektir size.

Ben her fırsatta uğrarım bu kente. Bu terk edilmiş kentin sokaklarını dolaşırken kendimi değerlendirmeye çalışırım. Kentlerin bile öldüğünü, haritadan silindiğini görmek, aşkın, sevginin gücünü anlamak için en ideal yer Stratonikeia.

Radyoda hangi politikacının kime ne dediğini anlatıyor sunucu. Yenir yutulur sözler değil bunlar. Birbirinin açığını yakalamaya çalışmak, pireleri deve yaparak rakibini suçlamak… siyasetin dayanakları bunlar olmamalı. Bana Osman Cemal Kaygılı'nın bir romanını anımsatıyor bu siyaset dili. Onlar 70 milyonluk ülkeyi yöneten ya da yönetmeye talip olanlar değil mi? Bir toplum önderi, bir başka önderin saygınlığını böyle hiçe saymamalı bence.

Hava, haza ateş. Sonunda çınarın gölgesine sığınabildim. Bir zamanlar bu meydanda pazar kurulurdu. Meydan çevresinde de bakkal, fırıncı, lokantacı, terzi, berber, ayakkabı tamircisi, demirci dükkânları vardı. Bu çınarların altı insan doluydu. Köşedeki kahvenin müşterileri burada yer bulamazsa içerde otururdu.

Meydanı çevreleyen dükkânların yerleri bile belirsiz artık. Çevrede kimseler yok. Bir kertenkele yıkık duvardan başını uzatıyor. Dal öğlende buralarda ne aradığımı soruyor. Yaşamı kutsayan aşkların izini sürüyorum, diyorum. Hemen önüme düşüyor. Antik tiyatroya götürüyor beni. Koro, hâlâ orada olmalı:

Bu gece ay, ilk dördün
Uyandık,
Ve bağışlamayı gördük.
Gümüş bir ırmak gibi
Aktık çağdan çağa
Adına kentler bağışlanan aşklarla.

Şimdi şu narçiçeklerini şiire yatırsam; yalanları, talanları ve bencillikleri göçüklere gömsem. Aşkı sevinçle belesem.

Hepsi bir ceviz gölgesine sığınmış. İhtiyar Seleukos, oğul Antioghos, şair Menippos ve adına bu kent bağışlanan Stratonike.

Menippos, sözüm sende diyor, anlat öyküyü Eğer ben anlatırsam saatlerce burada kalır okurların.

Söylence değil,. üvey annesi Stratonike'ye aşık olan Antioghos'un aşkından yataklara düşmesi. Bir kahinin Kral Seleukos'a bu sırrı söylemesi ve Seleukos'un oğluyla karısını evlendirmesi ve Antioghos'un, Stratonike adına bu kenti kurması. Bakmayın böyle virane olduğuna. Onun böyle olması, bizim yok etmeden var etme becerimizin olmamasından.

Kulakları çınlayası Dirk Jansen'in buraları gezerken, Belçika'da böyle bir yer olsa buradan elde edeceğimiz turizm gelirleriyle Güney Afrika'nın kömürlerine el koyarız demesini nasıl unuturum ki! Şimdi bağışlamak değil, yok etmek, tüketmek zamanı…

Ey kadir kıymet bilmez hercai
Bir kez olsun aşk ayazmalarında yıka sesini
Bir kez olsun özüne dönsün yüreğin.

Meclis (bouleuterion) binasına yöneliyorum. Girip taş basamaklara oturmalıyım. Herkes kendi demokrasisini anlatıyor bugünlerde. Ben de "Demokrasi"ye yoğunlaşmalı, geçen zamanda demokrasi bizi ne denli olgunlaştırdı, biz ne değerler yükledik ona, tartmalıyım.

Burnuma pis kokular geliyor. Kendimi zor atıyorum dışarı. Kokunun kaynağı yan taraftaki dam. Kapı ağır ağır açılıyor. İçerden üstü başı perişan bir adam çıkıyor. Bu yaz sıcağında bu meclis binasında ancak bir aklı evvel dolaşır diye düşünüyor olmalı ki selam bile vermeden içeri kaçıyor. Kertenkelemi görüyorum. Meclisin yıkık duvarlarının üstünde bir oraya bir buraya koşturuyor. Kuşkum yok, buraların gerçek sahibi o. Bu yüzden adım adım izliyor beni.

O sarı boyalı ev az ötede. Varıp kapısına dayanmadan, o asma çardağın altında onunla bir kez daha söyleşmeden dönmem.

O dev çınarların altında görmüştüm ilk kez onu. Ne zamandır konuşmak istiyordum onunla. Beyler döneminin sona ermesinde ne denli etkili olduğunun farkında mıydı acaba?

Tarlaları tokatları bir bir elden çıkaran beyler bıllalar, çoktan başka kentlere göçmüş, Saide Hanım ölmüştü. Köylülerden bölük pörçük öğrenmeye çalıştığım o müthiş aşk öyküsünü, diğer kahramanının ağzından dinleyecektim.

Bütün toyluğumla sokuldum. Selam verdim. Babacan bir tavırla selamımı aldı.

- Sizinle görüşme yapabilir miyim, diye sordum.

Ne görüşeceksin benimle, demedi.

- Sen kimin oğlusun, diye sordu.

Meltem sokakların bin yılların aşındıramadığı mermerlerini okşamaya başlamıştı. Yine bu yoldan geçmiş, sarı boyalı evin kapısını çalmıştım. Avlu kapı kapalıydı. Kapının tokmağını tıklatır tıklatmaz iki köpeğin hırlamalarıyla irkilmiştim. " Yaat!" demişti, buyurgan bir sesle. Köpek sesleri kesilmiş, kapı açılmıştı. Buyur, demişti, geç asma çardağın altına otur.

Az sonra gelmiş, öpmem için elini uzatmıştı. Silahını çıkarıp mermer masaya koymuş, gözüyle mermer masadaki meyve sepetine yerleştirdiği bahçenin en güzel meyvelerini işaret etmişti.

Çiyen oymağından Kara Süleyman ve Teslime Kadın'ın oğlu Yörük Hasan, Milli Mücadele kaçkını Topal Muhammet'i yakalayan Deli Hasan, Murat Bey'in şoförü Hasan Efendi ya da Saide Hanım'ın aşkı Hasan Bey.

"Askerden geldim, işsizim. Beyin traktörü yolda kalmış. Traktörü onarıp beyin konağına götürdüm. Kim bilir, bey, sen ustasın, gel çalış yanımda, der belki. Nerde, teşekkür bile edilmedi. Yıkıldım... Suç mu Yörük oğlu olmak?"

"Hava sıcak karnım aç. Su içersem açlığım yatışır belki, dedim ve Harmanyeri kuyularına gittim. Çam gövdesinden oyulmuş kovayı başına diktim. Hemen ötedeki ahşap konak bütün ihtişamıyla gözüme ilişti. Ahşap konak mı? Yok yok penceredeki güzel..."

Günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. İşsizim. Bir gün bey seni istiyor, dediler.
"Hangi bey?"
" Murat Bey."
Murat Bey o ahşap konağın sahibi. Durur muyum hiç?

"Kalp, aşk atına binmişse bir kez, sağrısı tersiz olmaz."

"Ben bir puhu kuşuydum incir ağacında. Saide Hanım dokundukça udunun tellerine içimden fırtınalar geçerdi. "

22 Temmuz 1930. Beylerin kapıları sıkı sıkıya kapanmıştı. Köylülerse sokaklarda göz ucuyla konuşuyordu.
" Saide Hanım kaçmış."
" Hasan mı?"
" Hıı, hı."
" Vay be!"
" Helal olsun yörük oğluna."
Kim demişti: "Biz beyiz, bize kimse yan bakamaz. Bakarsa eninde sonunda bedelini ödeyeceğini bilir."

O asma çardağının altındaydılar. Seleukos, Stratonike, Antioghos, Saide Hanım, Yörük Hasan. Sanırım Menippos yoktu aralarında ya da ben Menippos'tum.

Şimdi vaat zamanı. Haydi, dedim, sesimize sesler ekleyelim. Belki kavgalara, savaşlara tutsak ruhları sandıklara kilitlememiz için birileri aşka adanmış kentler kurmayı vaat eder bize.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,579,579,579,579,579,579,579,579,579,57
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


Neslihan Güzel

 Kahveci : Neslihan Güzel


  İSTANBUL

"Belalı bir med cezir bu şehir. Uzağındayken onu düşünmeden yapamadığım, içindeyken kendimi ondan uzaklaştırdığım örselenmiş bir aşk gibi daimi bir çekişme, didişme, mücadele."
Elif ŞAFAK

Mayıs ayının, sıcak günlerinin birinde, Halkalı durağına geldim. 11.15 treninin kalkmasını bekliyorum. Jetonumu attıktan sonra, boş banklardan birine oturdum…
Bugünün pazar olmasından dolayı etrafta kimsecikler yok. İstasyon suskun…
Durduğum yer, Kapıkule sınır kapısına çok yakın, buradan sınır levhalarını görebiliyorum. Etrafımda levhalarla, bolca eski vagonlar var. Terkedilmiş, kendi haline bırakılmış, paslı vagonlar.
Kuşların cıvıltılarını duyup, kelebeklerin kanatlarındaki benekleri, buradan sayabiliyorum.
Şimdi, beyaz kanatlı, zarif bir kelebek, kanatlarındaki siyah beneklerle, kulağımın dibinden geçti…
Sıkıntıdan ayaklarımı sallamaya başladım. Etrafa bakıyorum, kimse yok. On beş dakika, bir türlü geçmek bilmiyor. Bankta ki çizikleri saymaya başladım bir, iki, üç, dört diye. Sonra kalktım trenin geldiği istikamete doğru, bir kaç metre yürüdüm. Üfleyip, püfledikten sonra tekrar kalktığım koltuğa oturdum, etrafıma bakınmaya devam ettim. Boş vakit geçirmek, ne kadar da, zormuş diye düşündüm.
Sonra trenin rayları döven sesi geldi kulağıma.
Trenin durmasıyla beraber, en son vagonun, arkasında bulunan, tek kişilik koltuğa oturdum. Seçtiğim yerin, denizi görmesine dikkat ettim. Mavi koltukların sertliği ve camların toz içinde olması, beni çok rahatsız etti. Bir kaç kez ardı ardına hapşırdım.
Trenin kalkmasıyla beraber, pencerenin tozlu camlarından, manzaralar geçmeye başladı bir bir.
Yol boyunca, etrafta ki evleri inceledim. Balkonları, düzensiz çamaşırlarla, süslenmiş olan evleri…
Bazı yerlerde evler, o kadar aşağıda kalıyordu ki, sanki insanlar çukurun içine düşmüş gibi görünüyordu…
Bu şehrin sokaklarında, eski Türk Filmlerin nostaljileri de vardı, Holuvut'un yıldızları da…
Ağaçlarla dolu olan, sarmaşıklı bahçeleri, molozdan yapılmış, eski evleri gözlerimle selamlıyorum…
Bazı yerlerde evler o kadar yıpranmış ve eskiydiler ki, trenin gürültüsünden, yıkılacaklarını sandım.
Deniz bugün çok hırçındı, her zaman ki sakinliğinden eser yoktu. Öfkesinden rengi lacivert olmuştu, sanki sinirli biraz da kuruntuluydu. Dalgaların kayaları ne kadar da hızlı dövdüğünü, buradan görebiliyordum…
Karşımda oturan kadın, bana yarım ağızla, belli belirsiz gülümsedi. Ben de ona aynı şekilde gülümsedim. Ama hiç konuşmadık. Bazı insanlar birbirlerini ilk görünüşte sever ya, galiba kadında beni sevdi, bana kanı ısındı.
Camdan dışarıya bakıyorum, molozların arasına sıkışmış olan yosunlar, bana göz kıpıyor ben de onlara göz kıprıyorum. Eski yıkık binaların arasından geçiyoruz, içimden Sirkeci'ye az kaldı diyorum.
Sonra düşünmeye başlıyorum. Ne garip bir şehir bu diye?
Ne kadar karışık, ne kadar esrarengiz, bir o kadar da, eşsiz.
Kısacası "ne onunla, ne de onsuz"

Neslihan Güzel
www.neslihanca.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  200'lü bir Yazı

İkiyüzlü olmamalı 200.yazı, yalın olmalı, yazara değil okura bakın denmeli, belki ikiyüz kadar yazın değeri taşımalı, belki de ikiyüz yazının sığdırıldığı beş senelik külliyata uygun olarak kalın olmalı. En iyisi; 100'ü suyu hürmetine gülümsetmeye yakın bir durum arzetmeli, mümkünse ikiyüzlü ve bihassa oynak kelimelere akın edilmeli. Tutunacak bir dalın, anlatacak bir anın, bir hikayen ya da bir masalın olmalı...

Belki...

En sevmediğim 200'lü kelimelerin başında gelir bu belki. Belki de; Matematik kökenli olmamın olumsuz etkisi sözkonusudur bu "Belki" gibi ne idüğü belirsiz, kişiliksiz kelime karşısında. Kısacası hiç sevmem, zira; bütün "Belki" sözcükleri ya "Evet" ya da "Hayır" şeklinde, hepimizin tereddütsüz anlayabileceği bir kimliğe eninde sonunda dönüşecektir.
- Yarın, 14:00 matinesine filanca filme gidelim mi ?
- Belki...
Yarın olur, saat 14:00 olur, ya filmi izlemeye gelmişsindir ya da gelmemiş. Evirmenin, çevirmenin, malum 3'lü gibi kıvırmanın ne manası var ? Daha kötüsü; hem olumlu hem de olumsuz durumlar için ayrı ayrı senaryolar üretmek durumunda kalacaksın dostum ! Bu kadar çetrefilli yaşama değer mi ? Ya "Evet" de, ya da
"Hayır", ne kendine işkence et, ne de başkasına.

Evet ama... Hayır ama...

Bu biraz daha dansöz bir tavır. Öncelikle; işin olumlu ya da olumsuz yanını ön plana çıkarıyor ama hala bazı işkillikis durumlar gündeme gelebilir pozlarında bir yaklaşım. Bence; "Belki" kılıklı bir yaklaşımdan daha tehlikeli bir pozisyon. Belki de; daha esnek ve/veya kaypak bir durum şavullanırken, önce olumlu ve fakat arkasından "Kimbilir ne menem bir mazeret çıkacak" kaygısı ağır basan bir tablo. Ya da zaten olumsuz ama due bakalım
- Herkes 30 YTL verir ise; şöyle şöyle birşeyler yaparız, ne dersin ?
- Evet ama... Hayır ama...
Şeklinde bir yaklaşımla; "Diğer katılımcıları da görmekte fayda var, ne olur ne olmaz !" anlayışının 200'lülüğe daha fazla yaklaştığına tanık olabilirsiniz. Şartlı refleks gibi bir durum. "Olaya olumlu/olumsuz bakıyorum ama ciddi endişelerim var ve kendime göre her olumsuz/olumlu gibi gözüken bir neden varsa, her an kıvırabilirim, bana güvenme !" mesajının gizli özne olarak vurgulandığı bir cevap. Bana göre ne şiş yansın ne de kebap !

Bilmem ki...

Haydi buyrun, burdan yakın.. Bence sakın ha sakın ! Çabuk düşünememe sendromu. Eve gidince; konuyu ansiklopedik olarak araştıracak bir tavır. Hani, önüne "Ilımlı" sözcüğünün konuşlandırıldığı ve fakat sonucun ne olabileceği hakkında hiçbir teori üretemeyeceğiniz bir koruma sistemi. Sağlam olsun diye önce etrafımıza devasa bir kabuk örüyoruz, sonra da bizi anlamalarını bekliyoruz.
- 22.Temmuz günü oyunu kime vereceksin ?
- Bilmem ki...
İnsaf yani, hiç mi ölçüp, biçmedin be kardeşim ? Anketlerde; kararsızların oyunun %30'larda gezindiği bir ülke olarak tam bize göre bir savunma. Bir farkında olamama vakası. Bu hiç mi hiç inanamadığım bir durum. Bunu engellemenin yolu; seçenekleri birer birer ayıklamak, 5 seçenek mi var ;
- A mı, B mi ?
- A...
- C mi D mi ?
- C...
- A mı C mi ?
- A...

Bu kadar kolay ise neden kasım kasım kasar insanoğlu, anlamak mümkün değil ..!

Sonuçta; 100'süz olmanın dayanılmaz hafifliğini, 200'lü olmanın dayanılmaz ağırlığı ile tartmaya kalkmanın bir faydası olacağına zerre kadar inanmamışımdır. Bu 100'den; 100'ünüzden yarınlara umut dolu gülücüklerinizle en büyük kanıtı, 200'ünüzden de aynı yanıtı beklerim.

Benim için en güzeli; 5 yılı aşkın bir sürenin sonunda; 200. yazı eşliğinde, sizlere olan sevgilerimle birlikte klavyenin tuşlarında gezinebilmenin dayanılmaz keyfi...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


KILINCI KIRILMIŞ KAVGALARDA YARALI

türküler söylerdim
gün kızıl güllerle donatırken denizi
ay düşerdi enginlerin rahmine
kaç bin yıl sesimle evcilleşmiş dalgalar
gayri bir eski tahta bile vuramaz kıyılara
kaç ömür geçirdiğim kalyonlardan
şimdi parmak uçlarımda okyanuslar uğuldar
tenini bir kadın gibi okşadığım sulardan

türküler söylerdim
deniz tanrılarının öfkesi körelirdi
sirenler susardı sevdamın avazına
kıyıya vururdu deniz kızları
kalbimin tüm yelkenleri rüzgar
altımda kıvrak kalçalarıyla dişi dalgalar

sevdalar korsanıydım
tekinsiz adalarda
arpımın tellerinde de hey yar hey yar
güneş sevda yumurtlar
sen ki aşktın
şu beni savuran
zındanlara-şarkılara

sularla konuşan
deli bir simyacı diye
kovulduğum limanlarda
karavaşlar satılırda
ve yağmalanırdı
meşin derili hayat
aşk ki hep
kılıcı kırılmış kavgalarda yaralı
ağlardı
her kölenin bakışlarında

suyun derisi kavlar
ben ne zaman ah etsem
ne zaman avuçlasam denizin kalçasını
çalkalanır gövdesi
beni şehvetle sarar
sevdalara sarılmadan
milat yazılmaz derdi
bir yaşlı forsa
deniz hasret ve ben
kaldık işte
neye yarar

yılan gözlü
çiyan elli
çapulcular dolaşmış
çengel parmaklarıyla
kalbimi deşmek için
yedi iklim
yetmiş rüzgar
bellidir kalbimin eşkali
ben hayata sürülmüşüm
en eski söylencelerde adım
yedi denizlerin dışarı attığı korsan

kırılmış gemilerin
son tahta parçası
hasretim okyanuslardan dipsiz
maceram göklerden derin

gahi çilelerin narına düştüm
“yandım gitti ala karlı dağ iken”
gahi muhannetin zoruna düştüm
yardım ferhat ferhat zulum dağları
hayat dedikleri ahmış amanmış
sele gider en sevdalık çağları
ömrü hasretlere bölen devranlar
sabrım kaleleri taştan demirden
eridi kalmadı yürek yağları
ne aşklar gözyaşı selinde kaldı

kendi Leylasına Mecnundur her can
madem kula kulluk elinde devran
bazan Şirin ferhat aşkına yanan
gayri Leyla bile oldu bir yalan
alınıp satılma çölünde kaldı

yavru şahin nere gitse sızılar
satılmış gâvura dağlar yazılar
bin yıllar aşarak gelen kevranlar
menzilsiz sahipsiz kalmış bozular

kilimlere kirkit kirkit dokunan
kadim destanların ilmiği kopmuş
yaylanın yolunda kağnı böğründe
destanlar yaratan kadim sevdalar
zulum ikliminin yelinde kaldı

sevdalar hakkınca yaşansın diye
namertlik kapısı kapansın diye
kuru dağda gür ormanlar misali
güzeli gönüller yaratsın diye
diken çöllerinden yaya gelmişim
altı okka yürek yoktan sayılmış
kahpelik çağından sumsuk yemişim

yar yaptım ben kara kuru Leylayı
Şirin ateş olmuş cehennemden zor
zincirleri sevda ile deldim ben
yadeller yüreği pazara sürmüş
koptu kolum yarin belinde kaldı

ayrılık gurbetlik yokluk yoksulluk
kara sevda hicran çile harmanı
merhem diye tuz doldurmuş yarama
yürek parçalanıp iki şak oldu
bir parçası yarin elinde kaldı

dağlardan kayalar gibi
ömrümüze heyelan oldu zaman
acısı görülmemiş yıllar denedim
kıraç dağlar ıssızında
kuş uçmaz kervan geçmez acıda
serpilmiş yalnızlığa bir avuç köyler
avaz et
zamansız mekansız sonsuzda
bir cana erişmez sesin
hükmetmez yalnızlığa orada
saltanatın
asaletin
yarattığın küçük dağlar
büyür umman olur hiçliğin
deli girdaplarda
karınca bile değilsin

an kanar
ve kopar
bir başka andan
iki an arasında
aşılmaz sonsuzdur zaman
bilirim
geçilmez yollar denedim

iki odun parçasıydı aşk
ilk insanın sürterek tutuşturduğu
kav ve çakmak taşındaydı
bir kıvılcımla başlayan

sahi siz
kaç kıvılcım kurban ettiniz

çöllerde denedim ki kays
aşkın diğer yakasındaki korkak
düştüğü sularla bir kurudu gölgem
yanıldı şak şak
huşu içinde şairler geçti
uşşak-ı dil figar
geçti şuara-ı azam
sözcüklerden labirentler kurarak

kanayak bozkırlarda
yırtık mintanlı hayat
savrulup giderken
kendine batan dikenler gibi
kan ve revan
şairler geçti saltanat sofralarından
saf saf
huşu içinde
hışımla
taşaklarında şehvet

ceplerinde kasideler dolusu kese
süt beyaz aydınlığında sadabad
süt beyaz çifte kayıklar
süt beyaz servi hıraman aheste
mumdan parmaklarımda lâ’l dolu kâse

çöller denedim ki orada
şimdi bir kum tanesidir savrulan saltanatlar

böylesine bir dünya
insanlıktan çıkmışsa
korkmam gayrı demişim
sığınıp yalnızlığa
kara ada
kızıl burun
sevdalı göz kıyısı
beladan belaya çıkmışım
kaçtır ki
kavgalar kaybetmişim
sulara diz çökmüşüm
bütün gemilerimi
kaç kez yakmışım
hep yenilmiş kalbimi
suların
suratına çarpmışım
korsanım dalgalarda
korsanım belalarda
korsanım sevdalarda

ya dalgalar alsın beni bir türküm kalsın
yada gayrı aşklar benim mekanım olsun

madem hayat
sonsuz umman
dağlarda şaki olup
yanayım yıldızlarla
sularda yakamozlar türküm olsun
zulumsuz doğsun diye ay
büyüsün diye başak
yürüsün diye
zincirini kıran hayat

bin yıl daha
bin yıl daha
ne efendi
ne köle
bin yıl daha
ben şaki olayım dağlarda
ve cümle sularda korsan
bin yıl daha
öle öle

Adnan Durmaz

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Sıcak yaz günleri aldı başını gidiyor. Serinlemek için nerelere gideceğimizi bilemezken, bizi bir nebze olsun serinletecek soğuk bir şeyler ararız. İşte size hem doğal hem de sağlıklı bir içecek tarifi http://www.evyemegi.com/Icecekler/icetea.htm buzlu çay; yani namı değer ice tea. Hem sıvı ihtiyacınızı giderir hem de içinizi serinletir. Afiyet olsun efendim.

Bu kadarmı? Tabi ki değil. Serinlemek için doğal yöntemlerden bir tanesi de http://www.unilever.com.tr/ourbrands/beautyandstyle/morearticles/serinlik.asp web sitesinde anlatılıyor. Denemekte fayda var.

Size ortak program paylaşımı sağlayan bir program tavsiye ediyorum. Bu programı bilgisayarınıza kurduğunuzda ve internet bağlantınız sayesinde, bu programı sizin gibi kullanan binlerce kişiyle ortak program paylaşımı yapabileceksiniz. Yapmanız gereken öncelikle http://www.limewire.com/ web sayfasından programı indirip bilgisayarınıza kurmak. Paralı versiyon'u tavsiye etmesine rağmen kullanmak zorunda değilsiniz. Ben yaklaşık bir yıldır kullanıyorum ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Program sizden izin alarak paylaşım ağına bağlanacaktır. Daha sonra yapmanız gereken aranacak program veya doküman'ın adını yazarak aramayı başlatmak. Tarama sonuçlarında bulunan doküman'a ait tüm bilgileri ekranda görecek ve bilgisayarınıza indirmek istediğinizi çift tıklayarak indirmeye başlayacaksınız. İndirdikten sonrası size kalmış. Merak edenlere not: Bu program geçmiş dönemlerde yaygın kullanılan "napster" programının benzeri bir işleve sahip.

..Bir sarışın, bir kızıl saçlı ve bir esmer kadın çölün ortasında arabayla yol almaktadırlar. Hava korkunç sıcaktır. Arabanın motoru birden stop eder. inip baktıklarında, motoru tekrar çalıştıramayacaklarını anlarlar. Mecburen çölde uzunca bir yürüyüş yapmaları gerektiğinden, her biri arabadan bir şeyler alır… Fıkranın devamı için http://www.gulum.net/fikra/bolumler.php?op=goster&id=260

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Besame Mucho
Dalida









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070629.asp
ISSN: 1303-8923
29 Haziran 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com