Oy kullan



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.248

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 6 Temmuz 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Herşey karman çorman!..


Merhabalar,

Günün haberi, Anayasa Mahkemesinin reddettiği başvurulardı kuşkusuz. Bu durumda 22 Ekim'de tekrar sandık başına giderek, cumhurbaşkanını halk seçsin mi seçmesin mi diye oy vereceğiz. Bana kalırsa sonucu belli bir referandum olacak. Katılanların en az yüzde ellisinin biz seçelim diyeceğinden adım gibi eminim. Nedenlerini zamanı geldiğinde konuşuruz. 22 Temmuz asıl şimdi önem kazandı. Erken seçime neden olan olayların meşruiyetini ispat etmesi için tek yol bu iktidara tekrar aynı senaryoyu yazıp oynama şansının verilmemesi olacak. Çünkü 22 Temmuz, 22 Ekim arasında geçecek o üç ay, ya gerekli düzenlemeleri yapmak için bir fırsat olacak ya da bu fırsatı kaçırıp başımıza gelecekleri seyretmekle yetineceğiz. Öyleyse aklın yolu bir. Birinci öncelik ali kıran baş kesenlere bu şansı bir daha vermemektir. Alelacele bir Cumhurbaşkanı seçilmesine olanak tanımamak ve referandum sonucunu beklemek demokrasinin sağlıklı işlemesi için tek yoldur.

Pek çok farklı yorum dinledim ve okudum. Mesela usule itirazın reddedilmesi nedeniyle, Cumhurbaşkanı seçim turlarını iptal eden mahkeme kararının aksine bu sefer 367 çoğunluk aranmadan toplananılabilecekmiş. Bu da, mecliste salt çoğunluğun, yani 276'yı bulanın, inatlaşması halinde, istediğini Cumhurbaşkanı seçmesi sonucunu doğurur ki, işte o zaman yandı gülüm keten helva. Onun için 22 Temmuz'da kullanacağımız oyların önemi bir kat daha arttı artık. İnce eleyip sık dokumalı, miting meydanlarında haykırılanları sandıkta tam anlamıyla sağlamalıyız. Küçük detaylarla uğraşmak yerine, öncelikleri iyi tespit edip gereğini yerine getirmemiz gerekiyor. Gazamız mübarek olsun.

...

Google'ı seven de var sevmeyen de. Ben bu işi yıllardır yapan biri olarak, sevenlerindenim. Bizlere sağladığı her olanağı sonuna kadar kullanma konusunda da kararlıyım. Bu doğrultuda, az önce yeni bir düzenleme yaptım. Şimdiye kadar Google eposta hesabı almayan ya da ben kahveli eposta hesabı da istiyorum diyen kahvecilere, bizim alan adımızla bu hizmetten yararlanma olanağı sağladım. Dileyen kahveciler, kullanıcıadi@kahveciyiz.com şeklindeki adreslerini alacaklar ve şu anda 2GB'lık Google eposta hizmetinden bu adresle yararlanacaklar. Yani normal Google hesabından tek farkı gmail.com yerine kahveciyiz.com alan adının kullanılması. Şimdi dileyen kahveciler bana seçecekleri bir kullanıcı adını isim soyadları ile gönderirlerse, kendilerine hesaplarını açıp, ilk girişlerinde şifrelerini kendilerinin değiştirebileceği şekilde bildireceğim. Şimdilik otomatik hesap oluşturulması olmadığından bu şekilde yapmak zorundayım kusura bakmayın. Ancak şifrenizi değiştirdikten sonra artık size ait bir kahveciyiz.com adresiniz olacağını garanti edebilirim. Bu iş için editor@kmarsiv.com adresimi kullanabilirsiniz. Daha fazla bilgi almak isteyenler de bana yazabilirler. Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum, esenkalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  KUMSALDAN FOTOĞRAFLAR

- Haydaaa, lan yine ne oldu?
- Berkay , yakala oğlum, koşşş! Denize gitmesin emi….
- Şunu iple bağlasan odmaz sanki. Kaç defa söyledim. Şu çalının dalına bağlasan uçmaz işte…
- Bi susun ya allasen, hay şemsiyenin de anasını… Ben mi estiriyom rüzgari?
- Berkay, getir oğlum, çabuk.

Rüzgâr öğleden sonra başladı. Deniz daha çalkalanmaya bile başlamadı. Simsiyah kumlar ateş gibi yanıyor. Terliksiz yürümenin imkânı yok. Onlar nine, gelin, torun, bacanaklar, kuzenler yarım saat önce geldiler. Şemsiyenin altında herkese yetecek kadar yer yok. Gelir gelmez zaten babaanneyi kumlara gömdüler ve şemsiyeyi başına diktiler. Yemekleri, börekleri, içecekleri, kavunları, karpuzlarıyla tam donanımlı gelmişler. Bir tek mangalları ile rakı, kavun muhabbeti eksik. Hep beraber soyunup dökündüler.

Onlardan sonra öyle kalabalık başka bir grup daha geldi. Önde bıyıklı, göbekli orta yaşlı bir erkek vardı. Gruba kılavuzluk ederek çekip plajın öteki kıyısına götürdü. Sonra orayı beğenmeyip geri geldiler. Moda sözcükle alfa erkeği plajdaki tüm erkekleri gözden geçirip, bayanların gözlerden uzak, rahat edeceği bir yer arıyordu. Üstelik de halka açık, ücretsiz bir kumsalda… En sonunda dolana dolana kumsalın denizden en uzak, sumak çalıları dibinde bir yere konuşlandılar. Bu kumsalın tadını gençler çıkarıyor. İyi de yapıyorlar. Hiç kimseyi dert etmeden istedikleri yere havlularını serip güneşleniyor, gün boyu denizde şakalaşıyorlar. Genelde gençlerin deniz topları, oyun kâğıtları, paletleri, deniz gözlükleri ve kulaklıklı müzik dinleme aletleri yanlarında oluyor. Ve cep telefonları kesinlikle hiç susmuyor.

Bu yıl belki de daha sezonu açmadılar. Geçen yaz arada sırada tesettür mayolu bayanlarda geliyordu. Neden o giysiye mayo dediklerini de bir türlü anlamadım. En yalın haliyle kadınlar kocaman bir poşet giymiş gibi görünüyorlar. Ayrıca bu kadar çok gizlenmeyi istedikleri halde neden kalabalık yerleri tercih ediyorlar. Burada bir sürü sakin koy ve kumsal var. Belki de bir sosyal mesaj veriyorlar. "Biz de varız ve siz bize alışmak zorundasınız." diyorlar.

- Abdullah Gül Sinop'a neden gelmemiş?
- Yalan söylemişler, zaten gelmeyecekmiş.
- Niye yalan söylesinler, Ali Şan geldi ya.
- Ali Şan'ı bizimkiler çağırmış. Meydan kalabalık olsun diye Abdullah Gül gelcek demişler. Sonra da anons ettirdiler. Belediyeden. "Abdullah Gül'ün ilimizi ziyareti ertelenmiştir." diye. Ama yalanmış, zaten gelmeyecekmiş…

Emekliler grubu hep politika konuşur. Bu gün de öyle yapıyorlar. Farklı partilere yakınlık duysalar bile birbirlerini incitmezler. Biraz iğnelerler, laf dokundururlar ama asla kırıcı olmazlar. Onlar kumsala şemsiye, hasır falan getirmezler. Ama kavun karpuz getirip, dilimleyerek paylaşırlar. Kabuklarını da hiçbir zaman kumsalda bırakmazlar. Giderken yanlarında götürürler.

Çocukları ile birlikte gelen kadınlar bizim kumsalın en gürültücüleridir. Sürekli olarak kumlara uzanıp, yerinden bile kımıldamadan çocuklara talimat kusarlar. Onlar uzaktan kumandalı çocuk yönetimi konusunda tam bir uzmandırlar.

- Ezgi, şapkanı başından çıkarma yavrum. Başına güneş geçer.
- Mert, kolundaki kumları temizle bakim yavrum.
- Melisa, çık artık kızım denizden. Dudakların mosmor olmuş. Üşümüşsün artık.
- Selenay, terliklerini getir benim yanıma koy, yavrum…

Çocukların uzaktan kumandası genelde istenilen sonuçları vermez. Sadece onların yakınında denize giriyor veya güneşliyorsanız sizin kocaman bir baş ağrısı sahibi olacağınız garantidir. Denize gelen, baş ağrısına katlanır atasözü de zaten Peru'lular tarafından bu durumu özetlemek için söylenmiştir.

Şimdi yazacağıma inanmayacağınızı biliyorum. Ama bizim kumsalda çiçekler, sebzeler, iki küçük su deposu, dikiz aynası ve birde yaylı yatak var. Kumsalı sahiplenen birkaç amca kendilerine göre ayrıcalıklı bir mekân yaratmaya çalışmışlar. Tepenin yamacına taşlardan alçak duvarlar örerek çiçeklik, özel kum havuzu ve sızıntı suyu biriktiren beton çukurlar yapmışlar. Onlar her gün saat on bir gibi gelip mekânlarına serilirler. Sahiplenmeleri çok abartılı değildir. İsteyen küçük çukurlardan su alabilir ve onların yerine girip oturabilir. Şimdiye kadar kimseyi kovduklarını veya bu nedenle atıştıklarını hiç görmedim. Güneşlendikleri kum havuzunun kıyısında da iki yazdan beri bir yaylı yatak var. Bir yerden bulup getirdiklerini sanıyorum. İçlerinden birinin bazen o yatakta uzanıp güneşlendiğine tanık olmuştum. Bu manzara beni genelde güldürüyor. Su biriktirme çukurlarını önce çeşme gibi düşünmüşler. Ama çok hızlı birikmediği için çeşme akmamış. Musluğun ağzını kapatmışlar. O çeşmenin önünde çukurdan aldıkları suyla deniz faslını bitirdikten sonra duş alıyorlar. Çeşme duvarının uzantısında betonun içine konmuş bir araba aynası var. Duştan sonra ne yapılır? Bilir misiniz? Elbette saçlar taranır?

Ali vur, Hüseyin dur, Ayşe gel, Ezgi koş derken olanlar oldu. Melike oyuncak tırmığın peşinden derinlere gidivermiş. "Aaa kız boğuluyo…" deyip bir genç fırladı. Kızı tutup hemen kenara çıkardı. Kumlara yatırdı. Çocuk henüz çok su yutmamıştı. Korkudan ağlıyordu. Kumsalda ne kadar insan varsa hemen etrafına toplanıverdi.

Aklıevvelin biri uzaktan bağırdı;
- Suni teneffüs yaptırın, ciğerlerindeki suyu atsın.
- Boş verin. Çocuk sadece korkmuş. Boğulmamış ki…
- Annesi kucağına alıp götürdü…

Ben sana dikkatli ol diye kaç kere söyledim dimi kızım? Ama sen laftan anlamıyon ki…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,839,839,839,839,839,839,839,839,839,83
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Yeliz Hısım


CİNSİYETSİZ ÖYKÜ

Üç katlı bir apartmanın orta katının camı açıktı. Bir güvercin camın dışında oturmuş içerisini izliyordu. Sarı boyalı duvarlar yavaş yavaş dökülmeye başlamış, üzerlerine yapıştırılmış olan yazı ve fotoğrafları zor kaldırıyordu. Oda boydan boya bu resimler ve yazılarla doluydu. Pencerenin karşısındaki duvarın tam ortasında bir ayna duruyordu. Bir insan orada oturmuş boş boş aynaya bakıyordu. Güvercin 'bilir' bir bakış attı.

Odamda aynamın karşısında öylece oturmuş düşünüyordum. Üyesi olduğum "Yansımalar" dergisi için İstanbul hakkında bir makale yazmam gerekiyordu. Ama ne yazacağımı bilmiyordum, çünkü İstanbul için söylenmemiş söz yazılmamış şiir kalmamıştı. Öyle ya, trajedilerin şehri. Mutsuzluklarıyla mutlu olmasını bilen kör insanlar ülkesinin kalbinin attığı şehir; İstanbul. Ne yazmaya çalışsam bir emsali vardı, her şey artık bayatlamaya başlamıştı. Düşüncelerimin arasında kayıptım, bu yüzden boğazın serinlettiği bu yanan şehri semt semt gezmeye karar verdim. Kendi oturduğum yerden başladım işe. Çengelköy.

Çengelköy. Kime sorsanız bilir... Çengelköy.. Çınaraltı kahvesi... Süper baba dizisinin çekildiği yer. Sonra hıyarları da meşhurdur Çengelköy'ün. Ama ben kimsenin bilmediği, kamera ve ışıkların bile meşhur edemeyeceği bir şey bulmak istiyordum Çengelköy hakkında. Çınaraltı kahvesine gittim, denize yakın bir masa buldum kendime, oturdum. Bir de çay söyledim kendime. Sevimli bir yerdir burası, çoğu kişi neşelidir ve tıklım tıklım doludur her daim... Bu sevimliliği kabadayı tavırlı garsonlar bile bozamaz, hatta o mekanın büyüsü içinde öyle bir garsonun "bacısı" olmayı bile kabullenebilirsiniz. Çayım az sonra geldi. Onu tatlı tatlı yudumlarken neredeyse buraya geliş amacımı unutuyordum. Birden yan masadan konuşmalar çalındı kulağıma. İki tıp öğrencisi, biri kız öbürü erkek yaz tatiline girildiğinden beri görüşememiş, eski günleri yadediyorlardı. İkisi de bu konuşmalardan memnun görünüyordu. Biraz da mahçup. Ve ölesiye merak ettim cocukça tavırlarının altında yatan hikayeyi. Sevdikleri yerlerden bahsediyorlardı, erkek olan konuşuyordu: "Taksim'de herkes İstiklal Caddesi üzerindeki yerleri bilir, kafeleri, pasajları, sinemaları... Ben ise ara sokaklarında belirli yerleri bilirim. Ortaokuldayken ben, bir ara sokak vardı Beyoğlu'nda okul çıkışlarında arkadaşlarla takıldığımız. Başkasına sorsanız sıradan bir sokaktı ama bizim için özeldi. Sevgililerimizi alır o sokağın kaldırımlarında oturur, sigaralarımızı tüttürerek muhabbet ederdik akşama kadar. Biz mezun olduktan sonra meşhur oldu o sokak. Herkes takılmaya başladı oralarda". Yazdıkları şiirlerden bahsediyorlardı, onlara ilham veren şeylerden... Çok şey paylaşmak istiyor gibiydiler ama çözemediğim bir engel vardı aralarında. Saat yedi gibi kalktıklarında çözümü bulmuş gibiydim. Engeli aşabilseler, sınırsız ortak noktalarıyla sonsuza dek birbirlerini yaşayacaklardı, hiç ayrılmak istemeden... Ama ikisini de bekleyen başka türlü yaşamlar vardı, bu kader gibiydi biraz... Sanırım. Bir yaz günü için hala havanın aydınlık olduğu bir saatti. Bir minibüse binip Üsküdar yolunu tuttum. Minibüs güzel havanın etkisiyle tıklım tıklım doluydu. Boş yere mücadele ile geçen hiçbir yere varamayan hayatlarında tek neşeli günlerini son damlasına kadar tüketerek yaşamaya çalışan insanların hüzün kokusu ile doluydu. Şöför eksik ödenen paraların ve saptayamayacağı beleşçilerin acısını çıkarırcasına delice kullanıyordu minibüsü. Yine de neşeliydi. Neden olmasındı ki! Müziği vardı. Gideceği yer belliydi. Üsküdar'da da onu bekleyen dost sohbeti vardı.

Üsküdar'a vardık. Minibüsten indim. Öylece yürümeye başladım. Birazcık ilerledim. İki trafik ışığını geçerek meydandaki parka doğru gittim. Anında genç bir adam çekti dikkatimi. Ayakta mum gibi duruyor, yüz metre kadar uzağında bir ağacın dibindeki bankta ağaca dönük olarak oturan bir kızı izliyordu. Kız kendi kendine konuşuyordu. Genç adam bir saniye olsun gözünü ayırmıyordu kızdan. Delice aşık gibiydi. Merak ettim... Güvercinlerle doluydu meydan. Gözüm arkada vapur iskelesine gittim. Çoğu insanın tercih ettiği Beşiktaş motoruna binmeyip vapur saatinin gelmesini bekledim. O sırada bir kız ile erkek arkadaşı kapıların açılmasını bekliyor vedalaşıyorlardı. Sarıldılar. Kız gitmek istemiyor gibiydi. Hüzünlüydü. Erkek de öyleydi ama bunu belli etmemeye çalışıyor gibiydi. İlginçti halleri. Kapılar açıldı. Kız erkek arkadaşına el salladıktan sonra vapura bindi. Vapurun kalkış saati gelmemişti henüz. Kız vapurda fazla ilerlemeden girişte durdu. Az sonra vapurdan inen insanların çıktığı demir parmaklıkların arkasında erkek arkadaşı belirdi. Kızın yüzü aydınlandı. Birbirlerine öylece bakıyor arada bir el sallıyorlardı. Az sonra pembe elbiseli bir kadın bindi vapura. Kız ile erkek arkadaşı birbirlerine gülümsediler. Erkek arkadaşı kadının güzel olduğunu belirtti işaretlerle. Mayolarıyla denize giren çocuklar vardı vapurun önünden. Bizim kızla erkek arkadaşının haline bakıp gülüyorlardı. Suratsız bir vapur görevlisi kızı ve aşık bakışlarını süzüyordu. Kız mutluğundan, hüznünden gülümsüyordu görevliye ama görevli karşılık vermiyordu. Kız işaret çekti arkasından, erkek arkadaşı güldü. Başka bir genç kadın ve sevgilisi bindi vapura. Onlar da vapurun fazla içine girmeden bir köşeye yerleştiler. Vapurun içinden bu insanları izliyordum. Bizim kız üzerine çökmüş olduğu merdivenden erkek arkadaşına el sallıyor, yeni gelen çift demirlere tünemiş aşık aşık sarılıyordu, pembe elbiseli kadın ise ayakta duruyor denizi izliyordu.. Kimbilir aklından neler geçiyordu. Vapur kalktı, gözleri hüzünle dolup taşarak son kez el salladı kız erkek arkadaşına. Vapur çok sessiz gitti Beşiktaş'a. Zaten sese ihtiyaç yoktu.. Görüntü her şeyi anlatmaya yetiyordu.

Beşiktaş'taydım. Deniz kıyısında yürüyordum. Hava serinlemeye başlamış, ağırlaşmıştı. Bir yığın delikanlı ilişti gözüme. İki kızın peşine takılmış tanışmaya çalışıyorlardı. Kızlar yüz vermiyordu. Polis çağırırız diyorlardı. Erkekler ise hiç oralı değillerdi. Kızlardan biri dönüp: "Bu yaptığınızdan utanmanız gerekir" dedi. Erkekler güldü kahkahalar atarak ve bir tanesi: "Öyle mi Zübeyde Teyze" dedi. Az sonra kızların peşinden ayrıldılar. Takip ettim delikanlıları. Bir tur atıp tekrar peşine takılmışlardı kızların. Daha önce söz almış olan erkek ağlamaklı bir ses tonuyla sinirli sinirli konuşuyordu: "Polise haber verdiniz değil mi! Bizi tutuklayacaklar sizin yüzünüzden. Dayak yedik......." Bir yığın küfür saydı. Ben onları izlerken bir amca beni dürtüp: "Kızım ayakkabı bağın çözülmüş, onu bağla da düşmeyesin" dedi. Teşekkür edip bağladım. Yürümeye devam ettim. Sahil kenarında bir çift oturuyordu. Yanlarından geçtim. Beton bir çıkıntının üstüne sıkışıp oturmuşlar, kız bir hikaye anlatıyordu. Hikaye Beylerbeyi'nde eski bir evde geçen, yüzyıllardır kaybolmuş bir aşkı bulan iki insanla ilgiliydi. Hoştular. Paylaşımlarının bir sonunun geleceğini biliyor ama son damlalarına kadar birbirlerini yaşamak istiyormuşcasına... Gülümsedim. Çünkü bana göre onların bilgi haznesinde bir şey eksikti. Son gelmek zorunda değildi. Sonu hep getiren gelmek zorunda olduğunun beynimize ite kaka sokulmuş olması bilinciydi. Ve yaşamlarımız bu bilincin yanlış anlaşılmış bir yansımasıydı. Düşüne düşüne otobüs durağına varmışım. Taksim'e geçecektim. İlk gelen otobüse bindim. Tıka basa doluydu. Bir sonraki durakta orta kapıdan bir iki kişi daha girebildi. Ondan sonraki durakta ise orta kapı yeniden açıldı. Az önceki durakta otobüsü binmiş olan adamlardan biri bağırmaya başladı: "Yuh be amma doldurdun otobüse, ne bu eziyet ya!" .

Kısa süre sonra Taksim'deydik. Otobüsten indim. Taksim Meydanı'na doğru yürümeye başladım. Genç bir çift öylece duruyordu meydanın ortasında. Kavga ediyor gibiydiler. Herhalde kız takmıştı oğlana, oğlan ise umursamıyordu. Ya da onun gibi bir şey işte... Az sonra kız çekti gitti meydandan. Bir otobüse bindi. Oğlan öylece kalakaldı. Dondu. Etrafına şöyle bir bakındıktan sonra cebinden telefonunu çıkarttı. Konuştu. Kapattı. Hareketleri mekanikti. Onu orada tek başına bırakarak İstiklal Caddesi'ne doğru yürüdüm. İstiklal Caddesi yine çok renkliydi. Her türden insanla dolup taşıyordu. Hava kararmıştı, ışıkları güzeldi. Yorgun bakışlı insanlar vardı etrafta. Heyecanlı insanlar, donuk insanlar, şaşkın insanlar, neşeli insanlar, boş boş bakanlar, yüksek sesle konuşanlar. Uzaydan bu kocaman alan, bir insan sürüsünün toplanmış olduğu bir kare gibi gözüküyor olmalıydı. Bir insan sürüsü ama farklı görünmeye çalışan. Yine de aynı ortamdan, aynı olmaktan kopamayan. Pala bıyıklı koca tesbihli amca yine ortalardaydı. Bir başka amca tek sayfalar halinde yazdığı şiirleri satıyordu. Bir erkek yanındaki kıza bir şiir aldı. Yanımdan iki kız geçti, aldıkları tango derslerinden söz eden. Gözleri parlıyordu. Tünele vardım. Bir şey dikkatimi çekti, bütün Beyoğlu durmuş gibiydi bu görüntünün yanında. Genç bir kız ile ondan epeyce yaşlı bir adam yolun ortasında duruyor, bakışıyorlardı. Mekanın neresi olduğu, saatin kaç olduğu önemli değildi. Kaldırımsız sokakların arasından gramofon sesi yükseliyordu. Genç kız adamın elini tuttu ayrılmaya çalışırken. Adamın gözleri hüzünle doluydu. Kızın da. Adamın elini bırakınca kızın yüzünde bir boşluk belirdi. Adam ise bir an doğrularını bile unuttu. Boyundan büyük duyguları taşıyan küçücük kız arkasına bakmadan yok oldu kalbi cayır cayır yanarak.

Yolun ortasında öylece kaldım. Makalemi yazamamış ve şaşkın bir vaziyette... Bir güvercin gördüm yolda, öylesine yürüyordu. Önünde durduğum dükkanın vitrininden yansımasını gördüm güvercinin, sonra da kendimin.

Yeliz Hısım


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Hem CIVIK hem VICIK üstelik GICIK mı GICIK

Bu tip yazılar hemen her devirde üç yukarı beş aşağı yazılmıştır. "Neden sinirleniyorum ?" diye kendi kendime sordum, olmadı, boşa koydum, dolmadı, doluya vurdum, kabında durmadı. Yazdıklarının hangi bölümünden başlasam, hangi cümlesini haşlasam, hangi kelimelerini taşlasam ? Bir büyük boyalı medyanın, bir özü, sözü, köklü yazarının satırlarına bakın hele ..!

Son dönemde 8 kilo vermiş, 98 kilodan 90 kiloya inmiş.

Millet bir deri, bir kemik kalmış iken, o ne zaman 98'e çıktı acaba ? Bu arada bizim Edi kaça çıktı acaba ?

Üzerinde koyu mavi bir gömlek, hafif çizgileri olan bir ceket varmış. Kravat takmamış. Gerçekten de karizmatik bir liderlik özelliğine sahipmiş.

Ne güzel işte, hazır Süperlig'e yükselmiş iken gelsin Kasımpaşa'nın başına Teknik Direktör olarak, görsünler bakalım Fatih Terim mi daha karizmatik o mu ? Gerekirse; kankası onu Milan'ın başına bile getirebilir. Bizim başımıza bir kez daha gelmesin de kimin başına giderse gitsin.

Halka dokunmayı biliyormuş.

Bak bunu yazmana hiç gerek yoktu, halk da bunu pekala biliyor. Hem öyle bir dokundu ki; işittiği bin ah için ne yaptı ? "Kelle" dedi, "Sayın" dedi, dokunmaktan beter etti.

Yollarda Çin malı oyuncak bebek, Türk malı arabalar dağıtıyormuş...

Fransız malı şarap, Rus malı havyar dağıtacak hali yok herhalde. Ayrıca; Türk malı banka, Türk malı liman, Türk Telekom, Türk malı maden ve arazi, destek medyaya reva, köstek medyaya dava, çaresiz halka da bir sıkımlık kömür, üç kullanımlık deterjan, beş lokma yiyecek, bol vaat ve umut dolu bir hava dağıtmıyor mu ?

İlginç bir ajandası varmış, her sayfasında merak ettiğimiz bir sorunun cevabı yer alıyormuş. Ama öyle düşündüğünüz gibi siyasi ve dini konular değil, tamamen pratik bilgilermiş...

Acaba şöyle tavsiyeler olabilir mi ? Pantolonunuza yağ damladıysa biraz tuz serpin. Sıcaklarda yağdanlıkların yazılarıyla nasıl yüreğimizi buz gibi serin tutarız ? Beş dakikada bizi eleştirenlere uyuz olabilmenin Türkçe meali. Meydanlarda Anayasa Mahkemesi'ne giydirmek için kuduz bahanesinin perde arkası.

Bu broşürleri atmada çok beceri kazanmış, Ön camdan fırlattığı her kitap yerini buluyormuş...

Breh breh ..! Nası yani ? Herhalde; "Şşşt, soldaki kara çarşaflı, bu kitap sana !" deyip fırlatıyordur. İçinden 3 enk gel, 2 menk gel, 1 denk gel duası eşliğinde yallah.. Tüh, onun 5 sıra yanındaki kara çarşaflıya gittiyse de tam isabet, ne farkeder, pes walla ..!

Anayasa Mahkemesi'nin kararını içine sindiremediği çok belliymiş. Hatta ona da; "Mahkemenin gerekçesi üzerine sizin de birkaç satır yazmanızı beklerdim" diye sitem etmiş...

Baktım senin elin varmıyor, hani yazsam bir tutam, yazmasam gelir bir sitem ( nitekim gelmiş bak ! ) şeklinde kıvırmana destek olup ben yazayım senin yerine dedim. Üstelik kendi fikirlerimi de değil, Kopyala/Yapıştır yöntemini kullandım zahmetsizce. Yerini bilmezsin diye söylüyorum : www.tbmm.gov.tr/anayasa.htm adresini tıkla, Madde 138'e gel, sonra benim gibi Kopyala, sonra götür yazına Yapıştır.
Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani knaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz

O gün; 10 saate yakın birlikte olmuşlar ve gerçek anlamda karizmatik bir lider olduğunu rahatlıkla söyleyebilirmiş...

Benim de içim rahatladı. Deminden beri; kıyısından dolaşıp, köşesinden kıvrılıyordum. Oh be, dünya varmış. O kadar çok saate gerek yok; senin de incir çekirdeğini doldurmayan ( biodizel enerjiden teyyare selam söyle o yare misali ) şu yazını okumak 5 dakika bile sürmedi. Yazının başlığı yazmak ise 5 saniye...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Yastık Sohbetleri (Pillow Talk)

Tür: Romantik Komedi
Yönetmen: Michael Gordon
Yapımcı: Ross Hunter, Martin Melcher
Senaryo: Russell Rouse, Maurice Richlin, Stanley Shapiro, Clarence Greene
Yapım: 1959, USA, 98 Dakika.
Müzik: Frank De Vol

Oyuncular: Doris Day, Rock Hudson, Tony Randall, Thelma Ritter, Nick Adams, Julia Meade, Allen Jenkins, Marcel Dalio, Lee Patrick, Mary McCarty, Alex Gerry, Hayden Rorke, Valerie Allen, Jacqueline Beer, Arlen Stuart

Alain de Botton okuyorum şu sıralar. Doğum günümde gelen kitaplarından biriyle başladım bu okumalara. "Aşk Üzerine"*. Kitapta diyor ki; yazgıya, kadere en çok romantik yaşantımızda özlem duyarız. Her şey için mantıklı, akılcı, bilimsel açıklamalar getirmeye çalışanlardan olsak da, iş aşka gelince hepimiz bir gün hayatımızın kadını ya da adamı ile karşılaşıp öteki yarımızı bulacağımız hayal eder, birden yazgıya bel bağlar hale geliriz. Ve insan doğası gereği kimse bunun için suçlanamaz.

Bugünkü filmimizi de işte bunun için seçtim. Sırf biz âşık olduk diye, bütün olasılıkların bizi bir araya getirmek için tasarlandığına inanıvermemizden tutun, en küçük benzerliklerimizi bile "birbirimiz için yaratılmışlığa" yormayı ustalıkla becermemize dek pek çok şeyi hatırlattı bana bu keyifli film.

Hayat bazen bütün tesadüfleri bizi bir araya getirmek için yaratır, tıpkı Jan Morrow ve Brad Allen'a yaptığı gibi. İki komşunun telefon hatları sürekli karışmaktadır, çünkü mecburen aynı telefonu paylaşmaktadırlar. Brad Allen çapkın bir bestecidir ve telefonu hiç susmamaktadır ve modern şehirli kadınımız Jan Morrow bu durumdan rahatsız olur. Bu da önce kavgalara, sonra "nefretten doğan aşka" sebep olur. Ama henüz gerçekleri yalnızca hızlı çapkın bestecimiz bilmektedir. Jan Morrow aşık olduğu adamla, geveze ve çapkın komşusunun aynı kişi olduğundan habersizdir.

Sürekli karışan telefon konuşmaları, Doris Day'in kendi kendine düşündüğü, ikilemlere düştüğü sahneler; şarkılar, ağlamakta olan Doris Day'i teselli etmeye çalışan Tony Randall'ın, onu üzen kişi olduğu sanılınca yediği dayak; kapı gibi Rock Hudson'un, minicik arabaya bindiğinde aracın tepesinde kafasının oluşturduğu tümsek ve tek bacağının dışarıya sarkması; Doris Day'in Rock Hudson'un evini ağdalı bir doğu havasıyla dekore edip, hayalleri yıkılan Rock Hudson'un "yetti artık, nedir bu?" demek için Doris Day'i yatağından elektrikli battaniyesiyle kaptığı gibi evine götürürken battaniyenin yere doğru sallanmakta olan fişinin ucuna musallat olan kedinin (Rock Hudson, Doris Day, battaniye, fişi ve ucunda kedi evin kapısından içeri doğru girerlerken) dekorasyona verdiği tepki vb. sevimli ayrıntılar filmin gülümseten havasını artırıyor.

1960 En iyi Özgün Senaryo Oscar ödülü'nü alan film, en iyi kadın ve en iyi yardımcı kadın oyuncu gibi dallarda da Oscar'a aday olmuş. Ama filmin güzelliği aday olduğu ya da aldığı ödüllerle değil, buz gibi bir kış akşamı - küresel ısınma artık bu zevki bile almaya başladı elimizden - soğuktan neredeyse donmuş bir halde hızlı adımlarla evimizin kapısından girdiğimizde, paltomuzu çıkarıp ellerimizi ovuşturarak kendimizi sobanın - ya da kaloriferin - o alev alev sıcaklığına attığımızda yaşadığımız mutluluğa eşdeğer bir duyguyla tariflenebilir ancak.

Bu eski filmleri izlediğimde anlıyorum bir kez daha dünyanın eskiden daha güzel bir yer olduğunu. Hayallerin hırstan arınmış, mutluluk, neşe ve keyif içeren umut dolu balonlar olduğu zamanların varlığını ince bir sızıyla hissediyorum içimde. Yanlış zamanda doğmuşum diyorum, eski devirlerin insanıyım ben. Öte yandan ailemin çocukluk döneminde, henüz yakalarına kırmızı kurdele takılmayı beklerken çekilen bu film, yıllar geçse de bazı şeylerin hiç değişmediğini de fısıldıyor gizli gizli. Aşkın her daim bilinmezliğini, gizemin çekiciliğini, aşka düşenlerin kendi kendileriyle konuşmalarını, sevilene yakın olmak için çevrilen dolapları, o içine düşülen bitmek bilmez heyecanları, sürekli düşünen ve her şeyin zihninizdeki yerini değiştirmenize sebep olan kontrolsüz beyinleri gülümseyerek izleyip "50 yıl geçse de aynı şeyleri yaşıyor ve hissediyor demek insanoğlu" diyor insan.

Alain de Botton da sürekli gülümseyerek dolaşmama sebep oluyor bugünlerde. Beni ve etrafımdaki insanları inceleyip yazmış olsa gerek diyorum yazdıklarını. Ama biliyorum ki aslında tüm insanlarda aynı saf "âşık" kalp bir yerlerde nöbet bekliyor aslında. En mantık abidesi olanlarda bile… Bazen unuttum sanıyor insan bu heyecanları, bu "aşk hastalığını". Bazen de öyle bir afallıyor ki ilk kez âşık olmuş gibi eli ayağına dolaşıyor, karmakarış oluyor. Bazısı, zaten şanslı olanlardan. Her daim aşkı yaşayabilen şıpsevdiler ya da korkusuzlardan. Her neresinden olursanız bu insan deryasının değişmeyen bir şey var işte: Aşk, ansızın gelip kalbinizi çalan o sevimli hırsız. Hem "Aşk Üzerine" hem de "Yastık Sohbetleri" bunları anlattı işte bana. Acaba ikisinin aynı zamana gelmesi tesadüf mü? Yoksa burada bana bir mesaj mı gönderiliyor?

İyi bir hafta sonu dilerim. Yazın tadını çıkarın. Gece yürüyüşlerini şiddetle tavsiye ederim. (Ama dalıp da "Maçka'dan dönerim" deyip kendinizi Beşiktaş'ta bulmayın benim gibi…)

Keyfiniz daim, köpüğünüz bol olsun!

(Türk kahvesine biraz süt katarsanız köpüğü daha bol oluyor, bilginize…)

Melis Mine
* Aşk Üzerine, Alain de Botton, Sel Yayıncılık, 2005.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


DERSİMİZ AŞK ÇÜNKÜ, SÖYLEMİŞTİM

Dersimiz Aşk, konular Haydutluk ve Sarışınlık
Şimdi şurdan koşsam Akdeniz'e çıkarım
Yörükler ve Develer arasından geçerim
Üzüm incir ve tütün, üzüm incir ve tütün
Dersimiz Aşk çünkü, söylemiştim
Oturur bir Güneşle sigaramı yakarım

Bir Horoz adamıştım onsekizimde
Nedense kesmeye üşeniyor insan
Şu günlerde ömrüm de bir hayli kısalıyor

Dersimiz Aşk, konular Barut ve Av Tüfeği
Annemiz bizi de elbet bir Gül'de biriktirdi
Okullar bitti, Askere gittik ve hemen evlendik
Bahçeye bir Sığırcık bir de Köpek alıştırdık
Serentiler üstünde Biber ve Kırmızı Tarhana
Dersimiz Aşk çünkü, söylemiştim
Oturduk son gece Balkonda Vişne yedik ve gülüştük

Süt gibi Gökyüzünden biriki Turna geçiyor
Öksürerek yürüyorum bir İkindi yolunda
İzliyor beni Gölgem, Çubuğum ve Keçilerim

Ergin Günçe

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Sıcak yaz günleri aldı başını gidiyor. Serinlemek için nerelere gideceğimizi bilemezken, bizi bir nebze olsun serinletecek soğuk bir şeyler ararız. İşte size hem doğal hem de sağlıklı bir içecek tarifi http://www.evyemegi.com/Icecekler/icetea.htm buzlu çay; yani namı değer ice tea. Hem sıvı ihtiyacınızı giderir hem de içinizi serinletir. Afiyet olsun efendim.

Bu kadarmı? Tabi ki değil. Serinlemek için doğal yöntemlerden bir tanesi de http://www.unilever.com.tr/ourbrands/beautyandstyle/morearticles/serinlik.asp web sitesinde anlatılıyor. Denemekte fayda var.

Size ortak program paylaşımı sağlayan bir program tavsiye ediyorum. Bu programı bilgisayarınıza kurduğunuzda ve internet bağlantınız sayesinde, bu programı sizin gibi kullanan binlerce kişiyle ortak program paylaşımı yapabileceksiniz. Yapmanız gereken öncelikle http://www.limewire.com/ web sayfasından programı indirip bilgisayarınıza kurmak. Paralı versiyon'u tavsiye etmesine rağmen kullanmak zorunda değilsiniz. Ben yaklaşık bir yıldır kullanıyorum ve herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Program sizden izin alarak paylaşım ağına bağlanacaktır. Daha sonra yapmanız gereken aranacak program veya doküman'ın adını yazarak aramayı başlatmak. Tarama sonuçlarında bulunan doküman'a ait tüm bilgileri ekranda görecek ve bilgisayarınıza indirmek istediğinizi çift tıklayarak indirmeye başlayacaksınız. İndirdikten sonrası size kalmış. Merak edenlere not: Bu program geçmiş dönemlerde yaygın kullanılan "napster" programının benzeri bir işleve sahip.

..Bir sarışın, bir kızıl saçlı ve bir esmer kadın çölün ortasında arabayla yol almaktadırlar. Hava korkunç sıcaktır. Arabanın motoru birden stop eder. inip baktıklarında, motoru tekrar çalıştıramayacaklarını anlarlar. Mecburen çölde uzunca bir yürüyüş yapmaları gerektiğinden, her biri arabadan bir şeyler alır… Fıkranın devamı için http://www.gulum.net/fikra/bolumler.php?op=goster&id=260

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Ağlıyor İstanbul
Grup Gündoğarken









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070706.asp
ISSN: 1303-8923
6 Temmuz 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com