"Tek başıma iktidar olamazsam çekilirim." Helal olsun sana bu yollar Tayyip Bey. Bu ne kendine güvendir, bu ne dolduruştur böyle, aşkolsun. Durma öyle, ver gazı ver gazı, patlarsa patlasın. Vallahi insanın tüyleri diken diken oluyor, koşup paçasına yapışası geliyor. "Gidersin, gidersin değil mi Tayyip Bey, şaka yapmıyorsun değil mi Tayyip Bey?" diyesi geliyor. Diğer başkanları gaza getirmeye çalışmasını anlamak pek mümkün değil. İler tutar yanı yok. Bir kere onlar daha başımıza başbakan kesilemediler. Yani bir kredileri halen var. Oylarındaki birkaç puanlık artışı bile başarı olarak nitelendirme şansları var. Ama biliyoruz, muhatabı aslında onlar değiller. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla diyor seçmenine. Ya bana oy verin, ya da koyverin diyor. Koyverirseniz, bırakırım sizi, geçerim işimin başına, gemilerime gemi, gofretlerime gofret katar, Allah ne verdiyse geçinir giderim, diyor. Ama gittiğinde başına gelecekleri bildiğinden telaşta, cümleten yiyip içtikleri boğazlarından gelecek diye korkmakta. Onun içindir ki, asabileştikçe asabileşmekte, ata ata mangalda kül bırakmamaktalar.
Bu seçimlerde kimin ne oy alacağını kestirmek pek mümkün değil. Sandıklar açılana kadar da sürpriz olarak kalacak. Ama herkesin hemfikir olduğu bir kazananı olacak gibi. Bağımsızlar. Bu seçim bir bağımsız zaferle anılacak gibi görünüyor. Fırsat buldukça televizyonlarda boy gösterenler arasında çok şanslıları olduğu gibi, adı pek anılmayan ama gerçekten birikimli, zehir gibi adaylar da var. Dün bir arkadaşımdan sunuyu alınca kendisini hatırladım. Okan Bayülgen'in programında dinlemiştim ve çok ilgimi çekmişti. Cemil Tarhan, İstanbul 1. Bölge bağımsız adayı. Yeditepe Üniversitesinden bir öğretim görevlisi. "AKP Masalı - 60 milyar dolar nasıl çalındı?" isimli bir çalışması var. Eğer mevcut rötuşlu ekonomimize, pembe gözlükleri çıkartarak bakmak, asıl parlayanın neresi olduğunu görmek isterseniz bir incelemenizde yarar var diyorum.
Yarın görüşmek üzere hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Bir yaz sabahıydı.İskelede vapur bekliyordum.Hayata ve duygulara dair ne varsa yitirmiş, çok uzun süredir işsiz bir adamdım.Küçük bir kız çocuğu yanıma geldi.Boynuna asılı tahta kutusunda, sigaralar, nane şekerleri, nazar boncukları vardı.Sert deri kayış, çocuğun boynunda kızıl bir iz bırakmıştı. İkimiz birden suya konup kalkan martıları, limana yanaşmış bütün yelkenleri açık, bir eski zaman teknesini seyrediyorduk.
- Seni tanıyorum dedi çocuk. Her sabah aynı vapura biniyorsun.
- Olabilir dedim ilgisizce.Yapacak başka bir işim yok çünkü.
Aramızdaki kısa bir sessizlikten sonra çocuk yanıma biraz daha sokuldu ve " bana yardım edebilir misin " diye fısıltıyla sordu.
- Hangi konuda
- Turistlerle ilgili
- Ne komik bir çocuksun sen" dedim. " Bir baksana bana…Ha ha ha.Benim hiç başkasına yardım edecek durumum var mı.
En nihayet, film kopup da iş aramaktan vazgeçişimden beri paltomu giymeyi sürdürüyordum.Sıcağı hissettiğim yoktu.Kalın kumaşın bedenimi sarışı, nedense bana kürklü bir vahşi hayvanmışçasına güven veriyordu. Bir teke gibi pis kokmalıydım…Aydınlık ve uzun bir yaz gününü bitirmenin en iyi yolu, bu vapura binmekti..Boğazın, en uzak balıkçı köyüne gidip, gelene kadar akşam oluyordu.
- "Ama istersen yapabilirsin" dedi çocuk umutla.
- Nasıl yani
- Bana ingilizceyi öğret.Kutumdaki turistlere satabilecek kadar..
Aylardır tarak yüzü görmemiş uzun saçlarımdan, bakımsız sakallarımdan doğrusu bu küçük kız çocuğunun korkmayışına şaşmıştım.Kendimi tutamayıp " ha ha ha " diye güldüm…Ta uzaklarda buğday yüklü dev bir şilep demirlemişti.Açık ambar kapaklarında, pırıl pırıl bir sabah güneşi kımıldanıyordu.
- Kim..ben mi biliyorum ingilizceyi
- Kandıramazsın beni" dedi küçük kız içtenlikle kıkırdayarak,sanki bir sırrı paylaşmanın keyfini yaşıyordu." Geçen gün seni izledim .Turistlerle konuşuyordun".
O, çok çok eski zamanlarda, kitaplarla dolu bir evim, dolmakalemlerim, bir işim, bana aşık bir karım ve her gece masallar anlattığım, belki de bu konuştuğum çocukla aynı yaşta olan bir kızım vardı. Bütün bunları bir an aklımdan geçirdikten sonra :
- "Tamam" dedim " kazandın. Sana ingilizceyi öğreteceğim.
- "Kabul edeceğini biliyordum" dedi çocuk sevinçle. "Yolda yanına gelirim.
Küçük kız arkasını dönüp iskeledeki kalabalığa karışırken dayanamayıp " dur " diye bağırdım. " Gerçekten korkmuyor musun , yoksa iğrenmiyor musun benden "
- "Hayır"dedi çocuk.."Sen kötülük yapacak bir insan benzemiyorsun."
O sırada vapurun düdüğünü işitince ikimiz de denize baktık. Bacasından beyaz dumanlar çıkara çıkara, iskeleye doğru yaklaşıyordu.Yolunun üzerindeki suya konmuş martı kümeleri, kayıtsızca onu bekliyor ve burnu tam kendilerine çarpacakken bir çığlık koparıp havalanıveriyorlardı.
Vapur rıhtıma yanaştı.Kalabalıkta, kentin ışığından ve karmaşasından kaçan benim gibi üç beş kişi daha vardı.Ben ve arkadaşlarım, yolcular bizlerden rahatsız olduğu için daima ambarda otururduk.Ambar kazan dairesine bitişikti ve bir cehennem kadar sıcaktı.Ama biz umursamazdık bunu...Şarkılar,gitar, keman, darbuka sesleri, gülüşler , turistlerin bağırışları yolculuk süresince üst güvertelerden karanlığımıza sızardı .Sırtımız ambarın buhardan ıslanmış çelik saçlarına dayalı, hiç konuşmadan o öteki dünyaya ait sesleri dinlerdik...
Yolcuları alınca vapur hareket etti.Bizler hemen ambarımıza sığındık.Saçları aynı benim gibi kirden keçeleşmiş ve aynı benim gibi pis kokan arkadaşlarım, çocuk bu hortlaklar dünyasına merdivenlerden indiğinde başlarını kaldırıp bir an bakıvermiş sonra içlerindeki masal ülkesine yeniden geri dönmüşlerdi.
- Ama burası karanlık" dedi küçük kız . "Üstelik çok sıcak"
- Haklısın dedim "Makinelerin tam yanındayız.Burası her zaman gürültülü ve sıcaktır."
- Hadi yukarı çıkalım.
Durmadan şarkılar söyleyen, gitarlarını çalan ve bilmediğim yeni kelimelerle konuşan gençlerin, bol çocuklu mutlu ailelerin , küpeşteden martılara ekmek atan romantik yeni evlilerin, neşe dolu turistlerin yanında varolmak düşüncesi beni telaşlandırmıştı.Ne yapacağımı bilemiyordum.Paniğe kapılmıştım..."Hayır,hayır ben onlarla birlikte oturamam " diye bağırırken küçük kız elimden tutmuş güverteye çıkan o dik , demir merdivenleri tırmanmaya başlamıştı..Çaresizce onu izliyordum....Yukarıdaki parlak ve yoğun gün ışığı beni sersemletmişti.Vapurun baş kısmına doğru sevgililerin, yeni evlilerin, arkadaş guruplarının, turistlerin arasından adeta sendelercesine yürürken çocuğa sımsıkı sarılmıştım.
Bir tepenin yamaçlarına kurulu küçük bir boğaz köyüne yaklaşıyorduk.Meydandaki tarihi bir çeşme, üstünü örten dev bir çınar ağacının dalları altında sanki uyuklar gibiydi. Erguvanlar, o güzelim pembe renklerini çoktan yitirmişlerdi...Yanmış bir yalının kalıntılarında dört beş kişi balık tutuyordu.
Boş bir yer bulup oturduk.Çocuk, kendisine söylediğim kimi sözcükleri, özenle bir kağıda yazıyor sonra da sesli sesli yineliyordu.Onun mutlu olduğunu hissediyordum..Galiba ben de mutluydum..Yolculuğumuzun artık sonuydu.Boğazın en ucundaki, karadenize bitişik balıkçı köyüne yanaşırken küçük kız,
- Yarın yine çalışır mıyız "dedi keyifle
- Ne zaman istersen" diye cevap verdim " benim vaktim bol nasıl olsa."
Son iskeleye yanaşmıştık.Vapur boşalıyordu.Bizler vapurun dönüş saati gelene kadar köydeki yıkık ceneviz kalesinin loş kovuklarında gizlenirdik. Ambardan çıkan arkadaşlarımla birlikte, harabelere doğru yürürken sanki ilk kez ağustos güneşinin yakıcılığını ve sırtımdaki paltomun dayanılmaz ağırlığını hissetmedim
Yazın son günleriydi. Bizler her gün kalenin, karadenize dayanmış kalıntılarında otururduk .Denizden daima sert, insanın soluğunu kesen bir rüzgar eserdi.Ta ötelerde, ufuk çizgisinin oralardan kocaman gemiler geçerdi,...Bir akşam kente dönüş için vapura bindiğimde çocuk yanıma gelip ,
-" Annem seni çok merak ediyor " dedi çocuk . " Bize gelsene
Ansızın durdum.Boğaza yeni giren dev bir petrol gemisinin bordosuna, kırmızı renkli bir klavuz teknesi yanaşıyordu.İstanbul taraflarında gök, inen akşam alacasıyla birlikte alev alev yanmaktaydı.
- " Hadi canım sen de " dedim ilgisizce. " Annen beni neden görmek istesin ki...Hem, ona benim durumumu anlatmadın mı "
- " Şaşırmadı mı hiç. Senin ne işin var o adamla demedi mi.
Çocuk bir kaç gün daha vapurda ısrar edince, onların evlerine gitmeye karar verdim.Artık yağmurlar başlamıştı.Durmaksızın, yağmur yağıyordu kente. Ve durmaksızın gemiler boğaz girişini örten yoğun siste düdük çalmaktaydılar.
O sabah, kadını kapıdan bir görüp kaçacaktım ...Hem ne konuşacaktım ki ben onunla,...Bunları düşünürken çocuk tek katlı bir evin, daha doğrusu bir gecekondunun kapısını çaldı.
Girişte küçük bir bahçe vardı.Renk renk açmış akşam sefaları, küpeler, ateş çiçekleri, mineler toprağı kaplamıştı... Kadın hemen kapıda belirivermişti de sanki oracıkta tam kapının dibinde bizim gelişimizi bekler gibiydi.
- " Buraya gelmeye neden çekindiniz ki...Sizi tanımayı, teşekkür etmeyi arzu ettim.Bize, kızıma çok iyiliğiniz dokundu. Hepsi bu.
Gülümsüyordu.Acaba ben de gülümsemeyi becerebiliyor muydum.
Beyaz tenli, uzun siyah saçlı bir kadındı.Sağ yanağında, şakaklarından doğan bir damar, soluk mavi rengiyle yüzünü geçiyor ve çenesinin altından kıvrılıp boynuna indikten sonra göğüslerinin arasında kayboluyordu.
- " Ama şu halime bir baksanıza " dedim " Bende bir eve kabul edilecek durum var mı "
- " Hadi boş verin bunları" dedi. Rahat olun lütfen.Gelin odaya geçelim.
Küçük bir pencerenin önündeki, üzeri kilimle örtülü, daracık tahta bir sedire otururken,ansızın kadının bu gecekonduya, bu sayısız çocuğun çamurlarla kaplı sokaklarda koşuşturduğu yoksul mahalleye uymayan bir hava sezinledim.
- " Siz, siz buraya bu sokağa ait değilsiniz " diye fısıldadım." Konuşmalarınız, şu büfenin üstünde duran romanlarınız, kızınızın diğer çocuklardan farklılığı…."
- " Babam öğretmendi " dedi kadın, " Çok okurdu. Her halde kitapları sevmeyi ondan öğrendim.Eğer kitaplar olmasaydı hayata böylesine sıkı direnemezdim.
- " Bense kitaplara rağmen kaybettim." Dedim "..Okudukça içime gömüldüm, insanlardan uzaklaştım...bir yerlerde hata yaptım ama ne ....Bilemiyorum, hiç bilmiyorum."
- " Hadi...Kalkın ayağa, ne olur " diye mırıldandı kadın ".Yeni bir hayat kurun kendinize.Ta başından,en başından ama...Bir kere daha gülümseyin dünyaya,..
- " Kolay değil söyledikleriniz " diye cevap verdim adeta bir rüyada konuşurmuşçasına. " Çok büyük bir neden gerek. Sizi güçlü bir rüzgar bir fırtına gibi önüne katıp, yeni bir yaşama sürükleyecek bir sebeb."
Dışarda akşam iniyordu.Odaya giderek bir loşluk yayılmaktaydı.Böyle ne kadar konuştuk.Daha ne zamana dek konuşacaktık. Bilmiyordum.Aylardır içimde saklı kalan sözcüklerim, toprakta bir delik bulup da akmaya başlamış sular gibi içimde coşkuyla kabarıyordu.Oysa ben konuşmayı unuttuğumu, bir daha hiç konuşamayacağımı düşünüyordum.
- " Yaşadıklarıma inanamıyorum " dedim . " Bana bugün öylesine uzun bir zamandır unuttuğum duyguları hatırlattınız ki...En güzeli konuşuyorum."
- " İyi ya " dedi kadın. " Konuşun işte, hiç susmayın hem…Saatlerdir de konuşmuyor muyuz. Hadi anlatın, durmayın lütfen…
İyice yayılan akşam alacasında oda da birbirimizi güçlükle görüyorduk. Kadının kalkıp ışığı yakacak gücü yok gibiydi ya da bir anın büyüsünü bozmak istemiyordu.Hep ben konuşuyor olmalıydım.Karşımda oturmuş, gözlerini bana dikmiş, sanki yüzlerce binlerce yıldan beri yalnızca beni dinliyordu…Aklıma Raskolnikov'un o iyi yürekli Sonya Marmeladov' un önünde diz çöküp saatlerce konuşması geldi.Belki ben bir hayat boyu o romanlarda, hikayelerde yaşamaktan kaybetmiştim. Ama neden hep Sonya Marmeladov' lar romanlarda, öykülerde yaşardı.
- " Daldınız " dedi kadın. " Bir an sustunuz ... Neler geldi aklınıza. ...
- " Gitmem gerek." Dedim
- " Nereye " dedi kadın gülümseyerek. " Gidecek bir yeriniz mi var mı
Onu, çöken akşam alacasının içinde artık görmekte güçlük çekiyordum.Tek tük çocuk bağırışları, bir araba kornası, inen bir dükkan kepenginin teneke sesi sokaktan, odaya sızıyordu.Nerede ve hangi zamanda yaşadığımı düşünemiyordum..Belki hepsi bir rüyaydı belki ben bir rüyaydım da bunları hiç yaşamamıştım. Uyanacak, karıma sarılıp öpecek, kızımı okuluna bıraktıktan sonra bir parkın önünde, ıhlamur ağaçlarının kokusu altında beni işime götürecek servisi bekleyecektim......
Bu sene Muğla'nın en güzel tatil beldelerinden biri olan Fethiye'deydim! Öyle keyifli, öyle güzel ve yüzümde bolca tebessümlerle döndüğüm bir tatil geçirdim ki, keşke başa sarabilsem de yine yeni yeniden diye mırıldanıyorum bugünlerde içimden...
Tatilden sonra çalışmak ise insanı fazlasıyla yoran bir durum bilindiği üzere. İş hayatına tekrar adapte olana dek söyleyeceğim tek şey "üşeniyorum, öyleyse yarın" serzenişi oluyor vallahi. Ama ben şimdi tatil günlerimi yazma isteğiyle doluyorum hatta doldum bakın taşmışım bile...
Gece başladığımız yolculuğumuza ertesi gün sabahının erken sularında Pamukkale'de mola verdik. Gidip görenler nasıl olduğunu biliyorlardır. Benim ilk gidişimdi. Travertenlerin çoğunun susuz artık sadece görüntüden ibaret kaldıklarını gördüm. Yani kartpostallarda gördüğüm gibi değildi ne yazık ki. Suların halen aktığı yerlerde paçalarımızı sıvayıp, ayaklarımızı soğuk-sıcak karışımının içine bıraktık. En güzel terapilerden biri de şüphesiz suydu. En tatlı ferahlıktı. Bir müddet bu serinliği doyasıya hissettim. Daha sonra ilersinde bulunan herkesin büyük rağbet ettiği antik havuza gittik. İçime mayo giymediğim için kendimi kınadım. Çünkü dışardan bile o kadar güzel görünüyordu ki, içine girip yüzmek harika bir şeydi eminim. Türklerden çok turistlerin bu keyfi yaşadığını görünce daha da kınadım bu durumu. Siz giderseniz mutlaka yanınıza mayonuzu alın ya da içinize giyin ve o havuza dalın! Daha tepede bulunan Frigyalılardan kalma antik tiyatroyu gezdik. Antik havuza giremedim ama tiyatroyu mutlak görmeliyim dedim. Efes'tekini andırıyordu, onun kadar incelikli bir mimari, tarihi bir doku, görsel bir sanat eseri. Faailyete geçtiğini hayal ettim. Konserler, tiyatrolar çok güzel hayat verirdi oraya!..
Pamukkale'den sonra öğle saatlerinde Fethiye'ye vardık. Otel'e yerleşme ve dinlenme molasından sonra, akşama dek havuzda keyif yaptık.
İkinci gün isminin hakkını veren Saklıkent'teydim. Tahta köprülerden geçtikten sonra, gürül gürül suların aktığı, her köşesinin "beni keşfet" diye davet ettiği bir yerdi burası. Karşıya geçmek için suların içinden geçmemiz gerekiyordu. Ben soğukluğun bu kadar dondurucu olduğunu zannetmediğim için kendi başıma geçebilirim sandım. Yanılmışım bir iki adım attım ki, bacaklarımı hissetmiyordum. Dizimin yukarısına kadar dondum ve ilerlemekte zorlanıyordum ki, birden yanımda beliren iki küçük çocuk ellerimden tutup beni karşıya geçirdi. Daha sonra o dondurucu suda yüzenleri bile gördüm ve şaşkınlıkla izledim. Yürüyüşe başlamıştık, gittikçe daha fazla ilerlemek istiyordum. Yolun toplam 18 km olduğunu ve sonunun Antalya'nın bir köyüne çıktığını öğrendiğim zaman yürüyebildiğim kadarının bana yeteceğini anladım. Uzun bir yürüyüşten sonra, artık aşamayacağımız dik duruşlu kayaların yolculuğumuzu gölgelemeye başladığını gördüm. Geri döndük. Yemek için burada çok güzel yerler vardı. Suların üstünde kurulan çardaklarda saatlerce oturup ortamın keyfini çıkarabilirdiniz. Son olarak ben unutmuş bulundum ama siz unutmayın eğer giderseniz, okul harçlığını çıkarmak adına (sonradan öğrendim), sizi karşıya geçirmek isteyen miniklere bir kaç lirayı esirgemeyin. Onlar bunu dile getirmiyorlar zaten.
Üçüncü günü Fethiye'nin yakınlarına düşen piknik, gölge, plaj üçlemesini isteyenlerin tercihi olan Katrancı Koyu'ndaydım. Güneşlenmek istiyordum, plaja havlumu serip uzandım, güneş yakıcılığını artırdığı zaman çam ağaçlarının dev gölgelerine sığınıyordum. Piknik için oturma yerleri de vardı. Ne isterseniz yanınızda getirebilirdiniz. İlk bakışta burası bir çadır kent gibi görünüyor gözüme. Kamp hayatına alışık olanlar biliyorlardır. Çadırlar aylık olarak kiralanabiliyor, yatak, buzdolabı ve bilimum eşya tahsis edilebiliyordu isteyenlere. Yüzmekten, güneşlenmekten, piknikten sonra muza binme atraksiyonum var ki, hem komik hem de eğlenceliydi :
İşte dördüncü günümdü. Bu günü Onikiada turunu içeren tekne turuna ayırmıştım. Tekne sabah saatlerinde demir alarak İlk durağımız olan Yassıcalar Adasında mola verdi.Yassıcalar birkaç irili ufaklı adadan oluşan şirin bir koydu. Oradan Tersaneler Koyuna geçtik. Eskiden gemilerin yapıldığı yermiş adından anlaşılacağı gibi. Yüzdükçe mavi renk dedikleri buymuş, demek diyordum! Mavi ve mavinin tonları, yeşil ve degrede yeşil. Akvaryum Koyu ise adı gibiydi tıpkı, o ne muhteşem denizdi öyle! Dibini görebiliyorduk ama ulaşmak çok zordu. Balıklar ayaklarımızın dibinden geçip gidiyorlardı. Bana göre gezdiğimiz koyların incisi burasıydı. Oradan ayrıldıktan sonra Kleopatra Hamamı'na geldik. Bir zamanlar Kleopatra'nın burada yıkandığı anlatıldı. Denizin içindeki hamamı gezdikten sonra, son durağımız olan Kızıladaya ulaştık. Burası iç tarafta kaldığı için diğer koylara nazaran su biraz soğuktu. Maske yapmak isteyenler içinse bol miktarda çamur vardı fakat ben almadım alana da mani olmadım..
Fethiye'nin eşanlamlı kelimesi olan Ölüdeniz, sakinliğiyle tanınan ve bir o kadar bana gizemli gelen Kayaköy ve tabii ki görmeden dönmeyin dediğim Kral Mezarlıkları tatilimin finaline yakın beşinci günümün satırlarını oluşturdu. Ölüdenizin dalga bilmeyen turkuaz sularında yüzdüm ama fazla ilerlere gidemedim çünkü kıyıdan biraz sonraki mesafede elli-yüz metre derinleştiği için şansımı zorlamaya hiç niyetli değildim. Gökyüzüne baktığımda sanki uçurtma gibi rüzgarla danseden yamaç paraşütü yapan çılgınları izledim. O kadar fazlaydılar ki, hepsini takip edemiyordum : Hem çok güzel hem de tehlikeliydi bana göre.
Deniz keyfinden sonra dönüşte, Rumlar tarafından yakılıp terkedilen Kayaköy'e geldik. Dar taştan sokaklarında yürürken ve evlerin içinde dolaşırken bir sessizlik sizinle konuşuyormuş gibiydi sanki. Kocaman bir köy düşünün, dağların sırtlarından size bakıyor gelmeniz için sesleniyordu. Kayaköy'ü sevdim! İçinde gizem olduğu için bana cazip geldi. Daha sonra buradan kısa bir mesafesi olan Kral mezarlıklarının yakınında durduk. Yüzyıllar önce dağın içine yapılmış olan mezarlar, dıştan bile görkemli yapısını muhafaza ediyordu. Merdivenlerin başında tarihçesi hakkında bir yazı vardı. Bu mezarın bir kumandana ya da krala ait olduğu sanılıyordu.
Son günümü Çalış Plajında güneş ve denizle vedalaşmak üzere geçirmeye karar verdim. Buranın denizi Ölüdenizin tam zıttıydı. Seri dalgalı, rüzgarı bol ve kıyı şeridi kayalıklarla çerçevelenmiş. Pek keyifli bir deniz olduğunu söyleyemem ama sörf yapanlar için çok ideal olacağı kesin. Sahilde pek çok otel, yeme içme yeri mevcut. Yolun köşesinden kalkan minibüslerle de istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. Eğer eğlence olsun, dağıtayım, dansedeyim havasındaysanız, Hisarönü'ne gidin derim. Gece bir hayli kalabalık, turist epeyce, eğlence mekanları çok. Biz eğlenmek için Grand Boozey'i tercih etmiştik, Dj iyi, müzikler kaliteli yalnızca ingiliz bayraklarının her yeri parsellemesi sinir bozucuydu!..
Tatilimin finalinde kendimi çok yorulmuş ama bir o kadar mutlu hissediyordum! Fethiye geçen seneden beri benim sezgisel olarak çok gitmek istediğim bir yerdi. Gittiğime o kadar memnunum ki! Kelebekler Vadisi'ni ve Patara'yı göremedim, zamanımız doldu. İnşallah tekrar gidersem ki çok isterim oraları da görebilmek kısmet olur. Herkese mutlu tatiller diliyorum.
OKS sınavından çıkarken moralinin bozuk olduğu yüzünden okunuyordu. Doğrusunu istersen bende korktum, sana olan sonsuz güvenime rağmen. Hele birde annene sarılıp ta hıçkırıklarla ağlayarak,'' kötü geçti ''demedin mi, çok üzüldüm o anda. Tabii ki sana hiçbir şey hissettirmemeye çalışarak ve tam tersi davranışlarla,''üzülme kızım, sana öyle geliyordur, sen yine de genelinden iyi yapmışsındır .'' diyorum.
Bir yandan üzülüyorum, diğer yandan bu kadar çok çalışıp ta başarısız olması haksızlık diye kendi kendime söyleniyorum. Ve doğal olarak kendimi suçluyorum. İyi bir baba olmanın gereklerini yerine getirseydin böylesine süper bir kız bu durumlara düşmezdi diye. Evet, ben sana gerektiği gibi yardımcı olamadım canım kızım. Ne seni özel okullarda okutabildim ne de Özel hocalardan ders aldırabildim. Bırak hepsini çok şöhretli bir dershaneye bile gönderemedim. Ne yaptıysan sen kendi kendine yaptın. Tırnaklarınla kazıyarak adeta zorla kopararak, kazandın. Ah, birde çok iyi geçmiş olsaydı, sınavın. Sonuç ne olursa olsun şunu iyi bil ki kızım, sen benim biricik kızımsın ve hep öyle kalacaksın ve biz sürekli yanında olacağız.
Biz çok iyi ve mutlu bir aileyiz. Bazen parasızlık beni isyan noktasına getiriyor ama diğer yönlerden düşünüp te şükrediyorum. Çünkü bizim parasızlıktan başka hiçbir eksiğimiz yok ki kızım. Hepimiz sağlıklıyız. Birbirimize çok düşkünüz, bir arada olmaktan mutluyuz. Ve çok iyi, çok çalışkan iki çocuğumuz var. Birisi dünyalar güzeli Ayşenur'um diğeri dünyalar tatlısı Mustafa'm. Anlayışlı, hiçbir zaman aşırıya kaçmadan istekleriyle, anlayışlı ve olabildiklerince çalışkan iki çocuk. Özellikle sen, bütün anne, babalar çocuklarına çalış çocuğum derken biz sana hep yeter kızım, dinlen kızım dedik. Sen çok çalıştın kızım.
Bulundukları şartlara aldırmadan mücadelelerine devam eden süper bir aileyiz. Başta bir mıknatıs gibi bizi sarıp sarmalayan, dünyanın en fedakâr eşi, en fedakâr annesi ve de sizler. Evet, yine de içinizde en şanslı olan yinede benim. Bu mükemmel bireylerden oluşan aile benim, benim ailem. Benim tüm hatalarıma, sizlere çektirdiğim tüm sıkıntılara karşın bana hep gururlar, mutluluklar yaşatan bu aile benim. Onun için hiç üzülme kızım, biz hep birlikteyiz ve birlikte kalacağız.
Bölüm 2
Bugün OKS sonuçları açıklanıyor. Ben internet başındayım sonuçları bekliyorum. Annen de Benden veya senden telefon bekliyor. Ama nedense bir türlü gereken siteyi açamıyorum.
İnternetten anlamada gayet de iyi düzeydeyim ama heyecan mıdır bilemiyorum, hala beceremedim. Ve işte telefonum çalıyor ve ''Ayşe'm'' diye arıyor. Yine moralin bozuk, Sesin çok titrek geliyor.''Baba, ben sonucumu öğrendim. Herhalde Gaziantep Fen lisesini Çok az bir farkla kaçırdım. Onun haricinde Gaziantep'te ki tüm okullara girebiliyorum. Puanım ise sadece 407.'' Diyorsun. Ve başlıyorsun ağlamaya. Ben bir yandan aldığın puanın yüksekliğine seviniyor, diğer yandan seni teskin etmeye çalışıyorum. Yapma be kızım senden o kadar fazla olanaklarına karşın senden o kadar başarısız var ki.
Sen süpersin kızım. Sen bir tanesin kızım. Seni çok seviyorum. Ben seninle gurur duyuyorum kızım. Canım kızım…
09.07.2007
saat. 11.00
Bu yazının 1. bölümü OKS sınavı günü sınavdan sonra, 2. bölümü OKS sınavı sonuçları açıklandığı gün doğaçlama,düzeltmeden yazılmıştır.
Şimdi senden çok uzaklarda sıla hasretiyle tutuşuyor bütün uzuvlarım… Hücrelerime kadar değiyor katmerleşen özlemin. Sana kavuşmayı en büyük hedef tayin ettim kendime. Senden uzakta ölmek herhalde ölümlerin en kötüsü olur benim için. Ninemin dizinin dibinde dinlediğim masallar, annemin ninnileri, âşıkların uzaktan uzağa yaktığı hasret türküleri ruhumun derinliklerinde yankılanıyor. Rüyama giriyor yemyeşil çay bahçelerin, fındık dalların, mısır tarlaların… Evimizin önündeki armut ağacında toplanan kuşların cıvıltıları aklımdan ve kulaklarımdan gitmiyor. Burada ne armut ağacı var, ne de kuş cıvıltıları… Baharın o doyumsuz kokusunu özlüyor ciğerlerim.
Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Karlı dağlarındaki beyazlığı burada ancak bir gelinin duvağında görebiliyorum. Gözelerinden akan sular, hayallerimi süslüyor. Burada musluklardan akan, her ne kadar sıvı olsa da, bildiğimiz berrak su değil. Aynı gök kubbenin altında olsak da, memleket havasını arasanız da bulamazsınız bu kör beldede… Size sunulanla yetinmek mecburiyetindesiniz. Buralarda memkeletimdeki doğallığı ve saflığı arayanlar beyhude uğraşır.
Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Yüce dağ başlarında kurulan kekik kokulu yaylalarını özledim. Bulutlarla sarmaş dolaş olan dağlarını gözümde büyüttükçe büyütüyorum, öyle ki hayallerimi aşıyorlar. Pırıl pırıl ve şırıl şırıl akan derelerin sesi kulaklarımdan gitmiyor. O derelerde avladığımız balıklar hiç unutulur mu? Ya suların önünü taşlarla, kum ve çakıllarda keserek yaptığımız derme çatma göller… Yüzmek için mayo ne gezer bizde… Ya pijamayla, ya da donla girerdik suya… Yaşı çok küçük olanlar anadan doğma girerdi göllere. Yoksulluk bükerdi belimizi… Fakat mutluyduk, gururluyduk yine de… Onurumuzu taşımasını bilirdik. Ayağımızda kara lastiklerle dere boyu balıkları gözlerdik. Kayaların altına elimizi sokar, kendimiz koymuş gibi çıkarır alırdık akşamları rızkımız olacak balıkları. Değmeyin ondan sonraki keyfimize…
Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Yemyeşil tabiatın, masmavi denizin ve gökyüzünle emsalsizsin. Boy boy ağaçların, buz gibi suların, capcanlı insanların; muhteşem dekorunun ayrılmaz parçalarıdır. Benim memleketimin insanı küçük şeylerden mutlu olmasını bilir, gülümsemek, hatta kahkaha atmak için çok büyük sebepleri aracı etmeyi beklemez. Kıpır kıpırdır güzel beldemin güzel insanları… Kadınlarımız taşıdıkları yükün altında görülmezler. Zira yükün kabalığı ve ağırlığı kadını görünmez kılar. Yine de yaşadığı hayattan zevk almaya, beyine güler yüzlü görünmeye çalışır. Zor şartlarda, alın terini su gibi akıtarak adeta taştan çıkarırlar ekmeğini. Bütün ezilmişliğine, unutulmuşluğuna, göz ardı edilmişliğine rağmen vatanını, milletini ve başındakileri sever yine de… Saygı ve hürmette kusur etmez hiçbir zaman…
Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Burada ekmeğimiz, aşımız gurbet kokar. Her fotoğraf karesi bizi yıllar evveline götürür. İster istemez kirpiklerimiz ıslanır. Çok uzaklardan peştamallı, keşanlı fotoğraflarla bize gülümseyen annelerimiz, bacılarımız ve vefakâr eşlerimiz; içimizdeki hasret yükünü iyice ağırlaştırır, adeta kurşundan bir yük biner gövdemize. Sevdalar da seviyeli yaşanır benim güzel memleketimde. Aşkların da bir asaleti, gizliliği ve seviyesi vardır. Bir kere âşık olundu mu evliliğe varır işin sonu. Gönül eğlendirme, her çiçekten bal alma hoş görülmez.
Memleketim… Memleketim… Âh Memleketim…
Türkülerin, horonların, ağıtların, düğünlerin, kına gecelerin, imecelerin unutulur mu hiç?...Fındık ve çay bahçeleri panayır yerine dönerdi. Çalışmak eğlenceye dönüşürdü. Hepimiz gül gibi geçinir giderdik. Ya karayemişlerin, incirlerin, kirazların unutulur mu? Ne diyeyim, evlatların gurbet ellerde senin kucağında son nefeslerini vermek için can atıyorlar.
Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir, dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Şimdi bir gemiye atlayıp,
Ege'nin öbür tarafına yelken açmak,
seni koynuma sarmak,
saçlarının sarısından geçip,
gözlerinin mâvisine gelmek vardı..
Şimdi saatimi mahfûz bir şiire kurup,
kollarının arasında uyuyup kalmak,
denizmenekşesi rüyâlara dalmak
ve küseğen bir yağmur damlasına uyanmak vardı..
Şimdi sâyelerden geçip sâikâlara gelmek,
hanımeli kokuları arasında gölgelerine yaslanmak,
taşları oyup pervâsız bir totem gibi heykelini yapmak vardı..
ah Elena, ulan Elena..
Aklıma geldiğinde bakır çalığı gözlerin;
saklı bir mâbet gibi örttüğüm yüreğim,
bu gizli kalem, bir anda düşer..
bu ne biçim bir aşktır Yâ Rab,
bunu anlatmaya kaç kalem düşer..
sol böğrüme saplanan bir hançer gibi kesiyor gözleri gecemi..
ve sîneyi saadeti yankılanıyor dalga dalga bedenime..
şavkı-ı bedir beni seyrediyor..
içimde denizi görmüş bir Grek Kumandanının heyecânı..
sokağa çıkıp 'E?? ?????? ????' diye bağırmak istiyorum..
ah Elena, ulan Elena..
Ben o arabesk âşıklara benzemem..
vıcık vıcık şehvet kokan,
insanı âşık olmaktan utandıran,
kurak ve banâl duygusallıklara tahammülüm yok..
veya şövalye romanslarına tutuklu âşıklardan değilim ben;
yastığa başımı koyduğumda Don Kişot,
gözlerimi açtığımda Sanço Panza olmam ben..
ah Elena, ulan Elena..
Kızılay'da, Güven Park'ta dolaşıyorum;
gecenin koynundan süzülüp gelen,
metro duraklarını kırmızı ruja boyayan,
kadın olmanın acısını pet şişelerden çıkartan
ve topuklu ayakkabılarıyla beynimi delen yosmalar,
atıyor bedenlerini üzerime paldır küldür..
kirâlık aşklara ayıracak vagonum yok..
gönlüm imkânsız aşkların yolcusu..
ve dakîkalara teslîm sevişmeler;
bu hoyrat, nankör sevişmeler;
bu kayıt dışı aşklara, âşıklara memur edilmiş
ve alabildiğine hırçın sevişmeler bana göre değil..
ah Elena, ulan Elena..
Kadehime bir tekil-a dolduruyorum;
arkasından geliyor elen..
ve seni içiyorum yudum yudum,
bu soytarılıklara sarhoş olmadan dayanamıyorum..
bir kumpanyayı saadet sergileniyor Ülkem'de
ve mukâvemeti siyâset mahfillerimiz taranıyor..
kuyruğu kesikler cenneti müdâfîleri,
bir balyoz gibi kafama indiriyor,
halkımın biriken kederini ellerindeki değneklerden..
ve ipin ucuna asılı yüreğim,
zülfün teline takılı mahrecim aman diyor;
aman bu kederine ortak etme sevdiklerini..
kendi Ülkem'de mülteci gibiyim..
sana dokunmaya cesâretim yok..
ah Elena, ulan Elena..
Dur, yapma ne olursun!..
savurma saçlarını gönlümün ıssız çöllerine;
Kaf Dağının tepesine yer etmiş umutlarımdan yarattığım,
hüzünlü mısrâlarımla büyütüp beslediğim,
fakat gözlerinde yaka paça dağıtıp
kalemimden kovduğum kakavan umacılar yayılıyor etrâfa..
dur, yapma ne olursun..
bu kum fırtınasına dayanamam, ölürüm..
gözlerime doluşur kum tânesinden hüzünler,
akıp gitmenden korkar, ağlayamam..
ah Elena, ulan Elena..
dînine yandığım Allahsız Elena..
Alkım Saygın
Bulmaca - Sudoku
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın. Kolay gelsin.
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Yılların eskitemediği ingilizce - Türkçe sözlük http://www.moonstar.gen.tr/ Programı bilgisayarınıza indiriyor ve açıyorsunuz. Grup olarak tüm dökümanları bilgisayarınızda istediğiniz herhangi biryere kaydediyorsunuz. MTU isimli exe dosyasının kısayolunu da masaüstüne veya istediğiniz herhangibir yere yapıştırıyorsunuz. Böylece sözlük elinizin altında. Sıkıldığınızda adam asmaca oyununu bile oynayabileceğiniz güzel bir sözlük.
http://www.teknofiyat.com/ ...TeknoFiyat PC ve çevre bileşenlerine yönelik fiyat arama motorudur. Google gibi donanım firmalarının sitelerini periyodik indeksleyerek çalışır. Beta periyodu içinde bazı kriterlere göre seçilen 37 firmaya ait fiyat bilgisi sunulmaktadır... Diyor abiler. Ben denedim, gayet sağlıklı çalışan ve güvenilir bir web sayfası. Mutlaka Sık kullanılanlar listenizde bulundurunuz.
Mc Donald's konusunda herkes birşeyler söylüyor. İşin içinde olmadan yorum yapmak çok zor. Size bu işletmenin tüm çalıştırma yetkisini verseler ne yapardınız? http://www.mcvideogame.com/index-tur.html web sayfasına girerek deneme yapmaya başlayabilirsiniz. Bakalım işin içinde, hem de yönetici olunca neler düşüneceksiniz. Şimdiden kolay gelsin...
Ciddi şeylerden sıkılanlara tabiki flash oyunlar tavsiye ediyoruz. http://www.oyyun.com/ Bu seferlik flash oyunlar buradan. İyi eğlenceler.
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.