|
|
|
25 Temmuz 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : AZINLIK OLDUK AZINLIK!... |
Merhabalar,
Bugünleri de gördük ya, ölsem de gam yemem. Biz de azınlık olduk Baskın Hoca, Azınlık Raporunu yeniden basarsan bizi de eklemeyi unutma. Türkiye'de laiklik bir azınlık arzusu olarak görünüyor artık, gözünüzü açın ey ahali!.. Bunu biz söylemiyoruz, Avrupa Amerika söylüyor. Yani bizim burada "aman ne güzel hayat, yan gel yat" olarak tanımladığımız ve oylarımızı verdiğimiz, özünde laik düzen karşıtı zihniyet, dışarıdan pek bizim sandığımız gibi görünmüyor. Memleketi laik ve .... (burayı siz doldurun) olarak ikiye ayıran ben olmadığım için müsterihim ama şu an zafer sarhoşu olanların bu işin müsebbibi olarak rahat uyumamaları gerektiğini söylüyorum.
Dış basında seçim sonuçlarının nasıl değerlendirildiğini şöyle bir hatırlayalım.
"AKP laiklere ağır bir darbe indirdi" "İmam'dan Türk Meclisine kimyasal bomba. Türkiye İslam'ı seçti." "Kemalist muhalefet, laiklik ilkesine sığındı, kaybetti." "Sonuç, laikler ve ordunun dişlerine atılmış bir yumruk." "Türk halkı laikleri oylarıyla azarladı."
Hoş değil mi sevgili Cumhuriyet mitinginde bayrak sallayıp sonra gidip AKP'ye oy veren laik dostlarım? İşte yaptığınız işin dışarıdan algılanışı bu. Bunu biz içeriden söyledik mi anlamıyorsunuz, belki bunlara kulak kabartırsınız.
Bakın yanda bir video var. Boş bir vaktinizde beş dakikanızı ayırıp izleyin. Tayyip Beyimizin 10 yıl önce yaptığı bir konuşma. Ünlü olduğu için hemen hatırlayacaksınız. Ama bazı sözleri onun ağzından tekrar tekrar duymak belki balık hafızamızı uyanık tutmak için gereklidir. Yarın da kısmet olursa Cumhurbaşkanı adayı olarak yeniden önümüze konulması muhtemel Bakan Gül'ün bir konuşmasını koyacağım. Hoş bugün bir basın toplantısı yapıp aday olup olmayacağını açıklayacakmış. Benim kanaatim olmayacağı yönünde ama olursa bindikleri dalı kesiyor olurlar ki, bu kadar saf olduklarını sanmıyorum.
Bay Baykal kararını açıkladı. Tahmin ettiğimiz gibi istifa etmiyor. Baykal'ın kişiliğine, dürüstlüğüne, 40 yıldır verdiği mücadeleye kimsenin laf söyleme hakkı yok. Baykal, ne çocuklarının sünnet düğününden altın topladı, ne sponsor desteği ile çocuklarını yurtdışında okuttu, ne de 24 yaşındaki zıpırların ceplerinden çıkardıkları 500 bin dolara 2,5 milyon dolarlık banka kredisini ekleyip bir gemicik aldıkları masalını anlattı. Hele hele, değiştim yalanıyla saf vatandaşı aldatma yoluna hiç gitmedi. Ama belli ki, CHP artık yeni bir soluk arıyor. Baykal'la bu iş yürümüyor, olmuyor. Mutlaka bir an evvel gitmeli, ama bu durumda nasıl olacak bilemiyorum. Yazık oluyor Atatürk'ün kurduğu çınara.
Dün bir de hayal kırıklığı yaşadım. Hikmet Çetin'i muhalif kanadın sözcüsü olarak ekranlarda görünce üzüldüm. Oysa o benim Cumhurbaşkanı adayımdı. Bu saatten sonra aday olamayacağı ortada. Hayal kırıklığım ondandır. Ailecek yeni adayımız Mesut Yılmaz. Olmaz mı, bal gibi olur. Hem o rahatlar, hem de bölünmekten korkan yeni Meclis. Benden söylemesi. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
MADAM FOFO
Ev Kumkapıda iki katlı kargir, eski bir binaydı.
Adamın önceleri, güzel bir evi, karısı, masallar anlattığı iki kızı vardı.Kimi akşamlar çökerken hepsi yakınlardaki kıyıda elele gezinir, gemileri, martıları seyreder, kadın eve dönünce küçük mutfağında şarkılar söyleyerek yemek hazırlar, bütün aile mutluluk içinde masaya otururlardı.
Bu güzelliği sürdüremedi adam.
Kentteki bir kurt köpeğinin günün birinde ormandan yayılan uluma seslerine kulak kabartıp arkadaşlarının yanına gitmesi gibi içgüdülerine karşı koyamadı. Bütün rahatlıkları, bütün mutlulukları ve iyi kalpli karısının o sonsuz sevgisini bırakıp ormanın derinliklerine koşuverdi.Küçük kızlarına anlattığı masalların yerini, sevgililerine meyhanelerde okuduğu şiirler aldı.Hep birlikte yenen yemekler yoktu artık. Kadın fazla dayanamadı.Uzak bir kente tayinini istedi ve bir gece kızları ile birlikte çekip gitti.
Artık ormanlarında, kurtların arasında özgürdü adam.Ama artık bir yuvası kalmamıştı.Yalnızca bir bavul dolusu üç beş parça özel eşyası ile arkadaşlarının, sürekli değiştirdiği sevgililerinin evinde kalmaya başladı.İki üç yıl sonra kader günü geldi...Adam yağmurlu bir akşam, yanında genç sevgililerinden biri varken arabasıyla kaza yaptı.Belden aşağısı tutmuyordu.Bankadaki parası hastahane giderlerini zar zor karşıladı.Kentteki eski zamanlardan kalma yapılar üzerine makaleler hazırladığı dergiler, ansiklopedi çıkartan yayınevleri bir sure yazılarını bekleyip onu unutuverdiler.Sevgililer, ormandaki kurt arkadaşları daha kaza günü ortadan kayboluvermişti.
Liseden beri tanıdığı iyi bir dostu ona Kumkapı'daki evi buldu.Ve bir sabah adamı getirip yeni hayatına bırakıverdi.Adamın karısını arayacak ne yüzü, ne de konuşacak gücü vardı.Üstelik onun o uzak kentte evlendiğini işitmişti. Bunun yalnızca intikam almak için yapılan bir evlilik olduğunu biliyordu...Yeni kocası kızlarına masallar anlatır mıydı ya da geceleri dışarı çıkıp onlara yıldızları gösterip tek tek adlarını sayar, kentteki kimi eski köşklerin, camilerin, türbelerin, çeşmelerin öyküsünü anlatır mıydı.Adam sakat ayaklarının sızısından çok kendini bu acıyı çekmeye adamıştı....
Liseden arkadaşının kendisini bıraktığı ev, marmara denizine ve tren yoluna yakındı..Gecenin sessizliğinde odaya kumkapı limanındaki vapurların düdükleri, trenlerin uğultuları dolardı .....Bir zamanlar zengin insanların oturduğu bu semt sonradan fakirleşip boşalmıştı...Şimdi yıkık dökük evlere doğudan göç edenler, afrikadan gelip başka bir ülkeye geçmenin yollarını arayan çoğu işsiz, kimileri seyyar satıcılıkla geçinen insanlar yerleşmişti.
Akşamleyin Madam Fofo geldi.Üst katta oturuyordu.Altmış yaşlarında, ince yapılı , orta boylu bir kadındı.Saçına bir papatya takmıştı.Elinde ada kırlarından topladığı bir kucak dolusu mimoza vardı.O gün adaya gitmiş, tepedeki Aya Yorgi Manastırına tırmanmıştı.Kocası Terzi Koço'nun öleli yıllar oluyordu...Amerika'ya yerleşmiş çocuklarından uzun süredir haber alamıyordu….Kentte, kilisenin bağladığı az bir maaş ve çocuklarının arada bir yolladığı paralarla geçinmeye uğraşıyordu.
Her zaman yaptığı gibi manastırın altındaki küçük ayazmada, iki mumu yanyana bitiştirip dikti.Onları yakarken uzun uzun dua etti.Doğup büyüdüğü, evlendiği mahallesinde kimseler kalmamıştı..Aradığı yalnızca konuşacak, dertleşecek kendi gibi o eski güzel günleri hatırlayan bilen insandı…
Madam Fofo alt katta yanan cılız ışığı görünce şaşırdı.Bir süre kapıyı çalıp açan olmayınca meraklanıp kapıyı itiverdi.Adam yatağında oturmuş, gözlerini boşluğa dikmişti.Harap evin hemen yakınındaki bir ağacın dallarının gölgesi odanın kırık dökük duvarlarda oynaşıyordu..
" Sen de kimsin " dedi Madam Fofo şaşkınlıkla . " Hasta mısın yoksa "
" Kaza geçirdim " diye cevap verdi adam. " Yürüyemiyorum "
" Kimin kimsen yok mu .Karın ,çocukların "
" Yok " dedi adam." Hiç kimsem yok.Daha doğrusu vardı da yitirdim hepsini "
Gece iyiye çöktü.Biraz sonra Kumkapı meyhanelerine doğru yola çıkacak mardinli midye satıcılarının, buzlu bademcilerin birbirlerine bağırışları, şakalaşmaları duyuluyordu sokakta.Madam Fofo o gece sakat adama yemek getirdi, yanına oturdu, anlatmaya başladı.…Aylar geçti.hep anlattı Madam Fofo Atina' ya dönen arkadaşlarını, biraz büyüyünce Amerika'ya amcalarının yanına giden iki çocuğunu, kimselerin kalmadığı, bir zamanlar nezih insanların oturduğu, sokaklarında şık hanımefendilerin beyefendilerin dolaştığı Kumkapısını… Ama o yapamamıştı..Bu doğduğu semti bırakıp gidememişti…Kendisini bu mahalleye bağlayan sihirli bir ip vardı sanki…Kocası burada ölmüştü kendisi de burada, vatanında ölecekti…Adam hep dinledi Madam Fofo'yu, sonra da yitirdiği hayatını, küçük kızlarını, bir başkasıyla evlenen karısını düşündü ....
Adam bir akşam, kimbilir kaçıncı kez kendisine soluk fotoğraflarını gösteren Madam Fofo'ya kısık bir sesle
" Keşke bir arabam olsa " dedi
" Ne arabası "
" Tekerlekli bir sandalye madam..Böyle bir arabam olsa kıyılara gider denizi, gemileri, martıları seyrederdim. "
Ertesi gün Madam Fofo kente, araba bakmaya gitti.Adam yatağında heyecanla yaşlı kadından bir haber bekliyordu…Hayat nasıl da sürprizlerle doluydu ki bir zamanlar arabasını değiştirmesinin hayalini kurarken, şimdi bir tekerlekli sandalyenin düşü ile dolmuştu.
Madam Fofo akşama doğru geldi.Yorgundu...Kentte gün boyu gezinip dükkanlara bakmıştı.
" Ne kadarmış arabalar " diye sordu adam.
' Üçyüz milyon "
' Çok para bu ' dedi adam. ' Benim o kadar param yok ki…Nereden bulabilirim o parayı ben .
' Kaç paran var senin '
' En fazla ellimilyon…Ötesine gücüm yetmez .
' Dört bileziğim var ' dedi Madam Fofo ' Hepsi bu.Kara günlerim için saklıyordum.Yarın gidip bozdururum .
' Yapma be madam…inan hiç değmez .Hele benim gibi bir insana '
Cevap vermedi yaşlı kadın.Eğildi.Adamın kaymış battaniyesini sıkıca üzerine örttü.Odadan çıktı.
Madam Fofo, sabah erkenden bir kuyumcuda, kara gün bileziklerini bozdurdu.Arabayı aldı..Bir taksinin bagajına koyup eve getirdi.
Adam sakat arabasını görünce çok sevindi.İncecik,siyah tekerlekleri vardı.Metal kısımları pırıl pırıl parlıyordu.Birden kendini karne hediyesi olarak bisiklet alan bir çocuk gibi hissetti...Neredeyse ona sarılıp uyuyacaktı...Madam Fofo'ya sayısız kez teşekkür etti.
" Sabah erkenden dışarı çıkalım " dedi adam " O kadar uzun zamandır sokaklara çıkmadım ki "
Ertesi sabah gün ağarırken geldi madam Fofo.Adam neredeyse hiç uyumamış, onu bekliyordu.Önce arabayı sokağa çıkardı kadın.Sonra da ayaklarını sürükleyerek, koltuk değneklerinden aldığı güçle ilerlemeye çabalayan adamın koluna girdi.Yürümesine yardımcı olup, onu arabasına oturttu.
Hava serindi.Gece boyu Aksaray pavyonlarının önünde pilav satan arabalar, içlerinde hala yanan mum ışıklarıyla alacakaranlık ve boş sokaklardan bir masaldan çıkarmışçasına evlerine dönüyorlardı.
Adam temiz sabah havasını içine çekti.Çoğu kez yazılarında sayfalar dolusu anlattığı Aya Kiryaki Kilisesinin önünden yürüdüler.Tren yolunun tam altından geçerken belki de günün ilk treni üzerlerinden kayıverdi..Deniz hafif bir buğu tabakası ile kaplıydı.Sahil o kadar sessizdi ki uçuşan martıların kanat hışırtıları bile duyuluyordu.Yaşlı kadın arabayı sıkıca kavradı.
Herkes gitti...Kimseler kalmadı bir bak...Çocuklarım da gelmiyorlar..İyi ki sen varsın .Gücüm kuvvetim olduğu sürece ben sana bakarım."
Adam Madam Fofo'nun gözlerinden süzülen yaşları gördü....Belki kendi de ağlıyordu. Güneş karşı, uzak tepelerde iyice belirmişti.Dünya adamın içine sığmıyordu.Cevap veremedi.Gücü tükenmişti.Başını sandalyesinin arkasına yasladı.Gözlerini kapadı.
Nejat Güç
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel BAL RENGİ GÖZLERİ |
|
Geçen gün, bir öğretmen arkadaşımdan telefon geldi, bir süre güzel konulardan konuştuk. Tam telefonu kapatacakken, "az kalsın unutuyordum, Ayşe teyze çok hasta, istersen bir gör!"dedi. "Bir daha ya görüşürsün, ya görüşemezsin." "Neden?" dedim "bildiğin şeyler, yaşlılık" dedi. "Bunun için aramıştım aslında seni, az kalsın unutuyordum" diyerek telefonu kapattı. Birden elim ayağıma dolaştı. Ne yapsam da onu görseydim. Aramızda neredeyse, dört yüz kilometrelik bir yol vardı.
Üşenmeden çantamı hazırladım, yarın okuldan çıkar çıkmaz, otobüse atlayıp Antalya'ya gidecektim…
Antalya terminalinde, basık bir havayla, nem karşılıyor sizi. Ne olduğunu bile anlayamıyorsunuz. Vücudunuz ağırlaşıyor, terden su kaybına uğruyorsunuz.
Neyse buraya kadar kazasız belasız geldik deyip, nemi sineye çektikten sonra, kalan yarım saati hesaplamaya başladım. Saat üç gibi onun evinde olacaktım. Saatime baka baka, evin yolunu tuttum. Kapıya iki kez, sert sert vurdum. Kulakları yavaş duyduğundan, normal bir sesi duymasına imkan yoktu. "Kim o?" dedi, küçük odadan bir ses.
"Benim" dedim. Açık olan pencereye yapışıp, bana baktı. "AAAA!!" diye bir çığlık attı.
"Sen okulda değil miydin? Okullar tatil mi oldu?" dedi.
"Yok! hayır! ben hafta sonu için geldim sadece" dedim. Kapıya yöneldi. Sert kapı kilidini, iki kere çevirdi. "Artık kapıyı kilitliyorum, havalar ısındı, hırsızlarda çoğaldı" dedi.
Kapının yanında duran, eski bir basmayla örtülü, demir ayaklı divana oturdum. Derin bir oh! çektim. "Nem" dedim, "beni çok rahatsız" etti. Bana bir bardak soğuk su getirmek için buzdolabına yöneldi. "Hayı!" dedim, "soğuk su içersem hasta olurum, zaten buranın havası beni hemen çarpar." "O zaman çay yapayım sana, yorgunluğunu alır."dedi.
"Tamam. Çaya hiç bir zaman, hayır demem bilirsin."dedim.
Hemen eline vernikli, ahşap bastonunu alarak, ocağın olduğu yere doğru yürümeye çalıştı. Sağ ayağı öbürüne göre daha aksaktı, bir de yaşlılık olunca iyice tutmuyordu. Yengeç gibi yan yan yürüyerek, bütün işlerini kendi yapıyordu. Başkaların yaptığı işi de beğenmiyordu.
Ocağa suyu koyduktan sonra, sağ yanına basarak yanıma geldi, oturdu. Yüzündeki çizgiler artıkça artmıştı. Kader yüzüne imzasını öyle derin ve de öyle karışık atmıştı ki.
Başından kayan eşarbını, elleriyle düzeltti. Çenesinin altına, gıdığının olduğu yerden, kalın bir düğüm attı. Bu arada alnının üstünde ki saçlar, perçem gibi dökülmüştü. Beyazlar kınayla öyle bir kapanmıştı ki, kıpkızıl olmuşu. İnce ve seyrek saçları terden alnına yapışmıştı, peruk gibi duruyordu.
"Yaşlandık" dedi, "artık yetmiş oldu. Yaş yetmiş, iş bitmiş diye boşa dememişler." Ardından gözlerini, eşarbının ucu ile sildi. "Keşke, bir çocuğum olsaydı, bunlar başıma gelmezdi. Konu komşu da olmasa ne yaparım bilmem" dedi.
Daha önce iki kere evlenmiş, ayrılmıştı, çocuğu olmadığı içinde, kimse onu istememişti. Abisiyle yaşıyordu bir dönem. O da ölünce tek başına kalmıştı.
"Ağabeyim olsaydı keşke," dedi. "En azından, dışarının işini görürdü. Benim gücüm yok bakkala gitmeye. Sokaktan geçenlere sesleniyorum, ekmek getiriverin" diye. "Devletimiz sağ olsun, Allah zeval vermesin, her ay kaymakam harçlığımızı veriyor, arada gelen fitre ve zekatla da geçinip gidiyorum."
Maddi anlamda sıkıntısı yoktu. Konu komşu onu kolluyordu. Her gün ekmeğini getiren, çorbasını pişiren vardı. Tek sıkıntısı, hatırlanmamak, unutulmaktı. Bir de tutmayan ayakları.
Böyle derin bir sohbete dalmışken, birden kapı çaldı. "Kim o?" diye sesledi.
"Benim" dedi dışarıda ki ses, "Münevver." Asma ağacının, camı kapatan dalını elleriyle kaldırıp, içeri baktı. "Çek kapıyı, kapı açık" dedi.
İçeri girdi Münevver. Köşede duran, ahşap sandalyenin üzerine yayıldı. "Dışarısı sıcak, cehennem gibi" diye ekledi. Burnunun ucunda sallanan, iki ter damlasını, tülbendinin ucu ile sildi. Boğazında ki guatrı artmış, göğsüne doğru sallanmıştı. Onun da sıkıntı verdiği belliydi. Derin derin soluyor etrafa bakıyordu. "Gelemedim" dedi "biliyorsun durumu. Kızı gelin ettik, iş güç derken bugüne kaldı."
"Olsun" dedi "senin işlerin yolunda gitsin de." ardından da "Eh bu kızı da çıkardın, bir tane kaldı, onu da verdin mi tamam, ununu eledin, eleğini duvara astın."
"Yok" dedi münevver, "çok yoruldum, bir kaç yıl düğün filan yok. İki kızı, ardı ardına çıkardım, param da kalmadı, ben de yoruldum."
Sonra da "çay kaynamış" dedi, yerinden kalktı, ocağın yanına gitti. Altın yaldızlı, küçük bardakları sıcak suyla çalkaladı, bakır tepsiye tek tek yerleştirdi. İlk bardağı bana doğru uzattı "sen misafirsin" dedi. Bana eski bir tanıdığa, bakar gibi bakıyordu. Sonra "seni tanıdım ama çıkaramadım" dedi. Usulca gidip boş tepsiyi yerine koydu.
"Ben de onu tanıyordum ama nereden?"
Vücut farklıydı, çok kilo almıştı, yanakları tombullaşmıştı, ama gözler, bal rengi gözler. Onlar hiç değişmemiş, aynı kalmıştı.
Kimdi bu münevver??
Çayları içtikten sonra evi birer birer terk ettik, Ayşe teyzeyi yalnızlığıyla baş başa bıraktık.
Yolda o kadını düşünüyordum. Çıkaracağım bir yerden ama nerden? O yüz kime ait?
Tam böyle kafası karışmış bir halde dolaşırken, eski bir tanıdık geldi karşı yoldan. Evet, bu o adamdı, iyice yaşlanmıştı, yolda yalpalayarak yürüyordu. Bu Münevverin babasıydı.
Karısı genç yaşta ölmüştü, bir daha da hiç evlenmemişti. Eskiden bizim mahallede oturuyorlardı. Ben onlara oyun oynamaya giderdim. Adamın üç, dört tane çocuğu vardı, tam sayısını hatırlayamıyorum. O zamanlar daha çocuktum, beş, altı, bilemedin yedi yaşındaydım. Adamın en büyük çocuğu Münevverdi, arada bir oğlan çocuğu vardı, ama o işe giderdi, ben onu hiç görmezdim. Benim arkadaşımsa Fatma'ydı en küçük olan.
Fatma benden iki yaş büyüktü, saçları sarıydı. Bu yüzden herkes ona, Sarı Fatma derdi. O zamanlar sarı saç bu kadar moda değildi. Kızcağız Sarı Fatma'yı kötü zanneder utanır, boynunu büker, ağlardı.
Hemen hemen her gün, onlara giderdim. Çünkü onların evinde televizyon vardı, bizim evde yoktu. Sabah çizgi film kuşağını onlarda izlerdim. O zamanlar "Dinozor Denvır" ile "Arkana" adlı Mısır'da geçen, bir çizgi film vardı. Biz Fatma ile soluksuz bir şekilde televizyon izlerken, ablası Münevver kazanda kaynattığı, sakız kadar beyaz çamaşırları, evin önünde ki naylon, çamaşır ipe sererdi. Sonra da mutfağa geçer, sarı saçlarını, kahverengi kemik bir toka ile tutturur, mavi maksi eteğini yukarı doğru çeker, süpürge yapmaya koyulurdu. Süpürge bittimi, dünden kalan bulaşıkları yıkamaya başlar, arada bir bize seslenir, "durulayıverin şunları!" derdi.
Şimdi o yıllardan aklımda kalan, o incecik, ipek saçlı, hamarat Münevver'le, derin derin bakan, bal rengi gözleri….
Neslihan Güzel www.neslihanca.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
GERÇEKLER
Kimse gerçekleri görmek istemez ,
Çünkü gerçekler acıdır.
Bu herkesin kullandığı basit bir terimdir fakat neden acı olduğu hiçbir zaman anlatılmamıştır..
Ben anlatmak isterim.
Umarım başarabilirim.
Acı olan şey doğru olandır .
Neden çünkü insanoğlu varoluşundan dolayı hem kendini hem bütün kötülükleri reddetmektedir.
Reddeden insan modeli hayatında hiçbir zaman mutlu olamaz.
Hep üzülmeye,bağırmaya ve çelişkilerle uğraşmaya mahkumdur.
Ancak ve ancak,kabullenebilen,her şeyi kendine katıp ilerleyebilen insan; mutluluğu yaşayabilir.
İşte gerçekleri görmek istemeyen insanlar kendi yarattıkları ilüzyon dünyada yaşamaya başlayınca
Çevresinde iyi olan her şeyi de yoketmeye başlar.
İşte gerçekler bu yüzden acıdır,elde olan güzellikler de yokolacağı için,elde hiçle yola devam edeceğimiz için.
Bu yüzden,
Gerçekler görülmeli,
Kabul edilmeli,
Yalan perdesi gözümüzden indirilmelidir.
Hayat ne cennettir ne de cehennem.
Hayatta her renk mevcuttur.
İyide kötüde,
Tatlı da acıda.
O yüzden taraf tutmak ve taraf olmak ne kadar kötüyse,
Politik olup ortada olmak da bir o kadar fecidir.
Sadece yaşamak lazım…
Gerçekçe..
Kendince..
Kimseyi rahatsız etmeden,
Kendi yolunda,
Huzurlu ve gerçek bir yaşam yaşamak lazımdır.
Herkes bunu yaşayamaz,yada ‘’yaşayamıyorum ‘’ lafının altına saklanır.
Hayatta mutlu olamamak,gerçek olamamak için hiçbir bahanemiz olmamalıdır.
Hangi ortamda,hangi mevkii de,hangi şartlarda olursan olsun insanoğlu,
Güneşi gözlerinde,
Sevgiyi kalbinde,
Umudu ruhunda her daim barındırır.
Yeterki onları açığa çıkarbilsin !
Yalanlarla –yalan üzüntülerle yaşamayı reddetsin.
İşte reddedilmesi gereken bir şey varsa o da bu olsa gerek.
Herkes kendinden sorumlu şu dünyada…
Kendi gerçeğimizinde hesabını veremeyecek kadar küçülmüşsek o zaman vay halimize…
Kübra Kora
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : Feride Özmat Küçüğüm... |
|
Pierrot'ya...
Ruhu ışık ve sevgiye doysun...
Ağlıyordum. İçim yana yana ağlıyordum. Annemi kaybedeli daha yirmi dört saat bile olmamıştı. Acı tüm dünyamı sarmış; herkesle ve her şeyle ilişkimi kesmişti. Artık yapayalnız kaldığımı düşünüyordum. Birinin varlığını hissedip gözyaşlarımı sildiğimde, karşımda onu görmüştüm. Pis bir kutunun içinden, başını yana eğmiş bana bakıyordu.
Küçüktü. Belki iki, belki de üç haftalık... Tüyleri kuyruğunda simsiyahken sırtında beyaz lekelere bulaşıyor ama alnından aşağıya, göğsüne inerken tamamen beyazlaşıyordu. Suratının ortasındaki üç siyah nokta, o beyazlıkta düzensiz bir çintemani deseni oluştururken yüzüne komik bir ifade veriyordu. Sanki vücudunu baştan sona özene bezene boyamış da, elindeki fırça bu noktalara kazara değmiş gibiydi. Bir palyaçoya benziyordu küçüğüm...
Onun da annesi gitmişti ve o günden beri bu koca dünyada yapayalnızdı. Tıpkı benim de olduğum gibi... Karnı uzun zamandır açtı; yüreğiyse şefkate muhtaç... Minik vücudu geceler boyu kim bilir nerelerde titremiş; ana sıcaklığını nasıl da aramıştı! Sevgi ve yardım istemek için, ola ki her duyduğu ayak sesinin ardından koşmuş; karşılık alamayınca boynunu bükmüş; mecburen kaderine razı olmuştu.
İçim ilk görüşte ısınıvermişti ona. Özlediği sıcaklığı bende bulmasını umarak usulca kucaklamıştım. Her ikimiz de acıyı, yalnızlığı paylaşmış; birbirimizi teselli etmiştik. Sanırım o bana hüznümün azalması için yollanmış bir armağandı; ben de ona... Şimdi geriye dönüp bakınca fark ediyorum; aradan neredeyse sekiz yıl geçmiş.
Ada'ya gelişimizin ertesi günü, aniden hastalanmıştı küçüğüm. O aciz halini gördükçe içim parçalanıyordu. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü, neresinin ağrıdığını bilemiyor; sadece tahmin etmeye çalışıyordum. Zorla da olsa, ilaçlarını içirmekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Bir köşeye kıvrılmış; gözleri yarı kapalı, kendinden geçmişçesine yatarken ve göğsü solumakta zorlanırcasına hızla inip kalkarken, ben de onunla beraber nefes nefese kalıyor; onunla birlikte acı çekiyordum. Kucağıma alırsam canı yanacak diye çekindiğimden sadece alnını okşamakla, kulağına sevgimi fısıldamakla yetiniyordum. Korkuyordum. Beni bırakıp gidecek diye korkuyordum.
Hani kediler uyuya uyuya iyileşir derler ya... Ben de istiyordum ki yaşama sımsıkı tutunsun, ölüme dirensin... Ve uyandığında ayaklanıp yine Karamuk'un mamasını çalsın, yine Prenses'le dalaşsın... Arka cama gelen kedilerin her birine pati atarak balkondan kovalamaya çalışsın... Sabahları önümde yatıp göbeğini açarak cilveler yapsın; daha fazla süt, daha fazla mama istesin... Onu her kucaklamaya kalktığımda elimden kaçıp evin içinde benimle köşe kapmaca oynasın... Geceleri yine babasının koynuna sığınıp, mırıldayarak uyusun...
Artık onun ne siyah-beyaz, ipeksi tüylerini okşayabiliyor; ne de mis gibi kokan alnını öpebiliyorum. Durup durup arka bahçede yattığı yere bakıyor; birlikte geçirdiğimiz yılları, biriktirdiğimiz binlerce anıyı düşünüyorum. Yüreğim her geçen dakika daha çok acıyor; her geçen dakika daha iyi anlıyorum ki bundan böyle onu yalnızca hayalimde sevebileceğim.
Küçüğümdü o... Boyu kedi normlarını aşacak kadar uzasa, kilosu kucakta zorlukla taşınacak kadar artsa, yaşı ilerledikçe huysuzlukları giderek fazlalaşıp bazen beni çileden çıkartacak gibi olsa da, benim için her zaman bebekti. Hep de öyle kalacak.
Ada bugün rüzgârlı ve serin... Balkonda oturmuş, görmeyen gözlerle çevreme baktığım şu anda, hiçbir şey umurumda değil. Tepeköy'ün camları güneşin son ışıklarıyla yanıyor. Martılar hüznümü paylaşırcasına çığlık çığlığa... Aklımda yalnızca küçüğüm...
Feride Özmat
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
[Henüz Oylanmamış] 0 Kahveci oy vermiş. |
|
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
GERİCİYE İLK UYANIŞ
Kıpırdamaya başladı çelik gibi hava
Saatin sabah beş otuzunda
Önce köylüler uyandı
Tezek kokan odalarında
Sabahın taze saman ve toprak kokan havasından
derin bir soluk çekerek doğruldular
gün bildik gün değildi
hava sert ve demir gibi ağırdı
Ve
Toprağı tırnaklarıyla kazan, kalın ve kabuklu ellerinden çelik gibi bir ışık geçti...
Kıpırdamaya başladı çelik gibi hava
saatin sabah altısında
ve sonra işçiler uyandı
yağ kokan yataklarında
sabahın ilk çiğ düşmüş karbondioksitli havasından
derin bir soluk çekerek doğruldular
gün bildik gün değildi
hava sert ve demir gibi ağırdı
Ve
Makinelere güç yetiren hünerli, yağlı ve kararmış ellerinden çelik gibi bir ışık geçti...
Kıpırdamaya başladı çelik gibi hava
saatin altı otuzunda
ve sonra öğrenciler uyandı
kitap kokan yataklarında
sabahın umutlu ve inançlı havasından
çok derin bir soluk çekerek doğruldular
gün bildik gün değildi
hava sert ve çelik gibiydi
Ve
Zalimlere
Ve gericilere
güç yetiren dirençli beyinlerinden çelik gibi bir ışık geçti....
ve toplaştılar geniş bir meydanda ,
sabahın erken bir vakti
kimisi toprak
kimisi makine
kimisi ışık niyetine
ve hepsini koyuncadır ki ortaya
Ve ille de aydınlık ve yurtsever bir kavga
ille de Kuvay-i Milliye
Ve
ille de bozulacaktı örümceğin ağları
ve yıkılacaktı gericilerin karanlık çağları...
C.ERAY ELDEMİR
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Dünya üzerinde o kadar çok gezilecek ve görülecek yer var ki, insanın ömrü yetmez. Siz en iyisi internette gezinmeye devam edin. Tüm dünyayı bir tıklama ya da doğru kelimeleri kullanarak tarama yaptığınızda bile gezebilirsiniz. Bunun insanı bazen tembelliğe ittiğini ve tamamen antisosyal bir konuma yaklaştırdığını düşünsem bile yine de vazgeçemiyorum. http://armandfrasco.typepad.com/photos/afk/crown1.html web sayfasında dünya üzerindeki görüntüleri resim karesiyle bile olsa sizlerle paylaşmak isteyen bir fotoğrafçı var. gezmekten, görmekten ve öğrenmekten korkmayın.
İşte sizlere internet üzerinden tüm dünya ile bağlantıya geçebileceğiniz bir iş platformu. https://www.xing.com/ üye olarak internet üzerinde bir çok iş bağlantınızı düzenleyebilmeniz mümkün. Üye olduktan sonra arama kutusuna "kahve molası" yazıp tarama yaptırırsanız, karşınıza ben çıkacağım. Profilimin bulunduğu sayfada, orta kısında ve seçenekler'in altında "ilişki olarak ekle" kısayoluna tıklayıp beni listenize ekleyebilirsiniz. Tüm kahve molası ekibini buraya davet ediyorum. Hatta isteyen arkadaş kahve molası grubunu da kurabilir. Ben seve seve üye olurum.
Dedik ya dünyayı görmek için pasaport ya da vizeye ihtiyacınız yok. İnternetiniz varsa işler daha da kolaylaşır. Mesela şu an Newyork, Times meydanında neler oluyor merak ediyorsanız http://www.earthcam.com/usa/newyork/timessquare/index.php?cam=htzone4 bir tık yeter. Tüm meydanı canlı olarak takip edebilirsiniz. Hatta 12 farklı noktaya yerleştirilmiş olan kameralardan istediğinizi seçerek görüş açınızı da değiştirmeniz mümkün.
...Yol boyunca Pasinler, Köprüköy, Horasan'ı geçiyoruz. Horasan'dan sonra kayak merkezi Sarıkamış'a ulaşıyoruz. Sarıkamış ülkemizin hemen bütün kayak sporcularının çıktığı yerdir. Uludağ, Kartalkaya gibi kış sporu merkezlerindeki kayak öğretmenlerinin de hemen tümü Sarıkamışlıdır. Sarıkamış Türkiye'nin en popüler kış turizmi merkezi olmaya aday. Kış turizmi için gerekli yeni tesislerin yatırımı önemli teşviklerle sürüyor... http://www.geziturkiye.com/ Tüm dünyayı tanırken Türkiye'mizi yani vatanımızı ihmal etmeyelim.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|