Suyu Boşa Harcama



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.262

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 26 Temmuz 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Ne oldum delisi olanlar!...


Merhabalar,

Dün akıllanmışlardır artık saflık etmezler dedik ama meğerse ne oldum delisi olmuşlar. Biri çıkmış kızdırmasınlar %65'le döner geliriz demiş. Gül Bakan da gaza gelip, belli ki Cumhurbaşkanlığını zorlayacak. Ses tonundan, küçük büyük her dağı biz yarattık dediğini ben bile anladım. Dediklerine göre bu oy oranı onların her dediğine onay demekmiş. Tayyip Beyin aynı fikirde olduğunu sanmıyorum aslında, bu saatten sonra onun hazırladığı kılıfların arasında Gül'ün Cumhurbaşkanlığı yoktur diye düşünüyorum. Hele birkaç gün geçsin daha aklı başında birkaç isim daha zikredilecektir eminim. Dün verdiğim söz üzerine yanda Gül Bakan'la ilgili bir videomuz var. Evveliyatları hatırlamak baâbından arada bir izlemekte yarar olabilir.

Efendim bugün sıcaktan mıdır nedir benim matbaanın adaptörünü dükkanda unutmuşum. Benim matbaa da biraz teferruatlı olduğundan olsa gerek, bataryalarını bir buçuk saatte yiyip bitiriyor. Batarya yardımı ile hazırlamak zorunda kaldığım bu sayımızı bir an evvel bitirip servise sürebilmek için 10 dakikam kaldı. İzninizle sizi aşağıdaki yazılarla başbaşa bırakıp gidiyorum. Yarın görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Kahveci : Nurten Karahasanoğlu


GEÇMİŞ GEÇMİŞTE KALDI

Uyuyordu yaşlı kadın. Bacaklarını kırmış, ellerini iki yanına bitiştirmişti. Yüzünde ise durumuna hiç uymayan huzurlu bir ifade vardı. Pencereden vuran ilkbahar güneşinin ışığı bedeninin kara kuruluğunu, bir deri bir kemikliğini daha da ortaya çıkarıyordu.
Arifini yitireli çok olmuştu yaşlı Zârif' in, uykusunda da durmadan Aliye' yi sayıklıyordu.
Başucundan kalkmaya hazırlanan Aynur yaşlı kadına yarı acıma yarı sevgi ile baktı.
- Aliye' nin öldüğünü ne zaman söyleyeceğiz ona ? dedi, yatağın öteki başında oturan annesine.
Omuzları düşmüş, yorgun ve bezgin görünen kadın bu halinden umulmayan bir hiddetle:
- Söyleyip de ne olacak? Ne faydası olacak ona? Geldiğinden beri dırdırlanıp duruyor zaten. Bir de Aliye' nin derdine düşüp kafamızı şişirmesin, e biz de etten kemikteniz, taş değiliz ya deyip kalktı gitti odadan.
Pişman gibiydi annesi Zârif' i İstanbul'a getirdiğine. Hastalıklarla boğuşan bedeni bir hafta içinde iyice yorgun düşmüştü. Zaten anneannesi de memnun olmamıştı bundan. Kız kardeşiydi Zarif, kimsesi de yoktu ama sevmiyordu onu. Aliye' nin ölümünden sonra annesi Zarif' i köyden getirmeye karar verdiğinde "Ne işi var onun burada? Bir evde iki yaşlı olmaz, kim bakarsa baksın getirmeyin" demişti.

Babasının ölümünden sonra bu evde bakılan üçüncü hastaydı Zârif. Diğerleri gibi yedirilip içirilecek, yıkanıp paklanacak ve zamanı geldiğinde -ki dilekleri çabuk gelmesiydi- öteki dünyaya uğurlanacaktı. Bu sürecin pek kolay olmayacağı belliydi. Çünkü Zârif farklıydı. Dik başlı ve inatçı olduğu gibi çişini de tutamıyordu. Bir de yemek yiyordu ki, kıtlıktan çıkmış gibi. Yedikçe de küçük büyük aptesini koyuveriyor, umurunda mı, nasılsa temizler Aynur. Temizlemek dert değil de bu iştahla kefeni yırtacak anlaşılan. İşte o zaman gel de çık işin içinden. Pat diye bir de bakarsın Zârif' in yerine annesi çıkmış yolculuğa. Ölüm sıralı değil ki. Aliye bile öldükten sonra.

Aynur yavaşça kalktı yatağın başucundaki sandalyeden. Uyurken minik hırıltılar çıkaran kadının üzerindeki battaniyeyi belinden omuzlarına çekti. Başındaki yemeniyi düzeltti. Sehpadan tabaklarında kırıntı bile kalmayan yemek tepsisini aldı, mutfağa yollandı. Onun geldiğini görünce beceriksizce konuyu değiştirmeye çalışan annesiyle anneannesini mutfak masasında baş başa vermiş konuşurken buldu. Elindeki tepsiyi tezgahın üzerine fırlatır gibi bıraktı, bir sandalye çekip iki kadının arasına yerleşti. Annesinin gözlerinin içine dik dik bakarak konuştu:
- Yetmedi mi anne, daha ne kadar kendi kendinize konuşacaksınız? Aynı evde yaşıyoruz ve ben üç yaşında çocuk değilim. Geri zekalı da değilim. Saklayacak neyiniz var Allah aşkına?
İki kadın bu birdenbire gelen tepeden düşme soruyla irkildiler. İlk anneanne toparladı kendini:
- Yok kızım, sakladığımız bir şey yok. Sadece senin üzülmeni istemiyoruz biz. Biliyorsun...
- Ne biliyorum ben, Zârif' le kaderimiz aynı diye mi üzüleceğim? Hey Allah'ım, sen sabır ver, Zârif' in aklı tam yerinde olsa ondan öğreneceğim de değil işte. Başka zaman bülbül gibi şakıyan siz konu Zârif olunca dut yemiş bülbüle dönüyorsunuz. Anlamıyorum, Zârif bu eve geldi işte sen istesen de istemesen de anneanne. Merak ediyorum, sen neden kız kardeşini sevmiyorsun? Annem neden bu kadar farklı senden; bin türlü hastalığı varken bakacak bir yaşlı daima buluyor, neden? Ve sonra da neden bin pişman olup sana dert yanıyor?

Annesi, ikiyüzlülüğü dünyaya ilan edilmiş gibi utanarak başını eğdi. Aslında ikiyüzlülük değildi yaptığı; zor durumda kalan insanlara hep ilgi duyardı, yardım etmeye çalışırdı. Sadece, dozunu kaçırdığında kendi iyilikseverliğinin evdeki insanların da hayatını zorlaştırdığını görüp pişman olurdu. "Hayır" sözcüğünü kullanmakta zorlanan insanlardandı. Annesi gibi olmayı istediği zamanlar olmuş, ama böyle bir sevgisizliğin çektireceği vicdan azabına dayanamayacağını düşünüp aynı kalmakta karar kılmıştı. İstese de olmuyordu zaten.

Anneanne, sandalyenin arkalığına yaslandı, bir kızına baktı bir de torununa. "Bu kız dedesine çekmiş" dedi içinden, "onun gibi meraklı, halbuki merak hiç iyi bir şey değildir." Torununa bir yanıt vermesi gerekiyordu, Kız o kadar kararlıydı ki gelişigüzel bir yanıtla savılmayacağı belliydi.
- Bize bir kahve yap kızım, dedi. Haklısın, artık çocuk değilsin. Evlendin gittin, boşanıp geldin. Allah o kocan olacak adamı kahretsin. Kabahat bende demez bunlar, Arif de demediydi.

Sonunda tatmin edici bir yanıt alacağından emin, kalktı yerinden Aynur. Kahveleri yapıp önlerine koyduğunda annesi hâlâ başı eğik sessizce oturuyor, içerdeki odadan yaşlı kadının hırıltıları duyuluyordu.
Kocasının -eski kocasının- bu kadar da yerilmesine gönlü razı gelmedi:
- Anneanne, Arif' i bilmem ama benim kocam iyiydi, ne yapsın adam? Dayak mı attı, eksiğimi gediğimi mi karşılamadı? Çocuk istiyordu olmadı, zorla tutamazdım ya yanımda. Hem benim de kusurum yok değildi, düzelmesini bekleyemiyor işte erkek kısmı.
Anneanne, boşta duran sol eliyle havada bir iki kavis çizdi, kaşlarını kaldırdı:
- Hadi oradan saf kız, annen de sen de dedene benzeyeceğinize ablan gibi biraz bana benzeyeydiniz ya. İyi adammış, dayak atmamışmış, ha bir de atsaydı. Köyde mi yaşıyoruz, sahipsiz miydin ki sen? Bal gibi biliyordu o domuz, sana bir fiske vursa tepesinde biteceğimi. Bırak şimdi onu, düşündükçe sinirlerim oynuyor. Artık kocası olmayan adamı savunarak gereksiz yere ortamı gerdiğini fark edince sustu Aynur. Annesi, başını eğik tutmaktan vazgeçip önündeki kahve fincanına uzandı. Üçü birden birer yudum aldılar kahvelerinden. Sessiz kaldılar bir iki dakika. Mutfağın açık penceresinden parkta oynayan çocukların gürültüleri geliyordu kulaklarına.
- Kapat şu pencereyi Aynur, bir yandan Zârif bir yandan çocuklar, başım ağrıyacak şimdi, dedi anneanne.
Emrini yerine getirip yanına oturan Aynur'a döndü ansızın:
- Sen, benim bu Zarif'i neden sevmediğimi merak ediyorsun. İnsanın kardeşini sevemeyeceğini aklın almıyor. Belki bunu alıyor da kimsesiz kalmış bir kardeşe insaf arıyorsun bende. İnsan kaderini kendi yazar kızım. Gene de şanslıymış, annen gibi birinin eline düştü.
Çocukken severdik bir birimizi biz. Yahut bir ben severdim bilmem. O Arif denen namussuza kaçtı gitti, unuttu bizi. Annemi, babamı, kardeşlerini hiç aramadı yıllarca. Oysa biz affetmiştik onu, gelsin diye haberler yolladık kaç kez. Arif' i de affedecekmişiz, ancak öyle gelebilirmiş haspam. Niye, ne diye affedecekmişiz Arif' i? Sen kalk nişanlıyken Zârif' e göz koy, aklını çel kaçır. Rezil etti bizi ele güne. Bizimki de bunun malı mülküne kandı, ezelden paraya düşkündür zaten. Üç kuruşluk dünya malına sattı ailemizi.

Aynur bunları biliyordu, bilmediği şeyleri duymak istiyordu:
- Bu mu yani anneanne, ömürlük küslüğün bu yüzden mi senin bu kadına? Artık herkes para derdinde, kimse paralı koca arayanı ayıplamıyor. Sen hâlâ neredesin... Anneanne hiddetle kesti sözünü Aynur'un:
- Sabırsız seni, sabırsızın torunu seni. Hele bir sus bakalım, bitti mi lâfım? Ben Zarif' in kocaya kaçtığına değil Arif' e kaçtığına yandım. Hepimiz yandık. O uğursuza kaçacağına çulsuzun birine kaçsaydı vallahi yanmazdık.
Anneanne uzattıkça Aynur'un merakı iyice artıyordu, dayanamadı:
- Allah Allah, ne yapmış bu adam? Birini öldürmemiş ya.
- Daha beterini yaptı kızım, diyerek aynı ezik duruşuyla söze girdi annesi.
Anneanne kızdı, kızından yana ters ters bakarak:
- Sen bırak ben anlatacağım, zaten hep senin yumuşak yüzünden bu kadının burada olması. Bir de tavır yapmaz mı bana haspam hasta yatağından, çıldıracağım. Hem muhtaç hem ukalâ. Boş ver, Allah gösterdi ona göstereceğini zaten. Bak kızım, bizim Almanya'da bir kız kardeşimiz daha var hani, Selime?
Aynur başıyla onayladı, anneanne devam etti:
- İşte bu Selime' yle ilgilidir anlatacaklarım. Selime bizden beş altı yaş küçüktür. Çok güzel çocuktu, bakan bir daha bakar, yanaklarını, gıdılarını makaslamadan geçmezdi kimse. O zaman daha altı yaşında var yoktu, babam hastalandı İstanbul'a hastaneye yolladık annemle. Ben on yaşımı geçmiştim ama yine de bize bakacak biri gerekiyordu köy yerinde. Akrabalarımızın hemen hepsi İstanbul'a göç ettiğinden annem Sultan hanıma emanet etti bizi. Hatırladın değil mi Sultan kim? Aşağılık Arif' in anası. Buğday harmanı zamanıydı, Arif'i de yanında getirdi Sultan hanım, yardım etsin diye. İyi komşuyduk onlarla, akraba gibiydik. Yıkanma günüydü o gün; Sultan hanım önce Selime' yi yıkadı, havluya sarıp çıkardı, odaya bıraktı. Sonra nedense Zarif' le ikimizi aynı anda yıkamaya soktu banyoya. İşi çabuk bitsin istedi herhalde. Biz güle oynaya banyodan çıkıp odaya girdiğimizde gördüğümüz karşısında tutulduk kaldık. Selimecik, yavrum, üstü başı açık saçık, mahrem yerinden kanlar sızarken ağlayıp duruyordu. O hayvan, o pislik Arif kaçmıştı, Sultan hanım deliye döndü. Gözümün önünden hiç gitmedi Selime' nin o hali, yıllar geçti hâlâ capcanlı. Bir daha görüşmedik onlarla, adeta kan davalı gibiydik. Sultan hanım özür diledi, çocuktur dedi, affetmek büyüklüktür dedi, yalvardı yakardı nafile. Ne geri getirebilirdi ki Selime' nin namusunu? Nasıl düzeltilebilirdi ki bozulan dengesi? Kaçıp gitmek istedik köyden, ama babamın hastalığı çok para götürmüştü, toparlanana kadar mecburduk kalmaya.

Aynur, duydukları karşısında nutku tutulmuş, gözlerini kocaman açmış halde bir annesine bir anneannesine bakıp kafasını hayretle iki yana sallayarak dinlemeyi sürdürüyordu.
- Birkaç yıl geçmişti ki aradan, Zarif' in Arif' le konuştuğunu öğrendik. Yakışıklı bir delikanlı olmuştu. Kandırmış Zarif' i, ne dediysek dinletemedik. Bir gün bir de baktık ki kaçmış o uğursuza. Nasıl unutabildi kardeşinin acısını, nasıl içine sindirdi o namussuzluğu hiç anlamadım. Aklıma geldikçe delirecek gibi oluyorum. Zavallı annem ve babam perişan oldular, köyde duramayacağımız anlaşılmıştı. Zaten babam da iyileşmişti artık: elimizde avcumuzda ne varsa satıp İstanbul'a göç ettik. Selime epey bir zaman kendine gelemedi, evlenme çağına geldiğinde burada evlendiremedik onu. Almanya'ya teyzemin yanına yolladık. İsmet beyle orada tanıştı işte. Nikahı yoktu ama adam iyi baktı ona, oturduğu evin tapusunu verdi, çocuğunu nüfusuna geçirdi. İyi yaşadı doğrusu, kısmeti varmış da karşısına İsmet bey gibi biri çıktı. Allah kimsenin yanına bırakmıyor, öyle öteki dünyayı falan da beklemiyor, vermedi uğursuz Arif' e döl işte. Zarif' in kusuru var sandı gitti Aliye' yi kuma getirdi üstüne. Ondan da olmadı mı dölü, küstü hayata. Anladı kendinde olduğunu kusurun, yine de bırakmadı Zarif' i evlensin başka biriyle de bir evladı olsun. Hem Zarif' i hem Aliye' yi bırakmadı. Zorbalık işlemiş ruhuna. Ama ne oldu, erken terk etti dünyayı, menhus hastalık yapıştı yakasına, çekti cezasını gitti.

Mutfakta büyük bir sessizlik oldu, hepsi susuyordu. İçeriden Zarif' in sessizliği bozan seslenişini duydular:
- Aynuur, kızım acıktım ben. Bir de su veriver boğazım kurudu.
Kıpırdamadılar yerlerinden. Ses tekrar yankılandı mutfakta. Aynur kalktı yerinden, damacanaya sürahiyi dayadı.
- Günahtır dedi, o sadece aşık olmuş. Geçmiş de geçmişte kalmış.
Yemeğini tepsiye koyup Zarif' in yattığı odaya yöneldi.

Nurten Karahasanoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


5,405,405,405,405,40
10 Kahveci oy vermiş.

 


 


  Kahveci : Öznur Can


HAYAL EDERKEN EN GÜZELİNİ DÜŞÜNMEK

İnsan hayatını anlamlı kılan heyecanlarımız sayesinde mutlu oluyoruz.
...
Öznesi belli olmayan cümleler için söylediğimiz sözlerin doğru özneleri bulmasını bekliyoruz.Hayat her defasında doğru özneyi bulmuyor.Ama bilinen bilimsel olmayan gerçekler öznenin aslında bizim olduğumuzu söylüyor.Bir hayat içinde hayatı yaşayandan daha doğru bir özne ne olabilir ki?
..
Yaşamınız için kurduğunuz cümlelerin öznesi bir gün çat kapı gelirse diye bekliyoruz.

Beklemek herkese çok da yakışıyor aslında.Sabrederken yaşayacaklarımız hayal ederken beklemek,beklediğin gelmese bile en güzeli aslında.Ama; ya olması gerektiği gibi olmazsa her şey? Olanlar tutmazsa planlara, “b” planları bile işe yaramazsa...Bunu kendimize söyleyip korkutuyoruz ruhumuzu.

Kurduğumuz hayallerin olması demek değildir mutluluk.Tek bir şart yok mutlu olmak için.Bu olursa mutlu olacaksın,denemez asla.Asıl mutluluğun peşinde koşan,dört duvarın arasına sıkışmış iki ayaklılar,insanlar ellerindekinin gerçek mutluluk olduğunu düşünmüyor.Sürekli arayış halinde koşuşturuyorlar.Ufacık dünyalarına sıkışmışlar,beklemek de değil yaptıkları,aramak da değil.

Yaptıkları çaresizliğin resmi.Mutlu olamayacaklarını yaptıkları "basit" fakat "alımlı" şeyler.Risk almak akıllarına gelmiyor.Küçük bir dünyada alabilecekleri küçük risklerden dahi korkuyorlar.Ama atılsalar şöyle genişliklere,risk alsalar biraz belki de sırf bu riskin heyecanı bile mutlu edecek onları.

İnsan anne karnındayken bile bilmiyor hiç bir şey,geleceğine dair.Şimdi de bilmiyoruz.O zaman nasılsak şimdi de öyle.Yalnız yaşamlarımız küçük sanıyoruz,büyütemiyoruz.Kendi gerçeklerimizle kendimizle,kendi kendimizle sıkılıyor,bunalıyor,arıyor,bulamıyor,üzülüyor ve mutlu olamıyoruz.Oysa hafif çalan bir müzik bile mutluluğumuzun adı ya da kaynağı.İnatla kabul etmemekse bizim doğamız,pesimist yaşamlarımız.Hazırcı olarak yetiştiriyoruz kendimizi,sonra da hazır olamayınca hiç bir şey (ya da her şey)kendimize kızıyor kendimizi suçluyoruz.Suçlu 'biz'..Belki,öyle ama başkalarını suçlamaktan daha asil bir şey yapıyoruz:Hatalarımızı kendimiz de arıyor kendimizi büyütüyoruz.Ve olgunlaşacağız belki de.

Cesur yüreklerimizi sıkıştırıyoruz derinlerimize.Kendimizi sevmemizi bile engelliyoruz sonra sevilmediğimizi düşünüyoruz.Risk almadan "cesuruz" diyoruz.Özneyi kendimize yöneltiyoruz.Cümle bittiğinde bizden eser kalmıyor.Korkaklığımız çıkıyor karşımıza.Kaybedeceği hiç bir şeyi yoksa bir insanın en cesuru odur.Ama kaybettiklerimizi düşünerek cesaretimizi kıran beynimize sözümüzü hiç geçiremiyoruz.Kalbimiz risk alıp sevmemiz gerektiğini söyledikçe beyin korkan ve ürkek davranıyor.

Oysa risk alabileceksin ki,cesur olasın.Yüreğin cesareti tattıkça mutlu olacak.Bir gün 'ben' öznesi 'biz'e dönüşecek.Beklediğinin sabrettiğin karşılığını alarak şükran duyacaksın kendine.Kendini severken sevildiğini hissedeceksin.Ama bu kez seni seven sadece "sen" olmayacak.

Öznur Can


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,676,676,676,676,676,676,67
15 Kahveci oy vermiş.

 


 


Alkım Saygın

 Kahveci : Alkım Saygın


  Dil giderse ahlâk da gider!..

Yeni evime taşınalı bir hafta kadar olmuştu..
Kirâsı uygun, içi bakımlı, balkonu güzel bir ev..
Kütüphânemi yerleştirmek, gardırobumu düzenlemek, mutfağa çeki düzen vermek derken epeyce yorulmuştum, fakat ertesi gün tüm bunların acısını çıkartırcasına balkonuma kurulup soğuk içeceğimi yudumlayarak güzel bir pazar keyfi yapmayı düşünüyor, kendimi buna iyice hazırlıyordum..
Ne var ki işler öyle gelişmedi..
Saat 9.15 sularında uyur uykumdan sıçrayarak uyandım; perdeyi açıp baktım ki sokağın girişinde kakavan bir mugannî o iğrenç sesiyle ortalığı inleterek bayağı seçim sloganlarını sıralayıp duruyor..
Kâbus gibiydi..
Kendimi bir sinir törpüsünde hissettim, olay çıkartmamak için kendime hâkim olmaya çalıştım..
Neyse ki çok sürmeden çekti gitti, ben de mutfağa gidip kahve hazırladım, elimde kupamla birlikte balkona doğru yöneldim..
Karşı apartmanda müstakbel komşularımdan biri bağıra çağıra etrâfına öfkeler saçıyor, yanındaki hanıma küfürler savuruyordu..
Adamı bir görecek olsanız..
Fanilâsından kıllar fışkırıyor, insanın midesini dümdüz edecek el kol hareketlerini öyle fütursuzca savuruyor, etrâfa "sen benim kim olduğumu biliyor musun" dercesine küstah ve mekruh bakışlar yöneltiyordu..
Öfkesi baldan tatlı geliyor olmalıydı ki ses tonu gittikçe yükseliyor, hani bir kaşık su bulsa yanındaki hanımı boğmaya hazırlanıyordu..
Daha ne olup bittiğini anlamadan sokağın ortasına kırmızı bir porche park etti; içinden kulakları tırmalayan iğrenç bir gürültü yükseliyor, bu arada benim sinirlerim de gerildikçe geriliyordu..
O pas kirleri ve hardal lekeleriyle dolu pis fanilâsıyla konsere çıkan, toplu alanlarda elini kolunu nereye koyacağını bilmeyen; şarkılarında 'anneni boğazla, kız arkadaşını başka heriflere sat, babanı bıçakla' diye "psikopatolojik saadetler" öğütleyen, araya ikide bir sunturlu küfürler döşenen Eminem'in sesiydi bu..
Aklıma geldikçe insanlığın geleceği hakkında duyduğum dehşet tavana sıçrıyor..
Bir süre park hâlinde beklediler, araçtan inen çıkan olmadı, ben de gözlerim karşı apartmanda, kulağım kırmızı porchede, n'olcak diye bekliyorum..
O sırada aldı beni bir düşünce:
Dünyâmız genelinde ve Amerika, Almanya, Fransa gibi post-kapitalist toplumlar özelinde insanlık değerlerinin dibine darı ekilirken Eminem gibi psikopatlar bu tarlayı def-i hâcetleriyle besliyor ve geniş halk kitleleri el çırparak bu manyaklığı; bu saplantılar kumpanyasını "keyifle"(!?) seyrediyor..
Akıl hastahânesine kapatılması gereken bir herîf-i nâşerif nasıl olur da dünyâ kamuoyu nezlinde onöre edilir ve hattâ Grammy gibi değerli bir ödülle ödüllendirilir, anlamıyorum..
Yoksa işe jüri üyelerinden; îtîbâr arşivlerini hızla kösnüleştiren ve müzikte "negatif seleksiyon"u artık bir doğa yasası hâline getiren bu şahıslardan mı başlamak gerekir, bilmem..
Kahvemi bitirmiş, tam mutfağa doğru yönelmiştim ki araçtan yirmili yaşlarda sarışın bir kız ile ondan beş-on yaş daha büyükçe bir adam indi; vedâlaştılar ama ne vedâlaşma..
Yüzlerindeki hayâsızlık gözümün önünden gitmiyor..
Ve birbirlerine o kadar yakın oldukları hâlde yüksek sesle konuşmaktan sakınmıyor, sürekli olarak 'şeyli meyli' konuşuyorlardı..
Güne hiç de iyi başlamamıştım; insanî değerleri hiçe saymanın kefâreti ayaklarımın altına serilirken ben hiç de iyi olamazdım..
Fakat her şeye rağmen yeni evimdeydim, burası oturduğum diğer iki eve nazaran çok daha güzeldi ve ben bir an önce bu güzelliğin tadını çıkartmak istiyordum..
Derken, balkonda kahvaltı yapmak istedi canım; balkonu, masa ve sandalyeyi bir güzel yıkadım..
Sonra da ekmek almaya, markete çıktım..
Ben geldiğimde market henüz açılmamıştı, biraz beklemem gerekiyordu..
Alışveriş arabalarının yanında öylece beklerken önümden yaşları sekiz ile on beş arasında değişen bir çocuk kâfilesi hep bir yöne akan palamut sürüsü gibi geçti; marketin altındaki mescitte verilen Kuran derslerinden çıkıyorlardı..
Kız çocukları başlarını açıyor, oğlan çocukları da kendi aralarında konuşuyorlardı..
Fakat sanki az önce uhrevî bir ortamı paylaşmamışlar gibi, ellerinde Kuran-ı Kerim yokmuş gibi ağızlarında bir küfür, bir küfür, bir küfür..
Ve yüzlerinde bu kandilli küfürleri tamamlayan arsızlık rölyefleri..
'Aman efendim, çocuktur onlar..' deyip geçmek kolay, fakat işin daha da üzücü olan kısmı zâten bu değil mi..
Bugün böyle konuşan, hemen bütün meramlarını 'şiişt', 'heeyoo', 'ahahahhhaaa', 'ohuhahaohuhaaa' gibi anlamsız bir yığın ses yumağıyla ve kusar gibi böğürerek anlatmaya çalışan bu çocuklar yârın öbür gün nasıl bir dil konuşacak kim bilir..
Alışverişimi yaptım, eve döndüm, torbaları açıp kahvaltımı hazırlamaya başladım ki gördüğüm manzara karşısında dilim tutuldu desem yeridir:
Balkon pislik içinde; meğer üst kat komşum halılarını silkelemiş..
Sanki gizli bir el bu pazar sabâhını bana zehretmek için elinden geleni yapıyordu..
Kafamı kaldırdım, orta yaşlı bir bayan, aşağı kata yeni kirâcının taşındığını bilmediğini söyleyerek özür diledi, fakat iş işten geçmişti..
Etrâfı yeni baştan temizledim; artık başka bir kötü sürprizle karşılaşmamak için duâ ettim..
Kahvaltımı hazırladım, müzik setinin bir kolonunu balkona çıkarttım, kısık sesle Polis Radyosunu açtım; bu frekanstan yayılan Türk Sanat Müziği nâğmeleri eşliğinde nihâyet kahvaltımı yapabildim..
Ve düşündüm:
Kültürün hızla eğlenceye indirgenmesi, kültürel etkinliklerin yozlaşması, dilimizin ve dolayısıyla dünyâmızın hızla küçülmesi, insâni değerlerin giderek değersizleşmesi..
N'olcak bizim sonumuz!..
Anadolu binlerce yıllık târihinde hiç bu kadar büyük bir kültürel buhrâna düşmemişti; bugün ise kültür adına hızlı bir kültürsüzleşme yayılıyor, tüketim kültürünün aptallık hipnozuna dûçar kitleler kültürümüzü değerden düşürüyor..
Bu kötülüğü Anadolu'ya Moğollar bile yapmadı; şehirlerimiz yakıp yıktılar ama dilimize, kültürümüze, ahlâkımıza dokunmadılar ve biz bu kurumlar mârifetiyle kendi küllerimizden yeniden ve çok daha güçlü bir biçimde doğduk..
Bugün ise konuştuğumuz dil kendi küllerimizden yeniden doğmamızı mümkün kılmıyor..
Ekranlarda sergilemedik soytarılık bırakmayan şu ayran budalası çav dilberlerinin "İngiliz aksânı Türkçeleri"ne, bu dili perçinleyen o iğrenç gırtlak solumalarına bir bakınız..
Dilimiz hızla küçültülürken dünyâmız da hızla küçülüyor; insanımız da öyle..
"Eskidiği" gerekçesiyle bir tarafa bıraktığımız kavramlar, deyimler, kelimeler bizleri git gide büyüyen ahlâkî bir çürümenin girdabına çekiyor..
Değerlerimizin değersizleşmesini habis bir ur gibi hemen tüm sosyâl kurum ve ilişki biçimlerimize yayıyoruz..
Unuttuğumuz her kelime dünyâmızdan eski bir değeri alıp götürüyor ve kültürümüz hızla değerden düşüyor..
Oysa ki kültürün evrimi yeni insanlık değerleri sunmak yönündedir; hem millî kültürümüz hem de dünyâ kültürü buna hizmet edecek yerde değerleri baş aşağıya çeviriyor; kültürün aslî öğesi olarak eğence konumlandırıldığında tüketim kültürü sonunda kültürü de tüketiyor ve kültürel etkinliklerin temel amacı insanları daha fazla ve daha fazla ve daha fazla semirtmek oluyor..
İşte televizyon karşısında geçirilen esâretlik saatlerimizin serencâmı..
Bir örnek vereyim:
Arapçada 'kötü' anlamına gelen iki yüzün üzerinde kelime var; yâni Arap dilini kullananlar 'kötü' olarak nitelendirdikleri nesneleri, olay ve olguları, durumları vb.. birbirinden ayırt edebilecek geniş bir görüş açısına sâhipler; pekî ya biz..
Bu ve benzeri ayrımlar ortadan kalkınca incelikli düşünme yeteneği de ortadan kalkıyor ve artık naifliği artık sâde suya tirit düşüncelere, hazırlop görüş ve fikirlere müebbet ediyoruz..
Eserlerinde kırk bin değişik kelime kullanan Victor Hugo ya da altmış bin kullanan Dostoyevski bunca zamandır insanlığa bu kadar doğru bir biçimde yol göstermeyi başarabilmişse bunu dillerinin ve dünyâlarının zenginliğine borçlu değiller midir sizce..
Fakat ne kadar üzücüdür ki günümüzde kültürel etkinlikler hızla yaşamı devâm etmeye dönük temel faaliyetlere indirgeniyor; insandaki güzellik duygusu, estetize edilmiş hazlar, beğeniler vb.. yok ediliyor..
Öfkelenmek, bir kimseye veya olaya kızmak vb.. duygu ve durumlar insan doğasının bir parçasıdır; bunlardan kurtulmamız gerekmediği gibi bunu yapmak da zâten mümkün değildir..
Fakat bu duygu ve durumları ifâde etmenin bin türlü yolu var ve bunlar arasında hayvansı olanları seçmek biz insanoğullarına ve insankızlarına hiç mi hiç yakışmıyor..
Görünen o ki bütün bu sorunlarla mücâdele etmek için fazla zamânımız yok; bir an önce harekete geçmemiz lâzım..
Eğer gerekli önlemler alınmazsa bugün benim kuşağım nasıl ki Fuzûlî'yi, Bâkî'yi, Şeyh Gâlib'i anlamıyorsa bizden sonraki kuşaklar da Attilâ İlhan'ı, Ece Ayhan'ı, Sunay Akın'ı anlayamayacak..
Fikrimce yumurta küfesi şâirin sırtında; eğer içimizde ilk taşı en günâhsız olanımız atacaksa bu kuşkusuz şâirdir; bir dili en iyi kullanan kişiler o dilin şâirleridir, her şâir kendi dilini en iyi bilen kişiyse, evet, ilk taşı şâir atmalıdır..
Şâirin yarattığı her bir imge zemheri ayında açan bir tomurcuk gibidir; bu tomurcuk serpildiğinde şâirin yüreği kabarır; sürgün yemiş kelimeleri bu tomurcuğun sürgünlerinden yeni baştan doğurur..
Her dil kendi şâirleriyle zenginleşir, gelişir, genişler, küllerinden yeniden doğar..
Dil şâirin evidir ve şâirler aslâ ölmez..
Ancak dil eridikçe ahlâk da erir ve bu, şâirin idâm fermânıdır..
Şâir dilin eriyip gitmesine sıradan bir bar sarhoşu gibi seyirci kalamaz..
Şiir ahlâktır..
Ve şâir gönlüm der ki: dil giderse ahlâk da gider..

Alkım Saygın


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,828,828,828,828,828,828,828,828,82
11 Kahveci oy vermiş.

 


 


Serkan Azeri

  Sanatın Yolculuğu : Serkan Azeri


  Osmanli Ve Sanata Bakışı

"Akla uygun hıcbır nedene dayanmayan bırtakım geleneklerın , ınanısların korunmasında dırenıp duran ulusların ılerlemesı cok guc olur . Belkıde hıc olmaz. Ilerlemek yolunda bagları ve kosulları asamayan uluslar caga uygun , akla uygun bır yasam ıcınde olamazlar , genel yasamda gorusu genıs olan ulusların ellerıne dusup onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar" M.K. Atatürk

Ataturk ne de guzel anlatmıs . Osmanlı bu sebepten emperyalıst ulkelerın son donemlerde ıstahını kabartmadı mı ?

Osmanlı devlet orgutu dınsel ınanc temellerı uzerıne kurulmustu. Dın ve dunya ıslerı sultanın elınde toplanıyordu. Mutlak yonetımde de basta olanın yeterlı bılgı ve tecrubeye sahıp olması gerekır. Yükselme donemıne kadar velıahtlar ıllerde gorev alırlardı. Ama duraklama donemı ıle bırlıkte hanedan mensupları saraydan dısarı cıkmadılar. Bu zihniyetin imzaladığı fermanın değeri ne kadardır?
Ağzımıza bir parmak bal da çalınmış. Osmanlı yıkılırken. II. Wilhem Meşetta sarayının kabartmalarını Berline götürmek için Abdülhamitten izin almış ve bunun sonucunda bir hediye olarak Sultanahmet meydanına Alman Çeşmesini yaptırmış. Daha doğrusu yaptırıp, parçalarını gemi ile göndermiş.

Malesef sadece kutsal emanetlere saygı duyar Osmanlı . Halifelik Osmanlıya geçince Osmanlı da "koruma" adı altında güç göstergesi olarak getirdi kutsal emanetleri. Ama sadece saray erkanı görebiliyordu . Sadece gelişim dini değerleri korumak değildir. Rönesans ile uyanan batıya ayak uyduramadı isek sorun her zaman bizdedir. Neden resim ve heykel sanatının gelişemediğine bakmak lazım. Bu ülke Atatürk ile ronesansı yaşadı. Devrim Türkiyesine sahip çıkmamız gerekiyor.

Hepsi Acı Ama Gerçek …

Bir devlerin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması için , mutlaka yeniliklere ayak uydurması gerektiğinden bahsetmiştim.
Burada da Osmanlı İmparatorluğu'nun yükseliş ve yıklılış dönemlerinde neden sanatsal yenilikleri kaldıramadığına değineceğim.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra , Erken Rönesans döneminin İtalyan ressamı Bellini'yi İstanbul'a davet etmiş ve yağlıboya portresini yaptırmıştır. Bu tarih , eğer büyük ressamlar tarafından İstanbul'da bir atölye kurulabilse ve kabiliyetli ressamlar sürekli yetiştirilse idi bir milat olacaktı. Maalesef II. Mahmut dönemine kadar yağlıboya portre anlayışı askıya alındı. Minyatür sanatı gelişti.
II. Bayezit'in da Leonardo Da Vinci'ye haliç üzerine bir köprü yaptırma düşüncesi vardı. Leonardo çizimlerini bile yapmıştı . Ama gerçekleşmedi.
Kanuni Sultan Süleyman'ın Mohaç ve Budin seferleri dönüşü İbrahim Paşa, Balkan şatolarında gördüğü bazı heykelleri İstanbul'a getirmiş ve Sultanahmet'teki sarayına koydurmuştu. Bu yeniliği kaldıramayanlar küplere binmiş , hatta bazı şairler bile şiirlerinde "Batı'ya ayak bastı , gavur oldu paşa" diyerek hicvetmişlerdi.

Aslında İslam Sanatında tasvir kullanılmaktaydı. Emevi döneminde. Şam Emeviye Camii'ndeki mozaiklerde bizanslı ustalarla emevi sanatçıların birlikte çalıştıklarını görüyoruz. Bu mozaiklerde Emevi halifesinin ayağına kapanan hristiyan krallar ve İstanbul şehri konu olarak işlenmişti.

Türkler İslamiyeti benimseyince ve Abbasi döneminde askeri alanda görev almaya başladıklarında Abbasi halifesi tarafından Türkleri eski dinleri şamanizmden uzaklaştırmak gerekçesi ile tasviri yasaklamıştı. Tasvirin olumsuz algılanışı bundan sonraki süreçte yerleşti.

Gelelim tekrar Osmanlıya. Ayasofya camiye çevrildikten sonra mozaikler badana ve tahta kepenklerle kapandı. Atatürk 'ün isteği üzerine Ayasofya 1935 te müzeye çevrildiğinde yapılan araştırmalarda boya altında kalan mozaiklerin de tahrip olduğu anlaşıldı. Tıpkı Kariye Müzesinde olduğu gibi.

Osman Hamdi ile batılı anlamda akademik sanat eğitiminin , arkeolojinin ve müzeciliğin başladığına değinmiştim.

Sanayi Nefise'nin ilk öğrencileri çalışmalar sırasında Arkeoloji Müzelerinden heykeller getirmişlerdi. Tabi o zaman baskılar nedeni ile insan model kullanılmıyordu. Klasik döneme tarihlenen bu heykeller anatomi ve ölçüleri ile öğrencilere birer örnek oluşturuyordu. Ama bir akşam akademi bir grup yobaz tarafından basıldı. Heykeller kırıldı . Kimilerinin üzerleri örtüler ile örtüldü.

Özgürlük ve Cumhuriyet idealine bağlı genç sanatçıların çalışmaları durmadan bu kör zihinler karşısında devam etti.

Gerçekler her zaman acı gördüğünüz gibi. Ama tarih içerisindeki hatalardan da ders almayı bilmemiz gerekir.

Osmanlı klasik dönem mimarini nasıl beğenip savunuyorsam . Resim ve heykel sanatındaki geri kalmışlığı da , Bizden önceki kültür mirasının söküp götürülmesine izin veren zihniyeti de öyle eleştiririm

Benim kültürel değerlere önem verilmediğini söylerken anlatmak istediğim, Osmanlının kendi sanat anlayışı değil, kendinden önceki kültürlerle uzlaşamamasından, (Ayasofya'nın camiye çevirilmesinden sonra mozaiklerin badana ve kepenklerle kapatılmasını, tahrip olamasını ve Roma Bizans dönemi lahitlerinin çeşmelerin yalağı olarak kullanılmasını düşünün) ve son dönemlerinde de müzecilik ve arkeoloji çalışmalarında batı ile mücadele edemeyip, dünyanın 7 harikasından biri olan Bodrum Mouseleum'unun kabartmalarını , Bergama Zeus sunağının kabartmalarını , Xanthos, Nereidler anıtı kabartma ve heykelleri ile Trysa (Gölbaşı) Heroon'u kabartmalarının götürülmesine izin vermek gibi tarihi hataları yapmasıdır.
Bu eserler elimizde olsaydı, kendi ülkemizde ,müzelerimizde turistlere teşhir edebilmenin onurunu yaşayabilirdik. Bütün bu olanlar bizde tarihi geçmişe sahip çıkma bilincini oluşturabilecek mi ?

Unesco , İstanbul'u dünya kültür mirası listesinden çıkarma kararı aldı. Her yıl bazı şehirleri eliyorlar.
Neden listeden çıkacak İstanbul ? .Çünkü tarihi yarımadada yanlış restorasyon çalışmaları yapılıyor. Kültürel dokuya zarar verebilecek yapılanma projeleri var.
Eğer iki yıla kadar batılı standartlar yerine getirilemezse bu listeden İstanbul çıkarılacak. O zaman neden bahsedeceğiz bilemiyorum. Gelen turist sayısı da yarıya inecek , azalan prestij de cabası...

Biz hala her sokağa iki cami yapmaya devam edelim...

Serkan Azeri


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,007,007,007,007,007,007,00
18 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Neslihan Güzel

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


ŞARAPTAN TAŞAN HAZDIR ŞARKILAR

Aşk bir gün gelebilir
Aşkta kedere yolculandım
Eskicidir aşk
Şarkılar aralar kapısını
Gitmekle bitmez derinimin sarhoşu
Bana bir gül at
Şarkılar bahanedir
Ben aşka

Konuklarıdır şarkıların vedalar
Ve gri ve lâl
Hüzün kurmuş iki mevsim arasına
Üşüyorum tanrım
Sokak üstüme kapansa
Aşk bir gün gidebilir
Coğrafyası ahşap
Unutabilir darmadağın
Ev tutmuş kendine çıkışsız
Oyundadır ölümle
Çoktandır “gülnihal”

Betül Tarıman

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.



İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Dünya üzerinde o kadar çok gezilecek ve görülecek yer var ki, insanın ömrü yetmez. Siz en iyisi internette gezinmeye devam edin. Tüm dünyayı bir tıklama ya da doğru kelimeleri kullanarak tarama yaptığınızda bile gezebilirsiniz. Bunun insanı bazen tembelliğe ittiğini ve tamamen antisosyal bir konuma yaklaştırdığını düşünsem bile yine de vazgeçemiyorum. http://armandfrasco.typepad.com/photos/afk/crown1.html web sayfasında dünya üzerindeki görüntüleri resim karesiyle bile olsa sizlerle paylaşmak isteyen bir fotoğrafçı var. gezmekten, görmekten ve öğrenmekten korkmayın.

İşte sizlere internet üzerinden tüm dünya ile bağlantıya geçebileceğiniz bir iş platformu. https://www.xing.com/ üye olarak internet üzerinde bir çok iş bağlantınızı düzenleyebilmeniz mümkün. Üye olduktan sonra arama kutusuna "kahve molası" yazıp tarama yaptırırsanız, karşınıza ben çıkacağım. Profilimin bulunduğu sayfada, orta kısında ve seçenekler'in altında "ilişki olarak ekle" kısayoluna tıklayıp beni listenize ekleyebilirsiniz. Tüm kahve molası ekibini buraya davet ediyorum. Hatta isteyen arkadaş kahve molası grubunu da kurabilir. Ben seve seve üye olurum.

Dedik ya dünyayı görmek için pasaport ya da vizeye ihtiyacınız yok. İnternetiniz varsa işler daha da kolaylaşır. Mesela şu an Newyork, Times meydanında neler oluyor merak ediyorsanız http://www.earthcam.com/usa/newyork/timessquare/index.php?cam=htzone4 bir tık yeter. Tüm meydanı canlı olarak takip edebilirsiniz. Hatta 12 farklı noktaya yerleştirilmiş olan kameralardan istediğinizi seçerek görüş açınızı da değiştirmeniz mümkün.

...Yol boyunca Pasinler, Köprüköy, Horasan'ı geçiyoruz. Horasan'dan sonra kayak merkezi Sarıkamış'a ulaşıyoruz. Sarıkamış ülkemizin hemen bütün kayak sporcularının çıktığı yerdir. Uludağ, Kartalkaya gibi kış sporu merkezlerindeki kayak öğretmenlerinin de hemen tümü Sarıkamışlıdır. Sarıkamış Türkiye'nin en popüler kış turizmi merkezi olmaya aday. Kış turizmi için gerekli yeni tesislerin yatırımı önemli teşviklerle sürüyor... http://www.geziturkiye.com/ Tüm dünyayı tanırken Türkiye'mizi yani vatanımızı ihmal etmeyelim.

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




If - Telly Savalas









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070726.asp
ISSN: 1303-8923
26 Temmuz 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com