Suyu Boşa Harcama



Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.264

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 3 Eylül 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : YENİ YAYIN DÖNEMİMİZ BAŞLIYORRR!...


İyi haftalar,

Nereden nasıl başlayayım bilmiyorum inanın. Bir kere, tekrar sizlerle olmak çok güzel. Umarım sizler de Kahve Molası'nı özlemişsinizdir. Sonra, itiraf ediyorum, size bir ay önce yaparım dediğim hiçbirşeyi yapmadım, yapamadım. Bu bir suçsa cezama razıyım. Şu yandaki "GülPembe Haberler"i saymazsak, Kahve Molası'nda bir değişiklik yok. Onu da haber sitelerinde dolaşırken az önce gördüm, güldüm, hah dedim tam ihtiyacımız olan şey. Bundan sonra hergün size bir pembe haber vereceğim. Habersiz kalmayacağımızdan eminim. Pembenin başına gülü neden ekledin derseniz, şimdilik demeyin derim. Bugün politika yok. Bugün kavuşma, kaynaşma günü. Günler çuvala girmedi ya, yeni yayın dönemini dolduracak tonla malzemeyi biriktirdik nasılsa!..

Biliyorum aranızda son gelişmeler karşısında ne yumurtlayacağımı merak eden epeyce insan var. Aslında son bir ayda benim de oturup sıcağı sıcağına yazdığım üç beş tane acı biberlik yazım var. Hepsini size ulaştırmak istedim ama türlü bahanelerle beceremedim. Her işte bir hayır vardır dedim, yeni yayın dönemini bekledim. Yavaş yavaş başlarız artık.

Sizlerle olmadığım bir ayın on günü iyi bir tatil yaptım. Bir can arkadaşımı zamansız kaybetmenin acısıyla karışsa da hayat devam edip geçti işte. Kaybetmekten söz açılınca genç yaşta yitirdiğimiz sevgili yazarımız Okan'ı da anmak isterim. Otuzbeş yıllık arkadaşım Erdoğan Gülboy ve sevgili Okan Somer, arkalarında pek çok anı ve gözü yaşlı, acılı sevdiklerini bırakıp genç yaşta aramızdan ayrıldılar. Onlara bir kez daha rahmet, sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyorum.

Bugünkü pembe haberimize gelince, ben Veysel Bey'i ihtiyaç duyan memleketlere ihraç edip ülkemize döviz kazandırmayı öneriyorum. Sudan sorumlu çiçeği burnunda bakanımız, yoktan var ettikleriyle, küresel kaygı taşıyan memleketlerin de yarasına merhem olsun bizim de küpümüz dolsun. Allah iyiliğini versin Veysel Bey, sen beni güldürdün ya, Allah ta seni güldürsün.

Sevgili Kahve Molası dostları, benim isteyip yapamadığım yenilikler konusunda sizlerden öneri bekliyorum. Gazetemizde yer almasını istediğiniz bölümleri, ya da ucundan tutup sürdürmeyi istediğiniz köşeleri bana yazın. Birlikte olgunlaştırıp, meyvalarını da toplayıp yiyelim. Bu kısa açılıştan sonra hepinize güzel bir çalışma haftası diliyorum. Yarın görüşmek üzere, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


 Kahveci : Nejat Güç


Şehitler Geçidi

İki arabanın yanyana geçemeyeceği genişlikte bir dağ yoluydu.Burası neresiydi, ne yapmaya gidiyordu…Bilmiyordu.Arada bir bu duyguya kapılırdı.Kent üstüne üstüne geldiğinde, çıkışı olmayan bir aşk yaşadığında, bir işten kovulduğunda, o bir denizin kıyısındaki otogardan, arabaya biner, hep uzaklara çok uzaklara giderdi.

Yolda karşısına çıkan küçük anadolu kasabalarının, geceleri kaldığı ucuz palasların, turneye çıkan yaşlı dansözlerin, çoğu alkolik çalgıcıların masalı hasta ruhuna hep bir ilaç gibi gelirdi.

Bu defa ne için gittiğini bilmiyordu.… Bir aşk mı, son kovulduğu iş mi, yoksa yaşamın anlamına dair bir soru mu…Bir önemi yoktu bunların.Yalnızca sıkılıyordu işte. Hepsi bu. Dünya içine sığmıyordu.Yediği bütün yemekler ağzında yosun gibi bir tat bırakıyor,uyuduğu bütün uykulardan sanki hiç uyumamışçasına kızarmış gözlerle kalkıyordu…Anladı adam…Gitme zamanı bir kez daha gelmişti.

Tepeye yaklaştıkça sis yerini bulutlara bıraktı.Yağmur başlamıştı.Bir tabeladan güçlükle buranın " Şehitler Geçidi " olduğunu öğrendi.Deniz seviyesinden tam 2500 metre yüksekteydiler. Arabanın en önünde oturuyordu Birden bir bulutun içinde onu gördü.kadın kucağında bir kundak taşıyordu. Otobüse el salladı…Islak asfaltta bir sure kaydı araba.Adam başını yasladığı buğulu camdan kadına baktı.Yağmurun içinde koşuyordu. Şöför ön kapıyı açtı ona… Kadın binerken " Çocuk hasta " dediğinde ne şöför ne de uyuklayan köylüler onu duymadılar belki duydular da her hangi bir tepki vermek gereği hissetmediler.Çevrede hiç ev yoktu.Yalnızca kocaman hantal kütleleriyle bulutlar, ağır ağır akıp gidiyordu.Adam arada bir kentte duyduğu gök gürültülerine hiç benzemeyen, boğuk ve ürpertici sesler işitiyordu.

Kundağı sıkıca kavramıştı kadın. Sarındığı çaput, çocuğun üstüne örttüğü battaniye öyle ıslanmıştı ki beş-on köylünün bulunduğu otobüsün içini birden rutubet kokusu kapladı. Adamın yanındaki bir koltuğa geçen kadın, ansızın güç duyulan bir sesle ona " Şu çocuğa bir baksana nasıl " dedi.

Şaşıran adam gülümsemeye çalışarak " ben doktor değilim, ne anlarım hastalıktan " diyecekti ki kadının kendisine umutla baktığını gördü.Uzanıp kundağı açtı.Çocuk kıpırtısızdı.Dokundu…Buz gibiydi. Çoktan ölmüştü.Sarı saçları alnına yapışmış, gözleri gökyüzündeki belirsiz bir noktada takılıp kalmıştı.

" Nasıl yaşayacak mı " dedi kadın.

Adamın dili dolandı.Konuşmayı beceremedi.Yamaçlardan yola inen bir keçi sürüsü, çan sesleriyle arabaya sürtünerek ilerliyordu.Yağmur sürekli yağmaktaydı.En sonunda adam kendisinde " Galiba durumu kötü " diyebilme cesaretini bulabildi..

" Biliyorum bunu " diye cevap verdi kadın. " Ama doktora götürsek bir çaresini bulur değil mi "

Adam ilk defa kafasını kaldırıp kadına baktı…Ta beline kadar inen uzun siyah saçları vardı.Aynı yaşlarda olmalıydılar. İplikleri yer yer sökülmüş eski giysisinden, hala belli belirsiz bir buğu tabakası yükseliyordu.

Ona bebeğinin artık yaşamadığını söyleyememişti..Otobüsün içini çığlıklarla doldurmak istemedi…. Dünyanın bu en zor işini, bir anneye çocuğunun öldüğü haberini vermeyi doktorlara bıraktı. Ansızın bulutlardan çıkıverdiler.Gökyüzü şasılacak derecede maviydi.Güneş ta uzaklardaki bir denizin üzerinde, giderek kızaran rengiyle alçalıyordu.

Sağlık ocağı kasabanın tam girişindeydi.Önünde çiçek açmış, 3-4 erik ağacı bulunan tek katlı, basit bir yapıydı.Bahçesinde koyunlar otluyordu. Kadın otobüsten inip telaşla kapıya koştu.Vedalaşmaya bile vakitleri olmamıştı…

Adam biraz ötede arabayı durdurup indi. Sağlık ocağına doğru yürüdü.Erik ağaçlarından birinin altına oturup kadını beklemeye başladı... Sonra çığlıkları işitti.Kadın sağlık ocağının kapısına, kucağındaki bebeğiyle çıkıp kapıda öylece donup kalmıştı..Adam uzandı.Çoçuğu aldı…Akşam çökmeye başlamıştı.Gökte ilk yıldızlar soluk da olsa tek tük parlıyorlardı.Çocuk iyice katılaşmış, ağırlaşmıştı….

" Evine götüreyim " dedi. " Bu saatte o uzak dağlara nasıl gidersin sen "

Dönüş yolunda hiç konuşmadılar.Karanlık iyiden iyiye her yanlarını sarmıştı.Yeniden dağlara vardılar.Yeniden yağmurlar başladı.Yeniden bulutların içine daldılar.

Kadın anayoldan içerilerde bir evde yaşıyordu.Yağmur ikisinin iliklerine kadar işlemişti.Üşüyorlardı.Ara sıra gökler homurdanıyor,çakan bir şimşek patikaları, hayaletlere benzeyen ağaçları ve bu korkunç sahneyi aydınlatıyordu.

Ev iki katlıydı.Üst katta kadın oturuyordu.Alt kat ise ahırdı. Odanın bir köşesinde, üzeri renk renk boncuklarla süslü, tahta bir beşik vardı.Ocağın içinde isli bir pencere duruyordu.Saç sobanın her yanı paslanmıştı.

Adam çocuğu beşiğine yatırdı.Kadına vedalaşmak için bir iki sözcük söyleyecekti ki kadın fısıltıyla:

" Gitme " dedi." Kal burada….Bu havada ,bu gecede nereye gidersin ki "

" Kimsen yok mu senin, kocan, akrabaların

" İki yıl önce Almanya'ya vardı. Orada evlenmiş diye duydum.Bir daha dönmedi. Ailem ise çok uzaklarda.. "

Adam konuşmayı daha fazla sürdüremedi.Bütün bunların bir rüya olduğunu düşünüyordu. Kadın sobayı yaktı.Bu dağlara ilkyaz gelmemişti henüz.Belki buralarda hiç bahar mevsimi olmamıştı.Çıtırtılarla yanan ve ara sıra bir silah gibi patlayan çam kozalaklarının kokusu odayı bir anda doldurdu.

Adam ıslak elbiselerini çıkarmadan tahta dar bir sedire uzandı..Çocuğun ölüsünün durduğu beşik yanındaydı…Kadınsa az ötede baş tarafı pirinç başlıklı bir eski zaman karyolasında yatıyordu.Adam gözlerini sobadan sızıp tahta tavanda oynaşan alevlerin dansına dikti, bütün hayatını, anlamsızca tükettiği geçmişini ve hiç bir umudun, bir beklentinin olmadığı geleceğini düşünmeye başladı…Kadın ise sesini kesmeden ağlıyor ,hıçkırıyor, çocuğunun adını sayıklıyordu.

Nejat Güç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Serda Semerci


BİR TATİL YAZISI BU SADECE...

Uyuyakaldım bugün küçük odamın cam kenarına sırtını dayamış minderinde. Minder, eski ceviz ağacından oyma bir sandık üstünde, ben minderin üstünde. Annemin 10-15 sene evvel kenarına iğne oyası yaptığı sandık örtüsünün üzerinde ben, minder ve ailemizin tarihine tanık sandık uyuyakaldık. Derin bir uyku hali. İçi geçmiş derler ya hani... öyle işte! Sessiz, sonsuz bir sessizlik. İçinde sıcak nefesini duyduğum anne kokusunu hatırlatan ninniler mırıldayan bir sessizlik. Beni sarıp sarmalamış gibi bırakmıyor bu tatlı sessizlik. Ben, bırakamıyorum bu içine düştüğüm ana rahmi huzurunu. Öylece kıvrılmışım, popom dışarıda kalmış, yüzüm camdan içeri süzülen ve perdeyi öne arkaya savurarak tenim üzerinde inceden bir oynaşma hissi bırakan rüzgara dönük... saçlarımın önde biriken tutamı arada bir gözüme doğru ilişse ve kaşındırsa da, parmağımı kımıldatmaya halim yok ben uyuyorum. Öyle sessiz....

Çam ağacının maya hoş bir kokusu vardır hani... şimdi bu koku yıllar sonra yine burun deliklerime merhaba dedi. Burayı seviyorum. Bu her şeyin mükemmelleştirilmemiş, sadece nasılsa öyle kaldığı, değişime açık olmayan, kendi halinde içe dönüklüğünü seviyorum. Birkaç yazdır tatillerimi bilerek ve isteyerek, yani tamamen özgür irademle aldığım kararla burada geçiriyorum. Her şey dahil sistemin beş yıldızlı beş katlı beşte beş her şeyinin aksine, buradaki her şeyin küçük rakamlılığı daha bir cezbediyor beni nedense. Büyümek yasak bu taşları kırık, yosun tutmuş sokaklarda. O sokaklarda olmak için ödemen gereken 'ekstra'n çocuk olmak. Sabahları bir önceki geceden kalma ağır başınla neredeyse öğle güneşinin gözlerini yakarcasına sunduğu uyandırma servisinin tersine, sakin, doygun ve tamamen dingin vücudun seni yeni güne çok erken saatlerde hazırlamak için uyanmanı fısıldıyor zaten. Ve açık büfe kahvaltı yok bu sakız beyazı örtülü tahta masalarda. Bir parça ekmek, zeytin, reçel ve tereyağı, otellerdeki gibi ambalajından çıkma değil daha büyük marketlerde paketlenmeden, ilk elden midene indirmeni bekliyor. Sanki pür bir mutluluk vadediliyor. Her şey su yolunda akar gibi kusursuz işliyor. Hem de sen, tonlarca para döktüğünden mutlaka kusursuz vakit geçirmeliyim fikrini kafana dadandırmadan, kendiliğinden...

***

Sahile inen bir yokuş uzanır bizim sokağın başından. Aşağı doğru bir akşamüstü esintisi eşlik edince, kolların ve ayakların savrulur kaldırım kenarından. Ağaçlardan düşen sarı tomurcuklar kaplamıştır yol ortasını, yaprakların bazıları yırtılmış, dallar kırılmışsa da yere sağlam basan bir ağacın yaptığı arkadaşlık benzemez hiçbir şeye. Kopup süzülürsün lokma taş örtülü aralıktan ta aşağı kadar. Mavi bir çarşaf örtülmüş gibi suyu görür iç geçirirsin. Daha yaklaşır taşları saymaya yeltenirsin. Bir, iki ,üç ve yerden suya atıp bir iki sektirirsin de belki. Havlunu serer, kendini bırakırsın. Şimdi bir yosun kokusu, rüzgarın esintisinin yönelttiği yöne doğru kaykılmış vücutlar görürsün. Çoğu kadın. Bir kaçı dünyadan bihaber, birazı çocuklarının acıkan karınlarını doldurma derdinde harıl harıl domates, salatalık ayıklarken bir kısmı denizin baş ucunda kendini mavi derinliğe bırakma telaşında soğuk mu sıcak mı oyunu oynuyor. Bakarsın... Her şey yerli yerindedir işte. Sakinsindir. Kalabalıktan uzak bir köşeye çekilir, kitabının sayfalarını açmaya başlarsın. Rüzgara selam eder, denize biraz sonraki randevun için göz kırpar ve serilirsin. Uzaktan, çok uzaktan çocuk ciyaklamaları, anne azarları, martı sesleri, ağaç yaprağı hışırdamaları, mısırcı, dondurmacı naraları ve deniz kıyıya vurunca çıkan taşların çekilme sesini duyarsın.

***

Sanki her şey yakın ama bir o kadar da uzak gibi. Sen nerdesin, nasılsın, ne yapıyorsun, kim var olduğun yerde? Müthiş bir zamansızlık ve boşluk hali. Sen o boşlukta ruhunu bütün bir yıl boyunca doldurup haşat eden ne varsa ezip geçiyorsun. Çarpım tablosunda 6 x 7 ne ediyordu? Teslimatların günü en son neydi? Faturalarımı yatırmış mıydım? Borcumu kapamak için kaç ay daha ek işler yapmalıydım? Bilmem. Ve kimin umurunda....

Ben uyuyorum şimdi. Annemin iğne oyalarıyla bezediği sandık örtüsünün üzerinde, camdan dışarı doğru uzanmış, popom dışarıda kalmış, ve kim bilir ne beyaz rüyalar görmeye hazırlanıyorum. Bütün bedenim ve ruhumla sadece UYUYORUM!

Serda Semerci


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,508,508,508,508,508,508,508,50
2 Kahveci oy vermiş.

 


 


Seda Demirel

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


  ZİNCİRLER

Akşamüstü batan güneşe rağmen havanın ağırlığı olanca kasveti ile şehrin üstünde oturmuş bir türlü kalkıp gitmek bilmiyor…

Nöbetlerin akşama kadar olan kısmında bakılan hasta sayısı toplam bakılan hasta sayısının neredeyse dörtte biri kadardır. Akşamüstü başlayan hasta akışının bizleri çıkmaza sokma sebebi de budur aslında. Yemeğini yedikten sonra rahatsızlananlar, bütün gün rahatsız olmasına rağmen ha geçti, ha geçecek diye bekleyenler, artan trafik ve günün yorgunluğu ile ortaya çıkan dikkatsizlikler, ev kazaları, intihar vakaları, kavga ve dövüşler…

Nöbetin yoğun saatleri henüz başlamışken getirilen altı yaşındaki kız çocuğunu fark etmem yarım saat sürüyor. Alındığı sedyede sırtının üstünde ağlıyor. İçerisi ondan az önce getirilmiş dört kişilik trafik kazası nedeni ile dolu. Nöbetçi genel cerrahi asistanı can havliyle telefonda konuşuyor; "İyi ama toplam 11 tane trafik kazasını birden getirdiniz, hepsini takip edecek imkanımız olsa da gerekirse en çok üç tanesini ameliyata alabiliriz, hepsini birden alacak imkanımız yok ki…"

Çocuğu içeriye henüz alamamışlar. Rengi soluk, bedeni minicik. Çarpan şahıs başında kan ter içinde. Gözleri kıpkırmızı. Bisikleti ile önüne atlamış ufaklık. Oda kaptığı gibi bize getirmiş arabasıyla. Çocuğun ailesiyle bir olmuş ağlıyor. Aile fertlerinden ona yönelen herhangi bir kırıcı davranış veya öfke yok. Herkes kız çocuğuna odaklanmış durumda.

Şansızlık…

Hastanemizde çocuk hastalıkları ve kadın doğum bölümleri yok. Çocuk hastalar ile nadiren karşılaşıyoruz. Dolayısı ile tansiyonunu ölçmem için gereken manşonu anesteziden acile indirtmem gerekiyor. Düşük…

Arabanın altında 8-10 metre sürüklenmiş. Sırtındaki derilerin hepsi yüzülmüş…
Sırtım ağrıyor diye ağlıyor…
Bilinci açık, konuşuyor ve cevapları da düzgün.
Bedeninde sırtındaki sıyrıklar dışında kanama odağı yok.
Elimi karnına atıyorum ama muayene edemiyorum. Sürekli karnını kasıyor. Kemiklerinde bir anormallik göremiyorum. Bacakları ve kolları hareketli. İçeriye girip cerrahlar ile konuşuyorum, birisini dışarıya çıkarıyorum.

Tansiyonu düşük. Endişeliyiz. Yüzünün rengi ve ağrısı nedeniyle de endişeliyiz. Minicik kollarından damar yolu açmamız lazım. Hemşire hanımı çağırıyorum. Çocuk olduğu için çalışanların hepsi tedirgin. Kanları alınıyor. Beyin tomografisi ve karın ultrasonu için gerekli işlemler yapılıyor. Beyin cerrahisinden sonra ortopedi görüyor minik kızı. Ortopedik bir problem olmadığı kanaatine varılıyor. Yine de filmleri alınıyor elbette.

Sedyeyle tomografiye gidiyor. Sonucu takip ediyorum. Belirgin bir şey görülmüyor. Ultrason ile herhangi bir kanama tespit etmiyor karında. Lakin bu bir çocuk ve çocuklarda arkamızı döndüğümüz an her şey her an hızla olabilir. Hepimiz bunu biliyoruz…
Bir saat sonrası bile belirsiz.

Kan sonuçlarını beklemeye başlıyoruz. Çocuk cerrahisi bölümümüz yok. Keşke olsaydı diyor nöbetçi genel cerrahi asistanı. Aslında Cocuk Hastalıkları doktorumuz da yok. Ve aslında hepimiz bir şekilde endişeli ve korkuluyuz.

Konuşmalar sonrasında, çocuk cerrahisi ve çocuk hastalıkları bölümleri olan tam teşekküllü bir merkezde takip edilmesinin daha uygun olacağı konusunda hem fikir oluyoruz. Nöbetçi Acil Şefimizi buluyoruz ve çocuktan bahsediyoruz. Bir şeyler yapmalı diyor Şefimiz de.

Derken telefon trafiğimiz başlıyor.

-Hastanın SSK, Emekli Sandığı var mı?
-Yok.
-Bağ-Kur?
-Oda yok…
-Yeşil Kart filan?
-Hayır hiç biri yok, sağlık güvencesi yok…
-…Hımmm. Kusura bakmayın yerimiz yok.
-Ama bu küçük bir kız çocuğu ve genel durumu orta, uykuya eğilimli…
-Kusura bakmayın!
-Ama buradaki şartlarımız ile takip etmemiz çok zor.
-Yapacak bir şey yok.
-Peki, isminizi alabilir miyiz doktor bey?
-Çaatttt… dıııtttt….

Şefimiz burnundan solumaya başlıyor. Şehirdeki bütün hastaneleri, üniversiteleri tek tek aradık. Hatta tam üç tur hepsi ile görüştük. Değil hastamızı sevk edecek hastane bulabilmek, konuştuğumuz kişilerin isimlerini bile alamadık. Yaklaşık bir saatlik zaman daha geçti.

Çocuğu gözümüzün önünde tutuyoruz. Gittikçe az ağlamaya başladı ve uykuya dalıp çıkıyor. Yüzü hala soluk. Olabildiğince hızlı sıvı veriyoruz.

Çaresizlik belimizi ikiye bükmüş durumda. Tahlil sonuçlarını bekliyoruz. Ne yapmalıyız diye düşünmekten delireceğiz. 112 ile görüşmemizin sonucu da olumsuz. Hastayı kabul eden bir hastane olmadığı sürece çocuğu alamayacaklarını söylüyorlar.

Zamanın somutlaştığı nöbetlerden birisi daha diye düşünüyorum içimden.

Çocuğun başına gidiyorum tekrar. Uykuya daldığı sırada gözlerini sola doğru devirmesinden ayrıca rahatsız oluyorum. Çaresizliğim yerini öfkeye bırakıyor.

Derken aklımıza hasta ve hasta yakınları için Sağlık Bakanlığınca verilen bir hat geliyor. Şikayet hattı.

Yaradana sığınıp "bizlerin" şikayet edilmesi için açılmış bu hattı arıyoruz.

Etraflıca çocuğun durumunu anlatıyoruz. Çaresizliğimizi dillendiriyoruz.
Telefonu kapattığımızda kan sonuçlarının geldiğini öğreniyoruz.
Karaciğer enzimleri on kat civarında artmış…
Karın travmalarında en sık ölüm sebebi karaciğer ve dalak yaralanmalarıdır.
Dalak veya karaciğer kapsülünde kan toplanıyor olmasın? Ne yapsak? Yeni bir ultrason mu istemeli?

Aradan on dakika daha geçiyor.

O karmaşada 112 Acil'den bir hekim içeriye giriyor ve bir çocuk hasta için yönlendirildiklerini söylüyor.

Şaşkınız…

Çocuğu tahlil sonuçları ve gözlem bulguları ile doktor beye teslim ediyoruz…

Ertesi gün başımıza gelecek idari azarlara göğüs germek gerekecek.

Umurumuzda değil!

Ertesi gün oluyor. Nöbet bitiyor. Aklımız hala kız çocuğunda.

Aslına bakarsanız aradan üç ay geçti ama aklım hala o kız çocuğunda…

İzini kaybettiğim ve ertesi gün hangi hastanede olduğunu dahi bulamadığım o minicik kızda.

Dün Acil Servis'e gelen güvencesiz hasta gözlerimin tam içine bakıp "Hani sağlık giderleri artık ücretsizdi, neden muayene ve tahliller için 50 YTL ödemem gerekiyor şimdi?" diye soruyor. IMF ve dünya bankası ile gelen yeni sağlık politikamızı düşününce içimden kahkaha atmak geliyor! Hele bütçe açığını düşündükçe kahkahamın şiddeti giderek artıyor. İkinci basamağın özelleşeceğini düşündükçe artık gülmekten karnıma ağrılar giriyor. Bilenleriniz vardır, bende distimik bozukluk yani duygulanım bozukluğu var. Ağlanacak şeylerde ben sinirsel kahkahalar atıyorum.

Seçim olması nedeniyle "Sevk Zincirlerinin Kırık Olduğu" bu günlerde dahi halimiz buyken, zincirlerle bağlandığımızda neler olacağını düşünmek dahi istemiyorum.

İnanın o günler aklıma geldiğinde ben bile gülemiyorum…

Seda Demirel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Aydan Kılınç


YENİ OLMASIN MI BUGÜN ?

" İçerdesin " ve içindeki coşkuyu gülüşlerinle süslemek isterken sadece tebessüm edebiliyorsan eğer , bil ki " dışarda kalmışsın "

Hani derler ya , her doğan günü yepyeni bir günmüş gibi yaşamak lazım diye , diğer günlerle hiç ilişkilendirmeden , bağ kurmadan , onları hiç tanımadan ... Kim düşünmüşse iyi demiş fakat benim asıl merak ettiğim şey başka ; yapmış mı , yapmamış mı , yapamamış mı, yoksa zaten hiç yapmayacakmış da öyle bi " laf olsun " mu demiş ?

Ne kadar sıçrarsam sıçrayayım uzağa farkettim ki bütün günlerim birbirine benziyor. Aslolan şey her doğan günün farklı olduğu belki ama her doğan gün yeni bir yaşamı doğurmuyor.

Bu sabah uyandığımda içimde yine o garip tedirginlik vardı. Yine kimse uyandırmamıştı beni ve yine duymamıştım saatin o çirkin sesini.Telaşla kalkıp yatağımdan saate baktım. Uyanmak istediğim ve aynı zamanda zorunlu olduğum zaman dilimine henüz 45 dk. vardı. Saatin dokuz moda ayarladığım son alarmını kapattım çalmasın diye ve 45 dk. sonra ilk alarmın sesini mutfaktan bile alabiliyordum. Bir insan alışkanlıklara bu kadar programlanmışken nasıl olur da her gününü farklı yaşayabilir ki ? Güldüm sonra kendime ... Dedim ki : " kesin yeni bir gün bugün " ;)

" Gunaydın " diyerek yanımdan geçen insanların yüzlerine baktım , sanki yok gibiydiler .
Derse geç kaldığın için sunumum ertelendi ve bunun suçlusu sensin diye Kaan'a kızdım.
Günlerdir başlayamadığım 800 sayfalık kitabıma sınıf çizim yaparken başladım.
( tabir-i caizse ) Okuldan kaçıp fotoğraf sergisine gittim.
Yol boyunca projelerinden bahseden en yakın arkadaşımı aslında artık hiç duymadığımı farkettim.
Sırf suratsız bir hocanın terbiyesizce bir tavrı yüzünden sınava girmeyi reddettim bugün.
Hala koridordaki bankta oturup " okulu bıraksam Amerika'ya gitsem , bölümü bıraksam grafiğe geçsem " diye söylenip duran tiplerin kafalarını birbirlerine çarpmak istedim.
Samimi bulmadığım hiç kimseye selam vermedim.
Hiç çikolata yemedim.
Aslında huzursuz eden bir çok şeye başka bir yerden bakıp , olanları doğru açıdan görmek istedim.
Peki n'oldu burdan bakınca , yeni bir gün mü başladı benim için ?
Yooo ! Gelirken yine serviste uyuya kaldım ;)

Yeni olan yaşantım değildi. Böyle bir misyon adına , bu kadar bağlı kaldığım bir kurumun içinde yaşarken bunu başarıyor olmam pek de olacak iş değil. Ben değişsem , ders saatlerim değişmez. Ancak ve ancak dönüştürebilirim onları . Genelde geç kalıp , arada bir de okula Murat Abi den önce gitmek gibi ;) Bulanmış bir bilinçle iç-dış çatışması yaşadım bugün. Biraz da burdan bakınca aslında çok sevdiğim bir topluluktan bir o kadar da sıkılmış olduğumu farkettim. Sırf alışkanlıklarla çizilmiş yolları silmek istediğim için ... Bir de Thomas Hardy'nin bi sözü geldi aklıma , hemen paylaşayım ; " Eğer en iyi için bir yol varsa , bu yol en kötüye gidene bakmaktan geçer " ...

Yepyeni bir şehirde nefes alasım var aslında bugün , hiç yürümediğim bir sokakta yürüyesim ...

Aydan Kılınç


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
12 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Okan Somer


GÖZLERDE BEKLEMENİN SONU

OKAN SOMERSüresi belirsiz bir beklenti; o gençlik yıllarında ilk aşk ile başlayan hatıraları olmayan ve bir hatıraya daha değer yüklemeden, sonra yaşam süreci içinde zaman zaman akla gelen ama hep unutulan.
Hayatın devinimlerinde içinde kimi zaman insanları bahtiyar ederken düşünülen kimi zaman küçük bir çocuk gülümsemesinde özlem duyulan…
Annemin ağız dolusu oğlum deyişinde , babamın bana imkansızlık içinde yolladığı ilk mektubunda….
İlk karnemde , mahallede paylaştığım simidimde………
Sonraki nesillere hazırlamaya çalıştığımız dünya için meydanları doldururken üstümüze sıkılan her kurşundaki direncimizde……… daha tanımaya dahi fırsat bulamadığımız arkadaşlarımızı kaybederken yumruğumuzu emek hakkı için dik tutmaya çalışırken .

Nazım da , Cansever de , Can Yücel de , Fikret te Özdemir Asaf ta ……..

Umudu yarına yüklerken mücadeleden kaçmadan , her şey bitti dediğimiz de bir dost'un kolunda tekrar ayağa kalkarken….

Sevgiye katık aramadan dostlarla garsona köfte piyaz söylerken..

Gözlerde hep bu haberi alacağımız o sonu bekledik.

O Baba olacağımız günü………..

E be kardeşim biz bu günü çok bekledik

Ama yine de sen hiç haber vermeden çıka geldin.

Yaşam bu aralar biraz dağınık kusura bakma
Toparlarız .

Yeter ki sen kızma

Sen geldin ya

Hoş geldin dünyamıza……
HOŞ GELDİN.

Okan Somer

Editörün Notu: Sevgili Okan Somer'in bu yazısını ilk olarak 16 Haziran 2006'da yayınlamıştım. Bu yazısına ilham kaynağı olan yavrusunu ardında bırakarak 11 Ağustos 2007'de aramızdan ayrıldı Okan. Ruhu şad olsun.


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
11 Kahveci oy vermiş.

 

Yukarı


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Işık Şerifsoy (Etkin)

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Sır Kaldı Geriye

Issız...
gemilerin çoktan uğramayı unuttuğu
bir zamanlar
halatların bağlandığı demirlerin
vuran dalgalarla dövülürken artık paslandığı
bir limanda buldular kadını
üç yaramaz çocuk
uyuyor dedi biri
düşmüş dedi öteki
yok be ölmüş diye güldü üçüncü
iki martı dönerek izlediler
ve kaybolup gittiler gri bulutların arasına
bakıştılar üç çocuk
cesaret edemeden kadına yaklaşmaya
onca yaramazlıklarına afacanlıklarına karşın
ve aynı anda arkalarını dönerek koşmaya
kaçmaya başladılar limandan
sözbirliği etmişçesine

yalnız kaldı kadın
bir rüzgar esti aniden
yüzünü kapatan uzun kızıl saçlarını yana savurdu
gözleri açık mıydı kapalı mı
yalnızca deniz gördü
bir de gri bulutlar

rüzgar bulutları dağıttı kadının saçlarından sonra
güneş vurdu kadının yüzüne

ve ansızın
nerden geldiği belli bile olmayan
asi bir firari bulut kapattı güneşin gözlerini
güneş o kısacık anda gördü mü farketti mi
kızıl saçlı kadını
sır kaldı

çok uzaklarda bir yerde bir adam kahkaha attı
eli masanın üstündeki bardağa çarptı gülerken
bardak yere düştü
savruldu cam kırıkları
kimse umursamadı
gülmeye devam etti adam

ıssız bir limanda kızıl saçlı kadın
ve cam kırıkları
öylece kaldılar yattıkları yerde.

Ayşegül Erden

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Günlük hem de 14 günlük hava durumu bilgisi için http://www.havadurumu.com.tr/ web sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Kişiselleştirebilme özelliği sayesinde, istediğiniz şehri belirleyip hem hava tahmin raporunu alıyor, hem de belirlediğiniz sayfayı giriş sayfanız yapabiliyorsunuz. Ben detaylı inceleyip saymadım ama 10.000'den fazla şehrin hava tahmin bilgisine ulaşmanız mümkün görünüyor.

Mp3 uygulamasının yasallığı tartışılmaya devam ediyor etmesine ama, bir yandan da kaynak sayıları günden güne artmaya devam ediyor http://music.download.com web sayfası mp3 indirmek isteyen ve bilgisayarına herhangibir program yüklemek istemeyenlerin yeni gözdesi olmaya aday. Siz yine de güvenilir kaynakları kullanarak ve emeğe saygı göstererek müzik marketlerden cd temin etmeye devam edin.

İşte bu da bizden, yani Türkiyeden bir internet radyo hizmeti http://www.yurttansesler.com Sadece Türkçe müzik dinlemek isteyenlerin beğeniyle tercih edeceklerine inandığım bir platform. hazırlayan arkadaşların ellerine sağlık. klasik internet radyo mantığıyla çalışan bu yapıda, verdiğiniz oylarla kendi profilinizi belirliyorsunuz.

İnternet üzerinde video paylaşım uygulamaları iyice arttı ve aldı başını gidiyor. http://www.izlesene.com/ bunlardan en çok izlenen yerli web sayfası olma özelliğine sahip olanı. Popüler videolar kısmını özellikle tavsiye ediyorum

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Eylülde Gel
Alpay









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070903.asp
ISSN: 1303-8923
3 Eylül 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com