Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.283

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 28 Eylül 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Kaytarmaca 2!..


Merhabalar,

Bu sayıyı sizlere ulaştırıp ulaştıramayacağımdan emin değilim. Zira birkaç saat sonra bir hafta sonu kaçamağı için İstanbul'dan ayrılıyorum. O nedenle biraz erken hazırladım bu sayıyı. Siz bu satırları okurken büyük ihtimalle ben denizin ortasında olacağım. Döndüğümde yazarım. Yazamasam da bilin ki ben çok iyiyim. Pazartesi görüşebilmek ümidiyle hepimize güzel bir hafta sonu diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Sarahatun Demir

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


  Gözleri

En güzel özlemi gözlerinin ön sözü anlatır. Gözlerin ön olur, sonrası söz…
Sade gözlerinde saklı bütün acıların metafor ilamları. Gözlerin gözlerimde durunca hiç gereksinim duymayacağım sanıyorum gözlüklerime. O denli parlak her yan. Bulanıklık yok, boyutsal göz kusurları da, yüz hatları da düpedüz ve hatasız hatta karşımda. Gözlerimde kal hep, o zaman her yer net, beyaz, kusursuz…
     Yürüdüm ben sonra
Ritüel uzunlukta adımlarım oldu
Bazen yerimde sayıyormuşum gibi geldi
Tam kızacak oldum kendime
Yok dediler yok
Daha 10 yaşındasın sen
Ve bu bir tören
Sol dediler, "sol, sol, sol, sağ, sol…"
Törenlerde yerimde saydım, sol dediler…
Devamında hep koşar adımdım
Ya da bazen gerilerde kaldım
Ama yerimde saymadım hiç
Törenler dışında
10 yaşımdan sonra…
     Ben yürüyordum, gün bitiyordu
Gün bitince ben uyuyordum
Sonra sol diyorlardı
"Sol, sol, sol, sağ, sol…"
Artık yerimde saymıyordum
Törende değildim
Yaşım 10'u o kadar geçmişti ki…
Ben yürüyordum
Törenden
Senden
10'dan
O'ndan
Uzağa…

      Evrim sonra
Aldatmaca
Ya da darwinizm
Bütün bunlardan konuşurken sevimsiz oluyorum ben
Ama 10 yaşımda yerimde saydım
Evrimi, aldatmacayı hiç umursamadım, konuşmadım, sevimliydim…
Yaşım 10'du daha…
Sol dediler sonra
"Sol, sol, sol, sağ sol..."
     Tek taraflı, çift kollu, ana dallı yollara girdim
Yürüdüm öyle
Uzun
Bazen kısa
Adım işte
Tık, tık, tık, tak, tık…
Ben yürüyünce arkamı dönerdim eskiden
Biri geliyor mu diye
Bu sessizlik bir salaklık mı getirecek yoksa diye
Daha çok yürüdüm
Yine arkama baktım
Gözlerin bu uzaklıktan da görünebilir mi diye
Görünmedi…
Olsun, ziyanı çok ama olsun…
Tedarik bir teselliyle gözlüklerimi koymuştum nasıl olsa cebime
Taktım gözlerime
Yine net, yine beyaz, yine parlak…
Ve yürüdüm öyle
Sol dediler
"Sol, sol, sol, sağ sol"…
     Gözlerimde kalaydın
Hep beyazlık, hep parlaklık, hep netlik olacaktı
Ve hatta optiksizlik olacaktı…
Ben yürüdüm
Yaşım 10'du o zamanlar
Sol dediler; "sol, sol, sol, sağ sol…"
Yalnız o törende yerimde saydım
Devamında ya gerilerde kaldım
Ya yürüdüm
Yerimde saymadım…
Şimdi gözlerin yok
Ama gözlüklerim var
Gözlerin yok
Ziyanı çok ama
Tedarik bir teselliyle gözlüklerim burada
Gözlerin yok, yok…
Tık, tık, tık, tak, tık…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,899,899,899,899,899,899,899,899,899,89
9 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  IKEBANA ÇAY MERASİMİ ÇİÇEKLERİ -7



CHABANA

Japonca'da "Cha" - çay, "bana" - çiçek olduğuna göre, Ikebana Zen kültür ve felsefesinde "Chabana" - çay çiçeği - ya da çay merasimine özgü - çiçek düzenlemesi - olarak yer alır.

Çay merasimi odasındaki felsefi görevi, zamanın akışında geçmiş ile geleceği, dört mevsimin de doğanın bitkiler üzerindeki etkilerini aksettirir. Bu nedenle de buketin dal ve çiçeklerinin daima gelecek mevsimin turfandalarından yaratılmasına çok özen gösterilir.

Ikebana buketinin çay odasındaki yeri, "TOKONOMA" adı verilen, duvardaki özel bir nişin içindedir. Nişin içinin arka duvarına da "KAKEMONO" adı verilen, önceleri Çinlilerin kullandığı bir duvar panosu asılır. Kakemono, tarihçesi yüzyıllar öncesine giden, başlı başına bir süsleme sanatı dalıdır. Konusunu bazen doğadan alınan bir manzara, bazen de bir yazı, bir şiir veya resim oluşturabilir.

Kakemono'nun Ikebana buketi ile ilişkisi 11. yüzyılda, Zen felsefesi dolayısıyla çay seremonisinin önem kazanmasıyla başlar. Başlangıçta çay odasına asılan Kakemono, zamanla tüm geleneksel Japon evlerine de Tokonoma ile birlikte girdi. Bu düzen 19. yüzyıla kadar hiç değişmeden devam etmiştir. Günümüzde yaşam biçiminin de değişmesiyle, Kakemono'nun Tokonoma içinde olması zorunluluğu olmadığı halde, geleneklerine bağlı Japon ailelerinde eski düzen hâlâ sürmektedir.

Kakemono'yu yılın dört mevsimini simgeleyen bir takvime de benzetebiliriz. Turfanda çiçeklerle yapılan Ikebana buketi ile eş anlamlı olarak hep gelecekteki mevsimi yansıtırlar; bunun gerçek anlamı da Japon Zen felsefesinin, hayatta daima yeniye ve ileriye dönük yaşamayı önermesidir.

Chabana, bir asır boyunca Zen kültürü ile gelişmiş bir felsefi anlayışın da simgesi olduğundan, hiçbir yapay madde gerektirmeyen, çoğu zaman bir çiçek ya da bir tomurcuk veya birkaç yapraktan ibaret, çok doğal bir çiçek kompozisyondur.
16. yüzyılda, Sen-no-Rikyu adlı ama SENMU lakabı ile tanınan büyük Zen rahibi tarafından ilk kez bahçede başlayan çay seremonisinin, yedi maddelik ana temasından üçüncüsü, Ikebana'ya ayrılmıştı ve üstat şöyle diyordu:

"Çiçekler aynı doğada görüldüğü tabii haliyle vazoya yansıtılmalıdır."

Ikebana esasta bir tekniktir. Dolayısıyla hiçbir tekniğe bağlı olmayan Chabana buketi, Ikebana'nın içinde sadece bir felsefe olarak da ele alınabilir. Chabana, hazırlayıcısının kültürünü, görgüsünü ve duyarlılığını yansıtır. Bu nitelikleri ise, her hangi bir kurala bağlayamayız. Gerçek anlamı ile Zen kültürünü bilen kişi, estetik duygusu da yeterince gelişmişse, özel öğrenim görmeden de Chabana düzenlemeleri yapabilir.

NAGEIRE

"Nageire" buketi, Chabana ile aynı zamanda Zen felsefe ve kültürü ile gelişmiş, çay merasimlerinde yer almıştır ve çok derin bir tekniği olan Ikebana çiçek düzenlemesidir.

Nageire'nin, birkaç çiçek serpiştirin veya vazoya birkaç dal ve çiçek atarcasına yerleştirin gibi, sade ve basit bir anlamı olmasına karşılık, bu üslubun özelliği aslında karşıdan bakıldığında adı gibi çok sade ve kolay bir görünüm yansıtmasıdır. Oysa, çok derin ve uzun bir öğrenimi gerektir. Nagerie buketini hakkını vererek gerçekleştirebilmek için ilkelerinin çok iyi bilinmesi gerekir. Ayrıca, yenilenmeye çok uygun olduğundan, kişisel inisiyatife de aynı ölçüde açıktır.

Nageire'ye güzelliğini ve anlamını veren ilkeler, teknik bilgi ile kişisel katkı arasındaki uyumdur. Nageire de ana temel ilke, güzelliğin hiçbir yapaylık olmayan yerde bulunduğudur.

Tamamen doğayı yansıtan bu Ikebana çiçek düzenlemesi, eşdeğer biçimde yerleştirilmiş üç adet üçgen unsurdan oluşur. Bu üç üçgen unsurun her bir ucu da Ikebana'nın üç ana dalı olan gök, insan ve toprağın simgesidir. Bu düzenleme üslubunda çiçekler (hangi çiçek olduğuna bakılmaksızın) kabın içine olabilecek en doğal biçimde yerleştirilirler. Nageire, doğaya dayanmayı vurgular ve hazırlayıcısının çiçeklerin doğal büyüme sürecine atıfta bulunmadaki ustalığını ön plana çıkarır.

Günümüzde, Nagerie çalışmalarına da bazı yenilikler eklendi. İlk olarak, çiçeklerin her birinin sapı kendi doğal büyüyüşünü ortaya koyacak biçiminde diğer saplardan ayrıldı.
İkinci olarak, çiçeklerin doğal niteliklerini değerlendirmek amacıyla yapılması koşuluyla, dallarla sapların iç içe geçmelerine izin verildi. Son olarak da Nagerie üslubunda ilk kez buketin bütünlük etkisini arttırmak için yaprakları, dalları, hatta çiçekleri budamak, kesmek mümkün oldu.

Sonuç olarak, Ikebana Nageire buketini yaratırken amaç, eldeki malzemeler ne olursa olsun, doğal güzelliği bulmak ve yansıtmaktır. Bu prensip nedeniyle de uzun vazolarda yaratılan ve dünyada en çok sevilen bir Ikebana buketidir.

Banu Kurtis Chouard

Redaksiyon :
Ferda Önler


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,866,866,866,866,866,866,86
7 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Doğukan Güney


BİR DELİNİN MONOLOGLARI

I
Feridun, yıllarca düşündüğü düşüncelerin, kafasına gereksiz bir zamanda, birden hücum etmesiyle uyandı. Neler olduğunu anlayamadı. İlk defa başına böyle bir şey geliyordu. Kafasından geçen görüntüleri bir türlü dizginleyemiyordu. Saate bakma gereksinimi duyunca, saatin gece üç olduğunu gördü ve güneşin doğmasına daha çok olduğunu anlayınca hüzünlendi.

Güneşin doğmasıyla, beyninde cirit atan abuk sabuk düşüncelerden kurtulacağına inanıyordu. Ne yaparsa yapsın, bir türlü uykusuna dönemiyordu. Neden uyanmıştı, anlayamıyordu. Gözlerini bekar odasında gezdirdi ve yalnızlığını tekrar hatırlayınca, yine üzüldü.

Karanlık odadaki nesneler sanki ufak hareketlerde bulunuyorlardı. Hayal gördüğünü sanmaya çalıştı, çünkü öyle olmalıydı. Ama o kadar gerçekti ki, hayal demek için insanın aptal olması gerekiyordu.

Feridun da bunu çok isterdi. Keşke bir aptal olsaydı da beyni düşüncelerden boğulmasaydı. Yendiğini düşündüğü korkularını, yavaş yavaş yeniden kazanıyor gibiydi. İnsan korkularının üzerine gidince, gerçekten onları yenebilir miydi? O halde, bin bir sıkıntıya girerek, onların üzerine gittiği halde, neden hala korkuyordu? Yoksa bu, aptal insanların kendilerini kandırması mıydı? O aptal insanlar, korkularının üzerine gidince, onları yeneceklerine inandıkları için mi, korkularını yeniyorlardı? İnsan, inanmadığı bir şeye gerçekten kendini inandırabilir miydi? Yalnızca aptal insanlar kendilerini kandırmayı başarabilir, diye düşündü ve gözlerini tavana dikerek, yastığın serin tarafını hissetti.

Allah kahretsin! Yine aynı şeyi yapıyordu. Aptalca düşüncelerle kafasını meşgul ediyordu. Bıkmıştı artık düşünmekten. Uykuya dalıp gitmek istiyordu. Yeniden, keşke bir aptal olsaydım, diye düşündü. O zaman, ben de herkes gibi kendimi hiç sıkıntıya sokmadan yaşardım. Nedir benim kendimden istediğim? Tüm insanlar başkalarıyla uğraşır, bende kendimle uğraşıyorum. Acaba kendimi çok mu seviyorum. Yoksa kendini beğenmişin teki miyim? Hayır, başkalarıyla uğraşan insanlar, kendilerini beğenmişler. Çünkü onlar kendilerinde bir problem olmadığını anlamış, başkalarına yönelmişler. Aslında, en problemli kendileri. Görüyor musun, kendimi o kadar beğenmişim ki, bunu kabul bile etmiyorum.

Feridun, bu düşünceler arasında yeniden kendine sinirlendi, çünkü yine düşünmeye başlamıştı. İnsan, bir türlü düşünmeden duramıyor. Yetti artık! Şimdi düşünmeden uyuyacağım.

Kafasını öte yana çevirdi ve kendini uyumak için sıktı. Olmuyor, kafama hakim olamıyorum. Bıktım artık. Bir aptal gibi, burada yalnız başıma felsefe yapıyorum. Kimse benim farkımda bile değil. Kendimi çok zeki görüyorum ve başkalarına hiç düşünmeyen salaklar gözüyle bakıyorum. Asıl salak benim. Dünyadaki hiç kimse, benim kendime ettiğim kadar, kendine eziyet etmez. Burada, yalnız başıma delireceğim. Delirmenin ilk emareleri başladı bile. İnsan delirmekten korka korka, delirirmiş.

Eee, yetti be! Bıktım her şeyi sorgulamaktan. Şu, motor gibi işleyen kafama bir türlü susmayı öğretemiyorum. Kendimi herkesten bilgili görüyorum ama yine de kendime acıyorum. Biliyorum, aslında onlar acınacak haldeler. Çünkü dünyada hiçbir şeyin farkında değiller.

Acaba, dünyada yalnız ben mi, kendimi bu kadar dinliyorum. Benden başka kimse, kendini tanımaya çalışmıyor mu? Eğer bir kişinin bile benim gibi olduğunu bilsem, dünyada başka bir şey istemem. Çünkü öyle değilse, ben deliyim demektir.

Hayır, bana o bile fazla. Delilik kim, ben kim. Deliler, rahat ve kaygısız yaşarlar. Ama ben bu beceriksizliğimle, onu bile başaramam.

İnsan ne kadar garip bir varlık. Bir insanın boşlukta kalmaması için, kendine bir kimlik bulsun yeter. Çünkü kendine kimlik edindiğinde, hayatını ona göre yaşayacak. Kimliğini aldığı karakterin, olaylar karşısındaki tutumunu anlamaya çalışır ve kendisi de öyle yapar. Ben kendime delilik kimliğini uygun göremiyorum. Ah, keşke ben de kendime böyle bir kimlik edinsem.

Yeter, yeter! Arık susacağım.

Feridun, yeniden saate bakınca yalnızca yarım saat geçtiğini gördü ve sinirden küplere bindi.

II
Feridun'un gözleri artık fal taşı gibi açılmıştı. Uykusu tamamıyla vücudunu terk etmişti. Eski korkularını yeniden kazanıyordu. Yine onları görüyordu. Her yerde onlar var. Allah kahretsin, yine başıma geldiler. Karanlıkta hareket ediyorlar. Ah, keşke şu ampulü bugün değiştirseydim. Beni izliyorlar. Sanki hep karanlığı seviyorlar. Şunlardan kurtulmak için yapmadığım kalmadı, ama her kendimi dinledim vakit geliyorlar.

Sesler duyuyorum. Aslında bu seslerin kafamın içinden çıktığını biliyorum, ama yinede korkuyorum işte. Evet korkuyorum. Ben korkağın tekiyim. Sanki gizlice saklanmışlar, bana bakıyorlar. Sanki bir tanesi burnumun ta içine kadar girmiş, pis pis sırıtıyor. Kafayı yememi keyifle izliyorlar. Ben onları göremiyorum, ama onlar beni görüyor. Acaba kaç tane vardır? Belki de hiç yoktur. Ben, kendi kendime kuruntu yapıyorumdur.

Hayır, onlar buradalar. Yoksa bu sesleri nereden duyacağım? Belki de dinlediğim için duyuyorumdur. Onlara kulak asmayıp, uyumama bakmalıyım. Buna inanmak keşke bu kadar kolay olsaydı. Sesler o kadar gerçek ki, hayal olduğu, itiraf edilemeyecek kadar hakiki.

Evet, onların sesleri. Beni izliyorlar. Küçük sesler çıkarıp, delirmemi istiyorlar. Bu sesleri çok nadiren yapıyorlar. Çünkü onlara tam inanmamı da istemiyorlar. Düşüncelerimin havada kalmasını istiyorlar. Acaba onlar var mı, yok mu? Bu soruyu sorduğum sürece iyileşme gösteremem. Öncelikle korkumu yenmem lazım.

Ne kadar inanmasam da, korkumun üzerine gitmeyi deneyeceğim. Feridun gözlerini kapadı ve yalnızca seslere kulak verdi. Hiç ses duymadı. Gözlerini açmamak için kendiyle savaşıyordu. Tam açacakken son anda kendini dizginliyordu. Çünkü gözlerini açtığı vakit, korkak biri olacaktı ve korkusunu yenemeyecekti. Oysa uykusunu alması gerekiyordu. Bıkmıştı artık bu gece uyanmalardan.

Uykusu gelmeye başladı. Vücudu huzur bulmaya yüz tutmuştu ki yine bir ses duydu. Artık dayanamayarak gözlerini hızlıca açtı. Sesin nereden geldiğini mutlaka bulması gerekiyordu, yoksa kafayı yiyecekti. Gözleri, sesler için mantıklı bir şey aramaya başladı, ama bulamadı. Bunu kulak arkası edip, yeniden gözlerini kapadı. Ama bu sefer hiç uyuyamadı. Kulakları sanki birer radardı. Gözlerini açmamak için mücadele veriyordu. Hayalinde, birinin yanına yanaştığını, hatta o kadar ki burnunun dibine kadar girdiğini hayal ediyordu. Sanki o gözlerini kapatırken, biri onun yüzünü inceliyordu. Artık bu hayal o kadar gerçekçi olmuştu ki gözlerini yine açmak zorunda kaldı. Yine bir ses duydu ve sesin kaynağını göremeyince kendine kızdı. Allah kahretsin bunları. Lanet olası, "Cinler."

III
Uykudan yana artık iyice umudunu kesmişti. Aklına, cinlerle ilgili duyduğu hikayeler ve görüntüler geliyordu, bu da gözlerinin daha fazla açılmasına sebep oluyordu. Artık uyumak istemiyor, güneş doğuncaya kadar uyanık kalmak istiyordu. Gün ağarınca, uyuyabileceğini düşünüyordu. Derken ani bir sesle yerinden zıpladı. Neredeyse, ayağa kalkacaktı. Bu sefer öyle bir kortu ki, yatağından kalkamadı bile.

Düşünceler, kafasına hücum etmeye devam ediyordu. Okuduğu tüm kitaplardan alınma sözcükler şimdi karşısında duruyorlardı. Sanki onu bir sınava çekiyorlardı. Sözcüklerin doğruluğu, şimdi tartılması gerekiyordu. Okuduğu çoğu kitabın etkisinde kalır ve her fikre saygı duyup, düşünürdü. Fakat şimdi ne oluyordu böyle? Kelimeler ve yazarların siluetleri, gözlerinin önünden geçiyordu. Kafayı yiyeceğini sandı. Vücudunu hissetmez hale geldi. Sanki artık ellerini, kollarını kontrol edemiyordu. Bacaklarına baktığında dehşete kapıldı. Dehşet bir sallantıyla titriyorlardı. Görüntü çok korkunçtu. İnsan, o an tek kurtuluşun ölüm olduğunu düşünürdü veya birazdan öleceğini.

Panikle yerinden sıçramaya çalıştı ama üzerindeki karanlık onu engelledi. Korkuyla başının tepesine baktı ve kocaman bir karaltı gördü. Bu karaltı hareket ediyor ve ağzını açtığında, halsizlik yayıyordu.

Feridun bağırmaya çalıştı ama yapamadı. Elleriyle ağzını yoklamaya çalıştı ama elleri artık ondan bağımsız hareket ediyorlardı. Bacaklarının titremesi daha da şiddetlendi. Üzerindeki canavar sesler çıkarmaya başladı. Sanki kahkaha atıyordu. Onun her gülüşü, Feridun'un her an ölmesiydi.

Kızgınlığı sayesinde, yataktan hızla fırlamaya çalıştı. Başaramadı. Karanlık, o'nu daha da yatağın içine gömdü. Sanki boğazı düğümlenmişti. Nefes alamıyordu. Hırıldamaya başladı. Panikledi. Acilen nefes alması gerekiyordu, yoksa boğulacaktı. İyice yatağın içine gömülmüştü ve terden sırılsıklam olduğunu hissetti. Kımıldayamıyordu. Bu "Karabasan"dı.

Uzaktan gelen boğuk bir sesle uyandı. Rüya gördüğünü anladı. Gözlerini açtığında, güneşin doğduğunu gördü ve rahatladı. Duyduğu sesin, ezan olduğunu anlayınca daha da rahatladı. Ezan, bu cin ve karabasanları uzak tutardı.

Eğer Allah'a inanmasaydım, ezandan rahatlamazdım, diye düşündü Feridun. Ama Allah'a inanmasaydım, zaten karabasanlara da inanmayacaktım. Acaba sırf bu korkularımdan kurtulmak için ateist olabilir miyim? Ateist olduğum vakit, tüm bu batıl inançlarımdan kurtulacağım. Hayır, tabii ki böyle olmayacak, kendimi kandıramam ben. Çünkü aptal değilim. Aklım kimseninkinden az değil. Hatta fazla bile. Zaten bu yüzden bu haldeyim ya. Üstelik Allah'a inanmamaktan korkuyorum ve mutsuz olacağıma inanıyorum. Beni bu bunalımlardan ve karanlılardan koruyan tek şey Allah'tır. İnsan umutsuz şekilde yaşayamaz, benim umudum da, öldükten sonra cennettir.

Kendime acımaktan bıktım artık. O geri zekalılar, kendilerini çok akıllık sanıyorlar, ama değiller. Üstüne üstlük benim gibilerle dalga bile geçerler. Çünkü kendilerini zeki görürler. Halbuki ben onlardan daha zekiyim ama yine de onların karşısında eziliyorum.

Hep bu yere batası utangaçlığım yüzünden. Aslında tam utangaç da değilim. Öyle zamanlar oluyor ki, ben bile bunları nasıl yaptığıma şaşıyorum. Yeter ki, ben bir işin yapılması gerektiğini düşüneyim, hemen yaparım. Demek ki, fazla bir iş yapmak gerekmediğini düşünüyorum.

Kendimi bu şeylerle avutamam. Bunları düşünürken bile, kendimi kandırmaya çabaladığımın farkındayım. Bu, her şeyin farkında olmaktan bıktım artık. Ben de diğerleri gibi umursamazca yaşamak ve mutlu olmak istiyorum. Zaten sürekli oturduğum yerden bir şeyler olmak istiyorum, ama onları gerçekleştirmek için hiçbir çaba göstermiyorum. Ben tembelin biriyim. Eğer ki çabamın bir şeye yarayacağını bilsem, hiç durmadan uğraşırım, yeter ki çalışmamın boşa gitmediğini bileyim. Ama ya birde çalışıp çabalayıp, boşa çıkarsam. Zaten bu korkum yüzünden, oturup duruyorum ya.

Neyse, artık güneş açtı, rahat rahat uyuyabilirim.

IV
Yine uyuyamıyorum. Ben ne yapacağım böyle. Üzerimde tarifsiz bir halsizlik var. Her tarafım kırılıyor. Bugün hiçbir iş yapmak istemiyorum. Yapacağımda ne olacak, diğer salaklar gibi bir arpa boyu yol alamayacağım.

Onların hepsi geri zekalı. Gözlerini hırs bürümüş. Başarıya tapıyorlar. Kendilerine bir hedef belirliyorlar ve ondan başka bir şey düşünmüyorlar. Başarısız insanları küçük görmek, onlar için adet olmuş.

Yine kendimi avutuyorum. Onlar gibi olmadığım için, kendi kendime bahaneler üretiyorum. Benimde onlardan farkım yok. Kendime bir hedef seçiyorum ve ona göre yaşıyorum. Belki onlardan daha geriyim.

Ama ne olursa olsun, ben asla hırsımın kurbanı olmayacağım. Bu insanlar o kadar benciller ki, kendi başarıları için başkalarını, gözlerini kırpmadan ezerler. Yaptıklarını da kendilerine itiraf etmezler. Bencil olduklarını kabul etmezler. Daha sonra benim gibi bir adam, kendini bencil olarak nitelediğinde ve herkesin bencil olduğunu söylediğinde, hemen itiraz ederler. Böyle adamlara acıyorum.

Artık kendi kendime konuşmayacağım. Üstelik ağzımı açmıyorum, sadece düşüncelerle konuşuyorum ve fikirler havada kalıyor. Acaba bunları yazmalı mıyım? Boş ver, kim uğraşacak şimdi. Bugün yataktan hiç çıkmayacağım, çünkü canım öyle istiyor.

Ben özgürüm ve istediğimi yapabilirim. Devletin ve toplumun koyduğu kuralları umursamam bile.

Ne kadar da salağım. Kendi kendimi kandırmaya çalışıyorum, üstelik gerçeği bildiğim halde. Tabii ki her kurala uyarım. Özellikle toplum kurallarına öyle bağlıyım ki, geri kafalı bile olabilirim. Aslında öyle olmaması gerektiğini düşünüyorum, ama kendi düşündüğümü bile hayata geçiremiyorum. Beceriksizin tekiyim.

Dün gece uykumun kaçmasına sebep olan o'mu yoksa? Doğru, o olabilir. Kaç gündür kafamın içinde. O'nu bir türlü aklımdan çıkaramıyorum. Ne kadar da güzel biri. Acaba evli midir? Sanmam. Çünkü daha çok genç. Bana neler oluyor böyle, hiç böyle şeylerin üzerine düşmez, hatta bunları saçma bulurdum. Yine kendimi kandırıyormuşum demek ki.

O'nu her gün görüyorum, ama o, benim farkımda bile değil. Tipik platonik aşk işte. Sadece çekingen salaklara göre. Bende onlardan biriyim. Onunla asla konuşamayacağımı biliyorum. Korkağım ben. Ah! Bir insanı her gün görebilmek ve elde edememek, ne acı bir şey.

Görüntüsü her zaman gözlerimin önünde. Ama bir keresinde benden bir kalem istemişti ve ben de uzatmak istemiştim. Ama yine olan oldu ve beceriksizliğimi ortaya çıkardım. O benimle konuştuğunda elim ayağım dolandı. Sesi, ne kadar da güzelmiş. Hep böyle anlarda sakarlığım tutar zaten. Çekmeceyi kalem almak için açtığımda, çekmecenin tekerleklerini birisi oynamış olacak ki, hızla çektim ve tüm çekmece dışarı fırlayıp, içindeki her şey de yere dökülmüştü. Daha önceden o çekmece çok zor açılırdı, çünkü tekerlekleri pas tutmuştu. Tekerlekleri yağlayacak olan, tam zamanını bulmuştu belli ki. Acaba o anda bana gülmüş müydü, hatırlayamıyorum. Çünkü gözüm kararmıştı. Ben çekmeceyi yere düşürdüğümde, arkadan birisi benim yerime o'na, kalemi uzatmıştı. Neden bana yerdekileri toplamak için yardım etmek istememişti. Benim bir salak olduğumu düşünüp, kendine, bir daha benim yanıma yaklaşmamayı mı tembih etmişti yoksa? Olabilir. Ama ben çekmeceyi düşürdüğümde, eğer bana gülmüşse, o'ndan nefret ederim. Çünkü o'nun gibi milyonlarca sıradan insan var ve ben onları sevmem. Diğer salak kızlar gibidir öyleyse.

Ama o böyle olamaz. Çünkü görünüşü o kadar sade ve masum ki, böyle bir yüzün ardında, asla kötü düşünceler varolamaz. Yine kendimi kandırıyorum. Belki de öyle biridir.

Öyle yada böyle, ben o kızla asla tanışamayacağım. İşin komik tarafı, o kız benimle tanışmak istese bile, o'nu tersleyeceğimi biliyorum. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum, ben sorunlu biriyim, bunu kabul etmeliyim.

Doğukan Güney


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,756,756,756,756,756,756,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Beltan Göksel


YA HAKKINDA YAZI YAZMAK
YAZARIN YAZGISI GEREĞİDİR

"Sevgili Kahveci Kardeşimiz Banu Kurtis Chouard'ın ricasıyla"

AY-OY-AT-FA-diyerek işte öyle veya böyle bazı deyişler hoşa gitti ki "Seriyi bozma , YA diye devam etmemi "istiyorlar. O'nları kıracağıma dişimi kırarım karşılığını da veremem , protezlerimi kıramam hani YA. Merak edenler için hadi söyleyeyim , nereden çıktı bu hecelerle kelime türetme . Efendim" Ben okuma yazmayı pelteleye pelteleye dilimi , heceleri takip ederek okuma yazmayı öğrendiğim için bilinçaltına öyle yerleşmişki meret HECE HASTASI OLMUŞUM" "Tedavisi yok bunun dermişim de" kimse inanmazmış, sizde inanmayın, YAlınız Yazımı da okuYAcaksınız , sözmü söz. .

Yurdumun güzel insanlarının konuşurken her bir lafın başı ve ortası ve sonunda YAHU demelerini yadırgasakta , bunu bazıları bir çuval laf yapmaktansa kestirip atmak ve karşı tarafın engin anlayışına konuyu bırakmak olduğunu vurgularlar. Bu kelimenin kültürün bir parçası olduğunu da söyleyenler vardır.

Ben yazılarımda veya konuşmalarımda hiçbir zaman YAHU demedim. .
Bu kelimenin aslı YA HEY-dir. Dilbilimcilerin YAV olarakta belirttilerini çok eskiden duy-muştum. İngilizcede WAV-şeklinde hayret doğuran bir söylem biçimi olarak gözüktüğünüde söylemeden yapamaYA cağım.

HU-Esma-ül Hüsna Allahın 99 isminden biridir. Sen eğer YAHU dersen OZaman YA ALLAH çağrısı olur. Bunu, argoda kullanılan YAHU ile karıştırmayınız. Elin Gavuru dediğimiz İngitere Prensi Esma-ül Hüsna-yı besteleterek 250 kişilik orkestra ile çaldırıyor. Geliniz kahveci Dostlarım artık YAHU demeyelim -YAV veya YAHEY diyelim.

YA içimizden ta derinleren kopup gelmiş bir hecedir. Başka dillerde tek anlamlı olarak kullanıldığı görülmekte olup, ALAMANLARIN -YANİKİM DOÇLANTLILARIN YA-SI çok meşhur olup, iki üç A ilave ederek daha bir kıymeti Harbiye kazandırırlar.

Bazı kelimelerin başlarına geldiğinde şiir mısralarına akan YA-lar insana dünYAyı bazen dar eder, bazende ferahlık verir:
"YAr YAr seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar "
"Benim YArim kara topraktır"
Şarkılarda güfteden besteye dönüşür:
"YArim İstanbul'u meskenmi tuttun"
"YAvrum YAr bu kadar tatlı mıdır?"

Ne demişler"Ne YArdan vazgeçerim nede SERDEN"Şimdi gene takın- tı oldu bende. Nedir bu SER-kimdir ne değildir. Çözmeye çalıştıkca battım arkadaş. Ona sardım buna sardım olmadı canım. Şimdi ne demişlerdi birde şurada geçiyor biliyorsunuz muhakkak.
"Ser verir -Sır vermez"YA hey, buradaki Ser ile yukarıdaki Ser aynı Özne mi?Beltan Baba hadi ordan sende, milletin kafasını karıştırmak için ne menem şeyler çıkarıyorsun. Sana ne milletin Ser'inden-Sır'rından ve dahi isteyen Yar'danvazgeçsin isteyende Ser'den.

Okuyanları Mıhlamak adetindir senin, YAzarlıkmı bu.

Şu GOOGLE 'da geçer mi diye merak sardı YA, baktım. Sözlük Sourtimes. org-denen sitede AKIL VE BAŞ ANLAMINDA FARSÇA SÖZLÜK diye birkaç bulgu içinde geçtiğini gördüm. İyi de şimdi yukarıdaki ikilem ne olacak?"Aklımdanda vazgeçmem , Yardan da"//derken" Akıl verir ama Sır vermez" birbirine uyuyormu beyzadeler bir düşünün bakalım. .

Hani anası oğluna dert yanıyormuş "Anan kocamı gördü Oğul, Ali ile Veli, üçte ondan evveli, Ali ile Osman , bir de Rahmetli Baban , Ah YA-ah . . . "

Bizimkisi de o hesap 3-5 hikaye, ondan evvel 3-5 şiir , sonra 5-10 yazı çizi, 1-2 hikaye denemesi , YAni Sevgili Kahveciler Beltan Babanız YAzarlıkmı gördü?

Şimdi öyle sanıyorum ki birbirinize soruyor veya aklınızdan geçiriyorsunuz. YA hey! Böyle heceleri alıpta , evirerek çevirerek kelimeleri dürtüp kıvratmak ne oluyor ? Söyleyeyim, anlamaYAnlar için. Anlı Şanlı büyüklerimiz dahil Türkçeyi 150 kelime veya bilemediniz 200 kelime hadi azıcık torpil geçelim 250 kelime içine sıkıştırarak konuşmuyormu?Giderek yazılar kaleme almıyorlar mı?İşte Ben bu yazıları okuyan ve seriyi takip edenlere kelime haznelerinin gelişmesi ve genişlemesi hizmeti veriyorum, onlarda benim deyişlerime katmadıklarımı bulsun çıkarsınlar bir çaba göstersinler , şu kelimede vardı diyerekten zihin jimnastiği yaparak kelime haznelerini genişletsinler. Bu bir vatan evladının sizlere karşılıksız hizmeti olup, yapılan görev aslında kutsal bir verginin sonucudur. Oh be , ne dedim Ben, tuşlarda gezinirken , silmeyeceğim işte. Dedimki herhal "Bir YAzarın çabası -Kutsaldır. "Bir toplum yazarlara verdiği değerin darası ile ölçülür. Yazı yazmak öyle kalemtraşla kalem açmaya benzemez. O kalemi kullanmak lazım. YAzda ne YAzarsan YAz. Rahmetli Atilla İlhan "Der saadette sabah Ezanları"romanını okuyanlar Üstada "İyi hoş Yazmışsın da okuyanlar anlamıyor, çok Osmanlıca kelimeler var"dediklerinde "Öğrensinler keratalar"diye cevap vermiş.

DaYAn gönlüm DaYAn. OYA gibi bir- YAvukluYA- nasıl daYAnır bu yürek. Azıcık romantik sözler yapayım, sıkılacak bazı çitlenbikler. Şu sevgili işinde YAYA kalan çok kişi vardır. Bu deyiş hernekadar mekanize olmadan ayaklara kuvvet yürümeyi çağrıştırır ise de başarısız olanlar için söylenen bayağı anlamlı bir söylemdir. HaYAtın en önemli veYA değerli mürşidini yakalayanlar YAzı yazmayı bilenlerdir. Aslında okuma YAzma bilme konusu bu noktada çok ayrı bir anlam kazanır. Eğerkim okuma yazma bilmiyorsan hiçbir şeye maydanoz olamazsın. Biraz argo kaçtı ama inanın bu durum vaziyetini daha başka bir kelime ile anlatmak mümkün değil .

Hani türkülere bile girmiştir"EşkıYA DünYAYA hükümran oldu" Okuyarak ve dahi okuduğunu anlaYArak hele hele birazda YAzarak EşkıYA-nın dünYAYA hakim olmasını önleyebilirsin . . Ne kadar YAsa çıkarırsan çıkar, insanlar kendilerinden YAna YAsaları yontar dururlar. Sevgili Kahveciler siz hiç YAsaları özüyle sözüyle uygulaYAn hiçbir toplumu gördünüz veYA duydunuzmu?

Hani ne denli değerli bir hece imiş bu YA. Meyvelerin öncağazına bile konu olmayı becermiş. YArma Şeftali-YAfa Portakal. Sebzelerden soYA fasulyeyi unutmak ise mümkün değil.

Birazcık bizleri ta derinden ilgilendiren YApımızı ortaya koyan , başarının olmazsa olmaz şartlarından gibi algılanan YAlamukluk , YAlakalık hakkında okuyucunun takdirlerini fazla zorlamak istemem . Ben YAşlı ve düşüncelerinde YAlnız kalmış bir adamım. Ne dediysem bir gün söylediklerimin ve yaptığım değerlendirmelerin hiçbirinin YAnlış değil hep doğru olduğu teslim edilse de , iş işten geçtiğinden herkesYAlpaladığı ile kalmıştır. YAzık olmuştur geçen günlere , YAşam tükenişe geçmiştir çoktan.

Ömür biter, sözler bitmez . En iyisi ben bu YAzıyı burada bitireyim.

YArın nasip olursa başka bir HECE'ye takılırız.

Beltan Göksel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


6,206,206,206,206,206,20
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


BOZCAADA



Bir büyülü diyara gittim ben, zamanın akmadığı, hayatın temiz ve neşeli, durağan ama sevgi dolu olduğu bir diyara. Sabaha karşı ezan sesini duydum önce, yoksa çöpçülerin sesi miydi ilk duyduğum? Suyun taze serinliğini hissettim bedenimde, turistliğin hafifliğini...

Uyuyan bir kasabanın uyanışını gördüm sokaklarda, denizin dinginliğini içime çektim. Daracık sokaklardan geçtim, iki katlı alçacık Rum evlerinin arasından -mavi beyaz boyalı-, taze ekmek kokusunu çektim içime, duvarlara resimler asmışlardı, sokaklarda; sarmaşıklar asmalar süslüyordu yol kenarlarını, kapı ağızlarını... Sabahın kapısını sahilde minderlerde çalanları uyandırdım elimde olmadan, hepimiz utandık birbirimizden hafifçe, gizlice kaçtık denizin kıyısından, güneşten...

Hep açıktı kapıları evlerin, tıpkı insanların yürekleri gibi... Meydanda oturup şarkı söyleyen insanlara katıldık sonra, hafif bir üşümenin sıcacık bir ısınmaya döneceğini bilmenin dinginliği içinde. 20 sene sonra belki, belki daha fazlasında yine böyle olabilir miyiz dedik, ya da biz de böyle olabilir miyiz? O zaman fark ettim bu yıllanmış çiftler gibi bir çiftin yarısı olmak istediğimi, her gün gördüğüm yüzlercesinden birinin değil... Gitar çalan adamın sesi ipek gibiydi, saten çarşaflar gibi ya da... Hep orda duran, aslında tamamını bilmediğim ama hep bildiğim şarkıları söylendi, bir kedi suya düşmüştü sonra, titriyordu, ıslaktı, ağlıyordu... Tutup ensesinden çıkarınca kuru toprağa, kalp atışlarını bırakıverdi ellerime... Öyle ürkek, öyle korkmuştu ki… Samanyolu vardı gecede, gökyüzü yıldız dolu, kutup yıldızını bulmak mümkün olmadı o karmaşada ama büyük ayı kocaman duruyordu. Ateşin yanında oturup yıldızları seyrederken "böyle olmalı" dedim kendi kendime, yürekte hissedilen keyif duygusu tam olarak da böyle olmalı.

Devrilmiş bankları kaldırıp oturdum denizin kıyısında. Sabahın ilk feribotu uğurladım uyku mahmuru gözlerle, üşüdüm hafif ürperdim, açtım bir öykü okudum kitabımdan, bir öykü yazmalıyım diye düşündüm, bir masal belki... Çınaraltındaki adamla konuştum biraz, memleket havası verdik birbirimize, gülümsedik. "Abla" diyen adamlara kızmadım hiç bu sefer, gülümsedim sadece. Köşeye kadar yürüyüp denizin kıyısında durdum, uzaklara baktım, kokuları çektim içime... Balık tutmaya çalıştım sonra, ayaklarımı sulara bıraktım kayalardan, kitap okudum güneşin altında kediler gibi mırıldanarak. Aşksız, ihtirassız, kaprissiz, sevgililerimle sıcacık kucaklaşmalar, soğuk - sulu oyunlar oynadım, çocuklar gibi güldüm, koştum, sabahlara uyandım, uyandırdım sevdiklerimi. Evcilik oynadık belki biraz, bir küçük rüyayı yaşadık belki. Bir peri masalını prova ettik, bir çocukluk zamanı çaldık geç(eme)mişimizden.

Bir masal gibiydi Bozcaada, ne zamandır dinlemeye ihtiyacım olan bir masal gibi... Bir de keşke bağbozumuna denk gelseydi bu masal, işte o zaman kim bilir daha ne güzelliklerle dolardı bu satırlar.

Keyifle kalın, köpüklü kahveleriniz olsun…

Melis Mine
Fotoğraflar: Melis Mine Şener


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Gülendam Oğuz

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Yalandır Geçen Ömrüm

Gelmişiz bir kez,gönül istemez.
Gitmek nafile vakit gelmeden.
Fani dünya denmiş adına.
Bir emir!
Emre göre yaşanılması istenilen ömür.
Bölünmüşsün, dağılmışsın,
Ana,yar,kardaş ve dava.
Hangi yöne gitsen,gelir seninle.
Gelen dert mi? Bilinmez.
Sen yaşarsın bildiğince.
Sığınılacak liman ararken,
Hırçın dalgalar boğar.
Boğulan sen misin?
Hayallerin mi? Bilinmez.
Dün öncekinin yarınıyken,
Yarın sonraki günün dünü oluvermiş.
Sen kendinle boğuşurken,
Umurunda mıdır? Gün doğmuş ve batmış.
Ağaran saçlar,beyhude hayaller.
Sarkmış bedenin gelenin habercisiyken,
Ya da beklenmedik bir an da gidersen.
Gelinen ve gidilen meçhul!
Sımsıkı saran,bağrına saran,
Canı bedenden ayıran,yalan,
Yalandır geçen ömrüm,yalan!

Haki Naz

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Her konuyu uzmanına danışmak gerekirmi bilmem ama uzman bulmanın kolay bir yolu var http://www.uzmantv.com/ Bir çok konuyu uzmanları tarafından ve görsel destekli olarak öğrenebileceğiniz orjinal bir web sayfası. Bu kadar çok ve farklı çeşitli konuyu bir arada bulabileceğiniz başka bir web sayfası görmedim diyebilirim. İsterseniz bir de siz deneyin. İster klarnet çalmanın sırlarını, ya da isterseniz karate nasıl yapılır sorusunun cevabını alabilirsiniz.

Eğlencelik bir web sayfası isteyenlere http://www.oyunus.com/ Kelime temelli oyunları sevenler için ideal bir site. Üyelik işlemini gerçekleştirdikten sonra girip saatlerce başından kalkmadan oynayabileceğiniz güzel bir çalışma olmuş.

Online imsakiye için http://www.diyanet.gov.tr/turkish/vakithes_imsakiye.asp Siz sadece ülke ve ardından şehir seçiyorsunuz. Ramazan imsakiyeniz hemen hesaplanıp ekranınıza geliyor. İster yazıcıdan çıktı alıp duvarınıza asın, ya da istediğiniz arkadaşınıza mail olarak gönderin. Hayırlı ramazanlar.

...Ramazan orucu müslüman , akilli ve ergenlik çagina gelmis kimselere farzdir. Ramazan orucu, kameri aylardan Ramazan ayinin bazen 29, bazen 30 gün sürmesine göre 29 veya 30 gün olarak tutulur. Oruçlarda niyet önemlidir. Niyet kalp ile olur. Geceleyin imsaktan önce veya imsak vaktinde ertesi gün oruç tutacagini kalbinden geçiren bir müslüman o günün orucuna niyet etmis olur. Oruç tutmak düsüncesi ile sahur yemegine kalkan kimse de oruca , niyet etmis sayilir. Ancak oruç tutan kimsenin hem içinden niyet etmesi, hem de dili ile "Niyet ettim Ramazan'in yarinki orucuna" diye söylemesi daha iyi olur... http://www.islamiyet.gen.tr/oruc.php

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Oh Lady Mary
Alexandre Winter









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20070928.asp
ISSN: 1303-8923
28 Eylül 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com