Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.288

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 5 Ekim 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Müsamerede mutlu son!..


Merhabalar,

Müsamerenin sonu yeniden yazıldı. Baktılar ki bu komedi bitmeyecek, kafa kafaya verip yeni bir son yazdılar. Bu kadar uzatmaya ne gerek vardı diye düşünmeden edemiyor insan. İnat uğruna konmuş geçici 19. maddenin onbiri gitti yerine oniki geldi, kavga da bitti. Hay Allah müstahakınızı versin emi!..

Bazı haberler var ki, duyunca insanı insan olmaktan soğutuyor, kendine insan denenlerle aynı kefede değerlendirilmekten utandırıyor. Yıllardır unuttuğumuz bir haberi işitince içim karardı. Ramazan falan dinlemedim, sebep olanlara lanet okudum. Küçük Serhat evinin önünde oynarken bir köpeğin saldırısına uğruyor. Hemen alınıp en yakın hastahaneye götürülüyor. Doktor denilen birileri çocuğun yüzündeki yarayı dikip eve yolluyor. Aşı yapılıp yapılmadığı bir muamma. 10 gün sonra kuduz olduğu anlaşılan köpek ölünce çocuk apar topar hastahaneye getiriliyor ama iş işten geçiyor. Buna üzülen babaanne de oracıkta yığılıp kalıyor. Çok acı, gerçekten çok acı. İstanbul'un göbeğinde yapılması gereken rutin kontroller es geçildiği için bir minik yavru kudurarak ölüyor. İnsanın keşke ölmeden önce sebep olanları ısıraydı diyesi geliyor. Yara dikip eve yollayan doktora mı, köpeği gözlem altına almayan görevliye mi, artık her kimeyse yazıklar olsun. Aşı yaptılar ve buna rağmen çocuk öldüyse bu daha da büyük rezalet tabi.

Medyada veriliş biçiminden olayın failinin de bulunmuş olduğunu şıp diye anlıyoruz. Garip sokak köpeği. Hastahaneye başvurup aşı olamadığı için suçlu, başıboş dolaşıp belediyenin imha ekiplerine yakalanmadığı için suçlu, çocuklara yaklaştığı için, Serhat'ı ısırdığı için yine o suçlu. Haydi gelin bir karar verelim bakalım. Olayın faili gerçekten bu gariban sokak köpeği mi yoksa gerekli önlemi alıp önceden aşılama yapmayan belediye ve olayın ardından vurdumduymaz tedavi yöntemleri uygulayan sağlık personeli mi? Dedik ya insanının insan olduğundan utanası geliyor.

Hepimize güzel bir haftasonu diliyor ve huzurlarınızdan İzmir Marşı ile ayrılıyorum. Pazartesi görüşmek üzere hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  DNA - 5

Sabahın serininde daha önce kapısından adımımı bile atmadığım bir evin mutfağında oturuyordum. Bin üç yüz kilometreyi gözümü bile kırpmadan otobüste geçirmiştim. Cızıldayan çaydanlık, bu temiz mutfak, üzerine sıcak su dökülen çay yapraklarının hoş kokulu buharı, telaşla dolabın kapağını açıp kapatan, ocağın üstünde kaynayan yumurtalara bakan ve her fırsatta bana gülümseyen bu kadın, içinde bulunduğum her şey benim için fazlasıyla yabancıydı. Beynim yaşadıklarıma bir isim koyamıyor ve beni bu evde konumlandıramıyordu. Karşımda insanın telefondaki kaprisli, sinirli, kavgacı kadınla hiçbir benzerliği yoktu. Son derece sevecen ve sıcak biri kendini paralarcasına beni memnun etmeye çalışıyordu. İkimizde konuşmuyorduk. O mutfağın içinde koşturuyor bende yorgun gözlerle ona bakıyordum. Emin olduğum tek bir gerçek vardı. Bana güzel bir kahvaltı hazırlamak için koşturan bu kadın beş, altı yıl önce tanıdığım Emel değildi.

Kahvaltıya başladıktan beş on dakika sonra mısır püskülü gibi sarı saçları bukle bukle küçük bir kız mutfağa girdi. Küçücük elini yumruk yapmış gözlerini ovuşturuyordu. Bedeninin hala uykunun kollarından çıkamadığı görmek mümkündü. Uykusunda terlemişti. Saçlarının boyuna değen kısımları belli belirsiz bir ıslaklığı gizliyordu. Ama hala küçücük çenesinin altında boncuk boncuk ter tanecikleri duruyordu. Kitaplarda söylenen, kartpostallarda gösterilen, şiirlere yazılan gül yaprağındaki çiğ tanecikleri onun küçük çenesinin altındaki ter damlacıklarını görse kıskançlıktan çatlardı. Bu kız benim kızım olabilir miydi? Bana hiç benzemiyordu. Küçük çocukları annesine veya babasına benzetmek, büyüklerden izler taşıdığını görmek bizim kültürümüzde çok köklü ve aptalca bir klişedir. O klişenin kıskacında biri olarak bende küçük kıza dikkatle baktım. Dudakları ve kulak memeleri bana biraz benziyordu. Ama kız annesinden ve benden çok daha sarıydı. Teni incecik mavi damarlarını saklayamayacak kadar beyaz ve bize benzemekten uzaktı. Küçük bir çocuğun görünüşünde kendimi bu kadar titizlenerek aradığım için kendimden utandım. Benim küçük bir çocuk olduğum zamanlarda böyle olmadığımı annemden başka kim bilebilirdi? Bunu gördüğüm siyah beyaz fotoğraflar asla söyleyemezdi.

Küçük kız gelip annesinin ayaklarına sarıldı. Utangaç ve kaçamak bakışlarıyla arada bir bana bakıyordu. Annesi ona beni göstererek "Bak amca, Engin amca." dedi. Sonra küçük kızı kaldırıp sandalyenin üzerine oturttu ve birlikte kahvaltı etmeye başladık. Sonra Emel'in annesi ve babası da uyandılar. Mutfağa gelip bana "Hoş geldin oğlum" dediler. Sandalyemden kalkıp ellerini öptüm. Sonra kahvaltı edeceklerini söyleyip salona geçtiler. Hiçbir şey konuşmadan kahvaltı ettik. Emel bana bir yatak hazırladığını uyuyup dinlenmemi söyledi. Gösterdiği odaya geçip uyumaya çalıştım. Tamamen bitip tükenmeme rağmen uyumakta güçlük çektim. Özellikle yaşlı anne babanın tutumundan, olan biteni büyük bir olgunlukla kabullenmiş görünmelerinden çok rahatsız oldum. Hala kendime şu soruyu soruyordum. Bu insanlar kimdi ve ben burada ne arıyordum? İçimdeki suçluluk duygusu büyüyor, bu insanlara bilmeden ve istemeden yaşatmış olduğum acıları düşünüyordum. Yanlış zamanda, yanlış insanlarla, yanlış bir evdeydim. En büyük yanlış ise kendi varlığımdı. Küçük, öylesine tatlı ve sessizdi ki, onu kendi kızım olmasa bile büyütmeyi isteyebilirdim. Karma karışık düşünceler içinde uyumuşum. Kendime geldiğimde saat öğleden sonra ikiyi bulmuştu.

İkindiye doğru Emel ile birlikte çarşıya çıktık. Karadeniz'le kıyaslandığında burada hava oldukça sıcaktı. Uzun uzun yürüdük. Vitrinlere, sokakta bizim gibi dolaşın insanlara baktık. En sonunda dayanamadım. "Gel bir yerde oturalım, çay içelim. Gideceğimiz yeri sen seç. Çünkü ben bu kenti bilmiyorum."dedim. Hiç itiraz etmedi. Temiz, geniş, aydınlık ve fazla kalabalık olmayan bir pastaneye oturduk. Çayları sipariş ettikten sonra gelmesini bile beklemeden;

- Sude çok tatlı, çok güzel bir kız. Onun babası gerçekten ben miyim?
- Bunu kesin olarak bilmeme imkân yok. Ama İlhan DNA testi yaptırdım. O benim kızım değil diyor.
- Neden sende illa DNA testi yaptırmak istiyorsun. Başka türlü anlaşamaz mıyız?
- Kızımın babası olmayı sende istemiyorsun. Başka ne yapabilirim?
- Elbette istemiyorum. Kolay mı sanıyorsun. Benim bir sevgilim var. Neredeyse üç yıldır birlikteyiz. Ona şimdi durup dururken ben beş yaşında bir kızım var diyebilir miyim?
- Seni anlıyorum…
- Hayır, elbette anlamıyorsun. Gecenin bir yarısı bana telefon ediyorsun. Neredeyse adını bile anımsamıyorum. Aradan beş yıldan fazla zaman geçmiş. Kızım var, babası sensin diyorsun.
- Sude'nin babası İlhan değilse sensin. Benim onlarca seçeneğim mi var sanıyorsun. Bak onu annem babamla büyütüyorum. Sence bu kızın babaya ihtiyacı yok mu? Neden bu kadar sessiz sakin sanıyorsun? Çünkü o da eksikliğin farkında. Sude hariç bütün çocukların annesi babası var. Ama onun sadece annesi var.
- İnan sana çok hak veriyorum. Kızının babası ben olsam, hatta bu kesin bile olsa bunun suçlusu ben değilim. Hiçbir zaman bana evlenilecek biri gözüyle bakmadın. Sen sadece eğlenmeyi istiyordun. Beni tatilin ortasında bile bırakıp giden sendin. Beni hiç adam yerine koydun mu? İnsan olarak değer verdin mi?
- Ben geçmişi sorgulayacak, onunla ilgili "şöyle olsaydı böyle olurdu" fantezileri üretebilecek lükse sahip değilim. Küçük bir kızım var. Onun babası yok. Ayrıca onun ihtiyaçlarını karşılayabilecek param da yok.
- Sorun sadece paraysa ben sana yardımcı olabilirim.
- Üzgünüm, bu kadar basit değil. Ayrıca ben kimsenin merhametini de istemiyorum. Bir ay para gönderirsin, iki ay, üç ay… Sonra sıkılırsın, ne bileyim yaşamında bazı terslikler olur. Telefonda sana yalvarıp para isteyemem. Neden bu ay para göndermedin diye seni arayamam.
- Seni hem anlıyorum hem anlamıyorum. Benim bütün yaşamımı, bütün düzenimi sil baştan mı kurmamı istiyorsun. Bu o kadar kolay mı?
- Elbette kolay değil. Çocuğumun geleceğini kimsenin merhametine yada keyfine bırakmak istemiyorum. Yasal olarak hakkı neyse onu alsın. Çok görsün, az görsün ama bir babası olduğunu bilsin.
- Neden bütün kapıları hemen kapatıyorsun? Neden başka bir çıkış yolu aramıyoruz. Sen dönüp dolaşıp hep aynı şeyleri söylüyorsun.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,678,678,678,678,678,678,678,678,67
6 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


BEN BİR AHLAT AĞACIYIM

Ben bir ahlat ağacıyım Anadolu bozkırlarında. Kara kışa, sarı sıcağa, susuzluğa, uykusuzluğa, yalnızlığa… bilcümle cefaya ve vefasızlığa pek alışığım. Güz, bu yıl pek farklı geldi. Bir damla suya hasret geçti yazım. Şimdi ufukta bir bulut görsem, azıcık yağmur kokusu getirse rüzgâr, umuda kesiyor dalım, yaprağım. Ama her seferinde yağmadan dağılıyor bulut, başka bir zamana erteleniyor umut.

İşte böyle zamanlarda bir anıt adam, çıkagelir. Kutluluk bilgisinden söz eder, onun dilinden dökülür ufkumu aydınlatan ışık. Balasagunlu Yusuf Has Hacip'tir o. Bu kez yanında bir kadın, bir de çocuk vardı: Kadın an'dı, çocuk da yarın.

"Bir gün" diyerek söze başladı Yusuf Has Hacip. "vezir Aytoldu, hükümdar Güntoldu' ya gider. Hükümdar, üç ayaklı bir tahtta oturmaktadır. Elinde bir bıçak vardır. Tahtın sağında şeker, solunda da acı ot asılıdır.

Vezir bunların anlamını hükümdara sorar. Hükümdar, üç ayak üzerine duran hiçbir şey, bir tarafa meyletmez; her üçü de düz durdukça taht sallanmaz. Eğer üç ayaktan biri yana yatarsa, diğer ikisi de kayar ve tahtta oturan yuvarlanır.

Ben doğruluk ve kanunum. Beyliğimin temeli doğruluk üzerine kurulmuştur. İster oğlum, ister yakınım ve hısımım olsun; ister yolcu ister misafir olsun; kanun karşısında benim için bunların hepsi birdir;

Hüküm verirken hiçbiri beni farklı bulmaz" der. Sonra bıçak, şeker ve acı otun anlamlarını açıklar:

"Ben işleri bıçak gibi keser atarım; hak arayan kimsenin işini uzatmam. Bıçak adalette çabukluğu simgeler. Şekere gelince, o zulme uğrayarak bana gelen ve adaleti bende bulan insan içindir. O insan, benden şeker gibi tatlı ayrılır. Zehir gibi acı olan hintotunu ise zalimler ve zorbalar içer. Çünkü onların yüzleri kararımdan sonra bu otu içmiş gibi buruşur."

Şimdi neden bu öyküyü anlattı bu anıt adam, derken söze giriyor kadın:

"Demokrasinin olmadığı ülkelerde yasalar, yoksullar ve güçsüzler için geçerlidir. Zenginler ve güçlüler daima bir yolunu bulur" diyor ve tane tane ekliyor: "Yasaları yapan da yasalara uyuyor mu? Kentleri planlayan da binasını, kent planına uygun yapıyor mu? Ahbap bağışlarıyla okuyanlara gemi almak için verilen banka kredileri, çalışıp okuyanlara da veriliyor mu? Devleti yönetenler, devlet katını, akraba ve yandaşa değil; liyakate açık tutuyor mu? Eşit mi yasalar karşısında herkes? Eşit değilse adalet işlemez Adaletin işlemediği toplumlarda eşitsizlikler çığ gibi büyür; insanlar canlarını mallarını emanet ettikleri devlete karşı güvenlerini yitirir; devlet çürür."

Gözleri ufkun ötesine çakılı çocuk, çıkarıp bıçağını kınından, kazıyor gövdeme harf harf sözlerini:

"Yasalar geçmişle hesaplaşarak değil, geçmişten ders alınarak yapılır."

"Bir grubun arzusunu karşılamak amacıyla yapılan yasa, yarın başka grubun arzusunda boğulur."

"Devlet, kimi gruplara mavi boncuk dağıtarak değil, herkese eşit davranarak ve kendisini var eden değerleri koruyarak ayakta kalır."

"Bütün erdemler bilgiden doğar." diye söze karışıyor anıt adam: Sesinde sağduyu çağrısı. Ben de biliyorum, bilgisiz insanın erdemli olmayacağını. Şimdi bana da "işine bak!"diyecek birileri. Ama dedim ya ben bir ahlat ağacıyım. Alışığım kara kışa, sarı sıcağa, susuzluğa, uykusuzluğa, yalnızlığa… bilcümle cefaya ve vefasızlığa. Bu yüzden Yusuf Has Hacip'lerden aldığım ışığı, tüm "ahlat kafalı!"lar adına o çocuğa aktarmadan geçmiyorum:

"Ey oğul, gün gelir de bir gün bu ulusun kaderinde söz sahibi olursan iki şeyden vazgeçmemelisin: Birincisi doğruluk, ikincisi hak bilirlik. Bunlar erdemdir. Neyin doğru, kimin haklı olduğunu da ancak "bilgi" sahibi olanlar ayırt edebilir.

" Bilgisiz kişinin, gönlü kum gibidir,
Irmak girse dolmaz; ot, yem bitmez."

" Bilgi bil, insan ol, kendini yükselt.
Yoksa hayvan adını al, insanlardan ıraklaş"

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,809,809,809,809,809,809,809,809,809,80
5 Kahveci oy vermiş.

 


 


Sarahatun Demir

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


  Çıplak mı?..

Hiç kirlenmeyecek olanların bile kirlendiğine şahit edilmekle başladı vedalar. Devamından sürüklenenler oluyordu çoğu kez. Münasip görülmüş görüşmelere talepli ikililikler belki, belki çok mezeli bir akşamda rakısız sarhoşluklar ve hatta şarap yoksunlukları…
Bültenlerin beraberce izlenilmiş olanlarına çok başka pencerelerden bakmalar sonra. Biliyor musun çok insancıl olanların dışında anlaştığımız tek halt yok!..

Bir "sevmek" saplantısının en iç kanatan noktası burasıdır. Ve en çok virgül israfı bu sevda yandaşlarında yaşanır. İlkokul yıllarında henüz bir metni tonlayamayacak kadar çocukluk zamanlarında öğretmişti Öğretmen Sıdıka; noktalarda bir nefes, virgüllerde yarım nefes alımı duraklamak gerekir, öyle demişti…

Yıllar sonra öyle çok virgül oldu ki…
Oysa ihanetle çoğunda zihnimin ucundan bile geçmedi Sıdıka Öğretmen
Bana neydi belki
Belki de sorsam şimdi "neden geçmedi" diye içime
Derdim bana yetiyor diyecekti…

Biliyorum süreçlerden korkan, ürkmüş, ürkütülmüş taraflarımız bize aslında bunları yaşatıyor olanlar. Bir büyük acıyı bölerek yaşamaya o kadar meyilli yıllardan getirildik ki… "Damlatarak göl oluşturan" bir atanın evlatları da sevmeyi ancak bu kadar beceriksiz becerebilirdi zaten. Ağlama nöbetlerinden bekleme salonlarına kısır bir döngüydük biz seninle. Bekleme salonu ağlama duvarına dönüyordu. Sonra ben her salonlu sözcüğe o denli "ağlamak" sözcüğünü denk tutuyordum ki kim içinde "salon" geçen bir cümle kursa ağlamak istiyordum… Gitmeler oluyordu… Gelinmemiş yollar… Çarpılmış kapılar, takılmaktan çok fırlatılmaya hizmet eden, amacını saptığı için sahibine küsen yüzükler, yüzsüzlükler…

Zorlamanın faydası yok demenin bile faydası yok. Kapıyı çok asi kapat, dönüşün bu kez yok…
Kendi derisine en kabuk değiştirmesi gereken mevsimde sahip çıkan yılanlar gibiyiz. Karşı koyacak, göğüs vuruşacak ne var o bile belirsiz…
Ve neye yarar şimdi "zorlamanın alemi yok"demek söylesene…
Ekolojiyle baş edemez yılan
Ya biz?..
Biz de öyle…
Ben'li cümlelere hasret kaldım desen çok gülerler düşün bir. Ama ruhumda duruşumla vuruşan o günden sonra en fazla "ben"e aşermişim meğer. Canım en fazla "ben"li cümleleri sahiplenmeyi çekmiş kıyasıya..
Hadi son kez bak şimdi
O denli son olsun ki en mühim varlığını unutsan dönüşün olmasın…
Geriye ve ileriye kalanlardan hesap tutmak yerine şu besteyi almalısın önce. Sonra bu yüzük, bu kazak..
Karikatürü bırakmalısın istersen
Bilmem
İstersen onu da al…
Sen yanımdasın ama banyodan öğürtülü bir yalnızlığın sesine ağlıyor birileri.
Sen de duyuyorsun değil mi?..
Biliyorum, söylemek istediğin çok şey var. Ama gerek yok inan. Hiç gerek yok.
Sen söylemeden ben söylemeliyim.
Arkadaş kalmayacağız
Bu dışı çok süslü, içi zevk yoksunu koca bu yalan…
Ve bu yalanı her yaşamaya yeltenen defalarca daha fazla yara alır…
Çemberin içine hangi sıfatla girmişsen o sıfatla ya içerde kalırsın ya dışarı atılırsın…
Kılık değiştirerek girmeye çalıştığın çemberde ısrarla sonsuza kadar "çanak çömlek patlayacak.." Ve benim her seferinde yeniden sobelemeye ne gücüm ne sabrım olmadı, olamadı… Arkadaş kalmayacağız. "Beni istediğin zamanlar arayabilirsin." cümlesi yok bende.
Kahraman ölünce biterdi ya hep masallar. Sanki ölmese kahraman, hep devam edecekti. Sonsuza kadar, sonsuzluktaki bilinmez kadar masallar, masallar…

Halk olmanın sorumluluğundandır da kimse cesaret edemez "kalbi fahişe" demeye…
Peki "tükenmiş sevmeklerde" de cesaretsiz mi kalınır hep böyle…
Kalındıkça çıkmaza sürükleyen akşamlar…
Biliyorum çok zamansız oldu belki ama…
Boğuluyorum…
O denli tahttan düşmüş ve yoksullaşmış ki edepli fahişe
Çoktan üryan
Çoktan yalnız
Çoktan çıplak…

Kalbini en mahremiyetini koruması gerektiği bir edepliye açtı. Ar perdesi yırtıktı artık. Devamı fahişelik oldu, çirkeflikti, beter oldu…

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,389,389,389,389,389,389,389,389,38
8 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahvenin Köpüğü : Melis Mine


Kaplumbağalar da Uçar

(lakposhtha hâm parvaz mikonand lakposhtha hâm parvaz mikonand)

Yönetmen: Bahman Ghobadi

Senaryo: Bahman Ghobadi

Görüntü Yönetmeni: Şehriyar Assadi

Müzik: Hüseyin Alizadeh

Tür: Savaş, Dram

Yapım: İran, Fransa, 2004 98 dakika (Renkli)

Dil: Kürtçe

Oyuncular: Avaz Latif, Soran Ebrahim, Saddam Hüseyin Faysal, Hireş Faysal Rahman, Abdülrahman Kerim, Ajil Zibari

"Sarhoş Atlar Zamanı'nın yönetmeni Bahman Ghobadi'den, mayın tarlalarında yaşayan, orada büyüyen ve daha çocukken orada ölenler anlatan bir film, "Kaplumbağalar da uçar".

ABD'nin Irak'a savaş ilan etmesine sayılı günler kala, Irak-Türkiye sınırındaki bir Kürt mülteci kampındaki yaşamı, daha ne çocuk ne de yetişkin olan 12-13 yaşlarındaki insanların öyküsünü anlatıyor film. Ailesini yitirmiş, girişken bir çocuk olan Satellite, az da olsa İngilizce bilmesi ve teknolojiden anlaması nedeniyle, Batı haber kanallarından bilgi almaya çalışan kampta, çocukların lideri olur ve yetişkinler dünyasında saygınlık kazanır. (Bu arada Bush'un Pentagon'daki savaş demeçlerini "yarın yağmur yağacak" diye çevirmektedir Satellite.) Kamptaki çocukları mayın toplayarak gelir elde etme konusunda örgütleyen Satellite, kampa yeni gelen Agrin'e ilk gördüğü anda itibaren ilgi duyar. Agrin de aynı kampta yaşayan 14 yaşında bir annedir. Ne Satellite'in kendisine yönelttiği umutsuz aşk, ne de hayatta kalmanın onun için çok fazla anlamı yoktur. Ölüm belki de bu şartlarda en iyi çözümdür. Bu arada, Agrin'in kollarını bir patlamada kaybetmiş ağabeyi, kehanetleriyle kamptakiler için uydu kanallarından daha güvenilir bir haber kaynağı olacaktır.

Savaşın ne kadar acımasız olduğu, çocukların savaşın içinde - mayınların ortasında, çocukların bulunması ihtimali akla gelmeyecek diğer yerlerde bile - nasıl çocuk olduğu, insani duyguları hep içlerinde taşıdıkları… Bir kırmızı balık için boğulmayı göze alan ya da küçük bir çocuğun hayatını kurtarmak için mayın tarlasına dalan Satellite, yaralı arkadaşına Saddam'ın heykelinin elini hediye olarak getiren bir başkası, büyük bir acıyı kendisine hatırlatan çocuğunu - tecavüzcülerini ve öldürülen ailesini - ve kolları olmayan kardeşini yüreği bomboş, içi paramparça olsa da bırakamayan Agrin, kardeşinin acısı ve ailesinin kaybına rağmen bir çocuğa kıyamayan Rega….

Öyle canınızın içine değiyor ki o gözlerdeki acı, insanların niye ölmek istediğini anlar ve kızamaz oluyorsunuz onlara… Dünyanın gerçeklerinden, dünyanın onlar için ne düşündüğünden habersiz yaşamaya, hayatta kalmaya çalışan o insanları, hele hele o çocukları görünce, savaşları aklınız almıyor. Film içinizde bir derin çentikle, boğazınızda bir düğüm - benim gibilerdenseniz sizde - gözlerinizde yaş ekranın karşısında sizi kendinizle baş başa bırakıyor.

Oyuncular profesyonel oyuncu değil, çekimler geniş - uzak, açık hava - doğal ortam koşulları altında yapılmış. Filmde bir belgesel havasının olması muhtemelen bu sebepten o gürültü, uğultu, hayatın akıp gittiği hissi hiç eksilmiyor filmden. Hem yoruyor, hem hırpalıyor film basit ama anlamlı ifadesiyle. 52. San Sebastian Film Festivali'nde Altın İstiridye - En İyi Film ve En İyi Görüntü ödüllerinin yanı sıra En İyi Senaryo dalında Jüri Özel Ödülü'ne layık görülmüş. Berlin Film Festivali'nde de Barış Ödülü'nü kazanmış. Ve daha başka pek çok ödüle aday olup pek çoğunu da kucaklamış film.

Filmden bana kalan onca gözyaşının arasında şu düşünce oldu: Bir çocuk, annesini babasını öldüren adamların tecavüzüne uğrayıp, onların çocuğunu doğurursa nasıl dayanabilir yaşamaya? Böyle bir gaddarlığın kurbanı olmak için insan nasıl bir suç / günah işlemiş olmalı? Ve bu gaddarlar gerçekten insan neslinden mi? Hep diyorum ya, çok ağlarım, sulu gözüm diye gözyaşlarıma değdi bu sefer… Ağlamakla hafiflemez hayatlara, dinmez acılara ağlamış olsam da…

Köpüklü bir kahve, bol keyif, az hüzün dilerim.
İyi hafta sonları.

Melis Mine


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Halil Önceler

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Mâvi Eylül

Koklamalısın Eylül'ü
Bir mevsimi sonbahar
Sevdâ ile
Kalamazsın tek başına
Ey ürkek! Sevdâ geçerken yanıbaşından
Kop Kendi'nden, kop Kendi'ni yiyip bitirirken
Düş sevdânın peşine
Ellerine salınıversin hüzün
Bakarsın düşler gerçek
Gerçekler birer düş olmuş
Sevdâ geçerken yollardan
Herşey mâvi olmuş
Mâvi kedi, mâvi ağaç, mâvi kaldırım, mâvi toprak
Mâvi masal, mâvi deniz, mâvi el
Mâvi ses, mâvi kasap, mâvi mâvi
Bir şarkı mırıldan mâvi olanından
Eylül dokunsun mâviye
Mâvi Eylül çalsın diğer renkleri
Mâvi Eylül mâviye çalsın dünyâyı
Diğer renkleri mâviye kaynatmak için
Atsın hepsini denize
Mâvi buharlaşsın denizden
Mâvi bulut üzerine bıraksın mâvi yağmuru
Mâvi sevdâ içine doluşsun
Ve bir mâvi Eylül kokusu
Bir mâvi sonbahar
Bir mâvi sevdâ
Bir mâvi düş

Alkım Saygın

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin




YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Çizer : Hüseyin Alparslan

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.



İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Her konuyu uzmanına danışmak gerekirmi bilmem ama uzman bulmanın kolay bir yolu var http://www.uzmantv.com/ Bir çok konuyu uzmanları tarafından ve görsel destekli olarak öğrenebileceğiniz orjinal bir web sayfası. Bu kadar çok ve farklı çeşitli konuyu bir arada bulabileceğiniz başka bir web sayfası görmedim diyebilirim. İsterseniz bir de siz deneyin. İster klarnet çalmanın sırlarını, ya da isterseniz karate nasıl yapılır sorusunun cevabını alabilirsiniz.

Eğlencelik bir web sayfası isteyenlere http://www.oyunus.com/ Kelime temelli oyunları sevenler için ideal bir site. Üyelik işlemini gerçekleştirdikten sonra girip saatlerce başından kalkmadan oynayabileceğiniz güzel bir çalışma olmuş.

Online imsakiye için http://www.diyanet.gov.tr/turkish/vakithes_imsakiye.asp Siz sadece ülke ve ardından şehir seçiyorsunuz. Ramazan imsakiyeniz hemen hesaplanıp ekranınıza geliyor. İster yazıcıdan çıktı alıp duvarınıza asın, ya da istediğiniz arkadaşınıza mail olarak gönderin. Hayırlı ramazanlar.

...Ramazan orucu müslüman , akilli ve ergenlik çagina gelmis kimselere farzdir. Ramazan orucu, kameri aylardan Ramazan ayinin bazen 29, bazen 30 gün sürmesine göre 29 veya 30 gün olarak tutulur. Oruçlarda niyet önemlidir. Niyet kalp ile olur. Geceleyin imsaktan önce veya imsak vaktinde ertesi gün oruç tutacagini kalbinden geçiren bir müslüman o günün orucuna niyet etmis olur. Oruç tutmak düsüncesi ile sahur yemegine kalkan kimse de oruca , niyet etmis sayilir. Ancak oruç tutan kimsenin hem içinden niyet etmesi, hem de dili ile "Niyet ettim Ramazan'in yarinki orucuna" diye söylemesi daha iyi olur... http://www.islamiyet.gen.tr/oruc.php

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Cesaretin var mı aşka?
Gülay









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071005.asp
ISSN: 1303-8923
5 Ekim 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com