|
|
|
10 Ekim 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu sefer tezkere geçmeli!.. |
Merhabalar,
Bir kararlılık söylemidir gidiyor. Ben bu filmi daha önce de seyretmiştim diyeceğim ama demek istemiyorum. Bu sefer inanmak istiyorum büyüklerime. Sınırın ötesi mi berisi mi her nerede ne yapılması gerekiyorsa artık yapsınlar. Artık bu ne için dağa çıktığını kendisi bile unutmuş gözü dönmüşlerden kurtulmanın bir yolu bulunmalı. Bulunmalı da, acaba bu kör gözüm parmağına diyerek mi yapılmalı onu bilemedim işte. Deprem mütehassıslarının yerini bu sefer emekli subaylar aldı televizyonlarda harekât plânı çiziyorlar. Bu iş böyle bağıra çağıra olursa, gidildiğinde orada ne bulunur bilmem. Düzenli ordu ile dağda gezen tazının peşinden gitmek ne kadar akılcı onu da bilemem. Benim kıt aklım önce devlet otoritesini orada görmek istiyor. El pençe divan duranların yerinde, kararlı, gerektiğinde yumruğunu vuran, gerektiğinde yanağı okşayan akıllı adamlar görmek istiyor. Ne yazık ki pek umutlu değilim. Zira bu iş kolay değil. Gidip oraya yerleşmek gerek. Yılanın başı ezilene kadar o dağlara hakim olmak gerek. Bu kararlılık gösterilmediği takdirde başarı beklemek hayal olur. Kolay mı? Hiç kolay değil. Hele yuları hepten kaptırmış bir yönetim için hiç kolay değil. Elleri mahkum tezkereyi çıkaracaklar ama sonrasında ertelemek için tüm barışçı yolları(!?) deneyecekler. Sanki karşılarında laftan anlayan insanlar varmış gibi davranıp aslında kendi k.çlarını kollayacaklar. Bu arada baskınlar sürecek, yürekler yanmaya devam edecek, bir arpa boyu yol gidilip, mısır koçanı boyu geri dönülecek. İnşallah yanılırım.
Bugün birde Mecliste madde karalama ameliyesi var. Bakalım referandum denilen garabet ne şekle bürünecek. Aman dikkatle izleyin, birşey kaçırmayın, sonra pişman olursunuz. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
A'dan Z'ye : Ardan Zentürk DTP’nin hedefi, Öcalan’a düğümlendi... |
|
Oysa, başlangıç noktasında herşeyin biraz daha farklı ve ‘iyi’ olacağına işaretler almıştık... Özellikle, Sırrı Sakık ve Akın Birdal ile yaptığımız görüşmeler, ekrandaki buluşmalarımız, DTP’nin, hem de grup kurarak girdiği Meclis’te
PKK’nın gölgesinden sıyrılmış bir politika izleyebileceğinin işaretlerini verir gibiydi...
Belki de, ‘beyinlerin arkasında’ yer alan ana düşünce de buydu...
Sonrasında... İmralı’dan o ses duyuldu ve Ankara’daki seslerin önce birer birer sustuğunu, devamında da tek bir notadan konuşmaların başladığını gördük...
Türkiye’nin genç ama bir o kadar etkin haber kanalı 24 ekranında buluştuğumuz, AK Parti Diyarbakır milletvekili, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, son beş yıl içinde Diyarbakır merkezli olmak üzere güneydoğnun tamamına götürülen hizmetlerin dökümünü yaptıktan sonra, meselenin özünü şöyle vurguluyordu: ‘Bütün bu hizmetler sonucunda AK Parti, oylarını yüzde 15’lerden yüzde 41’lere tırmandırdı. DTP’nin daha büyük grup kurma planlarının önündeki en büyük demokratik set olduğunu gösterdi. Bölgeyi tanıyanlar, oradaki seçmenin, hizmet almasa, karşısındakini gerçek anlamda samimi bulmasa oy atmayacağını çok iyi bilirler...Bu çalışmaların devamında, yerel yönetimlerin de teker teker el değiştireceğini tahmin ediyorlar... O cephede yaşanılan telaş bundandır...’
Anladığımız kadarıyla, DTP’lilerin PKK’ya terörist örgüt demeleri, eşyanın tabiatına aykırı... Çünkü, DTP, Meclis’e, PKK’yı ‘normal siyaset zeminine oturtmak’ ve daha da önemlisi İmralı’daki şahsı Türkiye’nin ‘barışını sağlayacak politikacısı’ portresine kavuşturmak için gelmiş...
Genellikle siyasi açıklamalarında yılların birikimlerinin verdiği, elekten söz tartmayı çok iyi bilen ve polemik başlatmaktan çok, bitirmeyi hedefleyen beyin kimyasına sahip Cemil Çiçek bile, DTP’lileri ‘geçmişten ders almamak’ ile suçluyorsa...
Durum vahimdir...
DTP’li Hasip Kaplan’ a göre, ‘terörün’ tanımını henüz Birleşmiş Milletler bile doğru-dürüst yapamamışken, kendilerinden PKK’yı terörist ilan etmelerinin istenmesi haksızlık!
Pekiyi ya Avrupa’nın bu konudaki esintilerini ne ölçüde doğru yansıttığı artık şüphe götürür Claudia Roth?.. Kendisiyle yaptığımız sohbette sürekli, ‘Ahmet Türk ve arkadaşları terörü lanetliyorlar zaten’ deyip, bir türlü ‘DTP, PKK’yı terörist ilan etmeli’ cümlesine gelememesi...
Buna karşılık, Genelkurmay başta, Türkiye’nin bazı geleneksel kurumlarının DTP’ye yönelttikleri suçlamalar ile bu partiyi dışlanmaya ve kendini korurken de marjinalleşmeye zorladığını vurgulaması...
Gariptir... Claudia Roth’ un bu yaklaşımının, DTP eşbaşkan vekili Selma Irmak’ ın son açıklamasında aynen yer alması: ‘Biz DTP olarak ezberi bozuyor, Türkiye’nin sorunlarına farklı çözümler getirdiğimiz için Genelkurmay ve Başbakan tarafından dışlanıyoruz.’
Nedir strateji... ‘Anayasa’ya farklı kültürlerin korunacağı maddesi konulsun’ demenin, Türkiye’nin üniter devlet yapısını tartışmaya açmanın ilk adımı olduğunu bilmiyorlar mı...
Biliyorlar...
Devamında söylenen, ‘Eğer bu madde konulursa, PKK silah bırakır, bunu Öcalan gerçekleştirir’ cümlesiyle varılmak istenen noktadır önemli olan... Bu rota, Öcalan’ı, Türkiye içinde olmasa bile dışında, ‘Kürt sorununa barışı getirebilecek tek sivil siyasetçi’ kimliğini kazandırma rotasıdır...
Bu manevralara karşı geliştirilecek siyasi planlamalarda en kötü senaryo,konuyla askerlerin muhatap olmasıdır.
Sorun, asıl zeminde, siyasetin sorunudur ve esas olarak, bütün dünyaya, güneydoğuda yaşayan vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun ‘PKK terörü’nden fena halde sıkıldıklarını iyi anlatmak gerekmektedir.
Bu nedenle...
Mehdi Eker ‘in, Ankara Masası stüdyosunda ortaya koyduğu, ‘Diyarbakır Belediye Başkanlığı’nı AK Parti alacaktır’ iddiasının önemi büyüktür.
Demokratikliği ve tarafsızlığı tartışılmaz bir seçimde, yani 22 Temmuz’da, ‘PKK’ya terörist diyemeyen’ bir partinin gerilediğini dünya gördü...
Bu gerilemenin sürdüğünü sergilemek, inanın, en az, bölgedeki askeri mücadele kadar önemlidir...
Ardan Zentürk
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Genç Kahveci : Hakan Güngör |
MAGAZİN PİS, MAGAZİN KÖTÜ
Kime sorsan magazin izlemiyor. Yapılan araştırmalar sonucu (ben yaptım), görüldü ki (ben gördüm), Türkiye'de magazin izleyen hiç erkek yok. Kadınlarda yine %0.03 oranında hiç de azımsanmayacak bir magazin izleyicisi var.
Ah televizyonda hep belgesel olsa... Sonra herkes sürekli belgesel izleyip fillerin cinsel hayatına dair herşeyi öğrendikten sonra daha bilgili ve kültürlü bireyler olarak hayatı dolu dolu yaşasa...
Aslında ben de izlemem ama farkediyorum, bunu nasıl başırıyorsam, kim kiminle sevgili olmuş, kim kimle nerede yakalanmış biliyorum. Arkadaşım İsmail var, ona sordum, o da biliyor ama magazin izlemiyor. Onun arkadaşı Durmuşcan da aynı durumda. Araştırmaların (hani şu benim yaptığım) geriye kalan bölümü de ilginç. Kime sorsam magazini sadece kanalları değiştirirken denk geldiğinde ya da annesi izlerken sadece göz atmak suretiyle izliyor. Ve bu durum da asla magazin izlememek anlamına geliyor. Ama annelerin tamamı da anneleri izlerken tesadüfen izlemiş olduğuna göre magazin denilen şey teee Osmanlılara dayanıyor.
- Şok şok şok! Baltacı yoğun savaş temposuna rağmen bir Rus kızıyla yakalandı! Az sonra...
İlginç tabi. Baltacı o Rus kızıyla yakalandığında aslında 80 yaşında. Aç başka bir kanalı, bu ayrıntıyı gözden kaçırmayan bir program...
- Flaş flaş flaş (flaş ne demek yahu!!!)! Baltacı, genç sevgilisiyle yakalandı. Bu durum magazin camiasını ikiye, üçe, yer yer dörde böldü! Kameralar tarafından görüntülenen Baltacı'nın hayli sinirli olduğu ve hemen yeniçerilerin nerede olduğunu sorduğu görüldü. Baltacı yaptığı açıklamada "Hatun kişiyle iş konuşuyorduk" dedi.
Magazin camiası bölünmüşmüş... Bölünür tabi. Yaşlı erkekler Baltacı'yı destekler, gençler ve yaşlı kadınlar, arın namusun kalmadığını söyler... Ayrıca Baltacı'nın daha sonraları olayı tamamen inkar ettiği, iş konuşmadıklarını, zaten Rusça bilmediğini, sadece çadır çıkışı denk geldiklerini söylediği de bir gerçek. Kimine göre yeniçeriler kaçacaktı, ondan Rus kuşatmasını kaldırdı, kimine göre de malum iş görüşmesi yüzünden, ben orasını bilemem.
- Anne, biliyor musun, magazin...
- Evet yavrum, kepazelik! Şunlara bak. Kim, kimle ne yapmış bana ne!
- Haklısın anne, bak birşey anlatacağım.
- Bir dakika Hakancım, Oynakgül ile Höpürcan bir gece kulübü çıkışında yakalanmışlar. O haberi izleyelim, öyle anlat.
- İşte ben de tam bu konuda...
- Halk bilinçsiz çocuğum, hayır bize ne kim kimle sevgili olmuş...
- İşte anne bu durum...
- Aaa, tüh tüh tüh, görüyo musun yavrum, Zırtlakhan gül gibi karısını aldatıyor. Hem de kimle biliyor musun?
- Biliyorum anne, Hoppanaz'ın kız kardeşiyle.
- Sen ne anlatacaktın canım?
- Halk diyorum anne.
- Ay, haklısın, herkes magazin izliyor, cahil halk cahil. Ne var yani belgesel izlese herkes.
- Anne dur dur, bak alt yazı geçti.Höpürcan kameralara saldırmış. Hem de zil zurna sarhoşmuş.
Evet sevgili okur. Tu kaka magazin. Pis magazin, cıss magazin... Ben izlemem. Sen de izleme. Aslında birkaç şey daha vardı yazılacak ama Höpürcan'ın haberini izleyeyim, sonra yazarım...
Hakan Güngör
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Senin Üzerine İhtimaller…
Bira şişeleri ve izmaritlere gömülmüş bir vedayı daha izlemeye koyuldum,
Sen gidiyordun ve ben ardından bakamayacak kadar uzaktım sana,
Bir gün diyordum sadece içimden, bir gün,
Bize eskileri yaşatacak o gün olsa ve sen gidemesen diyordum…
Her şeyi bırakıp öylece avuçlarıma gitmesen…
Yalnızlığın duvarları yıkılsa birden,
Fırtınalar sessizliğe bıraksa yerini,
Sabahları kovalayan gece aydınlansa ansızın,
Güneş doğmasa bir gün
Ve bunca mucizenin arasında görünmese gidişin ya da…
Aşk oyuncak olsa keşke,
Bütün fahişe ruhların yaptığı gibi yapıp yenisini alsam ben de
Senin yerine…
Kıyılarında dolaşıp denizlerin ölümü beklemesem bu gidişte,
Sen gitmesen…
Her şey kırılmasa algılarımın denizinde ya da…
Düşlerin gerçek,
Gerçek olmasını istemediğimiz şeylerin düş olduğu bir yer olsa dünya,
Ya da uzaklar yakın olsa istediğimiz bir anda…
Görmemiş olsaydım seni o anda,
Ya da olmasaydı senden önce bir geçmişim daha,
Zamanı durdursaydım, geri alabilseydim hiç olmazsa
Sen gitmekten vazgeçseydin o anda…
Kulaklarım sessizliğini arıyor şu anda,
Gözlerim yokluğunu,
Hiç olmayışını,
Hiç gelmeyişini…
Ve ben sevgilim seni özlüyorum hiç olmayacak bir anda…
İhtimaller, birbirimize verebildiğimiz tek şey oysa...
Esra Özan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
BİR AİLE
Nazım, çekmeceyi karıştırırken aynı zamanda karısına ve iki çocuğuna, işten çıkarıldığını sanki beklenmedik bir şeymiş gibi söyledikten sonra yüzüne boş boş bakıyorlar, bir şey söylemesini bekliyorlardı.
Nazım'ın başka bir şey söylemeye niyeti yok gibiydi, çekmecenin altını üstünü getirmişti ama aradığını bir türlü bulamamıştı ve hareketleri gittikçe daha hızlı ve şiddetli olmaya başlamıştı. Çocuklardan büyük olan yirmi yaşındaydı ve "umurumda değil, öylesine soruyorum" gibi bir tavırla:
- Neden? dedi.
Nazım, zaten böyle bir soru beklediğinden zaman kaybetmeden olan olayları hızlı bir sıkılganlıkla anlattı. Zaten patronuyla hiç iyi geçinemezlerdi ve sürekli birbirlerine laf sokmak için yarışırlardı. Nazım, işi iyi bildiğinden ve dürüst biri olduğundan, patronu başka birini işe almaya üşeniyordu ve Nazım'a mecburen katlanmaya çalışıyordu. Bunu fark eden Nazım, gittikçe şımarmıştı ve laf sokmaları artmaya başlamıştı. Sonunda patronun gururu baskın çıktı ve işten onu kovdu.
Nazım'ın karısı Gülçin'in korktuğu başına gelmiş, zaten kıt kanaat geçinirken, kocasının dik kafalılığı sonunda kendini işten attırmıştı. Şimdi söyleyecek laf bulmadığından derin bir of çekmekle yetindi. Bu iç çekişle kocasına fikrini belirtmek istiyor, onun herhangi bir sözünden sonra lafı yapıştırmayı bekliyordu ama beklediği olmadı. Nazım umursamazca başka bir odaya geçti.(aradığını bulamadığından çekmeceyi hızla kapadı.)
O gittikten sonra odayı acı ve sıkıcı bir sessizlik kapladı. Bu hiç de beklenmedik bir şey olmamasına rağmen, yinede insan bu şeyleri olurken hayal etmez ve olduktan sonra da sudan çıkmış balığa döner. Büyük oğlan Ferdi, babasının öteki odadan duyması için bağırarak ortaya bir laf attı:
- Sonunda istediğini yaptı işte, tamam o otursun, ben işe giderim onun yerine. Bu lafı, hem babasına fikrini belirtmek hem de ortamdaki sessizlikten sıkıldığı için söylemişti.
Aslında Ferdi'nin işe gittiği falan yoktu. Ama büyük bir, iş ve sorumluluk fobisi vardı. Babasının işten çıkarılması, kendisinin çalışması gerektiğiydi ki zaten babası da bunu önceden açıkça belirtmişti. Ferdi, babasının bilerek işten çıktığını düşünüyordu ama neden sonra fazla üzerine gitmemeye karar verdi; çünkü babasından hiç ses gelmediği için sıkılmıştı. Babasını anlamaya çalışıyordu ama kendi derdi şu an için kendine yeterdi.
Herkesin içinde tarifsiz bir acı vardı ve kimsenin bir şey söylemeye cesareti yoktu. Baba korkusu, öfkelerini içlerine atmalarına sebep oldu. Bu, aslında baba korkusundan ziyade, ailenin babaları ile iletişim kopukluğunu, çaresiz bir şekilde yansıtıyordu. Kelimelerin çaresiz ve acınası kaldığı bu durumda, herkesin içini bir sıkıntı ve acı doldurmuştu. Meğer ne kadar da birbirlerinden korkuyorlarmış. Birbirlerinin ne tepki vereceklerini bilmediklerinden, fikirlerini söylemeye çekiniyorlardı.
O gece fazla konuşan olmadı ama günlük konuşmalar, sanki hiçbir şey olmamış gibi iç karartıcı şekilde devam etti. Herkes olağan dışı davranmamaya dikkat ediyordu. Nazım içine kapanmış şekilde, sadece mecbur kaldığından konuşuyor, aynı zamanda sanki işten çıkarılmasının sebebi ailesiymiş gibi davranıyor ve kendine moral vermelerinin gerekli olduğunu düşünüyordu. Ferdi de aynı iç sıkıntısıyla yaşıyor ama günlük konuşmaları ihmal etmeyerek, babasına kızmadığını hissettirmek istiyordu ama bunu yapmayı düşünürken de babasına karşı bir çekingenlik hissediyordu; sanki yaptığı şeyden utanç duyuyordu. Başkalarının, babalarına karşı nasıl sevgi gösterileri yaptıklarını duyduğunda, şaşırıyor ve sinirleniyordu. Kendisinin asla öyle olamayacağını biliyor ve bunu da haklı buluyordu; çünkü ona göre insan babasıyla fazla laubali olmamalıydı. Bazen bu düşüncesin saçma bulduğu zamanlar olurdu, çünkü bazen babasına, karşı konulmaz bir sevgi gösterme ihtiyacı duyduğunu hissederdi, ama kahrolası gururu ve çekingenliği kendisini dizginlerdi.
Şimdi de bunu babasına asla gösteremezdi. Göstermeyi ne kadar isterdi ama yapamazdı işte… Bu zamanlarda eski günleri, babasına sarılıp yattığı güzel günleri hatırlar ve duygulanır, kendini hatıralarda tatmin ederdi; fakat kendini hüzünlenmekten alamazdı. Böyle zamanlar çok nadiren olurdu ve Ferdi böyle bir duygu geldiğinde hemen içindeki dürtüyü sanki bir örtüyle kapatmaya çalışırdı ve bunun da farkına acı şekilde varırdı.
Neden sonradan sonraya böyle olmuşlardı? Babasını çok sevdiği halde, neden şimdi tiksinti verici hale gelmişti, ilişkileri? Bu sorular gece uykusunu bölen ve asla cevabını bulamayacağına inandığı sorulardı.
Ertesi gün aile üyelerinin sıkıntısı biraz geçer gibi olmuş, bu olayın, dünyanın sonu olmadığını düşünmeye başlamışlardı. Üstelik babalarının da hallerinden rahatsız oldukları için onun üzerine fazla gitmemeye, iş konusunu açmamaya ve "bundan sonra ne olacak" sorusunu akıllarından atmaya karar vermişlerdi.
Nazım git gide içine kapanıyor, ailesiyle irtibatı gittikçe kesiliyor, kalabalıklar içinde yalnızlık çeken insanlar sınıfına giriyordu. Anneleri Gülçin, kocasının üzerine gitmemeye özen gösteriyor ve çocuklarını da bu konuda tembihliyordu. Ferdi babasının durumundan hoşnutsuzluk duymaya başlamış, iş sorunundan ziyade babasının durumunu düşünür olmuştu ve onunla konuşamamak kendisine tarifsiz bir acı veriyordu. "Küçücük evde, birbirleriye konuşmaya korkan insanlar", diye düşünüyordu. Felsefe merakı onu bazen bu konuları düşünmeye itiyor ve dalıp gidiyordu. Böyle şeyleri düşünürken hayatın gerçeklerinden bir an için de olsa kopabiliyor, yine güvenli ve eğlenceli hayal dünyasına dönebiliyordu.
Küçük kardeş Gökhan, fazla telaşlı ve sinirli gibi durmuyordu. Sanki hayatlarında hiçbir değişiklik olmamış gibi davranıyordu. Hareketlerinde en ufak bir değişiklik bile olmamıştı. Gökhan'ın bu umursamaz tavırları; içine kapanık olması, az düşünmesi, bencil olması ve hayata karşı boyun eğmesiyle açıklanabilirdi. Farkında olmadan hayata boyun eğmeyi kendine felsefe edinmiş, ağabeyinin tersine, hayatı sorgudan uzak yaşıyordu. Kendisine dokunan bir zarar görmedikçe kendini sıkıntıya asla sokmazdı. Donuk bakışları ve ağır vücut hareketleri, ruh yapısıyla bire bir örtüşüyordu. Ne var ki ağabeyinde olan o sorumluluk korkusu kendisine de işlemişti. Fakat bunun farkında olmaması, isyankar bir yapıya sahip olmasını engelliyordu.
Nazım artık yataktan hiç çıkmamaya başlamıştı. Artık çalışmaması, kendisi yerine oğlunun çalışması gerektiğini düşünüyordu ama daha sonra bundan umudunu kesmişti; çünkü oğlunda ne böyle bir girişim ne de eğilim vardı. Bu yüzden bunalıma girmişti ve tıpkı büyük oğlu gibi gerçek hayatla yüzleşmekten korkuyordu. Onun üzerindeki bu bunalım havası tüm eve yayılmıştı ve aile üyeleri dışarı çıktıktan sonra eve isteksiz şekilde dönüyorlardı. Nazım fakında olmadan kendisiyle birlikte tüm ailesini de bunalıma sürüklüyordu. Yatakta dört dönüyor, yalnızca yemek ve tuvalet ihtiyacı için yataktan kalkıyor, çocuklarının ve özellikle karısının yüzüne bakmaya korkuyor, mecbur kalmadıkça kimseyle konuşmuyordu. Sanki bir hastalığa yakalanmış gibiydi. Yüzü kireç gibi bembeyazdı ve hiçbir zaman kendinde ayağa kalkacak kuvvet bulamıyordu. Her tarafının kırıldığını ve ayaklarının titrediğini hissediyordu. Bu hastalıklı görüntüler kendisinin ve ailesinin moralini tabana çekiyordu.
Gülçin, kocasının yataktayken inlemelerini ve sayıklamalarına şahit olmuştu ama ses çıkaramamış ve kimseye de söylememişti.
Ferdi'nin günleri kendisine yöneltilecek olan sözü beklemekle geçiyordu: "İşe başla" Bunu düşündükçe içini umutsuzluk kaplıyordu. Gülçin ne yapacağını bilemeden kendini zamana bırakmıştı. Gökhan ise yine aynı şekilde ruhsuz ve hissizdi.
Ertesi gün Ferdi sabah çok erken kalktı. Hava karanlıktı ve soğuktu. İçinde, tıpkı gökyüzü gibi açıklayamadığı bir sıkıntı vardı. Gökyüzü yağmur yağdırdığında, Ferdi ise ağladığında rahatlayacaktı belki de… Yataktan zorla kalktı ve içindeki sıkıntıyı gidermek için evin içinde dolaşmaya başladı. Cesaretini toplamıştı ve babasıyla bir söz de olsun konuşacaktı. Odalarının kapısını açtığında, annesiyle babasının ayrı yataklarda yattığını görünce canı sıkıldı. Babasının arkası dönük şekilde yatıyordu.Babasının yanına gittiğinde uyandırmak için dürttü ama yanıt alamadı. Dürtmesini oldukça hızlandırmıştı lakin hiç hareket yoktu. Arkası dönük olan babasının vücudunu hızla kendine döndürdü ve bembeyaz suratı görünce içinde sessiz bir çığlık patladı. Sanki boğazında bir şey düğümlenmişti ve dışarı çıkmak için uğraşıyordu. Bağırmaya çalışıyordu ama yapamadı. Babasının öldüğünü anladı ve ne yapacağını bilemeden yatağın yanına çöküp, başını ellerinin arasına koyup, her şeyin bir hayal olduğunu düşünmeye çalıştı ama o an her şey gün gibi gerçekti ve geri dönüşü imkansızdı.
Doğukan Güney
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.580 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Ben Küçük Bir Çocuğum
Ben kırgın bir çocuğum ,
Beklentisiz ülkemin yeşilinde , denizinde.
Ben solgun bir çocuğum
Ninnisiz büyütülüp soğuk odasında çığlıkları , korkuları dinlediğim,
Evimin bahçesinde ağaçlar çicek vermez.
Ben bitkin bir çocuğum
Yıkatılmış ruh izlerinde dudak uçlarını kemiren
Ben küçük bir çocuğum
Şımartılması mümkün olmayan
Tanklı tüfekli kan kokan bir ülkede
Bir canım cehennnem taşır öfke içinde
Bir yanım kopası buzul taşı.
Gece benim karanlık nokta birikintim.
Bakışlarıma kurşun işler.
Ağladım evet ağladım bugün,
Burası garipmiş
Acımaz dediğim yerler acıdı
Ve Dağınık bir bavula topladım
Kurşini izleri...
(arkadaşım Hasret Deniz ENÇ için)
Arzum Günay
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
Yukarı
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Her konuyu uzmanına danışmak gerekirmi bilmem ama uzman bulmanın kolay bir yolu var http://www.uzmantv.com/ Bir çok konuyu uzmanları tarafından ve görsel destekli olarak öğrenebileceğiniz orjinal bir web sayfası. Bu kadar çok ve farklı çeşitli konuyu bir arada bulabileceğiniz başka bir web sayfası görmedim diyebilirim. İsterseniz bir de siz deneyin. İster klarnet çalmanın sırlarını, ya da isterseniz karate nasıl yapılır sorusunun cevabını alabilirsiniz.
Eğlencelik bir web sayfası isteyenlere http://www.oyunus.com/ Kelime temelli oyunları sevenler için ideal bir site. Üyelik işlemini gerçekleştirdikten sonra girip saatlerce başından kalkmadan oynayabileceğiniz güzel bir çalışma olmuş.
Online imsakiye için http://www.diyanet.gov.tr/turkish/vakithes_imsakiye.asp Siz sadece ülke ve ardından şehir seçiyorsunuz. Ramazan imsakiyeniz hemen hesaplanıp ekranınıza geliyor. İster yazıcıdan çıktı alıp duvarınıza asın, ya da istediğiniz arkadaşınıza mail olarak gönderin. Hayırlı ramazanlar.
...Ramazan orucu müslüman , akilli ve ergenlik çagina gelmis kimselere farzdir. Ramazan orucu, kameri
aylardan Ramazan ayinin bazen 29, bazen 30 gün sürmesine göre 29 veya 30 gün olarak tutulur. Oruçlarda niyet önemlidir. Niyet kalp ile olur. Geceleyin imsaktan önce veya imsak vaktinde ertesi gün oruç tutacagini kalbinden geçiren bir müslüman o günün orucuna niyet etmis olur. Oruç tutmak düsüncesi ile sahur yemegine kalkan kimse de oruca , niyet etmis sayilir. Ancak oruç tutan kimsenin hem içinden niyet etmesi, hem de dili ile "Niyet ettim Ramazan'in yarinki orucuna" diye söylemesi daha iyi olur... http://www.islamiyet.gen.tr/oruc.php
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|