|
|
|
15 Ekim 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yağmur yağıyor, seller akıyor!.. |
İyi haftalar,
Siz birşey anladınız mı bu bayramdan? Ben anlamadım. Havadan mı, sudan mı bilmem pek yavan geçti gitti. Birkaç ziyaretin ve moda bayram mesajlaşmasının dışında, bayramı hatırlatacak birşey olmadı. Ne bir çocuk kapı çalıp bayram kutladı, ne de çöpçüler, davulcular bahşiş topladı. Onlar da modaya uyup Cepbank'la bayram harçlığı istemiş olabilirler mi? Şaka değil, benimkilerin en büyüğü mesaj atıp el öptü, ben de cep telefonuna harçlığını yolladım. Sizce bunun adı ilerleme mi yoksa hepten kaybolma mı? Ben cevabı bulamadım, sizde varsa duymak isterim. Neyse...
Yağmur yağdı iyi oldu dedik ama durumu görünce utandık. Altı saatlik sağanak İstanbul'da can aldı can. Yüzlerce evi su bastı. Millet gene perişan. Yağan yağmur topu topu 11 günlük su ihtiyacımıza cevap verdi ama maşallah şehre verdiği zarar evladiyelik. Hem bir yandan dualar et yağsın diye ama yağarsa ne olur diye de hiç düşünme. Ne bir önlem, ne de bir uyarı. Değişen birşey yok. Onca yer kazılıyor ama şu yağan yağmur gidecek bir delik bulamıyor. Kimbilir bu kimin ayıbı? Bileniniz var mı?
Ben üçüncü kattayım, su bana ulaşamadı. Ben de oturup birikenleri hallettim. Bonus olarak ta bir kitabı bir çırpıda okudum. Emin Çölaşan'ın son kitabı "Kovulduk ey halkım unutma bizi". Bence herkesin medya ile bir bağı olduğuna göre bu kitabı da herkes okumalı. Çölaşan özünde kendi derdini anlatıyor gibi görünse de, aslında Türk medyasının içinde yüzdüğü bataklığı anlatıyor. Çölaşan'ın seveni kadar sevmeyeni de vardır mutlaka ama bu kitabı okuduklarında takdir edip saygı duyanların sayısı önemli ölçüde artacaktır eminim. Mutlaka alıp okuyun. Medyayı değerlendirirken elinizde veri olmasını istiyorsanız sakın atlamayın. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan MUASIR MEDENİYET |
|
Malezya olur muyuz?... Mahalle baskıları gerçek midir?.. Sonumuz İran gibi mi olacak?... Bu memleket satılıyor mu?... Ekonomi aslında bir tusunami' ye mi gebe?... Birileri bizi bölüp, parçalayıp, yutma yoluna mı gidiyor. Avrupa Birliği'ni neden bu kadar göklere çıkarıyorlar?... Kurtuluş savaşından beridir uğruna orduları şehit verdiğimiz değerlerin artık modası mı geçti. 70 - 80 yılda demode olabilecek ilkeler için mi bunca insan kurtuluş savaşında canını verdi?...
Bu tarz kaygıları ne yazık ki ,ülke seçmeninin çok az bir kısmı duymakta. Gerisi gayet mutlu, huzurlu ve hayatından son derece memnun. Kendilerince yeni bir yaşam tarzı bile oluşturuverdiler.
Bu kitle, hiçbir şeyden geri kalmadan, arabesk bir yaşamın içinde olmaktan arsızca bir huzur duyduğu gibi, aynı zamanda da bir nevi başkaldırı sergilemektedir.
Dindarlık uğruna saçının tek telini bile göstermeyen hanımların bir kısmını eşleri ile birlikte Kemer plajlarında görmek mümkün. Onlar inançlarına uydurdukları mayoları ile yüze eğlene dursunlar, kirli sakallı efendileri, ecnebi hanımlara neredeyse gözleri ile tecavüz etmekteler. Kendileri ise son derece dekolte mayolu hanım ve erkekleri izlerken sakınma yolunu hiçte denememekteler. Bense bu perhiz ve lahana turşusu arasındaki alakayı bir türlü anlayamamaktayım.
Son zamanlarda her biri bir yerde ucundan kıyısından birer müdürlüğe getirilenler gayet gür çıkmış bıyıklarını iki milimetre bırakarak başbakanlarına , Cumhurlarına benzeyen bir tarzı oluşturdular bile. Bu zevat işe giderken takım elbise içine verev çizgili kravat takıyor (tıpkı başbakanları gibi), tatil günlerinde ise aynı vaziyetin sadece verev kravatlarını çıkarıyorlar ve gömleğin bir düğmesini açarak beyanatlarını veriyorlar konu komşuya yada mahalle eşrafına.
O kadar her şey istedikleri gibi yürüyor ki ,bu zevatın yüzündeki anlamsız tebessüm bir türlü eksilmiyor. Ticaret yapıyorlar, birbirlerini destekliyorlar, giyim kuşam, tarz, kuku, desen hep aynı oldukları için her yerde birbirlerini tanıyorlar ve yardımlaşıyorlar. Bu torna edilmiş tiplerin dışındakilerin işleri hiçbir zaman için görülmüyor ama, gene o garip gülümseme ile sanki bir engelleme yokmuş gibi davranılıyor.
Sosyal aktivitelere katılıyorlar, en iyi kuran okuma yarışmalarından büyük zevk aldıklarını söylüyorlar ki doğrudur..(İzlerken bir çoğu uykuya geçiyor.) Mevlevi ayinlerini bu tarz gecelerin şovu haline getirerek Mevlana'ya karşı ne büyük saygısızlık ettiklerini hiç mi hiç düşünmüyorlar.
Bir'e aldıklarını on'a, otuz'a satarken,ticaret mubah deyip en huzurlu uykularını deliksiz çekiyorlar. Bu malları devlet kurumlarına satarken alım satımdaki adamlarını mesut ve bahtiyar ederek karın en yağlısını yaptıklarını, devletin bir malını satın alırken ise neredeyse KDV' sini ödediklerini ve tebessüm dolu mimikleri ile huzurlu uykularına tekrar geri döndüklerini artık bilmeyen yok gibi.
Bu böyle giderse Malezya'nın da elimize geçeceğinden kuşkuluyum, İran'ın da. Apayrı bir tür oluşturacağımızı düşünüyorum. Emin olduğum tek şey ise,bu türün içinde "muasır medeniyet" denilen şeyin kesinlikle olmayacağı.
Kıvanç Gülhan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Zühre Meryem Kaya |
Kazanmış Olmak
Çok seviniyorum içimdeki çocuk beni terk etmedi diye. Halen hayatı, insanları, yarın yeni günle yapacağım yaramazlıkları düşünürken içim kıpırdıyor. Çocukken her şeyi merak edersin ve bu büyüyen çocuk için bir gelişim evresidir. Önce ellerinin olduğunu fark eder, uzun uzun inceler onları hayretle, tadına bakar, güler. Sonra etraftan eline geçirdiklerini kavramaya başlar. Önceden tutamadığı birçok şeyi kavrar ve onları tatmak için ağzına götürebildiğini anladığında, damak tadına göre iyi ve kötü görecesi belleğinde işlemeye başlar.
Büyüdükçe içimizdeki çocuk merakımız bizi terk etmeseydi, her birimiz bilim adamı (bilim kadını)olurduk. Ya da hayatta bu kadar donanımlı başka bir şey olmayacağını daha erken anlar ve insan üzerine çalışırdık. Bilgisayar bile bu kusursuzluk karşısında kıt akıl.
Düşünsenize kaç yaşınıza gelmişsiniz, hayata ve kendi bedeninize halen hayretle bakıyorsunuz ki ben öyleyim. Ellerimi halen hayretle izlerim. Bu kadar işlevli olmaları, tırnak denen sert bir tabaka ile estetikleştirilip korunmaları, kavramayı kolaylaştırmak için başparmağın ayrı olması ve avucun ortasına doğru paralel hareketi, avuç içindeki karmaşık çizgiler (Onlar sürekli değişiyor, arada bakarsanız fark edersin.) her insanda parmak izi denen ayrıcalık... Sonra ses tonu… Düşünsenize sayamayacağımız kadar ses rengi var dünyada, birde konuşmanın akışına göre sesin tonlamasının nüanslaşması…
Dijital kameralardan, fotoğraf makinelerinden, cep telefonlarından, laptoplardan, devasa televizyon ekranlarından sağladığımız görüntü netliğinden gurur duyduğumuz maddeci anlayış ile yaşarken (bende fotoğraf makinemden ve bilgisayarımdan gurur duyuyorum) bu netliği bize aktaran göz merceğimizi hep es geçiyoruz. Kendimize yabancılaşıp, dünya telaşında kayboluyoruz.
Her birimiz dünyaya gelmeden önce biyolojik olarak milyonlarca sperm arasından yarışı kazanmış olarak hayata "MERHABA!" diyoruz. Bu yüzden çok özel olduğumuzu ve insan olmanın elit olmakla aynı anlama geldiğini unutmayalım.
Yaşam karelerinin içinde insan olarak yer aldığı için bu seçkinliği fark edip "BEN İNSANIM" diyene, ne mutlu.
Umutlu ve mutlu kalın…
Zühre Meryem Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Şadıman Şenbalkan |
AMERİKA'YI HİÇ AMA HİÇ SEVMEM AMA
Vaktiyle yani bundan kırk yıl öncesinde; ilkokul çağındaki çocuklara; güya Marşal yardımıyla; süt yerine süt tozu içiren bir zihniyetler zincirini niye seveyim ki!
Amerika'nın dünyamızın jandarması olması da bize ve öbür ülkelere zarar veriyor, onun için de neden seveyim ki?
Nedenlerim çok mu çok...
Bunların en başındaki ise, Türk Halkının iç işlerine karışma dangalaklığını göstermesi değil mi Amerika'nın?
Kaldı ki Kuzey Irak'a operasyona karar verecek olan hükümetimizdir ve zira uluslararası 51 madde gereğince de bu apaçık ortada değil mi?
Yıllarca "tavşana kaç tazıya tut" diyen Amerika, bize karışamayacak mı yeniden(?) azının payını aldı, alacak diye umut ediyorum.
Özal zamanında, Zincirliği bize açtıran gene muhterem büyük güç değil mi? Bir koy, iki al hesabı reel olana bakıldığında; elde var sıfır olmamış mıydı?
Rasyonel bir uslupla güya dünya devletlerine yaklaşan ama borçlandıran büyük güç Amerika, kendi ülkesine yapılan saldırılarda, şimdi dahi kıyametleri kopartmaz mıydı?
Japonların Pearl Harbor saldırmaları ardından; baş edemediği Japonları atom bombası ile yenilgiye uğratan, tarihe kanlı ayıpla geçen gene şu bizim Amerika değil mi?
Yetişmiş insanımı kendi tasarrufuna alıp, bal gibi de sömüren o değil mi?
Gelişmekte olan ülkelere; işe yaramazlarını satan o ve AB'nin gelişmişleri değil mi?
Gel gelelim gerek ekonomik nedenlerinden ötürü gerekse, Amerika'da Master imkanı için yetişmiş insanımızı da kapıp bağrına basan bu koca kıtanın Amerika sınırlarında yaşayanlar, refah içinde yaşamıyorsalar da dünya nimetlerinden faydalanıyorlar, doğruya doğru, dosdoğru hemde.
Amerika'da yaşayan kuzenim ve ne vatandaş ne de göçmen kimliğini almamış olmasına rağmen sağlık hizmetinden sınır dışı edilmeden faydalanıyor.
Kanser illetiyle boğuşan kuzenimden ne bir dolar, ne de bir sent isteyen var. Üstüne üstlük, hastaneye gitmediğinde evine polis nezaretinde bir ambulans gönderip, tedavisi yapılıyor bu Türk vatandaşımızın.
"Bravo" dedim bunca olumsuz düşüncelerimdeki sistemini kurmuş düzene...
Ama ve lâkin neden ülkesi dışındaki insanlara da evrensel insani bildirilere imzasını atıp, öbür dünya ülkesindeki insanların da "insan" olduğunu düşünmez bu bizim bildiğimiz ama kimimizin gidebildiği, kiminin de gidemediği büyük kıta.
Kısacası Amerika kendine ve ülkesindekine iyi bakıyor, ne pahasına olursa olsun zihniyetiyle ama, dünya'ya da bakmasını bilmeli değil mi? Hilal-i Ahmer için değil, insan olmanın bilinciyle, büyük güç olmanın erdemiyle.
Şadıman Şenbalkan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Bizim Nedenimiz Bizim Sanatımız
20. yüzyılın ütopik görüşlerinin kalbinde yer tutan 'Kolektivizm' akımı, bencil olmayan toplumlar görüntüsünü çağrıştıran, paylaştıkları şeyleri ( emek, yeryüzü, mülkiyet, inanç sistemleri) tanımlamayı sağlayan bir akımdır. Bireyciliğin karşısında kolektivizm(ortaklılık), toplum, dayanışma, yakınlık, ve güven fikirlerini vurgular. Başkaları için - politika ve sanat dünyası bulunanlara totaliter sistem altındaki kolektif yaşantılarca biçim verilmiştir- kolektivizm rahatsız edici yollarda sesini duyurmakta, onların (totaliter rejimlerin) otoriteye boyun eğme, sansür ve gözetim gibi fikirlerinin altını kazımaktadır. Son dönemlerde popülerleşen sanatta kolektif ve işbirlikçi çalışmalara rağmen, kolektivizm henüz kendi başına değer görmemekte; sanat toplulukları gibi iletişim toplumlarında da kolektivizmin değeri onu koruyan kişiler arasındaki ilişkilerin niteliğine göre belirlenmektedir.
Modernizm Sonrası Kolektivizm: 1945 Sonrası Sanatta Sosyal İmgelem kitabının editörleri Blake Stimson ve Gregory Sholette kitabın önsözünde, kolektivizmin doğal belirsizlikleri ve çelişkilerinden ustaca yararlanarak kitaba başlıyor ve pek çok kültürel bölünme ve politik bağlamlar karşısında üretilen kolektif sanatı tahlil ediyorlar. Geniş bir çerçevede modernite içinde meydana gelen tarihi ve politik gelişmelerle birlikte, analitik ve eleştirel bir kurum gibi, kolektif sanat işini izleyen, Stimson (sanat tarihi profesörü) ve Sholette (sanatçı ve Politik Sanat Belgeleme/ Dağıtım ve REPOtarih kurucularından), sanat ortaklığının üretildiği yer olan kültürün, sosyal ve ekonomik odakları üzerine tartışıyorlar. Bu odaklanmanın özellikle günümüzde aciliyeti olduğunu yazan Sholette ve Stimson, " yeni kolektivizmin hayaletiyle" yüzleşiyor ve onun tamamlayıcı ve modern iki görünüşü arasında ihlal uyguluyoruz diyorlar. Köktenci mücadelelerin mutlakıyetçilerine, partizanlarına ve fiyatların doğru olmasına veya bilgisayara indirilebilme bilgisine dayanan eBay ve başka online cemaatlere inanan yeni e-kolektivizm taraftarlarına bu kutsal savaşçılar tarafından yol gösteriliyor.
Bu kitapta toplanan on makalede okuyucular, Küba, Avrupa, Japonya, Amerika, Meksika, Rusya ve Afrika'da 1945 yılından günümüze kadar gelmiş onlarca sanat ortaklığıyla tanıştırılıyor. Her iki yazar da, politika ve çağdaş kolektif yaratıcılıkta ortaya çıkmış sanat işleri üzerine zengin bir çapraz okuma fırsatı sunuyor ve yirminci yüzyılın ikinci yarısında büyük ölçüde yazılmamış ve etki gösterememiş kolektif sanat tarihini yazmaya başlıyorlar. Kitapta Güney Amerika, Doğu Avrupa, Çin, Hindistan gibi yerlerden örnekler bulunmamasına karşın, ulusal nitelikteki yazılı çalışmaların önermelerine dayanmayan kitap yine de, modernite ışığının türdeş düzlemi altında, hepsini karışık halde bir masa üzerinde görme olanağı tanıyor. Farklılıklar vurgulandığında değil ama asıl o farklılıklar bırakıp gidildiğinde ortaya en şaşırtıcı şey çıkıyor. Bu, yerel hikayelerdeki aksan ve lehçelerin nedenler ve doldurulmuş görüntülerle bulunduğu zaman ve mekanın üzerine çıktığını fark ettiğimizde oluyor. Bu tür durum çalışmalarını okumak bize günümüzde hayallerin ardında kalan jeopolitik kültürel süreç ile önceki yüzyılın çarpıcı olaylarının izini sürme olanağı tanıyor. Örneğin, şu anda geçerli olan küresel halk sınıfı fikri tartışması, erken 20. yüzyıl yenilikçilerinin kültürel uluslar arasıcılık ve dünya vatandaşlığı araştırmasını anımsatıyor.
Tarihsel yenilikçi, onu yaşatmak amacıyla günümüze uyarlanmıştı. Bu stratejilerden biri, kişisel ilişkileri kesilmiş, homojene edilmiş, bürokratik sosyal yapılarla birlikte bireysel ilişkiler yaratıcılığını savunmak üzere düzenlenmiş grupların tutarsız sosyal ve politik koşullarına karşı gelmeyi geliştirmişti. Bir diğeri, çelişkiler dışında estetik üretmek içindi; ve bunun da ötesinde, özerk bölgeler, boşluklar ve otoriter kültürleri rahatsız etmeye yönelik göstergebilimsel şoklar oluşturdu. Bu taktikler sonraki sanat hareketleri ve sanat ortaklıkları tarafından uyarlandı. Bu mirasta sapasağlam ayakta duran dört Avrupalı topluluk, 1950 lerde üne kavuştu: CoBrA, Lettrist International, International Movement for an Imaginist Bauhaus ( Bauhaus Hayali için Uluslar arası Hareket) ve Situationist International ( Uluslar arası Durumsalcılık). Bu topluluklar kitabın ilk makalesi olan, " Uluslar arasıcılar: Kolektivizm, Garip ve Soğuk Savaş İşlevselciliği" bölümünde irdeleniyor. Burada Jelena Stojanovi?, soğuk savaşın uluslar arası çağdaş hayal dünyası tarafından meydana getirilmiş çatlakları etkileyici şekilde tanımlıyor. Dünyanın büyük bir kısmının uluslar arası bağlantılar ve değişimle olan bağı kesilmiş ve Uluslar arasıcılık gerçekte Batıya dönüşmüştü. Stojanovi?, erken dönem gruplarının ütopik-estetik izdüşümlerinden daha sonraki dönemlerdekilerin bir bölümünü kuşatan hegomonyanın sert eleştirilerine kadar yenilikçi stratejilerdeki dramatik değişim yayılımını açığa çıkarıyor. Onların toplumsal eleştirilerinde, bu soğuk savaş ortaklıkları kapitalizmle olduğu kadar resmi Marksist öğreti ve kurumsal yenilikçilikle de mücadele etti. Böylece, yeni bir şifreli sanatsal ifade icad ettiler; bu edimsel- retorik taktiği, Stojanovi?, "garip" veya "karnaval" (carnivalesque; filozof Mikhail Bakhtin'in Ortaçağ Avrupası'nda gördüğü karnavallar için geliştirdiği terim) gibi sözcüklerle tanımlıyor. Gerçekten, Uluslar arasıcılar terimi ( CoBrA üyesi Christian Dotremont tarafından uluslar arası yenilikçiliğin çağdaş yenilikçilerle alay etmek ve aptal yerine koymak için icat edilmiş bir söz), carnivalesquerie (karnavalcılık) terimi gibi üretilmiş kavramlara birebir uyan bir örnektir. Bu yeni sanatsal retorik, çeşitli metinlerde ( "Truva Atı", "Üst Kimlik", "Kurumsal Eleştiri", v.s) tekrarlanır . Yüksek sanayili Japonya'da olmasa da, Komünist Küba, kapitalist Batı Avrupa veya birleşik Amerika ortaklıklarının yapısal benzerlikleri onların geniş çapta benzer tekniklere olan uyumu sonucudur. Çeşitli kurumlar, kapitalizm ve komünizm gibi sistemler, ordu, devlet ve müzeler altında konumlanan bu ortaklıklar, ulusal kökleri göz ardı ederek yönetimsel yapıya alternatif bir model inşa etmek yerine onu eleştirel yöntemle açığa çıkarmaya yöneliyor.
Çeviren: Serda Semerci
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ATTİLA İLHAN ANISINA ''SAKLI SEVDA''
BİR SEVDA BULDUM GİZLENMİŞ
YILLAR BOYU SAKLANMIŞ NEDEN
ŞİMDİ ESRARENGİZ BİR BAHTİYARLIK
BİR UKTE ÇÖZÜLMÜŞ İNZİVAMDAN
NE SÖYLESEM DAHA AZ
SONSUZ KERE DAHA ÇOK YAŞASAK
KONUŞTUKLARIMIZ HEP AŞK
NEDENSE VAZGEÇİLEMİYOR TUTSAKLIĞIMIZDAN
TUTSAKLIĞI SEVMEMİZDEN
BİR SEVDA BULDUM GİZLENMİŞ
YILLAR BOYU SAKLANMIŞ NEDEN
NOT:Şiir Attila İlhan hayatta iken yazılmıştır. Büyük yazı üstadı Attila İlhan'ın saklı sevda adlı şiirinden etkilenilerek kaleme alınıp, yaşanmış bir aşkı konu almıştır... Ustanın ruhu şad olsun.
Kubilay Bürgan
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.msnbc.msn.com/id/21253084/ Ermeni Tasarısı ile ilgili olarak MSN de yapılan bir anket. Girip ağız dolusu bir "NO" demek istersiniz sanırım!..
http://www.kuresel-isinma.org/ Adamlar üşenmemiş "üresel Isınma" ile ilgili herşeyi bir araya getirmişler. Size düşen ise girip biraz ilgi göstermek. Haydi bakalım...
Türkiye'den yola çıkıp, dünya denizlerinde küresel ısınmaya karşı insanları uyaracak bir yelkenlinin hikayesi... http://www.globalwarner.org/ Küresel Uyarıcı Olun! Çocuklarımıza dünyayı yaşanır bir yer olarak bırakmak istiyorsanız, sizi de Global Warner’ın dünyayı uyarmak için çıktığı yolculuğuna bekliyoruz
Üstlendiği misyon, yaptığı filmle bu yıl Nobel Barış Ödülü'ne ortak olan Al Gore'un filmi için hazırlanan sitesi. İlginç şeyler bulacağınızdan eminim. http://www.climatecrisis.net/
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|