Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.295

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 17 Ekim 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Demokrasinin gaz hâli!..


Merhabalar,

İki arada bir derede kalmak bu demek oluyor herhalde. Aklımız erdiğinden beri grevin hak olduğunu söyledik savunduk ama belli ki 130 yıldır benzeri görülmemiş Telekom grevini hesaba katamamışız. Grevin son çare olarak kullanılacak bir eylem olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak bu sefer grev irili ufaklı herkesi ilgilendiriyor. Beylik tabirle, yetmiş milyonu etkileyen bir grev. Uzaması halinde neler yaşanabileceğini tahmin etmek bile imkansız. İşte memleketi yangından mal kaçırır gibi pazarlayanların hesaba katmayı unuttukları veya görmezlikten geldikleri bir durum. Uzlaşma kültürü gelişmemiş bir hükümetin hakemliğinde bu iş ancak bu kadar olabilirdi ve de oldu. İstedikleri hakları mıdır yoksa boylarından büyüğün peşindeler midir bunu bilemem ama bunca haksızlığın yaşandığı bir memlekette Telekom işçilerinin de haklarının yendiğini düşünmek abesle iştigal olmaz herhalde. Bir an önce bu problemin çözülmesini dilemekten başka birşey gelmiyor elden. Çözülmezse, işte o vakit hazır edin güvercinleri, lazım olacaklar.

...

Referandumla ile ilgili görüşlerimi daha önce açıklamıştım. Oy vermeye beş gün kala sanırım yeniden söylemekte yarar var. Anlamsız maddelerin çıkarılması ameliyesi bugün sonuçlanacak ve beş gün sonra da bir aydır oylanan bir referandumun değişmiş ya da değişememiş maddelerini oylamamız istenecek. Maddelerin kaldırılması gerçekleşmezse yandım gülüm keten helva. Taze Cumhurbaşbakanı Gül'ün hali nice olacak belli değil. İki tane onbirinci Cumhurbaşkanı olamayacağına göre, birinin adına Mustafa ön adı eklenecek sanırım!.. Haydi diyelim geçici uçucu maddeleri kaldırdılar, o vakit biz vatandaşların çilesi başlayacak. Sorulan soru bir değil tam üç tane. Birincisi, genel seçimler dört yılda bir yapılsın mı? İkincisi, karar yeter sayısı 184'e insin mi? Üçüncüsü de, Cumhurbaşkanının görev süresi yedi yıldan beş yıla insin ve iki dönem seçilebilsin mi? Birine evet diğerine hayır deme şansınız yok. Değişikliği istenen Anayasa maddesinin içine sokulmak istenen iki kelimenin yerini bile bana soruyorlar. Buna ben demokrasinin gaz hâli diyorum. Bu soytarılığın bir eşi benzeri varsa söyleyin Allah aşkına. Anlaşılan sonunda Yüksek Seçim Kurulu da dayanamadı ve ortalığa fısıldayıverdi; "Referandum ertelenebilir!". Buyrun cenaze namazına. Komik vallahi komik. Tekrar ediyorum, ben bu saçmalıkta rol alıp oy kullanmayacağım. İnternet balonu olarak dolaşan "%50'nin altında katılım olursa referandum geçersiz sayılır." lafına da inanamayın. Yok öyle birşey. Üç kişi katılsa, ikisinin dediği sonuç olarak tahtaya yazılacak. Aman bana ne, ben mağrur bir seyirci edasıyla sahnedeki komedyenleri izleyip güleceğim. Yok yok ağlayacağım. Allah hepimize akıl ve sabır ihsan eylesin, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








Yukarı


 


Ardan Zentürk

 A'dan Z'ye : Ardan Zentürk


   Fanatizm sadece 'insanlıktan' korkar!..

Polonya asıllı yönetmen Roman Polanski’nin unutulmaz eserlerinden Piyanist’te kaçak yahudi asıllı sanatçıyla Alman subayının yıkık-dökük Varşova banliyösündeki bir evde karşılaştıkları sahne... Aynı zamanda, insanlığın hesaplaşma tarihi gibidir...

Adrien Brody’nin beyazperdede canlandırdığı ‘piyanist’ Polonya’nın yetiştirdiği ünlü isimlerden Wladyslaw Szpilman’dır...Onu tanıyıp, kendi askerlerinden gizlice yemekler taşıyarak yaşatan ve korkunç sondan kurtaran Alman subayı Wilm Hosenfeld’i canlandıran aktör ise Thomas Kretschmann’dır...

Dünyaya 2 Mayıs 1895 günü Almanya’nın Hessen-Nassau bölgesindeki Mackenzell kasabasında ‘merhaba’ diyen Hosenfeld, İkinci Dünya Savaşı patladığı yıllarda, yaşamını mütevazi bir öğretmen olarak kazanıyordu. Savaş onu, beklemediği bir şekilde Alman ordusunun subay kadrosuna, yüzbaşı rütbesindeyken de Polonya’nın işgaline taşıdı. Topraklarına ayak bastığı ülkede yaşayan milyonlar Yahudi, toplama kamplarına götürülüyor ve yok ediliyordu... Aslında, 1935 yılından itibaren Nazi partisinin üyesiydi ama Polonya’da gördükleri, onun inançlarından uzaklaşmasına neden oluyordu. Bu nedenle, sadece piyanist Szpilman’ı değil, yüzlerce Doğu AvrupalıYahudi’yi, sahte evraklar da düzenleyerek kurtarmayı başardı...

Sovyet Kızılordu’su, Polonya’yı Nazi işgalinden kurtardığında başkent Varşova’nın sadece 30 km. uzağındaki küçük bir kasabadaydı. Savaş esiri oldu, Sovyet askeri mahkemesinde önce idama, sonra da çalışma kamplarında 25 yıl mahkümiyete çarptırıldı.

Bu arada,yardımına koştuğu yüzlerce Yahudi ve özellikle de Szpilman Sovyet yetkililerine O’nun ne kadar insancıl ve kendilerini kurtaran bir insan olarak anlatmaya çalıştılar... Dinletemediler...

Tarihe, Nazi Almanya’sının elinden masum sivilleri kurtarmış ender şahsiyetlerden biri olarak geçen Wilm Hosenfeld 13 Ağustos 1952 günü,Stalingrad yakınlarındaki bir Sovyet çalışma kampında büyük acılar içinde öldü...

O’nun kurtardığı ve 1945 yılında kaleme aldığı ‘dürüst’ savaş anılarıyla dünya çapında tanınmasına neden olan piyanist Wladyslaw Szpilman ise mutlu ve başarılı bir yaşam sürdükten sonra 88 yaşında Varşova’da yaşama gözlerini kapattı...

Yaşam, bu tür bilinmeyen denklemler ile doludur... Özellikle fanatizmin sosyal histeriye dönüştüğü dönemlerde...

Aynı dönemden bir örnek olarak , takvimlerin 1949 yılını gösterdiği günlerde Avustralya’ya elindeki küçük bir tahta bavulla ayak basan Alex Kurzem gösterilebilir mi... Evet!..

Nazi askerleri, 20 Ekim 1941 günü Belarus’taki küçük bir köyü ele geçirdiklerinde yaşamı kökten değişen bir Yahudi çocuğuydu Alex Kurzem... Babası ve annesi başta tüm akrabaları köyün meydanında toplanıp kurşuna dizilirken o minicik yüreği çarpıntı içinde hemen yakındaki sık ağaçlıklı ormana kaçabilmişti...Orada tam dokuz ay yaşadı!.. Üstelik onun kim olduğunu bilen Rus komşuları ekmek bile vermemişlerdi...Sonra... Ele geçti... Diğer Yahudiler ile birlikte kurşuna dizilmek üzere bir duvarın dibine konuldu. O sırada,yanındaki askere dönüp ‘Beni vurmadan önce bir dilim ekmek verebilir misiniz,karnım çok aç’ demeseydi, belki bugün bir savaşın unutulmuş kurbanlarından biri olacaktı...

Alman ordusundan Çavuş Jekabs Kulis kesinlikle bir çocuğu öldürmeye niyetli değildi. Alman ırkına benzeyen bu çocuğu o duvarın dibinden çıkardı, komutanlarına, ‘az daha yanlış yapıyor bir Alman çocuğu öldürüyorduk’ dedi ve korumasına aldı. O artık, tarihe ‘nazi maskot’ olarak geçecek, cephedeki Alman askerlerinin sevdiği o küçük Alman çocuğunu oynayacaktı... 1944 yılında Nazi’lerin yenilgisinin kesinleştiği bir dönemde beraber olduğu SS birliğinin komutanı onu, Letonya’daki bir ailenin yanına yolladı ve bir kez daha yaşamını kurtarmış oldu...

Alex Kurzem, Avustralya’da bütün geçmişinden arınmış bir şekilde harika bir aile kurdu, başarılı bir yaşam sürdü ve bütün herşeyi, artık yaşlandığını hissederek 1997 yılında anlattı...

Bayram’ın son gününde bütün bunları neden hatırlıyorum...

Kan...Gözyaşı...Ve şiddetle karşıladığımız bir bayram bu...’Barış’ ve ‘kardeşlik’ kelimelerinin bütün kavramlardan daha çok önem kazandığı bir bayram...

Dönün bakın yakın tarihin ‘hoşgörüsüzlük’le yazılmış sayfalarına... Orada, yine de, insanı geleceğe bağlayan o kadar çok olumlu örnek göreceksiniz ki...

Fanatizmin bütün sesleri susturduğu yerde, sadece ‘insanlık’ konuşur...

Ardan Zentürk


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Fincandan Taşanlar : Aslı Sarıoğlu


Yunanistanlı Teyze

Bu gün arife. Kurtları kuşları heyecanlandıran bayram, beni heyecanlandırmıyor. Yarın, güzel giyinip, büyüklerimin ellerini öpeceğim. Onlar mutlu olacaklar. Yılbaşı kargaşası yok ortada, insanlar evlerinde hazırlıklarını yapıyorlar. Bense İstiklal Caddesinde yürüyorum. Güneşli, güzel bir Pera günü. Hafta içi olduğundan, göz gözü görmez bir kalabalık yok. Metrekareye en fazla iki insan düşüyor. Bu nedenle de sakin sakin, bakınarak yürüyebiliyorum. Ortalarına doğru, sağ tarafta, bir kütüphane tabelası gözüme çarpıyor. "Düşler Kitaplığı" yazıyor tabelada. İsmi ilgimi çekiyor. Zaten bir programım olmadığından, giriveriyorum içeriye.

Evimin salonu büyüklüğünde bir oda var girişte ve o odaya çıkan iki oda daha görünüyor. Çalışanların hepsi serbest giyimli, eşofmanlı. Kot pantolon giymiş olduğum halde daha şık ve resmi görünüyorum onların yanında. Onlar, ya spor sonrası gelmiş ya da spora gidecekmiş gibiler. Öylece tutturulmuş saçlar, bırakılmış sakallar.

Birine yönelip yardım istiyorum, tanıtmalarını istiyorum kitaplığı. Yöneldiğim, beyaz eşofmanlı, bir toka ile acelece tutturulmuş saçlı kadın, bana yardımcı oluyor.

"Üç bölümden oluşur kitaplığımız diyor". "Kitapları, konularına, yazar isimlerine ve kitap isimlerine göre arayabileceğiniz ilk bölüm; Kendi sorularınızı sorabileceğiniz ve bilgisayar tarafından istediğiniz cevaplara ulaşabileceğiniz ikinci bölüm ve bizim oluşturduğumuz hazır soruları bilgisayara sorabileceğiniz üçüncü bölüm." Bu üçüncü bölüm ilgimi çekiyor. Öncelikle, "neden siz soruları hazırladınız ve bize bu şekilde veriyorsunuz?" diyorum. "Bazı okuyucuların kafalarında sadece okuma eylemi vardır" diye başlıyor söze. "Biz de o okuyucunun işini kolaylaştırmak ve yönlendirmek için açtık bu bölümü. Kütüphaneler tarihinde bir ilktir bu" diye açıklıyor.

Direk hazırsorular bölümüne yöneliyorum. Soruları gözden geçirirken, "Yunanistanlı Teyze neden Türkiye'ye geldi" sorusuna takılıyorum. Yunanistanlı Teyze... Çocukluğumda, bizim evin iki ev ötesinde oturan, en güzel kahveleri onun evinde içtiğim, adını bile hatırlamadığım, sadece Yunanistanlı Teyze diye çağırdığım kişi mi bu? Soruyu bilgisayardan evvel, yanımda duran memura soruyorum. Biraz ileride bir kitaba kafasını iyice gömmüş bir arkadaşım gözüme çarpıyor. Kitabından kafasını kaldırıp, yanımdaki memura cevap veriyor. "Hani şu Yunanistan'dayken Türk Kadın Hareketine katılan, bir sürü ayaklanmayı 1940'lı yıllarda Yunanistan'da örgütleyen, kocası tarafından dayak yiyen ve Yunanistan tarafından ikinci sınıf muamele gören bir sürü kadına yol gösteren kişi" diyor. Benim tanıdığım Yunanistanlı Teyze olmayacağına kanaat getiriyorum bu sözler sonrasında. Kendi çocukluğumda bana çok çok büyük gelen, ördüğü muhteşem dantellerle hayatını sürdüren ve hoşsohbet bir kadın gözümün önüne geliyor. O küçük yaşımda en güzel sohbetleri onunla yaptığımı da hatırlıyorum ayrıca; O herkesin birbirini tanıdığı mahallede, en farklı yorumları ondan aldığımı da. İlk kalp acımı onunla paylaştığımı hatırlıyorum. Onun, "daha çoook kalp ağrıları çekeceksin" düsturunu da. Yine de o kendi halinde, evinde, kahve yapar ve dantel örerdi. Hala kullanmaya kıyamadığım dantel örtüler örmüştü bana; Ki onlar hala sandıkta zamanın izini, lekesini bekler dururlar. Onun evindeki sıcaklığı hatırlıyorum sonra, usulluğu, sadeliği, yumuşaklığı. Kahvesi Yunanistan'dan gelirdi ve yumuşacık olurdu. Onun kahvelerini özlediğimi anımsıyorum.

Dayanamıyorum, seçiyorum en sonunda soruyu. "Yunanistanlı Teyze neden Türkiye'ye geldi?"

İki resmine rastlıyorum. Biri gencecik, kısa saçlı, dimdik duruşlu ve pürüzsüz ak bir genç kız. Öbürü benim hatırladığım, çiçekli, renkli bir çemberi kafasına dolamış, pazen elbiseli ve yine dimdik yaşlı bir kadın. "İki resimdeki yedi aynı yanı bul" oyunu oynuyorum ilkin. Gözleri, aynı huzur ve kesinlikle bakıyor. Bedeni, "düşmem, yıkılmam ben" der gibi, dimdik. Elleri, incecik. Burnu ne yere bakıyor; "gitmek istiyorum buradan" der gibi, ne de havalarda; "bu dünya bana mecbur" der gibi; Öylesine duru, öylesine sakin, ileriye doğru. Boyu uzun, belli. Tek kişilik resimlerde anlaşılamaz bu ama ben biliyorum, uzun olduğunu. Genç resminde yay gibi kaşları, incecik. Diğerindeyse almayı, kendine bakmayı bıraktığı belli. Genç olanda pürüzsüz ve taze bir cildi var, diğerinde ise yılların yıpranmışlığının izleri.

Yunanistanlı Teyzenin hayat hikayesini okumaya başlıyorum.

Yunanistanlı Teyze, 1919 yılında Selanik'te dünyaya geldi. İlkokulu ve Liseyi Selanik'te okudu. Okulu süresince Türkiye'deki devrimlerden etkilendi ve onlarla yoğrularak, tam bir cumhuriyet kadını olarak biçimlendi. O yıllar, Selanik'te yaşayan Türklerin, artık daha büyük baskılara maruz kaldıkları, yaşamlarının daha da zorlaştığı zamanlardı. Bir yandan Türkiye etkisi ile gelenekler ve kadının yeri değişiyor, diğer taraftan azınlık hakları her gün biraz daha azalıyordu. Yunanistanlı Teyze, bu dönemde hem orada yaşayan Türkler içinde örgütlenmeye başladı hem de kadın hareketinde çalışmalarını sürdürdü. 1938 yılından itibaren iki yıl, yeraltında mücadelesini sürdürdü. Bu süre içerisinde Selanik dışında tüm Yunanistan'ın farklı kentlerinde çalışmalarda bulundu. Hem Türk hem de Yunanlı kadınlarla birlikte kadın örgütlenmelerinde çalıştı. Oy hakkı, ekonomik özgürlük, eşitlik gibi konularda yeri doldurulamaz işlere imza attı. Evlilik kurumuna karşı olduğundan hiç evlenmedi. Ev kadınlarının ekonomik özürlüklerini kazanmaları için, elişlerini satabilecek butikler kurdu ve Yunanistan'da hala bu tür kooperatif butikler işlerliğini sürdürmektedir. Otuzlu yaşlarına kadar kendini, hayatını düşüncelerine vakfetti. Aynı yıllarda ünlü yazar Yorgi Karemaki ile yolları kesişti ve yıllarca sürecek olan büyük aşkları başladı. Karemaki, en güzel şiirlerini onun için yazdı. Çok uzun zaman aynı evi paylaşmadılar, ortak bir ekonomik birliktelik kurmadılar. Karemaki'nin onun için yazmış olduğu ve yıllarca herkesin dilinde kalan şu şiir, hem aşık hem de kendi ayakları üzerinde duran bir kadını yani hem uçan hem de yaşamın ağırlığını omuzlarında hisseden bir kadını çok iyi anlatır:

Gözleri bir çift alev,
Elleri martı,
Bedeni sadece bazen, bende kaldı.
Aşkını yumuşacık pamuklara sardı
Ve istediği yere götürdü onu ayakları.

1950'li yıllar, Yunanistanlı Teyzenin en verimli yıllarıydı. O, her yerdeydi. Bu yıllarda hem cesaretiyle büyüler hem de mütevazı hayatını sürdürmeye devam etti. Bir çok liderin aksine şaşaasız, sakin bir yaşamı tercih etti hep. Mülkiyete karşıydı ve bu nedenle de kendi üzerine hiçbir mal varlığı bulunmamaktaydı. Ne yazık ki bu düşünceleri bir yandan da onun sonunu hazırlamaktaydı.

60 Yıllar da Yunanistanlı Teyze için güzel geçer. Karemaki'yle sürdürdüğü ilişki devam etmekte, diğer yandan solun yükselen seyri bir sürü ayrı yerde örgütlenmesi için imkan tanımaktadır. Bu yıllar boyunca bir çok dergide yazıları da yayımlanmıştır.

Aşk ve her gün daha da gelişen değişim umudu onu sarhoş etmiştir adeta. Bu dönemde Karemaki'yle aynı eve taşınmayı kabulde etmiştir. Onu yıkacak olan ikinci adım da budur. Karemaki'nin o dönemde yazdığı, "Hüzünlü Kale" adlı yapıtında onu anlattığı söylenir. Kırk yaşına rağmen hala çok dinç ve coşku doludur. Fikirleri her geçen gün daha çok kadın tarafından benimsenir ve bir sürü öğrenci yetiştirir bu dönemde. Öğrencilerinden biridir yıkacak olan kalesini. O, hissettiklerini ve düşüncelerini çıplak bir biçimde paylaşmayı öğrenmiştir sadece. Yaşamın, çok da ciddiye alınmaması gereken bir oyun olduğunun farkında değildir henüz. Sınırlarını, kendisine ördüğü duvarı ya tamamen kapamış ya da kapılarını açmıştır sonuna kadar ve hiç yenilmemiştir. Bu nedenle de yeniden ayağa kalmayı, yeniden kendisine gelmeyi bilmemektedir. O dimdik kadın, hiç yıkılmamıştır. Hiç yıkılmamıştır ki yeniden başlamayı bilsin.

70'li yıllar yıkım yılları olarak gelir yaşamına. Karemaki, onun bir öğrencisinden hoşlanmaktadır. Öğrenci kız da karşılıksız bırakmamıştır bu ilgiyi. Birkaç yıl hiç farkında olamadan aynı yaşamını sürdürmüştür Yunanistanlı Teyze.

Artık daha sakin bir yaşamın özlemini duymaya başladığı yıllardır bu yıllar. Zaten kurulmuş olan bir düzeni vardır ve bütün taşlar yerindedir. Gelen yazı tekliflerine daha az cevap vermekte, kadın emeği ile ilgili yaptığı çalışmalara (elişleri gibi) daha çok yönelmektedir. Aynı zamanda dinlendirmektedir elişi yapmak kendisini. Yetmişli yılların ortalarına kadar gitmiştir bu düzen. Farkında olmama halini huzur sanmış ve kendi yaşamına gözü kapalı yerleştirmiştir. Karamaki ise gerçekten yepyeni, taptaze ve heyecanlı bir aşk yaşamaktadır. Bu aşk onun şiirlerini beslemiş ve yeni sevgilisine birbirinden güzel şiirler yazmaya başlamıştır.

Yunanistanlı Teyze bu aşkı artık kurumsallaşması gerektiği bir dönemde öğrenmiştir. Kız öğrenci hamile kalmıştır Karamaki'den. Öğle bir anda öğrenmiştir ki yaşamının son yıllarının sahte bir huzur olduğunu, kurtaracak hiçbir şeyi kalmamıştır geriye. Aşkını, umudunu ve huzurunu bir gün içerisinde kaybetmiştir. Tüm kaleleri bir gün içerisinde yıkılmıştır.

Yeniden kurmaya çalışır bir süre yaşamını. Bir ve tutar, çalışmalarına daha da çok sarılır. Fakat hüzün sarmıştır dört bir yanını. Ona doğru söylemeyen, söyleyemeyen dava arkadaşlarıyla devam etmek; Karamaki'den sürekli haber almak ve karşılaşmak, onca insan arasında yalnız kalmak yormaktadır artık onu. Çok yorulmuştur.

1978 yılında artık Selanik'te yaşayamadığını anlar ve çok radikal bir karar verir. Taşınacaktır. Türkiye'ye gidecektir.
Türkiye'ye gelirken de İstanbul'u seçmemiştir özellikle. Koca bir şehirde, kalabalıklar arasında bir yalnızlığı seçmemiştir. İstanbul'da en yakın aynı zamanda sakin bir şehri tercih etmiştir, Çorlu'ya yerleşmiştir.
Bundan sonrasında kendisi hakkında çok fazla bir bilgiye sahip değiliz. Sadece küçük bir ev kiraladığını ve elişi yaparak hayatını sürdürdüğünü biliyoruz.

Yazının sonunda bir not vardı: Yunanistanlı Teyzenin kendi isteği doğrultusunda, ismi açık olarak belirtilmemiştir. Türkiye'deki yaşamında eskiye dair hiçbir şey hatırlanmaması isteğinden kaynaklanmaktadır bu. Çorlu'da herkes tarafından Yunanistanlı Teyze olarak çağırıldığından, biz de aynı ifadeyi kullanmayı tercih ettik.

Bu notla son buluyordu yazı. Bu notla şaşkınlığım büsbütün büyüyordu. Çocukluğuma, Çorlu'ya kısa bir yolculuğa çıktım böylece. Öğle yemeği öncesi içilen, kısa sohbetlerin edildiği kahve vakitlerine döndüm. Kahveye ananem alıştırmıştı beni, küçük yaşta. Büyük, kulpsuz fincanlarda açık kahvelerimizi içerdik sabahın bir köründe. Sırf bu günü karşılama ayininde bulunabilmek için, erkenden uyanırdım. Kahvemi içer, sonrasında tekrar uykuya yenik düşerdim.

Yunanistanlı Teyzenin kahveleri ise ilkokul yıllarımdan itibaren yaşamıma konuk olmuşlardı. Bana olabildiğince açık ve şekerli yaparlardı kahveyi. Onlarla oturur ve sohbetlerini dinlerdim. Kahvemi içerken, usul usul sohbetlerini dinlerdim. Ellerde mutlaka danteller olurdu. Günlerini örerlerdi usulca. Ben çocuktum ve dinlerken büyürdüm biraz onların yanında. Sonra gofretimi yer tekrar çocuk olurdum.

Yunanistanlı Teyze tek başınaydı, şaşardım buna. Onun dışında tanıdığım herkesin bir ailesi vardı, çocukları anne babası... Hatta bir yerlerde mutlaka ailesinin olması gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Gelmeyen çocukları vardı mutlaka.

Şimdi, bütün taşlar yerine oturdu. Çocukluğumda yarım kalan bir ömür tamamlandı sonunda. Çocuk aklımla sevgiyi tatmıştım onun yanında. Şimdi ise büyük bir onur duyuyorum bu tanıklıkla.

Aslı Sarıoğlu


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Esra Özan


MOR HÜZÜN...

Gökyüzünün 7.katındaki balkonumda oturmuş, serin serin esen metan gazını ciğerlerime çekiyorum. El sallamak istiyorum yoldan geçen yalnızlığıma, kolum hızla aşağı yuvarlanıyor. Bedenimden çoktan ayrılmış ruhuma gidip getirmesini emrediyorum, çok sıcak gidemem oraya diyor. Hırpalıyorum ruhumu kalan tek kolumla..Gidip kendim almaya karar veriyorum, ruhum yine kulaklarımda, cesaret edemezsin bensiz bunu yapmaya... Görürsün diyip hızla inmeye başlıyorum merdivenlerden.. 6. katta bir kız çığlık çığlığa düşlerini kovalıyor, neden kaçıyor senden diye soruyorum, yüzüme bakıyor kan damlayan göz pınarlarıyla..Tam cevap verecek tekrar koşmaya başlıyor ama çığlık çığlığa.. Aklım hırpaladığım ruhumda devam ediyorum ben de aşağı doğru hızla akmaya.. 5. katta bir adam elinde bahçe makasıyla derin kesikler açıyor vücudunda, yardım etmek için yaklaşıyorum yanına,ne yapıyorsun diyorum,yama diyor. Vücudumdan parçalar kesip onları ruhuma yamayacağım, benden daha çok ihtiyacı var buna.. Seninki nerde diyor ve birden makası bana çeviriyor, koşarak uzaklaşıyorum.. Fikrimi değiştirmeden ilerliyorum alt kata. 4.katın sakinliği yeniden cesaret veriyor bana ve 3. kata iniyorum. Küçük bir çocuk ağlıyor hıçkırıklarla.. Neyin var diyorum;annem yok diyor, gözlerimin önünde tecavüz ettiler ruhuna,bedeni de dayanamadı bu utanca. Yanıma almak istiyorum onu da,korkarak sırt çeviriyor bana,ensesinde beliren yüzü görüp ürküyorum, annesi; git buradan sadece sığınıyorum çocuğun gözyaşlarına, ihtiyacı yok sana. Ve sonunda gücüm tükeniyor daha 3. katta.. 7. kattaki balkonumu,hırpalanan ruhumu,yaralanmış bedenimi, yoldan geçen yalnızlığımı,kaybettiğim gücümü düşünmeye başladığım bir anda zaman dikiliyor karşıma.. Ciğerlerimdeki metan gazı tükeniyor sanki o anda.. Yutkunup ne istediğini soruyorum, beni kaybetmiştin ya diyor; işte buldun.

Beni bir nehrin kıyısına sürüklüyor, neyse ki aklım hala başımda. Sırtıma vuran ay terletti beni diyorum, yeniden götür beni balkonuma. Yapamam diyor,neden diye soruyorum, hani zamanla düzeliyordu her şey,yanımda duruyorsun işte,yeniden gidelim o balkona. Yanında duramam ama bil ki sen hep benim içimdesin ve sana sadece ben yardım edebilirim. Kalkıyor nehrin kıyısından ve gitme vakti diyor. Neredeyiz bari onu söyle diyorum, 4.katta diyor.. Eğer bekleseydin biraz orda, gücün tükenmeden gelirdim yanına, bunu da al lazım olur belki sana diyerek kolunu uzatıyor ,son gücümle uzanıp alıyorum. Tekrar yukarı çıkmaya başlıyorum,6. katta bir kız hala çığlık çığlığa. Mor bir hüzünle 7. kata geldiğimde bu sefer de şanslıydım ama bir daha benden ayrılma diyerek sımsıkı sarılıyorum hırpalanmış ruhuma.

Esra Özan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


4,004,004,004,00
9 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Kahveci : Doğukan Güney


OTOBÜS DURAĞI

Benim çalışacak bir işim olmadığı için günlerimi boş boş sokaklarda dolaşarak geçiriyorum. Nedense hep aynı caddede dolaşıyorum. Beni buraya çeken, bu caddenin şıklığı ve kalitesi olabilir, bilmiyorum.

Yorulduğum için bir otobüs durağında dinlenmek istedim. Bir kahvehanede ya da pastahaneye giremem çünkü param yok. Aslında param olsaydı da galiba yine bu durakta dinlenecektim. Her gün bu durakta dinlenirim. Ara sıra başka duraklarda da dinlendiğim olur ama onlarında sayısı belli.

En sevdiğim durak bu, çünkü etrafı kalabalık ve böylece diğer insanları izleyerek ne iş yaptıklarını ve nasıl bir insan olduklarını anlamaya çalışıyorum ve bu beni mutlu ediyor. Durağa oturup da gelen hiçbir otobüse binmemem bazen duraktaki diğer insanların dikkatini çekiyor, sanki bir şey soracaklarmış gibi kımıldıyorlar, fakat sonra vazgeçiyorlar. İnsanların bana karşı olan çekingenliği gururumu okşuyor. Bazen onlara yardım edip "bir şey sorup sormayacaklarını," soruyorum ama cevap hep aynı oluyor; "Hayır!"

Aslında son günlerde hastayım ve durmadan başıma ağrı giriyor. Üzerimde de bir tembellik var, fakat bu ağırlık ben doğduğumdan beri var, onun için fazla kafama takmıyorum.

Durağa oturmaya geldiğimde, otobüs bekleyen yalnızca ihtiyar bir kadın ile yakışıklı bir genç vardı. Yaşlı kadın, kemikleri sayılacak derecede zayıftı, derisi sanki üzerine sonradan dikilmiş gibiydi ve iyice beyazlamış saçları iyice seyrekleşmişti. Kimseyi görecek hali yok gibiydi, bunun için yalnızca yere bakıyor, bir araba sesi duyduğunda kafasını yerden zoraki kaldırıp kendi otobüsü gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Yakışıklı genç, esmer teni, siyah ve jöleye bulanmış saçları, küçük ve çukurda olan kara gözleri ile sanki kendini gördükleri için etrafındaki insanlara iyilik yapıyor havasındaydı. Onlara fazla bakmadan koltuğa oturdum. Genç, ben oturuncaya beni izledi, bunu gördüm. Ama yaşlı kadın oralı bile olmadı. Genç adamın bakışları başka yöne çevrilmişti sonunda, bu kadar bakacak ne varsa…

Diğer insanlara göre biraz çirkin olduğumu biliyorum, ama bu o kadar da abartılacak derecede değil. Yada ben kendimi çirkin hissettiğim için bütün gözlerin üzerimde olduğunu sanıyor olabilirim.

Etrafı izlemeye başladım. Caddenin karşı tarafında da aynı bizimkine benzer bir otobüs durağı vardı. Orada oturan kimse yoktu, bu bana televizyonlardaki hayalet kasaba filmlerini anımsattı.

Çok işlek bir cadde olduğundan sürekli arabalar vızır vızır geçiyordu. Nedenini bilmiyorum ama onların hızla geçip gitmesi, benim canımı sıkıyordu. Can sıkıntım hastalığımdan olabilir. Nedense bugün bu cadde fazla kalabalık değildi ve canım sıkılmaya başlamıştı. Aslında kalabalık olduğunda daha fazla sıkılırım, işte laf olsun diye söylüyorum.

Beklemekten sıkıldığım bir anda karşı durağa genç bir kız geldi. Bu kız çok güzel sayılmayacak biriydi. Kısa boylu, siyah saçlı, açık tenli ve uzun suratlıydı. Yavaşça durağa oturdu ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Derken gözleri bizim durağa ilişti, takılı kaldı. Gözlerini hiç hareket ettirmeden, sanki nefes bile almadan burayı gözetliyordu. Bu bakışlardan rahatsız olduğum için bende onun rahatsız olacağını düşünerek gözlerimi üzerine diktim. Ama onda en ufak bir rahatsızlık belirtisi görülmedi, kılı bile kıpırdamıyordu. Tam olarak nereye baktığını kestiremediğim için nereye baktığını bulmak için etrafıma bakındım. Özellikle yanımda oturan gencin yakışıklılığından etkilendiğini düşünerek ona baktım, ama bizim genç hiç de oralı olmuyordu.

Tekrar karşı durağa baktım. Galiba bana bakıyordu. Bunun imkansız olacağını biliyordum ama yine de insanın içinde hep bir umut doğar işte. Evet yanılmıyordum, resmen gözünü ayırmadan bana bakıyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Vücudumda bir hareket oluştu ve her zaman ifadesiz olan suratımda bazı şekillenmeler olduğunu hissettim. Yüzümün yandığını hissettiğim anda kıpkırmızı kesildiğimi anladım, bu beni utancımdan yerin dibine soktu.

İki durak arasında baya mesafe olduğu için çekinmeden bende ona bakabiliyordum artık. Uzaktaki bir insanın gözlerinin içine rahatlıkla bakabilirim ama yakında olunca işler değişir, gözlerimi yere indirir veya başka yöne çeviririm.

Onlar ne büyük gözlerdi öyle. İnsanı içine çekiyor ve içinde boğuyordu. Yemyeşil gözlerin içinde kaybolmuştum, kendimi alamıyordum. Beni, kendine hapsetmişti.

Ani hareketle yerinden kalktı ve caddeye bakıp karşıya, yani bana doğru gelmeye başladı. Ayağa kalktığında yüzünde belli belirsiz bir tebessüm gördüğüme yemin edebilirim.

Hızlı ve sık adımlarla yaklaşırken yine gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Ben başıma hemen başka yöne çevirdim. Hemen kalkıp gitmek istedim ama sanki yerime çakılmıştım. Kuvvetimi toplayıp yerimden kalktım ve koşar adımla başka yöne gitmeye başladım. Sonra kaçtığımı sanmaması için adımlarımı yavaşlattım ve umursamaz bir hal takındım. Hatta neredeyse ondan utanmadığımı göstermek için geri dönüp, yanından geçip gidecektim ama bu kadarının da fazla olacağını düşündüm.

Duraktan iyice uzaklaşmıştım ama arkamı dönüp baktığımda açık şekilde görüleceğimi biliyordum. Cesaretimi toplamaya çalıştım ama öte yandan ona baktığımda, ondan kaçtığımı anlayacağını düşünüyordum. Bu ikilem beni acı bir sıkıntıya soktu. Alnımdan aşağı soğuk bir damlacık düştüğünü hissettim. Daha sonra cesaretimi toplamaya karar verdim, çünkü eğer burada cesaretimi toplayıp arkama bakamazsam ömür boyu kendime saygımı yitireceğimi düşünüyordum. Bunu kendim için yapmalıydım. Yoksa daha sonra bu anı hatırlayıp, utanacağımı biliyordum ve bunun olması bana acı veriyordu. Dönüp baktım ve o görüntüyü görünce ne hissettiğimi asla anlatamam. İçimi bir acı, aynı zamanda bir rahatlık sardı. Ama acı daha baskındı. Yine eski, yalnız ve sıkıcı hayatıma devam ediyordum.

Gördüğüm şey, kızın, duraktaki gencin yanına oturup sohbet ettiğiydi, üstelik o kadar samimiydiler ki, acaba daha önceden tanışıyorlar mı, diye merak ettim. Eğer daha yeni tanıştılarsa, ne çabuk da samimi olmuşlardı.

Yürümeye devam ettim. Kafamı kurcalayan soruları düşündükçe zevkleniyordum. Çünkü bugün sıkıcı hayatıma renk katan bir olay olmuştu ve bu benim için iyi bir şeydi. Acaba ben oradan kalkıp gitmeseydim, o kız benimle mi konuşacaktı? Benim gitmemle birlikte kız, sırf eli boş kalmasın diye başka biriyle mi tanışmıştı? Peki, ben neden oradan kaçmıştım? Utangaçlığım yüzünden mi? Hayır, öyle zamanlarım oldu ki, en yırtık kişi bile benim yaptığımı yapamazdı. Ama bu utangaç biri olmadığımı göstermez.

Bu düşünceler canımı sıktı, onları bastırmak için adımlarımı sıklaştırdığımı fark ettim. O kadar hızlanmıştı ki, neredeyse koşuyordum. Hızlı şekilde yürüyünce, bu lanetli düşüncelerin aklımı rahat bırakacağını sanıyorum, ne kadar budalayım!

Doğukan Güney


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla AYYILDIZ

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.

Yukarı


 


 Tadımlık Şiirler


Yolcu

Bir bakarsın ki güller açmış gülen gözlerde.
Bir parıltı aydınlatır yüreğini taa derinden.
Bilemezsin ki sonrasını,sonun gizemli bakışını.
Öylesine savrulursun,yüreğindeki coşkuyla.
Kaynağından fışkıra fışkıra akan sular gibi,
Akar gidersin kaderine.
Bazen usul usul akarsın, kendince.
Bazen de gümbür gümbür coşarsın.
Sular seller gibi derler ya işte öylesine.
Akar gidersin gidilecek yere.
Bilirsin ki bekler seni,bağrına basacak biri.
O ki saracak seni sımsıkı, bedenine katacak.
Ve sen kavuşacaksın bekleyenine, alabildiğince

Haki Naz

 


 Bulmaca - Sudoku




SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

Yukarı


 


 Kıraathane Panosu




ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.



İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr

Yukarı


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

http://www.msnbc.msn.com/id/21253084/ Ermeni Tasarısı ile ilgili olarak MSN de yapılan bir anket. Girip ağız dolusu bir "NO" demek istersiniz sanırım!..

http://www.kuresel-isinma.org/ Adamlar üşenmemiş "üresel Isınma" ile ilgili herşeyi bir araya getirmişler. Size düşen ise girip biraz ilgi göstermek. Haydi bakalım...

Türkiye'den yola çıkıp, dünya denizlerinde küresel ısınmaya karşı insanları uyaracak bir yelkenlinin hikayesi... http://www.globalwarner.org/ Küresel Uyarıcı Olun! Çocuklarımıza dünyayı yaşanır bir yer olarak bırakmak istiyorsanız, sizi de Global Warner’ın dünyayı uyarmak için çıktığı yolculuğuna bekliyoruz

Üstlendiği misyon, yaptığı filmle bu yıl Nobel Barış Ödülü'ne ortak olan Al Gore'un filmi için hazırlanan sitesi. İlginç şeyler bulacağınızdan eminim. http://www.climatecrisis.net/

Yukarı


 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Yukarı


 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Prison Song
Graham Nash









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071017.asp
ISSN: 1303-8923
17 Ekim 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com