|
|
|
18 Ekim 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bugünkü dersimiz, "Nasıl referandum yapılmaz!.." |
Merhabalar,
Kim bulaştırdı beni bu merete? Allah onun tepesinden baksın emi. Feysbuk mu meysbuk mu her ne halt ise ondan bahsediyorum. Birkaç arkadaşım sorunca meraklandım, neyin nesidir kimin fesidir dedim girdim. Girdim ama çıkmak ne mümkün. Sanmayın ki, ilkokuldaki sıra arkadaşımı ya da ilk sevgili mi arıyorum. Benimkisi teknolojik bir merak sadece. Ben mutfakla ilgiliyim. Kamera arkasını merak ediyorum. İki genç mükemmel bir iş çıkartmış. Web üzerinde tıkır tıkır işleyen bir programlar silsilesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Beni bile hayretlere düşüren, hâlâ nasıl olduğunu keşfedemediğim bir sürü şey var. Dibini görmek te mümkün değil. Belli ki okumuş çocuklar elinden çıkmış. Ama bu, bizde çokça yaygın olan kapalı kapılar ardında devrialem yapanlara pek uygun değil. Gerçek adınızı hatta resminizi kullanmazsanız pek işinize yaramıyor. Duyduğuma göre girip başkalarının yerine geyik yapanlar varmış ama bir süre sonra onlar da bıkar giderler diyorum ben. Zira bu feysbuk pek öyle aklıevvelleri cezbedecek bir yer değil. Anlamak için çalışmak gerekiyor. İşin içine çalışmak girince de müşterisi azalıyor pek tabi. O yüzden ciddi ciddi bir eski arkadaş arayışındaysanız, mutlaka üye olup bir kolaçan edin derim.
...
İşe feysbukla başladık diye gündemi unuttuk sanmayın. Tayyip Bey'in referandumuna YSK'nın 6 üyesi onay verince Pazar günkü sandıktan kurtuluş kalmadı. Burada bile bir skandal yok mu sizce? En yüksek hukuk kurulunun 11 üyesi Anayasa gibi bir konuda uzlaşamıyor. Altısının kara dediğine beşi beyaz diyor. Sonra bu yüksek hukukçuların bile altından kalkamadığı şeyi çıkartıp bana soruyorlar. Kafam öyle karışmış ki, dün size sorulan soruların üç olduğunu söyleyip bir de güzel anlatmışım. Oysa en önemli maddeyi atlamışım. Yani "Cumhurbaşkanını halkın seçmesine ne diyorsunuz?" maddesini. Memleketin etrafına ateşten duvar örülmüş, daha bugün beşyüz küsur oyla tezkereyi çıkarıp belki de savaşa evet demişsin, ama sen kalkıp bu hukuk skandalıyla uğraşıyor, milleti açmazda bırakıp sandığa götürüyorsun. Bu soytarılığı tarih yazacak elbet. Hatta "Nasıl referandum yapılmaz" başlığıyla siyaset bilimi kitaplarına dahi girecek görürsünüz. Yağma yok, ben oyuna gelmiyor ve oy kullanmıyorum. Siz bana bakmayın gidin kullanın. Ha evet demişsiniz ha hayır, hiç birşey farketmeyecek. Biz milletçe ağlanacak halimize gülmeye devam edeceğiz.
...
Bir skandal da futbolda yaşadık dün gece. Şişme imparatorun balonu akşam vakti söndü. Rezalet bir futbol, rezalet bir yan yönetim. Özarı'nın şerefli beraberliklerinden sonra yaşadığım 2 utanç gecesinde de takımın başında bu sanal imparator vardı. Biri İsviçre, diğeri dün geceki Yunanistan maçı. Son dört maçta git gide eriyen milli takımın tüm sorumluluğunu üstüne alıp Norveç maçını beklemeden hemen istifa edip gitmeli. Yerine kim gelirse gelsin, bundan daha kötü olamaz. Lale devri bitti Bay Terimo, uğurlar olsun. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
KADIN
Her gün birisi yok oluyor. Kimi ölüyor, kimi yıkılıyor, kimisi unutuluyor ve bazen de birisi görünmez olmak zorunda bırakılıyor. Bu birisi, genelde bir kadın oluyor. Her kadın günde aynaya en bir defa bakar ama kadınlar yok oldukça yansımaları da onlarla birlikte yok olur. Yine de; her gün, yok olan her kadın, aynanın karşısına geçip görmeye çalışır yok olan benliğini. Ve her gün bir kadını görünmez hale getiren bir erkekten başkası da değildir. Erkekler ise öyle uzun uzadıya aynaya bakmazlar.
Sabah kalktı. Doğru aynanın karşısına geçti. Güne hazır olması için gitmesi gereken yer orasıydı çünkü. Ondan beklenen de buydu, bir kadındı. Kalkmalı, aynanın karşısına geçmeli, güzel olmalıydı. Üstelik orada yalnız olmadığını da biliyordu, onun gibiler her sabah aynı yere gidiyordu. Bir klişe olarak doğmuştu seçim hakkı tanınmadan. Yalnız değildi, sadece kadındı.
Bugün ben her şeyi deneyeceğim, belki farklı olur bu sefer. Belki bu sabah yolunu bulurum kendim olmanın, kadın kalmayı başararak. Yüzümü yıkamadan, sabah suyumu içmeden, daha uyanamadan aynanın karşısına geçiyorum. Biliyorum bir kadın sabah nasıl uyanıyorsa, özü de öyledir. Gel de bunu dünyaya anlat. Kim olsam bu sabah? Bu yüzü nasıl bir makyaj, nasıl bir saçla kapatsam? Sabah uyandığım gibi olmamayı nasıl başarabilirim? Şu gözlerim ela olsa… Ela ne der acaba dünyaya? Yumuşak yapar bakışlarımı belki de… Saçımı da kırmızı yaparım, asi bir saç rengine yumuşak gözler, tam bir tezat. Saçımla ilgileri toplar, gözlerimle ikna eder, aklımla kandırırım, uyandığımdan çok farklı, tam bir kadın gibi.
Kızıl saçlı kadın zekiydi, aşık etmişti çoğu kişiyi kendine. Zekiydi fakat daha çok kurnazdı. Kurnazlığı ona zekasını saklamayı öğretmişti. Saklanan zekâ korkutmaz erkekleri. Gizli kalan bir zekadır, takdir edilemez ama her zaman oradadır ve her zaman kazanır. Gizli kapaklı, dolambaçlı da olsa sonunda kazanır. Kendisi bir avukattı. İyi bir avukat. Başarılıydı ama bu başarısını gizlemeyi öğrenmişti. Erkeklerin dünyasında savaşan tüm çalışan kadınlar gibi bunu gerekli görmüştü. Erkek meslektaşlarıyla eş değer bir başarıya sahip olmak için her zaman daha fazla iş gücü, daha fazla özveriye ihtiyaç duyuyordu. Ve gizli kapaklı bedellere… Bir erkeğin mahiyetini asla bilemeyeceği, varlığından habersiz olduğu, bir kadının kaderini belirleyen bedellere.Yaşamak için ödenmesi gereken kadın olmanın gizli ama ağır bedeli. Kızıl saçlı kadın buna inanıyordu. Kabullenmek de, isyan etmek de ona gereksiz geliyordu. Bunların yerine sinsi olmayı tercih ediyordu o. Kaybedenlerin içindeki kazanan olmakla yetinmek gerektiğini biliyordu. İsyan etmek zaten bir teslimiyet demekti. Hırslarıyla özlemlerini birbirine karıştıran bu kadın bir gün bir erkek gördü. Dişine göreydi, güçlüydü; böylece kadınının gücünden ezilmezdi. Egosu cüzdanı gibi şişkindi; böylece gözü kadının küçük oyunlarını da göremezdi. Karizmatikti; dünyaya gösterebilirdi bu erkeği. Erkek bir dört yolun tam ortasında duruyor, bir yoldan kızıl saçlı kadın geliyordu, bakıştılar..
Hayır bu değil olmak istediğim kadın tipi. Ben bugün o olamam. Ben böyle uyanmadım. Herkes Hürrem Sultan değil. Güçlü bir erkeğin arkasına sığınıp saman altından su yürüten, erkeğine hiç belli etmeden güçsüz maskesiyle zaferlerini kazanan kadınlar da var onun gibi ama Hürrem Sultan gibi olmaları beklenmemeli kadınlardan. Ben dişimle tırnağımla edindiğim başarıları neden tüm dünyaya haykıramayayım. Neden bir erkeğin başarısına başarı ismi konurken kadınınkine hırs konsun. Başka bir yolu olmalı.
O kızlardan olsam, sarışın, göz rengi çok önemli değil. Bir marka gibi bakılan. Sırf saç renginden ötürü. Saç rengim farklı olsa da, siyah da olsa, kıvırcık da olsa o kadınlardan olsam.
Sarışın kadın çok zeki değildi. Göğüsleri güzeldi ya da herkes saç renginden ötürü göğüslerinin güzel olması gerektiğine inanıyor, onlara o değeri biçiyordu. Eskiden sarışın değildi. Bir ara siyah saçlıydı. İncecik kaşları vardı. On altı on yedi yaşlarındayken ailesinin yazlığında erkeklerin uğruna kavga ettiği kızlardandı. Kesinlikle güzel değildi ama havalıydı. Vücudu orantısız, göğüsleri küçüktü ama inceydi. Bütün erkekler onu güzel buluyordu. Her yerini beğeniyorlardı. O saçlarını savurup duruyordu, söylenenleri pek anlamıyordu, anlamaz gözüküyordu. Erkeklerin kendisi için birbirlerini yemelerini izliyordu. Ona uzaktan bakan 28 yaşındaki adamlar bile güzel buluyordu onu, bari onların anlamasını bekliyor insan. Hayattan beklentisi zekâsı gibi sınırlıydı ve fesada çalışıyordu. Yirmili yaşlarına geldiğinde sarışındı. Hala arzulanıyordu, dolgun bir geçmişi vardı gizlediği, o erkeği bekliyordu. Parasına, yaşamına konacağı, deli divane kendisine aşık edeceği, az çok seveceği ama daha çok hayatını zehir edeceği erkeği. Onu gördü. Çok yakışıklıydı. Dik bir duruşu vardı. Markalı giyinmişti, parası vardı. Arabası vardı. Ona aşık oldu. Dört yolun ortasında duruyordu bu erkek. Sarışın kadın yollardan birine girdi ve…
Olmaz. Ben böyle de uyanmadım. Zeki bir kafada olduğunda güzel bir vücudun neden daha az güzel göründüğünü anlayamıyorum. Bir yola baş koymak istiyorum ben, bir adama değil! Hayatı yüklenmek istiyorum, hayatımı bir adama yüklemek değil. Saçımı sarıya boyasam, beni o kadın olarak görseler daha güzel bulacaklar. Daha güzel olmasam bile. Bunu istemiyorum. Simsiyah saçlarım olsa belime kadar. Düz. Gözlerim yeşil olsa, tertemiz olsam, saf olsam, dünyadan çok anlamasam, duru bir aklım olsa.. Mutfakta iyi iş yapsam, ütüm elimden, önlüğüm belimden eksik olmasa…
Esmer kadının zekâsı söz konusu değildi, o evine bağlıydı. Kusursuz bir ev kızıydı. Okumuştu da, ama okumuşluğun kadınlara verebileceği imkânlar erkeklerin aksine sınırlı olduğundan, sazı eline almayan kadın çok ilerleyemezdi. Bu kişisel gayretten yoksun olan, bağımlı olmayı seçen kadınlar gibi o da çok değişmemişti. Çalışıyordu, evine bakıyordu. Bir erkeğe bir kere elini değdirecek, onunla evlenecek, onu kıskanacak, hayatını onun üzerine kuracak onun çocuklarını doğuracak, ölene kadar onu sevecekti. Onu bulunca güzelliği için çok da uğraşmaz hale gelecekti. Erkeğinin onu asla aldatmayacağına inanacaktı sadece, ama erkeği onu aldatacaktı. Çocuklarını doğurmaya başlayınca işini bırakacaktı. Tek yaşanmışlığı, tek deneyimi, her şeyi olan erkeğine ve erkeğinin tohumlarına hayatını adayacak, yaşayıp gidecekti. Hayalleri büyüktü. Onu gördü bir gün, bir dört yol ağzında yürürken, yolun ortasında duruyordu. Temiz görünüyordu. İş güç sahibi, prensipli bir adam. İyi bir aile adamı olabilirdi. Çocuklarına bakar ve…
Hayır. Böyle hiç uyanmadım. Böyle görmedim. Herkes böyle yapsa da… Herkes eninde sonunda benim böyle yapmamı beklese de… Can Yücel demiş ya: "başka türlü bir şey benim istediğim", bu kadınlar için söylenmemiş. Bu dünyada yalnızca kadınların kaderi var. Adım atan, ilerleyen, başka türlü bir şey isteyenler; erkekler. Kaderleriyle onlara bağlı kalması gereken, elindekiyle yetinmesi, başka türlü hiçbir şey isteme hakkına sahip olmayanlar; kadınlar. Yoksa hafif sayılır bir kadın.. Yoksa istenmeyen kategorisine girer.. Eğer bir kadın kaderinin bir erkeğe bağlı olmasını istemeyen cinsten bir kadınsa, ona "bu kızla gönül eğlendirilir" gözüyle bakılır.
Ben ne renk saç yapabilirim ki kendime, nasıl bir makyajla örtebilirim dünyanın bu ayıbını? Ben, cüretkâr bile olmayan bir kıyafetle dışarı çıktığımda sırf güzel olduğum için hakarete varan tacizler duymamak için ne yapabilirim? Bir kadın nasıl hem güzel, hem zeki, hem alımlı, hem şık, hem başarılı, hem rahat, hem gönlünce yaşayan, hem dürüst, açık, sevgi dolu ama yine de arzulanan, aşık olunan hem de toplum tarafından kabul gören bir birey olabilir ki aynı anda? Sanırım hatayı ben yaptım, saç rengim değildi değiştirmem gereken. Ben bu sabah aynanın karşısında ancak cinsiyetimi değiştirsem örtebilirim bu ayıbımı, kadın olma ayıbını.
O dört yola ben de girdim. Zekiydim. Ara sıra rengi değişebilen kahverengi saçlarım vardı. İstediğimde makyaj yapar istediğimde yapmazdım. Dürüsttüm, yalan söylemez oyun oynamazdım. Gizlemezdim başarılarımı, zayıflıklarımı geliştirmeye çalışırdım. Her an güzel, her an alımlı olmak zorunda değildim. Toplum tarafından kabul edilebilir olmak zorunda değildim. İstemem gereken bir hayata bağlı kalmayacaktım. Uyandığım gibi olacaktım, kusursuz değil, önce insan sonra kadın gibi. Ama toplum anlayışına göre 'olmam gereken kadın' gibi değil de, gerçekten olduğum kadın gibi. Bir kemiğin üstündeki etleri ayıklayarak, kaderimi, ayıbımı ayıklayarak, çıplak kalarak, kadın kalarak bir kemik olarak savaşacaktım erkeklerin dünyasında. Onların istediği, onların kabul ettiği, onların idrak edebildiği gibi değil, iliğimdeki özüm gibi olacaktım.
Karşılaşma çetindi, öbür üç kadın hayal meyal vardı, onları yarım bırakmıştım, yarımdılar, bir tek ben tamdım. Beş kişi bir dört yolu kaplıyorduk. Daha doğrusu 4 kadın bir erkektik, yani bir kişi dört kadın. O erkeği ben de sevdim. Çünkü beni olduğum gibi sevdi o da ve ben toplumun ona verdiği kalıbı sıyırarak özünü sevdim onun. O ise, sıyıramadı özünü. Kader kadınlar için var ve onlara bağlı kalan, isyan etmekten korkan daha çok erkekler bence. Çünkü dördümüze baktı birden o erkek. Dördümüz de arzuluyorduk onu. O bizim için her şeydi, yeterliydi. Bizimse, dördümüz onun için bir ediyorduk. O seçiyordu, biz bekliyorduk.
Kızıla burun kıvırdı, sarışını kullandı, bana aşık oldu, esmerle evlendi.
Kadere inanmadığımla kaldım, kadere küstüğümle… Sabah uyandığım gibi kaldım ama büyük kayıplarla, bedellerle. Kadın olup mutlu olabilmek için çok büyük bedeller ödemek gerek. Kadın olmak demek kabullenmek demek, bedel ödemek demek. Her sabah uyanıp aynayla hesaplaşmak, dünyaya hazırlanmak, dünyanın istediği gibi olmak demek. Kadın olmak ayıp demek.
Sabah uyandım, yüzümü yıkamadan, sabah suyumu içmeden oraya gittim. Hesap vermem gereken yere. Görüntümün çarpıtılarak beklentilerle saptırıldığı o yansımaya. Her sabahki gibi, aynanın başına. Yansımam da yoktu artık. Görünmez olmak zorunda bırakılmıştım.
Yeliz Hısım
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : Temirağa Demir Acıtisyen… |
|
Sevda işte. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Fırtınası her baharın ortasında meyveleri talana itecek, yağmurlar içinde susuz bırakacak kadar. Zalim bir şey. İnatçı güldürmemeye yeminli bir komedyen gibi…
Tüm herkese gülüşler vaat edip sahneye çıkan sahtekar ve riyakar bir komedyen. Her sahneye çıktığında çocukluğunun acılı izlerinden kalıntıları anlatan, üzerindekileri çıkaran genelde başparmağını kullanarak yaralarını işaretle gösteren bir acıtisyen…
Böyle bir kelime yok aslında ben uydurdum "teknisyen" gibi bir şey…
Dikenin tomurcuklandırdığı ve acımasa dahi gözünüze çalınan o kırmızılıktan sonra yüzünüzü ekşittiğiniz gibi bir sızı değil…
Dolaylı olarak değil. Direk iki kaşınızın arasında atılmış. Ve kaçayım derken beyninize saplanmış bir tümör…
Gün geçtikçe büyüse de mr lardan tomografilerden gizlemek için envay çeşit oyuna başvurduğunuz bir tümör oldu bu sevda…
Saklamalıydınız. Hatta beyazlaşan saç aralarından beyninizin daha zor görüneceğini umut ettiğinizden hayıflanmıyordunuz bu keder-i kederin ak düşürdüğüne…
Zincirleriniz yoktu…
Kelepçelerde sallanmadı kollarınızda…
Gömleği ters giydirip de farklı davranışlara maruzda bırakmadılar…
Ama hastaydınız…
Ve mr'dan tomografiden gizleyecek kadar usta…
Çekilen 32 fotoğrafın hiç birine yakalanmayan ancak iyi huylu olmayan, elastiki bir tümör…
Fotoğraflar yandı…
Sanki gizleyecekti bu yaşananları…
Birlikte olduğu ve kendisinin iyi göründüğü resimlerde onu kesti, biçimsiz bir makasla biçerek…
Hiçbir biçime benzemedi…
Biçimlenmedi…
Biçti…
Sağından solundan kırpılmış bir fotoğraf kağıdı, üzerinden çok geçmediği için solgun olmayan canlı renklere sahip bir resim kaldı…
Resimlere bakarken "Nasılda mutluydum" diye içinden geçirirken bu bile mutsuz ediyordu…
Bir zamanlar ki mutluluğundan mutsuz oluyordu…
Esti…
Hatta hortumlar oldu…
Birlikte bir hortumun içinde kaybolmak istiyordu…
Şimdi elindeki hortumu sırtına vurarak kendi canını acıtıyor…
Görse kıyamazdı belki…
Ya da bilmiyorum emin değilim…
Kendiniz düşünün…
…..
Müebbet…
Ağırlaştırılmış…
Hafifletilse ne yazar…
Her şekilde tutsaksın işte…
Ya firar olmalı…
Ya af çıkmalı…
İkisi de yoksa ve bütünleşemeyeceksen…
Göğüslerini öpemeyeceksen…
Boynunda kırmızı bir leke bırakamayacaksan…
Sevişmeyeceksen kısacası…
Ağırlaştırılmış olsa ne çıkar…
Ne verse taşıyamaz mısın?
Ancak bir tek bu hasret ağır geldi değil mi?
Ve kendiniz kestiniz cezanızı…
Nerde yatarsan yat, ister bir hücrede, ister dokuda, ister organda…
Hepsi birleşince bu sistem varsa neye yarar…
Hasretsen, tutsaksın demektir…
Gerek yok gardiyana, kontrol edebilirsin kendini…
Ve avukata da ekstra para vermekte anlamsız…
Mahkeme kapsında bekleme…
Davan sona erdi…
Hasretsin…
Temirağa Demir temiraga@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
SONRA KIŞ GELECEKTİ
Geçen yazdan bu yana hiç uğramadığım odama geri döndüm. Norah Jones takılıydı hala teypte. Playa bastım. Senden sonra karakalem resim yapmıştım. Yalnız bir keman resmi… duvarda asılı bana bakıyordu. Sende benim gibi yalnız mısın?... beni yapanda yalnız bir kızdı zaten. Sadece kalem, kağıt ve sağlıklı bir el ve sağlıklı bir kafa… Niçin?... Hayatı kayıt etmeye… okuyup anlamaya… Neden..? Hep ağlamaklı değil mi?.. Üzerimize üzerimize gelen hayat hep ağlamaklı… neden sonra ağlatır daima… içten mi sızar bu yaşlar. Sonraları içten sızar. O yüzden hep sonraları içten akar gözyaşlarımız… sürekli… kime baksanız, kime dokunsanız; ilk tepki sonrası içsel bir ağlama. O dışa vurulan ilk gözyaşını ararsınız. Özlenilen gözyaşı. Hep o ilk göz yaşları özlenir. Bir kere ağladınız mı aşk için; bir daha o ilk ağlamanın tadını sonraki ağlamalarda hiçbir zaman bulamazsınız.
Aşk mı dedim?... bunu yazmalıyım…
Beni evine çağırdığın ilk gündü. Davet diyelim buna. Heyecanla karışık korku hali. Seninle yalnız kalmayı istediğim bir kış dakikası. Senin evinde, senin odanda, seninle… Evde kimsenin olmamasını arzu edip durdum içimden. Aksine baban karşılamıştı bizi. Kurufasulye kokan bir ev. Baban pişirmiş. İtici gelmişti doğrusu. Davlumbaz olmadığından evin her tarafı kurufasulyenin o ağır kokusu hakimdi.
- Hoş geldin kızım.
- Hoş bulduk efendim.
Pis sakalı, tombul göbeğiyle dikkat çekiyordu baban. Efendiler devri kapandı demiştin. Espiri yapmıştın. Bozulmuştum çok .
Tanışma faslı geçip gittikten sonra. Baban size çay demliyeyim demişti hiç unutmuyorum.
- Size çay demliyeyim…
Görülmüş şey miydi bir babanın kalkıpta çay demlemesi. Şaşırmışdım doğrusu. Hiç zahmet etmeyin demiştim. Biz fazla oturmayız demiştim sana işittirerek… Hatırlıyor musun ?
Olur mu kızım, gelmişsiniz o kadar. Bir şey ikram etmeden olmaz.
Sen çoktan bacak bacak üstüne atmıştın bile. Senin bu hallerini çok seviyordum. Bir insan bu kadar mı rahat olur canım ailesinin yanında; hemde ailenin en büyüğü olan babanın yanında. Belki de seni bana bağlayan bu rahat, umarsız tavırlarındı. Benim için alışılmadık bir durumdu bir babanın yanında bacak bacak üstüne atmak ve demlediği çayın gelmesini beklemek. Bizim evde bırak bir babanın demlediği çayın gelmesi, onun yanında böyle rahat oturmak bile hoş karşılanır bir şey değildi.. Esas bir duruş hakimdi. Hayretler içinde kalmış izleninlerime devam ediyordum.
Ne kadar güzel dedim. Oğlunuza çay getiriyorsunuz.
Güzel bir muhabbet. Çaylar içilmişti. Ve kalkış vakti gelmişti. İçimdeki o şeytani dürtüleri tatmin edemeden İstanbul'a koşmuştuk birden. İşte şimdi yazıyorum. Romantizmin şehirlerle buluşmak olduğunu o gece anlamıştım. İstanbul'a koşmak. Ona anlatmak, onunla konuşmak… Benim için aşk buydu işte o dakikadan sonra. Her köşe başı, her ara sokak, uzun yürüme yolculukları… Taksim'den Beşiktaş'a, Ortaköy'e… kafmıza etsimi o garip rüzgar ver elini Bebek sahiline tabanvay. Üsküdar'da terkedilmiş bir bank… neden terkedilmişliğini anlamamız için yazı beklemek gerekliydi. Korunaklı bir tentesi vardı bankın. Hemen tentenin altında bar tipi bir masaya benzer tahta, yanında döner bir sandalye. Yapan kimse tam bir bar havası vermiş. Soğuk kış günleri uğramaya başlamıştık sürekli. Dondurucu soğuğa rağmen otururduk. İsim bile koymuştuk banka. Çatı bar olsun demiştin, roof yani… Sürekli buluşmaların mekanıydı artık roof bar… roofun manzarasını hiçbir denize nazır lüks balık lokantasında bulamazdık. Karşı kıyı şeridi, Ortaköy camii,Beşiktaş,mimar Sinan üniversitesi. Seçmek o kadar da zor değildi böyle bir manzaradan Avrupa yakasını.Burada birbirimize soğuk kış günlerinde sokulur, saatlerce otururduk dondurucu soğuğa rağmen.
Sonra yaz geldi. Roofun tadı kaçtı.Yazın en tercih edilen bankmış meğer burası. Ama biz kışları onu daha çok severdik. Onu tatmak için kışı beklememiz gerekiyordu. Sonra öğrendik ki yaz akşamlarının en vazgeçilmez şarap partilerini şarapçılar bu bankta verirmiş. Hiç unutulmayacak öykülerimizi bu bankta yazmıştık. Bir gün bitebileceğini hiç düşünmeden birbirimize sözler verir olmuştuk. Bir daha ki kışa yine geliriz değil mi?... yine üşürmüyüz bu bankta… Geliriz tabii canım…
Geçen yazdan bu yana hiç uğramadığım odama geri döndüm. Norah Jones takılıydı hala teypte. Playa bastım. Senden sonra karakalem resim yapmıştım. Yalnız bir keman resmi. Duvarda asılı bana bakıyordu. Sende benim gibi yalnız mısın?... Beni yapanda yalnız bir kızdı diyordu.
Sadece kalem, kağıt ve sağlıklı bir kafa… Niçin?... Hayatı kayıt etmeye. Okuyup anlamaya. Neden?... Hep ağlamaklı değil mi?... Üzerimize üzerimize gelen hayat ağlamaklı. Hep sonra ağlatır. İçten mi sızar bu yaşlar. Sonraları içten sızar. Sonraları içe akar gözyaşlarımız. Sürekli… kime baksanız, kime dokunsanız, ilk tepki sonrası içsel bir ağlama. O dışa vurulan ilk gözyaşını ararsınız. Özlediğiniz gözyaşı. Hep o ilk göz yaşları özlenir. Bir kere ağladınız mı aşk için, bir daha o ilk ağlamanın tadını sonraki ağlamalarınızda hiçbir zaman bulamazsınız…
Aşk mı dedim..? bunu yazmalıyım …
Sonra radyo'yu açtım, yatağa uzandım. Bu ilk kış dakikasında ayrılığın, tuzu biberi oluyordu yunan müziği…
Kubilay Bürgan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Temiz bir sayfayla başladık işe…
Temiz bir sayfayla başladık işe… Önce iyice karaladık onu kurşun kalemle… Kapkara yaptık. Kalemimiz asla tükenmek bilmedi. Beklide bunun sebebi, kalemimizin gücünü karanlık kalbimizden almasıydı. Sonra insanlara yöneldik. Türlü yalanlar söyledik onlara… Umut dolu yarınlardan, güzel ve yalansız günlerden söz ettik yalan söyleyerek. Yüzümüz kızarmadı asla tüm bu yalanları söylerken. Çünkü karanlık suratlarımızda belli olmuyordu utancın pembe lekeleri. Siz karanlık sokaklarda kendi aydınlığınızla bulurken yolunuzu, biz hep karattık sokağa bakan yüzümüzü. Bize göre Barış ve Umut yalnızca yeni doğmuş çocukların adlarında kalmalıydı. Huzur ise belki sadece bir apartman adı olarak kalabilirdi. Unutulmuş ve terkedilmiş bir sokakta camları kırık, damı akan bir apartman. Apartman sakinleri de güvercinler, fareler ve beklide kediler olurdu.
Durmaya hiç niyetimiz yoktu. Önce renklere, dinlere ve ırklara ayırdık insanları. Böylece dilediğimiz gibi ve tüm samimiyetimizle kusabilirdik zehrimizi üzerlerine. Tek kalkanları olan insanlık erdemlerini ise çoktan idama mahkûm etmiştik. Ama yetmedi. Bu kadarcık kan, nefret ve kin tohumlarının yeşermesine asla yetmezdi. Tüm insanlığın damarlarından oluk oluk can suyu akmalıydı günah tarlalarına. Hasatımız iyi olmalıydı. Ama yine yetmedi. Hasta yatağında iyileşme umuduyla bekleyen insanlığa, yalan serumları aşılıyorduk her gün. Kısacık bir maceraydı bize göre şu insanlığın ki. Ve fazla uzun sürmeden son bulmalıydı. Her gün gömdük milyonlarcasını toprağa ve gömmeye de devam ediyoruz. İnsanlık öldü duyanınız oldu mu? Belki bir çelenk göndereniniz olur diye söylüyorum. İsimsizler mezarlığında yatmakta şuan Yalnız cenazede kimse insanlık için "iyi bilirdik" demedi.
Size ne kadarda çok benziyoruz dimi, beklide sizlerin aynadaki birer yansımanızız. Bunu gördüğünüz anda saklandınız "gerçekten" ve büyük bir incelikle de sakladınız gerçeği. Sırlı camlara yalancı yansımalar yerleştirdiniz. Başından beri yalanlar söylediniz kendinize. Sonrada ölmek istediniz… Ne gariptir ki insanlığın kabul olan tek dileğiydi bu. Acınızı dindirmeye bir melek gelmişti işte. Gülümsediniz ona. Oda size güldü. Ellerinden tutup ayağa kalktığınızda yerde yatan bedeninizi gördünüz. Bu kez gülümsemeyi kestiniz. Yerde yatan sizdiniz ve hiç de aynadaki yansımanıza benzemiyordunuz. Ve ellerinizde kendi kalbinizi tutuyordunuz. Aslında pekte sizin ellerinize benzemiyorlardı. Kendi kanınız sıçradı ruhunuzun üzerine. Nihayetinde ağlayan ruhunuzdu bedeninize.
İşte sancılı bir doğumla ağlayarak dünyaya gelen insanoğlunun ölümü bu şekilde oldu, göreniniz oldu mu? Bir sayfa kadar temiz olan bedenleri, kapkara olanda ruhlarıydı ve yaptıklarının tüm bedelini bedenleri ödedi. Ruhlarıysa en kolay olanı yaptı. Kaçıp gitti. Bedenleriyse toprağa mahkûm oldu. En çokta sokaklar özledi insanlığı. Çünkü titrek bir mum alevi kadar bile olmasa da aydınlıktılar. Ve beklide yaşamalıydılar.
Ferhat Kaya
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Eksik Kalsam
Son kadehi içemesem hiçbir zaman.
Son öpücüğü veremeden uyusam yanında.
Sen evden çıkarken yanına gelemesem bir sabah, uyanamasam.
Yemek hazırlasam ama tuzunu unutsam.
Neşe içinde gülemesem bir gün hatta ağlasam.
Arasam seni ama sesim duyulmasa.
Evimi, evini pis bıraksam.
Hiçbir şey yapmamışken yorulsam.
Bir yere gidemesem, bilemesem nereye gideceğimi.
Arayamasam hatta telefonla bile, bulamasam kelimelerimi.
Dursam sadece, akmasam.
İstemesem ne kilolarımı ne de elimi vermeyi.
Bir son vermiş olsam ama başlayamasam.
Nereden ve nasıl başlanır bir türlü bilemesem, şaşırsam.
Başlamayı bilmediğimden tembel olsam.
Saçlarımı taramasam, bakmasam yüzüme yeterince.
Sürmelerimi bıraksam sürmeyi.
Dursam bu gece, akmasam.
Eksik kalsam.
Zaman da durur mu?
Bekler mi benimle beraberce?
Yoksa, o akar da ben yetişemez miyim sonrasında?
Sen durur musun sakince yanımda?
Bekler misin yeniden başlama mı?
Gülen gözlerimi arar mısın?
Tamamlar mısın, eksik kalan yanlarımı?
Aslı Sarıoğlu
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.msnbc.msn.com/id/21253084/ Ermeni Tasarısı ile ilgili olarak MSN de yapılan bir anket. Girip ağız dolusu bir "NO" demek istersiniz sanırım!..
http://www.kuresel-isinma.org/ Adamlar üşenmemiş "üresel Isınma" ile ilgili herşeyi bir araya getirmişler. Size düşen ise girip biraz ilgi göstermek. Haydi bakalım...
Türkiye'den yola çıkıp, dünya denizlerinde küresel ısınmaya karşı insanları uyaracak bir yelkenlinin hikayesi... http://www.globalwarner.org/ Küresel Uyarıcı Olun! Çocuklarımıza dünyayı yaşanır bir yer olarak bırakmak istiyorsanız, sizi de Global Warner’ın dünyayı uyarmak için çıktığı yolculuğuna bekliyoruz
Üstlendiği misyon, yaptığı filmle bu yıl Nobel Barış Ödülü'ne ortak olan Al Gore'un filmi için hazırlanan sitesi. İlginç şeyler bulacağınızdan eminim. http://www.climatecrisis.net/
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|