|
|
|
24 Ekim 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Padişahım sen çok yaşaaaa... |
Merhabalar,
Bir itidal çağrısıdır gidiyor. Herkesin içi yanıyor, isyan ediyor ama birileri kalkıp aman sakin olun diyor. Niçin? Birbirimizi yemeyelim diye. İyi güzel, kimsenin bir itirazı yok. Olabilir mi? Peki, kahpe saldırılara infial duyarak sokaklara dökülmenin, dökülüp terörü ve teröristi lanetlemenin, şehitlerimiz için haykırmanın, milleti tepki vermeye davet etmenin, tepkilerini ifade ederken, gaz almak adına bile kıl kıpırdatmayan, bu memleketin geleceği konusunda tek söz sahibi hükümeti eleştirmenin neresi kötü? Dışarıya birlik mesajı verecekmişiz, ayıp oluyormuş. Asıl ayıp olan sizin hâlâ o mevkileri işgal ediyor olmanız. Sanki dışarıda bizi ipleyen varmış gibi bir de sessiz, sakin protesto yapacakmışız. Haydi canım sizde, gidin işinize. Gitmeyin de siz işinize bakın, tepki göstermeyi bize bırakın. Çiçek bakan meclis kürsüsüden haykırıyor; "Ben de sizin kadar seviyorum bu memeleketi" diyor. Yok bir de sevmeseydin. "Altyapıyı hazırlıyoruz, sıkın dişinizi" diyor. Sanki sabah uyandığında buldu çocuğu kucağında. Şimdiye kadar altını üstünü neden hazırlamadın? Sınırlarının ötesindeki tüm medya birlik olup halkını kışkırtmak için elinden geleni yapsın ama senin gücün onlara yetmediği için RTÜK'e emir ver, televizyonlar kararsın. Padişahım sen çok yaşaaaa...
Bir sevgili arkadaşım grubumuza eposta attı dün. Birtakım değerlendirmeler yapmış ve neticesinde önümüzdeki yirmi yılın sonunda varacağımız muhtemel halleri üçe indirmiş. Birincisi 1976'nın Beyrut'u, ikincisi 1979'un İran'ı, üçüncüsü ise 1970'lerdeki Şili, Peru. 80-82'nin Türkiye'sini mumla arayacağız diye de eklemiş. İlginç değil mi? Bunu salim kafayla bir düşünmek lazım. Beyrut, İran, Şili, al birini vur ötekine. Çıkış var mı? Elbette vardır ama kiminle? Bunlarla mı? Haydi canım güldürmeyin adamı. Dün babacan babacan dolaşıp destek aradılar, bakalım bugün şapkadan ne çıkaracaklar? Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
SÖZLERİN SAHİPLERİNE SESLENİŞ
Ey!!! Tavşana kaç, tazıya tut diyenler,
Alt kimlik, üst kimlikle Türk' ü parçalara bölenler
Anayı da alıp gitmesini emredenler
Askerliğin yan gelip yatmak olmadığını belirtenler
Şehit mehmet' ciklerimizi "KELLE" diye ifade edenler,
Atatürk'e küfür edenler ve ettirenler,
Cumhuriyetimizi, özgürlüğümüzü hazmedemeyenler,
Argonun lugatını günbegün topluma ezberletenler,
Vatanımızı parsel, parsel yabancıya verenler,
Ata'mızın zati eşyalarını bir bir satanlar
Avrupa, Amerika kapılarında çareler arayanlar,
Öğretmenlerimize rahatça dil uzatanlar.
İzmir'imizi GAVUR diye adlandıranlar,
Güzel dinimizi, kafalarına göre uygulayanlar,
Kadını ve onun varlğını, özgürlük hakkını hiçe sayanlar,
En elzem işleri bırakıp, bir metre kumaş için savaşanlar,
Türkiye aleyhine Avrupa' da dava açanlar,
Ne Mutlu Türk' üm sözünü saçma sapan bulanlar,
Kardeşi kardeşe vurduranlar,
Baş tacı ettikleri koltuklarda bağdaş kurup oturanlar,
Sapasağlam çocuklarına, çürük raporu aldıranlar,
Şehit Mehmet' ciklerin yakınlarını unutanlar
Türk'üm demeye utananlar,
Şehitlerimizin dağlı kaatillerini , şehirli yapmayı planlayanlar,
Türk'e ters düşen yeniliklere karanlık tüneller açanlar,
Daha bir çok yanlışlıklara çekinmeden imza atanlar....
Bu yaptıklarınızdan hiç mi yüreğiniz sızlamıyor?
Hiç mi o gözlerinizden bir damla bile yaş akmıyor?
Hiç mi bayrağımız size birşeyler anlatmıyor?
Hiç mi milli marşımız sizi heyecanlanıp, duygulandırmıyor?
Hiç mi Mehmet' ciklerimiz, bu vatan için vurulmuyor?
Hiç mi kan kokan topraklarımıza ayağınız basmıyor?
Ama..... Neden olsun ki bütün bunlar,
Sizin çocuklarınız değil ki, vurulanlar,
Sizin aileniz değil ki, Feryat edip, haykıranlar,
Sizin şahsi malınız değil ki, şehit kanlarıyla yoğrulan topraklar,
Sizlere dokunmuyor ki, sayısız zehirli yılanlar.
Unutmayın ki :
Maddeyle kazanılan kişi ikiyüzlüdür, dost olamaz,
Sevgiyle, saygıyla kazanılan dost, asla parayla satın alınamaz.
söylenen kırıcı bir sözün, bir daha tamiri olamaz,
Kapıyı çalınca ölüm, ne para, ne ulema hiç kimseyi kurtaramaz.
Diyorum ki,
Ata' mızın emaneti Vatanımız ilelebet kalıcı, sizler ise birer yolcusunuz.
Şu andaki döneminizde, ülkemde herşeyi satabilir, birkaç kilo kuru erzakla, bir çok cahili satınalabilirsiniz. Ama....... Ne vatanı satabilir, ne bizi ne de bizim ideallerimizi asla ve asla satın alamazsınız. Buna değil zamanınız, saltanatınız, hatta ömrünüz bile yetmez.
Çünkü, dünya Sultan Süleyman' a bile kalmamış ki, bu vatan sonsuza dek sizlere, sizler gibi şeriatçılara kalsın.
Ülkemizde inşa ettiğiniz bu karanlık çıkmazda, Mehmet' ciklerimizin ve Türklüğü gerçekten içine sindirmişlerin sayesinde, güneşin yine parlayacağına, insanların yine birbirleriyle kardeş olacağına, Mustafa Kemal ilkelerinin yeniden canlanacağına, Bir daha Türk' ün, düşmanlarına tavizlerde bulunmayacağına, yine Türk' ün geçmişte olduğu gibi başını dimdik tutacağına, hiç bir şehit evladımızın kanının yerde kalmayacağına ve de içimizdeki vatan sevgisine, Tanrı' nın da şahit olacağına yürekten inanıyor ve de "BEN BİR TÜRK KADINIYIM, MUSTAFA KEMAL' İN EVLADIYIM, NE MUTLU BANA " diyebilmenin, onurunu yaşıyorum.
Gülçin Serin Hamburg
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Fincandan Taşanlar : Aslı Sarıoğlu |
Çocuğum
Ben bir anneyim.
Bu bir birinden ayrışmış, sınıflanmış şehir içinde, çocuğuma göre sağlam bir yer arayan anne.
Onsuz olsam, küçük bir sığınak arardım sadece.
Geçinir giderdim, azıcık ekmeğimle.
Ölümümü beklerdim, doğduğum yerde.
Ama onun daha uzuuuun bir yaşam sürmesi gerekli.
Yaşam kurması gerekli bir yerlerde.
Bu nedenle bu yolculuğa çıktım,
kah çocuğum yanımda, kah omuzlarımda...
Şehrin en yukarılarında oturan zenginlerin mahallesine vardım ilkin.
Bütün renklerin en canlıları vardı bu semtte.
Güneş, ışığını esirgemez ve daha da canlandırırdı bu renk cümbüşünü.
Kavuniçi, mavi, pembe güzel binalar,
hepsi yeni boyalı ve rengarenk çiçeklerle bezeli.
Çirkinlikten nasibini almamıştır ayrıca kimse,
bu soylu yerde.
Güzellik huzurla iç içe.
Burada yaşasa insan,
tüm dünyanın yaşanılır olduğunu sanır.
Nefes alıp vermenin büyük bir nimet
ve ayaklarınsa yaşamın dansına eşlikçi olduğuna inanır.
Küçük, şirin dükkanlar vardır burada,
her türlü ihtiyacın bulunabildiği.
Fabrikalar yoktur, büyük bacalı, tozlu ve kirli.
Buradaki insanların çok çeşitlidir yedikleri
ve yine rengarenktir tabaklarındakiler.
Yenir peynirin en iyisi,
İçilir şarabın en kalitelisi.
Mutlu olmak için gelmişlerdir dünyaya
ve yaşarlar güzel bir şiir gibi.
Kapalı değildir buraya açılan kapılar
hatta kapı bile yoktur, ayrılır büyük yeşil ağaçlarla...
Çocuğuma en güzel kıyafetlerini giydirdim,
hazırlarmış gibi bayrama.
Onu güzel bir geleceğe kaybetmek için getirdim,
analığımdan vazgeçmek pahasına.
El ele girdik semtin bir köşesinden.
Islak gözlerim, durgun yüz ifademle ben,
masmavi çakı gibi ben boylarında oğlum...
Yürüdük, renkli çiçekli bahçeler arasında,
ona gofret alabilmek için durduk bir ara.
Ait olmadığım fark ediliyordu buralara.
Sonra yemyeşil bir parka oturduk,
havuzlar ve çiçekler arasında,
Güzel bir heykelin karşısına.
O gofretini yerken sakin,
bense ona bir aile arayışında,
gözlerine bakıp bakıp ailelerin.
Cıvıl cıvıl çocuklar koşuyorlar,
annelerinin babalarının yamacında.
Gofretini bitirdi oğlum
ve sakin bir banka oturdum.
Git dedim ona.
Git, yeni bir yaşama.
Kaybetmek üzerine başlayan yaşamını yeniden kazanmaya başla.
Kendini bilmez halde uzaklaştı oğlum,
İzledim onu mıhlanmış gibi oturduğum bankta.
Bir iki çocuğun yanında, oyunlarına katıldı ilkin.
Büyüyememiş, çocuk kalmıştı yanımda.
Körebe oynuyorlardı çocuklar,
saklandılar ağaçlara, havuzun arkasına.
"Bir iki üç sobeeee, saklanmayan ebeeee",
"Ayliiiin gördüm seni",
"Ya sen kimsin ki?"
diye sordu oğlumu sobelediğinde, ebe.
Oğlum, ismini söyledi.
Bilememiştim ona bu ismi verirken,
İsmiyle tüm geleceğini belirlediğimi.
İlk önce kısık sesle, sonra güldüler kahkahalarla.
İki çeşme olmuştu oğlumun hıçkırıkları.
Yüreğim dayanmadı buna.
Kalktım ve elinden tutup onu,
tekrar çıktım yola...
Bu semtin hemen yakınında,
ağaçların arkasında gri bir semt başlar.
Sürekli bir toz bulutu hareket eder sokaklarında.
Fabrikaların düdükleri duyulur vardiya saatlerinde.
Toz bulutu içlerine işlemiştir yaşayanların,
büyük gri bir kütle işe gider durur.
Birbirine yaslı, uzun ve bazen hiç boyanmamış,
bazense boyası eskimiş apartmanlar onları saklar.
Yaşatmaz, daha çok saklar
içindekileri vardiya saatlerine kadar.
Namuslu, dindar,
geleceğinin hiç gelmeyeceğine alışmış insanların
yaşadığı yerdir bu;
Bodur kalmış ağaçların bile gri olduğu.
Kalabalık, yalnızlığını azaltmaz buradaki insanların.
Yaşamın zorluğu,
çelik rengi siluetinde görünür.
Yetişmek ve tamamlamaktır günün amacı.
Bir sürü ses, tekrar eder durur;
Fabrika düdükleri, ayak sesleri,
makine tıkırtıları, yemek şapırtıları,
yorgunluk horultuları, saat alarmları izler durur birbirini.
Dua sesleri haftada bir eşlik eder bu sürece.
Benim zaten iyi tanıdığım,
zorlularına bir süre tanık olduğum bir yerdir bu.
Bir yerinden girmenin hem çok kolay,
sürdürmenin de aynı oranda zor olduğu.
Sadece günlük yaşamın devam etmesinin verdiği
zorluk değildir bu.
Aynı tanrıya inanmalı, aynı şekilde uyanmalı,
evlenmeli, çocuk yapmalı,
belirtilen tüm kurallara uyulmalı
herkesle birlikte burada.
farklı olanları tükürülüp dururdu.
Ayakta kalmalarının,
bu çok önemli kurallara bağlılığnıı öğütlerlerdi birbirlerine,
çocuklarına.
Yaşam, zordu.
Bütün şehir içinde en büyük semttir aynı zamanda.
Gözlenirdi her birinde
şehrin kalbi ve atar damarı olduğu bilmenin gururu.
Giriş çıkışın en fazla olduğu semtti
aynı zamanda.
Sabah fabrika düdüğünden bir iki saat sonra
girerdi soylular güzel arabalarıyla buraya.
Almak için ve korumak için
büyük paylarını pastada.
Akşam üstleri de
aynı güzel kıyafetleri hiç kirlenmeden
dönerlerdi evlerine.
Buradakilerin kene dedikleri
aykırılar,
gitmek zorunda kalırlardı arada sırada.
Semt huzura kavuşurdu,
onları tükürüp attığında.
Mücadele etmeye alışmışlardı,
ayrıksı otları temizlerlerdi
devam edebilmek için kurallarına.
Bir vardiya saatine yakın girdim bu semte.
İyice sarıldım oğluma.
Büyük, gri bir fabrika bahçesinin önünden
ilerledim
tozlu yollarda.
Önüne bakan, hızla yürüyen
insanların yanından yürüdüm
ve düşündüm oğlumu bırakmayı burada.
Üzüldüm.
Küçük oyuncaklarla oynamak yerine
yapacaktı onları bir oyuncak fabrikasında.
Akşam, çorbayla başlayan
bol ekmekli yemekler yiyecek
ve yemekte konuşmamayı öğrenecekti sonra.
Ona liste halinde öğretilen soruları sormayı
ve başka soruları hiç sormamayı öğrenecekti.
Kabullenmiş,
her anı belli bir yaşamı sürdürecekti.
Burada sevgi vardı tabii
diğer duygular gibi vazife şekliyle.
Büyüklerini saymayı,
küçüklerini sevmeyi öğrenecekti.
Bir büyük tanrı olduğunu
ve onu hep gözlediğini bilecekti.
Bu nedenle hep tetikte,
hep ciddi yaşayacaktı.
Oynayamazsa yaşamı kurallarıyla,
beceremezse
tükürecekti bu semt onu da.
Böyle bir seçeneği onun için seçemezdim.
Yok edemezdim onu bu büyük fabrikada...
İçim sıkıştı, daha bir sıkı sarıldım oğluma.
Hızla devam ettim yoluma.
Hiç durmadan kilometrelerce yürüdük,
çıktık bir başka karanlığa...
Yolun başında oğlumu çıkardım sırtıma.
Hem çok yorulmuştu
hem de bu yeni yerde,
aşk kadar pervasız,
güç kadar karşı konulmaz sanılmasını istemiştim onun.
Şehrin bu bölgesi
Tekrar etmenin imkansız yakasıdır
Aynılığı.
Tüm renkler ve tüm yüzler
Sadece kendisidir.
Tekil halde yaşanır bu semtte
Hemen fabrikaların karşısıdır.
Karanlık, neon ışılarla aydınlanır
Bir köşede.
Karanlığa bırakmıştır kendini
Bir diğer köşe.
Sokaklar bile
Zor çıkar bir diğerine.
Yaşamlar çıkmazdır,
Evlerin içi dışarıda...
İnançları da kalmamıştır
Yüce tanrıya.
Renk de vardır çeşit çeşit
Karanlık da.
Çingenelerin ellerinde tefleri bir yanda
Dans ederler,
Diğer yanda kan tükürür bir adam.
Bir çocuk yalnız başına yürür sokaklarda.
Sokak köpekleri, sokak kedileri,
Sokak insanları her yanda.
Yaşam hem pul kadar ucuz,
Hem de altın gibi biçilmez paha...
Hiçbir yere ait olmayanların
Ait hissetmemek için kurdukları
Bir semttir.
Bu gün vardır bir,
Bir de bilenemeyen yarın.
Dün yaşanmış ve bitmiştir
Temizlemelidir kalanları.
Her türlü taşa, toprağa, suya
Ateşe ve kana açık,
Her türlü soruya, cevaba,
Karara ve kararsızlığa hazır,
Hüzne, neşeye ve gözyaşına alışık,
Yaşamalıdır.
Ayni ya da nakdi kazanmalıdır bu günü.
Krallar ve köleler, hepsi düzensiz,
Güçlü ve güçsüz,
Ama mutlaka kimsesiz
Bulunmalıdır burada.
En zor sorular sorulabilir
Ve cevaplanır korkulsa da.
Korkuyu, korkusuzluklarıyla silmişlerdir.
Güçsüz olunsa bile,
Bir duvarın dibinde kalınabilir.
Oğlumu aldım sırtıma
Ve kocaman bir yürekle
Yürümeye başladım sokaklarda.
Bir yanda esrar çeken bir iki kadın,
Diğer tarafta ellerinde kitaplarla, yaşlı adamlar
Bir yandan eğlenceli bir oyun havası duyuluyor,
Diğer yanda sert bir rock müzik.
Bir yanda sonuna kadar kapısı açık
Kırmızı bir ev,
Diğer tarafta minik beyaz bir kulübe.
Birlikte tek bir kişi olup,
Yürüdük kalabalığın arasından,
Sokak köpekleri, sokak kedileri,
Sokak insanları ve biz.
Hiçbir yere ait olmayan bu insanların arasında
Burada, buraya ait olduğumuzu hissettim.
Sorularımızı bu güne ait sorduğumuz
Ya da
Korkmadan yaşamı sorgulayabileceğimizi
Bu büyük kakafoni içerisinde bir yer bulabileceğimizi
Oğlumla kalabileceğimi hissettim.
Bir minder bulup,
Bu günü uyuyabileceğimi,
Yarına uyanabileceğimi.
Seviyorsam bağırabileceğimi hissettim,
Nefret edebiliyorsam rahatlıkla arkama dönebileceğimi.
Kendim olacağımı hissettim
Oğlumun da kendi olabileceğini.
Korkular yaratmak yerine
Gerçek nefesler alabileceğimi hissettim
Yaşayabileceğimi,
Oğlumun da yaşayabileceğini.
Bulduk kendimize bu hiçbir yere ait olmayan semtte
Bir yer.
Tükürülmeyecek, yadsınmayacak, sorularımızla,
Sorunlarımızla, biz olarak yaşayabileceğiz.
Bize sorulmadan elimize tutuşturulan,
Adına yaşam denilen,
Ölüme kadar sürecek olan zamanı,
Kendimizin haline getirebileceğiz.
Aslı Sarıoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
PARÇA PARÇA
Gülerken ağladığının kanıtıdır parlayan gözbebekleri,
Gözyaşları içine boşalır günün her saatinde
Ve etraf sadece boşalmak isteyen beyinlerle dolu olur,
Ağlarken yaslanacak bir omuz istemiyorsan artık
Yalnızlığın denizi çoktan boğmuştur tek hücreli bedenini
Kendine katlanamayıp evinde bile uyuyamıyorsan
Mahkumdur yasadığın gece başkasına ait bi bedene,
Tırnaklarına iyi bakmıyorsun diyen sese
Evettir verilecek tek cevap böyle bi gecede..
Ruhun çığlıklarla çırılçıplak dolaşırken herhangi birinin evinde,
Çıplak bedeninden utanırsın..
Sunduğun tekliflere gülüyorsa insanlar
Yüzüne yerleşen gülümsemeden kurtulamıyorsan bir türlü
Sonun evrenden farklı değildir aslında..
Yanlış yöne gidiyorsa zaman
Ya da sen bilmeden ters yönde ilerliyorsan
Kaçırdığın şeyler var demektir hala..
Güneş siyahsa her doğduğunda
Aydınlanan günün inadına
Karanlık gecenin ayazında donan bir gül gelir (s)aklına,
Ama tüm bunların sonunda
Bira ve sigaranla geçtiysen yazmak için aynanın karşısına
Kendinden bir parça taşıyorsundur hala...
Esra Özan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
BUDALA
Mürsel, içine kapanık ama utangaç olmayan, kendini beğenmiş ama kendini tartmaktan geri kalmayan, mutlu olmaya çalıştığını söyleyen ama sanki mutlu olmamak için elinden geleni yapıyormuş gibi görünen, sürekli başkalarının hakkında yüzlerine bakarak karakter tahlilleri yapmaya çalışan ama insanları dış görünüşlerine göre değerlendirilmemesini gerektiğini söyleyen, çekingen ve sinirli bir gençti.
Pek yakışıklı sayılmazdı ama o bundan çok memnundu. Hatta sanki çirkin olmak için uğraşır, sokaktayken yanından geçen insanların onu gördükleri anda kafalarını başka yöne çevirdiklerine sevinir, bu yüzden kendini diğer insanlardan üstün görürdü.
Soğuk ve karlı bir sabahta, yüzüne bakıldığında dertli görünen bir surat ifadesiyle, ellerini siyah paltosunun cebinden asla çıkarmayacakmış gibi bir tavırla, yavaş yavaş, kafasını yerden kaldırmayarak, hiçbir şey umurunda değilmiş gibi görünmeye çalışarak yürüyordu.
Her zaman yürürken düşünür ve bu yüzden de çoğunlukla canını sıkkın hissederdi. Sanki düşünmek kendisine acı veriyormuş gibi davranırdı. Hayatının hiçbir evresinde, hiç arkadaşı olmamıştı, çünkü onda insanları iten bir şey vardı. O da zaten bundan memnundu. "Bana yaklaşmaya bile çalışmasınlar, çünkü ben de onlara yaklaşmıyorum" diye düşünüyordu.
İnsanların hayatları boyunca yalnız olduklarını, öyle kalmaları gerektiğini, arkadaşlığın aldatmacadan başka bir şey olmadığını, insanın yalnız doğduğu gibi yalnız ölmesi gerektiğini ve arkadaşlığın, kendi işini kendi göremeyen yeteneksizlerin ve zayıf yaratılışlı kişilerin işi olduğunu söylerdi.
İçine kapanık ve donuk tavırları, bazı insanların onu gizemli bulmasına neden oluyor, onu anlamak için yaklaşıyor, soru sormaya başlıyor, ama hep aynı duvarla karşılaşıyor, daha sonra da bu adamın ruhsuz ve duygusuz bir budala olduğunu söyleyip, uzaklaşıyorlardı.
Mürsel, bu kişilere hiç kulak asmaz gibi yapar ama onların, kendi hakkında düşündüklerine de gizli bir ilgi gösterirdi. Diğer kişilerin, kendi hakkında ki "budala" yakıştırmasına hiç kızmaz, bunun, onların kendi bayağılıklarından yada onlarla tanışmak istemediğinde gururlarının incindiklerinden kaynaklandığını düşünürdü. Diğer kişilerin böyle davranması için uğraşırdı adeta, çünkü böylece mutlu olurdu.
Her zaman insanlarla arasında bir duvar vardı, bu duvarı kendi örmüştü ve yıkmaya da niyeti yoktu. Kendi dünyasında yaşamayı seçmişti, çünkü insanın ancak o zaman özüne dönebileceğini, insanlıktan uzaklaşmayacağını, dış dünyanın hızına ve içi boşluğuna kendini kaptırmayacağını, toplumun değerlerini hiçe sayarak, kendi kurallarını koyabileceğini, böylece de güçlü olacağını düşünüyordu. Ona göre toplum, insanı kendi insani duygularından kopartıp, başka bir karaktere bürüyordu, bu yüzden her insanın inzivaya çekilmesi gerektiğini, çok sosyal insanların "budala"dan başka bir şey olmadığını, kendine fikir edinmişti.
Ne var ki insanlar sürekli fikirlerini değiştirirler, bu fikir değiştirme süreci çok acımasızdır. Mürsel'de işte tam bu süreçteyken caddede yürüyor, bu zamana kadar inandığı bir fikri nasıl olur da değiştirebileceğini düşünüyordu. Başına gelen bir olay, tüm dünyasını allak bullak etmişti, birileri onu huzurlu ve mutlu dünyasından uyandırmaya çalışıyordu, neden böyle yapmak istiyorlardı ki sanki? İnsanların işi gücü yoktu da onunla mı uğraşıyorlardı? Yoksa insanlar can sıkıntısından, başka insanların huzurunu bozmaktan zevk mi alırlardı?
Felsefe merakı yüzünden bu sorularla cebelleşerek caddeleri arşınlıyordu. Böyle şeyleri düşünmek ona acı ve sıkıntı veriyordu ama düşüncelerini durduramayacağını da biliyordu.
Mürsel, hiçbir zaman kendini kandırmayı beceremezdi, böylece sürekli kendi duyguları tartar ve yeni kanılara varırdı. Bu düşüncelerin kafasını sıkmasını seviyordu. Kafasını yerden kaldırmadan yürümek, yüzüne acılı ve dertli bir ifade vermek, dumanlı ve düşünceli bir kafayla, hiç kimseyi umursamadan dolaşmayı istiyordu, ama kendini tartma huyu bir türlü yakasını bırakmıyordu.
"Ben budalanın tekiyim. Benim öyle büyük sıkıntılarım, hayatın bana kötü yüzünü gösterdiği falan yok. Hayatımda hiç acı çekmedim. Bu yüzden duygusuz ve korkağım. Hiçbir mutluluğu yaşayamadım, çünkü mutlu olmak için önce acı çekmek gerekir. Ben, o acı çektikleri halde büyük işler başaran büyük adamlar gibi olamam, ben sadece onlara özenen biriyim. Onlar da acaba benim gibi başka birilerine özenmişler midir? Hayır! Onlar büyük kişiler, çünkü kendilerine özgü düşünceleri ve kendilerine özgü hareketleri var. Bense onları taklit etmeye çalışan, tipik bir insanım. Benim gibi yüzlerce insan var."
Böyle şeyleri sürekli kafasında geçiriyor, kendini sürekli yeriyordu, sonra bu yaptığının hoşuna gittiğini fark ettiğinde de kendine kızıyordu. Evet, kendini yermeyi çok seviyordu. Bir böcek gibi görünmek, insanların gözünde hiç değeri olmaması, her zaman başkalarının altında kalacağı düşüncesi, ona tarifsiz bir haz veriyordu.
Peki neden böyle düşünüyordu? Çünkü bir insan için en önemli olan şey, kendine bir kimlik bulmasıdır. Ne olursa olsun! Yeter ki kendine bir kimlik edinsin.
Mürsel'de bunu biliyordu ve yaptığının boşa olduğunu fark ettiğinde, tüm umutlarıyla birlikte hayatı da yok olmuştu, çünkü onun umutlarından başka bir şey yoktu.
Mürsel'in başından geçen, dünyasını allak bulan eden olayı anlatmak çok uzun süreceğinden burada anlatmayacağım, sizin bilmeniz gereken, bu olay, Mürsel'in bu inzivaya çekilme ve güçlü adam olma projesini bütünüyle yıkmıştı.
Şimdi ne yapacaktı? Geleceğe dair hiçbir umudu kalmamıştı, önüne baktığında beyaz bir boşluktan başka bir şey görmüyor, kendini vasat bir işte, hayat boyu çalışarak, yaşlılığını, ölümünü ve geride ne bırakacağını hayal ediyor, aynı zamanda kahroluyordu.
Meğer insanı ayakta tutan tek şey umutlarıymış. Bir insanın umutları yıkılınca bu dünyada ne işi olabilir?
"Canım çok sıkılıyor. Başım ağrıyor. Her tarafım sızlıyor. Sanki kalbim bir mengeneye sıkışmış gibi. Tüm vücudum kırılıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Beni hayata bağlayan hiçbir şey kalmadı. Ben, fikirlerim olmadan ayakta kalamam, çünkü onlardan başka hiçbir şeyim yok. Üzerimdeki uyuşukluk tüm benliğimi sarmış vaziyette. Başımın içini sanki bir sarmaşık sarmış gibi. Üzerimdeki karanlıktan ne zaman kurtulacağım. Sanki beni bir şey tutsak etmiş ve sanki tüm gücümü emiyor. Bundan sonra ne yapacağımı bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok. Acaba kendime yeni bir fikir bulsam, eski sağlığıma kavuşur muyum? Hayır! Artık yoruldum. Yeni fikirler bile beni hayata döndüremez gibi geliyor. Başım dönüyor, acaba bayılır mıyım? Ama ayaklarımda kuvvet var. Bundan sonra ne yapacağım. Ben artık neden yaşıyorum ki… Hiçbir amacım kalmadı, amaçsız yaşayabilir miyim? Yaşarım ama bir ruhtan farkım olmaz. Ben artık, ben değilim. Özümü kaybettim. En iyisi ölmek!"
Ertesi gün, devasa bir binanın dibindeki kalabalık, yerde yatan talihsiz gencin etrafına toplanmış, korkuyla ve hayretle bakıyorlar, gencin paramparça olan vücudu ve ortalığa saçılmış kanlar yüzünden midesi bulananlar oluyor, yine de yorum yapmaktan geri kalmıyorlardı, bu yorumlar daha çok alaycı şekildeydi:
- Kesin bir kız yüzünden intihar etmiştir. Böyle genç yaşta intihar edenlerin başka ne derdi olabilir ki…
- Belki de parasızlıktan ölmek istemiştir!
- İntihar eden insanları anlamıyorum, hayat bu kadar güzelken neden ölmek isteyeyim ki?
- Acaba ne derdi vardı?
- Vücudu da paramparça olmuş, daha fazla bakamam.
- Kanlara bak, her tarafa saçılmış, acaba bunu yüzünden trafik tıkanır mı?
- Kimse itfaiyeye haber vermemiş mi?
- Aaa, anne bu çocuk niye yerde yatıyor, söyle de kalksın yoksa üşütecek.
- Boş ver oğlum, gel gidelim hadi.
Kalabalıktan bu vurdumduymaz sesler yükseliyor, insanlar hayret ve zevkle yerde yatanı seyrediyorlardı.
Daha sonra polis geldi ve maktulün cebinde özenle katlanmış bir kağıt parçası buldu, kağıtta, "Kimsenin suçu değil, kendi isteğimle yaptım," yazıyordu.
Kalabalığın içinden gözlerini cesede dikmiş olan Mürsel, yerde yatan delikanlının kendisi olduğunu hayal etmekten kendini alamadı. Bu arada kalabalıktaki insanların vurdumduymaz konuşmalarına sinirlenmiş, bu insanların bayağılına şaşırmıştı.
"Demek, ben de intihar etsem, arkamdan böyle şeyler olacaktı. O zaman iyi ki intihar etmemişim, çünkü bana önem vermeyen insanlara, ben neden önem verip, onlara böyle bir zevk yaşattırayım ki…"
Doğukan Güney
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
BAĞIMSIZLIK GÜLÜ
Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Bir topçu neferinin
Sakaryalı yaz toprağında
Sıcak kan gülü.
Alıp koklamak o gülü
Hangi baharda?
Türkçenin özgür kırlarında
Türkülerde burcu burcu,
Bilgeliğin ana gülü!
Bir basmadan alıp o gülü,
Hangi basmadan?
Nazilli fabrikasından
Pamuğumuzdan, emeğimizden,
Dokuduğumuz halk gülü.
Hoyrat ellerinden alıp o gülü
Hangi ellerden?
Uzak Teksaslı çobanların
Bilmediği, uğruna can vermediği
Türkiyeli o çileler gülü.
Yerine koymak, kutsamak o gülü,
Hangi yerine?
Mustafa Kemal'in bahçesine
Bir ulusun suladığı beslediği
Yediveren bağımsızlık gülü!
CEYHUN ATUF KANSU
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Balans Music & Performance Hall
24 Ekim 2007
Kapı Açılışı: 21.00
Bilet Fiyatı: 15 YTL
Mara
Birçok dilde "kadın" anlamına gelen Mara, Budizm'de Buda'yı baştan çıkarmaya çalışan, dünyevi güzellikleri simgeleyen kadının adı.
Kendine bu ismi seçen İstanbullu rock topluluğu Mara, ilk albümü "Her Şey Yolunda Anne"yi 2006'nın sonunda çıkardı.
1998 yılında Doğan Sovuksu ve Bülent Şenyürek tarafından kurulan Mara, o yıldan beri İstanbul'un birçok mekânında konser verdi.
Grup, hayatını müziğe adamış 3 elektronik mühendisi ve 1 okullu müzisyenden oluşuyor. Doğan Sovuksu (vokal, gitarlar), Bülent Şenyürek (klavye), Özge Metin (keman, akordiyon, klarnet) ve Erkan Abdullahbeşe (davul)'den oluşan Mara, Türkçe sözlü rock yapıyor.
İçten şarkı sözleri ve zengin melodileri ile müzik dünyasındaki karmaşada kendine seçkin bir yer arayan topluluk şarkıların tümünde metropol insanının yaşadığı sıkıntı, yalnızlık, zorluklara karşı direnme ve pes etmeme çağrısı var.
Mara bu çağrısını 24 Ekim'de Balans'ta bu kez canlı canlı yapacak.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
http://www.msnbc.msn.com/id/21253084/ Ermeni Tasarısı ile ilgili olarak MSN de yapılan bir anket. Girip ağız dolusu bir "NO" demek istersiniz sanırım!..
http://www.kuresel-isinma.org/ Adamlar üşenmemiş "üresel Isınma" ile ilgili herşeyi bir araya getirmişler. Size düşen ise girip biraz ilgi göstermek. Haydi bakalım...
Türkiye'den yola çıkıp, dünya denizlerinde küresel ısınmaya karşı insanları uyaracak bir yelkenlinin hikayesi... http://www.globalwarner.org/ Küresel Uyarıcı Olun! Çocuklarımıza dünyayı yaşanır bir yer olarak bırakmak istiyorsanız, sizi de Global Warner’ın dünyayı uyarmak için çıktığı yolculuğuna bekliyoruz
Üstlendiği misyon, yaptığı filmle bu yıl Nobel Barış Ödülü'ne ortak olan Al Gore'un filmi için hazırlanan sitesi. İlginç şeyler bulacağınızdan eminim. http://www.climatecrisis.net/
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|