|
|
|
1 Kasım 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : GÜLE GÜLE SAYIN ERDAL İNÖNÜ!.. |
Merhabalar,
Başı kuma gömülü yöneticilerin aczi gündemi hep sıcak tutuyor ama bugün Kahve Molası'nın gündemi farklı olsun istiyorum. İstiyorum çünkü bu saygıyı hakeden bir büyüğümüzü daha kaybettiğimize inanıyorum. Türk toplumu onu kısa ama dolu geçen siyasi hayatı boyunca tanıdı aslında. Oysa O, bu memleketin yetiştirdiği ender bilim adamlarından biriydi, hocaydı. İkinci Adam'ın oğlu olması, tüm İnönü ailesi gibi, onu da siyasetin içine çektiğinde dahi mütevaziliğini elden bırakmadı. Önce bilim adamı sonra siyasetçi ama en önemlisi eşine zor rastlanır saygın bir insandı. Babasının gölgesinde kaybolmak yerine kendi ışığında parlamayı, her durumda gülümsemeyi seçti. Kendisine rahmet, ailesine ve Türk halkına başsağlığı diliyorum. Güle Güle Sayın Erdal İnönü, mekânınız cennet olsun.
Onu hoca olarak en iyi değerlendirecek ODTÜ Mezunlarının yayınladığı bildiriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hoşçakalın.
Sevgili hocamız, değerli rektörümüz Prof. Dr. Erdal İnönü'nün tedavi
görmekte olduğu ABD de hayatını kaybetmiş olduğunu üzüntü ile öğrenmiş
bulunuyoruz. Ülkemizin, ailesinin, ODTÜ camiasının ve dostlarının başı
sağolsun.
Erdal hocamız, Türkiye'nın en zorlu günlerinde özerk
üniversite fikrinin mücadelesini vermiş, bilim alanında yaptığı değerli
çalışmalar ve başarılara toplumsal alanda yaptığı katkıları eklemiş
değerli bir bilim ve toplum insanıydı. Siyasete girmek zorunda
bırakıldığında da bilimsellikten vaz geçmemiş, siyasete saygınlık
kazandırmıştı.
Onun inancı; toplumda bilimsel düsünce sistemi yerleştirilmediği
sürece, medeniyet yarısının kazanılamayacağı yönündeydi ve bu nedenle;
özellikle son dönemde kendini bilim tarihindeki gelişmeleri tanıtmaya
adamıştı.
Erdal İnönü'nün bilimsel ve toplumsal yaşamda göstermiş olduğu
idealleri gerçekleştirme çabamız sürecektir.
Kendisine rahmet ve tüm Türkiye'ye başsağlığı diliyoruz.
İstanbul ODTU Mezunları Derneği
Yönetim Kurulu
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
Kahveci : Mine Karadoğan |
Ben kaybolmayı seçtim.
Ben kaybolmayı seçtim. Seçerken yalnızdım, kimse öğretmedi…
Şehrin ışıkları yanıyor. Öğleden sonranın sisli havası koyu bir karanlığa dönüştü bile çoktan. Yılbaşına bir kaç gün var. Her yer aydınlatılmış, karanlıkta kimse kalmasın diye sanki. Canım sıkılıyor.
Yaklaşan yılbaşı, alışveriş, indirimler…
Hepsi onlar için tasarlanmış, birarada yaşayanlar için, yalnızlar için bir şey yok.
Senenin işaretlenmemiş günlerinde araya karışabilirsiniz, kimse farketmez. Ama yılbaşında, bayramlarda kabak gibi ortada kalıverirsiniz. Hiç bir aile toplantısı sizi kabul etmez, partiye davet edilmezsiniz.Üstelik spotlar üzerinizdedir, işte gidecek yeri olmayan adam, işte hiç bir yere ait olmayan acaip gölge. Saklanmaya çalışmak boşunadır. Saklanamazsınız, sizi görürler. Arkanızdan dil çıkarırlar belkide, ne bileyim işte.
Canımı sıkan yalnızlık değil bu noktada, saklanma özgürlüğümün elimden alınması. Akşam saatinde sokaklarda dolaşıyorum, bunu herzaman yaparım. Yılbaşı öncesinin hedefe yönelik ve kararlı kalabalığı, bir yerden gelip bir yere gitmediğimi hemen anlıyor. Sanki etrafımda açılıveriyorlar yürüdükçe…Elimde alışveriş torbalarıda yok, eh bu kadar delil yeterde artar bile.
Kalabalıklar yalnızları sevmezler. Hangi tarafa ait olduğunuzu bilmiyorum ama dürüst olalım, şurda hepimiz insanız. Yalnızlar yeryüzünde dağınık yaşarlar, onların klüpleri yoktur, bazan aralarından kalabalığa iltihak edenler olur, o hain küçümseyen bakışı hemen onlarda edinirler. Yalnızlık bir kusurdur, yalnızlar acaip insanlardır, itiraf edilmeyen bir iğrenmeyle bakarlar size. Ne olduğunuzdan emin olamaz kimse, yalnızlar potansiyel suçludurlar.
Birazda haklıdırlar tabii. Çoğumuz yılışık ve yapışık olduğundan ve bir gülümsemeyle baştan çıktığımızdan, ellerine yapışacağız diye korkarlar…En iyi ihtimalle o da…
Bir haftadır İstanbul'dayım. Şimdi düşünüyorumda, yılbaşını burada geçirme fikri belkide yanlıştı. Ana yurdun o tutucu kocakarı tokadını unutmuş olmalıyım.
Bu yaşa gelmişsin; Kocan, çocuğun yok mu senin? Diyorlar…
Eskiden, annen baban yok mu senin diye sorarlardı…
Hep kaçtım bu sorulardan. Uzaklara gittim ama sonunda dönülüyor işte
Onlara başka başka hikayeler anlattım… kurtulmak için… nafile…
Oysa yolculuk kısmı harikaydı, bende diğerleri gibi, kendimden emin, biryerlere gidiyorum hissine kapılmıştım. En azından vatana dönüyordum ya canım. Yaşlı babama, İstanbul'a, hatta yıllar önceki eski sevgilime… Belki ararım onu diye bile düşünmüştüm, uçakta. Okyanusu geçerken gelip giden uzun uyku halleri ve düşler arasında kaybolup durmuştum.
Avrupa'ya iniş, transferler, yolculuk devam etmişti. Hava limanlarını severim, bekleme salonları tam bana göredir. Litrelerce kahve ve sigara içmişimdir keyifle.
Ve Yeşilköy'e inmişti uçak. Bu noktada muradıma ermiş olmalıydım, bu kadarı bana yetmiş olmalıydı. Heyhat…
Özlemişim. İlk kaybolduğum sokakları, Levent'teki iki katlı evi, babamı… Arada özlem olmasa canımı acıtmayacak hiç bir şey;
Evin giriş katı artık bir banka şubesi. Acıyla halamdan sakladığım misketlerimi düşündüm hemen. Kızlar misket oynamazdı ona göre. Tahta döşemelerin, halının altında kalan parçalarını yerinden oynatıp altlarına dizerdim misketlerimi. Ortaokul, lise boyunca halam asla bulamadı onları, sonrada ben unuttum ve ayrıldım yanlarından.
Banka şubesinden içeri korkarak adım atıyorum, tam tahmin ettiğim gibi, tahta döşemelerin yerini şık seramik döşemeler almış. Eski döşemeler sökülürken, misketlerimi inşaat işçileri bulmuş olmalı. Elimdeki valize ve bana bakıyor banka memurları.
Babam ve halam yıllarca bu evde yaşadılar, halam öleli sanırım üç yıl kadar oluyor. Babam iyice yaşlanmış olmalı, geleceğimden haberi yok, beni beklemiyor.
Birde arka bahçeye gözatmalı yukarı çıkmadan. Babamı görmeden önce herşeyi anlamalıyım, zamanın kalanları ne kadar eskittiğini ve neleri önüne katıp götürdüğünü çoktan…
Özlem böyle bir şey, sevdiklerimizi- bağlandıklarımızı hapsediyor içinde. Oysa özlemin hapsettiklerini zaman çoktan alıp götürmüştür elimizden.
Gel görki özlemişim işte…
Arka bahçe. Kimse bilmez hep rüyalarımda gördüğümü. Kar yağınca bembeyaz olan arka bahçe, dedemin meyva ağaçları. Dedem öldüğünde çok küçüktüm. " Bırak onu, oynasın" demişti babam halama, " Hatırlamayacak bile"…
Arka bahçe küçülmüş ama yinede yerinde duruyor. Vişne ağacımı gövdesindeki ismimden tanıyorum, diğerleri kurumuş. Derken kar taneleri düşmeye başlıyor.
İçeri girme zamanı…
Seneler sonra İstanbul'daki ilk günün en büyük mutluluğu, anahtarlarımın kapıyı açması oldu. Fısıltıyla seslendim; Baba…Dinledim cevap gelmedi.
Evin içi toz kokuyor, eskiden, temiz örtüler ve silinmiş tahta döşemeler kokardı, yani halam sağken, ama karanlık aynı. Loş bir koridor, gölgeler içindeki odalar, buradaki karanlık bu eve ait bir şey, başlayan akşamın karanlığı değil. Eski sızılar hızla geri dönüyorlar yüreğime. Bu ev hep loşdu, hep karanlıktı, çocukken günlerin en kısa olduğu yerin bizim ev olduğunu düşünürdüm. Gündüzleri bile loş olan odalara öyle çabuk dolardıki karanlık.
Gelenimiz gidenimiz olmazdı ve halamla babam uzun akşamlar boyunca konuşmazlardı. Ben genellikle aldırmazdım, sokaktan öyle yorgun gelirdim ki, benim hayatım dışardaydı. Ama bazen de, derin bir hüzün, karanlıkla birlikte dolardı içime, bu evden gitmek isterdim. O hüzün hala benimle beraber.
Açık televizyonun sesi geliyor, Baba! Nerdesin?
Salonun artık terk edilmiş olduğu belli, örtüler örtülmüş, televizyonun cılız beyaz ışığı en dipteki odadan süzülüyor. İhtiyar adam, benim babam, koltukta uyuyor, yerde gazeteler, elinde gözlüğü…
Sen yalnız biriydin her zaman. Bunu gizlemeye çalışmazdın, öyle değilmiş gibi davranmazdın. Bu ev kalabalıkların sesleriyle dolmadı hiç. Yılbaşlarında dev hindiler, kazanla iç pilavlar pişirmedik. Gerçi yaşgünlerimi unutmazdın ama yaşgünü partileri yapmadık.
Ama ben çocuktum baba, gürültü istiyordum. Senin yalnızlığından korkuyordum.
Tek yakınım sendin ve bundan da korkuyordum.
Şimdi odamı istiyorum geriye.
Arka bahçeye bakan odamın aynen durduğunu biliyorum. Holdeki dolapta ise battaniyeler yerli yerinde.
Valizimi odama bıraktıktan sonra iki battaniye aldım dolaptan, önce babamın üstünü örttüm. Yanındaki divana büzüldüm sonra. Battaniyenin sıcaklığı, babam, ev, içime işlediler usulca, çocukluk uykularımdan birine dalmışım deliksiz.
Evi temizlemek bir günümü aldı. Dolapları yiyecekle doldurmama gülümsediğini biliyorum baba. Bisküit çeşitleri eksiksiz olmalı, yazarken çay ve bisküviye bayılırım. Lap top'umun internet bağlantısını da hallettiğimde artık temel sorunlarım çözülmüş sayılırdı.
Sokaklara çıkabilirdim. Tıpkı çocukluğumdaki gibi.
Sabah erken saatte kendimi dışarı atıyorum, çoğunlukla akşam üstü eve dönüyorum. Babam gülümsüyor. Bazan, eğer hava soğuksa, içerinin tadını çıkarmak için evde kalıyorum, öğleden sonra çay demleniyor, babam tatlı tatlı içini geçirirken ben cam kenarındaki masamda yazılara gömülüyorum. Demek mutluluk böyle bir şeymiş aslında. Böyle zamanlarda New York'a geri dönme fikri giderek uzaklaşıyor. Burda kalmak istiyorum. Babamın yanında, evde…
Dedimya, aradan geçen yıllar beni başarılı bir yalnız yaptı. Bundan şikayet ettiğim nadirdir. Belkide sorun İstanbul'dadır. Bu şehrin insana tecavüz eden bir yanı var. İstanbul kimseye kulak asmıyor, kalabalık ordularını sürüyor üstüne. Arabanızın içinde, sokakta, hatta odanızda, heryerde teslim alıyor sizi. İstanbul'u yenmek mümkün değil. Çoktan bıraktım kavga etmeyi. Zaten en büyük yenilgim de İstanbul değil…
Yavaş yavaş dank ediyor kafama;
Niye döndüğümü biliyorum artık.
Bu evin pencerelerinden, kuşlar gibi uzak ufuklara uçtum ben. Yeni bir hayata, başka bir hayata… Kalabalıklarla dolduracaktım kendimi. Çok emindim, biliyordum, yalnızlık çekmeyen insanlar vardı ve kalabalığı hiç azalmayan evler.
Çocukluk düşümün peşine düştüm. Bütün ışıkları yanan kocaman bir evde, kalabalık,sıcak, hiç bitmeyen bir yılbaşı partisi içindi hepsi…
Denedim durdum.
Şimdi evdeyim. Şükürler olsun.
Mine Karadoğan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo Beyaza Özlem: Kayaköy'deki Rum evleri |
|
Fethiye Kayaköy'deki tatilimin ikinci günü. Katıldığım san'at kampının programı çerçevesinde Kayaköy'de Mübâdele Dönemi'nde terk edilmiş Rum evlerini, kiliseleri dolaştık. Beynin bütünleştirme işlevinden olsa gerek, uzaktan bir bütün olarak görünen Rum evlerinin yanlarından geçince, aslında onların köyün geride kalan yıkık dökük ön cephelerden ibâret olduğunu anlıyor insan. Arada kalan irili ufaklı kiliseler, çoktan kimliklerini yitirmeye yüz tutmuşlar. En tepedeki şapele (mescide) vardığınızda, bir yandan Akdeniz'in nefes kesen görüntüsüne hayran kalmadan edemiyorsunuz ve benim bir yanım, başımı diğer yöne çevirdiğimde terkedilmiş Rum köyünün manzarasıyla irkiliyor. Günümüzde turistik ve dinlence amaçlarıyla yürüdüğümüz o taşlı yollar, aslında hazin bir tarihin günümüze kalan izleri... "Kayaköy'de bugün herhangi bir Rum yaşıyor mu?" diye sorduğumda cevap çok yakınımda, kısa ve netti: hayır...
Köy kahvesinde sohbet ettiğimiz yaşlıca amca, biraz da şahit olduğu tarihin etkisiyle Yunanlılar'a ve Rumlar'a pek iyi bir gözle bakmıyor. Biz genç neslin görevi ise olumsuz çağrışımlarla dolu farklılıklar aramak değil; kültürel ve tarihi zenginlikleri pekiştirmek olmalı. Hâttâ mümkünse bir zamanlar büyüklerimizin zedelediği dostluğu yeniden kurabilmek...
İnsanoğlunun sahip olduğu, doğasında barındırdığı birtakım kötücül yönleri yabana atmıyorum, atamam da. Yüzyıllardır "iyi" ve "kötü" boşu boşuna tartışılmıyor ve ben de bu geleneğin 2000'lilerdeki mirasçısıyım. Daha çok birtakım farkındalıkların "iyi"ye olan arayışımıza büyük katkıda bulunacağı kanaatindeyim. İnsanın kendisinin farkında olması, karşısındakinin farkında olması, vicdanen doğru hissettiğini yapması... Mesele biraz da bu değil mi?
Yaşamın rengi gridir. İyi olmaya çalışırken, beyaza bir özlem duyarız. İnanıyorum ki dengeleri en doğru biçimde kurduğumuz zaman, hayatın rengi gri de olsa, yakaladığımız renk kendi içinde beyaza eşdeğer olacaktır. Üstüne üslük her gün yeni bir günse, yeni canlılar dünyaya geliyorsa, umut varsa, içimizdeki siyah bizi çelse de beyaza olan özlemimizle başarabileceğimiz çok şey olmalı!
Tatil yolu hayatımın en güzel akşamlarından biriydi. Yağmur yağmıştı ve ardından birbirlerine paralel iki gökkuşağı belirmişti. Gökkuşağını gördükleri zaman insanlar altından geçebilmek ümidiyle dilek tutarlar. Bense onu her görmüşümde Noah'ın hikâyesini hatırlarım. Biliyordum ki Tanrı, Noah Tufanı'nın ardından gökkuşağını insanoğluna armağan etti ve bir daha tüm insanlığı etkileyecek denli felâketler göndermeyeceğine söz verdi. Bunu düşünüp, mutlu olur ve duygulanırım. Öte yandan gökkuşağının ilginç bir özelliği daha vardır. Bildiğim kadarıyla altından ne kadar geçmek isterseniz isteyin ona ulaşamıyorsunuz. Gökkuşağını kovalamayı, iyiye dâir arayışımıza ve biraz da hayatın anlamına benzetiyorum. Mutlak bir sonuca ulaşamıyoruz; ama belki de asıl mesele bu arayış sürecinde, bu yolculukta yer almakta...
Kayaköy Rum evleri, doğa onları alıp, değişim sürecine katıncaya dek direnecekler. Oysa gökkuşağı zaman zaman bizlere yeniden gülümsüyor olacak. Ya bizler nerede olacağız? Gökkuşağının atlından geçebilecek veya beyaz renkte buluşabilecek miyiz? Cevabınız karamsar olmasın, oraya en yakın istasyona gitmek için yola koyulalım! Ben tüm samimiyetimle varım...
David Ojalvo www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
HA, HA, HA-Güleyim bari HAlinize.
HAvam batsın, azıcık övdüler hecelerle uğraşımı, artık beni tutamazsınız. Ben HAssas bir adamım , ne gözümün yaşı diner ne de kalemimin mürekkebi biter. . HAsedinden çatlasın kıskananlar. BilHAssa şu Feysbuk'ta yazı yazanlar HAkkımda sakın olaki laf etmesinler. HArabeye çeviririm tüm tümceleri, telef olurlar sonra, HAber vereyim, benden günah gitsin.
HA şunu bileydiniz, HAni Aziz Nesin Üstad"Memleketin Birinde"diye hikayelerine başlar ya, o hesap ben de son aldığım HAvadise göre "Bir İki yıla kalmaz yıllık gelirimiz 20000 CONİ DOLARINA yükselecekmiş" OHH. . . ne raHAt bir HAyat.. OHH!... Siz İnsafsızca HAta yazmaya devam edin. Devam edin "Ne olacak bu memleketin HAli "demeye, sanki HAkkınız varmış gibi, "siz HAsta olun, bana ne bana ne , Biz HAyırlısı ile memnunuz topladığımız mahsulün HArmanından. "
Ne diyorduk biz, HA ! İşte bir memleketin birinde HAram lokma kursağından geçmemişler diye tanınan ol kimi vatan evlatları HApşırığa tutulmuşlar , kesinkes ringe çıkıp bizim de HAvlumuz var diyerekten boksun en alasını HAkemlere göstere yazmışlar. HAkemler ve onlara gönülden bağlı HAramiler çıkarılan HArika maçın HArcı ile binayı bitirmişler.
Fıttıracağım Ağabey, HAdise çıkaracağım . HApisi göze alamıyorum. Sarmısaklı domates soslu bir sosyal demokrat iken ekmeğime birazda HArdal sürmeye kalkıştım bendeniz HAnedana az daHA duhul eyliyordumki kalbim müsaade etmedi, kapıdan HAyırlısı ile döndük. Döndükte bilemem artık HAyırlımı oldu yoksaHAsbilik mi yaptık? Tabiatıylan HAmama giren terler, ben terlemeden su dökünüp çıktım. Şimdilerde gıcığımdan HAyalarım şişsede de yaş yetmişe yakın iş bitiyor, inat etmenin de alemi yok , HAyret bir şey yani. .
Şu varki bizim memleketseverlerimiz HAfı küfü yutma özelliği olan Muhteremleri pek sever ve kıymete bindirirler. Niyekim derseniz şu darbımeselde bulabilirsiniz cevabı.
"HA sana me sana NasiHAt kaldı Hasan'a" Olsun nasihatta kalsa o bile idare eder memleketi seven için. Helal olsun, cümlesine helali-i hoş olsun, VallaHA gözümüz yok , tevbe tevbe. . .
İlk Mektepte müsamerelerin baş şarkısı HAtırlayın ne idi? HAbudiyar, HAbudiyar-HAbudi, HAbudi, HAbudiyar. Şiiri ne idi?Orda bir köy var uzakta , o köy bizim köyümüzdür..
HAdi başka şarkı ve şiirleri de hatırlayıp bağıra bağıra hep birlikte okuyalım. Birimiz değil hepimiz hepimiz bunları unuttuk. Bir HAller oldu bize . Vakit daraldı, çok geçmeden zaman , HArekete geçmeliyiz, yoksa HAinler eşiğe geldi dayandılar. DaHA ne bekliyoruz. HAnemizi basmalarınımı ?
Ben garip bir yolcuyum etkisiz ve yetkisiz , arzuHAlimi siz kahvecilere sunmaktan başka ne yapabilirimki.
Belki de bir O HA! çekebilirim.
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
BİR SİSİ YOKTU
BİR DE FETTULLAH..!
Herkes oradaydı..!
Bu zamana kadar kapısının yanından geçemeyenler bile
adımını attı eşikten içeri...
" PKK'ya terörist demeyiz " diyenlerden tutun da,
"laik cumhuriyet yıkılmalı " diyen dinci gazete vakit'in yazarlarına kadar,
herkes girdi çankaya köşküne...
ATATÜRK'ün köşkünde löplediler kanepe ile yoğurtlu köfteleri..!
Cumhuriyetin evinde kadeh tokuşturdular imralı canisinin şerefine..!
Hıyanet,gaflet ve dalalet vardı menüde...
Çanakkale'de kemikler sızladı, Sarıkamış'ta ruhlar,
Döküldü gözyaşları kürşad dedenin yüreğinden ,
bir utanç kuş kondu ayasofya minaresine ..!
Ordu yokmuş, Anamuhalefet gitmemiş miş
Ne olmuş???
Sırrı sakık vardı ya orada...
Vakit'ciler ne güne..!
Bir sisi yoktu,
bir de fettullah
gerisi yallah yavrum yallah..!
Ne resepsiyonu be
rezilsiyon du bu rezilsiyon..!
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
Rakı
Ünal ve Coşkun için yazılmıştır...
İlk kadeh,
Hatırlamak için arkadaşlığımızı.
İkinci kadeh,
Alışmak için yanındalığa.
Üçüncü kadeh,
Susma hakkı.
Dördüncü kadeh,
İşi ve gücü savurmak için,
Zamanın tozlu anlarına.
Beşinci kadeh,
Sondan bir öncekisi.
Altıncı kadeh,
Gülebilmek için yaşama
Kahkahalarla.
Bir kadeh daha olsa,
Kalkabilmek için dansa.
Haydi, bir kadeh daha,
Az kaldı kendini bulmaya.
Son kadeh,
Yaralı kalmamaya.
İşe büyük bir nanik,
En sonuncusu ve yaşama...
Aslı Sarıoğlu
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Vatandaşlarım! Sekiz sene evvel, mustarip, ağlayan İstanbul'dan kalbim sızlayarak çıktım. Teşyi edenim (uğurlayanım) yoktu. Sekiz sene sonra, kalbim müsterih olarak, gülen ve güzellemen İstanbul'a geldim, iki büyük cihanın birleştiği noktada, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan bir şehirdir. Sekiz sene önce buradan ayrılırken, kalbi yaralı olanlardan biri de bendim. Sekiz sene, heyet-i içtimaiyemizin (toplumumuzun) yeni girdiği devrin tarihi, içine aldığı ihtilâllerin, inkılâpların neticeleriyle doludur. http://www.ataturkiye.com Ulu önderimiz Atatürk hakkında her şey.
Takvimden bir gün seçiyorsunuz ve o gün tarihte Atatürk ile ilgili neler olmuş detaylarıyla öğreniyorsunuz. http://www.ataturktoday.com/ kısa yolundaki web sayfası tam bir Atatürk günlüğü. Her Türk internet kullanıcısının sık kullanılanlar kısmında kayıtlı olması gereken önemli kaynakçalardan bir tanesi.
…Bu bayrak dalgalanacak, Tarihler yazdı yine yazacak, Türk unutmadı unutmayacak, Ceddini, şehidini hep anacak, Bu bayrak semada dalgalanacak… http://www.antoloji.com/siir/media/60/www_antoloji_com_539660_431.GIF
…BİR ASKERİN MEZARINA Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir, Beyaz taş var, onun altında bayraklar Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken... Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir Asker yatıyor... Onun hâbı istirahate çekildiği şu Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler. Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar Nâle eylediler, çocuklar ağladılar. Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak, Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan Ona nâilini intizar olmuş!... MUSTAFA KEMAL · Harbiye talebesi iken yazmıştır… http://www.ataturk.net/ata/siir.html
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|