|
|
|
2 Kasım 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Yuh olsun!.. |
Merhabalar,
Piyade er Ramazan Yüce, Er İrfan Beyaz, Çavuş Mehmet Şenkul, Er Nihat Başova, Er İlhami Demir, Er Fatih Atakul, Uzman Çavuş Halis Tan... Bunlar kim biliyor musunuz? Bunlar pkk tarafından kaçırılan evlatlarımız. 8 kişiler. Belki yanlarında şehit düşen arkadaşlarına yardım ederken, belki bir dalgın anlarında teröristin kazdığı çukura düştüler. Vatanı savunmak için orada bulunan 8 askerimiz şimdi o vahşilerin elinde. Peki Türkiye Cumhuriyetinin mesul müdürleri nerede? 10 gündür laf üretip göbek kaşımakla meşgüller. Biri son raporu verip direktif almak üzere yeni dünya yolunda, bir başkası o toplantı senin bu toplantı benim gezip sözde Türk tezini kabul ettirmeye çalışıyor. Ama ne tek bir anlamlı mesaj, ne bir tehdit ne de bir girişim var. İnsan özeniyor. 2 asker için taş üstünde taş bırakmayan İsrail'e özeniyor. ABD'ye kafa tutan İran'a özeniyor. Tek bir can için bütün olan herkese özeniyor ama birilerinin kılları kıpırdamıyor. Düzeyli ve barışçı siyaset yürütüyorlarmış. Sen onu benim külahıma anlat be Tayyip Bey. Biz sizin kiminle hangi siyasetin peşinde koştuğunuzu iyi biliyoruz. Konu türbana, tesettüre modacı eli değmesi değil, konu sana emanet edilene ettiğin hıyanet. Gün gelir birileri bunun hesabını sorar elbet ama bugün ne yapılıyor biz onun telaşındayız.
Kayıp askerin anası sormuş cevabını da tam size yakıştığı gibi almış. "Kaçırılan askerleri inlerde arayacak değiliz!" Yuh olsun sana be Üskül. Yuh. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ALACA BULACA- 2 |
|
Adam arada bir soluklansa, biraz susuverse asker yazacaktı yazmasına ama ne mümkün. Adamın kimlik bilgilerini yazmak bile ölümden beterdi.
- Şerefsiz adam, ne istedin bizim gibi kendi halinde insanlardan. Bütün köye rezil ettin bizi. .
- Abi gözünü seveyim doğum tarihini ve yerini söyle. Bırak şu adamı şimdi.
- Ayı günü nerden bileyim ben asker ağa. Yazıver işte bin dokuz yüz altmış yedi.
Şerefsiz ayakkabıcı, bize neler ettin böyle?
- Aaaa abi yeter ama artık, ayıp oluyor bak. Burada öyle kimseye şerefsiz denmez.
Bırak bakalım şu küfür etmeyi de. Adam gibi ifade ver. Sen yoruyon ama adamı yaaa…
- Ah akılsız kafam nasılda anlayamadım? Arabasını bizim kapının önüne boşuna
getirmiyormuş o geberesice. Pis cenabet, suratında meymenet yoktu zaten.
- Abi, susmazsan komutanı çağırcam ama bak. Olmuyo böyle ama. Komutanımız
çok serttir bizim. Valla gözünün başına bakmaz atar içeriye.
- Tamam oğlum sustum. Tamam, sen yazmana bak. Sana demiyom ben asker ağa. Kendi kendime konuşuyom.
- Abi sen hiç susmuyon ki. Aklımı toparlayamıyorum. Gözünü seveyim yapma bak.
Ben hiçbir şey yazamadım ki. Sus biraz. Ben ne sorarsam ona cevap ver yeter.
- Ben o ırzı kırıtan şikayetçiyim, ayakkabıcıdan.
- Kimmiş bu ayakkabıcı, neyin nesiymiş.
- Ben ne bileyim asker ağa. Kırmızı Anadol bi pikabı var. İşte o adam, bizim köye
her hafta gelir.
- Hayda, bulduk püsküllü belayı. Abi kırmızı kamyonetli adam diye bir şey var mı
ya? Bunun bir adı sanı yok mu? Hiç olmazsa arabanın plakasını bari alsaydın.
- Ben adamın cibilliyetini nerden bileyim asker ağam? Sen bilirsin, devletin kolu
uzundur. Bulun o deyusu.
- Köyde bu adamı tanıyan bilen yok mudur? Telefon edip muhtara bari sorsak.
- Sen bilirsin asker ağam. Bu adam işte, kırmızı pikaplı adam anamı kaçırdı?
- Ne yapsın senin ananı kaçırıp abi, olur mu öyle saçma sapan şey?
- Ah sorma başımıza gelenleri, sorma… Kaçırdı ki ne kaçırma. Gündüz vakti
bindirmiş arabasına götürmüş.
- Hayda! Olmaz öyle şey. Belki annen şehre gitmiştir. Hem senin annen genç kız mı
ki kaçırsınlar?
- Yok asker ağa, elli dört yaşında…
Asker kendini tutamayıp gülmeye başladı. Karşısındaki adam elli dört yaşındaki
annesinin kaçırıldığını söylüyordu. Hadi gel de çık işin içinden. Böyle bir şey onun yaşadıklarından öğrendiklerine göre imkânsız dı. Ama ya bu adam? Çaresizlik içinde kıvranan, ağlayan öfkelenen, küfür eden, lanet okuyan bu adam hiç yalan söyleyen birine benzemiyordu. O sırada komutan içeri girdi. Bilgisayar ekranını kendine çevirip tutanağa baktı.
- Tamam, dedi. Olmuş, olmuş hem de güzel olmuş, yazdır bakalım şunu.
Yazcının aspiratöre benzeyen oğultusunun ardından kağıtlar tepsiye düştü. Komutan
tutanakları adama imzalattı. Adam;
- Komtanım, elinizi ayağınızı öpeyim bulun anamı, dedi. Gözünün yağını yiyeyim,
ayağının turabı olayım bulun…
- Anan on dördünde genç kız olsa amenna. Yaşanı başını almış bir kadın. Canı
nereye isterse oraya gider. Kanun bile karışamaz ona, dedi.
Adam bir taraftan komutana yalvarıyor bir yandan da ağlıyordu. Yırtık naylon
terliklerinden taşan ayakları, parmakları toz içindeydi. Tutanağı imzaladıktan sonra ağlayarak karakoldan çıkıp gitti.
Aynı gün, aynı saatte Kendirli Ermeni Kilisesinin bahçesinde tıraşsız suratı geven dikenleriyle kaplı bozkırı andıran bir adam basamaklarda bekliyordu. Neredeyse yarım saattir öylece duruyordu. Duvarın çıkıntısındaki güvercinlere elini uzatsa tutabilirdi. Ne o güvercinlere uzandı, nede güvercinler ondan ürküp uçtular. Sonra çaycı çocuklardan birini yanına çağırdı. Kimsenin duymayacağı kadar alçak bir sesle bir şeyler söyledi. Çocuk dut ağacı gölgesinde oturan kalabalık bir masaya gitti. Masadan kalkan uzun boylu, leylek bacaklı bir öğretmen onun merdivenlere koştu. Merdivenlerde duran adamla neredeyse aynı yaşlardaydı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
BELÇİKA'DA NELER OLUYOR?
Son günlerde basınımızda Belçika ile ilgili oldukça önemli haberler sıkça yer alıyor.
1985-91 yılları arasında altı yıl yaşadığım bu ülkeyi ikinci ülkem gibi görürüm. Birlikte çalıştığım Flaman arkadaşlarımdan çok şey öğrendim. Belçika'yı da anlattığım birçok öykü, şiir yazdım. Bilgi Yayınevi'nden çıkan Seni Sevgiye Emanet Ediyorum- Oğluma Mektuplar adlı kitabım büyük oğluma Belçika'dan yazdığım mektuplardan oluşmuştur. Aradan geçen bunca zamana karşın birçok Flaman arkadaşımla ilişkilerimiz hâlâ sıcaklığını korur.
Belçika 1830 yılında İngiltere ve Fransa'nın garantisi altında "tampon bölge" olarak kurulan ve İngiltere'de yaşayan bir Alman prensi yönetimine verilen bir ülkedir. Ülke nüfusu 10 milyondur. Yüzölçümü yaklaşık olarak İzmir, Aydın Muğla illerimizin toplamı kadardır. Büyükler tarafından yaratılmış bu küçük ülke üç dil bölgesine ayrılmıştır. Güneyde Fransızca konuşan Valonların yaşadığı Valonie, kuzeyde Hollandaca (Biz onların Flamanca konuştuğunu söyleriz; ancak Flamanlar kendilerinin Hollandaca [Nederlands] konuştuklarını kabul ederler.) konuşan Flaman'lar vardır. Ülkenin ortasında yer alan Brüksel iki dilli bir bölgedir.
Ülkeyi oluşturan Flaman ve Valonların birbirleriyle sıkı bağları yoktur. Flaman arkadaşlarımın sık sık espri olarak söyledikleri sözler hala belleğimdedir.
"Belçika neresidir?"
"Brüksel."
"Kim Belçikalıdır?"
"Kral."
Flamanlarla Valonların ayrılma arzusu Belçika kurulduğundan bu yana vardı. Bu arzu ekonomik refahın yüksek olduğu bölgeye göre yön değiştirdi. Güney zengin olduğunda onlar ayrılık türkülerini daha yüksek söyledi, kuzey zenginleştiğinde de kuzey. Bu ayrılık şu ana dek gerçekleşmese de iki toplum arasındaki farklılık duygusu yeni kuşaklara işlenmeye devam etti. Bu anlamda Flaman öğrencilere seyrettirilen "Flaman Aslanı" filmini unutmam olanaksız.
Belçika'nın neredeyse tüm kentlerinin adları iki dilde yazılır ve söylenir. Flamanlar için Valon bölgesinin önemli kenti Liege, Luik'tür; Flaman bölgesinin kenti Antverpen de Valonlar için Anvers'tir.
Flamanlar da Valonlar da koyu dil milliyetçisidirler. Her iki halk da birbirlerinin dilini öğrenmek istemez. Ancak bu isteksizlik Valonlarda çok daha göçlüdür. Son seçimlerden sonra hükümeti kurmakla görevlendirilen Yves Leterme'nin, Valonların, Flamanca öğrenecek yeteneği ve zekâsı olmadığını ileri sürmesi yeni bir söylem değildir. Belçika'da ilk yılım dolmadan birçok Flaman'ın bana, bizim Valon bakanlardan daha iyi Flamanca konuşuyorsun, demeleri bana iltifat için değil, daha çok Valonların Flamancayı öğrenmek istememelerini eleştirmek için söylenmiş sözlerdi.
Belçika'da dil milliyetçiliği o denli katıdır ki, Flaman bölgesinde kalan Valon'lar ya da Valon bölgesinde kalan Flaman'lar içine yaşam pek kolay değildir. Çünkü bölge yönetimleri temel eğitimde resmi dilinden asla ödün vermez. Çocuklar o bölgenin dilinde eğitim alırlar. Bu durum resmi kurumların yazışmalarında da geçerlidir.
Voeren Valon bölgesinde; ama Flaman dil bölgesi Limburg'a bağlı küçük bir belediyedir. Halkın çoğunluğu Fransızca konuşur. Beldedeki çocuklar lise için bölge merkezi Hasselt'e gelmezler de daha uzaktaki Liege ( Luik) e giderler. Yerel seçimlerde Jose Happar belediye başkanı seçilmişti. Happar'ın, yasalar gereği mazbatasını almak için Kral'ın huzurunda Flamanca yemin etmesi gerekiyor. Oysa o yeminini Fransızca yapmak istediği için seçim tam altı kez yenilenmişti.
1980 sonlarında Valon bölgesine yabancı eğitimciler olarak bir gezi yapmıştık. Gittiğimiz turistik yerlerde hiçbir görevlinin Flamanca bilmediğini gören Türk arkadaşlarım bana Belçika bölünür mü diye sormuşlardı. Onlara "Bölünmez!" diye yanıt vermiştim. Şimdi de aynı görüşteyim. Çünkü ben Belçikalıları tek başlı (monocephalus) ikizlere benzetirim. Baş Brüksel'dir. Gövdeler de Valonie ve Flandren. Ne Valonların ne de Flamanların o baş olmadan yaşama şansları vardır. Kaldı ki o baş, bugün AB'nin de başkentidir. O başın karmaşa içinde olması, yalnız AB'nin değil, hiçbir süper gücünün işine gelmez.
Ya bizim için durum öyle mi?
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Devamı Ayrıntı |
|
Alt tarafı vesaiti nakliye
Üst tarafı, huzuru zamanlı, savunması yersiz gelmiş ama hala yurtsuz kalmış ayrılık…
Nasıl hecelenir ki…
Alt tarafı uzun bir görememe hali
Üst tarafı gözbebeğindeki en hassas nokta; kör…
Görmüyormuş…
Öyle inanıyor…
Üzerinden geçen yılları bile saymanın saçma olacağı kadar uzun yıllar geçmiş. Ama hala işte, yine de…
Sevmek dedikleri tam da böyledir…
Böyle de olmalıdır…
Her yüreğe bu kadar Allahsız gelse ama sevmek hali, o zaman kainatın yarısı ateist olanlardır; yoksa ateistler, onların tamamına yakını Allahsız bir sevda haline düşerek yanan, yanarken "yandığımdın" kelimesinden soyutlananlar mıdır?..
Alt tarafı bir yaranın artık iyi olacağı belirtisini verecek kadar ümitli kaşıntısıdır…
Ben bir yaranın kaşınınca iyi olacağını öğrendiğimde çocuktum. Sık biçimde düşerdim o zamanlar. En çok yarayı dizlerimden alırdım her seferinde. Kabuk bağlardı. Kanatırdım. Kendi dizlerime kendim zeval vererek, yani bir bakıma kendimi, kendi kendimi kanatmayı bir marifet bilerek…
Kaşıma ki izi kalmasın diyenleri hiç umursamadım…
Kaşıdım…
İzi kaldı…
Şimdi dizlerimde bir genç kızın güzelliğine hiç yakışmayacak kadar derin izler, kesikler saklarım. Kaşıma demişlerdi. Kaşıdım. İzi kaldı…
Yağmur oldu sonra…
Bazen de güneş…
Türkçe'ye karşılığı verilmemiş iki zamanın uyarlanması oldu…
Ben ağlarken uyuyordu
Uyanıyordum, seviyorum diyordu…
Karşılığı olmayan bir zamanın çevirisini ne kadar başarılı yapabilirsen yani, o kadar lisan sahibi seversin…
Üst tarafından bakılınca kuşsal oluyor diye yaşananlar sevimli bile görünebiliyor bazı zaman…
Alttan bakıldığında, iki kişi arasında yaşanmış hiçbir mahremiyetin bırakılmadığı anlaşılıyor…
Türkçe'de karşılığı olmadığı için, adapte oluyor en iyi ihtimali, çok daha iyisi öykünme, devamı oldurulmuyor; çünkü bu zamanın Türkçe'de hiçbir karşılığı bulunamıyor ne edilse de…
Alt tarafı bir şehirde herkese aynı mesafeli uzaklıktan "merhaba" diyebilmek yalnızlığın…
Üst tarafı bir başka şehirde hiç kimseye bu mesafeden bakamaz olacak kadar kalabalık durman…
Her yabancı, çok bildik bir kalabalıktır bazen. Çok yabancı insanlar tanıdım ben. Kim bilir belki de bu gereksiz kalabalıklardan haz edememem hep onların yüzünden, onların yüzsüzlüğünden…
Tenine yapışmıştır artık. Kahin bir büyücünün sen ölesin istediği için en tesirli zehri icat etmesi gibi tenindedir, ömründedir…
Yıkadıkça bu yapışkan hal geçecek sanmışsındır önceleri, yıkamışsındır; geçmesini bir tarafa bırak, sen yıkamışsındır o yayılmıştır…
Bu salgın hastalık yalnızca sana salınmıştır kahin bir büyücünün sen ölesin diye icadından bu yana. Oysa büyücünün seninle ne husumeti vardır onu bile anlayamamışsındır…
Büyücü ölmemi istiyor…
Tenimin her alanında ayrı yayıntı.
Salgın bir hastalık bu…
Tek salgısını salgılayabildiği ben oldum…
Devamındakiler bu hastalıktan çabuk kurtuldu…
Raflarda hala düzenli bir okumak azmi var oysa. Artık okumak bile çok uzak. Yaşamak var. Deli gibi. Herkes gibi. Onun gibi yaşamak…
Yaşarken yaşlanmak var yahut yaşlanmışken yaşamış olmak…
Hayatı iki başka zamana bölerek, saatli birer dilimleme halini sevmişler. Bir ileri alıyorlar zamanı bir geri. Bazen gündüz daha uzun kalıyor gecelerden, bazen de en kısa gece yaşanıyor gündüzlere yenilen…
Saatlerle oynandığı günler hep daha bir boğucu geliyor. Kime göre bir saat daha sensiz kalıyor akrep, neye göre bir saat daha geç ağlatıyor yelkovan, bilinemiyor…
Kahin bir büyücü o. Beni öldürmek için bütün maharetini ortaya dökerek, hatta mitoloji kitaplarını karıştırarak, bilinmeyen otlardan bilerek ve bularak, bunlardan bir karışım hazırlayarak bana içeren bir büyücü…
İç dedi… Sadece iç dedi. Zorlamadı…
Hani "elinden zehir olsa içerim" denilen satirik cümleler olur ya aynı onlar gibi…
İçtim…
Önce dilimde, sonra boğazımda, ellerimde, yüreğimde, beynimde, gözlerimde yakıcı bir yanıltı… Yıkayınca geçer sanmıştım. Yıkadım, geçmedi iyice yayıldı…
Kalbi kötü değil sanmıştım…
Meğer kalbi yokmuş… Yanılmışım…
Beni öldürmek isteyen, kalpsiz bir büyücü o…
İçirdiği zehrin bir kısmından kurtulmayı başardım…
Devamı için ne yapabilirim şimdilik bilmiyorum…
O bir büyücüymüş meğer…
Beni öldürmek isteyen, kalpsiz bir büyücü…
Ölmedim…
Kıvrandım..
Savaştım…
Kanadım..
Eğlendim..
Ama yenilmedim..
Ölmedim…
Bir büyücü hala o.
Zamanını Türkçe'ye uyarlayamadığım…
Hikayenin bütün özeti bir kalpsiz büyücünün beni öldürecek kadar çok sevdiğine inanmasıyla başlıyor, devamı hiç bilinmiyor, çünkü hikaye bitmiyor…
Yüreğinde ığıl bir kaşıntı saklıyor hala…
Çok kaşımasın…
Sonra izi kalıyor…
Hiç gitmiyor…
Eğer büyücünün hesapları tutsaydı, bitecekti öykü
Çünkü hesapladığı gibi olsaydı eğer, ölecektim…
…
Öldürmek istiyormuş meğer
İçirdiği o kahin zehrin yaygınlığı uzun bir süre zamanımı aldı
Tenimin her yerinde yara açtı…
…
Şimdi dizlerimde bir genç kızın güzelliğine hiç yakışmayacak kadar derin izler, kesikler var. Kaşıma demişlerdi. Kaşıdım. İzi kaldı…
Sonrası mı,
Alt tarafı bir yaranın artık iyi olacağı belirtisini verecek kadar ümitli kaşıntısı…
Devamı mı
Ayrıntı…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu ABD'den bakınca - II |
|
Yine bir iş seyahati için ABD'deyim.
Mayıs 2007'de geldigimde daha seçimler yapılmadığından herkes aynı soruyu soruyordu:
'What's the political situation in Turkey?'!
(Türkiye'de politik durum ne âlemde?)
Merak ediyorlardı, Laik'mi kalacağız yoksa, İran benzeri mi olacağız?
Herhalde seçim sonucundan, sorunun cevabını aldıkları için yeni soruları var artık:
'Are you going to invade Kurdhistan?'
(Kürdistan'ı işgal edecekmisiniz?)
Sorunun içinde ironiler var; iki kelimeye takılıyor kafam!
Invade (İşgal) ve Kürdistan...
Diyorum ki; Irak'ta zaten bir tane işgalci var, o da sizsiniz! Bizim derdimiz bir yeri işgal etmek değil, siz nasıl Bush'un "önleyici saldırı" doktrini kapsamında taa buralardan Irak'a geldiniz, bizde sınırlarımızı korumaya çalışıyoruz.
Diyorlar ki; biz oraya barış götürdük.
Diyorum ki; o yüzden mi Bir Milyon Iraklı öldü/yaralandı/yurtlarından oldu/mülteci oldular. Ebu Garib, Guantanamo, CIA'in uçan sorgu uçakları size birşeyler ifade ediyor mu?
Ses yok!
Haberler'de ölen askerlerimize dair bir tane, evet bir tane bile haber yok.
Türkiye'nin güney sınırında bir "karmaşa" varmış ve Türk ordusu ile Kürt Gerilla'lar çatışmaktaymış, hepsi bu!
Kürt Gerilla'lar!
Hani PKK teröristti? Resmi, süslü söylemlerinin hiç biri iç politikalarında yok!
Haberlerin satır arası şöyle;
Kürdistan diye bir yer var, buranın bağımsızlığı için savaş veren bir gerilla kitlesi var ve Türk Ordusu ile savaş halindeler!
ABD'de medya bizi böyle sunuyor.
Hillary Clinton seçim kampanyasında, derki Iran'a şurdan gireceğiz, burdan çıkacağız. Haritalar üzerinde tartışıyorlar. Bakıyorum, Israil'den ve İncirlik'ten kalkan uçaklar tıngır mıngır Iran'ı bombalıyor, gerisini siz düşünün!
Haberler, kampanyalar hep korku ve kan üzerine.
San Fransisco sokaklarında bakıyorum, Israil bayraklarıyla, kaçırılan 2 tane Israil askeri için müthiş bir kampanya var. Duvar diyorum, Mülteci Kampları diyorum, Suriye bombardımanı diyorum bana sırtlarını dönüyorlar.
Terorist ve Müsluman kelimeleri sürekli yanyana kullanılmakta. Haber sunuları o kadar itinalı tasarlanmış ki, cümle içinde terörist geçince arkadaki görüntüde cami görüyorsunuz. ABD halkı bu şekilde eğtilmekte.
Öyle bir hava yaratılmış ki, ABD'nin dışındaki bütün ülkeler özellikle Ortadoğu, Asya ve Latin Amerika, ABD'nin düşmanı. Doğruluk payı var tabii olmaz mı! Ama bu düşmanlığı nasıl 19.yy'dan beri yaratıkları konusunda bir öz eleştiri, detay hiç yok.
O kadar paranoyaklar ki, Peru'da ki bir Müslüman mahallesinde toplanan parayı, Filistine gönderenleri, CNN'in prime time'ında terörist ilan ediyorlar.
Düşünüyorum...
Bu kadar ilan ettikleri "şey"lere karşılık biz de "Tam Bağımsız"lığımızı ilan edebilsek, işte o zaman tam süper olacak!
Cüneyt Göksu cuneyt.goksu@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Yeni birşey yoktur Garp Cephesinde |
|
Kurtuluş Savaşı öncesinde nasılsa durum, yine hazırlanmakta aynı dürüm. Aynısının tıpkısı adeta sana biçilen don, sen de böylelerini bir arada bulursan der misin "Pardon !". Tam tersine gidersin üzerine üzerine, sen içerde demeç üstüne demeç verirken gerine gerine, kural tanımadan para basan ülkenin üç-beş parası sevdasına giremezsin bile derine, bir de bakmışsın kararlar alınıvermiş senin yerine. "Stratejik müttefik" gibi süslü safsataları dinlersin, bu kafayla hem trajik hem de komik olduğunun farkına varınca inim inim inlersin. Kasım'ın dördünü beşine eklersin, randevu versin diye daha çok elalemin kapısı cephesinde beklersin..
Cephesinde...
Bir yanda birkaç yalancı eşliğinde onursuzca Garp Cephesi üyeliğinin peşindesin, öte yanda kadını aşağılayıp paketlemenin eşiğindesin. Daha fazla demokrasi takıyyesi ile hilafetin beşiğindesin, sana bekçilik görevi verenin ilişiğindesin. İçeride göbeğimizi keseceğinden söz edip konuya dalacaksın, korkarım yanına gittiğinde tek ayak üstünde kalacaksın. Evladın maaşı yerindeyse başka telden çalacaksın, bakalım dönüşte halkı nasıl kafaya alacaksın ? Kanuni'ye bile kalmamış bir saltanat sürdün mü, girmek için can atar pozda göründüğün o cephede böylesi düğünler gördün mü ..?
Garp Cephesinde...
Madi madi oynatırlar oylar üzerinde güle oynaya, bir torba kuru bakliyat uğruna "Ben neymişim !" edasıyla caka satarsın aynaya. Senfoni Orkestra da çalarsa kendi havandan, prim yapar elalemin borsası tavandan. Zilleri takıp ortaya dalarız kim kime dum duma, ne cevherler oy(a)latırız yine yeni referanduma. Bu kafayla gide döne ancak bir arpa boyu yol gideriz, varsın olsun canım kime ve neye "Hı !" dediğini bilmeyen bir halka Türkçe mealini daha sonra da tercüme ederiz. "Elimizde avucumuzda ne varsa verelim, yeter ki şu AB'ne hayırlısıyla bir girelim !" diyenlere cevabım çoktur, en basitinden 2053'de Moğolistan'ın dönem başkanlığına kadar AB için yerimiz yoktur..
Yoktur Garp Cephesinde...
Sana "itidalli olun !" diye fısıldayan dudaklar, kilometrelerce uzaktan gelip binbir neden icadıyla çoluk çocuk demeden bir ulusu parçalayıp haklar, dil uzatanı da bir güzel paklar, Garp Cephesi herkese efelenirken nedense ona söz söylemez içinde saklar. Onların derdi kaldırın gitsin şu demokrasiniz üzerindeki yasakları, ah bir de türbana da izin verseler içeriye verilen demeçlerde mangalda kül bırakmayanların yükselecek şakşakları. "Aman oraya girme, buraya dalma, toprağımızı çalma, kedimi alma, bir şekilde içeri girersen de fazla kalma" şeklinde işi sürerler yokuşuna, öküzün altında buzağı arayan yok ama nedense gitmez Garp Cephesi'nin hoşuna, öyleyse bir neden arama boshu boşuna..
Birşey yoktur Garp Cephesinde...
Öyle uluorta seni soymazlar ve fakat üç almadan ortaya bir bile koymazlar. Liman derler verirsin, iletişim derler iletirsin, babalar gibi ne bulursan satar ülke kaynaklarını birer birer eritirsin. Ne çare üç beş para ile kapanmaz o delik, şairin dediği gibi "kevgire dönmüşsün be kardeşlik". Maksat seni dört bir yandan kuşatmaktır, bitmek tükenmek bilmeyen emellerini her devirde yaşatmaktır. Bir kez düşmeye gör o cephenin ağına, gözünü dikerler hem bahçene hem bağına. Biraz zayıf gördüler mi hep aynı oyun oynanır, senaryosu eski sadece yeni belirlenen figüranları oylanır. Eskidir bu tuzaklar eski..
Yeni birşey yoktur Garp Cephesinde...
Ve fakat eskimeyen birşeyler vardır :
Üstü başı kirletile kirletile,
Altı üstü çekiştirile çekiştirile,
Kıyı köşe buruşturula buruşturula,
Eskitile eskitile,
eskimeyen bir şeyler vardır. Vardır mutlaka.. Ne yedirirler sana her kuşun etini, ne de sen anlarsın o eskimeyen ve eskitilemeyen antikanın kıymetini ...!
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
GÖÇMEN KIZI
Bulgaristan göçmeni bir ailenin,
Sarı saçlı,yeşil gözlü kızıydı,
Göçlerini anlatırken,gözlerindeki hali,
Yüreğimde kanayan bir sızıydı,
Edirne topraklarına girdiklerinde,
Memleket seçmişler geldikleri bu yeri,
Yedi çocuklu,orta halli aileden biriydi,
Şimdi ise hayatta olan sadece dördüydü.
İlkokul çağına geldiğinde,
Sadece birgün gidebilmiş okula,
Başına bağladığı çemberini,
Kaybedince yolda,okuldan dönerken,
Korku sarmış küçücük bedenini,
Oğlanlaramı verdin kız çemberini,
Diye hırpalayınca babası,
Hayır bile diyememiş,
Çıkaramamış sesini,
Korkudanmı,saygıdanmı bilememiş,
Suskunluğunun nedenini..
Yirmiyedisinde evlenmiş, üç çocuklu bir adamla,
Gelinlik giyememiş,başında telli duvakla,
Dünyada gelinlik giyemeyen,
Ahirette giyermiş,derdi,
Bu yüzden ahiret hayallerini,
Giyeceği gelinlikle süslerdi..
Terziydi göçmen kızı,
Sabaha kadar dikiş dikerdi,
Karadır kaşların diye,türküler söylerdi,
Dört çocuktan üçünü toprağa,kendi elleriyle koymuş,
Kırkbirinde beşinciyi doğurmus,nedendir bilinmez,
Oda en kıymetlisi olmuş.
Üvey kardeşsiniz diye,anlatmadı yavrularına,
Maksumdur onlar diye,sıkıca bastı bağrına,
İndirmedi karyolasının başucundan,
Kocasıyla,maksumlarının anasının resmini,
O benim ahiretliğimdir derken,
Bir hüzün kaplardı çehresini...
Daha ellili yaşların başındayken,
Dul kaldı göçmen kızı,
Şimdi yetmisbeşinde,sarı saçları apak,
Yeşil gözleri ise nehirler kadar berrak...
Kalbi gerçek sevgiyle yoğrulan,
Allah yoluna evlat sevgisiyle doğrulan,
Herkese sevgiyle yardım eden,
Seni taşlayana,sen ekmek at diyen,
Hep doğruluk üzerine öğütler veren,
Nasırlı ellerinle saçımı sevendi.
Bu göçmen kızı, benim ANNEM di.
Beyhan Ada
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Vatandaşlarım! Sekiz sene evvel, mustarip, ağlayan İstanbul'dan kalbim sızlayarak çıktım. Teşyi edenim (uğurlayanım) yoktu. Sekiz sene sonra, kalbim müsterih olarak, gülen ve güzellemen İstanbul'a geldim, iki büyük cihanın birleştiği noktada, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan bir şehirdir. Sekiz sene önce buradan ayrılırken, kalbi yaralı olanlardan biri de bendim. Sekiz sene, heyet-i içtimaiyemizin (toplumumuzun) yeni girdiği devrin tarihi, içine aldığı ihtilâllerin, inkılâpların neticeleriyle doludur. http://www.ataturkiye.com Ulu önderimiz Atatürk hakkında her şey.
Takvimden bir gün seçiyorsunuz ve o gün tarihte Atatürk ile ilgili neler olmuş detaylarıyla öğreniyorsunuz. http://www.ataturktoday.com/ kısa yolundaki web sayfası tam bir Atatürk günlüğü. Her Türk internet kullanıcısının sık kullanılanlar kısmında kayıtlı olması gereken önemli kaynakçalardan bir tanesi.
…Bu bayrak dalgalanacak, Tarihler yazdı yine yazacak, Türk unutmadı unutmayacak, Ceddini, şehidini hep anacak, Bu bayrak semada dalgalanacak… http://www.antoloji.com/siir/media/60/www_antoloji_com_539660_431.GIF
…BİR ASKERİN MEZARINA Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir, Beyaz taş var, onun altında bayraklar Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken... Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir Asker yatıyor... Onun hâbı istirahate çekildiği şu Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler. Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar Nâle eylediler, çocuklar ağladılar. Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak, Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan Ona nâilini intizar olmuş!... MUSTAFA KEMAL · Harbiye talebesi iken yazmıştır… http://www.ataturk.net/ata/siir.html
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Yukarı
|
|
|
|
|
|