|
|
|
9 Kasım 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Söz Verelim!.. |
Merhabalar,
Yarın Ulu Önder Atatürk'ü anacağız. Hatırası önünde saygıyla eğileceğiz ve teşekkür edeceğiz. Herşeyin ötesinde söz vereceğiz, onun kurduğu bu eşsiz memleketi böldürmemek için elimizden gelenin fazlasını yapacağımıza söz vereceğiz. Vereceğiz değil mi?
İki saattir 32.Gün izliyorum. Dün yazdığım konuyu enine boyuna konuştu taraflar. 1994'te 2 ay pkk elinde kalan gazeteciden, son sekiz askeri teslim almaya giden DTP'li vekile kadar birçok kişi vardı. Hatta 17 ay pkknın elinde kalan bir askeri de dinledim. Öyle bir sınavdan geçiyoruz ki akıllara ziyan. Sağlam, güvenilir, dirayetli bir yönetimden mahrum olduğumuzdan, devlet adına fikir yürütme gibi bir misyon üstlendik hepimiz. Yapılanların, söylenenlerin, görülenlerin, görülmeyenlerin, velhasıl tüm olan bitenin eleştirilecek bir yanı mutlaka var. Örneğin son olay. Birçok cephede değerlendirilmeli elbette ama temel olarak ikiye ayırdığınızda, yani işi yalnızca insani ve siyasi boyutuyla değerlendirdiğinizde kafaların bulanmamasına olanak yok. İnsani boyutuyla sekiz canı kurtarmak tartışılmaz olarak bir onurlu davranış, bir erdem. Hem de hiç öyle romantik ajitasyon çabalarına gerek olmaksızın. İnsan olarak, vatandaş olarak, asker olarak, tek bir canı bile feda edemeyecek kadar yüce bir gönüle sahibiz hepimiz. Her ne kadar bazen ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyorsa da bunu böyle değerlendirmekte yarar var.
Ancak siyasi boyut başlıbaşına bir keşmekeş. Burada DTP'li vekille aynı kafada olmak mümkün değil. Çünkü her ne kadar işin insani boyutunu öne çıkarmaya çalışsalar da görünen sahne, teslimiyetin, aczin ifadesi. Ha, DTP buna bilerek ya da bilmeyerek alet olmuştur bu tartışılır ama tartışılmayacak şey işin rezilliğidir.
Tüm bu konuşmaların nedeni devlet kademelerinin aczidir. Ondört gün kılını kıpırtdatmadan oturan hükümet, bir takım insanların bilerek ya da bilmeyerek hata yapmalarına yol açmıştır. Olayın özü budur. Sonuç kurtulan askerlerimiz için şükredebileceğimiz ama memleketin düştüğü durumu için de iç çekebileceğimiz bir konuma gelmiştir. Acı olan da budur. İyi hafta sonları, esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan ALACA BULACA- 3 |
|
Cebinden çıkarıp sakallı adama beş liralık bir banknot verdi. Diken gibi sakaklı, perişan görünüşlü adam basamakları çıkıp ana caddeye doğru ilerledi. Yazın sıcağına inat ayağında bağcıkları yerlerde sürünen ama pırıl pırıl siyaha boyalı bir çift postal vardı. Öğretmen, arkadaşlarıyla oturduğu masaya geri döndü. Arkadaşlarının meraklı bakışlarının üzerine yöneldiğini görünce anlatma başladı.
Benim okul arkadaşım Halil bu, dedi. Birlikte öğretmen olduk. Onu Adıyaman'da bir köye atadılar. Beni de Iğdır'da Hanako diye bir köye. Yazları tatillerde bir araya gelip görüşürdük. Sonra ne oldu, nasıl olduysa Menzir'e Şeyhe gitmiş bizimki. Kim götürmüş, kim tanıştırmış bilmem. Bir yaz geldi ben öğretmenliği bırakıyorum, dedi. Yalvardım, yakardım ama dinletemedim. Kararını çoktan vermiş. Kâfir devlete hizmet etmem diyor başka bir şey demiyordu. Sonradan duydum bizimki okulu, memuriyeti falan bırakıp Menzir'e yerleşmiş. Ailesiyle bile ilişkilerini kesmiş. Bunlar kalabalık bir ailedir. Peşine düşüp aramışlar da üstelik. Bulmuşlar da… Ama geri getirememişler.
Bir, iki yıl sonra sokakta abisiyle karşılaştım. Halil i sordum. Halil kafayı yedi abi, dedi. Hem ağladı, hem anlattı. Ne olmuş bilmiyorum ama bu hastalanmış. Ankara'ya hatta İstanbul'a götürmüşler. Doktorların verdiği ilaçları kullanmamış. Tedavisini hiçbir zaman tam manasıyla sürdürememişler. Zaten sürekli olarak evden kaçıyormuş. Bir süreliğine Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yatırmışlar. Orada biraz düzelir gibi olunca çıkarıp eve getirmişler. Sanki başlarındaki dert azmış gibi tanıdık bir kız bulup evlendirmişler. Hani nikâhta keramet varmış ya. Elbette evlilik bunu evde tutmaya falan yetmemiş. Nikahın kerametini göremedikleri gibi kıza da yazık etmişler. O da ayrı bir hikâye.
Kaç yıl geçti aradan tam anımsamıyorum. Bununla sokakta karşılaştım. Beni ilk gençlik yıllarımdan beri sever. Ama size o günkü halini anlatmama imkân yok. Yalın ayak, üstü başı perişan, kir pas içinde… Bir deri bir kemik… Saç sakal birbirine karışmış. Neyse birlikte yemek yedik. Gidip parka oturduk. Konuşmaya çalışıyorum. Eski günlerden falan bahsediyorum. Bizimki ise hep aynı terane… Durup durup ben Allah'ım diyor. Şeytanla mücadele etmekten yoruldum Muharrem. Dünyanın düzenini korumak için gece gündüz çalışıyorum. Bu trafik neden böyle akıyor? Biliyor musun? Çünkü ben düzenliyorum. Ben olmasam sular, topraklar, evler, ağaçlar hep birbirine girer. Ama artık yok yoruldum Muharrem… Uğraştım, didindim, sabırlı davrandım ama konuşabilmek mümkün değil. Siz ne söylerseniz söyleyin o durmadan kafasının içindekileri anlatıyor. Sonradan duyduğuma göre hakikatten yollarla çıkıyormuş bu. Trafiği kesip soyunuyormuş hatta. Polisler bunu alıp götürmekten bıkmışlar. En iyi tarafı kontrolsüz bir öfke ve şiddet eğilimi olmaması elbette. Yoksa başı çoktan belaya girerdi. Gözü de karadır hani… Şimdilerde biraz daha da iyi. Arada bir gelir böyle. Ama sakın yanlış anlamayın. Para istemek için gelmez. Beni görmeye gelir. Yalnızsam yanıma oturur. Beş dakika kadar sonra kalkıp gider. Karnı açsa ona sadece beş lira veririm. Bu çok önemli ama… Yüz değil, bin değil, yirmi değil. İlla beş lira… Onunla kardeş gibiydik okulda. Çok insanlığını gördüm. Ailesi de epey varlıklıdır. Ona her gün yüz lira versem yine borcumu ödeyemem. Ne iyi çocuktu bu bir bilseniz?
Öğretmen anlattı, anlattı, anlattı ve üzüldü. Bakışları yerdeki kilit taşlarına takılıp kaldı. Dinleyenler de üzüldü. Ve hiç kimse tek bir soru bile sormadı. Onlar suskunluk içinde kendi düşüncelerinde gezinirken dut ağacına bir sürü serçe kondu. Ortalığı gürültüye boğdular. Dallar sallandı, birkaç sarı yaprak yere düştü. Çaycı Kadir elinde bardaklarla dolu tepsiyle masaya geldi. Çay isteyen var mı abi? dedi.
Bundan üç saat sonra, güneş dağlara doğru eğilmeye başladığı sıralarda Burç Kavşağında bir kaza oldu. Bir kamyon minibüse arkadan bindirdi. Kamyona da bir başka otomobil. Minibüs yoldan çıkıp karşıdaki araziye yuvarlandı. Yamuk yumuk haliyle yeniden ayağa kalkar gibi doğruldu. Kamyon sürücüsü yaralandı. Minibüsteki on beş yolcudan üçü öldü. Geri kalanlar kan revan içinde minibüsten indiler. Kamyona arkadan çarpan otomobilin ön koltuğunuzdakiler de başlarından yaralandılar. Panikten kurtulabilenler hemen işe koyuldular. Önce arabalardan yaralıları çıkardılar. Arabadan çıkarılanların hepsi aynı durumda değildi. Birçoğu şoka girmişti. Kimisi ayakkabılarını arıyor, kimisi ağlıyor kimisi de sanki bir rüyadaymışçasına eğilmiş bükülmüş arabaların etrafında dolaşıp duruyordu.
Minibüsten en son ölenlerin cesetlerini çıkardılar. Üçünü de boylu boyunca yolun kenarına yatırıp üzerlerine gazete kâğıdı örttüler. Gazete kağıtları ölenlerin sadece yüzlerini ve bedenlerini örtüyor ama bacaklarını ve kollarını açıkta bırakıyordu. Polis Cemal'ı kırmızı spor ayakkabılarından görür görmez tanıdım. Boyalı ama bağcıkları düğümlenmemiş postallar ile yırtık naylon terlikler ile tozlu ayaklar da hiç yabancı değildi. Saatler günün sonuna doğru koştururken ölüm onları bu kavşakta buluşturmuştu. Polis Cemal'ın üzerine örtülen gazetedeki bir haber başka bir buluşmayı özetliyordu.
Sakarya/Pamukova.:
ONLARI ÖLÜM BULUŞTURDU
Televizyonları kanal kanal dolaşarak oğlunu arayan anne Pamukova'daki tren kazasında hayatını kaybetti. Oğlunun da kendisiyle aynı trende seyahat ettiğini hiçbir zaman öğrenemedi. Ayrı vagonlarda yolculuk ederken ölen yolcuların uzun zamandır birbiriyle görüşemeyen anne ve oğlu olduğu kazadan sonraki araştırmalar sonucunda ortaya çıktı. Eşinden ayrıldığı için oğlunu on yedi yıldır göremeyen anne birçok televizyon kanalına çıkmış, gazetelere de konu olmuştu.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
HEM OKUDUM HEM DE YAZDIM
Zaman zaman çevremdeki kişiler neden yazdığımı sorarlar. Onlara Konfüçyüs'ün,
Bende bir yumurta var,
Sende bir yumurta.
Eğer sen bana bir yumurta versen
Ben sana bir yumurta versem
Yine sende bir yumurta,
Bende bir yumurta var.
Sende bir bilgi var,
Bende bir bilgi.
Şayet, ben sana bir bilgi versem
Sen bana bir bilgi versen
Sende iki bilgi,
Bende de iki bilgi var.
öğretisini aktarırım. Bazen de okuyanı olmayan bir ülkede yazmanın anlamsızlığından dem vururlar. Bu kez de onlara serçe kuşunun öyküsünü anlatırım:
Orman yanıyormuş. Tüm hayvanlar bir köşeye çekilmiş yangını seyrediyorlarmış. Ancak bir serçe nehirden gagasıyla su alıp yangının üzerine uçuyor, suyu ateşin üzerine bırakıyormuş. Bunu gören diğer hayvanlar: "Sen bu küçücük gaganla taşıdığın suyla bu koca yangını söndürebileceğini mi sanıyorsun" dediklerinde, serçe: "Biliyorum elbette; ama durup seyretmekten daha doğru değil mi sizce de" diye yanıtlamış.
Benim yapmaya çalıştığım da bu.
Geçenlerde lise son sınıfa gelmiş bir delikanlıyla konuşuyordum. Delikanlı bu güne dek okul kitapları dışında tek kitap okumamıştı. Üstelik kitap okumayı da gerekli görmüyordu. Yadırgamadım. Çünkü toplumumuzun bu sürece nasıl getirildiğini biliyorum.
Bir zamanlar bu ülkede çocuklara roman öykü gibi yazınsal türlerin okunmasının doğru olmadığı, hatta günah olduğu telkin edilirdi. Anladığım kadarıyla bu telkinleri yapanlar için okunması gereken kitap, Kuran'dı. Ders kitaplarına da karşı çıkan yoktu. Ne de olsa onlar devlet denetiminden geçmişti.
Bir köylü çocuğu olmama karşın böyle bir bir şanssızlığım olmadı. Sağduyusuna hayran olduğum babam, üretkenliğine imrendiğim annem okuma yazmayı doğru dürüst bilmeseler de gerçek okuma tutkunlarıydı.
Öğretmen okulunda okumak, biz köylü çocukları için büyük bir şanstı. Orada da okuma özgürlüğü vardı. Tüm Türk ve Dünya Klasiklerini kütüphanemizde bulabiliyorduk. Gazeteler günü gününe geliyordu. Dünyada olan biteni akılla kavramanın, sağduyuyla irdelemenin yollarını okuya okuya, farklı düşüncelere saygıyı tartışa tartışa kazandık.
Emre Kongar'ın, Erdal İnönü'yle ilgili sözlerini dinlerken o okulların ülkemize ne büyük hizmeti olduğunu bir kez daha anladım. Kongar, Erdal İnönü'nün çok okuyan biri olduğunu, Milli Eğitim Bakanlığı'nın çevirttiği Dünya Klasiklerini okuyarak büyüdüğünü söyleyince bir kez daha mutlandım. Gerek Köy Enstitüleri gerek Dünya Klasiklerinin dilimize kazandırılması büyük eğitimci Hasan Âli Yücel'in iki aydınlanma projesiydi. Demek ki Yücel, köy çocuklarıyla cumhurbaşkanının oğlunu bir odakta buluşturmayı hedeflemişti.
Yücel'in projeleri yarım kaldı. Bu aydınlanma projelerinin önünün kesilmesinin nedenleri her geçen gün daha çarpıcı biçimde karşımıza çıkıyor. O engellemelerde bugün içine düştüğümüz aczin tohumları var. Geçen zamanda ülkenin kaderini ellerlinde tutanlar, içine sürüklendiğimiz kültürsüzlük batağının farkına varanları acımasızca susturdular. Ülkenin dirlik düzenliği, bölünmez bütünlüğü diye diye kitapları yaktırdılar, yazarları hapislerde sürgünlerde çürüttüler. İnsanlarımız, hiçbir kitabını, yazısını okumadığı yazarları, bilim adamlarını hain olarak belledi.
Artık bilgi sahibi olmak için bol sansasyonlu haberleri izlemek yeterli. Sorunlarımızı nasıl çözeceğimizi de silahı bol dizilerle öğreniyoruz. Kerameti kendinden menkul köşe yazarlarımızı okumaya bile gerek yok. Çünkü hazretler sabah akşam ekranlarda boy göstererek bilgi sahibi olmayanları fikir sahibi yapıyorlar.
Şiddet, kültürsüz toplumların bataklığıdır. Bu bataklıktan elbette toplumsal çıkarlarının hesabını yıllar öncesinden yapanlar yararlanacaktır. Okumayan, dünyayı farklı dillerde izleyemeyen; evrensel değerler ve hesaplaşmaların çözümlemesini yapamayan; yalap şalap bilgilerle bu ulusa don biçmeye kalkışanların bol olduğu bu ülkede bizim gibilere "hem okudum hem de yazdım" türküsünü söylemek düşüyor; ama olsun. Doğru bildiklerimizi bir kişiyle de olsa paylaşmak, yangına serçe örneği su taşımak sizce de daha doğru değil mi?
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Kan, Revan, Hüsran… |
|
Kanayınca dindi…
Kabuk tutarsa unutulup
İzi kaldığında hatırlanmaz olacak belli ki…
Tüm verdiği sancı kanı görünceye kadar demek ki…
Sonrası kırmızı, sonrası akıntı, sonrası dinilti…
Döl yatağı o kadar tek kişilik ki
Çiftleşilmeyecek kadar insani…
Hiçbir kesiği suyun altına tutmayacaksın…
Daha fazla kanıyor…
Sen geçecek zannediyorsun, suyu açıyor, yarayı altına uzatıyorsun, önce ince bir sızı, sonra uzun akıntı, azdıkça akan, aktıkça uzayan…
Suyun altına uzatma yaralarını
Kan revan olmasın her yan…
Çok içmeyeceksin…
Geceleri ucuz arabesk adamlarınki gibi içlenmeyeceksin.
Şarkılar ağlatmak için gecelerin sırtında kamburdur hep.
Geceleri dik duracaksın…
Susmayacaksın çok fazla
Her susuş bizzat-i yürek hastalığıdır; kara, ince…
Ve asrın şimdiki asır da olsa, kara hatta ince hastalıktan ölenlerin sayısı diğer ölüm oranlarının içinde en fazla olanlardır…
Tıbbın ilgilenmek için ciddiye alamadığı en ciddi ölümler kara, ince hastalıklarla yaşananlardır…
Susma…
İyi olur…
Yine kışsal, kendini zorla kabul ettiren konuklar kadar nahoş bir mevsim bu gelen diye…
Yahut mevsim soğuk
Gün Pazar
Ay kasım diyedir bu kasavet…
Değişince geçer…
Yine iyi olur…
Yoluna girer…
Özlemine dahi özlem büyütülen çocukluk yılları uzaklaştıkça daha net biçimde farkındalığı gelir vaktinde önemsenmeyenlerin…
Keşke bebeğimi, bisküvimi inadıma esir etmeden paylaşaydım, keşke ağabeyimin uzağımda büyütülmesine engel olsaydım… Keşke yıllar sonra "keşke"li kelimelerle cümlelere başlayacak kadar arabesk olmayaydım…
Kimliği tespit edilse adı bilinmiyor
Adı bilinse kimliğini evde yahut ev benzeri bir kapalı mekanda unutmuş oluyor…
Cebindeki hiçbir kartvizit kimlik yerine geçmiyor…
Cebine, inatla geçerliliği olmayanları koyuyor…
Kimliği mi yok
Adı mı yalan
Bilinemiyor…
Aktı…
Oluk, oluk…
Kırmızı, kırmızı…
Fazla, fazla…
Sadece bu oluksal akıntıdan doğan kanlı göletin düğünümsü kekremsiliği korkuttu beni…
Yoksa ne acı duydum, ne daha fazlası…
Hatta, dindi uzundur içimde kör, allahın cezası, lanet, kahır, bela olası biçimde çöreklenmiş sancı…
Kalbimin bunca hızlı atışı yalnız şaşkınlığımdan… Daha önce hiç böyle düğünümsü bir törenle, göletimsi bir fazlalıkta kanım akıtılmamıştı… Yoksa acı yok… Dindi içimde kör biçimde çörekli duran… Çözdü kendini yaram…
Kan tarlasının anavatanıdır çiçek
Çiçeğin kalbi sapındadır
Çiçeğin kalbi olur mu deme
Çok otlar biliyorum ben
Vücudunun sol yanında kalp taşıyanlardır…
Çiçeğin de onlar kadar, onlardan fazla kalbi vardır, sapındadır…
Kan tarlasını nadasa bırakmamalı…
Akıntısı teninde can bırakmaz olacak kadar fazla olmasın, nadasa bırakma kan tarlasını…
İçmesin artık…
Susmasın…
İçince susuyor, sustukları içinde kalıyor…
O zaman ince, kara ağrıları geliyor…
Dayanılmıyor…
Çok ağrılar yaşadım ben. Bir başkasının tenine uyum gösteren hiçbir merhemin zamanında yetiştirilemediği yaralarım oldu. Yaram yanığımdı. Yanıyordu…
İyi etmek isteyenler oldu bazen. El sürdükçe daha beter sancıtanlar oldu… Merhemleri benim tenime uyumlu olamıyordu… Ağabeyim anlardı… Sadece ağabeyim… Çocukken uzağımda büyümeyeydi yaralarım bu kadar derin olmayacaktı belki…
Yıllar suyla kardeş oldu sonra. Akıp gidenlerin yanında durup kalanların acizliğini görenler pek yoktu. Hepsi aynı akıntının bir başka kolunda kürek çekiyordu, mahkumdu… Bir zaman sonra aynı denizde buluşacak hepsi…
Yara aktı…
Gidemedi… El sallarım zannediyordum…
Ama gitmedi, sade hiçbir coğrafya ya da harita gerçeğiyle açıklanmaz olabilecek kadar uzağa ilikledi kendini…
Gitmedi, belki el sallamasın diye, belki ağlamayayım, gözlerim, yüreğim, tenim yanmasın diye kıyamadı işte… Gitmedi, gidemedi… Sadece hiçbir coğrafik bilgi ile açıklanmaz olacak kadar bilinmeze ilikledi kendini…
Açıklanır, elle tutulur, divitle anlatılır, yazıyla aktarılır hiçbir gerçeği ve gereği kalmamıştır…
Kırılmıştır, yel ağrısıdır, çıkıkçıların daha derin çıkaracağı bir kırık sancısıdır; öyle ağrı ki gözbebeklerinden buğulu sular akıtır. Parmak uçlarından başlayıp, son saç telinin son kıvılcımında şahlanır…
Kalp sancısı yol verince gidiliyor bazı..
Yol vermeyince "eşek gibi" kalınıyor, duruluyor, yerinde saydırıyor…
Velveleye verme kimseyi
Akana kadarmış bütün ihtişamlı gösterisi…
Kabuk tutunca unutulup
İzi kaldığında bitmiş olacak öyle ki…
Lüzumu yok, kimse bilmesin…
Kanasın…
Kabuk tutsun….
İz olsun…
Unutulsun...
Unutursun…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
ATATÜRK VE VEFASIZ EVLATLARI
Atatürk'ü düşünüyorum... Toprağın altında, kül olmuş vücudunu, sızlayan kemiklerini... Bu ülkenin namusu için, hürriyeti için, milletinin mutlu geleceği için heba ettiği, harcadığı, hiçe saydığı o vücudunu, sağlığını, yakınlarına, sevdiklerine ve hatta kendisine ayıramadığı zamanını, en ön safta yer tuttuğu savaş günlerini, bir yandan eski Osmanlı zihniyeti ile çarpışırken ve cambaz oyunu siyasetle uğraşırken, diğer yandan savaş alanında gösterdiği o eşi benzeri olmayan başarıyı, bütün umutlarını kaybetmiş, gücü, takati kalmamış bir millete savaş meydanında verdiği cesareti, "Biz savaşmayacağız, öleceğiz..." diyen Atatürkü... Çanakkalede denize dökülen Yunan kumandanın " Biz orada bir ordu ile değil, Tanrı ile savaştık" demesini düşünüyorum... Kazanılan zaferi, zafer sonrası mutluluk sarhoşu bir milleti, ancak ve ancak bu başarının en büyük mimarının zaferini doyasıya kutlayamadan sağlık sorunlarıyla cebelleşmeye başladığını düşünüyorum... Dil ve Tarih çalışmalarıyla yorulan ve diğer bir taraftan siroz ile boğuşan güçsüz, zamanla çelimsizleşen vücudunu, gök kadar mavi gözlerini, binlerce insana ilham veren sözlerini... "Bir iyileşeyimde ormanlara gidelim, evet evet ormanlara gidelim" diyen o acınası sesini, umutların yavaş yavaş yok olduğunu, bütün dünyaya meydan okuyan o kumandanı şerefsiz, riyakar, kahpe bir hastalığın esir aldığını...
Zamanın alıp götürdüğü, tozlu yapraklarına hapsettiği nice başarı gibi, şehitlerimizin bu topraklar uğruna döktüğü kanlar, Atatürk'ün bu ülke uğruna, bizim geleceğimiz uğruna göğüslediği zorluklar, ülkesi uğruna seve seve feda ettiği canı unuttuk mu... Biz vefadan, iyilikten, savaştan, gurur duyulası, şanlı tarihimizden bunu mu anlıyoruz? "Şeriatciyim" diye geçinip, Atatürkü dine düşman biri olarak göstermeyi mi anlıyoruz? Biz haysiyetten, dürüstlükten, onurdan, şereften, cesaretten, kahramanlıktan bunu mu anlıyoruz? Kahramanlarımızı unutuyoruz, bu toprakların kan ile alındığını unutuyoruz, bu hürriyetin, bu bağımsızlığın milyonlarca cana ve o canların yitirilmiş yada hiç olmamış umutlarına, daha ergenliğine varmamış gençlerin oynayamadığı oyuncaklarına, oğullarına doyamamış anaların gözyaşlarına, öğrencisiz kalan okullara, kocasız kalan genç kadınlara, gözyaşlarına, karanlığa, kedere bedel olduğunu unutuyoruz... Nasıl unuturuz ? Nasıl? Bu dünya bu kadar kahpe mi ? Bunları unutacak, unutturacak kadar kahpe miyiz ?
Kim uğruna bunca bedel, kim uğruna? Aradan geçen 100 yılda vatan millet sevgisini, milliyetçilik bilincini,demokrasiyi kaybetmiş bu gençlik için mi ? Hayatta çok az şeyi düşünen,okumayan, öğrenmeyen, gelecek kaygısı olmayan bu gençlik için mi ? Önce alevi-sünni sonra, türk-kürt kavgasına düşüp, türkler ve kürtlerin bu vatanı omuz omuza savaşıp kazandığını unutan bu unutkan gençlik için mi yoksa dini siyasete alet eden, insanların duygularını bu yolla sömüren, vatan çıkarlarını değil kendi çıkarlarını herşeyin üzerinde tutan bu milletin vekilleri için mi ? Sana layık olamadık atam... Layık olamadık...Bizim uğrumuza verdiğin cana vefalı olamadık, senin kemiklerini sızlattık... Belki de değmezdi bize... Affet bizi...
Yine de Anıtkabir 'e gelip seni anmaktan, ruhuna fatiha okumaktan alamıyoruz kendimizi Atam... 14 nisanda, Ankarada, Tandoğanda bir elimizde fotoğrafın, diğer elimizde bayrağımız hep bir ağızdan, milyonlarca kişi "Türkiye laiktir, laik kalacak" diye bağırıyoruz atam... Bu ülkenin hürriyeti, milletinin onuru uğruna dökülen kanlara, verilen canlara vefamızı, minnetimizi sunuyoruz ... Düşünüyorum da ; "Atatürkcü" kelimesi yetmiyor artık Atam...Biz Atatürk'ün ta kendisi oluyoruz... Atatürk kadar, Atatürk gibi canını verecek kadar, şehitlerimiz kadar vatanına, milletine bağlı, şerefli, onurlu, vefalı... Bu ülkede şeriatcisi olur, tarikatcisi olur, zaviyecisi olur, hepsi gelir geçer... Ama biz kalırız Atam... Ülke kurtarılacak olduğunda, hepsi kaçar, biz canımızı veririz Atam...
Onur Yavuz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Çekme Belgesi |
|
"Trafikten Çekme Belgesi" alınması gerekiyormuş. "Ben artık bu araba ile trafiğe çıkmak istemiyorum" demenin trafikçesi. Trafik dediğiniz koca bir hastahane. Fenni Muayene, Egzost Emisyonu, Tescil Belgesi, motor gövdesi, şanzıman gibi bir takım terminolojinin latince cafcaflı tıbbi literatürden ne farkı var ? Üstelik bir de benim gibi diferansiyelden anlamaz, sübap deyince tınlamaz, silecek suyu damlamazsa damlamaz ( periyodik bakımlarda nasılsa hallederler ) tarzında biriyseniz soracaksınız elbette uzmanlarına :
"Vergi Dairesi'nden Borçsuzluk Belgesi alacaksınız, bir de Ek-1 Formu doldurtacaksınız, o kadar Abi !"
dedi trafik terminolojisini sular seller gibi ezberlemiş birisi. Arzuhalci misali "Ek-1 Formu daktilo eşliğinde itinayla doldurulur" diye Trafik İlçe Müdürlüğü'nün karşısına açtığı dükkana levha asmış ticaret erbabına gidildi ve emeği için gereken miktarda akçe karşılığı istenen belge alındı. "Başka birşey gerekiyor mu ?" sorusu her ihtimale karşılık olarak soruldu :
"Bankadan kredi kullanarak arabayı satın almış olduğunuzdan bankadan alınacak Rehin Kaldırı Belgesi, şirket üzerine kayıtlı olduğundan İmza Sirküleri, Sicil Gazetesi, Ticaret Odası Faaliyet Belgesi, .... hmmm, sen istersen bir de karşı binadaki görevliye sor !". Karşı binaya intikal edildi, "Bunlar bunlar söylendi, başka birşey gerekiyor mu ?" sorusu görevliye soruldu :
"Plakalar ve ruhsat.. Onları da eklemeyi unutma !"
Önce internetten bilgi işlem otomasyonuna geçen Vergi Dairesi sayfaları bulunup "Borç var mı ?" sorusu yazıldı, enter.. "Ayıpsın, olmaz mı ?" karşı sorusu üzerine Vergi Dairesi'ne gidildi, borçlar faizleriyle birlikte tıkır tıkır ödendi. Ofise gelinip diğer evrak-ı metrukeler hazırlandı ve süratle bankaya Rehin Kaldırı Belgesi alınmak üzere gidildi. Hemen hemen 50 dakika beklendi, banka görevlisine; benzer süreyi bankada tüketmek için dünyanın en hızlı solbeki Carlos olmaya gerek olmadığı mesajı iletildi. Ve fakat murada erildi. Dipnot tavsiyesi :
"Bence bir de filanca Noter'e gidin, bu belgedeki imza sahiplerinin orada İmza Sirküleri var, Trafik İlçe Müdürlüğü isteyebilir"
Koskoca banka; "Bu kişi benden araba almak için kredi kullanmış ve tüm kredi borçlarını ödemiş ( zaten ödememiş olsa ben önce tepesine daha sonra elinden aldığım o arabaya binerdim ), bu nedenle filanca araba üzerindeki rehini kaldırabilirsiniz" diye bir belge vermiş, bu belgeyi "geçersiz" konumuna düşürüp Noter vasıtasıyla "geçerli" hale getirmek de neyin nesi ? Öğrendim ki; para piyasalarında bir işlem hacmi yaratmak içinmiş, gitti güzelim 40 Yeni Türk Lirası. Ağlamanın, sızlamanın faydası yok, ofise döndüm, sigorta şirketinin istediği belgeler geldi aklıma. Sinirliyim ya, açtım telefonu :
"Bir dizi madde yazmışsınız ama iki tanesi birbiri ile çelişiyor. Madde 4'de araca ait tüm Taşıt Pulu makbuzlarını, Madde 5'de ise Borçsuzluk Belgesi'ni istiyorsunuz. Borçsuzluk Belgesi zaten tüm Taşıt Pulu makbuzlarının ödendiğini göstermiyor mu ? Üstelik arabayı deponuza çektirmişsiniz, Garanti Belgesi de aracın torpido gözünde, neden Madde 6'da benden Garanti Belgesi'ni istiyorsunuz ? Trafikten Çekme Belgesi için plakaların gerekli olduğunu biliyorsanız ( ki biliyorsunuz, defalarca benzer konularda çalışıyorsunuz ) Madde 1'deki o belgeyi nasıl alabileceğim ? Niye beni madde madde boğup duruyorsunuz ..?"
Biraz olsun rahatladım, "Haklısınız ..! Plakaları kurye ile adresinize gönderiyorum" dedi sigorta görevlisi. Devrisi gün; "Belgeler elimizde, uzun ip belimizde" şarkısı eşliğinde tutturdum Trafik İlçe Müdürlüğü'nün yolunu, girdim sıraya, uzattım belgelerimi, açtım kulaklarımı :
"Güzel, Rehin Kaldırı Yazısı mevcut, hem de Noter tasdikli ( hemen bankanın hanesine 10 puan yazdım ) ama ama... Bunlar da ne ..? İmza Sirküleri, Sicil Gazetesi ve Ticaret Odası Faaliyet Belgesi Noter tasdiklerinin fotokopileri olmaz, aslı olacak aslı ..!" sözlerini kerat cetveli gibi ezberledim". Üstelik askerlikteki emir tekrarı gibi kulaklarımla duyduklarımı sözlerle tekrarladım. Velhasılı açtım ağzımı, yumdum gözümü, ezberlediklerimi söyledim, sanırım 3.tekrarda; "Tamam kardeşim, sırada bekleyenler var, haydi güle güle ..!" dedi trafik görevlisi.
En uygun gün bugün idi, Salı sallanmış, Çarşamba'yı sel almıştı. Öğlen 2:30 civarında toplantıdan döndüm ofise. Salim kafayla tekrar tüm belgeleri kontrol ettim, bir yandan da ezberlediklerimi mırıldanıyordum. Trafik görevlisinin sözleri toplantıda bile çıkmamıştı kulaklarımdan. Her ne kadar "İhtiyar" dese de Edi Efendi, onun gibi kulak problemim yok çok şükür ! Bazen duymuş ama anlamamış olsam bile "Ha !" kelimesi asla çıkmamıştır ağzımdan. En kötü emir tekrarı yaparım. Atladım arabaya, "Arabaya taş koydum, ben bu yola baş koydum" şarkısı eşliğinde ver elini Bostancı. Merdivenleri çıkarken "İlk Evrak Veznesi" önünde sıra bekleyen göremeyince daha bir sevindirik oldum.
"Trafikten Çekme Belgesi için gelmiştim" bile diyemedim. Görevliyi bile göremedim. Veznenin camı kapanmış, üstünde kocaman "Kapalı" yazısını gördüm ama. Eğer pek övündüğüm kulaklarımın yarısı kadar gözlerimi de açmış olsaydım, o yazının üstünde Çalışma Saatleri;
09:00 - 12:00
13:00 - 15:00
şeklinde bir levha daha olduğunu da görmüş olacaktım. Belki de; 15:01'de vezne önünde olmayacaktım. Bön bön bakarken vezne penceresinin arkasına gelen görevliyi görüp; sessiz film benzeri işaretlerle 1 dakika üzerine oyun oynamayacaktım. Yumruk yaptığım elimdeki işaret parmağım ile 1 işareti yapıp kol saatimi gösterirken, eş zamanlı acındırık bir ifadeyle görevlinin yüzüne de bakmayacaktım. O da bana kaşlarını yukarı kaldırıp, başını iki yana sallayarak bakmayacaktı. Belki de; bu oyunu gereksiz yere uzattığım için yumruk yaptığı elinin işaret parmağını kol saatinin üzerine vurup önce 2 daha sonra da 3 orta parmağını göstermeyecekti. Ya da ( 15:04 son tahlilinde olduğu gibi ); yumruk yaptığı elinin sadece orta parmağını gösterip Pembe Panter gibi sırıtmayacaktı...
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
MUSTAFA KEMAL'İN YÜREĞİMDEN SESLENİŞİ
Her gerçek Türk gibi benim de içimde yaşayan,
Düşüncelerimize sözleriyle ışık tutarak aydınlatan,
Benim yüreğimden de, milletine seslenen,
Bu seslenişini de , benim sizlerle paylaşmamı isteyen
Ulu önderimiz, ATA' mız, ölümsüz MUSTAFA KEMAL' imiz diyor ki!!!!!!!!!!!
BEN MUSTAFA KEMAL' İM
Ben, beni kalplerinde
İlkelerimi, düşüncelerinde
Şeref ve haysiyeti şahsiyetlerinde yaşatan,
İlelebet de yaşatacak olan
Evlatlarımın Ata' sı
Mustafa Kemal' im.
Sizlere armağan ettiğim kutsal emaneti,
Bu emanete sahip çıkacağınıza inandığım sizleri,
Tanrı' nın yanından izlemekteyim.
Sizleri, içinde bulunduğunuz şimdiki tedirgin durumunuzda hayret ve şaşkınlıkla izlerken, düşündüğüm ve üzüldüğüm şudur ki!!!
Benim, yakın geçmişteki tarihini çok iyi bilen milletim, içinde bulunduğu bu günkü vahim durumda, nasıl bu denli suskun durabiliyor?
Nasıl, bu denli uzun ve derin bir uykuya dalabiliyor?
Benim milletim, bu denli iç ve dış hainlere nasıl gözyumabiliyor?
hatta ve hatta, zamanında bu günler için söylemiş olduğum,
"Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacaktır
fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır"
Sözümü, unutacak ve beni mahcup edecek kadar nasıl
Duyarsızlık içinde olabiliyor?
Bu gün de,
Bana inanan, toprağına sahip çıkan
Milli onurunu her şeyin üstünde tutan
Milyonlarca yürekten
Siz mirasçılarıma sesleniyorum.
Yüce milletim!!!!!
Beni ve ilkelerimi, kurduğum cumhuriyeti
Kendi çıkarları için yoketmeyi düşünenlere,
Bu vatanın hangi şartlar altında varolduğunu bilmek istemeyenlere,
Türk' ün yönünü, şeriata çevirmeye kalkan sahte dincilere,
Onların karşısında diz çöküp secde edenlere,
Şahsi menfaatleri için düşmana DOST diyenlere, dedirtenlere,
Kadınımızın özgürlüğünü hapsedenlere,
Tarihin yazdığı binlerce gerçek satırı inkar edenlere,
Sizin malınız olan topraklara, yabancıları yerleştirmeyi düşünenlere,
Asla taviz vermeyiniz. Yine kendi topraklarınızda, kendi kültürünüzle tek bir bayrak altında milyonlarca yüreği birleştiriniz.
Çaresizlikler içinde olunsa da, her güçlüğe akıl ve cesaretle çözümler bulmak,
Bu çözümleri uygulamak,
Yokluğun karşısında dahi, onur ve azimle dimdik durmak
Vatan topraklarınıza, bayrağınıza sonsuza dek sahip çıkmak
Çocuklarınıza gelecekte özgür ve coğrafyası bozulmamış bir ülke bırakmak en önemli ilkeleriniz olmalıdır.
İçinde bulunduğunuz bu güç durumdan sizleri
Kurtaracak olan, yine sizlerin Türk' lük onurunuz, vatan, bayrak sevginiz,
kendi zeka, cesaret ve vicdanlarınızdır.
Çünkü, "Muhtaç olduğunuz kudret, damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur"
Din maskesi altında islamiyeti alet ederek, laikliğin dinsizlik olduğunu yaymaya, cahil insanları kandırarak buna inandırmaya çalışanlara, benim, laiklikle ilgili söylemiş olduğum şu sözümü hatırlatınız.
"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir"
Benim bu sözümü bilmeyenlere, kendi kafalarına ve emperyalistlerin istekleleri doğrultusunda laikliğin tarifini yapanlara, özgür bir devlet ve millet için , laikliğin ne kadar elzem olduğunu anlatınız. Geçiçi menfaatleri için, laikliğe zarar verecek hainlere, ellerine geçirmek istedikleri fırsatı vermeyiniz. Biliyorsunuz ki, bu yapıdaki saltanat düşkünü hainlerin ne derece zararlı olduklarını, tarihimiz ispatlamıştır.
Beni içinizde, ilkelerimi ideallerinizde yaşattığınızı, yaşatacağınızı, bensiz de vatanınıza sahip çıkabileceğinizi, iç ve dış düşmanlarınıza söyleyiniz, gösteriniz.
Bir an evvel uyandığınızı görmek, yükselen seslerinizi duymak, milyonlarca kalbin bu vatan için tek bir kalp olarak çarptığını hissetmek istiyorum.
Çünkü bu mirasın tek sahipleri sizlersiniz.
Hala inanıyorum ki, hepiniz birer Mustafa Kemal' siniz.
Unutmayın !!!!
Haysiyetli bir millet sonsuza dek varolur, eğer kendi vatanı varsa,
O Vatanda özgürce yaşanır, cumhuriyet denen değer varsa
Vatan ve cumhuriyet nesilden, nesile yaşar ve yaşatılır
Ancak, emanetime VAKİT ÇOK GEÇ olmadan sahip çıkılırsa.
Ey!! Yüce milletim !!!
Türk' lüğün yüce bir şeref
Türkiye' nin özgür bir devlet
Türk' ün ise en onurlu millet olduğuna
Yemin ederim.
Çünkü ben, o vatanın askeri, öğretmeni
Gazi Mustafa Kemal' im ve her zaman sizinleyim,
Tanrı' nın yanından yüce milletimi herşeye rağmen, büyük bir inanç, sabır ve umutla izlemekteyim.
Sahibi olduğunuz Vatanınızdaki fedakarlık ve hizmet yolunuz daima açık ve aydınlık ve de bu yolda karşınıza çıkacak olan tüm engelleri aşabilecek güç ve cesaretiniz sonsuz olsun.
Ve...Yine Diyorum ki!!!!!
"Beni görmek demek nasıl olursa olsun yüzümü görmek demek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve duyuyorsanız bu yeter"
Sevgili ATA' m!!!
Yüreğimde duyduğum seslenişini, kuşkularını, hatta hala bizler için yitirmediğin inancını, sabrını ve umudunu bir kaç cümleyle satırlamaya çalışarak, bana düşen görevin belki milyonda birini, yetersiz kelimelerle oluşturduğum bu dizelerimle yerine getirmeye çalıştım.
Öylesine mutluyum ki!!!
Senin yolundan asla ve asla ayrılmayacak, hangi şartlar altında olursa olsun, ilkelerini her zaman savunacak bir Türk kadını olarak, bize emanet ettiğin bu vatan için, üstüme düşen her görevi büyük bir onurla yerine getireceğime söz veriyor, sana ve yine bu vatan için canlarını veren tüm şehitlerimize, hatta bu günkü özgürlüğümüzün siz mimarlarına, Tanrı' dan rahmet diliyor, sizlerin önünüzde saygıyla eğiliyor, Tanrı' ma da, senin gibi eşi bulunmayan, yüce ve kutsal bir değeri, yalnızca Türk milletine bahşettiği için, sonsuz teşekkür ediyorum.
Ruhlarınız Şadolsun.
Gülçin Serin Hamburg
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
|
Kahveci : M.Nihat Malkoç KASIMLARDA HÜZÜN VAR… |
|
Dünya nice liderler ve önder şahsiyetler tanıdı bugüne kadar… Kimisi kırıp döktü, kimisi tamir etti. Kırıp dökenler çabuk unutulurken ve lanetle anılırken; tamir edenler, ölümden sonra da yaşadılar içinden çıktığı milletinin yüreklerinde, dünya durdukça da yaşayacaklar, rahmet ve minnetle anılacaklar. İşte bizim Atatürk'ümüz bahsi geçen bu liderlerin ikinci grubunda yer alır. Yani o yıkmadı, kırıp dökmedi, kırılanı, yıkılanı maharetli bir usta gibi tamir etti.
Osmanlı devleti yorgundu, nice savaşlar görmüştü. Bir zamanlar üç kıtaya hâkim olmuştu. İnsanları barış ve huzur içerisinde yaşatmıştı. Fakat devletler de insanlar gibidirler. Doğar, büyür ve ölürler. Osmanlı da bu aşamalardan geçerek 20. yüzyılın ilk çeyreğinde öldü. Bunun sebepleri çoktur. Fakat şimdi çöküş sebeplerini bir kenara bırakıp netice üzerinde konuşmak zamanıdır. Vakit, bu devletin enkazı üzerinde yükselen Türkiye'yi anlamak vaktidir.
Yirminci yüzyıla damgasını vuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk ve dünya tarihinde apayrı bir yeri vardır. Osmanlı Türk İmparatorluğu'nun enkazından Türkiye gibi diri ve dinamik bir devlet çıkarma başarısını göstermiştir o şanlı komutan... Güçlü Avrupa ülkelerinin "hasta adam" olarak nitelendirdiği ve iştahlarının kabardığı bir dönemde yola çıkan Atatürk, kısa ama yorucu bir zaman diliminde genç Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atmıştır.
Kurtuluş Savaşı'nın muzaffer komutanı Atatürk, Osmanlı Türk İmparatorluğu'nun çöküş sebeplerini ve son zamanlarındaki zaaflarını iyi etüt ederek tarihten ders almıştır. Kendi politikalarını da, bu temelden yola çıkarak hayata geçirmiştir. O bir halk adamıydı. Halkın içinden bir güneş misali doğmuştu. Ömrü boyunca da halkın içinde yaşadı. İsteseydi o da Osmanlı padişahları gibi saray hayatı yaşardı. Ama o, halkın içinde olmayı tercih etti. İnsanlarla kenetlenerek kaynaştı. Bu kadar çok sevilmesinin sebebi de budur bence… Yeri gelmişken Atatürk'ün yakın dostu Falih Rıfkı Atay'ın bir anısına değinmek istiyorum: "Cumhuriyetin 12. yıldönümü için birçok döviz hazırlanmıştı: Atatürk bizim en büyüğümüzdür; Atatürk bu milletin en yükseğidir; Türk Milleti asırlardan beri bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı… gibi. Döviz listesini gözden geçiren Atatürk hepsini çizdi, yalnız şunu yazdı: Atatürk bizden biridir."
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Atatürk için yepyeni bir dönem başlamıştı. Asıl savaş bundan sonra başlıyordu. Cehaletle savaşmak onun öncelikli meselesiydi. Bunun için bir dizi inkılâplar gerçekleştirdi. Önce saltanatı kaldırdı.(01 Kasım 1922), 29 Ekim 1923'te Cumhuriyeti ilân etti. Eski yasaları yürürlükten kaldırarak modernleşmenin temellerini attı. Kadın-erkek eşitliğini sağladı. Tevhid-iTedrisat kanunuyla eğitim birleştirilerek kız ve erkeklerin aynı ortamda eğitim görmesi sağlandı. Atatürk inkılâpları ardı ardına devam etti. 01 Kasım 1928'de yeni Türk Alfabe Yasası kabul edildi. Aşar vergisi kaldırıldı. Hafta tatili pazara alındı. Milâdî takvime dönüldü. Uzunluk ve ağırlık ölçüleri değiştirildi. Koyduğu cumhuriyetçilik, halkçılık, lâiklik, devletçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık ilkeleriyle yepyeni bir Türkiye inşa etti.
Onun da her insan gibi seveni de oldu sevmeyeni de… Tabiî ki iç ve dış düşmanlarımız onu sevmedi hiçbir zaman… Lâkin sevenleri her zaman, sevmeyenlerinden daha çoktu. Türk insanı model olarak onu kabul etti. Her gittiği yerde olağanüstü bir sevgi seliyle karşılaştı. Milletimiz onu bağrına bastı. O, 57 yıllık ömrünü vatana ve millete vakfederek bir 10 Kasım sabahı 9'u beş geçe ebediyete intikal eden müstesna bir insandı. Türk halkı onu unutmayacaktır. Sözlerimi şair M.Güner Demiray'ın şu anlamlı mısralarıyla noktalamak istiyorum:
"Yapraklar dökülür kasımlarda
Yeller uğuldar vadilerde, ne çıkar
Bir özgürlüksün çağlara en güzelinden
Sen bayrak bayrak fikirsin
Ölüşün diriliştir yeniden
Sen mavilerde yeşeren yapraksın
Sen her mevsimde açan baharsın!"
M.Nihat Malkoç mnm61mnm@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
Yukarı
|
ATEŞ VE SU
Benden önce nasıldın bilmiyorum
Senden evvel var mıydım hatırlamak zor
Bir yakamoz cümbüşü bakışlarında
Bir ateş ayini avuçlarımda
Körkütük bir gecenin son ışığında
Esir düştü yürekler...
Kal öyle!
Ey tanrıçaların kutsadığı aşkın oğlu;
Kendini kaybettiğin avare zamanlar söyle de dursun.
İzle ve gör!
Ateş suyu yakacak belki ilk defa...
Uykunun en derin, en mahmur anında
Zehirli hasretlerle sıçrayacaksın
Bir çift ayn, dağlayacak
Etini, kemiğini, iliğini
Deli bir sevdanın ortasına atacak seni.
Sen ki korkmazsın yakmaktan yandığın kadar
Sen ki neler gördün geçirdin
Unut tüm bildiklerini, bildiğini zannettiklerini
Yaşa ve gör!
Suda ateş büyüyecek belki ilk defa...
Alışıksın yokluklara varlıklar şaşırtmaz seni
Bekle, akışı değişecek ne varsa alıştığın
Mutluluğun doruğunda gezinirken adımların
Acının dipsizinde yoğrulacaksın.
Kâh bir iken ikinin tadına varacak
Kâh iki iken hiç kalmayı yaşayacaksın.
Sakın korkma!
Ey meleklerin secdeyle selamladığı aşkın oğlu;
Kendini bıraktığın uçurumlar söyle de yok olsun.
Sabret ve gör!
Ateş ve Su dans edecek belki ilk defa...
Benden evvel var mıydın anımsamak zor
Senden önce nasıldım bilmiyorum
Bir ateş ayini avuçlarında
Bir yakamoz cümbüşü bakışlarımda
Körkütük aşka teslim gecenin koynunda
Ben sana bulandım, sana soyundum
Sen bana yazıldın, beni giyindin.
Elif Eser
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
YouTube, Google Video, MySpace, Dailmotion... Bunlar internetten video seyretmekten zevk alanların favori siteleri. İyi güzel de bu seyrettiğimiz videoları bilgisayarımıza kaydedip sonra dilediğimizde açıp açıp seyretsek fena olmaz mı? Bu iş için epeyce peogram var, ama bunların bir de online onlanları yani web üzerinden sizin için yapanları var. İstediğiniz videonun linkini ilgili yere yapıştırdığüınızda o size kaydetmeniz için geçerli olacak linki veriyor. Size kalan sağ tuşla "Save as" komutunu seçip dosyayı istediğiniz yere kaydetmek. Unutulmaması gereken şey, internet üzerinden seyrettiğiniz videoların flash video olup "flv" uzantısı taşıması. kaydettiğiniz dosyaların uzantısını flv olarak ekledikten sonra ilgili oynatıcıyla açabilirsiniz. Aşağıda size bir de güzel media player önereceğim. Onu yükleyip rahatlıkla kullanabilirsiniz. Şimdi hangi videoyu yüklemek istiyorsanız onun linkine tıklamak için aşağıdaki linkleri kullanabilirsiniz.
YouTube için: http://www.ripzor.com/youtuberipper.html
GoogleVideo için: http://www.ripzor.com/googleripper.html
MySpace Video için: http://www.ripzor.com/myspaceripper.html
Dailymotion için: http://www.ripzor.com/dailymotionripper.html
Bir de YouTube dosyaları dilediğiniz formata çevirerek kaydetmenize yardımcı olan bir site var ki, onu da mutlaka deneyin derim. http://vixy.net/ YouTube linkini yapıştırıp, istediğiniz formatı da seçip size yükleme için dosyayı hazırlamasını bekliyorsunuz. Gerisini biliyorsunuz zaten.
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|