|
|
|
21 Kasım 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Nurlu semalar, hayırlı yolculuklar!.. |
Merhabalar,
Gündem yüklü olunca esası gözden kaçırmak, aslı unutup teferruatla uğraşmak kaçınılmaz oluyor. Apronda deve kestiklerinden beri ulusal hava yolumuzun bir başka projesine şahit olmamıştık. Meğerse uluslararası bir toplantıya sponsor olmakla uğraşırlarmış. Coni hocanın direktifleriyle toplanan cemaate gene hoca emriyle sponsor bulunmuş anlaşılan. Hoş sponsor olan din kardeşlerimizin bundan şikayetçi olması düşünülemez bile. Herşey kitaba uygun bir duygusal alışverişmiş. Kitaba uygun olduğu malum, peki ya ahlaka, etiğe uygun mu sayın müdürüm?
Köşebaşlarını tutma ameliyesi de son hızla sürüyor. İki kez Sezer'den dönen Şahin artık TRT Genel Müdürü. Liyakatı ile bir yorum yapmak yanlış olur. Ama AKP yönetimince bunca ısrar edilmesinin de bir nedeni olduğu muhakkak. Bunu görmezden gelmeye olanak yok. Küçük köşeler hepten tutuldu ama büyük köşelerde de boş yer kalmadı galiba. Ve görünen o ki, bu iş, tek bir uyaran, denetleyen, AKP çizgisine girmeyi reddeden bürokrat kalmayana kadar devam edecek. Ondan sonra n'olacak? Bilmem... Peki siz biliyor musunuz?
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
ONLAR
1
Onlardan kimilerini artık çok iyi tanıyordum.Şirkete gidip gelirken, kentin değişik yerlerinde karşılaşıyorduk.Çoğunun saçları, sakalları alabildiğine uzamış, elbiseleri yırtılmış, bedenleri kirden kara bir renk almıştı.Hepsi sanki acelesi varmış, sanki birisi kendisini bekliyormuşçasına hızlı hızlı adım atar ve ansızın bir köşede, gözden kayboluverirlerdi.
2
Yürümeyi ben de çok severdim.Kentin eski ve yoksul mahallerinde harap ahşap evler,otlarla kaplı arsalar, ağaçların gölgeliğinde kaybolmuş türbeler arasında saatler boyu dolaşır, kimi bahar günleri ise ıssız kıyılara, erguvan dallarının alçak bahçe duvarlarından loş sokaklara taştığı boğaz köylerine giderdim.
İşim, büyük sarayın bahçesine hayli yakındı.Öğle tatilleri okul kaçkını bir çocuğun neşesinde dışarı fırlardım.Çevrem, geçmiş zamanlardan kalma, her biri ayrı bir döneme, ayrı bir imparatorluğa ait tarihi yapılarla doluydu.Karşıma çıkan eski çeşmelerin silinmiş kitabelerinden, inşaat tarihini okumaya çalışır, güllerin ve sarmaşıkların arasına gizlenmiş hazirelerin içinde oturur dinlenirdim.
3
Günün birinde, artık öğle yemeğini bile yemeden hemen arka sokaklara, han avlularına, yıkık kiliselerin bahçelerine sığındığımı farkettim.Küçük, sıradan ve korkak bir muhasebeciydim.Sesim daima kısık ve saygılı, ceketimin önü daima ilikliydi.Beni yükseklere çıkarıp zenginliğe ve başarıya taşıyacak bütün yollar, iş yaşamına dair ayak oyunlarını oynamamdaki olağanüstü yeteneksizliğim yüzünden bir daha açılmamak üzere kapanıvermişti.Hangi şirket olursa olsun farketmez, paranın kazanılması konusunda elemanlarının hırslı, itaatkar, utanç duygusunu ve onurunu yitirmiş, işi için gereğinde canı pahasına savaşacak, gözü kara bireyler istiyorlardı.Kendi iç aleminde, yalnızca kitaplar okuyarak yalnızca roman kahramanlarının sureti ile birlikte yaşayan birinin kaldıramayacağı bir yüktü bütün bunlar.
Kovulduğum her işin ardından, biraz daha küçülüp sıradanlaştıkça, sıkı bir yoksulluğa adım adım yaklaştıkça karımın bana olan saygısını ve sevgisini yitirdiğini hissediyordum.Kentin sokakları, aylaklık bana eskisinden de çekici gelmeye başlamıştı.Artık, mesai bitimlerinde o kalabalık otobüslerden, oturduğum yoksul gecekondu semtlerinde değil, üç dört durak önce iniyor evime yürüyerek erişiyordum.Tatil günlerimde ise yine erkenden kalkıyor, karımla başarısızlığıma, silikliğime, ona layık gördüğüm yoksulluğa, o hep okuyup da bana hala bir şeyler vermeyen ve bir bataklıkta ayaklarıma dolanıp, beni hep dibe, daha dibe, en derinlere, sonsuz bir boşluğa çeken lanet olası kitaplarıma, evin eksikliklerine, insanlara bir yabani hayvan gibi uzak duruşuma, sessizliğime, pısırıklığıma, arabalara, bilgisayarlara, cep telefonlarına olan ilgisizliğime dair, bir sabah kahvaltısı ya da tatsız tuzsuz bir sevişme benzeri sıradanlaşmış ve artık cevap bile vermeden, cevap verme gereği ve gücü bile bulmadan yalnızca dinlediğim tartışmamızı yaptıktan sonra kendimi varoşların çamurlu sokaklarına bırakıyordum.
Ne gitmek isteğim yerin, ne de yürüdüğüm yolun bir önemi vardı.Trafiğin adım adım aktığı, kara egzoz dumanlarının her yana bir kabus gibi çöktüğü bir cadde ile çiçek kokularının çıldırıp gökyüzünün dallardan görünmediği bir patikada ilerlemenin hiç farkı yoktu.
Sonunda bir gün olanlar oldu.Bir akşam işten döndüğümde karımı bulamadım.Ev bomboştu.Bana tek bıraktığı kitaplarımdı. Nereye, kiminle gittiğini bilmiyordum.Çalıştığı şirketten ağzı laf yapan, yırtık bir pazarlamacı, tuttuğunu koparır, gerektiğinde yağlı bir müşteriye köpekleşip ağabey ağabey sen büyüksün diyip el öpebilen, gerektiğinde aslanlar gibi kükreyip alacağını tahsil edebilen bir muhasebeci, yahut cin gibi zeki, tuşlara bir sihirbaz gibi dokunan ve harikalar yaratan bir bilgi- işlemci ya da bilgisayarındaki arkadaşlık sitelerinden bulup tanıdığı, o yeryüzüne çıkmaya cesareti olmayıp bir suretler, sisler ve yalanlar dünyasında kendi yetersizliği zavallılığı ile varolmaya çalışan internet adamlarından biriydi.Aslında hiç birisiyle yapamayacağını, hele hele chat'in nemli, çürümüş yaprak ve dışkı kokan karanlık ortamından gün ışığına çıkınca bir vampir gibi oracıkta etlerinin dağılacağını, bir toz yığınına dönüşeceğine emin olduğum bir adamla karımın sürdüremeyeceğini biliyordum.Ama bütün bunların bir önemi yoktu.Çünkü yorulmuş, bu hayattan sıkılmıştım....Ertesi gün şirkete gitmedim, daha sonraki günde...Kasım ayının ilk günleriydi.Boğaz tepelerini kaplayan ağaçların yaprakları, iyiden iyiye kızıla dönüşerek kış rüzgarlarıyla savruluyor ve yağmurlar hiç ara vermeden sinsi sinsi yağıyorlardı.
Yaşamdan ansızın çıkıvermiştim.Bu benim için şaşılacak derecede kolay olmuştu.Bir radyonun fişini çekip çıkarmak gibi...İşte öylesine basit ve sıradan bir olay.Artık derin, koyu ve sonsuz bir ıssızlığın içindeydim...
4
Hayat, bu dev şehirde şimdi daha güzeldi.
Zaman kavramını yitirmiştim.Kaç ay kaç mevsim geçmişti, bilmiyorum.Sakallarım uzamış, giysilerim inanılmayacak derecede kirlenmişti.Hiç kesmediğim tırnaklarım, uzayıp uzayıp kendiliğinden kırılıyorlardı.Yürürken, çevreme keskin bir sidik kokusu yayıyordum.Günlerim, sadece bir rüyanın adıydı artık.Kentteki selatin camilerin, uçsuz bucaksız avlularında, sırtımı minarelerin koca gövdelerine yaslıyor, başımı gökyüzüne , bulutlara çevirip gün boyu hiç sıkılmadan seyredebiliyordum.Kimselerin bilmediği o unutulmuş ayazmalar, şapeller, türbeler, hazireler yıllardır hep beni beklemiş gibiydiler.Ada manastırlarında bir kış hüznünde gezinirken , gözlerine mil çekilmiş Bizans soylularının hala çığlık çığlığa ağladıklarını işitiyordum.
Bütün bu zamansızlığın içinde, ötekilerle, bu kez onlardan biri olarak karşılaşmaya başladım.Pis sakallarımız, paçavraya dönmüş elbiselerimiz ve iğrenç kokularımızla birbirimizden hiç bir farkımız yoktu.Ancak onların yanıbaşımdan, bir sisin içinde kaybolmuş mürettebatsız,dümensiz, yelken direği kırık, bir hayalet gemi gibi sürüklenip gitmesi beni şaşırtıyordu.Sanki beni, aralarına yeni gelen bu adamı görmemiş gibiydiler.Buna çok şaşırıyordum.Kimi zamanlar onlarla bakışlarım, ortak bir kaderi paylaşan iki insan olarak çakışsa bile , onların gözbebeklerinde en ufak bir ışımayı bile yakalayamıyordum.Belki de çoktan ölmüşlerdi,yaşayan bir ölü, zombiydiler, belki ben de böylesine bir ışımayı yitirmiştim, bilmiyorum.
5
Onunla küçük, ahşap bir türbenin penceresi önünde karşılaştık.Kendim gibi birini ilk defa bu kadar yakından seyrediyordum.Aynı yaşlarda olmalıydık...Elimi uzatsam dokunabilirdim ona...
Bir kadındı.Kirden yüzü gözü görünmüyordu.Paçavralara sarınmıştı. Saklamaya gerek duymadığı göğüsleri, o denli cılız ve içleri öylesine boştu ki adeta sönmüş bir çift balonmuşçasına aşağılara sarkmış, titreşip duruyorlardı.Her iki ayak başparmağı, yavru bir kaplumbağa görünümümde, iri ve sapsarıydılar. Gerçek renginin bilinmesine imkan olmayan yalnızca iplik tellerinden ibaret naylon çoraplarından dışarı fırlamışlardı..Türbede kocaman bir evliya sandukası bulunuyordu.Sandukayı çevreleyen bir sürü mum, gün ışığında, güçsüz soluk alevlerle yanmaya uğraşıyorlardı.Mumlar, bir anlam kazanıp türbenin karanlığını aydınlatana kadar, pencerenin dibinden ayrılmadık.
Akşam ilerlemişti.İkimiz aynı anda türbeyi terkedip bir mezarlığın koyu selvi gölgeleriyle kaplı yokuşunu indik...Nedense elele tutuşmuştuk.Ama elele yürüdüğümüzü gören insanlar ne alayı ne de acımayı andıran, sadece aman hayatımın kıymetini bileyim diyen bakışlarla bizi seyrediyorlardı. Kimi iyi yürekli fırıncılar, geçmiş günlerden kalan simitleri, ay çöreklerini, pandispanyaları elimize sıkıştırıyor ve hemen dükkanlarına geri kaçıyorlardı.Teşekkür etmiyorduk...Onlar da herhangi bir sözcük söyleme gereği duymuyordu.
Saatlerce yürüdük.Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Kent giderek tenhalaşmıştı.Sokak lambaları, çöken pusta, donuk mavimsi ışıklarıyla parlıyorlardı.Ansızın beni çekmeye uğraştığını farkettim.Tarihi bir çeşmenin,suyu tükenmiş deposunda yaşıyor olmalıydı.Sarnıca girdiğimde, sanki çocukluğumun düşlerine kavuştum...Saklambaç oynarken hep karanlık nemli ve havasız yerlere gizlenir, arkadaşlarımın beni hiç bulmamasını o saklandığım kuytu delikte bir ömür boyu yaşamayı isterdim...Galiba bu hayalimi büyüyünce gerçekleştirmiştim, hep insanlara uzak durmuş, kimseye içimi göstermemiş, onlar da bu sonsuz saklambaç oyununda beni hiçbir zaman bulamamışlardı...
Sırtımızı, rutubetten ıslanmış duvara dayayıp ayaklarımızı uzattık.Sonra o, bir köşeye gidip çömeldi, uzun uzun işedi ve mumu yaktı.Etrafımda yemek artıkları, kurumuş dışkılar, çuval parçaları, kanlı bezler, balık kafaları, küften yemyeşil olmuş bütün ekmekler görüyordum.Daha hiç konuşmamıştık...Ona bir zamanlar, benimde insan olduğumu, bir evim bulunduğunu, iğrenme duygusu taşıdığımı, üşüdüğümü, korktuğumu, sevindiğimi, acı çektiğimi, aşık olabildiğimi, hatta bir kadını arzulayabileceğimi anlatmak istedim...Ama bu öyle zordu ki...Hem bunları dile getirecek sözcükleri kullanmayı unutmuştum, hem artık bunları yinelemenin de ne işe yarayacağını bilmiyordum.
Zaman ilerliyor ve biz susmayı sürdürüyorduk.Belki o da konuşmasını unutmuştu benim gibi ya da bu kente gelip kaybolmuş ve belleğini yitirmiş bir yabancıydı.Bana sımsıkı sarılmış, başını göğsüme yaslamıştı.Ondan yayılan sıcaklığı, keskin sidik kokusunu hissetmek hoşuma gidiyordu.Ansızın bir şeyler konuşmaya çabaladığını farkettim.
- " Niçin buradasın " diyordu.Veya bunun benzeri bir cümleyi, artık çok uzaklarda kalan başka bir dünyaya ait sözcükleriyle dile getirmeye uğraşıyordu ya da ben öyle duymuştum..Sanki başka bir ülkenin dilini konuşur gibiydi...O da konuşmayı, sözcükleri unutmuş olmalıydı...Ama yine de anlıyordum işte.
Ona ne cevap verdim bilmiyorum...Belki ağzımdan anlamsız, birbirleriyle bağlantıları kopuk, her biri apayrı manalar taşıyan sözcükler, sözcükler değil de sesler, sesler değil de hırıltılar veyahut bir hırıltı bile değil yalnızca bir suskunluk çıkmıştı. Ama yine bir şeyler söylemiş, söylemiş olmayı başarabilmiştim ki konuşmasını sürdürmüştü...
- " Ama sen bitirmemişsin daha "
- " Yanılıyorsun " diye bağırdım ya da bana bağırıyormuşum gibi geldi bana . " Bak benim de ruhum yok, ben de zombiyim, yaşayan bir ölüyüm, ne üşüyor ne acı çekiyorum ne her türlü pislikten iğreniyorum..Ha ha ha…Bana nasıl hala bitmediğini söyleyebilirsin ki.....
- " Ya gözlerindeki pırıltı " dedi veya demek istedi, demedi de ben bunları duymak istediğim için hayal ettim sadece.Belki de günün yorgunluğunda, bir kasım soğuğunda çoktan uyumuştu kollarımda.Bilmiyorum. "
- Ona tam cevap veriyordum ki " ne olur " diye fısıldadı güçlükle. " geri dön , henüz bir karanlığa ve hiçliğe ait değilsin, kimbilir belki ilerde, ama şimdi imkansız, dünyaya geri dönmen, savaşını sürdürmen gerekiyor "
Sarnıcın kare biçimindeki küçük girişinden, gökyüzünün belli bir kısmındaki parlak yıldızlar görünüyor ve arada bir yıldızlardan teki, titrek mavimsi ışığıyla kayıyordu.hala kollarımın arasındaydı, ama bir daha konuşmadı benimle, sadece elimi sımsıkı tutuyordu..Birden nedense üşüdüğümü hissettim, soğuktan içim titriyordu, etrafımda dayanılması güç, genzimi tıkayan pis bir koku vardı, canım nedense bir bardak sadece bir bardak sıcacık çay istemişti. Çeşmeden çıkıp karanlık sokaklarda yürümeye başladım.Belki de yeni bir dünya,yeni bir hayat, beni beklemekteydi.Bilmiyorum.....
Nejat Güç Nejat59@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Arzum Günay AYRILIK TA SEVDAMA DAHİL |
|
Merhaba Gece
Daha yazacaklarımın arasına vişne koyusu bir yaprak koyuyorum. Selam göndermeler , göz kapaklarını küçültüp , sana iç nefesle bakmak dönemi bitti. Şimdi kalemi tüm tutkularımla tutma devri.
Suskun bir ömrün kurşun yemiş tanrıçası… Yıllanmış şarap gibi diz kapaklarına inen bir gürültünün kurbanı… Daha anlamadığın ne çok şey vardı kokusunu duymadığın kağıtta. Belli ki gelişigüzel birkaç kez dudak kımıldatmıştın.. Dar , apansız bir gecenin ötüşen göz kapaklarının acımasız ressamlarına diyetiydi ve yazdığım son mektup gibiydi.
Yalnızlığıma piyanistin tuş seslerine hızlı basışındaki köpüksüz sert oynatışları vardı parmaklarımda. Sanki büyük bulutlarla mavisi yitirilmiş bir göğün altında ölü bir denizdi tüm düşüncelerim…
Şaşkın güvercinin telaşındaki kanat çırpıntıları belki de avcının tuzağına düşme-mek için yenik bakışları…
Bir masal başladı tatsız , sevdalı kor bir yürekte mısrasız… Şiirler söylendi , kahveler içildi , yorumlar yapıldı… Hiç kara sürmeli bakışlar aldanmadı kurulan cümlelere. Daha da sevdi , korudu , dalgalandı dilden dile.
Al Gelincik…(Beklemekte)- Bir tek seni sevmekte… Okusaydı belki beklerdi kıyıda köşede en sevdiğim o koyu kahvemsi takım elbisesiyle… Göz göre göre bitti , bölündü şarkıların en keskin cümleleri yer etti odamın üç duvar bir göz penceresine…
Karmaşıktı , utanmadan çözdük şafağın pazartesiye çalan bir ayrışında. Ayrılıkta sevdaya dahilmiş üstü kapalı bir şeyler mırıldandı annem. Görmedi kül tablasındaki küllere bulanmış sarımsı son kalan damağı… Oysa nefes alamazdın dumanında şimdi içine mi çekiyorsun diyemedi. Diyemezdi… Öylesine beterdi her şey…
Şimdi bir hastane odasında seni dinliyorum… Yapmacık değil , bu kez sadece dinliyorum dinleyemediklerimi okuduğunla bütünleştirerek…
SENİ SEVİYORDUM ya oysaki sadece seviyor-muşum, bitmemişim tükenmemeşim sadece tüketmişim.:::::Afiyetle yenilmesi için:::::
Arzum Günay arzum@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
BEN
Okudum, okudum, okudum başka bir şey yapmadım.
Ben buyum, başkası değilim.
Başka bir şey bilmem, okumaktan başka.
Okuduğumu unuturum, hemen sonra.
Başka bir şey bilmem.
Yakınmam benimle arkadaş olun diye.
Ben bir hiçim, sizin gözünüzde.
Doğrudur, değiştirmek elimde olduğu kendimi ama yapamam çünkü istemiyorum.
Yazmak istemiyorum, kelimeler elimden kendiliğinden dökülüyor.
Gittikçe uzuyor ve canlanıyor.
Oysaki yazacak hiçbir şey yok.
Çünkü yaşadığım hiçbir şey yok.
Benden daha sonra doğanlar, benden daha fazla yaşamışlar.
Acırım kendime, elimden gelen tek şey bu gibi.
Severim kendimi, kimseyi sevmeyeceğim gibi.
Şiirden haz alırım, şu anda yaptığım gibi.
Sanırım severler beni akıcı yazınca.
Oysaki bir şey yok yazacak, kelimelerden başka.
Salarım kendimi, hayatın tam ortasına.
İnsanların içinde yaşarım ama uzaklardayım.
Sevmez kimse beni, benim sevdiğim kadar.
Beni ben ilgilendiren diye yalan söylerim, halbuki beni ilgilendiren sizsiniz.
Ama neden sizi ilgilendiren ben değilim, beni görmezsiniz.
Aşk denilen tarifsiz duygunun içindeyken tüm yeteneğimin elimden gittiğini sanırım aptalca.
Hızlı yazarım ki kaçırmayayım düşüncelerimi.
Sanki canı istediğinde giden bir şey gibi.
Onu hoşnut etmeliyim ki beni bırakmasın, kendimden bile ödün veririm onu sevebilmek için.
Bu melankolik yazıda hiçbir şey yok, benden başka.
Severim kendimi, sizi sevdiğim kadar.
Salarım kendimi, sizin içinize.
Yaşatın beni kendiniz gibi.
Öldürün beni önemliymişim gibi.
Bir şey yapın bana yeter ki.
Saçma bulmayın yazımı şiire benzer diye, çünkü bende severim kendimi.
Sizin kendinizi sevdiğiniz gibi.
Doğukan Güney
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Semih Bulgur AŞK BULAŞIĞI VE NOSTALJİ |
|
Modernizmin birçok şeyi gibi, aşkları da öyle naylon hale gelmiş ki, vurayım diyorum kendimi köyümün yollarına ve bulayım diyorum orada lezzeti, taş fırınında, bahçe salatasında ve durulayım diyorum kara gözlü bir köylü kızında.
Evet, modern hayatın avantajlarının bedeli çok ağır ödeniyor. İşler iyi gitmeyince veya aldatılınca sisteme sövüp sayan, her şey yolunda iken kaymağını yiyen birinin sözleri değil bunlar. Eğer yaşadığınız şeyler de bir inanç ve devamlılık yoksa, sistem ne olursa olsun sonuç hüsrandır. Dolayısıyla aşk ve sevginin yozlaşması, bizi duygusuz, merhametsiz, aldatmaya programlanmış robotik canlılara dönüştürü verdi.
Yetmişli yılların içten, duygusal ve billur gibi şarkıları ile büyümüş, eski türk filmleri ile aşkı tanımış insanlarda, şu modern aşk bulaşıkları, bünyesel bir rahatsızlık yaratmıyor mu? Yaratıyor. Ama bırakmışız kendimizi girdabına modernizmin bir orda bir burada, bir onda duruluyoruz birde bunda.
Yaşanan bu sentetik aşklar; alkolik sevişmesel aldatış pişmanlıklarını, çok eşli ahlaksızlık ve özgürlük lakırdılarını ve sokağa kadar inmiş erotizm takıntılarını barındırıyor.
Genelde modern insanın ömrü verimsiz, sevgisiz bir biçimde, eski aşklar mezarlığında kazma ve kürek ile geçer. Her yer böyle kan revan olunca, gençler evlenmiyor, sevmiyor, geçici ilişkilerde ufak tatminlerle günü idare ediyorlar ve evlenenlerde boşanmaya eğilimli oluyor.
Bu çelişkili ilişkiler yaşanan ekonomik ve sosyal gelişmelerin bir sonucudur. Bundan onlarca yıl önce erkek kadına bakar ve onu korurdu. Kadın da erkeğe saygı duyar onun hayatını kolaylaştırmaya çalışırdı. Kadınların yüzyılını yaşadığımız şimdilerde işler değişti. İlişkileri böyle mutsuz kılan kadınların bu yükselişi mi? Kadınlar sever mi hesap mı yapar?
Annelerimiz gibi bir palto ile on yıl geçirip aman sevdiğim adam yanımda olsun diyen kadın mı kaldı? Kadınların bitmek bilmeyen isteklerini karşılayabilecek erkek mi kaldı? Artık kadın çalışıyor, üretiyor, direniyor ve kazanıyor. Güçlenen kadında yılların prangalarını söküp atıyor ve özgürlüğü tercih ediyor. Peki erkeklerin hiç mi suçu yok?
Evet, bazı kıyamet öngörüleri gerçek oluyor " Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere benzeyecek". Erkeklerin güçlü kuvvetli, duyarlı, dışa dönük, makul yönü nereye gidiyor, o sert, sağlam duruşlu taş fırını erkeği nerede? Bir zamanların mert, güçlü, delikanlı erkeği göbekli, hantal, kafası karışık, pısırık, pasif, yorgun ve hasta bir hale geldi.
Erkeğin kolu kanadı mı kırılıyor, yoksa rüzgarın yönü mü değişiyor? Geleneğin abartıları mı karşımızdaki, yoksa annelerin aşırı korumacı rolü mü erkekleri bu hale getirdi? Günümüzün erkeğinin durumu da bu olunca, İlişkiler ilişkiler içinde, çelişkiler çelişkiler içinde yaşanıyor, aldatılanlar, boşananlar artıyor da artıyor.
Çok ilginçtir batı'nın geçirdiği teknolojik süreci geriden takip ettiğimiz gibi, sosyal ve kültürel süreci de aynen arkasından takip ediyoruz. Yani bundan onlarca yıl sonra boşanmalar ve çarpık ilişkiler ve yalnızlığımız, kalabalık yalnızlığımız daha da artacak.
Her konuda olduğu gibi duygu,aşk ve cinsellik konusunda aç olan bizler, Avrupa ve Amerika'da olmayacak kadar uç noktalarda, sokağa kadar inmiş şekilde ahlaksızca tüketiyoruz sevgiyi, aşkı. Bu kadar karamsar da olmamalı, milyonda bir de olsa gerçek aşkı bulma şansımız var.
Onu bunu bilmem, benim gönlüm 70'lerde kaldı, utanmasam giyeceğim İspanyol paça pantolonları, göbeğe kadar bağrı açık ve dev yakalı gömlekleri, vuracağım kendimi arnavut kaldırımlı yollara.
Semih Bulgur www.semihbulgur.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
AYNA
Aynada baktığım yüz
Ben miyim ?
Ne zaman yerleşti
Yüzüme bu çizgiler ?
Yoo ! Yaşlanmak için
Daha çok gencim…
Ne kadar solgun yüzüm,
Hasta mıyım yoksa?
Yok yok , hiçbiri değil ;
Yalan söylüyor bu ayna…
Meltem Albayrak
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bilgisayarınızda mutlaka bulunması gereken bazı yardımcı yazılımlar vardır. Bunları her ihtiyacınız olduğunda çabucak bulmak ve kullanamak istersiniz. http://www.100-downloads.com/ web sayfasında 15 farklı kategoride sınıflandırılmış tamamı free yazılımlar bulacaksınız. Konu başlıklarına bakarak gruplandırmaya göre size uygun olanları seçip bilgisayarınıza indirip kullanmaya başlayabilirsiniz. Bedava hayat oh ne rahat.
En kral oyunların bulunduğu :) web sayfası http://www.kraloyun.com/ Şaka bir yana oğlumun en sevdiği flash animasyonlu oyunların bulunduğu, web sayfası olarak tavsiye edebileceğim ve ara sıra vakit geçirmek için kullandığım güzel bir ortam.
Haberleri internet ortamında takip etmenin bir kolay yolu daha http://www.haberweb.com Tüm haberlere ulaşabileceğiniz, hoş bir web sayfası. Ayrıca ilginç haberler, şakalar, ilginç video ve resimler de mevcut olan bir web sayfası.
http://www.cekulvakfi.org.tr ÇEKÜL gönüllüsü olmak... Onun penceresinden bakabilmek farklı geliyor bana. Ben İç Anadolu'da mitolojik adı Halys olan Kızılırmak'ın yay çizdiği, Ana Tanrıça Kibele'nin yarısı yıkılmış devasa heykelinin bulunduğu, birçok coğrafyaya kısmet olmayan 260 adet höyük ve tümülüsüyle, Selçuklu'nun kurduğu gök bilimleri medresesinin gölgesinin düştüğü tarihi ve doğasıyla bir bütün şehirde yaşıyorum...
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|