|
|
|
22 Kasım 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Zevahiri kurtardık!.. |
Merhabalar,
Çok şükür finallerdeyiz. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun. Ama bugün benim gündemim farklı. Benim gündemimde hak, hukuk, ahlak, demokrasi adına görüş zaviyemizi kısıtlamaya çalışan pek sayın hükümetimiz var.
İNTERNETTE, KARA, YASAKLI, SANSÜRLÜ DÖNEM CUMA GÜNÜ BAŞLIYOR!..
Kişi herkesi kendi gibi bilir hesabı bundan 6 ay önce Meclisten apar topar geçirilen yasa Cuma gününden itibaren uygulanmaya başlayacak ey ahâli!.. İlk okunduğunda kulağa hoş gelen ama detaylara inildiğinde işin vehameti ortaya çıkan bu garabet sansür yasasına şöyle bir yakından bakalım istiyorum. Bundan böyle, internet ortamında Atatürk aleyhine işlenen suçlar, intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkan sağlamayı içeren ve “katalog suçlar” olarak nitelendirilen 8 suçla ilgili erişimin engellenmesine yönelik mahkeme kararları ivedilikle uygulanacak. Güzel değil mi? Hangimiz isteriz böyle yayınları, bizi bu tür yayınlardan koruyan Devletimize Allah zeval vermesin değil mi arkadaşlar?
Dünyanın en pahalı internet erişimini kullanan bizlere, bu yetmezmiş gibi bir de neyi izleyip neyi izleyemeceğimizi söyleme hakkını kendinde gören bir yönetimle karşı karşıyayız. Sonra kalkıp, liseli kızlara zorla namaz kıldırıp baş bağlatan okul müdürlerine hayretler ediyoruz. Kimi kime şikayet ediyorsunuz sayın vatandaş?
İşin teknik yanını biraz izah etmek gerek önce. Bir kere kanun, suç işleyen siteyi kapatma kararı alıyor ve bunu yer sağlayana tebliğ ediyor. O da gereğini yapıyor. İyi güzel de sayın abim, bu tür suçları Türkiye'de yerleşik yasal platformlarda yayınlayan kaç enayi var, hiç saydınız mı? Sayıp saçmalığı görmüş olacaklar ki, peşine bir de erişimi engelleme yaptırımını ekleyivermişler. Bu tür sitelere erişim engellenecekmiş. Peki nasıl yapılacak? Hani şu reklamları yapılan çocukları ayıp sitelerden koruyan koruyucu kalkan var ya, işte onunla. Reklamı siz isterseniz eğer diye yaptıklarına bakmayın, o, bu yolu açmak için uydurulmuş bir kılıf. Teknik testler bitti sıra uygulamada. Sistem şöyle işliyor. Bir kere şu durumda ADSL hat kullanmayanı dövüyorlar. Herkesin bir ADSL hattı var. Peki ADSL hattın başında kim var? Sansürcü amcalar. Türkiye'den dışarıya açılan kapıya bir elek koyuyorlar, ki biz ona proksi diyoruz, şu siteye açık buna kapalı diye eleği ayarlıyorlar. Buna faşizm demeye dilim varmıyor ama ne demem gerektiğini de kestiremiyorum.
İnternet özgürlüktür!.. İnternet Dünyaya açılmaktır!.. İnternet bilgiyi yakalamaktır!.. İnternet sosyal doyuma ulaşmaktır!.. İnsanları bunlardan mahrum bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Tanımı kanunda yapılmış suç meydana çıktığında suçluyu bırakıp, masum kullanıcıyı cezalandıran bu yasanın var olması, yaşaması doğaya aykırıdır. Er geç bu yanlıştan dönülecektir. Eğer dönülmezse sonuçları çok daha vahim olacaktır.
Gelin şu "katalog suçlar"a bir de yakından bakalım. "İnternet ortamında Atatürk aleyhine işlenen suçlar" deniyor örneğin. Buradaki kıstası bizzat Atatürk düşmanlarının belirleyeceğini söyleyip diğerine geçelim hemen. "İntihara yönlendirme", insanları ne intihara yönlendirir? Ya da şöyle sorayım? İnsanları neler intihara yönlendirmez? Bunun kararını verecek savcılar, hakimler psikoloji eğitimi almışlar mıdır? "Çocukların cinsel istismarı", buna karşı olmamaya imkan var mı? Ama bu istismarın derecesini belirlemek kolay mı? Örneğin çocuk bezi reklamı cinsel istismara girmez mi? Birileri için girebilir sayın vatandaş. "Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma", bana günde gelen 1000 adet eposta bu dediklerinizi pazarlıyor, bunu engelleme imkanınız var mı? "Sağlık için tehlikeli madde temini", ekrandan diyet hapı alabilir misiniz? O vakit gidin ithal edeni, satanı yakalayın, benimle uğraşmayın. "Müstehcenlik", neyin müstehcen olduğuna kim karar verecek? Ülkemin yarısı saçı müstehcen, tahrik edici bulup kapatılmasını isteyenlerden oluşmuyor mu? Başı açık kadın fotoğrafının bulunduğu siteyi "beni tahrik ediyor" diye şikayet eden andavallar çıkmayacak mı bu memlekette? O zaman tavrınız ne olacak? Kanuna nerelerin serbest nerelerin yasak olduğunu da yazacak mısınız? Örneğin, "göbek tamam da meme yasak hemşerim" mi diyeceksiniz? En komikleri ise en sona kaldı, "Fuhuş", "Kumar oynanması için yer ve imkan sağlayanlar", kendi elinle kerhane açıp işleteceksin ama elalemin göz zevkine sansür uygulayacaksın. Devletin en büyük gelir kaynağı bizzat kumar iken sen başkalarına ceza vereceksin. Mesela yasa yürürlüğe girdiğinde iddia ve türevi siteleri de sansür kapsamına alacak mısın? Güldürmeyin adamı. Ele verir talkımı kendi yutar salkımı. Pehh...
Yukarıdaki paragrafta yer alan suçları kim ihbar edecek haberiniz var mı? Siz, biz, onlar... Muhbir vatandaşlar kol gezecek. Biri Kahve Molası'na gıcık olacak, şu var bu var diyecek, savcı tahkikat sırasında sakıncalıdır diye erişimi derhal engelleyecek. Ve ben buna sessiz kalacağım. Yağma yok, ne sessiz kalırım, ne de bu çağdışı uygulamaya yan çıkarım. Suçu işleyenle uğraşın sıkıyorsa. Benim porno siteleri dolaşma, ilaç satın alma ve dahi kendimi öldürme hakkımı elimden alamazsınız. Bunun adı kişisel haklara tecavüzdür, Devlet eliyle sansürdür, alenen faşizmdir. Allah hepimize bunlarla uğraşma gücü ve sabrı versin. Amin.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo Facebook mu, bir fincan kahve mi? |
|
İnternetin birçoğumuzun hayatındaki yeri ve önemi, uzunca bir zamandır belli. 1990'lıların ortasında dünyayı saran bu teknoloji, özellikle içinde bulunduğum 1980 sonrası kuşağının belki de en önemli ilgi alanı. Çocukluk yıllarımda internet yoktu ve tahmin ediyorum bir gün, internetin olmadığı zamanları bilen sayılı kişilerden biri olacağım. İlginç gelebilir; ama o dönemi tanıyabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum; çünkü iletişimde çığır açan bu teknolojinin beraberinde farklı bir tüketim kültürü yarattığını görüyorum.
İnternetin yararları aşikâr bir gerçek, iş dünyasına katkıları tartışmasız. Öte yandan internet, bana göre, günümüzdeki bireyselleşme sürecinin baş mimarlarından. Sanal dünya insanlara bir kapı açıyor; fakat buna karşılık gerçek dünyadan birtakım değerleri çalıyor. Örneklerle açıklamak isterim.
MSN ve benzeri anlık mesajlaşma programları ile çevremizle iletişim hâlindeyiz. Çeşitli konularda yazışıp, önemli haberleri paylaşabiliyoruz. Öte yandan arkadaşlarınıza ve isteğinize bağlı olarak, saatlerce yazışabilir, duygularınızı "ikonlar"la ifade edebilirsiniz. Peki hangi gülümseyen ikon, dijital karakter yüzünüzdeki tebessümün, bir dosta sarılışın, bir fincan kahve keyfinin yerini tutabilir? Anlatacakları birikmeli insanın, sözcükler anlam ve değer kazanmalı, özlem duygusu kaybolmamalı bir yerde... MSN bunları verebiliyor bu?
Değeri 15 milyar doları bulan Facebook ile, uzak veya yakın tüm çevremizden haberdar oluyor, sanal oyunlar oynuyor, yıllardır görmediğimiz arkadaşlarımızı buluyoruz... Fotoğraflar paylaşıp, mesajlar yazıyoruz... Peki tüm bu süreç bir nostalji hissi yaşatıyor mu size?... Anılarınız, siz çağırmadan kapınızı çalıyor... Belleğinizdeki birtakım güzel karelere karşılık hayal kırıklığı yaratan değişimler gün yüzüne çıkabiliyor... Doğru kullanıldığı takdirde birtakım projeler için ciddi bir potansiyel olan bu kalabalıkta, benimle bu cümleleri paylaşan okurlar var mı acaba?...
Second Life adlı bir sitede ise hayatınızı yeniden kurgulama ve çok farklı bir kimlikle internet dünyasında yer alma şansınız varmış. Siteye üye olmadım, sadece arkadaşlarımın izlenimlerini takip ediyorum. Sanal dünyada örneğin bir adaya sahip olmak sizi mutlu eder miydi? Benim için pek bir anlamı yok. Son dönemde, kanepeye uzanıp kitap okumak bana en çekici gelen zaman harcama şekli.
Elbette internet ve nimetlerini dışlamıyorum, dışlayamam da. Belki 1990 sonrası kuşağı bambaşka bir biçimde algılıyor bu süreci. Yetişkinler arasında belli bir kesim içinse, tüm bu siteler adeta çözmeye çalıştıkları birer bulmaca.
Hayatın zorluklarıyla başa çıkma sürecinde sanal dünya nereye kadar bir deşarj ve eğlence yeri, nereden sonra bir mutsuzluğu maskeleme aracı? Önümüzdeki yıllarda bilim dünyasının "internet kullanımının ruh sağlığına etkileri" hakkında yayınlayacağı verileri ilgiyle okuyacağım. Böylece, bu konudaki düşüncelerime daha doğru bir yön verebileceğim.
İnternet üzerine bu küçük tartışmanın ardından, vardığım sonucu paylaşmak isterim: interneti makûl ve ölçülü kullanmak. Sadece kendimizi gözlemleyelim: bilgisayar başında ne kadar vakit geçiriyoruz ve bunun ne kadarı anlamlı bir etkinlik için? Kuşkusuz internetle eğlenceye de yer vermeli; ama yaşamın diğer zenginliklerini kaçırmadan...
David Ojalvo www.davidojalvo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Fincandan Taşanlar : Aslı Sarıoğlu |
Ailemin Kedileri 3
Binnaz, Tekir ve Şaraloplar...
Ben hala şanslı bir çocuğum; çünkü annecim ve babacım hayattalar, ayaktalar ve her aradığımda sımsıcak sesleriyle ve kedileriyle konuk oluyorlar kalbime; çünkü Mireille ve Taner her gün onlarla ilgileniyorlar; çünkü bahçelerinde güzel çiçekler yetiştirebiliyorlar ve büyük bir itina ile bakıyorlar kedilerine; çünkü bana kara kızım ya da mor menekşem diye hitap edebiliyorlar hala...
Ben şanslı bir çocuğum; çünkü hem sevgi hem de büyük bir anlayış içinde büyüdüm. Şimdi sevgilerini kedileriyle de paylaşıp çoğaltıyorlar.
Küçüklüğümden beri hayvanlarla içli dışlı olmamı sağladılar zaten. Annem bir çiftçi kızıydı ve ilk hatırladığım kediler, anneannemin bahçesindekilerdi. Mutfak penceresinin önündeki tabaklar onlara aitti ve yemeklerin bir kısmı içerisine ekmek doğranıp, verilirdi kedilere. Henüz ilkokula bile başlamamıştım, anneannem öldü. Aynı gün anne kedi yavrularını teker teker komşu eve taşıdı.
Kedi dışında hayvanlara da bakmam sağlandı hayatım boyunca. Bir tavuktu bunlardan en çok iz bırakanı. Henüz civcivken pazardan almıştık ve büyütmüştüm onu. Üç tekerlekli bisikletimin selesinde benimle beraber gezerdi. Ben komik bir çocuktum, tavuğum da bana benzerdi.
Yavaş yavaş büyüdük ve yaş sırasıyla annemlerin Çorlu'daki evinden uçtuk, kendi yaşamlarımıza doğru kanat açtık. Annem ve babam Çorlu'da kalmayı sürdürdüler. Kanaryaları, Muhabbet kuşları ve camın önünde besledikleri kumruları vardı bu süreçte. Hepsi için ayrı ayrı yemleri de elbette.
Sonra, Mireille ve Taner Ağabeyim onlar için çok önemli bir karar aldılar. Çorlu'dan annemlerin Fethiye'ye gitme kararıydı bu. Yaşamlarına yeni bir soluk ve beraberinde kuşların yerine kedilerini getirdi bu karar.
Son kuş da ölükten bir süre sonra dört yavru kediye bakmaya başladı babam bahçede. Bu kedilerden ikisi kayboldu. Diğer ikisi ise kısırlık ameliyatlarıyla birlikte annemlere iyice alıştı. Dişi olanın adı Binnaz; sarı, beyaz ve siyah alacalı; gezenti, özgür ruhlu. Diğeri ise Tekir; adını çeşidi vermiş gri renkli bir tekir kedi; Büyük, yumuşacık, sakin, iyi huylu; sabahları eve gelir, akşama kadar bulduğu bir yatakta bazen yalnız bazen babamla beraber yatar durur; Mavi kedi tasması da ona çok yakışmıştır.
Binnaz'ı bana benzetirler annemler, benim gibi gezenti. Tekir ise ev delisi, bu nedenle benzetirler kocama.
Tekir'li ve Binnaz'lı günleri şöyle geçerdi annemlerin; sabah babam kalkar kalkmaz kedileri içeriye alır, kuru mamalarını yani sabah kahvaltılarını verir; Tekir yedikten sonra babamın yatağına uzanır; Binnaz ise annemi uyandırır. Tekir'in gün boyunca yemek dışındaki hayatı evin içindeki değişik koltuklara ve yataklara uzanmakla geçer; Binnaz ise gider gelir yemek yer, eğer canı isterse de o da bir kenarda biraz kestirebilir.
Tekir ve Binnaz o kadar önemlidir ki eğer koltuklara uzanmışlarsa onlar rahatsız edilmez, annem sandalyede oturur.
Babam öğle uykusu uyumayı sever. Tekir de onun yanında yatıp hatta sarılarak eşlik eder.
Binnaz özgür kız ya arada çıldırır ve annemi tırmalayabilir ama anneciğim yine de hiç yakınmaz ondan.
Akşam olunca annemler yatmadan önce bahçeye çıkartılırlar. Balkondaki masaya konmuş, minderli bir sepetin içerisinde uyurlar.
Böyleydi Binnaz ve Tekir'li günler, zaman annemlere yeni kediler getirdi daha sonra. Tabii Binnaz ve Tekir onlarla.
Önce kendisi de küçücük olduğundan ismi Mireille tarafından Petit (Fransızca küçük anlamına geliyor çünkü) olarak konulan kediye de bakmaya başladı babam. Annemden gizli gizli ona da yemek verdi baştan. Sonra annem de kabul etti Petit'yi.
Petit küçük bir dişi kedi ama çiftleşirken bunu bilemedi. Henüz bir yaşını doldurmadan anne oldu. Artık Petit'ye daha bir dikkat etmek gerekiyordu. Sütü bol olsun, çocukları aç kalmasın diye büyük bir özen göstermeye başladılar.
Petit uzun bir süre sakladı çocuklarını. Annemler davranışlarından tahmin etmeye çalışıyorlardı bebeklerin evresini, sayısını. Petit önce kendisi yiyordu sadece. Sonra taşımaya başladı yavrularına. Bu dönemde rahat götürebilmesi için, sosis vermeye başladılar Petit'ye. Sosisi kaptığı gibi öyle bir gidişi vardı ki Petit'in görülmeye değer.
Öyle saklıyordu ki yavruların yerini, babamın tüm çabalarına rağmen görememişlerdi. Haziran ayında Fethiye'deydim ve bu şekilde besliyordu Petit yavrularını.
İstanbul'a döndüğümden kısa bir süre sonra haber geldi. Yavrularını çıkarmıştı ortaya. Üç yeni kedileri olmuştu annemlerin. Yavruların isimleri, Ali, Sali ve Pötiş konmuştu babam tarafından. Annem yeni gelen kedi ailesinden şaraloplar diye bahsediyordu. İçeri, dışarı koştururken anneciğimin başını döndürüyorlardı ve bazen de yemekleri aşırmaya çalışıyorlardı. Böyle durumlarda annem onları kovalamaya çalışıyordu çaresizce.
Petit ve yavruları önceleri kendilerini ellettirmiyorlardı, kaçıyorlardı. Şimdi Ali ve Seliş sevdirmeye başlamışlar. Adı önce Sali'ydi Seliş'in; çünkü, cinsiyetini erkek sanmışlardı. Eylül ayında ise dişi olduğunu anladılar ve babam ismini değiştirdi. Artık ismi, Seliş'ti. Babam kuşlarına da komik komik isimler koyardı zaten. Bize de kabul etmek düşerdi bu komik adları.
Kedi sayısın altıyı bulmasıyla ev daha bir şenlenmiş ve günlük ritüele yeni alışkanlıklar eklenmişti. Yavrular ve Petit süt seviyordu; bu nedenle içine su karıştırılmış süt veriyorlardı artık bir de. Sütün içine su karıştırmanın nedenini sakın ucuza getirmek sanmayın, kedilere ağır gelmemesi için yapılıyordu bu uygulama.
Bir de sosis saatleri olmuştu. Her akşamüstü saat beşte Binnaz dışındaki kedilerin tümü sosis yiyorlardı. Sosisler küçük küçük doğranıp verilmeliydi. Hatta annem bu konuda o kadar özenliydi ki benim hazırlamamı bile istemiyordu. Sosis saati öncesinde hep beraber gelip, miyavlamaya başlıyorlardı. Önemli olan diğer bir nokta ise Tekir'in sosisinin tabak eldeyken verilmesi gerektiğiydi. Çünkü Tekir böyle seviyordu.
Yaz aylarında oluştuğunu gördüğüm bir diğer ritüel ise Binnaz'ın gece yarısı gelip yemek yemesiydi. Bu nedenle pencerelerden biri açık bırakılıyor ve her gece Binnaz Hanım gelip yatgeber yemeğini yiyordu.
Annemle babam için gerçekten çok iyi oldu kedilerle beraberce yaşamak. Yeni bir yaşam enerjisi kazandırdı onlara. Kediler varlıklarıyla hem neşeli günler yaşatıyorlar, hem de gelecek güzel günleri vaat ediyorlar. Her telefonda coşkuyla anlatıyorlar kedilerini bana. Ben de her seferinde, "Yaşa Mireille" diyorum; çünkü, ilkin o aşıladı kedi sevgisini hepimize.
Aslı Sarıoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Hasan Demirpaz Sonbahara başka bir bakış |
|
Hep hüzün değildir sonbahar ve hazan mevsimi de olmaz her zaman. Kara bulutların hükümran olduğu bir mevsim, rüzgârın koluna girip gelen yağmurlardan ibaret aylar değildir sonbahar.
Sonbaharda denizlerin üzerinden sabahları güneş de doğar örneğin. Bambaşka bir kızıllıktır o. Denizin mavisine bulanır, onu renkten renge sokar. Sanmam, şikâyetçi de değildir deniz bu halden. Hem şikâyetçi olsa, oynaşır mı yüzeyindeki o ışıltılarla? Bir beşik gibi bir aşağı bir yukarı koşturur mu dalgalarının üzerinde onları? Gün boyu yorulmaksızın bu dansı yapar mıydı sizce memnun olmasa?
Bakmayın yaprakların döküldüğüne bu mevsimde, kimisi uç verecek filizlere yer açmaktadır onların. Ve hatta çiçekler açacaktır o dallarda belki de. Aman ha, mevsimsiz demeyin bu açan çiçeklere sonra. Kim bilir, tam da mevsimidir belki çiçek açmanın.
Ayrıca illa da güneş mi gerekir canım, şöyle ince ince yağan bir yağmurda yürümek, ıslanmak ve yanı başınızdaki sıcaklığa sarılıvermek yeri gelir güneşten fazla ısıtmaz mı insanı. Susuzluktan kavrulurken hem dünya hem de gönlünüz, paha biçilir mi böyle ıslanmaya.
Bulutlar geçer gider de yeniden güneş çıkıverir hem sonra. İşte o zaman seyreyleyin siz cümbüşü. Islak kaldırımların, ağaçlardan, yapraklardan süzülen damlaların güzelliğine bırakın kendinizi. Saçak altlarına, otobüs duraklarına sığınmış insanların, dinen yağmur ve bulutların arasından başını uzatan güneşle birlikte yeniden canlanan koşuşturmalarına tanıklık edin biraz. Güneşin sıcaklığıyla buharlaşan yağmur sularına katılın, çıkın gökyüzüne.
Hem sizler değil miydiniz daha birkaç hafta önce sıcaklardan yakınan. Alın size tam da istediğiniz gibi bir sıcaklık. Ne üşürsünüz ne de üzerinizdekiler fazla gelir. Geçin oturun deniz kenarındaki bir bankın üzerine, alın elinize bir çıtır simit, güneşlenin, düşünün uzun uzun. Ne düşünürseniz düşünün de arada ne isteriz biz bu sonbahardan diye sormayı da ihmal etmeyin.
Mutluluğu düşünün mesela. Çok sevdiğiniz birinin mutluluğunu bilmekle içinizde oluşan ferahlığı düşünün. Gözlerinin içinin güldüğünü düşünün mesela sevdiğinizin. Sonra dönün kendinize, o ayakları yerden kesilmiş mutluluk halinize bir bakın.
Mutlu edebilmek başlı başına bir mutluluktur. Çevrenizdeki mutlu insanları düşünün, yüzünüze yayılan gülümsemeye bakın sonra. Özgül ağırlığınızın sıfıra yaklaştığını, neredeyse uçmak üzere olduğunuzu fark edeceksiniz mutlaka.
Bir çift göz düşünün ardından. Sıcacık sevgi dolu bakışlarla bir çift göz hayal edin. Güneş mi sizi ısıtan yoksa bu gözler mi, ayırt edemediğinizi fark edeceksiniz. Bir yandan simidin son parçasını ağzınıza götürürken kollarınızın arasında sarmak istediğinizin olduğunu düşünün. O sarmak istemenin sarmaktan da başka bir şey olduğunu, sardıkça, bastıkça bağrınıza, daha fazla bastırmak isteyeceğinizi unutmayın. Alıp götürür bu hayal, bir bakarsınız ki kollarınızla boşluğu sarmaktasınız.
Öylece kalırsınız orta yerde, aman dikkat!
Hasan Demirpaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Neslihan Güzel MEHMET EROĞLU |
|
Uzun süreden beri okumayı istediğim fakat bir türlü vakit bulup okuyamadığım kitabımı, bu bayram tatilinde bitirmeyi başardım.
Elime alır almaz, bir solukta okuyuverdim; Mehmet Eroğlu'nun, "Belleğin Kış Uykusu'nu."
Daha önce bir arkadaşım tavsiye etmişti bu kitabı. Kendisi yazarın Uğur Mumcu Vakfı'ndaki kursuna katılmış; Mehmet Eroğlu'nu öve öve bitirememişti.
"Bu kadar met edilen bir yazarı okumamak olur mu?" deyip, hemen kitabını temin ettim. İlk bulduğum fırsatta da okudum.
Kitap tamamen hayal ürünü, fantastik bir kurgu; okurken hayretler içinde kalıyor insan.
Bir yolcu; bellek yitimine uğramış, kendini meçhule giden bir trende buluyor. Nereye gittiğini, ne yaptığını, ne yapmak istediğini bilemiyor. Şaşkın.
Yüreğinde bilinmeyenlerin, amaçsızlığının, korkusu ve şaşkınlığı var…
Yol boyunca geçmişiyle hesaplaşıyor kahraman. Yaşadıkları, yaşayamadıkları, hayal ettikleri, üzüntüleri, kırıklıkları hepsi bir bir karşına çıkıyor. Bazen kızıyor onlara, bazense korkuyor onlardan.
Mutsuzluluğundan, acılarından kurtulmak istiyor. Hayatı sorguluyor.
"Acısız bir hayat mutluluk getir mi?" Bu sorunun cevabını arıyor kitabın bir bölümünde de.
Vicdan, sevgi, hayat kavramlarını irdeleyip, kendi mantığını ekleyerek, cevaplar buluyor okuyucuya.
Kitap geçmiş, gelecek ve şimdi arasında gidip geliyor.
Ve sonuç; tıp ki Simyaci'de olduğu gibi şaşırtıcı ve düşündürücü bir şekilde bitiyor.
"Bu yolcululuk boşuna mı yapıldı?" diye soran kahramana palyaço "hayır!" diyor. "Böyle olması gerekiyordu."
Bu yolculuk onun için çok iyi olmuş, geçmiş ve gelecek arasında gidip gelmiş. Hayatı sorgulamış, saf sevginin kaynağını araştırmış, acısız bir hayatın amaçsız ve boş bir hayat olduğunu anlamıştı.
İnsan hayatındaki kararların, ne kadar önemli olduğunu vurgulayan bir bölümde de; Palyaço diyor ki kahramana: "tren istasyonunda iki tane peron var. Birisi seni geçmişine götürecek, diğeriyse geleceğe, hangisini istersin, tercih senin?"
Romanın bu bölümü, Matrix'deki bölüm gibi. Orada ki adama da iki kapsül sunmuşlardı. Hayatının kalan kısmını, istediği gibi değerlendirmek kahramana kalmıştı…
Kısacası Belleğin Kış Uykusu; hayatımızın, bizim kararlarımıza göre geliştiğini anlatan, psikolojik açıdan başarılı bir kurgu içeren, sık dokunmuş bir roman örgüsüne sahip, radikal bir kurgu ustalığıyla yazılmış, başarılı bir yapıt.
Neslihan Güzel www.neslihanca.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
KURTULUŞ
2007'nin ortasını biraz geçmişken
Küresellerin en liberalini seçmişken
Bir umut olsun bu kalem akışı
Ve bu sözcük nakışı
Baştaki uyuyor, en dipteki uyuyor
Taşradaki uyuyor, jipteki uyuyor
Uyumaktan da memnun, kaymağını yiyor
Bu bir mutluk hapı, çağın armağanı diyor
Uyanacaklar, bir tokat çarpılışla
Sallanacaklar, derinden bir sarsılışla
Ve anlayacaklar, dört yönden istilayı
Yine yakacaklar, o bildik marka sigarayı
Artık çok geç, içimiz geçmiş
Gelen gelmiş, giren girmiş
Marlboro, camel ve kara kandan kola
Dikildi, mc donalds, starbucks sağa sola.
İntenete Türkçe karakter yazamıyorsak
Hainlere destursuz bir mezar kazamıyorsak
Palavra olmuş ulus, millet, yurt severlik
Her şey olmuş ekonomik, politik, petrokolik
Küreselleşiyoruz toptan ve birer birer
Yok ki bizi koruyacak bilimden bir siper
Vatan işte böyle bir gelir bir gider
Nerede şimdi, atam gibi bir lider
Madem böyle, kaldırın bari şu sınırları
Olsun bitsin, sökün bin yıllık kaldırımları
Dünya, varlığını Dünyalıyla paylaşsın
İslah olsun küreseller, uçurumlar kalmasın
Bu mavi küre bizim, bu kara petrol bizim
Akıp giden bulut bizim, bu metropol bizim
Birleşsin dünya ve insan oğlu
Kalmasın ne batılı ne doğulu
İster buna rüya de ister hülya
Kurtuluş adil ve tek bir dünya
Semih Bulgur
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 2GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Bilgisayarınızda mutlaka bulunması gereken bazı yardımcı yazılımlar vardır. Bunları her ihtiyacınız olduğunda çabucak bulmak ve kullanamak istersiniz. http://www.100-downloads.com/ web sayfasında 15 farklı kategoride sınıflandırılmış tamamı free yazılımlar bulacaksınız. Konu başlıklarına bakarak gruplandırmaya göre size uygun olanları seçip bilgisayarınıza indirip kullanmaya başlayabilirsiniz. Bedava hayat oh ne rahat.
En kral oyunların bulunduğu :) web sayfası http://www.kraloyun.com/ Şaka bir yana oğlumun en sevdiği flash animasyonlu oyunların bulunduğu, web sayfası olarak tavsiye edebileceğim ve ara sıra vakit geçirmek için kullandığım güzel bir ortam.
Haberleri internet ortamında takip etmenin bir kolay yolu daha http://www.haberweb.com Tüm haberlere ulaşabileceğiniz, hoş bir web sayfası. Ayrıca ilginç haberler, şakalar, ilginç video ve resimler de mevcut olan bir web sayfası.
http://www.cekulvakfi.org.tr ÇEKÜL gönüllüsü olmak... Onun penceresinden bakabilmek farklı geliyor bana. Ben İç Anadolu'da mitolojik adı Halys olan Kızılırmak'ın yay çizdiği, Ana Tanrıça Kibele'nin yarısı yıkılmış devasa heykelinin bulunduğu, birçok coğrafyaya kısmet olmayan 260 adet höyük ve tümülüsüyle, Selçuklu'nun kurduğu gök bilimleri medresesinin gölgesinin düştüğü tarihi ve doğasıyla bir bütün şehirde yaşıyorum...
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|