|
|
|
4 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Necefli Maşrapa!.. |
Merhabalar,
Yarına yetişmesi gereken bir işin, içine girdikçe esneyip uzayan bir problemine çözüm bulmaya çalıştığımdan sizlerle laflayacak vaktim maalesef kalmadı. Kahve Molası'na yol verdikten sonra da devam edecek bu güreş için dualarınızı eksik etmeyiniz. Sizi diğer yazarlarımıza teslim ediyor aranızdan hızla ayrılıyorum. Hepinize güzel bir gün diliyorum. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
SEN AŞIK BEN YOK OLMUŞTUM!!!
Bir ayrılığın en sancılı kahve molalarını yaşadı sevdamız. Kahvemiz tuzluydu ayrılığımızda öyle,bir tutam sevgi serpiştirebilmiştik kısa birlikteliğimize yani uzun ayrılığımız ve kısacık bir oluşlarımıza. Sen kahveyi sütlü severdin oysa ben bir kahvenin olduğu gibi içilmesi taraftarıydım. Ben sadeleri severdim sade kahveyi sade dondurmayı sesiz konuşmaları ve sadece seni. Hayatımdaki en sade şeydin bir kahveye de dondurmaya da beş çekerdin sadelik konusunda.
Senden önce böyle değildim, benimde renklerim vardı tuvalimde. Resim falan çizemezdim ama renkleri de ziyan etmezdim. Sevdiklerimin isimlerini yazardım kalın ince fırçalarla sırf renkli olsun diye. 8 ana rengim vardı ilk siyahım tükenirdi hep. Kızma oda bir renk. Onun suçumu bu kadar karanlık olması, o mu istedi sence satanistler tarafından tercih edilmeyi, geceleri kullanılmayı, hüzünlendirmeyi,saklamayı her bir yalanı, fazla kiloları.
Geceler senden öncede siyahtı seninle de ve sanırım senden sonrada öyle siyah kalacaklar. Kalbimizin mizan zamanları gene siyah gecelere denk gelecek korkarım. Ve ben sensiz gene yanlış çıkaracağım ticari kalbi karışık belgeyi. Hadi ayrılmadan önce son bir kahve… amaçsız uğraşsız sütlü ve sade bir kahve. Garson getirsin beyaz göleğiyle sen süz şöyle bir kahveleri, garsonu, beni. Garson kesin gene şaşırır hangisinin sade olduğunu ve biz umarım gene birer yudum alırız yanlışlıkla kahvelerimizden senin yüzün buruşur, bir yudum su içersin. Bende ela gözlerini büzülen dudaklarını ve son kahvemize bakarım. Hadi ayrılmadan önce son bir kahve içelim. Belki kahveden sonra birde şarkı çalarsın siyah gitarınla bizim şarkımızı -one more cup of coffe- hadi son bir kahve sadece…
Bu kahveleri küçük fincanlara koyuyorlar hep, ben büyük istemiştim duymamış demek garson. Benim kahvem bitiyor,ilk kez korkuyorum bir kahvenin telvesini görmekten ve ela gözlerin güneşin ışığıyla parken ben derin bir of çekip gözlerine akıtıyorum kalbimi senin haberin yok. Yarın sabah bir fincan kahve olacak ama senin gülüşün yok. Otobüse binerken bana son kez sarılmış ve ben bir kez daha kokunu içime çekmiştim.sağ elimin yüzük parmağındaki gümüş yüzüğü hiç sevmezdin çıkartıp sana uzattığımda sen gülümsemiş ve çıkardığını hiç görmediğim, uçunda güneş olan kolyeni çıkarmış bana vermiştin ben kolyeni taktım sen yüzüğü cebine attın.
ÖZLEDİM SENİ… senle içilen kahveleri beyaz gömlekli garsonun olduğu o cafeyi. Bir garip batıyor artık güneş, ışığı eskisi gibi değil. Geçen cumartesi mektup yollamışsın hiç beklemezdim. Aslın yazdıkların daha beklenmedik. Sana hiç aşık olmamışım aşık olunca anladım demişsin. Aşık oldun öylemi? şimdi sen bir çift göze bakıp hissettiklerini anlamaya çalıyorsun öylemi. SEN AŞIK BEN YOK OLDUM…
Kübra Albayrak
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Eski Dost : Ayşegül Erden Özgürlüğe Yelken |
|
denizlerde olmak vardı şimdi
tam ortasında bildiğin bilinmezliğin
kendi bilincinin sınırlarını kaparatak her bildiğine
bilinmez oluvermek bilinmez bir denizin bulunmaz bir noktasında
dalgalarla oynaşmak
ay'la cilveleşmek
göz kırpıvermek seni bulması her an olası bir balığa
dudakların isimsiz kalmalı
ve düşüncende hiç bir iz hiç bir anı olmamalı
bütün kelepçeleri geride barakarak
ve bütün yaşanmışlıkları silerek
yeniden başlama umudu hep yüreğinde
ne kadar yorgun ne kadar yorulmuş olsanda
ve ne kadar yormuş olsalar da seni
ve sen unutarak yorduğun kişileri
rotan özgürlük olmalı
yok
bunun adı kaçmak değil
bunun adı yeniden aslında
ya seversin mücadeleyi
ya hiç çıkamazsın yola
ama sen ne kadar sevsen de sevdiğini
anladığın an artık sevilmediğini
göze alabilmesin yeniden'i
yeniden sevemezsin belki
ya da sevmelerin o sevmek olmayabilir elbette
sevilebilirsin yeniden
bir kuş
bir dalga
bir bulut
bir yakamoz
ve bir gün
bir ölüm
sevebilir seni
kaybolabilirsen denizlerin bilinmezliğinde
Ayşegül Erden
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Alkım Saygın Muz Cumhuriyetinden Gelen Mektup |
|
Baharın kapıyı çaldığı serin bir Ankara sabâhıydı..
Ağaçlar yeşile selâm durmuş, güneşi bekliyordu..
Güvercinler çoktan kaldırım kenarlarına inmiş, sabah kahvaltısı için alışveriş yapanların torbalarından süzülen ekmek kırıntılarını aramaya başlamıştı..
Sabah erkenden kalktım ve hazırlandım, tanınmış bir yayıneviyle kitabım hakkında görüşmem vardı..
Saat on sularında yayınevindeydim; ama tahmin ettiğim gibi görüşme iyi geçmemiş, kitabımı yayınlamaya uygun görmemişlerdi..
Aynı tabloyu sanırım sekizinci veya dokuzuncu defâ yaşıyordum ve artık kanıksamaya başlamıştım bile denebilir..
Eve döndüğümde posta kutuma baktım, içinde garip bir zarf vardı; hem üstelik Muz Cumhuriyetinden gönderildiği yazıyordu..
Doğrusu, bu mektubu alıncaya kadar ben böyle bir ülkenin aslında hiç var olmadığını, bu ülkenin hep ilkel, çağdışı ve insanlık değerlerine aykırı uygulamaların yaşandığı bir yer olarak hayâl edildiğini ve bu uygulamaların olmadığı ülkelerle mukâyese edilerek aradaki farkların anlaşılmasına katkı sağladığını düşünürdüm..
Meğer ki gerçekten de böyle bir ülke varmış ve bu uygulamalara mazharmış..
Bakınız aldığım mektupta neler yazıyor, okuyorum, iyi dinleyin:
Merhabalar,
Benim adım Bülent Doğrudansapmaz. 55 yaşındayım ve yaklaşık yirmi beş yıldır Muz Cumhuriyetinde yaşıyorum. Bundan yirmi beş yıl kadar önce Antalya'da bir otelde çalışıyordum, oraya tâtil amacıyla gelen Riselindana'ya âşık oldum ve beni ülkesine; yâni Muz Cumhuriyetine götürdü. O zamandan bu zamâna kadar ülkeme hiç dönmedim; ama aklımın bir köşesi hep ülkemde kaldı..
O yıllar son derece karışık yıllardı. Terör ve anarşi olaylarının tırmanışa geçtiği, kardeşin kardeşi öldürdüğü son derece zor yıllardı. Bu yüzden Muz Cumhuriyetine gitmek bana pek câzip gelmişti; ama yıllardır bundan çok büyük pişmanlıklar duyuyorum..
Türkiye'de 12 Eylül rejimine tepki olarak iktidâra gelen Özal ve liberalizm bu güzel ülkeyi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmada onsuz olunmaz katkılar sağladı. Muz Cumhuriyetinde ise liberalizm çok büyük bir değerler erozyonu yarattı. Bu ülkede yöneticiler devlet kaynaklarını eşlerine, dostlarına ve yandaşlarına peşkeş çektirdi. Devletin ekonomiden el çekmesi ve özelleştirme nâmına KİT'leri yerli ve komprador burjuvanın hizmetine sundular. Ama Türkiye'de böyle şeyler hiç yaşanmadı, gerçekten de Özal ve liberalizm Türkiye'ye yeni ufuklar açtı. Muz Cumhuriyetinde ise yöneticilerimiz liberalizm nâmına emperyalizm işbirlikçiliği yaptı, bir tür üst-ahlâk geliştirerek yolsuzluğu, rüşveti, adam kayırmayı, banka hortumlamayı vb.. özendirdiler. Meselâ tanınmış bir politikacımız 'Benim memurum işini bilir', 'Köşeyi dön de nasıl dönersen dön', 'Para en yüksek değerdir' vb.. söylemler geliştirdi ve topluma ahlâksızlığı öğütledi. Ama neyse ki bunlar Türkiye'de hiç olmadı, yöneticiler dâimâ evrensel ahlâk ölçütlerine riâyet ettiler ve bunları öğütlediler..
Liberalizmle birlikte Türkiye'de geniş halk kitleleri arasında gerçekten de çok büyük bir bilinçlenme başladı, özellikle de gençlik ülke sorunlarına karşı çok daha duyarlı bir hâle geldi. Muz Cumhuriyetinde ise liberalizme karşı olan çevreler ve özellikle de basın mensupları eften püften nedenlerle hapse atıldı, devlet eliyle medya sürekli olarak magazine yönlendirildi, geniş halk kitlelerinin toplumsal olgu ve olaylara yabancılaşması sağlandı..
Gerçekten de Türkiye'de geniş halk kitleleri insanlık değerlerinden aslâ yüz çevirmemiş. Muz Cumhuriyetinde ise meselâ yavru kazını yiyen kediyi pompalı tüfekle vuran bir kişi, kedinin sâhibi tarafından döner bıçağıyla doğranabiliyor veya dürümünün içindeki eti az bulan bir müşteri döner ustasını boğarak öldürebiliyor. Türkiye'de ise bunlardan hiç mi hiç eser yok, böyle şeyleri ancak gazetelerinizin üçüncü sayfalarında ara sıra yer verilen Muz Cumhuriyetinden Haberler isimli bölümlerde görebiliyorsunuz..
Gerçekten de Türkiye'de liberalimle birlikte ekonomide, siyâsette, kültürde, sağlıkta, eğitimde vb.. o kadar üstün başarılara imzâ atıldı ki Muz Cumhuriyetinde bunları hayâl etmek bile imkânsız. Meselâ Muz Cumhuriyetinde dûçar olduğumuz değerler erozyonu nedeniyle ahlâksızlığın başdeğer hâline gelmesinin bir sonucu olarak karısına prostat tedâvisi, oğluna da gebelik kontrolü yaptıran(!?), sonra da bunların şişirilmiş faturalarını devlete ödeten milletvekillerini fazlasıyla kanıksadık, artık garipsemiyoruz. Ama şükürler olsun ki böyle şeyler Türkiye'de yok. Türkiye'de siyâset kurumu şükürler olsun ki liberalizmle birlikte ihyâ edildi, bu kurum evrensel ahlâk ölçütlerine uygunluklu bir zemîne taşındı. Muz Cumhuriyetinde ise her taşın altından bir yolsuzluk, her yolsuzluğun ardında da bir çete çıkıyor, o kadar ki Muz Cumhuriyetini aslında çeteler yönetiyor desem sanırım yanlış olmaz. Hele özellikle de devletin sağlık sisteminden elini çekmeye başlamasıyla birlikte burda sağlık sistemimiz felç olmaya başladı. Organ mafyası ile doktorlar yakın ilişkiler içinde. Artık doktora gitmeden önce bu işle iştigâl eden çete üyelerine gidiliyor, onlarla pazarlıklar yapılıyor. Biz bunları da o kadar kanıksadık ki açlıktan organlarını satacağını söyleyen bir Muz Cumhuriyeti yurttaşına bu ülkenin Başbakanının 'burası sakatatçı değil' demesini bile hiç mi hiç garipsemiyoruz. Ayrıca on dakikalık yolu bir buçuk saatte kat eden ambulansları; iyilikseverliğinden şüphemiz olmadığı, ama bilgisizlik ve duyarsızlık nedeniyle yaralının ölümüne bile yol açabilen yurttaşların sâdece kol bacak kırmasını vb.. olayları şükürle karşılıyoruz..
Türkiye gerçekten de cennet gibi bir ülke. Yöneticileriniz de bunun farkında ve sizlere sık sık ülkenizin Muz Cumhuriyeti olmadığını hatırlatıyorlar. Gerçekten de çok haklılar. Türkiye'de devlet-birey ilişkileri o kadar üstün bir seviyede ki buna gıpta etmemek mümkün değil. Muz Cumhuriyetinde ise saçma sapan bir insan hakları anlayışı doğrultusunda devlet görevlileri ile yurttaşlarımız fazlasıyla yüz göz olmuş durumda ve devlet yetkilileri hiçbir zaman görevlerini doğru düzgün bir biçimde yapabilecek bir ortama sâhip olamıyor. Meselâ çaldığı malları koyduğu yerde bulamayan bir hırsız polise şikâyette bulunabiliyor, Türkiye'de ise böyle birşeyi hayâl etmek bile imkânsız. Hem Muz Cumhuriyetinde suçlular hiçbir zaman gerektiği gibi cezâlandırılmıyor, en ağır insanlık suçlarını işleyenler bile en geç beş sene içinde salınıveriyor, hattâ o kadar bile yatmıyor; çünkü her seçim dönemi yeni bir afla özgürlüğüne kavuşabiliyor. Ama Türkiye'de son derece âdil ve düzenli bir biçimde işleyen güçlü bir hukuk sistemi var..
Sayın Alkım Saygın. İşte tüm bunları liberalizme borçlu olduğunuzu, liberalizmin daha yoğun bir seviyede egemen kılınması için AB Müzâkerelerinin ülkeniz için bulunmaz bir nîmet olduğunu görmeniz gerekir. Bunu göremediğiniz gibi liberalizm ve AB karşıtı eylem ve söylemlerle yanlış işlere kalkışıyorsunuz. Bence Türkiye liberalizmle birlikte rotasını çağdaşlıktan; yâni Avrupa Birliğinden yana çevirdi ve bu sürecin sonunda sizi çok daha iyi bir gelecek bekliyor. Dilerim günün birinde Muz Cumhuriyeti de AB'ye girmek için başvuruda bulunur. Türkiye, Ortadoğu ülkelerine ne kadar model olabilir, bunu bilmiyorum ama bence Muz Cumhuriyetine pekâlâ model olabilir. Bunları siz de er ya da geç kabûl edeceksiniz/etmelisiniz..
Saygılarımla..
Bülent Doğrudansapmaz
Muz Cumhuriyeti
Efendim Türkiye iyi ki de Muz Cumhuriyeti değil hani..
Bir de böyle olsaydı ne olurdu..
Varın bunu da siz tahayyül edin, bu da size ev ödevi olsun..
Alkım Saygın
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
SEFA MEYHANESİNDE
Bu saatten sonra her şey bahane,
Esas olan daha içilecek bir kadeh,
İçeriği bu anla bezenen birkaç kelime,
Onlar da kalbime, ruhuma, sevgime...
Aslı Sarıoğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.
Yukarı
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Babalığınızla öğünüyorsanız kendinize şunu sorun: "Çocuğumla ne kadar süre geçiriyorum?" İngiltere'de bu süre günde 15 dakika... ABD'de ise daha da vahim: 40 saniye... http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=1499 Hayata geç kalmayın ya da nefes almayı akıl ettiğinizde suyun dibine batmış olmayın.
Bilgisayarınız için muhteşem duvar kağıtları isteyenler için sağlam bir kaynak http://www.socksoff.co.uk ve hatta kaynakların kaynağı. Resim arşivine bakınca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
...Renklerin oluşumunun en son aşaması insan beyinde gerçekleşir. Gözdeki sinir hücreleri elektrik sinyaline dönüştürülen görüntüleri beyne iletir ve dış dünyada gördüğümüz her şey beyindeki görme merkezinde algılanır. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=58012 Beynimizde cisimlerden gelen elektrik sinyalleri deşifre edilmekte ve cisimlerin renkleri ve diğer bütün özellikleri algılar şeklinde oluşmaktadır...
Göz yanılması mı yoksa gif animasyon oyunu mu? http://www.webhocam.net/Konuizle.asp?t=15984 Bakın bakalım anlayabilecekmisiniz?
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
Yukarı
|
|
|
|
|
|