|
|
|
12 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kendimi bildim bileli... |
Merhabalar,
Kayıp haberlerini duydukça, siz de benim gibi, kendinizden birşeyler kaybettiğinizi hisseder misiniz? "Kendimi bildim bileli..." diye başlayan cümleler kurmanın zamanı çoktan gelmiştir örneğin. Hemen herkesin tanıdığı kayıplar, işte o "Kendimi bildim bileli.." diye başlayan cümlelerden birer ikişer alıp götürmeye başlar, kendinizi eksilmiş hissedersiniz. Vitali Hakko'nun ölümü bana bunları düşündürttü. Kendimi bildim bileli var olan bir markanın yaratıcısı şapkacı Vitali artık yok. Sadece iyinin peşinde koşup başarıya ulaşmış örnek insanlardan biridir benim için Bay Hakko. Belki Koç ya da Sabancı kadar üretken olamamıştır ama ardında bıraktığı o tek bir marka her zaman Türkiye'nin yüz akı olmuştur. Nur içinde yatsın.
...
Yıl sonu yaklaştıkça geçen bir yılın muhasebesi daha bir gerçekçi yapılmaya başlanır. Hedeflerin tutup tutmayacağı daha aleni görüldüğünden aldatmacaya yer yoktur. Örneğin üçüncü çeyrekte kalkınma hızımız yüzde ikiye gerilemiş. Hedefi tutturmak için de dördüncü çeyrekte yüzde sekizlik bir kalkınma gerekiyormuş ki, bu da imkansızmış. Anlaşılan satışlardaki düşüş kalkınamamayı getirmiş. Son çeyrekte birkaç yeri sattılar çok şükür ama demek ki yeterli değilmiş. Böylesine şişirilmiş, dengeleri pamuk ipliğine bağlı bir ekonomik yapının daha ne kadar sürebileceği yurt dışında da merak konusu olmuş. Geçenlerde bir bankacı arkadaşımla sohbet ediyoruz, kredi kartına taksit uygulamadıkları için kredi kartı satışlarında biraz yavan kaldıklarından söz ediyordu. Ama ilginç birşey söyledi, malum kredi kartlarının merkezleri gidişattan memnun ama rahatsızlarmış. Kartı ödeme aracı olmaktan çıkarıp bir yatırım aracı olarak görmenin yeryüzünde bir başka örneği yokmuş. Bu nedenle Türkiye'de bu uygulamaya son verilmesi gündemdeymiş. Rekabetin alıp başını gittiği taksitlendirme senaryolarında artık imkansıza bile yer kalmadı. Örneğin kredi kartıyla 12 taksitte aldığın bir ürünün toplam bedeli nakit ödemeden %10-15 daha ucuz olabiliyor. Bankalar hâlâ en kârlı kuruluşlar olduğuna göre eskiden enflasyona endeksli uygulanan maliyetin yerini şimdilerde taksitli kredi kartı maliyeti aldı herhalde. Yarışmalarda para peşinde koşanların ortak arzusunun kredi kartı borçlarını ödemek olduğunu görmezden gelmeye artık olanak yok. 2001 yılına geri dönülmesi anlık bir mesele bana kalırsa. Bu memleket öylesi bir krizi kaldırabilir mi? İşte bu, cevaplaması zor bir soru. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
HAYALİMDEKİ OKUL
Bir yer düşlüyorum,bilmem neresin de yurdun
Bir ev günlük güneşlik çiçekler için de memnun
Daha varmadan bahçe kapısına başlar
Baygın kokusu ıhlamurun,
Gölgesinde bir sıra der gibi oturun
Mutlu olun yaşayın
Anne, baba, evlat, torun
Ünlü şairimiz Ziya Osman SABA'nın bu dizeleri bugünkü eğitim sistemimizin tartışıldığı bir arkadaşlık ortamında dilime dolandı. İşyerimin öğle paydosunda çaylarımızı yudumlarken herkes kendi mezun olduğu okulu, arkadaşlarını, öğretmenlerini, yöneticilerini anlatmaya başladı. Kimisi yapılan şakalardan bahsederken,k imisi de eğitim sistemin de her yıl büyüyen bir deliğe yapılmaya çalışılan küçük sistem değişikliklerinden konuşuyordu. Çoğuna göre eğitim sisteminde yapılan değişiklik adı altındakileri bir yap boz tahtasıydı. Kimisi yeni gelen nesilin aşırı hazırcı olduğundan hiçbir değere sahip çıkamadığını kendince anlatırken, kimisi de lise arkadaşlarının mezun olduktan sonra vefasızlığından yakınıyordu. Kimisi de okullardaki sosyal etkinliklerin azaldığını günümüz öğrencilerinin dershaneden okula, okuldan özel derslere koşan tabiri caizse robot bir nesil geldiğini belirtiyordu. ÖSS sınavın da okul birincilerinin dahi üniversiteye yerleştirilemediğinden bahsederken, kimisi de okulların fiziksel yetersizliklerinden söz ediyordu. Çünkü işyerimizin hemen karşısında duran lisede bir ağaç dahi yoktu. Her yer betondu. Kimisi de bütün güzellikler için maddiyat gerektiğinden söz ediyordu. Acaba her şey gerçekten böyle mi? Şeklinde birbirimize soru yönelttik. Herkes sustu ve birbirinin gözlerinin içine büyük meraklarla baktı.Herkes hayalindeki okuldan ve eğitim yuvasından bahsetmeye başladı.
Öyle bir okul olacak ki; öncelikle şehir merkezinde ya da yakınlarında olacak. Öğrenciler rahatlıkla ulaşabilecekler. Bahçesi daha girer girmez insanları rahatlatacak, yemyeşil olacak, renk renk güllerin, çiçeklerin hatta meyve ağaçlarının bulunduğu bir mekan olacak. Fakat öyle her yeri de otlar bürümeyecek. Bakımlı olacak, öğrenciler bazı şeyleri görerek öğrenebilecek. Aynı zamanda gençlerin spor yapabileceği genişlikte olacak ve spor salonu, futbol sahası, basketbol sahası ayrı ayrı olacak. Çam kokuları altında gençlerin neşeli naraları yankılanacak.
Öyle bir okul olacak ki; manevi değerlere sahip çıkacak. 10 Kasım haftasın da Sınıflarını Atatürk için süsleyecek ,şiir dinletileri, söyleşiler ve tartışmalarla Atatürk'ün Gençliği olduğunu tekrar tekrar dile getirecek ve bunu okula başladıktan sonra mezun oluncaya kadar değil tüm hayatları boyunca sürdürecek.
Öyle bir okul olacak ki; oynanan bir tiyatro oyunu ve yıl sonunda yapılan şiir dinletileri, türkü geceleri sadece velilere ve öğrencilere değil, tüm halka açık olacak ve salon her oturumda dolup dolup taşacak. İzleyiciler oyunlarını ayakta izleyecek. Ve oyunların çoğunluğu okul öğretmenleri tarafından yazılacak fakat öğrencilerin katılımı ile de daha da zevkli hale gelecek. Paylaşımın kıymeti bilinecek.
Öyle bir okul olacak ki; ÖSS sınavlarında ilk üçe öğrenci sokacak. Onlarca öğrencisi ise ilk bine girecek. Okul, başarı sıralamasında daima Türkiye'deki ilk on okul içinde olacak ve ülkemizin seçkin üniversitelerinden okul adına rektörlerden teşekkür ve onur belgesi alacak.
Öyle bir okul olacak ki; sadece futbol veya basketbolda değil, sporun her alanında, masa tenisinde ,yüzmede, badmingtonda, eskrimde ,voleybolda il içi ve il dışı çeşitli dereceler alacak. Satrançta dünya derecesi yapacak.
Öyle bir okul olacak ki; bilim olimpiyatlarında matematik, fizik, biyoloji dalında ulusal ve uluslararası derece yapacak.
Öyle bir okul olacak ki; proje üretebilecek. Ürettiklerini hayata geçirebilecek. Olanakların azlığından yakındığımız fenbilimleri laboratuarlarında hiç kimseden maddi destek almadan 3 yılda 80'e yakın proje üreterek ulusal ve uluslararası yarışmalarda ardı ardına Türkiye'ye ve dünyaya adını duyurabilecek.
Öyle bir okul olacak ki; öğretmenleri birlik olacak, öğrencileri için çalışacak. Ekip çalışması ruhunu öğrencilerine yansıtacak. Hep güler yüzle arkadaş olacak. Öğrencileri önünde hep ışık olacak ve bununla da asla asla övünmeden attığı adımlara dikkat ederek çizdiği başarı çizgisinden asla ayrılmayacak. Hep kendini geliştirecek ve bunu da herkes ile paylaşacak. Yabancı dil bilmenin çok önemli olduğu günümüz dünyasında, öğretmenleri en az bir yabancı dil bilecek hatta 2.,3. yabancı dili konuşabilecek.
Öyle bir okul olacak ki; okuldan mezun olan öğrenciler birbirlerinden hiç kopmayacaklar. Dünyanın dört bir yanında dahi olsa haberleşebilecekler. Hatta bir site kurup kendilerinden sonra okullarına gelen öğrencilere rehberlik dahi yapabilecekler. Hatta birbirleri ile çeşitli konularda tartışabilecekler.
Öyle bir okul olacak ki; birimiz hepimiz, hepimiz Türkiye için diyerek haykırabilecek. Mezunları bir pilav gününde veya bir piknikte değil, her zaman bir araya gelebilecek.
Öyle bir okul olacak ki; bu okul devlete ait olacak, köklü bir geçmişe sahip olacak. Okulda oluşan başarı ve birlik ruhu daima yaşayacak. Eğitim sistemi kötü, gençlik değer bilmiyor, bizim zamanımız da okullar daha iyiydi diyenlere güçlü bir tokat atacak.
İşte hayalimizdeki okul ve hayalin ta kendisi okul. Böyle bir okul Eskişehir'de mevcut. Adı ESKİŞEHİR ANADOLU LİSESİ.
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir orta öğretim müessesi olan Eskişehir Koleji, Türkçe ~ İngilizce öğretim yapan bir lisedir. Türkiye'de özel olmayan kaliteli okullar açılması fikriyle kurulan 6 maarif kolejinden biridir. 1955 ~ 1956 yılı başında 67 öğrenciden ibaret bulunan dört hazırlık sınıfı ile öğretime açılmıştır. Eskişehir Maarif Koleji, esasen Kız Enstitüsü olarak inşa edilmiş bulunan binada eğitime başlamıştır. Bu nedenle yatılı okul olan Kolejin ilk yıllarda yer konusunda sıkıntı çektiği söylenebilir. Okulun Tepebaşı'nda bulunan arsasına proje ve planlar hazırlanarak yeni bina yapılmış ve 1967 yılında 1967 - 1968 dönemi eğitimine bu binada başlamıştır. Okulun çeşitli iş ve uğraşlarında öğrencilere de vazife ve sorumluluklar verilmek suretiyle onların da kişiliklerinin gelişmesi ve bilinçlenmelerinin sağlanması amaçlanmıştır. Çocukları geleceğe hazırlarken öğretmen yönetici ve hizmetli olarak harcanan emeklerin, çekilen zahmetlerin denilebilir ki en büyük karşılığı, öğrencilerin yarınki başarılarının görülmesidir. Sonradan okulun adı Eskişehir Anadolu Lisesi olarak değiştirilir ve öğretimine bu şekilde devam eder.
Evet, bir devlet okulu, sınavda OKS'de puanı yeten "Kolejli" olur, girdikten sonra başarabilen "Kolejli" olmanın artılarını kazanır, onun tadına varır.Okul muhteşem bir bahçe içindedir. Kendinizi bir botanik bahçesinde sanabilirsiniz.
ÖSS sınavlarında her yıl Anadolu liselerinde ilk on içine girer. Hatta ilk 3'te yer alır. En son 2005 yılında Türkiye 3. bu okuldan çıkmıştır.
Tiyatro oyunları öğretmenleri tarafından yazılır ve paylaşılır. 2 gün 2 oturumda seyirciler oyunu ayakta izler.Salonda boş yer yoktur.
Bilim olimpiyatlarında matematik dalında 2 yıl üst üste ,fizik dalında 1 kez uluslarası derece yapar. Ulusal derecelerin ise sayısı oldukça fazladır.
Proje yarışmalarında daha ilk yıl ödül ile dönerek ertesi yıl çeşitli yarışmalarda ulusal ve uluslar arası dereceler alır. En son 2007 yılında uluslar arası bir yarışmada 2 gümüş ve 3 bronz madalyayı ülkelerine kazandırırlar. Ve bunların hepsi olurken hiçbir şekilde bütçemiz yok denmez. Ellerindeki her türlü imkanı başarı ile değerlendirirler.
Yalnız bunu tek bir anahtar ile yaparlar. Saygı, sevgi ve paylaşımın açacağı anahtar ile. Yani birlikte olma ile.
Bu birliktelik mükemmel sonuçlar doğurur. Sporda il içi ve il dışı Türkiye dereceleri yaparlar. Bunu da sporun hemen hemen her dalında başarırlar.
Öyle bir okuldur ki burası, öğretmenleri birliktir. 60 kişilik bir aile yuvasıdır öğretmenler odası, öğrencileri için çalışırlar ve üretirler. Ekip çalışması ruhunu öğrencilerine yansıtırlar. Hep güler yüzle arkadaştırdırlar. Öğrencileri önünde hep ışık olacak ve bununla da asla asla övünmeden attığı adımlara dikkat ederek çizdiği başarı çizgisinden asla ayrılmayacaktır.
Öyle bir okuldur ki EAL, okuldan mezun olan öğrenciler birbirlerinden hiç kopmazlar 2007 yılında Temmuz ayında kurdukları www.ealliyiz.biz sitesine, dünyanın dört bir yanından girerek haberleşirler. İzlenim sayısı 7 aylık bir periyotta 1.5 milyona ulaşır. Hatta kendilerinden sonra okullarına gelen öğrencilere rehberlik dahi yaparlar. Ve birbirleri ile çeşitli konularda tartışabilecekleri forum konuları ortaya çıkarırlar.
Öyle bir okuldur ki EAL, eski adıyla Maarif Koleji, öğretmeni öğrencisiyle bir bütün, Türk Milli Eğitimi için bir ışıktır.
Nurcan Candan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Burçin Çobanoğlu |
Gibi Bir Şey..
Hala birileri var bence..
İnsan her zaman neşeli olamaz. Her zaman gülemez kahkahalar atarak. Bazen içine kapanır. En derinlerinde tek başına kalır. İstemez aslında bu yalnızlığı. Eşyalarla dolu yaşanmışlık kokan bir evin sadece televizyon sesiyle dolu olması mutlu etmez onu. Sevdiğini arar yanında. Onun için ölmeye hazır olduğunu hissettiği insanı. Tek vücut olabileceği tek varlığı.
Ordadır aslında. Oturduğu kanepenin hemen yanında durur O da. Hissettiği tüm iniş çıkışları bilir de bazen bilmezlikten gelir. Kendi dünyası vardır. Kendi savaşı.
İşte tam da o zaman yalnızdır insan. Kapıların ardına kadar açıkken bir anda ayaza kapılır; kapanır.
Döner kendine.
İçsel bir sorgulamanın ardından yine bir beden arar ruhuna ve beynine dokunabilen.
Bilmediği iklimlerden bilmediği yollardan geçer.
Her şeyin göründüğünden çok farklı olduğu dünyayı yeniden keşfeder belki.
Durur..
Gözlerindeki yaşlardan başka bir şey yoktur onunla aynı zamanı yaşayan.
Sonra..
Ansızın unutulmuş bir dostun eli uzanır karanlığın içinden. Eski anıları sırtında geliverir kanepenin diğer ucuna.
Zaman durur o anda bıraktığınız yerden devam etmek istercesine.
İzin verirsen eğer küçük bir mutluluk bırakır kalbine. En berbat durumdayken bir anda hatıraların en güzel yerine götürür seni.
Gerçekle hayal arasında geçmişle bugün arasında bir yerde kalakalırsın.
Bakarken geçmişe iç sızısıyla ve hayal ederken geleceği umutla çizginin üstünde olduğun gerçeği acıtmaz canını.
Anın tadını çıkarırsın doya doya.
Ne kanepedeki sevgili acı verir ne de geçmişe bakıp kaybettiklerin.
Burçin Çobanoğlu
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Fatma Yekta Ürkmez |
DALGALI AYNALARDA YOK OLUŞLAR
Kalbinde bir sızıyla açtı gözlerini sabaha. Nerede olduğunu bilmez gibi bakındı etrafına. Sandalyenin üzerinde bir ceket -arkadaşları her ne kadar hırka olduğunu iddia etseler de- yerde diğer teki dolabın önünde bir çorap, yatağın başucunda her zamanki gibi ıslak bir havlu, masanın üzerinde yarım kalmış diğer yarısı muhtemelen gece içilmiş bir su… Köşede bir an önce gitmek ya da orada unutup da hiç gitmemek için hazırlanmış, eşyalarını sığdırıp da kendisini aldıramayacağı büyüklükte bir bavul. Kalkmak için uğraşırken eli bardağa çarptı, suyun diğer yarısı döküldü. Tenine değen soğuklukla birlikte kendine gelip dağınıklığını fark edince utandı birden el ve alemden. Ortalığı düzeltmeye koyuldu önce, sonra güldü içinden.
Henüz görmediğim ve hayatımın hiçbir döneminde de görmeyeceğim insanlarla vedalaşırken bile arkamdan güzel konuşulsun istiyorum. Açtıklarında mahremiyetimin kapılarını beni beğensinler istiyorum ve beğenilmenin en güzel yolunun izsiz gitmek olduğunu haykırıyor benliğim. Heyhat koca adam bugün senin günün değil! Başlıyorsam yeni bir hayata eğer toplamak değil dağıtmak lazım anıları geride kalanlara ve tutuşturup beni oyalayan insanların ellerine hatıraları oyalanmak olacak belki de bütün avuntum bundan sonra.
Arkadaşlarının çok yakıştırdığı kırmızı kazağını tam eline almışken geri bıraktı ve köşesinde unutamadığı bavulunun fermuarını kapatıp astığı yerden anahtarını aldı. Son bir kez daha geriye dönüp -ki geri dönmeleri hiçbir zaman sevmezdi- baktı etrafa. Saksıdaki çiçeğe göz kırptı ve kapıyı kapattı usulca. Elinde bavulu, paspasın altında anahtarı, zihninde düşünceleri ve içerisinde sızlayan kalbiyle adım attı sokağa. Derin bir nefes aldı, sol yanı daha da acıdı.
Yaşadığım şehirlerin de bir kalplerinin olduğuna inandım hep. Hareket pompalayıp insanların içlerindeki yaşamı toplayan, kimi sokaklarına hüzün dağıtıp kimilerine canlılıktan pay biçen, yükleyip canlıları toplardamarlarına hep bir istikametten, aynı amaç uğruna -kendi benliğini yaşatabilmek- yeniden çıkartan... Bazen durgun, melankolik, bazen çılgın, bazen meraklı, belki biraz bencil -bütün yollar ona çıkıyor- biraz kırılgan, azıcık da sancıyan. Bir kadın gibi vesselam… Bahar ve hazan ve bir sual çözülemeyince bir kenara atılan… Bu yırtıkların arasında, çoğu zaman paramparça olmuş kırıklarından yayılan renk cümbüşünün coşkulu temaşasında insanların kendileriyle birlikte hazin hikayelerini de -hem benliklerinin, hem şehirlerin, hem kadınların- kaybettiği. (Ve ben bırakarak geride bir şeylerimi açık tutmaya çalışıyorum belleğimi.)
Hiç bilmediği sokakların arasından geçerek belki de ilk defa, büyük meydana geldi. Boş bir bank ilişti gözüne. "… BELEDİYESİ" Kimse gelmeden diye hemen oraya doğru koşar adım yürüdü. Gerçi sabahın bu erken saatinde kimsenin bir bankta oturmaya vakti yoktu ama olsundu. Bir çocuk annesinin elinden tutmuş okula gidiyor beyaz dantel yakalığı ve örgülü saçlarıyla. Herkes bir yerlere yetişme telaşında. Karşıda kuruyemişçi olsa gerek bir adam dükkanını açıyor. Arabaların klakson sesleri ve bir simitçi… "SİMİİİİTTT" Susam kokusu açlığını hatırlatıyor.
-Bir tane verir misin?
-Buyur abi.
Tekrar eski yerine oturup başlıyor yemeye gevreğini -arkadaşları her ne kadar simit olduğunu iddia etseler de o gevrek diyor- Ama ısırarak değil, parçalara bölerek, üleştirerek, lokma lokma. Küçükken annesi öyle öğretmişti.
"Bir sana, bir kardeşine, bir sana, bir…"
Bir sana, bir bana, bir sana… Alışmış olmalısın buraya. Şehre, insanlara, simit kokusuna… Hadi seni anladım da beni bağlayan ne bu şehre acaba? Vakit gitmelerin vaktiyken ne diye bu gidememeler? Bir kuşla, şu anda verdiğim gevreği yiyor, hasbihal etmeler? Kadınların, şehrin ve kendimin hikayesini bulma çabası, devr-i daim eylerken yabancı bir vücutta kendimi bulacağım yanılgısı mı? Ben ki bir mecnun bu diyarda, kendini (,) kaybettiği leylasında (kendini) arayan.
Belki de sadece sevmiştim onu ya da acımıştım. Kalp kırıklarını daha da ezmek istememiş, çıplak ayaklarımı acıtmak istememiştim. Kendimi sevmiştim insanca. Ve bir sevgi iki farklı şeye yönelebiliyorsa, ikisi de aynı şey olabiliyordu mantıkta.
Elindeki simit bitti. Sevgi sözlerinin anlamsızlığının farkına vararak gülümsedi. İkisi aynı bedende buluşuyorsa ve o, şehri seviyorsa kendisini sevmiş oluyordu ve yine o şehir oluyordu bütün yolları kendine çıkartan. Yavaşça kalktı. Karşıdaki kalabalığa katılma düşüncesi birden korkularını geri getirdi. Anı olabildiğince yavaşlatarak kalabalığa doğru yürüdü. İnsanların telaşıyla beraber bindi vapura.
"En mahrem sokaklarına girdim ilkin sonra da en uçlarına. Ve şimdi gözlerindeyim ey şehir aç onları ve bak bana. Bak ki kocaman dev aynalarından kendimi ve seni görebileyim, kendi parıltımı sende yakalayabileyim. Belki daha bir güzel görünürüm, daha bir "bana" benzerim. Ben kendime varayım ki seni sana vereyim."
Karanlık denizlerin başına geldiğimde sol yanımdaki sızıyı sökemiyorum ve karşımdaki "yabancıya" cebimdeki sevgileri değil taşları atıyorum. İçim dalgalanıyor…
- Koşun adama bir şeyler oluyor.
- Ayy! Çok fena kusuyor.
- Amaann adam sende deniz tutmuştur ne olacak
- Yardım edin daha da fenalaştı.
- Acaba kalp krizi falan mı baksana kalbini tutuyor.
- Bilen birileri gelsin. Doktor falan yok mu aranızda?
Adam gözlerini kapattı ve bir şehrin sancısı geçti solunda. Göz kapaklarını kapattı şehir durulsun diye denizleri içinde taşlarla. Ve bir yok oluştu bu dalgalı aynalarda.
Üç ay sonra gazetede bir haber üçüncü sayfada:
"Bir süredir kirasını alamayan ve kiracısına ulaşamayan ev sahibi, yedek anahtarlarıyla girdiği evde ortalığa saçılmış kalp ilaçlarını görünce en yakın karakola giderek durumu ve şikayetini anlattı. Yapılan incelemelerin ardından kiracının üç aydır eve gelmediği tespit edildi. Muhabirlerimize konuşan ev sahibi bu yok oluşa anlam veremediğini çünkü şimdiye kadar kiracısının kendisiyle ve çevresindeki insanlarla en ufak bir problem yaşamadığını belirtti."
Fatma Yekta Ürkmez
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
ARADIĞIM
Bir sevgili arıyorum
Alnımın teriyle kazanacağım
Gözümün yaşıyla değil!
Bir yaşamak arıyorum
Elimin emeğiyle doyacağım
Eğilen belimle değil!
Bir dost arıyorum
Alnının akıyla övüneceğim
Cebinin parasıyla değil!
Bir çevre arıyorum
Mavisi yeşiliyle kaynaşacağım
Demiri betonuyla değil!
Bir amaç arıyorum
Kanımın akmasıyla savunacağım
Ağzımın lafıyla değil!
Erhan Tığlı
Yazdırmak için tıklayınız.
|
SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.
Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız. Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ben.sen.o@kahveciyiz.com
Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.
Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.
Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Yediklerimize dikkat ederiz, ediyoruz veya etmeye niyetliyizdir. Peki ne yediğimizin farkındamıyız http://w10.gazetevatan.com/fotogaleri/album.asp?kat=1662 Örneğin: Küf tutmuş veya bayatlamış peynirlerin eritilerek eritme peynir olarak piyasaya sürüldüğünü biliyormusunuz. Kaliteye önem veren sorumlu üreticileri tenzi ediyorum ama pazarlarda ve bazı marketlerde böyle üretilmiş ürünler mevcut. Daha dikkatli olmak için gıda üretim hilelerini bilmek gerekli. Tamamen paranoyak bir tavır içine girmeye gerek yok ama, yine de ne yediğimizi bilelim.
Teknolojik ürünlerin güncel fiyatlarını hemen bulmak istiyorsanız http://www.teknofiyat.com/ İster cep telefonu, ister ütü siz sadece markasını, modelini veya ürün hakkında kısa bir ipucu yazıyorsunuz. İpucu derken abartmayın, ürünü anlatan bir kelime olması tercih nedeni olacaktır tabiki. Ürün ara butonuna basın yeter. O sizin için anında uygun web sayfa adreslerini ve fiyatlarını bulur ve listeler.
Ney için ideal bir kamış temin edildikten sonra kurumaya bırakılır. Bu arada kamış kabuklarından itina ile temizlenir. Kamışın kendiliğinden kuruması gerekir. Kamış kurutulurken asılmak suretiyle düzgün bir şekilde kurutma sağlanmalıdır. Bu kuruma süresi minimum 6 ay olmalıdır. Kamış kurutulduktan sonra birer karış alttan ve üstten pay bırakılarak kesilir... http://www.neysite.com ...Sümerce' den Farsça' ya geçen " nâ " veya " nay ", kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan " mizmâr " sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe' de ise hemen her zaman " ney " olarak anılmıştır.
Viyana Teknik Üniversitesi'nin bahçesinde sergilenen çıplak başörtülü Türk Kadını heykelini yapan Olaf Metzel... http://www.gazeteport.com.tr/DUNYA/NEWS1/GP_120792 ...Benim çocukluğum Türk kadınlarının Kreuzberg'de yavaş yavaş görünür olmaya başlandığı bir dönemde geçti. Çocukluğumda Türk kadınlarını ilgiyle izlerdim. Türk kültürü ile yakından alakalı oldum hep sonradan da. Christoph Daum'la İstanbul'a geldim.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|