Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.336

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 14 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Upgrade to Medrese!..


Merhabalar,

Kendi kendimi tekzip ediyorum, bildiririm. İlk seçildiği gün hakkında kısa bir araştırma yapmış ve özellikle öğrencilerinin kendisinden sitayişle bahsetmesini ciddiye almış ve kendisi için adam gibi adam ifadesini kullanmıştım. Türbanla ilgili olarak fazla yüklenilmemesi gerektiğini, zira YÖK'ün tek başına bu konuda karar organı olmadığını da eklemiştim. Tekzip ettiğim elbette adamlığı değil. Eminim öyledir. İyi bir hoca da olabilir ama velakin iş akıl hocalığına geldi mi belli ki orada bir arıza var. Hem iktidara bu kadar yakın bir zat olduğunu da bilmiyordum. Bilmem de gerekmiyor tabi. Biz, kim takkeli, kim değil, kim namaz kılıyor kim kılmıyorun çetelesini tutmuyoruz ki birileri gibi, di mi efendim? Fakat halef selef hoca efendilerin çözüm diye sundukları öneri evlere şenlik. Tayyip Bey dahil herkes için dokunulması şimdilik cız olan, yasa ve kararnamelerle korunan bir konuda yasayı bir yana itip, eski başkanla bir olup, fiili bir çözüm öneriyorlar. "İşi rektörler çözer. Kapıda geçişe izin verdiler mi sorun kalmaz." diyorlar. Eski YÖK başkanı Sağlam'ın görevi, sırtına vurup "Yürü Özcan'ım, kim tutar seni!.." diye cesaretlendirmek. Buyrun bakalım, böyle yönetime böyle YÖK başkanları. YÖK'ün yirmialtı yılda ettikleri yetmezmiş gibi bir de üniversiteleri yasa, hukuk tanımaz medrese haline getirecekler. Peki öneriye uymayan rektörü ne yapacaklar? Kesip biçip yıldız yapacaklar! Yenilerini de kendi havalarına uygun beyni türbanlılardan seçecekleri hepimizin malumu. Yağma yok. Sıkıyorsa Anayasa'da gereken değişikliği yapın ve bu yaptığınız son hata olsun. Siz de kurtulun biz de!..

...

Petrodolarları cebine dolduran Arap işadamları, Dünyanın dört bir yanında devlerden hisse alıp dışa açılırken, sözde kendilerinden olan Türkiye'ye üç kuruşluk binalar dikmenin hesabındaymış. Light İslam'ın kokusunu almış tazılar olarak, yeşil sermayeye yeni yerleşim mekanları açmak için harekete geçmişler. Adamlar bu iş için bir de banka kurmuşlar. Memlekette kurtarılmış bölgeler satın alıp "Şeriat mahalleleri" kuracaklarmış. Yok canım olur mu öyle şey diyen bir sürü romantik insanımız vardır hala eminim. Hazmede hazmede midemiz fonksiyonunu yitirdi ama bu amcaların cesaretinin, hırsının sonu gelmedi, gelmeyecek te. "Korkulacak bir şey yok" diyenlerle, bu iktidarı teâmül gereği destekleyenler artık uyanmalı. Çok yakında, yukarıdaki resimdeki gibi harembüslerin tüm karayollarında arz-ı endam etmesini, mahalleler değil, bölünmüş ilçeler, şehirler oluşmasını kanıksamış bir Türkiye olacağız, farkında mısınız? Haydi artık bana müsaade. Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  GÖLGEMİ UZAK KENTİN KALDIRIMLARINDA GEZDİRMEK

Farkına bile varamadım. Yine sigarayı arttırmışım. Bu akşam boğazlarım da yanmaya başladı. Sigaradan da olabilir ama bu daha çok gribe benziyor. Hastalanacağımı düşündüğümde çoktandır hiç meyve yemediğimi de anımsadım. Son zamanlarda uyku düzenim de darmadağın oldu. Sabaha karşı güçlükle uyuyup, işe gitmek için erkenden kalkıyorum. Öğleye doğru gözlerim kan çanağına dönüyor. Herkes böyle mi acaba? Yalnız kalınca insan daha mı korumasız oluyor? Belki de sadece erkekler böyledir.

Duymaya alıştığınız şeyleri söylemeyi düşünmüyorum. Yalnızlıktan şikâyetçi falan değilim. Sadece yaşamla daha kolay baş etmenin bir yolunu bulmalıyım. Ve biraz da zamanı tatlandırmanın yöntemini... Yalnızlık deyince genellikle aşktan yoksun olmak anlaşılıyor. Hayır, hayır ben bundan söz etmiyorum. Evimden, yaşadığım yerden uzağım. Ve henüz bu kente ayak uydurabilmiş değilim. Çok değil birkaç ay sonra etrafım arkadaşlarla, dostlarla örülmüş olur.
- Ne oldu yahu? Berbat görünüyorsun. Hasta mısın yoksa?
- Yok be abi, uykusuzum. Saat beşte kalktım. Cinderesi'nden Yeşilsu'ya gelmek bir saatimi aldı. Minibüsler beş buçukta turlamaya başlıyorlar deniyor ama hiç kimse yediden önce sefere çıkmıyor. Mecburen tabana kuvvet… Bütün yolu yürüdüm geldim. Müdür kafeteryadaki kahvaltıyı yedi buçukta hazır edin dedi. Çayı demleyip, yumurtaları kaynatıncaya kadar saat yedi buçuk oluveriyor.
- Hayırdır be abi, sende erkencisin bu sabah.
- Yok, bi şey be Halil'im. Alışkanlık işte…
- Senin gibi olsam öğlene kadar uyurum valla.
- Yaş kemale erince uyku batıyor adama. Benim yaşıma gelince sende anlarsın.

Bu kenti insanlara sordum. Nesi var nesi yok? Doğma büyüme buralı olanlara… Sokaklarla yavaş yavaş aramda bir ilişki oluşmaya başlasın istedim. Aldığım yanıtlar hep şu şekilde oldu. Filanca kebapçıya gittin mi? Bilme ne kebabı yedin mi? Buranın tatlısı çok ünlüdür. Falanca tatlıcının illa fıstıklı baklavasını yemelisin. Bilmem kimin de fıstıklı sarmasını… Katmerci bilmem kim ustanın yerine de mutlaka gitmelisin? Sanki bu kent yemek içmek için kurulmuş koskocaman bir lokanta. Ama kimse şu müzeye git demedi örneğin. Veya devlet tiyatrosu, sinema, sanat galerisi filanca sokakta yanıtı alamadım. Gerçi onlarda pek öyle gizli saklı yerde değillerdi. Hepsini tesadüfen buldum. Devlet tiyatrosunda çocuk oyunları oynanıyordu. Kapısının yanındaki panolarda bir konser afişi vardı. Sinemada altı ayrı salonda altı farklı film gösteriyorlardı. Bir kere ancak gidebildim. Sekiz lira bana biraz pahallı geldi. Yoksa ben mi dünyadan bi haberim bilmiyorum.

Sanat galerisi kapalıydı. Kentte yayınlanan mahalli gazetelerde hala bezlerle örtülü sergilenen nü resimlerle ilgili haberler çıkıyordu. Şehrimizin adını kirletmek, kolay ünlü olmak için yaptı ressam bunları mahsus yaptı. Kimse ondan resimleri kapatmasını istemedi, diyorlardı. Ressam ne kadar haklıdır, sanat galerisinin yöneticileri ve vali yardımcısı ne kadar suçludur bilmiyorum. Bunlar derin mevzular zaten beni aşar. (Küçük bir not. Bu gün ulusal gazetelerde bilmem kaç yerde eş zamanlı yapılan polis operasyonunda kırk bilmem kaç hayat kadını ve bu kadınları pazarlayan bilmem kaç kişi yakalanmış. Umarım kentin adını kötüye çıkarmazlar.) (http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=04.12.2007&Newsid=150200&Categoryid=7)

Ayrıca bir kentin adını kötüye çıkarma söylemlerine gıcık olduğumu da belirtmeliyim. Geçen yıl bu zamanlardı sanıyorum. Bir erkek ve kadın uzak bir kentin sahilinde intihar etmiş olarak bulundular. Gözlerden uzak, sakin ama güzel bir koyun tenhasında… İntihar edenler aileleri ve çevresi tarafından sürekli köşeye sıkıştırılmaktan, baskı görmekten canından bezmiş bir kadın ve erkekti. Arkalarında bıraktıkları mektuptan her şey gün gibi açık seçik anlaşılıyordu. Ben kendi adıma çok üzülmüştüm. Onların bu kadar çaresiz bırakılması resmen bir insanlık ayıbıydı. Yerel gazetenin internet sayfasında bir bayan okuyucu bu ayıbı daha da ileri bir boyuta taşıyarak "İntihar edecek başka yer bulamamışlar mı? Neden gelip bizim kentimizin adını kötüye çıkarıyorlar?" diye yorum yazmıştı. Yazdığı yorumu okuyunca ağlayayım mı güleyim mi karar veremedim. Ama resmen insan olduğumdan utanmıştım.

İki insan uzak bir kentten otobüse binip bizim yaşadığımız yere gelmişlerdi. Bir kaç gece sakin bir otelde kalmışlardı. Sonra kaldıkları otele en yakın ve ıssız sahili seçip intihar etmişlerdi. Bu kent, bu sokaklar, o otel odası onların son sığınağı olmuştu. Son nefeslerini vermeden önce o sahilde olmayı istemişlerdi. Kendi sonlarına yürürken bu sokakları, bu insanları görmeyi, bu kenti solumayı istemişlerdi. O yorumcunun tam tersini düşünüyorum. Onlar bu kenti sevdalı yürekleriyle kutsamışlardı. Ölmeden önce beyinlerine bu kenti resmetmişlerdi. Burası huzur içinde ölebilecekleri bir yerdi. Geldikleri kente, yaşadıkları kâbusa geri dönmeyi ölümden bile beter görmüşlerdi. Neyse dedim ya, neresinden tutarsan tut derin mevzu işte.

- Bana bir çestır fistir sigarası ver. Hafif olanlardan. İçmek için olsun.
- Abi onun içmek için olmayanı da mı var?
- Kulağa damlatılanları da var diye duymuştum. Yanlışlık olmasın istedim.
- Çok matraksın be abi.
- Sende çok kasıyon be adamım. Az sal biraz.

Bu kentte bal gibi yabancıyım işte. Kaldırımlara gölgemi, sokaklarına ayak izlerimi çizmedim daha. Bir, iki sokak bilirim topu topu. Bir iki de kebapçı. Söylemez Pasajı'na gittim gitmesine ama hiç elektronik eşya almadım. Belki önümüzdeki ay kendime yeni bir cep telefonu alırım. Ama önce şu sigarayı azaltabilsem biraz…

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


ACININ IRMAĞINDAN GEÇMEK

Sait Faik'in sevdiğim öykülerinden biri de Sinarit Baba'dır. Olta sahiplerini tanıyan Sinarit Baba, kusursuz bir insanın oltasında can vermek istemektedir. Ama o, kokladığı her oltanın sahibinde bir kusur bulur. Sonunda aradığı oltayı bulur. Ancak yakalanır yakalanmaz belki de ölünceye kadar cömert, cesur, mağrur yaşayacak olan bu adamın o ana kadar bir defa bile imtihana sokulmadığını anlar. Ölmeden evvel adama bir daha bakar. Namuslu, cesur, cömert ölecek olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnından okur. Sinarit Baba hırsından tekrar tepinir. Bağırmak ister gibi ağzını açar. Sinarit Baba son nefesini, böylece bir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verir.

O anın, Sinarit Baba'nın "acının ırmağında boğulduğu an" olduğunu düşünmüşümdür hep.

Derviş adlı öykümde bir bölüm vardır. Derviş, insanların söylemleriyle eylemlerinin farklılığından bıkar ve yollara düşer. Sonunda bir pınar başına varır, suda suretini görür, söylenir:

"Anlat onlara ey su, yüzün neden böylesine duru! Sen toprağın derinlerine, hayata hayat katarak süzüldün. Yerin katmanlarında kendini arıttın. Işığını, kaç karanlık ırmağın dehlizlerinde başını taşlara vura vura bulduğunu de haydi onlara.

Derviş, sevinç ödünç alınabilir; ama acı, ancak yaşanarak öğrenilebilir, diye düşünürdü. Bu yüzden sevinçlerden kuşku duyalım; ama acılarımızdan asla, derdi.

"Su olmalıyım."

İçindeki bu aceleci sese kızdı Derviş.

"Ne olduğun değil, ne olduğunu bilmen önemli. Buhar ol, bulut ol, yağmur ol. İster bir çimen yaprağında can, ister bir üzüm tanesinde nektar ya da koca bir ummanda bir katre ol. Suysan yanmaya hazır olmalısın. Bulutsan savulmaya razı gelmelisin. Savrula savrula cem olmayı becerebilmeli yüreğin. Öylesine çoğullaşmalısın ki benliğin ağır gelmeli sana; ancak çözülerek var olabileceğini fark edebilmeli ve yeniden damla olup düşebilmelisin toprağa. Sonra karanlık ırmaklarda acını yıkaya yıkaya arayabilmelisin ışığını."

Acı, kimi zaman ansızın gelir. Bir boradır sanki, yakar yıkar geçer. Öyle güçsüz öyle umarsızsınızdır ki anlamazsınız olan biteni, anlayamazsınız.

Bazen de ayak seslerinden tanırsınız acıyı. Her adımda küt küt atar yüreğiniz. İçinizdeki umut azala azala söner: Acı yüreğinizdedir artık.

İster koluna aşkı takıp, ister ölüm atına binip gelsin; acı, yitiğin rayihası, umarsızlığın korudur… Bir düdendir acı... Üstelik acıttığıyla yetinmez. Bizi girdabına çağırır, iğdiş eder aklımızı. Neden sonra anlarsınız; acı, sevginin izdüşümüdür. Ne kadar sevmişseniz, o kadar derin yaşarsınız acınızı.

"Dokunabilirim bulutların sesine gecenin derinliğinde
Tutabilirim ışığını Afrikalı şarkıların
Dilimin tuzu biberi, yüreğimin kandili
Sen ey yaşamak!
Soluk soluğa, kan ter içinde
Zor gelir adama
Elden ayaktan düşmeden bu dünyadan ayrılmak."


Elden ayaktan düşmeden giden birinin acısını yaşarken yazmıştım bu dizeleri. Oysa elden ayaktan düşenlerin gitmesi de bir yitikliğin acısıymış. Bir bilge kardeşim: "Annem-babam yok, demekle annem-babam hasta demenin arasındaki farkı, ancak yaşayan bilir" demeseydi, nereden bilebilirdim bu gerçeği. Vah ki, benim dervişim, yaprağından uçup giden damlanın acısını irdelerken, yaprağın acısını pek düşünememiş.

Acı yitenlerin değil, yitirenlerin; yalnız bırakanların değil, bırakılanların; terk edenlerin değil, terk edilenlerin… Acı, öznenin değil; nesnenin. Acı, bilincin meyvesi. Bu yüzden, bilinci arkamıza almadan onun ırmaklarından geçemeyeceğimiz bir gerçek.

İnsan aklının unutma özürlü olması ne iyi. Çünkü acıdan kurtulmanın başka bir yolu yok. Ancak unutma özrümüz sayesinde kurtulabiliyoruz ondan.

İyi de nasıl unutabiliriz? Unuttum diyebilmek kolay belki; ya unutmak?

Kimileri acının ilacı, acıdır diyor. Sanmam. Acı, yurdunu biliyor çünkü. Acı, acının dostu; düşmanı değil. Yurdundan yuvasından etmiyor kendisinden önce geleni.

Kimileri acının ırmaklarından geçmenin yolu isyandır, diyor. Ağla, bağır, küfret, kır, dök, öldür…
Boşalsın içindeki zehir. Ya su bilincindeysen, kime, neye, niçin isyan edebilirsin ki?

İyi ki hayat devam ediyor ve geride kalanlardan kendisini üretmelerini bekliyor. Varlığımızın bir yüzü sevinçse, öteki yüzü de acı. Çünkü hayat halden hale her geçişte, acıyı da, sevinci de birlikte sunuyor bizlere.

Üretmek, toprağa bir avuç tohum atmak, ak kâğıda iki satır yazı yazmak, bir kuşa bir avuç yem vermek, bir hastaya ilaç, bir aça bir lokma aş sunmak. Acıların ırmaklarını geçmenin en insancıl yolu bu olmalı.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,609,609,609,609,609,609,609,609,609,60
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Sarahatun Demir

 Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir


  Kendi Düşen Ağlar!

En haklı ağlamaklılık kendi düştüğünde yaşanıyor olandır. Yalandır, kim söylese, (en aklına güvendiğin bile) yalan olur kendi düşen en nağmeli ağlayandır demezse. Bu nağmede nota yok, hatta nota hiçbir nağmede yok. Ağlamalısın, kendi düştüğünde netameli biçimde yine de…

Başının derdinden değil bu hali. Dertlerinin ısrarlı bir lanetli hal ile başında birikmesinden. Söz oyunlarını ya da yazmayı sevdiğimden falan değil anlatımlarım, biraz ekmeğe az da olsa suya ihtiyacım var, hepsi bu yüzden…

Arkasında bıraktıkları gözünü açık bırakmayacak kadar genel yargı içinde gelişkin şimdi. Aniden ölse misal, o denli üzülmezler arkasından yas tutanlar. Çocukları yetim olmadan tüyleri bitmiş diye ölürse ani şekilde, ağıdını yakanlar sadece giden için ağıt yakar. Çocuklarını önemseyen yok… Tüyü bitmemiş yetim de olmaz çünkü o zaman geride kalıyor olanlar, çocuklar…

Oysa bir babaya ihtiyaç duyulan zaman ya da anneye; memeden kesilene, bisikletin pedallarını bir başına çevirebilene kadar değildir. Yanında hep susuyor evladın diye sana ihtiyacı biter mi sandın, susuyorsa o kadar ihtiyacı var ki sana, senin kendine olan ihtiyacından çok daha fazla, çok daha büyük, anlayamazsın…

Tüyünün bitmesini büyüklüğünden biliyorlar. Tüyünün bitme zamanı şimdi, artık yüzünde sık biçimde nadas yaşatamayacağın kadar sakalların olacak, asileşeceksin demedi kimse. Sormadı da. Giderek şefkatli bir göğüste ağlamaktan ötelediler onu. Sormadan, anlatmasını beklemeden. İhtiyacı kalmadı artık bana dediler. Yanıldılar. Ayaklarının üzerinde duruyor ama hala tüm bu yaşanan olumsuz havanın yerçekiminden kaynaklandığına inanacak kadar çocuk…

Kendinden bahsetmemenin soylu bir ikiyüzlülük olduğunu öğrendiğimden bu güne ne kadar zaman geride kaldı bilmiyorum. Yılların, haftaların, ayların, mevsimlerin ve Salı'ların kardeş biçimde geçindiği o günden bu güne soylu bir ikiyüzlüyüm ben. En ikiyüzlü halim sana, yalan yok! Kimin için en soyluyum, bunu bilmiyorum ama, umursamıyorum da…
Ve hatta bir insanın aynı anda hem soylu hem ikiyüzlü olabileceğine çok da inanılmalı mı bunun için bir süre izin istedim yaşamdan. Ani karar vermek istemiyorum, biraz zaman ver dedim. Elimi çabuk tutmamı istedi. Onu ne kadar oyalarım bilmiyorum. Elimi çabuk tutmaya çalışacağım olabildiğince…

Yazıyorsam, söz oyunlarım bolsa, resim verirken poz olan her kareyi yerli yerine oturtuyorsam, ya da "sırlı bir gizemi saklıyormuşum gibi bakıyorsam" sanma ki bunların tamamı gerçek olduğundan. Biraz suya ve yaşayacak kadar ekmeğe ihtiyacım var. Tüm çabam bundan…

Aklı başında olmayan çok sevdiklerim oldu. Hiçbiri deli değildi. Ama akılları başlarına yetecek kadar akıllı da olmadılar. Yine de sevdiklerimdi. Severken kimsenin aklını sorgulamayacak kadar beyin yüklü kişiliklerdi. Bir büyük sayının karekökünü saliseler içinde ifade edemezlerdi belki, ya da herhangi bir analizi projelendirmek onların aklı için büyük gelirdi ama yine de efkarlanmanın allahını, gerçek sevginin anavatanını tanımlayarak, yetmezmiş gibi bu tanımlama halini pekiştirerek birer cümle içinde kullanacak kadar yetkin insanlardı. Akılları başlarında değildi. Ama deli de değillerdi. Sevdiklerimdi. Aklı başında olmayan çok sevdiğim oldu. Kan kanı, can canı, kelam kelamı, bir şey bir şeyi çekti işte. Herkes bir şey dedi bu çekme için tekrir edilecek kelime yerine. Herkes için değişen bir çekimli hal yani…

Sonra başka zamanlar oldu. Bir şekilde uzaklaşılarak, sevdiklerimden geri durmamın icap ettiği zamanlar...

"Sana bir şey kazandıracak insanlarla muhatap olacaksın" cümlesinin bir insanın hayatına girmesinden sonra yaşananlar ve öncesi… Hayat bu biçimde evrelere ayrıldı yani. Ki bu noktadan öncesi sık biçimde aranır oldu. Özlendi, çok özlendi. Seni bilmiyorum, lakin ben ne özlemimi dindirebildim, ne anlatabildim.. Dedim ya hani, susulduysa anlatılacak olmadığından diye değil, belki dinleyicinin dinliyormuş gibi yapar ve dinlemez kırgınlığından, belki anlatacak kadar geniş ve doğru bir zamanlama bulunamadığından… Anlatılmadı… Nedeninin hadise kadar bir önemi yok. Önemli olan şu; anlatılmadı, içte kaldı ve hatta bir zaman sonra içte kalanlar isyanlara başlayacak kadar niceliksel oranda çoklaştı…

Kendin düştüğünde ağlayacaksın! O zaman başkalarının bir ömür üzerinde seni düşürebilmek için zamanı ya olmayacak ya da bu eylemi gerçekleştirmek için hayat onlara en iyi ihtimal dahilinde dahi bir iki kez fırsat sunmuş olacak. Yaralı olmasa da bir düşkünü düşürmek istemeyebilir bir çoğu. Düşkünü düşürmek marifet sayılmaz zira. Alaşağı edilmenin yanından geçmez. Zaten ağlıyor birini ağlatabilir misin? Söylediklerinin onun içinde nelere sahne olarak meydan vermiş olduğunu yahut, kavrayabilecek misin?..

Düşeceksin. Çok aleni biçimde, bağır çağır, zırıl zırıl, kanırtarak ağlayacaksın sonra. Kendin düşerken ağlamanın tadını bir soysuzun seni düşürdüğünde yaşaman mümkün değil. Sık biçimde çelme tak ömründe ayak izi tutmuş olan her ne bildinse. O zaman hiçbir soysuz sana uğrayamayacak, yahut en iyi ihtimalle bir ya da iki kere hayatında bu zamanlama için yer tutacak…

Kendi düşen de, erkekler de, fahişeler de, katiller de, soylular da, köpekler de, bebekler de, loğusalar da ağlamalı kendi düştüğünde. "Kendi düşen ağlamaz." deme bana! Bu aptalca, tiksindirici bir cümle. Bir başkası düşürdüğünde gururumdan ağlayamadığım, dişlerimi sıkarken dişlerim dışında anatomimden kırılan o kadar çok parçam oldu ki benim. Bazen doktorlarda aranan çarelerinin bulunamadığı da oldu. Ve hatta üzerinden uzun uzun yıllar geçtiğinde anladım ki; o çarelerin aranacağı kapılar doktorlar da değildi zaten. Ama iş işten geçmişti. Kırıklar yenin içinde olmasa da yürekte kalmıştı . Ha kırılan kolum olmadı ama kırıktı işte. Yürekte kaldı…

Kendim düşersem ağlarım!..
Bağır çağır, kanırtarak, sesli ve gürültüyle, inişli, çıkışlı, nağmeli, netameli biçimde ağlarım kendim düştüğümde. Erkeklerin ağlıyor olanlarının en sağlam adamlar olduğuna inanırım. Ağlanmalıdır. Bu doğal hale suni bir cinsi ayrım getirme. Erkekler ağlar, kendi düşen ağlar…

İstimlak alanlarda arkamdan itilmek suretiyle düşürülmek istendiğim çok oldu. Ama bu itme halinde tüm uzuvları itleşmiş olanlar hiç arkamda kalamadı. Ben onlara hep önümde olsunlar diye bizzat köprüydüm. Onlar önde durmanın her zaman ilericilik olduğunu sanıyor olacak kadar salaktı. İteceğinin arkasında olamazsan it'ersin. Düşen olmaz. İstimlak alanlarda önümde dursunlar diye geçit verdiğim, bizzat köprülük ettiğim çok oldu. Kendim düştüm hep, kendim ağladım. Bir başkasının ikiyüzlülükten de olsa soyluluğuma zarar vermesine hep engel olmaya çalıştım. Birisi düşürdüğünde çok defa gururumdan ağlayamadım. Kendi düşen ağlamalıdır. Ağlamalıdır erkekler, ağlamalıdır nağmeli, netameli kendi düşenler, kendi kendini düşürenler. Ve unutmadan, gözünden her yaş gelene merhamet beslememen doğru değil. Buna inanmak ve bu inanca pekiştirilmiş bir sıfat aramak istersen eğer timsahları anımsa. İyi gelir…

*Tüm değerli okuyucularımın bayramını en içten dileklerimle kutlu etmeyi bir borç bilirim. Nice huzurla gelmiş bayramlara tanıklık edebilmek temennisiyle. İyi bayramlar.

Sarahatun Demir
sarahatun@mynet.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
6 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Söyle şimdi nasıl ?

Geçen hafta magarazzi haberlerinden birini seçmiştim, sonradan okuduğuma göre aynı haberi A.D. de Hacıyatmaz isimli TV programına malzeme yapmış. Bu hafta politik papazin haberlerin asparagas magarazzi haberlerinden hiç aşağı kalmadığını hayretle fark ettim. Komedi dizilerine ve komedyenlere olan hayranlığımızın altında da politik papazin haber ve davranışlarının önemli bir yeri olduğuna inanıyorum. Haftanın incileri :

A.J.A. vatandaşlardan gelen ihbarlar üzerine B.A.nın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi vermiş. Soru önergesinde; belediyenin sadece İHL kız öğrencileri için özel otobüs tahsis edip etmediğinin yanıtlanmasını istemiş. B.A. cevap vermeden önce; İETT ve belediyenin başı K.T. sözkonusu otobüsün sadece kız öğrencileri taşımadığını belirterek cevap vermiş. Lakin DHA kameralarının okul önünde 2 gün röntgene yatıp üstüste kaydettiği görüntüler K.T. iddiasının tersine şöförün dışında tek bir erkek sineğin bile otobüse alınmadığını açıkça görüntülemiş ve otobüse de Harembüs ismini vermişler. Desenize sırada Haremido, Hareminibüs ve Haremetro seferleri var. Münferit olunca fazla zaman almıyordu da; şimdi kim işi gücü yoksa bir otobüs dolusu kızı fert fert telefonla arayacak ve teselli edecek acaba ?

Ödül töreninde bir ilköğretim öğrencisinin sahneye türbanıyla çıkarak ödül alması H.Ç.yi fena halde kızdırmış. O hızla; N.Y.ye,
"Bu olayların tepki aldığını bildiğiniz halde neden izin verdiniz, bilerek mi yapıyorsunuz ?" diye vermiş veriştirmiş. Oysa; aynı ödül töreni öncesi H.Ç. gazetecilerin "YÖK'ün başına YZÖ'nün atanması" ve ilk muhteşem demeci "Yasaklar kalkmalı" sözleri için düşüncelerinin sorulması üzerine de; "Sn. A.G. takdir buyurmuş, atamış, vatana ümmete şey millete hayırlı uğurlu olsun. Yasaklar, bittabii ki kalkmalı !" demiş.

2008 yılı bütçesinin görüşmeleri sırasında eleştirileri yanıtlayan K.U.;
"Ben size bir şey sormak istiyorum, hepinizin Allah bağışlasın çocukları var. Sizler milletvekili oldunuz, veya vakti zamanında bakan oldunuz diye, çocuklarınızın işi bıraktığı oldu mu hiç ? Yanlış bir iş yaparsa, getirilir burada konuşulur. Çocuklar yumurta sattı mesele oldu. Yumurtayı likit yapıp pakete koymuşlar, kötü mü yapmışlar, hijyenik bir yumurta yapmışlar, ne var yani bunda ?" demiş.
Mısır da ithal etmişler, gemicik de almışlardı ve mesele olmuştu. Hatta; mısır ithal etmeden önce KDV düşmüş, hayret ki ne hayret ithalat sonrasında tekrar yükselmiş, bu iki süreç arasında mısır ithalatı yapan o çocuklar götüre götüre sadece tavuklara yem götürmüştü. Kendisine laf atılması üzerine; "Buralardan bir şey çıkarmaya çalışmayın. Bizim çocuklarımız ne devletle iş yapar, ne de sizin çocuklarınız gibi başka şeylere aracılık yapar. Görev yapıp yapmayacağımı sizden soracak halim yok" diye konuşmuş.
Daha önce de; yabancı sermayeye 2003-2006 döneminde 799 adet yatırım projesi için teşvik belgesi verildiğini, bu çerçevede 11 milyar dolar yatırım yapılacağını belirtmişti. "Efendim yabancı sermaye gelir, fabrikasını götürmez ama karını götürür. Götürecek tabii ! Onu götürme bunu götürme, ne yapmaya gelecek adamlar ?" değerlendirmesinde bulunmuştu.

Ve en trajikomik haber ise; Avustralya'da katıldığı radyo programında şehitler hakkında söylediği demeçler nedeniyle şehit aileleri tarafından R.T.E. hakkında "3 kuruşluk" tazminat davası açılmıştı. Habere göre; mahkeme, şehit ailelerini haklı bularak temyizi mümkün olmayacak şekilde onu "3 kuruşluk" tazminat ödemeye mahkum ettirmiştir.

Son haber de kutsal topraklardan :
Küresel ısınma zemzem suyunun seviyesini de düşürmüş ve Makkah Zemzem Ofisi'ni tedbir almaya zorlamış. Yıllık 24 milyon litre olarak dağıtılan su bu yıl %20 oranında azaltılmıştır. Yani; yaklaşık 5 milyon litre eksik.
Yukarıdaki haberlere göre artması beklenen talebimiz nasıl karşılanacak acaba ?

Yazarken aklıma eskilerden Atilla Atasoy geldi :

Söyle şimdi nasıl ?
Haberler haberler
İyi mi kötü mü ?
Haberler haberler...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


8,808,808,808,808,808,808,808,808,80
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ayşegül Erden

 Eski Dost : Ayşegül Erden


  GECEYARISI BULUŞMASI

Çok soğuk gece...
Ay'ın denize gölgesi vurmuyor. Karanlık alabildiğine gece. Sönmüş bir kaç yıldız gökyüzünde...

Kadın başı sağa eğik hareketsiz.
Erkek başı sola eğik, elleri ceplerinde...

"Neden buradayım?" dedi kadın... içinden.
"Neden burada?" dedi erkek... içinden.

Sessizliğin içinde kendileriyle, birbirleriyle konuştular kadın ve erkek...

"Bana baksa..."
"O'na bakabilsem..."

Başı sağa yatık kadının, erkeğin ki sola...

"Elimi uzatsam..."
"Elini tutabilsem..."

Gece öylesine sessiz ve karanlık...

"Elini saçımda gezdirse..."
"Saçlarına dokunsam..."

Sönük yıldızlardan biri kayar o ara. Farketmez kadın ve erkek.

"Beni sarsa..."
"Ona sarılabilsem..."
"Gözlerine bakabilsem..."
"Gözlerini görebilsem..."
"Neden buradayım?"
"Neden burada?"

Neden?...

"Neden buradayız?"
"Neden buradayız?"

Başı hala sağa yatık kadının ve erkeğinki sola...

"İçimi saran bu duygu..."
"İçimdeydin..."
"Buradayım..."
"Buradayım...seninle."
"Beni hissedebiliyormu?"
"Seni... elini tutmak istiyorum."
"Nefesim sıklaşıyor..."
"Nefesimin sıklaştığının farkında mı?"
"Farkında mı göğsümdeki atışların?"
"Nefesimi duyabiliyor mu?"

Gece karanlık alabildiğine...

"Elini tutsam..."
"Elimi tutsa..."
"Kendime çeksem..."
"Boynuna gömsem başımı..."
"Nefesini boynumda hissetsem..."

Uzaklardan bir otomobil sesi... çok uzaklardan.

"Kalbimin nasıl attığının farkında mı?"
"Kalp atışlarımı duyar mı?
"Uzansa bana doğru..."
"Kendime çeksem..."
"Öpse..."
"Öpsem..."

Hala sağa yatık kadının başı ve erkeğin ki sola...

"Neden buradayım?"
"Neden burada?"
"Neden buradayız?"

Gece karanlık,sessiz. Deniz durmuş. Sesler susuk. Evlerin ışıkları çoktan sönmüş.

"O'nu... istediğimi biliyor..."
"O'nu istiyorum...."
"Sarıverse beni..."
"Çeksem kendime..."
"Bırakmasa..."
"Bırakmasam..."

Telaşla yürüyen biri geçiyor yanlarından. Ne başı sağa yatık kadın görüyor geçeni, ne başı sola yatık erkek. Ve ne telaşlı adımların sahibi farkında karanlığın içinde sessiz ama haykıran kadınla erkeğin.

"O'nda kaybolmak isterdim..."
"İçimde kaybolsa..."
"Sus kalbim, nolur sus..."

Sessizlik ağırlaşıyor giderek. Kuşlar uykularda daha.

"Gitmeliyim..."
"Git... "

Başı hala sağa yatık döner arkasını kadın...
Elleri hala ceplerinde erkeğin. Bakakalır.
Uzaklaşır kadın, nihayet başını dikleştirerek.
Gülümser...

"Güzel di..."

Erkek döner arkasını, yürümeye başlar.
Gülümser...

"Güzel di..."

Ayşegül Erden


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
11 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Neslihan Güzel

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


ÜÇÜNCÜ ŞİİR

aslında hiç bilmediğim
       aşkları da yalan yazdım
şiirlere.
ve beklide işlemediğim günahları
anlattım apak sayfalara.

oysa yalandı,
yalandı yelena
yalandı angelina
ve yalandı
olga orlova…
       ve şimdi
tüm çıplaklığımla anlıyorum ki
              birbirimize acı veren
iki ucu keskin bir kılıçmış
                     gurur…

hepside beni sevdi;
ama hepside bendim
kendi yalanlarımda…
ama vardılar
bütün kadınlar kadar…
yoktular
en az benim kadar…
ki hepsinde seni aradım
belki onlarda varsındır diye…

şimdi sular bile pusuya yatmış
ve dipsiz bir kuyuda çırpınışım
bir yangındır artık
akkor bir yalnızlığın içinde…

oysa tepemde dolaşan
şuramdaki eski bir heyecandın
çok özledim seni
ve dahası
şimdi yanımda
ne şiir kedim
ne küçük kız
ne de
öfkem kaldı
şiirler haykıracak...

ve beni ben yapan
tüm saflığımı
tüm sessizliğimi
ve o kahrolası gururumu
yüklenip de gidiyorum işte
tükenesi
bir meçhule...
ama biliyorum ki
bende bıraktıklarını
yanımda taşıyacağım
umut emanetindir.
ve elbet
bir gün
o umut avuçlarımda
ellerin olur
gün olur
tükenmez aşkların
sevda çiçeği
gün olur
gözlerin olur
ölüme de direnir
ki bana bu kadarı da yeter…

sende önemli bir şey bırakmadım biliyorum;
ama gene de hakkımda kötü düşünme
unut gitsin yaşanabilecek olasılıkları
ve
yeni doğan bebek gibi karşıla hayatı
bütün nefesinle
sarıl umuda
helaldir emdiğin beyaz gelecek…

haydi, düş yollara artık
hayat seni bekliyor.

Ömer Faruk N.

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bulmaca - Sudoku






SUDOKU bir mantık bulmacası. "Suji wa dokushinsha ni kagiru" nın kısaltılmış hali, "Sadece tek sayıya izin var." diye tercüme edilebilir.

Kuralı çok basit. Her boş kareyi 1'den 9'a kadar bir rakamla doldurmak zorundasınız. Ama karelere yazılacak rakamları öyle ayarlayacaksınız ki, her satırda, her sütunda ve 3 x 3 kareden oluşan her blokta 1'den 9'a kadar bütün rakamları kullanacaksınız.
Gitmek için tıklayın.
Kolay gelsin.



Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.






Merih Günay'ın "Martıların Düğünü" adlı ikinci öykü kitabı yayınlandı. h@vuz yayınları arasından çıkan kitap, Ankara: Dipnot, Arkadaş, Turhan, Bilimsanat, İmge ve Dost Kitabevleri yanısıra Net Kitabevleri'nden ve www.kitapyurdu.com sitesinden de temin edilebilir.






İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Yediklerimize dikkat ederiz, ediyoruz veya etmeye niyetliyizdir. Peki ne yediğimizin farkındamıyız http://w10.gazetevatan.com/fotogaleri/album.asp?kat=1662 Örneğin: Küf tutmuş veya bayatlamış peynirlerin eritilerek eritme peynir olarak piyasaya sürüldüğünü biliyormusunuz. Kaliteye önem veren sorumlu üreticileri tenzi ediyorum ama pazarlarda ve bazı marketlerde böyle üretilmiş ürünler mevcut. Daha dikkatli olmak için gıda üretim hilelerini bilmek gerekli. Tamamen paranoyak bir tavır içine girmeye gerek yok ama, yine de ne yediğimizi bilelim.

Teknolojik ürünlerin güncel fiyatlarını hemen bulmak istiyorsanız http://www.teknofiyat.com/ İster cep telefonu, ister ütü siz sadece markasını, modelini veya ürün hakkında kısa bir ipucu yazıyorsunuz. İpucu derken abartmayın, ürünü anlatan bir kelime olması tercih nedeni olacaktır tabiki. Ürün ara butonuna basın yeter. O sizin için anında uygun web sayfa adreslerini ve fiyatlarını bulur ve listeler.

Ney için ideal bir kamış temin edildikten sonra kurumaya bırakılır. Bu arada kamış kabuklarından itina ile temizlenir. Kamışın kendiliğinden kuruması gerekir. Kamış kurutulurken asılmak suretiyle düzgün bir şekilde kurutma sağlanmalıdır. Bu kuruma süresi minimum 6 ay olmalıdır. Kamış kurutulduktan sonra birer karış alttan ve üstten pay bırakılarak kesilir... http://www.neysite.com ...Sümerce' den Farsça' ya geçen " nâ " veya " nay ", kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan " mizmâr " sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe' de ise hemen her zaman " ney " olarak anılmıştır.

Viyana Teknik Üniversitesi'nin bahçesinde sergilenen çıplak başörtülü Türk Kadını heykelini yapan Olaf Metzel... http://www.gazeteport.com.tr/DUNYA/NEWS1/GP_120792 ...Benim çocukluğum Türk kadınlarının Kreuzberg'de yavaş yavaş görünür olmaya başlandığı bir dönemde geçti. Çocukluğumda Türk kadınlarını ilgiyle izlerdim. Türk kültürü ile yakından alakalı oldum hep sonradan da. Christoph Daum'la İstanbul'a geldim.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




Gökyüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar
Zeki Müren









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071214.asp
ISSN: 1303-8923
14 Aralık 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com