Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.342

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 27 Aralık 2007 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : Tepkisizlik mi, umursamazlık mı?(2)..


Merhabalar,

Teşekkür ederek başlayayım. Dün ettiğim lafları önemseyip bana destek mesajı gönderen herkes sağolsun. Destek mesajları kadar eleştiriler de vardı elbette. Bazılarına özel cevap verdim, bazılarına da yorumlarda cevap vermeye çalıştım. Burada tekrar etmeye gerek yok diye düşünüyorum. Yalnız bir konuya açıklık getirmek açısından buraya almak isterim.

Kahve Molası'nı ilk kurduğumda ona bir misyon yükledim. Kendince, amatörce birşeyler yaratanlara düzeyli, istikrarlı bir ortam sağlamaktı bu misyon. Kendime yüklediğim bu görevi gücüm yettiğince yerine getirmeye çalıştım, 6 yıl sonra hâlâ çalışıyorum. Burada bir sorun olduğunu sanmıyorum. Ama bu arada ben de değiştim ve geliştim. Bir kere, öyle veya böyle, elinde bir yayın organı olan biri olduğumu anladım. Cesaretim arttı. Amatörce yürütülen bir uğraş olduğundan da kimseye eyvallahı olmayan biri haline geldim. Memleketimin yaşadığı sorunları dilim döndüğünce paylaşmakta bir behis görmedim. Katılanlar, katılmayanlar oldu. Buraya kadar da bir sorun yok. Ama ben ilgisizliğe dikkat çekmek istediğimde, bunun nedeni olarak benim objektif olmamam gösterilince şaşırdım. Ben yıllardır şunu savunuyorum, Kahve Molası tarafsız bir yayın organı olmak zorunda değildir. Yaratıcısı olarak benim duyup gördüklerimden tüylerim diken diken olduğunda Kahve Molası tarafsız kalamaz. Bunu istemek te pek akılcı olmaz kanısındayım. Çünkü misyonunu yerine getirirken yayınlamak için seçtiği yazılarda zaten gereken objektifliği göstermektedir. Kimse bunun aksini söyleyemez. Benden farklı düşünenler yayınlanmak üzere yazı göndermiyorlarsa o da benim sorunum olmaz sanırım. Kahve Molası taraflı olmaya, "kim"den "ne"den taraf olduğunu da yeri zamanı geldiğinde söylemeye devam edecektir.

Kendi derdimize düştük gündemi takip etmeyi bıraktık. Yeni yılda daha uyanık olmaya söz verip şimdilik aranızdan ayrılıyorum. Yarın görüşürüz, hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


 Barış Güvercini : Banu Kurtis Chouard


  IKEBANA CICEK YOLLARI ve SEIKA -9



1868 tarihi itibariyle Japon Meiji dönemi, aynı zamanda Japonya'nın modern tarihinin de başlangıcıdır. Başkent Kyoto'dan, Edo'ya taşınıp adı da "Tokyo" olarak değiştirildi. Tokyo, "doğu başkenti" anlamına gelir.

Bu parlak devirde tüm sanatların ortak bir anlamı vardır. Ikebana'ya da "KADO" adı verilmiştir. Japonca'da Kado'nun anlamı, çiçek yollarıdır. Kendo, aikido, judo, karate-do, taekwondo ve kyudo (okçuluk) adı altında toplanan spor dalları da temel "do" disiplinleridir. Bu spor sanatlarının dışında, çay töreni yani "Chado", çiçek düzenleme sanatı (Ikebana) "Kado", yazı sanatı (kaligrafi) "Shodo" gibi geleneksel ve soylu sanatlar, orijinal isimlerinden de anlaşılacağı üzere "do" öğretisini benimsemiş sanatlardır. "Do" öğretisinin ilkeleri yakından incelendiğinde, tüm inanç sistemlerinde yer alan "erdemli insan olma" çabasının, "do" felsefesinin de temelini oluşturduğu görülür. Bu bakımdan "do" öğretisi, bir etnik grup, bir millet ya da hiçbir dine tabii olmayıp evrensel niteliktedir. "Do" Japon dilinde <> demektir; anlamı da iki yönlüdür. Birinci anlamı, gidilecek veya varılacak bir yol olarak ele alınır. "Do"ya, yapılmak istenen manevi veya teknik işlerde ve tüm sanatlarda bir tasarımın sonucuna varmak için verilen emek, zaman ve gücün değerlendirmesi de diyebiliriz. "Do" kelimesi her zaman bir başka kelime ile birlikte vardır. "Do", kendini tanımakla, yaratıcılık ve doğa ile uyum içinde olmakla elde edilen bir güç yoludur. İlkeleri daima insanî değerleri hatırlatır.

İnsanın kendisini tanımasına yardımcı olan KADO çiçek yolunun ilk resmi Ikebana okulu Kenobo'dan sonra, arka arkaya yeni okullar da açılmaya başladı. Bu okullarda eğitilen öğrencilerin çoğunluğu kadınlardan oluşuyordu. Bu döneme kadar Japon kadını, duygularını ifade edemeyen, içine kapanık, cemiyet baskısı altında kalmış, ezik bir varlıktır. Bir başka kadın biçimi de "geyşa" denilen, erkeklerin hizmetinde, vücut lisanıyla konuşup dinleyen, kendini bir sanat eseri gibi başka bir görünüşle maskeleyerek sergileyen kadındır.

Çiçek yolları ile Ikebana ilk kez kadınların ev sanatı olmuş; bütün genç kızlar, Kado felsefesi ile Ikebana okullarında eğitilmeye başlanmıştır. Bu eğitimle genç kızlara sadelik ve yumuşaklıkla ilk önce kendisini tanıması, sonra da karşısındaki insana kendisi gibi doğal davranması öğretilir. Daha sonraları da eğitilen bu kadınların fevkalade görgülü ve sade davranışları ile değer kazanarak Ikebana çiçek düzenlenmesi öğretimi neredeyse bütün genç kızlara şart koşulmuştur.
Ikebana artık Japon evlerinde özel olarak hazırlanan nişin (Tokonoma) içerisinde ve gelecek mevsimleri belirten (Kakemona) özel asılmış takvimin önünde, "SEIKA" üslubu ile yerini almıştır. Ikebana ve Seika, her ikisi de aynı anlama gelir; yaşayan ya da yaşatılan çiçekler olarak algılayabiliriz. Rikka çalışmalarının sadeleştirilmesiyle Seika üslubu yaratılmıştır. Bu uslupta gerçek doğa görüntülerinin sanat yoluyla seyirciye duyurulması amaçlanmıştır.

Bir Seika arajmanını gerçekleştirebilmek için dikkat edilmesi ve harfi harfine uyulmasi gereken bir çok kaideleri vardır. Malzeme seçiminde mevsim özelliklerine özenle uyulur ve her bitki, doğal güzelliğine zarar verecek sert müdahalelerden kaçınılarak, bu güzelliği değerlendirecek biçimde vazoya yerleştirilir. Bir Seika düzenlemesi doğayı yansıtırken bir yandan da hazırlayıcısının, doğaya olan saygı ve sevgisini, doğayı yakından nasıl incelediğini, bu incelemeden öğrendiklerini, aldığı dersi ifade edebilmelidir. Bu Seika'nın özüdür.
Teknik bakımdan belirgin özelliği, üç ana daldan oluşmasıdır. Sırasi ile gök, yer ve insanı simgeleyen bu üç dal unsurundan üçgenler elde etme tekniği ile gerçekleştirilir. Seika üslubunun ortaya çıktığı dönemlerde dalları ve çiçeklerileri tutturabilmek için vazoların içinde dal parçacıklarından oluşan ve "tome" adı verilen bir çeşit destek sistemi yapılırdı. Dalları yerleştirirken bunların biribirlerini gizlememelerine ve kesişmemelerine özen gösterilir. Her dala rahatça yükselebildiği izlenimi verilebilmeli, yaprakların arasında saklı kalmamalıdır. Düzenleme, ne tıkış tıkış dolu ne de bomboş olmalıdır. Çünkü dallar arasındaki boşluklar zamanı simgelediğinden, usta bir Ikebana izleyicisinin gözünde tıka basa doldurulmuş bir kompozisyon; 'zamansızlık', 'acelecilik', 'kararsızlık', gereksiz boşlukları olan bir kompozisyon ise; 'zaman kaybı', 'zaman öldürme', 'ne yapacağını bilememe' anlamına gelecektir.



Çok belirli anlamlar içeren SEIKA üslubu ile bütün duyguları ifade etmek mümkündür.

Banu Kurtis Chouard

Redaksiyon :
Ferda Önler


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


7,007,007,007,007,007,007,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


David Ojalvo

 Söylenebilecek ne varsa : David Ojalvo


  Bir vapur günlüğü II

21 Aralık, yılın en kısa gündüzü ve en uzun gecesinden oluşan günün ev sahibi. Kışın resmi başlangıcı... Aynı zamanda günlerin yeniden uzayacağının müjdeleyicisi! Sahiden ne de çabuk geçiyor zaman. Biliyorum, sıkça bu deyişi kullanırız, "zamanın çabuk geçtiğini" söyleriz. Yazın güzel günleri daha belleğimde taptaze yerini korurken, birden kışın geldiğini fark edince şaşırmamam elde değil ki! Önümüzdeki soğuk ayları da atlattık mı yeni bir baharla kucaklaşacağız. Oysa bugün için baharın tohumları içimde saklı. Taze soğuk havanın keyfini çıkartmaya bakıyorum. Madem yeni bir baharın özlemi içinde bekliyorum, kış günlerini severek geçirmeli. Soğuk algınlıkları, lahana misali kat kat giyinmeye rağmen sevmeli. Havalardan dem vururken, gündelik hayatımızın mızmızlıklarını mı yüklüyoruz ona yoksa? Her geçen gün bizim, soğuk da olsa sıcak olsa onları sevebilmeli. Bu noktada 2007 kışı güzelliklerle geçiyor. Özel bir nedeni yok, sadece ben öyle görmek istiyorum da ondan!

İlk kez lise ikide bir dershane çıkışıydı, ardından kısa bir süre devam ettirebildiğim gitar dersleri, dost ziyaretleri veya Moda'da gün batını izlemek için bindiğim, yazılarıma konuk olan Beşiktaş-Kadıköy hattı, bu kış yeniden öykümün konuğu. Vapura olan sevgim, ona dair duygularım fazlasıyla yerini koyuyor. "Bir vapur günlüğü" adı öykümü yazdıktan 2 yıl sonra yeniden vapurun içinde geçen bir öyküm olunca, tereddütsüz, bu yazı da "Bir vapur günlüğü II" olsun dedim.

21 Aralık akşam üzeri... Dostluktan çok daha fazlasını iki ifade eden iki özel insanı görme yolundayım. Biri Antalya'ya gidiyor. Gece yarısı otobüs terminalinden uğurlayacağız onu. Keyifli saatlerimize biraz daha fazlasını katmak için Beşiktaş'tan 19.15 vapuruna biniyorum. Kış dönümünün şanına yakışır biçimde hava buz gibi, ayaz. Güneş çoktan battı... Güneş beni kızıl renkleriyle, ben onu gökyüzü aşkıyla uğurluyorum fırsat buldukça öğleden sonraları... Güneşin yarına, benim de yarınlara sözüm vardı! Sanırım yaşama dair güçlü bir bağı bir de bu sevgiyle kurdum.

Bir Cuma akşamı için fazla kalabalık değil vapur. İçeride soba yanıyor, ortam hoş; benimse kanım deli... İnadım inat güverteye oturuyorum. Soğuktan üşümemeye inat ediyorum, başarılı oluyorum da. Üşümüyorum, soğuk tatlı bir etki yaratıyor üstümde. İçime çektiğim temiz deniz havası, daha verimli ve iyi düşünmeme yardım ediyor. Güvertede birkaç kişi daha oturuyor. Kimisi sigara içmek için, kimisi belki benim gibi kanı deli olduğundan, kimisi kim bilir neden? Vapur yol almaya başladıktan kısa bir süre, sigarasını bitirenler ve sanırım üşüyenler içeri geçiyorlar; bu anlamsız "soğukta oturma iddiasında" kendimden gurur duyuyorum. Soğuğa ne zaman hazırlıksız yakalansam üşütürüm; ama biliyorum ki soğuğu hazır yakaladığım için hasta olmayacağım.

Bu coşkum ruh hâlim az sonra değişiyor. Kapıdan yavaşça güverteye süzülen kişi bana tanıdık geliyor. Yanımdaki banka oturunca o olduğunu anlıyorum; o da beni tanıyor. Gülümsüyorum, o ise hafif bir tebessüm ediyor. Canının sıkkın olduğunu kolaylıkla görüyorum.
"Nasılsın?" diye soruyorum.
"İyiyim, sen?"
"Sağol, soğukla beraber iyiyim."

Bir kez daha yüzünde bir tebessüm beliriyor. Fazla konuşmaya istekli olmadığını anlıyorum. Bir yandan da acaba neden onun da benim gibi soğukta oturmak istediğini merak ediyorum. Sormak konusunda tereddüt ediyorum; ama o kadar nadir karşılaşıyoruz ki...

"Üşümüyor musun? Soğukta oturmak bu akşam hoşuma gidiyor."

Karşı kıyıya diktiği gözlerini yavaşça önce yere, sonra da bana çeviriyor, cevap vermiyor. Yanıtı gözlerinden okumaya çalışıyorum; bana fazla hüzünlü görünüyorlar. Acaba neden? Neye canı sıkılmıştı? Birine mi kırgındı yoksa hayata mı küskündü? Düşünmekten keyif alan bir birey olduğunu biliyordum. Soru işaretleri çok mu üstüne gitmişti? Hüznünü dağıtmak isterdim; ama onun içindeki sorulara, dışarıdan yenilerini eklemek istemiyordum. Belki birlikte ortaya çıkartacağımız yanıtlar onu rahatlatabilirdi; ama bazılarımızın yanıtsız olanlarından gizli bir keyif aldığını gayet iyi biliyordum. Ben de sustum. Ondan aldığım elektrik de sessiz kalmamızdan yanaydı.

"Acaba insanın ömründe çıkarttığı seslerin, sessiz kaldığı zamanlara oranı neydi?" Komik göründü bu soru. Saçma bile denilebilir; ama işte o böyleydi. Yeri geldiğinde karşısındakine sessizliğin içinden sorular doğururdu. İçinizden kızmak gelebilirdi; ama kızdığınız sadece sizin yanınıza kalırdı. Gözlerinden hüzün okuduğunuz, ruhundan kırgınlık sezinlediğiniz biri, kızgınlığı çoktan geride bırakmıştır. Bense ona kızdığım zamanlarda, gizli bir umudu taşıyordum aslına; çünkü kırgınlık zamanı geldiğinde, ona vermiş olduğum değerin çoğunun yitip gitmiş olacağını biliyorum. Yalnızlığımı bir parça daha çoğaltmak istemiyorum. İçimizdeki yalnızlıkla barışık olmaya çalıştığımıza inanırım. Kırgınlıkların bir yönü de bu. Yalnızlığımıza yalnızlık ekler, dünyamız biraz daha eksilir. Onunla konuşurken korkuyorum da. Söylediğim her sözle bir risk alıyorum. İlerlemek isterken, tutunduğum yere seviniyor ve daha gerilere düşmekten korkuyorum. Neticede 2007, kimilerinin sadece iyi olduklarını bildiğim sürece; buna sevinebileceğim, buna şükredebileceğimi öğrendiğim bir yıl da oldu. Böylesi duygular içinde bakıyorum onun yüzüne. Henüz bizler böylesine gençken, gençlik bizim en büyük yatırımımızken bu kadar üzülmeye hakkı yok. Oysa biliyorum ki var. Bunu gördüm, yaşamasam da paylaşmaya çalıştım. Bana izin verildiği ölçüde, üzüldüm de... Başkalarının acılarına sahip çıkamıyoruz hayatta; çıkmaya çalışırsak bu da özerliğe müdahalenin bir başka türlüsü oluyor. Trajikomik olarak tepki gördüğünüzde de, acılara karşılık bir benlik duygusunun yerinde olduğunu gördüğünüzde seviniyorsunuz bir an için. Yani acıların dahi bir noktadan sonra terk edebileceği bir yer varmış; ama böylesi olsa olsa psikiyatrinin alanına girecektir. Not almalı bir köşeye...

Olumsuz çağrışımları rüzgârın akışına bırakmak istiyorum; ama o anda rüzgâr kesiliyor. Vapur Haydarpaşa'ya doğru dönüyor. Trenlerin Anadolu'nun engin ovalara kalktığı istasyonun önünden geçip, Kadıköy'e yanaşacak. Ne muhteşem, ne güzel bir akşamdı o yaz akşamı. Yazmaya çalışabilirim, ama en iyi yaşanmalı. Bir tren yolculuğu en iyi dostlarla yaşanır. O iki özel insanla "yaşadım" ben. Üstüne üstlük yağmurlu bir akşamın ardından, gökkuşağını görmüştük. Bir değil, iki tane. Birbirine paralel, biri güçlü diğeri soluk iki gökkuşağı. Şimdi vapurda güçlü gökkuşağı ben olsam, soluk olanı ancak o olurdu, 21 Aralık akşam için. Renkleri solgun görünse de inanıyorum, daha iyi olacak. Kim bilir, belki bir gün rolleri bile değişiriz onunla; hayat bu, açık olmak lazım tüm olasılıklara... Ne de olsa tek değişmeyenin değişim olduğu zamanda değil miyiz hep? 2008'i konuşuyoruz artık. Böylelikle olumsuz çağrışımları bir yaz akşamını hatırlayarak unutuverdim. Belki ona da yardımcı olur diye düşünerek:

"Haydarpaşa... Bu yaz harikulade bir tren yolculuğu yapmıştım... Canın sıkkın görünüyor?"
"Önemli değil ya..."
"Ben dolmuşlara geçeceğim. Sen ne tarafa?"
"Minibüse bineceğim."

Başımı sallıyorum, dolmuş ve minibüsler gündelik hayatın öğeleri daha çok. Laf üretmek istediğimizde değindiğimiz başlıca konular hava, su, yol, trafik... Aslında konuşmuyoruz bile. Yine klasik bir deyiş "Herkesle anlaşacaksın, diye bir kural yok". Ben bu sözü sevmiyorum; çünkü iletişimde ne kadar güçlü olabilirsek, "kendimizle daha iyi anlaşabilme" yolunda bir adım daha atmış olacağız. Yoksa yeni çağ, ortak paydaları da mı azalttıkça azaltıyor? Çeşit bol, tüketim olanağı fazla, iletişim güçlü gibi görünüyor ama kalitesi o kadar düşük ki...

Vapur bir kez daha yanaşıyor. İskelede yeni yolcular bekliyor. Sevdiğim iki özel insan bekliyor. Ben bekliyorum. Yavaşça kalkıp, vapurun alt katına geçiyoruz.

"Biliyor musun, bu yıl sevindiğim ve üzüldüğüm olaylar oldu..."
"Tabii... Benim de oldu. Her yıl olmuyor mu?"
"Aynen dediğin gibi... 10 gün sonra yeni yıl. 2008 için dostlarım ve kendim için dileğim 'hayatın bize cömert davranması'"
"Güzel bir dilek..." Yüzü ilk kez içtenlikle gülümsüyor.
"Görüşemezsek, yeni yılda hayat sana cömert olsun!"
"Teşekkürler... Sana da..."
"Hem bugün 21 Aralık, günler de artık uzayacak..."
Hafifçe kaşlarını kaldırıyor, ilgili... "Sahiden de öyle..."

O gece dostlarımla keyifli vakit geçirdik. Gece yarısına doğru Antalya'ya, "Pamfilya" adlı bir tura yolcuları uğurladık. Seyahatleri çok severim, bana bir oyun gibi gelmişlerdir hep. Bir dostu uğurlamak da ayrı bir güzel, ayrı duygular yaşatıyor. 2008 zorlu bir yıl olacak, hissediyorum. Görevimi yapmaya çalışacağım. İnsanın varlığıyla mutlu mesut olması için apayrı bir yolculuk... Bir vapur günlüğü biter, bir gün bir yenisi başlar... Gökyüzü hepimizi kucaklar, hayat da kucaklar.

2008'de hayat bize cömert olsun; 2009'da bu dilek gerçekleşmiş olarak analım bu günlüğü... Olmadı, yine "hayat işte" diyip geçiştirmeyecek miyiz zaten?...

David Ojalvo
www.davidojalvo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Burcu Çağlayan


İçimdeki Yol

"Devir liderleri izleme devri değil, devir insanın kendini takip etme devri"... Bu sözün içinde bin bir anlam buluyorum her seferinde..Ve kendi içimde de yollara sapıyorum ne zaman düşse aklıma bu söz.. o yollar ki, daha önce hiç gör(e)mediğim, bil(e)mediğim, hiç keşfetmediğim..

Yollar dışarıda değilmiş, ya da yönler.. Kitaplar okumuşum, hayat hocaları edinmişim, kişisel gelişim çalışmalarına katılmışım... Her birini kendi keşfimde, aracı etmişim kendime...Ama aracıyla ben arasındaki gerçek bağı unutup gitmişim o ara.. Kendimi...

Dinle demiş, dinle ve öğren kendim kendime... Ama içim ne diyor duymamışım. Kalabalık, bir uğultu ve kargaşa doğmuş sonra dışarıda benden.. Okunacak kitaplarım başucumda birikmiş.. Uygulayacağım kişisel gelişim metodlarını yapamadığım zamanlarda, kendimden ve kişisel gelişimimden geri düşmüş hissetmişim. Ve ben, beni dinlemezken, başka aracılarla dinlemeyi bir tutmuşum sonra kendimi kendi dışımda-dışarıda...

Ve içimdeki ses susmuş mu? Küsmüş mü bana?.. Kimbilir.. O kadar çok sesin arasında duy(a)mamışım onu.. Her sessizlikte mırıldanırken belki de bana.. İlahi bir mırıldanmaymış halbuki duyamadığım.. Ney'in sesi gibi.. Duru ve berrak.. Mütevazı ve sevgi dolu.... Sesler karışmış birbirine.. O hep asaletini korumuş yerinde... Sevgide kalmış... Bağırmamış, beklemiş ben duyana kadar beni... Sevgiyi bulana kadar ben içimde..

An'ı yaşamanın, ya da an'daki farkındalığın, geçip giden-akan birşey olduğunu unutmuşum. An'da bana verilen dersler, öğretileri sorgularken bir sonraki anı kaçırmışım çoğu zaman..Ve akışıma müdahale etmişim.. O müdahalede "bunu gördüm kendimde" diyerek bulduğum şeyleri, aynı çocuğun eline aldığı şeyi binbir parçaya bölerek algılamaya çalıştığı gibi didik didik etmişim.. Elimde binbir parça kalmış sonra, atılamaz, satılamaz, bin bir parça-her biri kendi içinde parça parça ..

Ve ne doğruymuş, kime göre doğruymuş gibi sorular başlamış kafamda... Öğretici olarak seçtiğim kitaplar -metodlar bana anlatmışta anlatmış... Peki sonunda hissettiğim doğru mu sağlamamı yap(a)mamışım, bir daha karışmışım... Kimse bil(e)memiş doğru olanı... Ne içim ne dışım.. Ben bile kendi içimde doğruyla yanlışı ayırt edemediğim noktalarda bulmuşum kendimi -içimden-merkezimden-özümden çok uzaklarda..

Ve aynalar... Aynalar beni göstermiş - ben ise gördüğümü gördüğüm olarak algılamışım.. Ne kadar güzel -ne kadar kötü derken, gördüğüm yansımamla - kendimi ayrı tutmuşum... Sanmışım ki aynalarda gördüğüm değiştirilebilir yada onlar benden başka...Sanmışım işte... Aynaya bakan benim, değişimimin; tüm yansıyanda değişeceğini bilememişim... Güzel de -kötü de olanın ben olduğunu, bende var olan olduğunu sonra...İkisinin de insani olduğunu... Hayata dair olduğunu...

Savaştığım şeylerin, aslında ben savaştıkça yok olacağını sanmış kahraman yüreğim... Savaştığım şeylerin ben(im) olduğunu -benden olduğunu ve ne kadar savaşırsam o kadar büyüyeceğini -devleştirdikten sonra anlamışım...O devleşen her şey ile yürekli bir konuşma yapmışım sonra... "Sizde bendensiniz... Barışalım mı " diye... Bu konuşma, savaştıklarım neyse büyümesinler artik diye değilmiş kurnazca.. Onları da sevdiğimden barışmak istemişim.. Benden oldukları için...Çünkü savaşanın da-savaştıranın da ve aracı olanında ben olduğunu anlamışım...

Yormuşum kendimi.... Bir ağacın kendi doğasındaki sukunetini isterken hayatta sadece...Yeşil ağaç hani, sokakta -köşe başında her gün gördüğünüz.. Bazen fark edemediğimiz.. Rüzgarda savrulan, yağmurda umarsız.. İsyanı da, mutluluğu da bir olan o büyük gövdeli ağaç.. Hayattan, sadece o köşe başı ağacının sukunetini isterken yorulmuşum... Didik didik etmiş ve çok şey yapmaya çalışırken yormuşum hayatı da... Hayatın aktığını unuturken, kendimi suyun üstünde debelenirken bulmuşum.. Su hiçbir şey yapmadan, kaldırırken beni yukarı oysa...

"Dışarda hiçbirşey yok" derdi meditasyon hocam... Yoga hocamın aklımdan hiç çıkmayan bir cümlesi geliyor, her gün hatırladığım ilaç olan bana .. "Sevgiyle-içinden gelerek yaptığın herşey doğrudur"..

Yol nerdedir peki..Dışarıda mı içeride mi?

Yolu bulmak için adım atmak gerekiyormuş, her adımda içinizde gideceğiniz yollar beliriveriyor aniden..Buna da hayat deniyor işte...Hayat dışarıda değil , içeride... Bilmece varsa o da biziz, cevaplarda bizde... içimizde...

Ve o ağaç akışa bırakır kendini.. İsyanı da doğaldır, mutluğu da... Güneş mi açmış, güneşi özümser yapraklarında.. Kar mı yağıyor, beyaza bürünür.. Ve teslim olur doğaya,.. Savrulurken direnmez dalları rüzgarda.. Üstüne konan kuşları kovalamaz "çekilin üstümden, huzur verin" diye... Ayırt etmez böcekleri,kuşları... Hepsini sever açar kollarını... Gövdesine çizik atar birileri, belki acıtırlar canını.... Bilir ki kabuk bağlayıp, yenilenir gövdesi yine....

ve o ağaç bir tanedir-eşsizdir
ama doğanında ta kendisidir
bir yolun köşesinde de olsa
ormanından çok uzaklarda...

Burcu Çağlayan


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,009,009,009,009,009,009,009,009,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Beltan Göksel


"HAYır"da HAYır vardır.

Nereden çıktı bu laf şimdi demeyiniz. HAYla VAYla geçti HAYatımız diyecektim, tam o anda herşeye" Evet" diyen kelebek gönüllüler şuracığıma bir acı söz HAYkırdılar. Neden geçmiş zaman olurki HAYır diyemedin arkadaş gibisinden beni hırpaladılar. HAY babanıza rahmet, iyiki hatırlattınız. Ben de işte bunun için bu başlığı attım ağabey. Şairin mısralarında oluşan "Geçmiş zaman olurki HAYali cihan değer" söylemi benim tam tersimi vurgulamış oldu inanın. Geçmiş zamanın HAYali zırnık bile etmedi bilincimde, taban yapmadı yani. Şimdi bu durum vaziyetini tabansız olduğundan mevzuu-bahis yapmanın bir alemi yok. Yok tabiatıylan ama yanikim ben SN. ECEVİT gibi bir "Taka" edinemedim HAYatım boyunca, şöyle Yurdumun kıyılarını gezeyim , istediğim yere çapamı atayım. Orhan Veli gibi de "Ağlasam sesimi duyarmısınız /mısralarımda" diyerekten bağırayım. Artık zaten bu yaştan sonra duyan da olmaz. Kahve Molasında sesimizi bir dıkım da olsa duyuruyoruz. Buna da şükür...

HAY, öyle bir yere yaslanmış ki 0lmuş HAYlaz. Yurdumun Karadeniz bölgesinin O şirin -pratik zekalı gerçekten insancıl kişilerine takılan lakaba hiç yakışmıyor, anlayacağınız bu HAY haddini bilmiyor Ne alaka bilebilemedim. Hani HAYali İhracaata takılınca bir kıymeti harbiyesi oluyor. Memleketin İktisadi ve gelişen kültürü zaviyesinden bakınca bayağı bir anlam yükleniyor.

HAY, huy ile ikiz kardeşmi acaba. Neden dersen ana babalar "Şu bizim kızın HAYı gitti Huyu kaldı" derler. Aslında bu deyişin çağrışımı şu deyişlerde:"Tamah ettik Mal'a Kızı verdik Lal'a-Mal gitti Lal kaldı"Ben bu işi daha fazla kurcalamayayım, sonra bana kızacak bir kısım merciler. HAYdi ordan azarını yaparlar, saptırmak adetimizdir bizim. Biz gene tatlı tatlı yazımızı yazalım.

Hele şu gıcığıma giden HAYın takıldığı VAN . Yahey , Van doğunun güzide bir şehridir, ne demeye yaslandınki!HAYvan. Yoğusam Van Canavarı buraya meşru müdafaa kabilinden yanaşmış olabilirmi? SN. Bekir Coşkun'un PAKO hakkında yazdığı yazıları okurken içim kan ağladı, gözlerimden yaşlar döküldü. O'nun gibi diğerleri de HAYvan değil(Hani kızdığımız zaman yakıştırmalı söylediğimiz hitap gibi. ) Değil A BE değil HAYkırmak istiyorum, sizler de HAYkırın , O'nlar dünyamızın, sevgimize muhtaç hatta sevdalarımıza ortak varlıkları Tanrı'nın.

HAY hecesini yazmaya kalkan bir kişinin Ömer HAYyam'ı unutması ne kadar ayıp olur değil mi? Hele O'nun :

"DOSTLARIMDAN KORKARIM
DOSTLARIM
AMA BEN
DOSTLARIMDAN KORKARIM "
deyişi HAYatın gerçeği. Çetin Altan Üstad eskiden TRT-de bir sohbet programına " Dostlarım ben dostlarımdan çok korkarım" diyerek başlar ve dinleyenlerle romantik özlemlerimizi realiteye dönüştürerek sohbeti koyulaştırırdı. HAYyama devam edelim;

"Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde arkasında sen ben dedikodusu var amma
Perde kalktımı ne sen kalırsın ne de ben. "


Bu günün Magazin Dünyası'nı bu kadar hiciv taşıyan bir söylemle asırlarca önce mısralara mıhlamak , HAYret doğrusu ileri görüşlülük işte bu. Matematikci kişiliğinin sonucu herhalde.

HAYallerimizin artık yeter gelmediği zamanlar da Nazım Hikmet'in şu dizeleri beni eski günlere taşırdı. İyi ki taşırdı, hep özlemişimdir o günleri:

"Seni düşünmek güzel şey , ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana
Ben artık şarkı dinlemek değil
Şarkı söylemek istiyorum. "


HAY, HAY beyefendi ne emir buyurdunuz diyerek düğme ilikleyenlerle gerdan kıvıranlara bu yazıda yer yok. Hele ar ve HAYası olmayan insanlar ise bizim yanımıza dahi yaklaşamazlar, değilki yazıya duhul eylesinler. Hadi boşverin Sevgili Kahveciler bu gibileri, beni işte söyleyivermiş kabul edin. Ben her zaman böyleyim-Öteyi ne siz sorun ne ben söyleyim, boş lafa tabii ki ihtiyaç yok, siz hesabımı getirin benim yavaş yavaş. (Bu deyişler bana ait değil . Bekir Sıtkı Erdoğan'dan arakladım, Affola...)

Bu yazıyı yazarken Fener-GS maçını bekliyorum. Övünmek gibi olmasın ben GS-lıyım. SaHAYa çıkmalarına çok az kaldı. Evin içinde koşuşturmaca başladı, bağlandı bağlandı!

HAYırlısı artık. HAYdi hoşçakalın.

Beltan Göksel


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,679,679,679,679,679,679,679,679,679,67
3 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Leyla Ayyıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.800 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Her Rüzgarda

İlk nefesimiz karıştığında aşık oldum sana,

Tek bir beden gibi,

Olmazdı sen olmazsan ben,

Ben olmazsam sen.

Ilık bir meltem ensemize vurduysa,

Her ne kadar uzakta olsak,

Her rüzgar da hissederiz birbirimizi…

Ersel Akant

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Biraz Gülümseyin






KMTV Sunar...

 


 Kıraathane Panosu


ben.sen.o@kahveciyiz.com

Böyle bir adresiniz olsun ve Google rahatlığıyla kullanayım diyorsanız, adınızı soyadınızı ve kullanmak istediğiniz kullanıcı adını editor@kmarsiv.com adresine yollayın. Hemen alıp 5 GB kapasite ile kullanmaya başlayın. Neye benzediğini gmail.com adresi kullanan arkadaşlarınıza danışabilirsiniz.

Tamamen ücretsiz, sadece siz kahvecilere özel.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"


Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Sadece perşembe günleri yayınlanan haftalık bir e-dergi http://lecool.com/cities/istanbul/newsletters/current.html Format olarak biraz sıra dışı ama tarzını seveceğinizi düşünüyorum. Üye olduğunuz takdirde her hafta perşembe günü mail adresinize gönderiliyor. Keyifle okuyabileceğinize inanıyorum.

http://www.jurnal.net/ Gazete okuma alışkanlığımızın azaldığı günümüzde haber alma kaynaklarınıza bu web sayfasını da ekleyebilirsiniz. Ama ne kadar zorlasanızda bilgisayarınız hala gazete gibi kokmuyor. Sayfa çevirirken kağıt sesi duymuyorsunuz, en fazla bir tıklama sesi o kadar. Elinize bulaşmayan mürekkep lekesini de unutmayın lütfen. Tabiki bunların hiç biri olmazsa olmazlarımız değil ama neyse...

http://www.falling-sand-game.com/ Bilgisayarınız ve internetiniz varsa ilginç oyunlar elinizin altında demektir. Bu web sayfasını verdiğim oyun, basit ve anlamsız görünse bile sınırları zorlayan hatta sinirleri geren bir oyun. Oyunu anlatmayacağım. Bir kaç denemeden sonra öğreneceğinize eminim.

http://www.oyunlar1.com/games.php?flash=1096 Malum yeni yıl geliyor. Bu web sayfasında da noel baba kızdırma oyununu oynayabilirsiniz.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




You are my everthing
Santa Esmeralda









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20071227.asp
ISSN: 1303-8923
27 Aralık 2007 - ©2002/07-kmarsiv.com