|
|
|
9 Ocak 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Sazlı sözlü sesli düşünceler!.. |
Merhabalar,
Sosyologların çıkışı devam ediyor. Hanım sosyoloğumuz, "Dua okutmak istedim de çekindim." Benim arkadaşım Akmerkez’de türbanlı görmek istemiyordu. Laikler böyleydi” “Eskiden laik elitler başörtülüleri hor görüyordu, şimdi durum değişebilir” “Başörtülüler temizliğe gidebilirdi ama alışveriş yapmaları reva görülmezdi" diyerek "YALAN" söyledikten sonra bir başka hoş sohbet sosyoloğumuz "Bu iş sadece ritüellerin değişmesidir kardeşim" diyerek tartışmaya yeni bir boyut kazandırıyor.
Daha önce söylemiştim galiba, sosyolojik bir yorumda bulunmak için mutlaka fikrinizi bir zemine oturtup, oradan güç alarak sürdürmelisiniz, en azından ben olayı böyle algılıyorum. Hanımefendi, durumu sindirilmişlik üzerinden şekillendirince ortaya böyle ipe sapa gelmez yorumların çıkması doğal tabi. Öyle ki, şimdilerde sözü edilen mahalle baskısının, yıllardır laik bir baskı olarak memlekette var olduğunu savunup düpedüz "YALAN" söylemeyi bile göze alabiliyor. Bir başka deyişle, 6 yıl öncesine kadar dinini yaşayamamış bir toplumun silkinişi olarak görüyor bugünkü durumu hanımefendi. Beyefendinin çıkış noktası ise biraz farklı olmakla beraber temelde hanımefendininkiyle örtüşüyor. Ritüeller değişmiş ama insanlar aynıymış. Eskiden Cumhuriyet seçkinleri(!?) belirleyici iken bugün dindarlar söz sahibiymiş. Ritüellerin değişmesine verilen örnek te ilginç, eskiden 10 Kasım'larda ağlanırmış ama şimdi ağlanmıyormuş, ne alakaysa.
Benim anladığım özet bu. Olan biten herşey tabiatın doğal seyriymiş gibi anlatılıyor. Gerçekten böyle mi? Gerçekten bu iktidarı adam eden %47, yıllardır köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyen, ezilen, yoksul, cahil, varoş kültürü ile var olma savaşı veren sindirilmiş Türkler mi? İktidarın karşısında kaybedenler, meydanları dolduranlar, ağzı laf yapıp konuşanlar ise, yıllardır temelsiz bir Cumhuriyet bekçiliğine soyunmuş hayalperestler mi? Eğer sosyoloji böylesine kolay yargılara varıp, genellemeler yapabiliyorsa, açıklanması güç hangi olgu var hayatımızda? Mesela 50 kilo kömür, 3 kilo yağ için oyunu satan vatandaşı %47'nin içinde değerlendirmek doğru mu? Godiva'yı da satın alarak sektörde bir Dünya devi olan Ülker Grubu, nasıl bir sindirilmenin eseridir acaba? Ortadoğu gezisinden az önce, başkan tarafından ancak kapı önünde kabul gören Cumhurbaşkanı Gül hangi güç(!?) koşullardan geçerek bu mevkilere gelmiştir, var mı somut bir cevabı? Sosyologlar beni tatmin etmedi, hâlâ izliyor ve öğrenmeye çalışıyorum. Birşeyler bulursam sizlerle paylaşacağımdan emin olabilirsiniz.
...
Eve dönerken radyoda 3 şarkılarını dinledim. Zevkten değil meraktan. "Dolapdere Big Gang" adındaki grup, davul, dümbelek, keman, klarnet ile yabancı pop ve rock parçalarını çalıyor, sesi Phil Collins'i andıran biri de söylüyor ama kötü söylüyor. Eskiden düğün salonlarında bir saz, bir keman bir de dümbelekten oluşan orkestralar olurdu. Bunlar komparsita dahil bir sürü dans müziğini çalar finali de oyun havası ile yapar işi bağlarlardı. Hiç kimse kızmasın, bu kardeşlerim de aynen öyle üzgünüm. Hepsi enstrümanlarını iyi çalıyor, diyecek hiçbir lafım yok ama o enstrümanlarla dokuz sekizlik ritm eşliğinde "Please don't let me be misunderstood" çalarsan olmuyor be birader. Bu sadece benim görüşüm mü acaba deyip az önce interneti şöyle bir araştırdım ve en azından şimdilik yalnız olduğumu gördüm. Yorumlarda düşülen bir yanlış var. Hemen herkes etnik değerlerin Dünya'ya açılımı olarak yorumluyor konuyu. Ne alakası var Allah aşkına? Bir kere etnik müziğin evrenselleşmesi böyle olmaz. Herşeyden önce, etnik müzik denince akla sadece enstrüman gelmez. Etnik bir beste, bir ezgi, etnik bir nâme olmalıdır. Örneğin, Zennube'yi batı sazlarıyla, etnik sazlar eşliğinde yorumlamak, etnik müziği dışa açmak olarak yorumlanabilir ama sulukule sazlarıyla "Smoke on the water"ı hiç bir yoruma gerek duymadan aynen çalarsanız bunun adı sadece saçmalamak olur. Ya da, ancak biz gibi çaydanlığın fokurtusuyla bile oynayan dokuz sekizlik bir dinleyiciye hitap edilir, Dünya ise ancak rüyada görülür. Etnik müziğin dışa açılmasına öyle güzel örneklerimiz var ki, bırakın davul dümbelek ile Michael Jackson'cılık oynamamız eksik kalsın. Ömer Faruk Tekbilek, Mercan Dede ilk aklıma gelenler. Son deneme de 2 genç kardeşten geldi örneğin. Öykü ve Berk Gürman Kardeşlerden "Evlerinin önü boyalı direk" Dinlemeyenler mutlaka dinlesin, ne demek istediğimi anlarlar. Dolapdereli kardeşler de bu sevdayı bırakıp özlerine dönsünler. Ha yarın öbürgün bizden bir ezgiyi batı sazları eşliğinde çalıp söylerlerse de onları ilk alkışlayan gene ben olurum tabi. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
Kahveci : Emre Gürkan Kanmaz |
PUSU
Gecenin sessizliğinde yazmak çok gürültülü. İçimden çıkıyor seslerin herbiri, çoğu detone ve yabancı sesler.Saat sabahın üçüne yaklaşıyor olmasına rağmen vücudumda en ufak direnç kırıklığı hissetmiyorum. Bu kendimle çelişen tezat durum beni deli ediyor. Şimdi benim çoktan sızmış olmam lazım mesela,üstelik ayaklarım hariç üşümüyorum da.
Ben kışın geldiğini topuklarımdan anlarım.Üşüyorsam bile bütünüyle üşümem,bu durum ısınırken de aynı. Kış ilk önce topuklarıma dayar narin ve kırılgan başını. Gözlerime bakmaya cesareti yoktur bilirim.Çok sevdiğim sonbaharı korkutup kaçırdığı için her yıl kendisine aynı hiddetle çıkışacağımı adı gibi bilir. Sonra ellerim üşür, bilirim ki ellerime kapandığı için kış, bilirim ki kendini affettirmek ister.
Sonra burnum, kulaklarım geri kalır mı hiç? Bilseniz nasıl kıskançtır onlar. Biraz vakit geçerse eğer dokunmayın siz hiç yüzüme, bakmayın gözlerime. Ağzımda sarkıtlar oluşur, dilim içlerinde en büyüğü en parlağı, en camdanı. Kulak memelerimi kar topu büyüklüğünde görmeye başlarım. Aklıma ilk ateş gelir, ateşe ne kadar büyük bir tutkuyla bağlı oluşumuz ya da ne kadar ihtiyaç duyduğumuz. Sıcak bir şey içme ihtiyacı duyarım. Sahlep,ıhlamur,ya da ballı süt, bazen de çay tabi.
Çaya ilk ne zaman ihtiyaç duyduğumu anımsayamıyorum. İlk ne zamandı bir çay bardağının bir genç kızın kızlığını terk etmesi gibi sıcaklığını bırakıp ellerime, kendini olabildiğince yüzeyselleştirerek soyut güzelliğini terkedişi? İlk ne zamandı bir şeyin oluşu? İlk aşkı ne zaman yaşamıştım?İlk kime aşık olmuş, kime şiir yazmıştım? Peki ilk şiirimi ne zaman yazmıştım? İlk okul,orta okul ya da lisede mi, kalemimle ilk tanıştığım gün mü?
İlklerin kutsallığına hep saygı duymuşumdur.Dünyada menfaat uğruna gerçekleşen ilk savaşa örneğin. Nedendir bilinmez ama bana kalırsa insan, hayatının belli başlı evrelerinde sadece kendini tanımak için kendinde şekilleşmeye başlayan radikal devinimlere şahit oluyor. Savaş da bu radikal devinim sürecinin bir parçası kanımca. Savaşı övüp,gıpta ile baktığım için değil elbetteki saygıyla ismini anışım. Savaş kavramına yalnızca bir sebepten ötürü saygı duyduğumu belirtmeliyim. Savaş,birçok kişiye kendini tanıma fırsatı verir. Bu durum,savaşın nedenleri,türevleri ya da nitelikleri değişse bile değişmiyor.İster dünya savaşı,ister galaksi savaşı,ister mikroorganizma savaşı. Herkes bu savaşa dahil,bir parçası değil mi?
...
İçim geçmiş,uyumuşum biraz. Genelde yazarken,mümkün mertebe es vermemeye çalışırım. Ancak ne hikmetse düşünmekten ötürü gözlerimi ovuşturarak tıpkı bir yılan gibi kıvrılmışım yatağıma. Neyse ki şimdi uyumuyorum, tabi sessizlikte uyumuyor,kardeşi gürültü de.
Evet,evrendeki her varlık(evrenin kendisi de dahil)sürekli birileriyle ya da birşeylerle sürekli savaş içinde varlığını koruyabilmiştir zamana karşı aristokrat bir dirençle. Muhakkak kaybedenler de olmuştur.Hatta kaybedenler tarih kavramını oluşturmuş, zamanın bir öz kardeşinin olabilmesi ihtimali düşüncesini sunmuştur biz ademoğluna.
Tarihteki ilk savaşı düşünmeden edemiyorum. Bilindik üzere tarihteki ilk savaş birinci dünya savaşı, uhud savaşı, truva savaşı ya da günümüzde varlığını rahatça sürdürebilen,ahir zamanın geldiğini bizlere hatırlatan, bilgisayar oyunlarının pek çoğuna konu olan modern savaş değil elbetteki.Sözünü ettiğim savaş mekanik bir savaş değil. Akıl savaşı, kalp savaşı,nefs savaşı sözünü ettiğim.
Bilindik üzere tarihteki ilk savaş Habil ile Kabil'in birbirlerine olan çatışmalarından doğan soyut savaş,kutsal kitaplar bunu daha farklı yorumluyor ama bana göre soyut bir savaş. Aslında iki taraflı bir savaş değildir onların savaşı, bilindik üzere tek taraflı.Zaman kıskançlık silahını yanına alarak pusu kurmuştu kardeşlerden birinin yoluna. Ve sonra yıkım geldi dünyanın başına. İlk gerçek yıkım,üstelik dünya günümüzdeki gibi kalabalık ve yorgun değilken.
Ne kadar kalabalıklaşmışız,ne kadar çoğalabilmişiz bu dünyada. Ne kadar çoğalmış kalabalığımızdan doğan yalnızlığımız.Soyut kavramları somutlaştırma çabası yüzünden harcamışız boşu boşuna ceplerimizdeki bozuk paraları,her birinin üzerinde zamanın vesikalık resmi metalik kazınmış.Üstelik elimize kayda değer pek az şey geçmiş. Kayda değer pek az şeyle yetinmişiz. Bu paragraftan anladığım kadarıyla insanoğlunun eline bu güne kadar pek az değerli şey geçmiş.
Yinelemelerden,tekrarlamalardan,hesapsız dayatımlardan bıktım artık. Her gece sessizliğin katil zanlısı olmaktan, değersizce manşetlere haber olmaktan,karakışın ellerine dokunup tenimi hissedememekten,sonbaharı özlemekten, aynalar kırmaktan, cam tükürmekten, aile kavramından, çoğul yaşamaktan,tekil olamamaktan,daha adını hatırlamadığım birçok şeyden ölesiye sıkıldım,usandım.
Niye mi yazıyorum peki? Bu sorunun cevabını elbetteki sizin gibi bende bilmiyorum.Zaten neden yazdığını bilen çok az sayıda yazar var,neden yazdığını bildiğini zanneden. Ama en basitinden cevap vermem gerekirse, klişe bir cevap olacağını bildiğim halde,yine de cevaplamalıyım sorduğum soruyu.
Ben ölümsüz olabilmek için,ismimin üstüne zamanın kalın kabuğu örtülmesin diye yazıyorum, her türlü PUSU'dan kurtulmak için yazıyorum,söz cesetlerinin arasında düşürüp kaybettiğim gerçek yüzümü bulabilmek için...
Kendime bu yüzden söz verdim ben, herkes gibi!
Emre Gürkan Kanmaz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
FRİGYALILARIN ANADOLU'YA GELİŞİ
MÖ 1200'lü yıllarda Hitit İmparatorluğu Anadolu, Kıbrıs, Suriye'nin bir kısmına sahip geniş bir alana yayılmıştı. Ancak kuzeydeki Kaşka Beyliklerinin imparatorluğun kuzeyine doğru yıkıcı akınları başlamıştı. Hitit Krallığı artık sınırları genişletmek için değil boyundurluğunda bulunan krallıklardan isyan edenleri yeniden kendisine bağlamak için uğraşıyordu.
Hitit krallığı kurulduğu zamandan itibaren MÖ 817-1509 yazılı belgeler kullanmışlardı ancak imparatorluk döneminde MÖ 1400-1200 bu yazımlar devam etmiş ve son kral olan Tudhaliya'dır. Bu dönemde ülke batıda Arzava (büyük olasılıkla yunanlılar), doğuda ise Asurlularla sürekli savaş durumundaydı. Bu dönemde bakır yatakları zengin olan Alaşiya (Kıbrıs) da Hitit Krallığının egemenliğindeydi. Tudhaliya'nın hükümdarlığının son döneminde batı kısımların savunmasıyla ilgili kaygıları, Ege ve Avrupa'dan pek belirgin olmamakla birlikte imparatorluk için çok ciddi bir tehdit geldiğini gösteriyordu. MÖ 1220'de kralın ölümüyle bu uygarlığında kaderi belirlenmiş oluyordu. Anadolu'daki yazılı belgeler artık susmaya başlayacaktır.
Hitit imparatorluğu gerçekten de Anadolu'nun güneşi idi. İleri bir medeniyetti. Kralın yanında kraliçenin hakları da oldukça çoktu ve kadına değer veriliyordu.
İmparatorluğun çöküşünün son döneminde ise ne yaptıkları belli olmayan iki kral daha tahta geçmiştir. 3. Arnuvanda ile 2. Suppiluliuma.
Friglerin Küçük Asya'nın batısına göçleri henüz yeni başlamıştır. Onlarla birlikte güneye kitle halinde ilerleyen Egelilerle yerlerinden olmuş başka halklar vardır.
Hitit belgelerinin susmasıyla Anadolu karanlık bir çağa girmişti. Devletin içten içe çözülmesinin nedenlerine ilişkin işaretlerde kesinlikle yoktur.
Mısır kayıtlarına bakarsak, Ege halklarında ve adalarda baş gösteren karışıklığın gecikmiş olarak 3. Ramses (MÖ 1194-1162) zamanında Doğu Akdeniz'e ulaştığında en son aşamaya geldiğini tarihi olay ve belgelerden öğreniyoruz.
3. Ramses, doğu Akdeniz ülkelerini yakıp yıktıktan sonra güneyde Nil Deltasına doğru hızla gelen, birbirleriyle kan bağı olmayan halklardan oluşmuş orduyu yenmiştir. Ramses şöyle anlatır:
" Yabancı ülkeler aleyhine oturdukları adalarda gizli birleşikler kurdular. İran'ada insanlar harekete geçip savaşmak üzere dağıldılar. Hiçbir ülke onların silah gücüne karşı koyamazdı. Hatta (Hitit, Karkamış, Arzava ve Alaşiya Kıbrıs) hepsi yok edildi. Amar (Amurra) bir yerde kamp kurdular, halkını perişan edip ülkeyi tanınmaz duruma getirdiler. Mısır'a doğru ilerliyorlardı…"
Mısırlılar bunlara "Deniz Kavimleri" adını verdiler. Ama bunlar ne tek bir ulustu nede hepsinin denizle ilişkisi vardı. Bu kuşak önce MÖ 1220'de her ülkeden gelen kuzeyliler Libya'dan Deltaya benzer bir biçimde girmişlerdir. Bir önceki Mısırlı Kral Merneptah'ta onları geri püskürtmüştü. Her iki olayda Ege'yle sınırlanan ülkelerde yaşayan halkların belgelenmemiş olağan üstü büyük tarihsel hareketleri olarak görülür.
Bu olaylar efsanevi Truva Savaşından sonra yunan anakarasındaki ünlü kentlerin yıkımıyla ve belkide kuzeybatı Anadolu'ya Friglerin ilk kez gelişi ile aynı zamana rastlamaktadır.
Yine Mısır belgelerine döndüğümüzde 3. Ramses zamanında esirlerin (MÖ 1200) kıyafetlerinden hangi ülkelerden oldukları çözülmüştür. Bu ülkelerin büyük çoğunluğunu Küçük Asya'nın (Anadolu) batı ve güney kıyılarında yer alan ülkelerin oluşturmasıdır. O sıralarda bu ülkelerde yaygın bir kuraklık ve kıtlık yaşandığı da biliniyordu.
MÖ 2. binin son yüzyıllarında Anadolu'yu ele geçiren Frigler, doğu Avrupa'dan gelmiş bir kavimler birliği olarak görülürler. Bu kavmin Avrupa kökenli Trak halklarıdır ve MÖ 1220-1100 arasında Anadolu'ya yerleşmişlerdir.
Hitit belgelerinin yazıldığı dönemde Frigya isminden bahsedilmemektedir.
Kısacası Friglerin gelişi ile ilgili bir tarihi bilgi mevcut değildir. Fakat Frig tarihinin geç dönemleri üzerine yazılı belgeler Asur ve Urartu yıllıklarında bahsedilmektedir.
Karanlık çağ olarak nitelendirilen dönemde ise en iyi bilgi kaynağı İlyada Destanının yazarı olan yunanlı şair Homeros'tur. Bu çağdaki Batı Anadolu'daki gelişmeleri Truva ve Frigya hakkındaki en verimli kaynağın Homeros'un şiirlerinin olması şaşırtıcıdır.
Bu çağdaki şiirlerinde yazarın kim olduğu üzerine süregelen tartışmadan söz etmek gereksizdir.
Mark Twain'in bu konuda verdiği sonuçla yetinelim: " Bu şiirleri Homeros adında kör bir şair yazmıştır. Homeros Smyrn'da doğmuş ve Khios (Sakız adası) öğrenim görmüştü. Bugünkü bilim adamları ise Homeros'un MÖ 7. veya 8 yüzyılın hemen başlarında yaşadığını söylüyorlar. İlginç olan ise Homeros'un iki büyük destanında bir çok ayrıntı şiire konu olan olayların yaklaşık beş yüz yıl kadar önce gerçekleşmiş olmasına karşın şair farkına varmadan onları kendi zamanında gerçekleşmiş gibi göstermektedir.
Çünkü Yunanlılarda Friglerin yerleşmesinin Truva savaşlarından önce olduğu konusunda düşünce birliği vardır. Hatta daha eskiden Truvalı Priamos'un Amazonlar diye bilinen halkı karşı Frigyalı (phrygia) önderlerinden olan Mygdonların kralı Mygdon'la birlikte savaştığından söz eder. Amazonlar ise efsanelere göre ilk Efes kentini kuran ve batı Anadolu'da yaşayan bir uygarlıktır.
Friglerin Anadolu'ya girişleri hakkında tarihçilerin ana fikri batıdan boğazlar yoluyla geldikleri ve bu nedenle konakladıkları Grek dünyasının kültürünü de Anadolu'ya beraber getirdikleri doğrultusundadır. Fakat Friglerin Anadolu'ya girdikleri söylenen MÖ 1200 tarihinde Truva Savaşları olmaktaydı. İlyada Destanında ise Homeros bu yıllarda bir Anadolu yerleşkesi olan Truva'ya saldıran Greklere karşı yardımlarına koşan milletler arasında Anadolulu Frigleri de sayar. Friglerin ülkesini Homeros şöyle anlatır:
Eskiden bağlık bahçelik Frigya'ya gitmiştim.
Atları dört nala giden birkaç Frigyalı görmüştüm.
Otreous'un Tanrıya eş Migdon'un halkı,
Amazonlar gelmişti, hani erkek gibi
İşte o gün aralarına savaş ortağı çıkarmışlardı beni.
Homeros'un bu anlatışında ise Frigleri Eskişehir çevresinde, Sakarya Nehri boylarında Amazonlarla savaşı Truva savaşlarından önce olmuştur.
Buna göre Frigler tarihçilerin söylediklerinden çok önce Anadolu'da vardı. Anadolu kültürünü benimsemişlerdir ve Hititlerle birlikte Truva'nın yardımına koşmuşlardır.
Yine Homeros Friglerin dil ve dinlerinin Grekler tarafından bilinmediğini söyler. Çünkü Friglerin konuştuğu dil Hint-Avrupa kökenlidir. dinleri ise öz Anadolu Kibele (Ana Tanrıça) kültürüdür.
Bu inanış MÖ 5 bin yıllarından beri yalnız Anadolu kültürü içinde görülmektedir.
Konuya Mezopotamyalılar açısından bakıldığında Asur kaynaklarında ilk kez söz edilmesi MÖ 1160'larda tarihlenebilir. Asurlular Frigler'den söz ettiklerinde "Muşki" ismini kullanıyorlardı.
Asur kralı yıllarında kral 1.Tiglatpileser (MÖ 1112-1074) yıllarında ise Muşkilerin bu kralın zamanından 50 yıl önce 20.000 kişilik büyük bir ordu ile başlarındaki 5 kral ile birlikte Aşağı Fırat bölgesine kadar uzandıkları hakkında bilgi verir. Hitit krallıklarının düşmanı olan Karadeniz'deki Kaşkalarla birlikte olan Frigyalılar Hitit imparatorluğunun yıkılmasına neden olmuşlardır ve bu bölgeye yerleşmişlerdir.
Fakat Asur kralı Tiglatpileser bunları yaklaşık olarak MÖ 1100 yıllarında mağlup etmiştir.
Friglerin batı kısmının merkezi Gordion, doğu kısmının merkezi ise Mazaka (Kayseri)dir.
MÖ 12-11. yüzyıllar arasında orta Anadolu platosunda hüküm süren Frigler (Muşkiler) Hitit Devletini yıktılar ama Hitit sanat ve kültürünü de benimsediler.
Böylece Hitit imparatorluğunun yıkılmasından yarım yüzyıl geçmeden Marmara'dan doğuda Asur boylarına değin İç Anadolu'nun tümünü kapsayan Frig Krallığı ya da belki birbirleriyle yakınlığı olan yöneticilerden oluşan anlaşmalı bir birlik kurulmuştu.
Güçlü bir uygarlık kuran Friglerin tarihi ve sosyal yaşamı ile ilgili bilgilerimiz ne yazık ki yeterli değildir. Tarihçi Heredot ve Coğrafyacı Sterabon ise Friglerin Avrupalı bir kavim olduğu Trak kökenli ve Anadolu'ya gelmeden önceden adlarının Brigler olduğunu anlatırlar.
Bölgesel yapılan kazılar ise Friglerin MÖ 1200 lerde Trakya ve boğazlar üstünden Anadolu'ya geldiğini ilk yıllarda Trakya ve Güney Marmara bölgesinde geçici yerleşim merkezleri kurduklarını ve iç Anadolu'ya yayıldıklarını gösteriyor.
Friglerin izlerini bulabileceğimiz bölge Anadolu'nun iç kesimleridir. Frig yerleşkesinin en yoğun olduğu yer Hititlerin anayurdu olan kısımdır. Bugünkü Ankara (Polatlı)dan başlayarak doğuda Kızıl Irmak (Halys) yayının tümünü içine alarak Kapadokya ilerisine gider. Buralar Alaca Höyük, Alişar, Kül Tepe, Pazarlı gibi tunç çağının belli başlı kentlerinin yıkıntıları ve Boğazköy'de eski Hitit başkentinin kalesi üzerinde kurulmuş duvarlarla çevrili orta halli şehirlerdir. Pazarlıda bir evin cephesini kaplayan boyalı kiremitlerin üzerinde yürüyüş yapan Frig askerlerinin de bulunduğu kabartmalı resimler vardır.
Bu askerlerin daha önce Anadolu'da benzeri hiç görülmemiş yuvarlak kalkanları ve tüylü miğferleri vardır.
Boğazköy'de de Frig yontu sanatının örnekleri çıkmıştır. Bu örneklerde ele geçen Friglere özgü birkaç renkten oluşan çetrefil desenli çanak çömlekler daha ilgi çekicidir.
Nurcan Candan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KAVAK AĞACI
Bir kavak ağacı vardı sokağın bir ucunda... Yokuş aşağıya inen dar sokağın sol yakasında.. Yaşı 50 lerin çok üstündeydi.Yanındaki cılız kavak ağacıyla dostlukları da bir o kadardı sanırım.. Dikildiği zamanlar, yokuşun iki yanında, kendi boyuna eş büyük apartmanlar yoktu henüz..2 katlı -geniş balkonlu, yüksek tavanlı Ankara evlerinin yanı başına, sokağı ağaçlandırma çalışmaları sırasında dikilmişti yıllar yıllar önce... Ankara'nın en güzel sokaklarından biriydi sokağı.. Ne şanslıydı ki o sokağın çocukları, kollarını ona kavuşturup saklambaçlar oynamış, yanında ki duvara oturup çekirdekler çitlemiş, sokakta tek kale maç molalarında onlara gölgelik etmişti..Şimdi o çocuklar büyümüş, evlenmiş barklanmıştı... Evler değişmiş, yollar değişmiş, komşular göçmüş, bir tek o kalmıştı aynı yerinde... Şansına, o da yerinden edilmemişti..Tüm yol boyunca en derinden kök salmış, dallarını evlerin çatılarını görebileceği kadar yukarılara büyütmüştü... Ankara'nın en güzel manzarasının tadını çıkarıyordu şimdi...Çocuklar gövdesine sarılıp saklambaç oynamıyordu artık..Artık arabalar vardı çünkü hızla geçen ve yolun iki yanını kaplayan ... Yokuş aşağıya hızla kendini kaptıran yada dip dibe park etmiş arabalar, gün içinde biri çıkan diğeri arka arka parkeden... O, artık gökyüzüne doğru yaşamının ve manzaraya bakan dallarının keyfini sürüyordu ..Güneş'in batışı vardı bir de anlatılmaz olan.. Hani güneş mi doğmuş, gece mi olmuş, gün mü ağarmış koşturmaca da çoğu insanın unuttuğu....Ama o ve arkadaşı cılız kavak ağacı her gün aynı saatte doya doya tadını çıkarırlardı bu anların ....İki bina arasına sıkışmamış, önlerindeki açıklıktan her akşam güneşi uğurlama şansına erişen şanslı ağaçlardı ..Biliyorlardı..
Tüm gün, arabalar geçer, insanlar yokuştan aşağıya salınır, bir diğeri yokuştan yukarı çıkarken gölgelerinde soluklanırmış, ışıklar yanar, sesler çoğalır, sesler azalırmış.. ve koşuşturma devam etse de, güneş gündüzü yanına alıp,geceye sırasını verme zamanı gelmiş. ...
Bir rüzgar esmiş.Dallarındaki yapraklar, bir yana savrulmuş rüzgar ile aynı ritimle..Yanındaki cılız arkadaşına seslenmiş " heyy güneş batıyor izliyor musun"....Arkadaşı da rüzgarla beraber ona sesini ulaştırmış.." evet dostum, harika bir manzara yine"....Haylaz güvercin, yüksek dallardan birine konmuş..Selamlamış onu ve soluklanmak için durmuş... Rüzgar esmiş en edalısından bir o yana, bir bu yana...Yapraklar mırıldanmış... Kavak ağacı, batan güneşe bakıp gülümseyerek teşekkür etmiş.. Aydınlattığı gün için, gövdesini ısıttığı, yapraklarını parlattığı için.... Rüzgar esmiş mırıl mırıl bir diğer yana... Yapraklar da mırıldanmış onunla... Güvercin, kanatlarını açmış, kavak ağacının dalından, batan güneşe doğru kaybolmuş manzarada sonra...Bir araba geçmiş sokakta, bir kadın çıkmış balkona, bir ışık yanmış mutfakta... Kavak ağacı, toprağın altındaki kökleriyle gerinmiş önce - sonra sarılmış tutunduğu ve beslendiği toprağa sıkıca...Sağlıklı gövdesi ve parlak yapraklarıyla son kez selam vermiş biten güne ve giden güneşine....Sonra, gökyüzüne uzayan dalları ve heybetiyle umutlarına ve hayallerine doğru uzanmış uzanmış iyice.. Geceyi ve yıldızları karşılamadan bir-kaç saat uyumaya karar vermiş.
Rüzgar ninni olmuş, yaprakları eşlik etmiş ona, gökyüzünün hüzünlü mavisi üstünü örttmüş ılıkça.... Kutup yıldızı parıldamış, yolculamış onu karınca dolu tatlı rüyasına... Sonra bir rüzgar esmiş. Dallarındaki yapraklar savrulmuş..bir o yana...bir bu yana...
Burcu Çağlayan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Sanatın Yolculuğu : Serkan Azeri Türk Resim Sanatında Asker Ressamlar |
|
Osmanlı İmparatorluğunda batılı anlamda resim sanatı (Pentür) anlayışı , ilk defa III. Selim zamanında 1793 yılında Mühendishane-i Berr-i Hümayun (topçu okulu) müfredat programlarında desen derslerinin kabul edilmesiyle başlar. İmparator III. Selim gelişimi ve çağdaşlaşmayı her alanda batılılaşmada buluyordu.
Resimde batı tekniği, yurdumuzda desen dersleri ile bu okulumuza girmiş olduğuna göre, 1793 yılı, Resim Sanatı tarihimiz açısından bir dönüm nokatasıdır.
Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da desen dersleri konulduktan 42 yıl sonra 1835 yılında Mektebi Fünun Harbiye (Harp okulu) daha sonraki yıllarda da bu yüksek okullara öğrenci yetiştiren Askeri Rüştiyeler (Askeri orta okullar ) ve Askeri idadiler (Askeri liseler ) de resim derslerinin kabul edildiğini görüyoruz.
Askeri okullarda başlangıçta Fransız hocalar tarafından verilen desen dersleri, Avrupa'ya gönderilen yetenekli asker ressamların yetişmesiyle meyvelerini vermiştr.
1835 Yılında Avrupa'ya gönderilen 10 öğrenci arasında ilk türk ressamları olarak anılan Ferik İbrahim Paşa ve Tevfik Paşa'da bulunuyordu.
Batılı anlamda çağdaş Türk resminin doğup gelişmesi açısından Askeri okullarımızın önemi ve değeri yadsınamaz .
Osman Hamdi tarafından kurulan Sanay-i Nefise (Güzel Sanatlar Akademisi) den önce (1883) Askeri Okullar, Osmanlıda ilk resim sergisini Divan Yolunda 1873'de açan Şeker Ahmet Paşa , Süleyman Seyit , Hüseyin Zekai Paşa gibi çok değerli ressamları yetiştirmiştir. Bu sanatçılardan Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyit Paris'te Gerome, Bulanger ve Kabant atölyelerine devam ettiler. Paris'te Realist anlayışla karşılaşan ressamlarımızdan Şeker Ahmet Paşa çalışmalarında Courbet Realizminden etkilenmiş; yurda döndüğünde sarayda önemli görevler üstlenmiştir. Ayrıca Şeker Ahmet Paşa, Paris'te kaldığı yıllarda Sultan Abdülaziz'in karakalem bir portresini yapmış; bu portre Paris'te sergilenmişti. Courbet realizmini anımsatan orman manzaralarının yanı sıra çok sayıda natürmort ile birlikte kendi portresini de yapmıştır.
Süleyman Seyyit yurda geri döndüğünde realist anlayışta çalışmalarına devam etti. Küçük ve Orta boyutlu tuvallerde çalışan sanatçı Üsküdar'da oturduğu sıralarda Çamlıca' dan manzaralar ve çok sayıda natürmort da yapmıştır.
Hüseyin Zekai Paşa, batı ressamlarını, pirimitifleri ve Rönesans sanatçılarını inceledi. Hüseyin Zekai Paşa Avrupa'da eğitim görmemiş ise de kabiliyeti ile kendisi bir ekol haline gelmiştir. Manzara tablolarında Empresyonist bir etki göze çarpar. Doğayı gözlemlemiş, güneş ışığının günün değişik saatlerindeki etkisini tuvallerine başarı ile yansıtmıştır. Fotoğraflardan tuvale büyütme yoluyla da çalışan sanatçının tablolarının konusunu mimari eserler ve manzaralar oluşturdu.
Bu üç isim; Şeker Ahmet Paşa , Hüseyin Zekai Paşa ve Süleyman Seyit Türk resim sanatı tarihinde üç büyükler olarak anılmaktadır.
Daha sonra da o yıllarda resmimiz üzerinde egemen olan Akademik- Realist anlayışın karşısında, Empresyonist(İzlenimci ) çalışmaları ile dikkati çeken, iki Empresyonist Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa'nın yetiştiğini görüyoruz.
Halil Paşa, mühendishaneyi bitirdikten sonra Paris'e gitmiş ve Gerome atölyesinde çalışmıştır. Halil Paşa, Paris öncesi çalışmalarında Akademik - Gerçekçi anlayışa bağlı kalmış, yurda döndüğünde izlenimciliği benimsemiştir . Çengelköy'lü olan Halil Paşa küçük sandalıyla boğaza açılır. Boğaz kıyılarını, Çengelköy gibi boğazın şirin semtlerini resimlerdi. Bu çalışmalarında kullandığı ışık ve gölge, yalıların ve kayıkların durgun sulara vuran gölgeleri Halil Paşa'nın Empresyonist anlayışını yansıtmaktadır.
Hoca Hali Rıza ise Harbiye 'yi bitirdikten sonra batıya gitmemiş kendi kendini yetiştirmiştir. Arkadaşları Paris atölyelerinde çalışırken o günün erken saatlerinde eşeğine binerek, yanına tuvallerini, boya ve fırçalarını alarak İstanbul'un eski semt ve sokaklarını resimlerdi. Üsküdarlı olan Hoca Ali Rıza'nın amacı İstanbul'un tarihi yapıları ve eski sokaklarını resimleyerek belgelemek ve gelecek kuşaklara aktarmaktı.
Ali Rıza 'nın "Hoca" lakabı ise Sanayi Nefise de uzun yıllar hocalık yapmasından kaynaklanmaktadır.
Hem Halil Paşa hem de Hoca Ali Rıza Sanayi Nefise de resim dersleri vermişler. İzlenimci kuşak olarak da anılan 1914 kuşağının yetişmesine büyük rol oynamışlardır.
"Hoca Ali Rıza' nın öğrencisi olan Ahmet Ziya Akbulut is Harbiye'den mezun olduktan sonra Sanayi Nefise'de Perspektif hocalığı yapmıştır. Doğal olarak eserlerinde çok kuvvetli bir perspektif göze çarpmaktadır. İstanbul'un tarihi cami ve türbelerini çok ince ayrıntılarıyla resimlemiş, ayrıca Perspektif kurallarıyla ilgili iki kitap yazmıştır.
Balkan Savaşı yıllarında asker ressamlarımızdan Sami Yetik ve Mehmet Ali Laga, Edirne 'de görevli olarak kentin savunmasına katılmışlardır. Hatta bu ikili yine değerli bir ressam olan Hasan Rıza'nın Bulgarlar tarafından katline tanık olmuşlardır. Bu ressamlarımızdan Sami Yetik, resme kabiliyetinin olmadığını düşünmesine rağmen okuldaki çalışmalar sonucunda gizli gücünü keşfetti. Galatasaray Sergilerine katılan Sami Yetik, savaş ve Manzara ressamıdır. Türk ressamlar Birliğinin kurucu üyelerinden olan sanatçı , büyük boyda savaş resimleri yapmış bu çalışmalarıyla "Türk savaş Ruhunun " Ressamı ünvanını almıştır. Sami Yetik Empresyonist bir ressamdır. Hayatının son dönemlerinde manzara ve çiçek resimleri yapmış, ayrıca asker ressamları anlatan " Ressamlarımız" isimli iki kitap yazmıştır.
Savaş yıllarında Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın isteğiyle Şişli de savaş resimleri yapılan bir atölye kurulmuştur. Bu atölyenin kurulma amacı savaş zamanı halkın dayanışma bilincini yükselten ve mücadeleye katılmayı teşvik edici resimlerin hem asker kökenli ressamlara hem de Sanayi Nefise çıkışlı ressamlara yaptırılmasıydı. Bizzat cephelerde görev alan Sami Yetik , Mehmet Ali Laga, Ali Cemal, Ali Sami Bayar gibi asker ressamlarımızın dışında İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Namık İsmail de çalışmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün örgütlediği ulusal direniş ve milli mücadele yıllarında da Asker ressamlarımız savaş ve Kuvai Milliye konulu resimler yaptılar. Milli Ruhu canlandırdılar. Savaş konulu resimler bu yıllarda da Türk halkını teşvik edici bir propaganda aracıydı.
Türk halkının Mustafa Kemal önerliğinde yazdığı Kurtuluş Savaş Destanı, Anadolu kadınının milli mücadele yıllarındaki fedakarlıklarını, Emperyalizme karşı verilen halk mücadelesini ressamlarımız savaş sonrası da resimlemeye devam ettiler. Asker Ressamlarımız köylülerimizi, kadınlarımızı hepsini kurtuluş savaşının nasıl gerçekleştirdiğini daha iyi anlamamıza yardımcı olan tablolarda abideleştirdiler.
Serkan Azeri
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Bayram
Bu bayram,
Gençliğimdeki çocukluğuma denk geldi,
Işıl ışıl parlayan bir çift göz,
Dudağının kenarında biten çizgide,
Bir başka anlam kazanan o gülüş..
Ayakkabılar bayramlık alınmıştı hususi,
?stelik elbisesi de AYLA'nınkinden süslü,
Bayram namazı dönüşünü bekleyecek,
Kınalı minik elleriyle,elini öpecek,
Hani baba bayramlık harçlığım?
Diyerek,şirinleşecek..
Şehirlerdeki çocuklar gibi,
İpin ucundaki balonlarla,
Süslü değildi bayramları,
Öpülen ellerden alınan mendiller,
Mendilden para yerine,
Çıkan şekerlerde,yıkılan hayaller,
Yinede şekerlerde avunmasını bilirdi minik yürekler..
En büyük tafrası,arkadaşlarına olacaktı,
Çünki, birazdan mahalle arkadaşları,
Bayram harçlıklarını saymak için,
Meydanda toplanacaktı,
Işıl ışıl gözleriyle,terleyen kınalı ellerine,
Avucunda bir sır gibi sakladığı paralarına bakınca,
Arkadaşlarının yüzü canlandı gözlerinde,
İçinden bir çığlık koptu,
Çünki,bu harçlıklarla,
Yapacaklarının yarısı aklında yoktu..
Sonraa,gece kurulacaktı panayır,
Bir kere binmek için,
Koca gece beklenen sıra,
Ve bindiğinde,hani uçtuğunu sandığın,
Hani nefesinin kesildiğini sandığın,
Anlatılması imkansız mutluluğa,
Şahit olur,her gıcırtısında,
Ağlayan salıncaklar..
Haftalar öncesi başlanan hazırlıklar,
Yarışırcasına,
Koşuştururcasına,
Tatlı telaş içinde,
Artık yaşanmıyor BAYRAMLAR..
Bu bayram,
Gençliğimdeki çocukluğuma denk geldi,
Nemlenmiş bir çift göz,
Dudağının kenarında biten çizgide,
Bir başka hüzünlenen o gülüş...
Beyhan Ada
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Sevgili KM Dostu,
Sağlığınız bizim için önemlidir,
Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.
Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.
Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.
Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...
Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
Randevu için: Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)
IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr
Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.
Yazarlarımızın Kitapları
Merih Günay "Martıların Düğünü" |
Nesrin Özyaycı "Işık -II-"
|
Temirağa Demir "Her kardan Adam Olmaz"
|
|
Şadıman Şenbalkan "Şehit Analarımızın Çığlıkları" |
|
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Televizyonlarımızda halen yayınlanmakta olan bir yarışmanın flash oyun versiyonu.. http://www.extremoyun.com/oyunoyna.asp?Gid=2418&CId=5 Büyük Teklif (Var mısın Yok musun?) .. Yükleme tamamlandıktan sonra DEAL butonuna basarak oyuna başlayın, önce kendiniz için 1'den 26'ya kadar numaralandırılmış çantalardan birini seçin, bu çanta oyun sonuna kadar yada siz yapılan tekliflerden birini kabul edene kadar sizde kalacak, çanta seçimini yaptıktan sonra oyun başlıyor, 6 adet çanta seçerek çıkan ikramiyelere göre tercihlerinizi yapın, her bölümün sonunda kasa size bir miktar para teklif ediyor, yarışmaya devam etmek için NO DEAL, teklifi kabul edip verilen paraya razı olmak için DEAL butonunu tıklayın. İyi eğlenceler..
Ruax yaşamına girdiğiniz an bu yaşamın bir parçası olup isterseniz ihalelere katılabilir, isterseniz hayvan (Rebrot, Gedia) besleyebilir, isterseniz kendi ilgi alanınıza giren derneklerde sohbet edebilir, isterseniz Ruax forumlarında zamanınızın nasıl geçtiğini anlamadan gezinebilir, isterseniz çiftçi, isterseniz bir tasarımcı, isterseniz Ruax'ın ilk spor oyunu Axur'da çok iyi bir Axur oyuncusu olabilirsiniz. http://www.ruax.net/ Bir oyundan çok bir yaşam olarak ilerleyen Ruax, kendi ekonomisi kendi eğlence dünyası, kendi kültürü, kendi fiziksel kuralları, kendi kanunu ve Ruax yaşamı içindeki kişilerin düşünceleriyle şekillenen bir yaşamdır.
http://www.binbirkanal.com/ Bilgisayarınıza herhangi bir program yüklemeden online olarak TV izleyebilmenizi sağlayan bir web sayfası.
Web sayfalarınızda, sunumlarınız veya eğlencelik çalışmalarınızda kullanabileceğiniz animasyonlar için http://www.animation-central.com/ gif formatındaki animasyonları istediğiniz kadar indirebilirsiniz. Hepsi ücretsiz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|