|
|
|
11 Ocak 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Arada bir hatırlamak lazım!.. |
Merhabalar,
Yukarıdaki yeni yıl kartı bir Belçika'lıdan Türk dostuna yollanmış. Sıkça rastlanan bir Anıtkabir resmi ama üzerindeki yazı epeyce anlamlı. Fransızcası olanlar çözmüştür, olmayanlar da aşağıdaki tercümesini okuyabilirler. Söze bir başka anlam katan da, bir yabancı tarafından kaleme alınmış olması. Sanki kulaklarımızı çınlatıyormuş gibi bir hali var. Cümlenin türkçesi;
''Türkiye, Atatürk'ü Allah'a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk'e...''
Hepinize güzel bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan GÖLGEMİ UZAK KENTİN KALDIRIMLARINDA GEZDİRMEK - 3 (Son) |
|
İlk kez evimden ayrılıp yabancı bir kente gittiğimde on dört yaşımdaydım. O yaşıma kadar elbette başka kentlere gitmiştim ama üç beş günlüğüne, hep dönmek üzere. On dördümde artık yıllarca kalmak için gittim. Evden ayrılmak, arkamda kalan sokaklara, ağaçlara bakmak kadar kolaydı. Her şey yavaş yavaş geride kaldı. Birazcık içlenmiştim ama eğlenceli de gelmişti. İşin ciddiyetinin farkına vardığımda babam beni bırakıp eve dönecekti. Sokaklarda eylül sonunu anlatan bir serin vardı ve henüz sabahtı. Şimdi söylemeye utansam bile ağlamıştım. Sen artık büyüdün, koca adam oldun palavralarına da fazlaca inanmıştım. Meğerse bana yalan söylemişler. Kandırılmışım. O günden sonra evime sadece yazları dönebildim. O kente gidişim bir başlangıçmış. Anlayamadım. Sonra bir başka kente gittim. Sonra bir ötekine, sonra, sonra, sonra yeniden… Şimdi artık bütün kentlere yabancıyım. İçlerinde alıştıklarım ve ömür boyu yaşamak istediklerim oldu. Yoğurt tam olarak maya tutmadı. Ve ben sürekli yabancı kaldım.
Yıllar sonra babama sordum. Beni bırakırken üzülmedin mi? Ben gizli gizli ağladım. Sana göstermeden. "Üzüldüm," dedi. "Yeni yetme bir çocuğu yalnız başına bırakmak sandığın kadar kolay değil. Otobüs hareket ederken sen bir direğe tutunup kalmıştın. O direk ve yüzün ömrüm boyunca bir kez olsun gözümün önünden gitmedi." demişti. Benim anımsadığım resimde direk hiç yoktu. Üstelik ben babama gülerek el sallıyordum. Üzüldüğümü görmesin diye…
- Bu kentten ayrılmadan önce mutlaka firik pilavı yemelisin.
- Tamam yerim.
- Beni dalgaya alma bak ciddi söylüyorum.
- Nerde yiyeyim, hangi lokantada?
- Lokantada yapmazlar, Antep'li birine konuk olursan iste.
- Ya Muharrem matrak adamsın be. Hem misafir gidiyorum. Hem de bana firik pilavı yapın mı diyeceğim?
- Dersin ne var. Çok mu abes yani?
- Abes ötesi, resmen densizlik…
- Kimse bunu densizlik saymaz. Çok ince düşünüyorsun sen.
- Tamam, birine misafir gidersem önce Kilis Tava isteyeceğim. Sonra da Firik Pilavı.
Firik pilavı gerçekten ilginçtir. Tereyağı ve yanmış ot kokar. İri taneli bir bulgurdan
yapılır. Buğday başakları tarladan iyice kurumadan önce toplanıp taneler yakılarak çıkarılırmış. Belki bu yüzden onun bulguru normal bulgurdan daha esmerdir. Nereden ele alırsanız alın tam bir Anadolu efsanesi. Farklı ama sivri olmayan, herkesin kolay alışabileceği ve seveceği bir tad doğrusu. Doyduğunuzu anlamakta epey zorlanıyorsunuz. Ve elinizde olmadan yemeğin dozunu biraz fazla kaçırıyorsunuz.
Elbette bu kentin yemekleri ve mutfak incelikleri ciddi bir uzmanlık alanı. Daha fazlasını anlatmaya çalışırsam ustalara haksızlık olur. Sokaklarda akıp geçen konuşma dilinin inceliklerini de henüz kavrayamadım. Sadece "gidiyik, söyleyik, alıyık" kısmını öğrenebildim. Bir de şalgam suyunun burada da en az Adana'da olduğu kadar çok tüketildiğini. Usta " burada eskiden şalgam üç ay satılırdı. Ya da bilemedin dört ay. Yani kışın en soğuk günlerinde. Şimdi moda oldu. Yaz, kış her zaman satıyoruz. Bazıları acısını çok istiyor. Bu sarı kavanozdakinden karıştırıyorum," diyordu.
Antep; fıstıkların, tatlıların, kebapların ve Zeugma'nın kenti. Bu kentin henüz çok genç olduğunu düşünüyorum. Deneyimsiz ve kararsız olduğunu da… Çünkü sokakları insanı çok fazla geçmişe götürmüyor. Acemi, baş edilmez, ergen bir çocukmuş hissi uyandırıyor. Elbette kentin eski bir yerleşim yeri olduğunu biliyorum. Bilmediğim, anlayamadığım bir şeyler eksik. Kentin dokusu uzun geçmişini, binlerce yıl önceye uzanan tarihini gözlerinizden uzaklara bir yere kaldırıp gizlemiş gibi duruyor.
Minibüs duraklarındaki değnekçileri başka hiçbir kentte görmedim. Değnekçiye gideceğiniz semti söylüyorsunuz. O da sizi doğru minibüse bindiriyor. Oysa minibüslerin üzerinde gidecekleri semtler yazıyor. Ama yine de insanlar böyle bir yardıma gereksinim duyuyor olmalı. Kendimce onların duraklardaki varlık nedenlerini pek anlayabilmiş değilim. Varlıklarından elbette rahatsızlık duymuyorum. Varsın onlarda bu sokakların rengi olsun.
- Asmalı Konak dizisini bu konakta çektiler.
- Diziyi izlemedim, peki konağı niye yaktılar?
- Konağı diziyi çekenler yakmadı. Sonradan yangın çıktı.
- Yazık olmuş canım konağa. Restore ettirseler bari.
- Konağın sahiplerinin gücü buna yetmez. Devlet baba yaptırırsa ne ala.
- Bu kadar güzel konağı olanın niye parası olmasın? Besbelli bu bir zengin evi.
- Eskiden çok zenginmiş bunlar. Nurdağı ovasında, Sakçagöz altında binlerce dönüm arazileri varmış.
- Ne olmuş ki tarlalara. Sel mi almış, yel mi süpürmüş.
- Pavyonlarda yemişler. Rakı, kumar, kadın, kız. Kapılarındaki yanaşmaları zengin olmuş ama torunları şimdi meteliğe kurşun atıyor.
- Diziden para kazanmamış mı bunlar? Kira falan işte…
- Kazandılar biraz. Hatta sakçagöz'deki dizi çekimleri epey bir turizm bile yarattı. Kendi çapında. Otobüslerle turlar yaptılar. Can sıkıntısından patlayan ev hanımları geldi akın akın. Artisleri görmeye…
- Eee iyi işte.
- Dizi bitti, konak yandı, turizm göz açıp kapayıncaya kadar gitti. Üç beş kazanmıştırlar ama kulak asma.
Sonbaharın son demlerinde Sakçagöz'den geçip Şatırhöyük'e geçerken pamuk
tarlalarını gördüm. Bozulmuş tarlalar boz, yeni bitmeye başlayan buğdaylar yeşil yeşil çakır bir sabah güneşine bakıyordu. Şelaleden gösterişsizce akan su kendi beyazlığını saklar gibiydi. Suyu içilirmiş Sakçagöz Şelale'sinin ve şeker gibiymiş. Hava serinden çok soğuktu. Hadi gidelim de içelim diyemedim. Bilirsiniz soğuk havalarda çok susamaz insan.
Çok eskidir benim başka kentin kaldırımlarında gölgeler gezdirme alışkanlığım. Önceleri kalın olur gölgemin koyuluğu. Sonraları incelir ben bile göremem. Alışıveririm her şeye azar azar, usul usul. Bir sabah erkenden uyanıveririm. Güvercinleri çocukluğumun sokaklarınkine benzer kentin. Gazete dağıtan, ekmek getiren adam bile… Gölgem bile artık beni unutmuştur. Kaybolmadan yalnız başına dolaşır durur sokaklarda.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
Kahveci : Hamdi Topçuoğlu |
EĞLENCE BAHANE, TACİZ ŞAHANE
Köylerden birinden gençler, zaman zaman İstanbul'a gider gelirmiş. İstanbul'dan dönene sorarlarmış.
- Eee, yediğin içtiğin senin olsun! Gördüğünü, yaşadığını anlat bakalım.
Söz, İstanbul'un taşı toprağı altın olmasından açılır, döner dolaşır İstanbul kızlarına
gelirmiş. Kızlar, kadınlar harikaymış İstanbul'da. Üstelik pek de kolay elde edilirlermiş.
Köyde garip, yoksul bir delikanlı varmış. Gidip gelenler anlattıkça bizim delikanlının da arzuları kabarırmış. Gel zaman git zaman o da İstanbul'a gitme şansı yakalamış.
İstanbul sokaklarında günlerce dolaşmış; ama bir amelelik bile bulamamış. Köyden getirdiği de bitmiş bu arada. Delikanlı, köye dönmesine dönecekmiş; ama soranlara anlatacağı bir öykücüğü bile olmaması düşündürürmüş onu. Sonunda dayanamamış, çalmış bir kapıyı. Kapıyı bir bayan açmış. Anlatacağı öykünün kahramanını bulduğunu düşünerek:
- Hadi yatalım da ben gideyim, demiş kadına.
Durumu anlayan kadın, eline ne geçirdiyse delikanlının kafasına patlatmış. Delikanlı,
yüzü gözü yara bere içinde köyüne dönmüş. Anlat demiş ötekileri:
- Ne anlatayım? Her şey yüzümden gözümden belli olmuyor mu, demiş.
Bu bir öykü. Oysa anlatacaklarımı Belçika'da birçok kişiden dinledim.
1960'lı yılların ilk yarısında Belçika Türkiye'den işçi almaya karar verir. İşçiler kömür madenlerinde çalışacaktır. Bu madenlerin bulunduğu kasabalardan birinin papazı Türklerle ilgili bilgi sahibidir. Bir pazar ayininde cemaate:
Sevgili kardeşlerim, Türkler soylu bir ulusun çocuklarıdır. İşgal ettikleri topraklarda bile halkların dinlerine, dillerine karışmamış, mallarına göz dikmemişlerdir. Ahlaklıdırlar. Namuslarına çok düşkündürler. Onlara kapılarınızı çekinmeden açınız, der.
Kasabalılar kapılarını Türklere açarlar. Çok geçmez, kocalar, babalar bir iki kiliseye uğrayıp yakınmaya başlarlar.
- Papaz Efendi, adam karıma yanlış bakıyor.
Papaz:
- Siz yanlış yorumlamışsınızdır…
- Papaz Efendi, adam gelinime.
- İnanmayın, mümkün değil.
- Papaz Efendi, adam kızıma…
Papaz Efendi şikayetlerin gerçek olduğunu anlayınca:
- Ben, Türkleri doğru tanıdığımdan eminim. Ama nerden bilirdim buraya çapulcularını
göndereceklerini, der.
Eminim ki o papaz, İstanbul'da yılbaşı gecesi yaşananları görseydi, bir kez daha sarsılırdı.
İyi bir İmaj, toplumların bin yıllar içinde oluşturduğu bir değerdir. Yıkılması için bir kötü olay yeter de artar.
Biliyorum ki yurtdışında bu ülkeyi temsil edenler yılbaşı ertesinde muhatapları karşısında eziktiler. Ekmeğini oralarda kazanan insanlarımız mahcubiyetten komşularıyla selamlaşmaktan çekindiler ve komşularının "Üzülmeyin, her toplumda var böyle sapıklar." sözleriyle teselli bulmaya çalıştılar.
Gerçeklerin üzerini ne kadar örtmeye çalışsak da olmuyor. Hasıraltına süpürmekten başka bir şey değil yaptıklarımız. Ne yazık ki insanlarımızın kafası ilkellik, kabalık ve cahillikle donatılmış önyargılarla dolu. Yukarıdaki anlatılanlar da bunun ürünü. Deve kuşu gibi kafamızı kuma gömmeye gerek yok. Köylü delikanlı kasabalıyı, kasabalı kentliyi, kentli İzmirliyi, İstanbulluyu; Türkler olarak da her batılı kadını hafif meşrep sanıyoruz. Hâlâ birçoklarına göre okuyan kızlarda ırz namus aramamak gerekiyor. Üniversiteli kızları ise konuşmaya bile gerek yok.
Öyleyse kızları okutmayalım. Onları daha reşit olmadan bezlere sarıp sarmayalım ki namus elden gitmesin. Bugün türbanı, dini bir gerekçeye bağlayanların kafalarının içindeki asıl gerekçe bu. Bu gerekçelere günümüzde bir de çağdaş dünyanın "demokrasi" değerini kılıf olarak uydurabilmişlerdir. Ancak biliyoruz ki pusuda kadınların kara çarşafa, ehrama bürünmeleri, burka giymeleri gerektiğini ileri sürenler beklemektedir. Çok beklemeyeceğiz. Ortamın oluştuğunu gördükleri an, onlar da din, namus ve demokrasi gerekçesine tutunarak türbancılara bayrak açacaklardır.
Sonrası mı?
Bekarlar bacılarını, analarını; evliler karılarını, kızlarını evlere hapsedip cinsel güdülerini bastırmak için bu ülkeye gelme cesaretinde bulunan turistleri taciz etmek için meydanlarda, sahillerde ava çıkarlar. Ekonomik gücü olanlar da İranlı'nın yaptığı gibi bir komşu ülkeye tezgâh açar. Ne de olsa onlar "Ana bir, bacı iki, gerisine ..." teranesini dinleye dinleye büyümüşlerdir.
Bu yılbaşında Taksim'de yılbaşı eğlencelerini Güneydoğu şehitlerini bahane ederek yapmayanların gelecek yıl için gerekçeleri de hazırdır artık.
Erkekler, kadınları taciz ediyor…
Hamdi Topçuoğlu egerem@yahoo.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Pergelin Divit Ucu : Sarahatun Demir Gücüm Yetene Kadar… |
|
Bitirilmiş bir yıldan geriye kalamayan dört mevsim daha. Dörderli sayma kabiliyetinden hep yoksun olmuş birinin de dört mevsimi ancak bu kadar umarsız geçerdi zaten…
Hüzün yok.
Ama en az hüzün yokluğu kadar kıt bir mutluluk bu.
Kime sorsan çare olmaz, amanı kendi dahil hiçbir alanda bulunamaz bir uzaklık.
Büyümek gibi…
Evlenmek gibi…
İlk çocuğunun akraba evliliğin yüzünden sakat olduğunu öğrendiğinde, karnına boğazında öldürücü bir ağrıyla sarılman gibi. Hataların hepsi kötüdür. Geri dönüşü olmayanları sadece kötü değil; hem kötü, hem öldürücüdür…
Çocukluğunun bütün yıllarını aynı şehirlerde tüketmemişsen eğer, anıların haritanın coğrafik kısımlarına adil olmayan şekilde dağılmıştır. Benim gibi…
Anılarımın hepsi aynı kente sadık olamayan, mecburi gidişler, bazen yenilişler…
Taşınmaları ve sabaha karşı ile gece bitiminin o en son havasını hiç sevmedim ben. Genelde gidişler ve hüzünlü ayrılıklar hep bu saatlerde yaşandı…
Bazen çok tanıdık bir koku duyduğumda bu kokunun hangi şehirden ömrüme armağan olduğunu hatırlayamadım. İçim yandı. Bu çok beter bir duygu. Çocukken yanında olanların ömrün boyunca yanında kalacağını düşünürsün. Hayatı çok basit algılarsın. Hatta hayatı algılayamazsın. Sadece oyundur, anne ve babanın sesleri yükseldiğinde kalbinin çok hızlı şekilde atmaya başlaması ve senin Tanrı'ya yalvarmandır küçük ellerini havaya açarak, "Allah'ım kavga etmesinler…"
Çocukluk anılarımın elimde kalanlarını en azından muhafaza ederim belki bu yolla diye; kutuladım, kaldırdım. İçini benim dışımda kim açarsa "çöp"ten öte tanım bulamaz sakladıklarıma. Çoktan çürümüş yaprak, tipi tip ve şıpsevdi sakızlarından çıkan kağıtlar, desenli peçeteler, mandalina kabuğu, bir kolu olmayan bebek, eski toka, gazetelerin promosyon amaçlı dağıttığı şirinler masalları, sinema bileti, oyuncak bileklik, asla tamamlanamayacak dünya haritası yap bozu(tamamlanamaz, çünkü eminim birçok karesi o kutuda değil), küplerim, yakalığım, ilkokulda okumayı söktüğümde göğsüme takılan kurdelem, falan, filan…
Bazı zamanlar bu kutuyu açma hüznüm nüksediyor. Açıp bakıyorum o zaman. Her geçen yıl ile birlikte kutuya koyulmuş olanların bir yerinden bir şeyler eksiliyor. Ya sinema biletlerinin anısını unutuyorum, ya bilekliği bana armağan edenin adını, bazen de ilkokul öğretmenimin simasını…
Bir arkadaşım vardı. Adı Meyrem. Büyük olasılıkla Meryem'di adı ama Meryem denmesini sevmez, her seferinde Meryem dediğimde ben uyarırdı; Meyrem benim adım…
Van'dan yıllar önce şehre taşınmış 9 çocuklu bir ailenin kaçıncı çocuğu olduğunu hatırlayamadığım güzel gözlü kız…
Upuzun saçlarını bakırdan bir tastaki suya batırır, tarardı annesi. Don lastiğiyle sımsıkı bağlardı sonra. Öyle sıkı bağlardı ki, benim saç diplerim ağrırdı seyrederken. Pazar günleri eprimiş mavi bir leğen gelirdi sobanın yanına. Annesi teker teker yıkardı çocukları. Hep bezgindi Kudret Teyze. Sinirliydi. Korkardık ondan bütün çocuklar. Hava karardığında Meyrem'i içeri çağırışındaki o bıkkın ses hepimizi ürkütürdü. Evlere dağılırdık…
Kapıcı dairesinde otururlardı. Kudret Teyze sitedeki evlerin temizliğine bakardı. "Kocasından yaka silkiyor" demişti annem bir kez acıyarak bir başka komşumuza. "Yaka silkmek" ne demek bilmediğim için anlayamamıştım. Çok görmezdik kocasını. Arada sorardım ben Meyrem'e "Baban nerede." diye. Para bulacak derdi. "Para bulmak," şimdi ne kadar kandırılmış bir cümle gibi geliyor kulağa…
Para bulmaya gittiği bir seferden tam dört mevsim dönmedi. Kudret Teyze'nin yüzündeki ifade daha sertleşti sanki. Meyrem'i eve çağırmalarındaki sese daha hiddet yüklendi. Çocuklarından İbrahim ve Asya'yı memlekete, annesinin yanına gönderdi. Çok ağladı Meyrem, ben de ağladım. Çok idrak edemiyordum bu acının mantığını ama hüzünlü geliyordu saklambaç oynarken İbrahim'in, Asya'nın olmayacağı fikri. Ağladım. Ben de ağladım. Kudret Teyze de…
Bir yılbaşı sabahı Meyrem'e "akşam ne yapacaksınız"dedim.
"Annem muz verecek. Televizyon izleyeceğiz, kola içeceğiz." dedi. Gülüyordu. Güzel gözleri vardı. Hem siyah, hem büyük. Hatta "büyüyünce güzel kız olacak." derdi kadınlar. Büyüyünce güzel kız olmuş gerçekten…
Meyrem'in babası "para bulmak" için gittiği çok uzak memleketlerin birinde batağa saplanmış. Öldürmüşler sonra. Çok ağladı Meyrem. Ben de ağladım. Olanları fazla idrak edemiyordum ama arkadaşımın babasının bir daha hiç olmayışı çok hüzünlü geldi, ağladım…
Annem, Meyrem ile oynamama tuhaf biçimde yasaklar koyuyordu artık. Onunla hiçbir yere gitmeme müsaade etmiyordu. Yalnızca Meyrem'in bize gelmesini kabul ediyor, hiçbir şartta benim onların evine girmeme izin vermiyordu. Anlamıyordum. Anneme içimden kızıyordum.
O yıl taşındık biz. Çok uzak bir başka şehre gittik. Meyrem, bana uyumsuz çok fazla boncuğun dizildiği bir bilekliği hatıra verdi. Ben de ona annemin doğum günümde aldığı bebeğimi. O zaman bir hediyenin bir başkasına hediye edilemeyeceğini bilmeyecek kadar çocuktum. Ama Meyrem'in gözündeki ışığın hatrına şimdi olsa yine yaparım bu hatayı. Bilerek de olsa yaparım. O günden sonra ömrümdeki hiçbir hata Meyrem'in gözündeki o mutluluk gibi bir başkasının sevincine dönüşmedi çünkü. Dönüşemedi…
Meyrem'i hiç görmedim ben sonra. İbrahim'e ne oldu, Asya nerede, babalarının asıl ölüm nedeni ne diye çok merak ettim, bazı zamanlar Kudret Teyze'yi anımsadım ve bazı davranış biçimlerini anlamaya başladım. Ama ne Kudret Teyze'ye ne de diğerlerine bir daha hiç rastlamadım…
Çok yıllar sonra bir gün, -geçenlerde- haber aldım ki Meyrem halasının oğluna kaçmış. Hamileymiş şimdi. Çocuğu sakat doğacakmış…
Ömrümden geriye kalan anılardan Meyrem'e ait olan da muhafaza etmem için kutuda saklı. Birbiriyle uyumsuz boncukların bir ipe dizildiği bileklik…. Acaba benim annemin doğum günümde aldığı, ona hediye ettiğim bebek de duruyor mudur. Saklamış mıdır. Yoksa hırpalanmış bir hayatta değil o bebeği, o bebekten çok daha değer yüklü anılarını bile koruyamamış mıdır. Kestirmiş midir saçlarını. Gözleri hala kocaman ve güzel midir şimdi. Nasıl doğurur bebeğini Meyrem. Nasıl katlanır, kat izi bıçak kesiği gibi derin şekilde ömründe yer olan bunca acıya…. Bu acının gerçekten doktorlarda herhangi bir devası bulunamamış mıdır… Hiçbirini bilmiyorum….
Belki ona hediye ettiğim bebeği saklamıştır Meyrem, belki kızı olursa eğer, kızına oyuncak yapar, belki unutmuştur ya da beni. Benim de hayatın acımasızlığı içinde bazılarını ve bazılarından hayatıma sızan anıları unutmak zorunda kaldığım gibi…
Anıların dağılmasına izin vermemek lazım. Biliyorum, onların muhafaza şekli bir kutu değil ama benim elimden daha iyisi gelemedi. Anılarınıza sahip çıkın. Sobanın yanına getirilmiş eprik, mavi bir leğenin yanında banyo huzuru öyle uzak ki. Meyrem öyle uzak ki…
İyi seneler Meyrem. Seni ve çocukluğumu çok özlemişken, "yine gelen bir yıl olmasın, yeni gelen bir yıl olsun" bu gelen…
Not: Yazıyı bitirmeme çok az kala Şükriye Tutkun'un şarkısı takıldı dudaklarıma. İstedim ki başlığı da bu olsun yazdıklarımın.
"Bilsen şimdi neredeyim
Çılgın gecelerdeyim
Uzun bir seferdeyim
Gücüm yetene kadar
Gonca güllerim vardı
Burcu, burcu kokardı
Rengi soldu sarardı
Sevip, tutana kadar…"
* "Meyrem'i madem bu kadar özledin, Facebook'tan ulaşsana ona?.."
* Senin Facebook'un benim Meyrem'e gidecek yoluma dümen olmaz. Ne Meryem, ne de ömrümdeki diğer güzel gözlü, gerçek hiçbir arkadaşım Facebook'ta kendine profil oluşturamaya zaman ayırmayacak kadar "gerçek" hayatlar kurdular(!.)
...
Herkes bir dolu şey söyledi, yazdı, çizdi, sevabını, günahını işledi bu oluşumun. Ben boncuk çevirmeyi sevmiyorum. Ama madem yeri geldi, çok şey de olsa bu hususta aktarılacak, ben birkaç cümleyle toparlamak isterim. "Nasılım" sorusu sorularak, balık armağan ederek, sek rakı ikramında bulunarak, isim analizleri yaparak, hepsini geç bunların hiçbirinin gerçekle alakası olmadığını bilecek kadar aklı başında olarak bunları yapmak… İlkokul yıllarımdan bu yana neler geride kaldı. Tutup şimdi bulsam oradan Ahmet'i, Ahmet bulsa beni… Anlatsam anlayabilir mi; anlatsa dinler miyim. Birileri ömrümüzde yer tutması gerekiyorsa tutar, bu öneme arz olmamışsa zaten anılarda kalmalıdır, arada hatırlanmalıdır hepsi o kadar. Her şeye el sürdüler, hepsine dahil oldular, hiçbir mahremiyet bırakmadılar. Çocukluk yılları ve arkadaşlıkları en kutsal mahremiyetleridir insanın. Bunlara el uzatılmasına boyun eğecek kadar aciz olmayın. Ahmet'i geçen onca yıldan sonra çok ucuz bir yalanla bulmanın fayda getireceğine zaten hiçbiriniz inanmadınız, inanıyor gibi yapmayın. İzin vermeyin, anılar bu haliyle güzel. Ahmet yıllardır yanımda olmamışsa, ben onun hayalinde yeniyetme halimle, o benim fikrimde tembelliğiyle kalmalı. En güzeli bu. Ötesine çomak dürtmek kimseye fayda sağlamadı, sağlamıyor, sağlamayacak…
Sarahatun Demir sarahatun@mynet.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Üç kuruşluk papara |
|
Ey ahali ! Görürdünüz ya beni, yerleri ovup silerken hani
Bu rezil kasabada Güney'de, bu köhnemiş cenabet otelde
Bakardınız aval aval ve bir teklik atardınız
Havanız artsın diye "Ne kadar da cömertsiniz !"
Ama bilmezdiniz hiç kiminle dans edersiniz. Hayır. Karşınızda kim var bilmezdiniz...
Ey ahali ! Görürdünüz ya beni, bilmem kimin dizinin dibinde oturmuş resimlerle yani,
Bu rezil şehrin, Bu köhnemiş cenabet şehrin tepesine reis bile yapmıştınız ya hani !
Bakardınız aval aval ve bir keklik gibi yatardınız,
Bilemezdiniz hiç kiminle dans edersiniz, karşınızda kim var bilmezdiniz...
Ama durun bakalım karanlık basınca bir gün,
Bir çığlık duyacaksınız geceyi yırtan, "Kim acaba ?" diyerek fırlayacaksınız yataktan
Ben hınzır bir tebessümle yerleri silerken hala "Ne sırıtır bu ya ?" diye soracaksınız
Anlatayım da öğrenin o zaman :
Bir korsan gemisi açıkta, adı Kara Kadırga, ve bir kurukafa pruva direğinde
Buraya gelmek üzere
Ama durun bakalım karanlık basınca bir gün, belki Kasım belki Temmuz zamanı,
Bir çığlık atacaksınız geceyi yırtan, "Kim acaba ?" diyerek fırlayacaksınız yataktan,
Ben hınzır bir tebessümle rejimin altını oyarken, "Ne sırıtır bu ya ?" diye soracaksınız,
Anlatayım da öğrenin o zaman :
Bir korsan gemisi alenen açıkta, adı da Kara Kasımpaşa Kadırgası,
Ve bir kurukafa pruva direğinde, prova tamam, buraya gelmek üzere...
Siz cici beyler, tersleneceksiniz hala; "Hey sürtük, elini çabuk tut, yerleri bitir ve çık hemen üst kata derdin ne senin ya ? Ekmek kapın burası !"
Toslarsınız bahşişi ve gözlersiniz gemileri ama ben sayıyorum şimdiden kellelerinizi
Bir yandan da yatakları yapıyorum sessizce
Bu rahat döşeklerde kimse uyuyamayacak tatlım, kimse ! Hiç kimse !
Siz cici beyler siz cici hanımlar, sizi gidi beni beğenmezler, tersleneceksiniz ama;
"Hey Biraderim, elini çabuk tut, mevcut rejimi bitir ve çık hemen üst kata,
Derdin ne senin ya ? Ekmek kapın da burası sana rolünü biçen de burası !"
İşte böyle deyip toslarsa yüklüce bahşişi ve gözlersiniz gemicikleri, icraatın içini,
Ama ben sayıyorum şimdiden kellelerinizi, bir yandan yatakları yapıyorum sessizce,
Gelecek endişelerinden döşeklerde kimse uyuyamayacak rahat, kimse, hiç kimse ..!
Sonunda bir gece çığlığı duyunca diyeceksiniz : "Ne bu gürültü ya ?"
Göreceksiniz beni orada pencereden bakarken, diyeceksiniz : "Nereye bakar bu ya ?"
Anlatayım da öğrenin o zaman :
Bir gemi var biliyorum Kara Kadırga, limanı dönmek üzere
Ve topları dizilmiş güvertesinde
Sonunda bir gece çığlığı duyunca, diyeceksiniz : "Ne bu gürültü ya ?"
Göreceksiniz beni orada pencereden bakarken ve diyeceksiniz : "Nereye bakar bu ya ?"
Anlatayım da öğrenin o zaman :
Bir gemicik var biliyorum, Kara Kasımpaşa Kadırgası, rejimin içine etmek,
Limanı dönmek üzere ve oluk oluk parayla alınmış topları, dizilmiş güvertesinde...
Şimdi beyler ! Yüzünüzden o rahat gülüşü silseniz iyi olur
Kasabanın tüm evleri yerle bir oluyor, bu cenabet kasabada taş üstünde taş kalmayacak
Bir tek bu ucuz otel dimdik ve ayakta bağıracaksınız; "Neden ona birşey yok ?" diye
Evet. Diyeceğiniz bu olacak sadece : "Neden dokunmadılar ona ?"
Şimdi yalaka medya beyleri, yüzünüzdeki o rahat gülüşü silseniz iyi olur, mahallenin tüm evleri yerle bir olacak mahalle baskısıyla, bu cenabet mahallelerde taş üstünde taş kalmayacak, şimdilik bir tek o ucuz kellelerin oteli dimdik ayakta. Bağıracaksınız : "Neden ona bir şey yok ?" diye. Evet. Diyeceğiniz : "Neden dokunmadılar ona ?"
Bütün gece gürültü-patırtı arasında düşüneceksiniz kim yaşar orada, yukarıda
Ve sabah göreceksiniz beni otelden çıkarken, iki dirhem bir çekirdek saçımda bir kurdela
Ve malum gemi Kara Kadırga, bir bayrak çekecek direğine
Bir alkış tufanı yeri göğü inletecek
Önünüze atılan bu gürültü-patırtı arasında, düşünemeyeceksiniz bile kim yaşar o ucuz kellelerin yaşadığı otelde. Her sabah bir parmak bal çalacağım ağzınıza, iki dirhem bir çekirdek ahkam keseceğim ele geçirdiğim ekranlarınızda.
Ve malum gemi, Kara Kasımpaşa Kadırgası,
Bir bayrak çekecek direğine Menemen'den kalma, bir alkış tufanı yeri göğü inletecek, bindirilmiş kıtalar nasıl olurmuş hepiniz görecek...
Tam öğleyin rıhtımda iğne atsan yere düşmez kalabalıktan hayalet gemiden süzülenler, gölgeler gibi dolaşacak ortalıkta ama kimse göremeyecek onları ve zincire vuracaklar tekmil ahaliyi, getirip karşıma dikecekler ve soracaklar bana :
"Şimdi mi gebertelim bunları yoksa sonra mı ?" Bana soracaklar :
"Şimdi mi bitirelim işlerini, sonra mı ?"
Zamanı geldiğinde rıhtımda, iğne atsan yere düşmez kalabalıktan, hayalet gemiden süzülenler, takıyye gölgeler gibi değil ayan beyan dolaşacaklar ortalıkta ama kimse göremeyecek onları. Ve zincire vuracaklar tekmil ahaliyi, yalaka medyası, demokrasi havarisi kalemşörleri dahil getirip karşıma dikecekler ve soracaklar bana :
"Şimdi mi bitirelim işlerini, sonra mı ?"
Tam öğleyin oracıkta, yaprak kımıldamaz iken rıhtımda
Bir canavar düdüğü duyulacak uzaklardan ve ölüm sessizliğinde :
"Tam zamanı !" diyeceğim onlara "İşte şimdi tam zamanı !"
Yığacaklar cesetleri üst üste sonra ve ben bakıp diyeceğim ki :
"Öğrendiniz mi şimdi ?"
Ve gemi, Kara Kadırga, açık denizde kaybolup gidecek, güvertesinde onun
Bir tek ben
Tam zamanında oracıkta, yaprak kımıldamaz iken rıhtımda, susturulmuş kıtalara dönmüş olacak ucuz kelleler. Bir canavar düdüğü duyulacak uzaklardan, Madımak misali. Ve ölüm sessizliğinde : "Tam zamanı, işte şimdi tam zamanı !" diyeceğim, üstelik : "Öğrendiniz mi ?" diye de ekleyeceğim. Ve Kara Kasımpaşa Kadırgası, artık gemi gibi kaybolup gidecek açık denizde, güvertesinde ise bir tek ben...
Bertolt Brecht'in Korsan Jenny'sinden
Üç Kuruşluk Papara'ya... Üstelik ne gerek var kaporaya !
asesen@kahveciyiz.biz
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş YEŞİL DEVRİM... |
|
( CUMHURİYETİ VURAN ÖRTÜ !..)
Rusya da çarlık dönemini kan dökerek, yerle bir eden Marksist harekatın sonunda,
dünya adına KIZIL DEVRİM denilen;
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ( S.S.C.B ) ile tanışmıştı...
Şimdi Türkiye de ise kansız bir devrim yapılıyor,bunu adıysa YEŞİL DEVRİM olacak!..
Devrim yapılıyor diyorum, yapıldığını ise yazamayacağım.
Çünkü yapıldığında yaşamıyor olabilirim!..
Öyleyse gelin şunun adına, süreçten geçen YEŞİL EVRİM diyelim.
Bakın bu evrim döneminde,devrime giden yolda nasıl örgütleniyorlar???
***
Hedefe götüren ana silahları TÜRBAN....
( KIZIL DEVRİM'e giden yolda Marksistlerin ana silahı ise
çarlık hanedanının zulmü ile sistemin açlık ve sefaletiydi )
İşte birilerine O çok basit gibi görülen TÜRBAN sorunu,
aslında 80 yılı devirmiş CUMHURİYET'in en büyük düşmanı ve rakibidir...
YEŞİL DEVRİM'in felsefi önderleri ise Fethullahizm ve Nakşizm...
Bu iki teorisyenik yapının önder kılınması,
İSLAMİYET'in ana şıklarını kendi doğruları ile yeşertmelerinden kaynaklanıyor.
yüzde doksanbeşi FEODAL yapıda olan TÜRK halkının,
İSLAMİYET ile saadete ereceklerine inanmaları kadar doğal birşey yoktur elbette.
Bu yapıyı iyi değerlendiren şark kurnazları!
Allah(c.c) korkusu ile ekonomik yoksulluğu birleştirince ortaya çağdaş hazretleri çıkarttılar
( Hristiyan misyonerliğinin yahuda'ları ürettiği gibi)
Kimdi bunlar? Fethullah Gülen efendi,Süleyman efendi,Zahid Kotku efendi...
Ekonomik güçleri ile siyasal güçü yaratan bu efendiler;
o flim kahramanı yüzüklerin efendisi kadar efendilerdi işte
Işık evlerinde, siyaset bilimcisi imamlar yetiştirdiler.Kadınları "mukabele "adı altında
ev örgütlenmelerinde kullandılar.
Peki bu sırada Cumhuriyet çocukları ne yapıyordu?
Ne yapacaklar; O bar benim şu gazino senin, içkili şen şakrak akşamlarda;
eğlenceler, vur patlasın çal oynasın gidiyorlardı...
tv lerde yurt dışı gezi görüntülerini,düğünlerini eğlencelerini
allandıra ballandıra anlatarak gösterip,
fakir-i zaruret içersinde olan halkı kinleştirdiler böylelikle...
***
İşte Cumhuriyet'in bu ahval ve behbat durumdaki çocuklarını gören feodal'ın şark çocukları
cenneti öneren ve kömür-odun -gıda yardımıyla yanlarında olan
çağdaş hazretleri kendilerine daha yakın buldular.
Artık hergeçen gün büyüyen ve güçleşen bir felsefi akım vardı.O akının adı:
YEŞİL DEVRİM di...
Sabır ve selametle örgütlenen bu islamın siyasi kanadı,
ana silah olarak kendilerine öyle bir güç seçtiler ki
bunda da çok başarılı oldular...O silah TÜRBAN'dan başkası değildi.
Çok önemsiz görünen fakat yüzde 99'u müslüman olan TÜRK halkı için
değeri ölçülemeyecek kadar kıymetli olan bir silahtı kullandıkları...
O silah bugün ülkenin en tepesinden başlayıp akın akın her tarafa yayılıyor.
ÇANKAYA 'DA,YÖK' DE, ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINDA,BAKANLAR KURULUNDA,
BAŞBAKANLIKTA,MERKEZ BANKASI BAŞKANLIĞINDA VS.VS.
YANİ HAVADA,KARADA VE DENİZDE;
CUMHURİYET'in en önemli mevkisi neresi ise orada
Siz hiç bakmıyor musunuz? komşunuza, en yakın mesai arkadaşınıza bir bakın hele
Sokaklara,mahallenize,diskolara,cafeteryalara,mini etekli kızların yanına filan bakın işte
Her yerde o Silah var.
Ve CUMHURİYET'in üzerine çevrilmiş durumda
Çoktaan teslim oldukta,kelepçelenecek saati bekliyoruz!..
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
GÜL TADI
Yârin dudağından derlenmiş
Gül tadında
Bir mektup geldi bana
Özlem özlem koktu
Ateş taşıdı yangınıma.
Yârin dudağıyla demlenen
Gül- diken mektup
Hançer hançer değdi cana
Tutkumu boyadı kana.
Yârin dudağıyla bezenmiş mektup
Ses oldu gönül bülbülüme
Dinledim öpücük saçan ötüşünü
İçtim sevdayı kana kana
Erhan Tığlı
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Sevgili KM Dostu,
Sağlığınız bizim için önemlidir,
Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.
Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.
Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.
Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...
Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
Randevu için: Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)
IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr
Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.
Yazarlarımızın Kitapları
Merih Günay "Martıların Düğünü" |
Nesrin Özyaycı "Işık -II-"
|
Temirağa Demir "Her kardan Adam Olmaz"
|
|
Şadıman Şenbalkan "Şehit Analarımızın Çığlıkları" |
|
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Televizyonlarımızda halen yayınlanmakta olan bir yarışmanın flash oyun versiyonu.. http://www.extremoyun.com/oyunoyna.asp?Gid=2418&CId=5 Büyük Teklif (Var mısın Yok musun?) .. Yükleme tamamlandıktan sonra DEAL butonuna basarak oyuna başlayın, önce kendiniz için 1'den 26'ya kadar numaralandırılmış çantalardan birini seçin, bu çanta oyun sonuna kadar yada siz yapılan tekliflerden birini kabul edene kadar sizde kalacak, çanta seçimini yaptıktan sonra oyun başlıyor, 6 adet çanta seçerek çıkan ikramiyelere göre tercihlerinizi yapın, her bölümün sonunda kasa size bir miktar para teklif ediyor, yarışmaya devam etmek için NO DEAL, teklifi kabul edip verilen paraya razı olmak için DEAL butonunu tıklayın. İyi eğlenceler..
Ruax yaşamına girdiğiniz an bu yaşamın bir parçası olup isterseniz ihalelere katılabilir, isterseniz hayvan (Rebrot, Gedia) besleyebilir, isterseniz kendi ilgi alanınıza giren derneklerde sohbet edebilir, isterseniz Ruax forumlarında zamanınızın nasıl geçtiğini anlamadan gezinebilir, isterseniz çiftçi, isterseniz bir tasarımcı, isterseniz Ruax'ın ilk spor oyunu Axur'da çok iyi bir Axur oyuncusu olabilirsiniz. http://www.ruax.net/ Bir oyundan çok bir yaşam olarak ilerleyen Ruax, kendi ekonomisi kendi eğlence dünyası, kendi kültürü, kendi fiziksel kuralları, kendi kanunu ve Ruax yaşamı içindeki kişilerin düşünceleriyle şekillenen bir yaşamdır.
http://www.binbirkanal.com/ Bilgisayarınıza herhangi bir program yüklemeden online olarak TV izleyebilmenizi sağlayan bir web sayfası.
Web sayfalarınızda, sunumlarınız veya eğlencelik çalışmalarınızda kullanabileceğiniz animasyonlar için http://www.animation-central.com/ gif formatındaki animasyonları istediğiniz kadar indirebilirsiniz. Hepsi ücretsiz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|