|
|
|
17 Ocak 2008 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Muhafazakarlık yetmedi be adamım!.. |
Merhabalar,
Bugün günlük politikanın dışına çıkıp, iyi ve güzel şeylerden söz etmeyi planlıyordum ama olmadı. Sevgili Suat Sungur'un yeni oyunu "Babamla Dans"a rezervasyon yaptırdığım halde mücbir sebeplerle bir hafta ertelemek zorunda kaldım. İşte bu oyunu seyredip sizinle dedikodusunu yapmak istiyordum ama beceremedim. Haftaya iki elim kanda olsa oyundayım Suat. Harika bir iş çıkardığına adım gibi eminim. Görüşürüz. İlgilenenler için bir ufak not, "Babamla Dans" Profilo Alışveriş Merkezi'nde her Çarşamba saat 20:30'da. Panomuzda afişini görebilir, tıklayarak web sitesine ulaşabilirsiniz.
...
Haber sitelerinde dolaşırken rastladım, THY yeni kıyafetlerini Cemil'e değil Vakko'ya ihale etmiş. Boşboğazlığın vardığı noktayı göstermesi açısından ilginç. Dans ettiği adamları tanımadığı ne kadar da belli. Neyine güvenip kendine muhafazakar eşcinsel yaftasını yapıştırırsın a Cemil? İşte sonunda belki bir yılını daha kurtaracak işten de olursun, milletin gözünde çaptan düşüp yalakanın hası olarak ta anılırsın. Şimdi neler diyecek merakla bekliyorum. Merakla beklediğim bir başka şey daha var. Tayyip Bey Anayasa'yı beklemeden bir cümle ile türban meselesini halledeceğini söylemiş, işte ben o cümleyi merak ediyorum. Beklerken kafamda da türlü cümleler uçuşuyor.
• "İnternette yaptığım araştırmalardan anladığım kadarıyla türban bir İslam geleneği değildir. O nedenle bundan böyle türban sözcüğü literatürden çıkartılacak yerine "Baş Örtüsü" konulacaktır." (Türban gitti kavga bitti!?) • "Emine Hanım'ın keşfettiği yeni türban problemin çözümüdür. Alt kat saç imajı, üst kat örtü imajı verecek şekilde tasarlanan Çift Katlı Türban piyasaya bakan çocukları eliyle bol miktarda sürülecektir." • "Halkın %53'üne türban görmez gözlük dağıtılacaktır." • "Türban yediden yetmişe herkesin başına geçirilecektir." • "Türbanlı kadın barındıran evlere iki misli fazla kömür, türban başına ekstra 10 kilo kışlık erzak verilecektir. Eşantiyon olarak dağıtılacak kınalar da komşulara hediye edilecektir."
Bunlar benimkiler. Bekleyelim, bir de onun cümlesini görelim bakalım. Esenkalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
Cem Özbatur
|
|
Deryaneval : Derya Ongun DUYGULARIN KOKULARI, KOKULARIN RENKLERİ |
|
Güzel müziklerin coşturduğu duygular şahane kokular yayar mı...... Ya da enfes kokular doyumsuz notalar duyurur mu kulaklara........ Önünde diz çöktürecek kadar güzel manzaralar ağızda en sevdiğiniz lezzeti uyandırır mı....
Görmeyen birisine renkleri nasıl tarif edersiniz, belki de bu tanımlarla, ve işte evet, bu tanımlar görmeyen kişinin en esasında "gören ama gözüyle görmek kafesine kapatılmış" bizlerin farkına varamadığımız gerçek gözüne gösterir anlatılanı...
Görmemek değil, o bambaşka bir travma, görememeyi, gözlerle görememeyi anlam veremediğim bir korkuyla duygularıma şifrelemiş olan ben, herhangi bir durumu daha derin algılamam gerektiğini düşündüğümde bunu en "korktuğum" şeyi hayal ederek kendime örneklemeye çalışıyorum zaman zaman. Belki de bir anlamda "korkularla" yüzleşme ayini yapıyorum kendi kendime. Örnek vermem lazım bu noktada, yoksa "ilginç olmak adına anlaşılmaz cümlelerle karmaşık ifadeler" dekorunun arkasına saklanan "boş konuşanlardan" sayılmam kaçınılmaz olacak. Diyelim ki muazzam bir müzik eşliğinde bir manzara seyrediyorum, görüntü o kadar coşku verici ki müziğin de katkısıyla, kendimi buna bir anlamda "layık görmem" gerekiyor.
Örnek geliyor:
Çok seneler evveldi, Taksim'de tam meydana bakan bir ofiste çalışıyordum ve kapının önünde o Taksim meydanına eşsiz bir etnik ve görsel çeşni katan çiçekçiler konuşlanmışlardı, bilenler hatırlar, Taksim meydanındaki köşe bina, hani giriş katında Air France'ın olduğu, işte o köşedeydi çiçekçiler. Çingeneler dediğimiz, babamın tabiriyle esmer vatandaşlar. Çingeneler bana göre de çocukken annemin bana aldığı Paprika isimli romanda okuduğum en keskin ve güzel bakışlı yakışıklı ve bıçağı güzel kullanan atletik erkeklerle bellerine kadar inen uzun gür saçlı, ince belli, rengarenk elbiselerini savurarak müthis danslar yapan ve geleceği bir bakışta bilebilen kadınlardan oluşan özgür ve eğlenceli ırk idi. İşte onlara biraz gıpta, az ürkme ve ama kesinlikle sevgiyle bakar, orada olmalarından duyduğum memnuniyeti günaşırı onlardan çiçek alarak ifadeye çalışırdım.
Ailemin sanırım, bana hatmettirdiği "pazarlık yapmak ayıptır" ezberini tam anlamıyla hala daha uyguladığım o yaşımda, ki 20'li yaşlarımdan bahsediyorum, onlarla pazarlık "yapamadığım için" yapmaz, ve ama bu eksikliğimden dolayı da onların gözünde "harbî ve cömert kız" ünvanını aldığımı bana satın aldığım çiçeklere her seferinde ekledikleri "hediye buketler" sayesinde anlar ve sevinirdim kendi kendime, içten içe. İlginç bir sevgi vardı aramızda onlarla, çok da cümlesi kurulmayan ve ama hani ha gayret iyi birşey başıma geldiğinde yanlarına gidip anlatıp kucaklaşarak onlarla paylaşmanın bana garip gelmeyeceği kadar sessiz bir karşılıklı kanka durumu mevcuttu, düşündüm de gene, pek hoşmuş.
Bu 5-6 çiçekçinin içinde bir Yalovalı vardı, esmer bir çingene, ona herkes Yalovalı diyordu ve ben çiçeklerimi hep ondan alırdım, o da bir kollardı beni, akşam geç saatte işten çıktığımda otobüs durağına kadar ayakta durup gözleriyle beni yolcu ederdi, bu durumu otobüse binerken dönüp ona el sallamak derecesine kadar getirmiştim zaman içinde. İşte o Yalovalı (adını hiçbir zaman merak edip sormadım, umarım hala hayattadır) bana birgün teneke bir konserve kutusu içine dikilmiş şekilsiz diyebileceğim kadar amorf görüntüde bir kaktüs hediye etmişti, sıradan ve bol dikenli bir kaktüstü. Hediye olduğu için değil, sadece konserve kutusunun ofiste yakışık almayacağını düşündüğüm için alıp eve getirmiş ve camımın önüne yerleştirmiştim. Annemin
- "kızım, ben şu menekşelerle zaten zor uğraşıyorum, nedir bu kenarları paslı teneke kutu, şimdi sen buna su da vermezsin"
söylenmelerine
- "anne, o bir kaktüs, bunlar sulanmıyor, oda benim, camdaki kaktüs de benim, karışma ya aa"
demiştim, Tanrı'm bunu daha sık hatırlamam lazım, çiçek değil belki ama ben bugün oğullarımın odalarına koydukları birsürü şeye böyle itiraz eden ben, nasıl bunu düşünememişim, aynı cümleyi anneme kurduğumu yani. Bunu unutmamam lazım..
İşte o kaktüs, camımın içinde kendi kendine varolmaya başladı, kah su verdim, kah unuttum, camdan giren güneş ve altındaki kalorifer peteğinin yardımlarıyla hayatta kaldı yazık. Yaz geldi, birgün işten eve döndüğümde camın önünde, perdeyle camın arasında duran kaktüsün perdeye tuhaf bir şekilde yaslanmış olduğunu gördüm odama girdiğimde. Perdeyi açtığımda kaktüsün tam ortasından kocaman uzun bir sap uzadığını ve o sapın da ortasında kocaman bir tomurcuk belirdiğini gördüm. İrkildim.
İçgüdüsel bir şekilde kaktüsü aldım, kendime bir içki koydum, bir müzik eşliğinde sehpanın üstüne yerleştirdiğim kaktüsü seyretmeye başladım. Hayır, daha evvel böyle birşey yapmamıştım, böyle bir bilgim yoktu, neyi ne neden ve ne bekleyerek seyrettiğimi bilmiyordum açıkçası ama çok da beklemem gerekmedi, zira o konserve tenekesine dikili hediye kaktüsümün ortasından uzayan sapın ucundaki tomurcuk gözümle takib etmemi sağlayacak süratte ve ama tadını çıkartmak adına müziği ve içkimi yeniletecek rehavette açmaya başladı. Doyumsuz bir seyirdi, sanki o şekilsiz kaktüs kendisini odama getirdiğim, en çok kendimle kalmayı sevdiğim tek yerim, tek özel sığınağıma onu da kabul ettiğim için uzun uzun düşünmüş, tüm içsel imkanlarını kullanmış ve sonunda bu şöleni hazırlamıştı bana.
Bu kadar şiirsel ve uhrevi olmasa bile, bu yoğunlukta bir his uyandırıyordu bende açacak olan çiçeğin görünüş ve güzelliğinden bihaber olarak. Saatle ölçülebilen bir zaman diliminde karşıma nefes kesici güzellikte detayları olan kocaman bir çiçek çıktı, gözümün içine bakar gibiydi, renklerinin çeşitliliği, yaprak ve antenlerinin kıvrak ve işveli uyumu, sapın ucunda hafif bir kırıtmayla mağrur yükselişi içinden çıktığı o heryeri dikenli şekilsiz ana gövdenin aslında içinde mücevherler saklayan ve tebdil-i kıyafet yapmış bir hazine sandığı olduğu hissini uyandırmıştı bende.
Bu görüntü şöleni, o uzun sapın ucunda bana resitalini nazlı nazlı salınarak yapan kocaman çiçeğin büyüklüğünden dolayı ağır gelmesi ve belirdiği süratte yerçekimine yenik düşerek solması ve kelebekten daha kısa yaşayan ve ama en az kelebek kadar güzel olabilen başka canlılar da olduğunu öğretmesiyle sona erdi ve ben elimdeki içkimin son yudumunu da bitirerek müziği de kapattığımı hatırlıyorum.
Akabinde ise nedense kör birisine bunu içimden anlatmaya çalıştım, görüntü damağımdaki tad ve kulağımdaki müzikle öyle ayinsel bir kompozisyon yaratmıştı ki, bunu ancak görselliğini yaşayamayacak birisine tarif ederek duygu matriksime şifreleyebilirim gibi bir dürtüden yapmış olsam gerek.
Örnek bitti, gelelim anlatmaya çalıştığıma devam etmeye. Karışık oldu ama anlaşılmaz olmadı sanırım... Güzel müzikler dinlerken neden hep birşeyler içmek isteriz, ya da mis gibi bir koku aldığımızda, en azından bende böyledir, neden en sevdiğim müziği duyar gibi olurum, çok dokunaklı bir an ya da seyri doyumsuz bir manzara karşısında neden aklıma en azından bir fincan mis gibi dumanı tüten kahve gelir...
Çünkü gözün gördüğünü ruh kendi lisanıyla söyler bana, gözün ilettiği doyum/haz, esas kimliğimizde farklı şifrelenmiştir, aslında o hep böyle söylemiştir de, duyuramamıştır sesini, hala daha duyuramadıkları olduğu gibi aynen.
Hiç öyle "kendimle barıştım, ruhum beni ben ruhumu duyuyoruz" falan gibi söylemlere girmiyorum, hayır, sadece bende uyanan bu bana göre "şuur"u, belki de sesini duyuramayan ruhu taşıyan birtakım kişilere "çalar saat" vazifesi görür de uyanan benlikler içlerindeki ruhlarla sonunda haberleşebilir ümidi, ya da belki sadece uyanan şuurumu yazarak kendime tekrardan, kayıt altına alarak, sabit kalemle , bir daha silinmemek üzere, yazmak telaşı...
Baktım yağmur yağıyor İstanbul'da, hem de çığlık çığlığa yağıyor yağmur! Penceremden görünen yol ve kenarındaki ağaçların son bir gayretle sonbahara direnen yarı sararmış yaprakları, onları kadife doku ama şelale telaşıyla döverek yıkayan yağmurun altında gönüllüce ıslanan ve hoyrat darbeler altında memnun ıslaklar olarak duruyorlar. Yapraklar kah yere düşüyor, kah bir alttaki dalın kenarına takılıyor, asfaltta oluşan küçük gölcükler geçen arabaların lastiklerinin açtığı oluklarla birbirlerine birleşip daha büyük göller haline geliyorlar ve derken o göller pırıl pırıl küçük nehirler olarak farklı kollardan akıyorlar. Dehşet güzellikte bir tabiat senaryosu Gayrettepe'nin sokaklarından birinde kostümlü prova yapmakta.... Ve ben bu manzaranın karşısında, gören gözlerimle yetinmeyip gidip kendime bir kahve yapıyor ve döndüğümde ise aynı gösterinin karşısında ağzımda tatlı/buruk kahve lezzeti, burnumda ciğerlerime çekmekten keyif aldığım mis gibi kahve kokusu ile yerimi almışken bununla da yetinmeyip bir de müzik seçiyorum fona.
Bunları nasıl böylesine doğal bir sıra ve isabetli seçimlerle tereddütsüz ve başarılı becerebildiğimi aldığım zevkin artarak devam etmesi karşısında sorguladığımda ise, işte yazıya başladığım satıra geliyorum.... Bu noktadan itibaren bu yazım sonsuz olabilir, sarmal olabilir, buradan başa dönüp, hiç bitmeden , bitirmeden devamlı okunabilir, aynen hayat gibi, seçtiğimiz herşeyi istediğimiz kadar tekrar tekrar yaşayabileceğimiz ve sarmallaştırabileceğimiz gibi....
Neye niyet neye kısmet, nasıl başladı ve nasıl bitemedi.... bitirmek istememiştim zaten... aynen hayat gibi.....bitmedi......
Derya Ongun
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Sütlü Kahveci : Deniz Marmasan AYAZINDA SEHERİN… |
|
Bu sana son veda… Yorgun bir düşün yanmış ampüllerinin işlevsiz duylarında bir duydık. Varamadığımız aydınlıklarda gelincik bahçeleri gönlümün dağlarını kaplar gibi… Ağız değmemiş sularda arınma arzusu, zamanı kamçılarken içimdeki küçük mum hala yanıyordu. Sevdama bağdaş kurmuş gamın ağırlığıyla, akrebin vazgeçilmez bir tutkuyla yelkovanı yakalama çabasını izliyordum. Günlerden Çarşamba vakitlerden seherdi. Bulutlu bir haz, tatminsiz bir özlem ve çanların uğultusunda bir ikilem… Kalmak ya da gitmek… Yorgun gecenin kavuştuğu buruk günün ilk ışıkları yapraklara vurmadan, yaprakların nefesinde çiy taneleri… Yağmur sonrası gökkuşağının vurgun yemiş renklerinin saklambacında, küçük bir kız çocuğu Newton harelerine gözünü yapıştırmış. Dumansız kışlardan miras kar kokusunda hissiz soğuğun imzası, imzada enkaz, enkazda kırılmış oyuncaklar… Beklenecek sabrın kalmadığı nutukların geçimsiz saatlerinde karalamaya mecbur avuçlar, karalamayı can tükenmesiyle öğrenirken… Kızıl çehreli kadehlerden dökülen kanda, duvar. Ördüğün duvarlardan sızan ışıkta zorunlu bir olgunluk şimdi zaman. Sarı yazlardan kalma koyu akşamsefalarının susamışlığı… Benden sana, senden sana ulaşan bir yolculuk… Tenimden dökülen nar çiçeği baharları noktalayan cümlelerin keskinliğinde vuruldum. Vurdun… Çığlığıma soluğum yetmedi. Kıydılar… Cenazenin yanına düğün kurdular… Seher doldu bağrıma.. Sen güldün, ben öldüm…
Deniz Marmasan
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu Chavez yenildi mi? |
|
Uzun bir süredir "Arka Bahçe"de yeni bir toplum şekilleniyor. Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, asi kıtanın damarlarında ki "başkaldırı" virüsünü yeniden canlandırarak, halkın bütün katmanlarıyla yönetimine katılabildiği, temsil edilebildiği, ekonomik değerlerini, kurumlarını denetleyebildiği daha katılımcı bir demokrasi inşa etmeye çalışıyor. Kimilerine göre yeniymiş gibi gösterilmeye çalışılan ama dünya tarihi boyunca varolagelmiş emek-sermaye çatışmalarının bir başka sürümü olan bu hareket, elitistlerin zenginleştiği, geri kalanların fakirleştiği "küreselleşmeyi ve serbest rekabeti" tümüyle reddediyor. ALCA'ya karşı ALBA projesiyle, Latin Amerika ve Karayipler'de "katılımcı" birlikteliği hedefleyen Chavez, Irak'ta ki savaş karşıtı tutarlı muhalefeti, Filistinlilere verdiği destekle de dışa dönük çabalar sergilemekte.
Venezuela, bağımsızlığını 1821 yılında Simon Bolivar önderliğinde İspanyol sömürge yönetimine karşı verilen mücadele sonucu kazandı. Bununla birlikte son 150 yıldır, bir çok Latin Amerika ülkesi gibi, doğal ve insan kaynaklarının ABD tarafından sömürülmesi sonucu adeta bu ülkenin uşağı haline geldi. 20. yüzyılın ikinci yarısında, dünyanın beşinci büyük petrol üreticisi Venezuela'da, neoliberal politikaların uygulanması sonucu ülkedeki yoksulluk oranı hızlı bir şekilde arttı - yalnızca yirmi yıllık bir süre içerisinde yoksulluk oranı %33'ten (1975) % 70'e (1995) yükseldi. Devlet petrol şirketi ve yabancı petrol şirketleri arasındaki usulsüz antlaşmalar Venezuela'nın petrol gelirlerinden yalnızca %1'lik bir pay almasına neden oldu üstelik ülkenin siyasetine hakim olmuş iki partili sistemin de bu adaletsiz petrol antlaşmalarında imzası bulunmakta.
Öğretmen bir anne ve babanın altı çocuğundan biri olan Chavez 28 Temmuz 1954 yılında Sabaneta, Baritas'ta doğdu. Chavez, 'melez' kökenlidir: "Baba tarafından yerli (Amerindian) ve Afrika kanını taşımaktayım ve bundan gurur duyuyorum. Benim için yerli olmak halkımızın ve ülkemizin en derin ve en hakiki köklerinin bir parçası olmak demek." 17 yaşında Askeri Akademi'ye kaydoldu; arkadaşlarıyla birlikte "Bolivarianizm" olarak adlandırdıkları sol-milliyetçi bir doktrin geliştirdiler. 1975'te, 17 yıl hizmet vereceği orduya teğmen olarak katıldı. 1977 yılında ordunun oynadığı rolden hoşnut olmayan Chavez ayrılmaya karar verdi fakat komünist bir akademisyen, Douglas Bravo, tarafından kalması ve sol adına gizlice çalışması için ikna edildi: "O'ndan çok etkilendim ve ordudan ayrılmaktan vazgeçtim. Sivil-asker işleyişinin ideolojik anlamını ve gizli olarak örgütlenebilmenin olanaklarını keşfettim" 1982 yılında Chavez diğer üç subay arkadaşıyla 'Bolivarci Devrimci Hareket-200 (MBR-200)' adında bir örgütlenme kurdu. 2 Şubat 1989 yılında Carlos Perez devlet başkanlığı görevini devraldı. Fakat, ülkenin çoğunluğunu oluşturan yoksul kesimin yaşam koşullarını iyileştirmeyi vaat ettiği politikalardan vazgeçerek 16 Şubat'ta IMF yapısal uyum programını yürürlüğe koydu. Böylece neoliberal ekonomi reformları hayata geçirilmeye başlandı; yabancı şirketlerin kârlarının %100'ünü kendi merkezlerine transfer etmelerine olanak sağlandı. Enflasyon %87'ye ulaştı, reel ücretler %40 geriledi, işsizlik %14'e ulaştı, kamu harcamaları kesildi, emekçi sınıfın aleyhine kanunlar çıkarıldı. Karakas'ın yoksul insanları, ekonomik krizin yükünü sırtlarına yükleyen bu kararlara karşı seslerini yükselttiler. Ordu tarafından bastırılan bu halk ayaklanması sonucu yaklaşık 5000 kişi öldürüldü. Sokaklarda tuzağa düşürülmüş yığınlarca ceset bulundu. 'El Caracazo' hareketi olarak bilinen bu olay Venezuela halkının zihinlerine kazındı ve bu cinayetlere ilk elden tanık olmuş ordu içindeki bazı kesimleri daha da radikalleşmeye iterek Bolivarcı Devrimci Hareket'in tekrar dirilmesini sağladı. 90'lı yıllarda Venezuela ekonomisi çöküşün eşiğindeydi ve halkın çoğunluğu Carlos Perez'in dikta yönetiminden bıkmıştı. Chavez bir grup silah arkadaşıyla Perez'e karşı 1992 Şubat ayında askeri bir isyan gerçekleştirdi: "Hükümeti devirmeye ve bir Anayasa Kongresi toplamaya yönelik stratejik bir planımız vardı… Amacımız sivil-asker birlikteliğini tesis etmekti; bu her zaman böyledir. İşçi sınıfının katılımı sağlanmıştı… İsyan gününde, bütün halkın, işçisiyle ve askeriyle sokaklara dökülerek silaha sarılacağını hayal etmiştik." Ama olaylar bu şekilde gerçekleşmedi. İsyancılar bazı kilit şehirleri ele geçirdiler fakat Miraflores Başkanlık Sarayı'ını ele geçiremediler ve Devlet Başkanı Perez kaçmayı başardı. Chavez teslim olma pazarlığı yaptıktan sonra Savunma Bakanlığı'ndan canlı yayınla ülkeye çağrıda bulundu. Onu ulusal bir lider haline getiren "sorumluluğu ben alıyorum… şimdilik" sözlerini bu konuşmada kullandı. Bu darbe girişiminde 45 yaşında bir Yarbaydı ve bu darbeden dolayı diğer 100 subay arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Hapiste Chavez ve subay arkadaşları meydan okuyan tavırlarını sürdürdüler, ordu üniformalarını giymeye devam ettiler ve dışarıyla iletişimlerini kesmediler: "Hapis bir tür okul gibidir; çelik gibi bir ruhunuz olur, inançlarınız güçlenir, sezgileriniz derinleşir." Chavez hapsedildi fakat halkın gözünde ulusal kahraman ilan edildi. Başkan Perez bütün saygınlığını kaybetmişti, kamu fonlarını kötüye kullanmaktan yargılandı ve 1993 yılında başkanlıktan azledildi. Halefi Başkan Rafael Caldera, halkın baskısını dikkate alarak, Chavez ve subay arkadaşlarını serbest bıraktı. Chavez değişimi demokratik siyasal hareketle sağlamaya karar verdi ve 1995'te "Anayasa Kongresi, şimdi!" sloganıyla bir kampanya başlatarak ülkeyi dolaştı. 1998 Başkanlık seçimlerine katılmak için 1997 yılında 'Beşinci Cumhuriyet Hareketi (MVR)' adlı bir parti kurdu. Venezuela'nın kaynaklarını yoksul vatandaşlara aktaracağını vadederek 1998 yılında %56 ile başkan seçildi. İlk icraati yeni bir demokratik anayasanın yürürlüğe girmesini sağlamaktı. Yeni anayasa sosyal adaleti öne çıkartıyor, insan haklarının kapsamını genişletiyor ve demokratik yükümlülüklerin yeni biçimlerini getiriyordu. Chavez sözlerini tuttu, başkent Karakas ve diğer şehirleri çevreleyen gecekondu mahallelerinde yaşayan yoksulların durumunda önemli iyileşmeler sağlayacak uygulamaları tek tek hayata geçirmeye başladı. Yoksul kesime parasız eğitim imkanlarını getirdi; sağlık klinikleri kurarak yoksulların sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanmasını sağladı. Bush yönetimi Chavez'e karşı düzenlenmesi planlanan bir askeri darbe için sağ kanat siyasi partilere ve medyaya milyonlarca dolar fon sağladı. Bu güçler 2002 yılında Chavez'i bir askeri darbeyle devirdi ve hapsetti. Karakas'ın milyonlarca yoksul insanı bu duruma seyirci kalmadı ve bir araya gelip 48 saat sonra Chavez'i tekrar başkanlık koltuğuna oturttu. Muhalefet yine boş durmadı. Bu sefer ülkenin kapitalist sınıfı Aralık 2002'de başta gıda ve petrol sektörü olmak üzere Venezuela ekonomisini felç edecek bir grev düzenledi. Bu lokavt tam 64 gün sürdü ve Venezuela ekonomisine yaklaşık 4 milyar dolara mal oldu. Muhalefetin bundan sonraki taktiği, Chavez'in başkanlık süresi sona ermeden önce kendi adayını başkanlık koltuğuna getirtmek maksadıyla bir referandum talebinde bulunmaktı. 15 Ağustos 2004'te referandum yapıldı ve muhalefet tekrar hezimete uğradı. O günden beri Chavez ve O'nu destekleyen 5 partili koalisyon bütün yerel ve ulusal seçimlerden zaferle çıktı. En son kazanılan zafer, 3 Aralık 2006 seçimleriydi. Chavez, Venezuela tarihinin en büyük seçmen katılımının gerçekleştiği bu seçimden oyların %62'sini alarak tekrar başkanlığa seçildi.
Chavez hükümeti, Amerikan Devletleri Organizasyonu'nda yer alan ABD'ye karşı, Küba ile dostluğunu güçlendirerek ve OPEC'teki petrol üreticisi ülkelerin etkinliğini arttırarak kafa tuttu. Bu durum petrol fiyatlarına istikrar getirdi ve yüksek petrol gelirleri Venezuela'nın sosyal programlarına gereken fonları sağlamaya yardım etti.
Chavez, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan fakat bağımsızlıktan sonraki iki
yüzyıl boyunca toplumun bir çok sektöründen dışlanmış yerli Amerindian ve Afrika etnik kökenli vatandaşlarının haklarını savundu. Venezuela hâlâ geçmişteki sömürgeci İspanyol kökünden gelen insanların egemenliği altında. Bununla birlikte Bolivar Hükümeti'nin, önceden dışlanmış ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş, nüfusun çoğunluğunu oluşturan bu insanlara yönelik iktisadi ve sosyal kanalları açmaya başlaması ülkedeki bu olumsuz durumu hızla değiştirmektedir.
Chavez şu an bu halkçı devrimini derinleştirmeye çabalamakta. ''21. Yüzyıl Sosyalizmi'' adı altında Chavez, halkın yönetime, yerel ve parlamento seçimleriyle bir kaç yılda bir oy kullanarak katıldığı temsili demokrasi yerine toplumun her sektöründe vatandaşların yönetimini ve denetimini sağlayacak bir tür ''katılımcı demokrasi'' inşa etmeye çalışmakta.
Venezuela hükümeti, işçilerin eşit oranda mülkiyeti altında bulunan yaklaşık 200.000 kooperatifin kurulmasına önayak oldu, yerel toplum organizasyonlarını ulusal meclisle birleştirerek kamu yönetiminin bir çok katmanında bu organizasyonların etkinliğini arttırmaya yönelik çalışmalar yaptı.
2 Aralık 2007'de 1999 Anayasası'nda yapılması planlanan 69 değişiklik referanduma götürüldü ve Chavez, 1998'de iktidara geldiğinden beri ilk defa "teknik olarak" seçim kaybetti; Oyların %50.1'i hayır, %49.9'u evet çıktı! Çalışma saatlerini kısaltan, Sosyal Güvenlik sisteminin dışında olan birçoklarını sisteme dahil edecek olan vb. birçok maddenin yanında, Devlet Başkanı'nın görev süresini uzatan, gerektiğinde tüm yetkileri kendisinde toplayan başka maddeler de vardı.
Karakas sokaklarının altını üstüne getiren, "Sonun Başlangıcı" diye sloganlar atan ABD destekli Chavez karşıtları zafer çığlıkları atarken şunları gözden kaçırmaktalar;
• Chavez'in referandumu az bir farkla kaybetmesi, taraftarlarının büyük ölçekli çekimserliklerinin sonucuydu. Seçmenlerin % 44'ü evlerinde oturdular. Neden? Öncelikle bunun gerekli bir referandum olduğunu ne anlamışlar ne de kabul etmişlerdi. Çalışma haftalarına ve diğer toplumsal reform önerilerine ilişkin düzenlemeler, mevcut parlamento tarafından rahatlıkla yasalaştırılabilirdi. Anahtar mesele, hükümetin başının (Avrupa'nın pek çok ülkesinde olduğu gibi) seçimine ilişkin sınırlandırmaların kaldırılması ve "sosyalist bir devlet"e yönelinmesi idi. Bu ikincisine ilişkin olarak halk tabanı düzeyinde yeterli münazara ve müzakere söz konusu olmadı.
• Bir diğer hata, önerinin bir blok olarak, tamamını kabul etmek ya da etmemek şeklinde oylanmasında gösterilen ısrardır. Eğer her bir öneri için ayrı ayrı oylama imkanı tanınmış olsa, bazı önerilerin kabul edilecek olması kuvvetle muhtemeldir. Bu, Bolivarcıları, halk tabanı düzeyinde örgütlü münazara ve müzakerelerle daha etkin bir kampanya yürütmeye zorlayabilirdi (Fransız solunun tartışmayı kazanmak için yaptığı ve AB Anayasasına karşı kazandığı gibi). Seçmenleri görmezden gelmek her zaman bir yanılgıdır ve bunu en iyi Chavez bilir.
Anayasa yenilgisi, hiç kuşkusuz Venezuella muhalefetini ve Latin Amerika sağını güçlendirecek; ama bu zaferin kendilerine başkanlığı getireceğini hayal etmek, onlar açısından tam bir ahmaklık olur. Eğer yenilginin dersleri anlaşılırsa, kazanacak olan Bolivarcılardır.
Cüneyt Göksu cuneyt.goksu@kahveciyiz.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
ÇAL da ne ÇALarsan ÇAL
Şu ÇALma işine akıl sır erdiremedim. ÇALma işi dedim de , ne menem bir İŞ'tir bu ÇALma . Söz temsili İŞ çaba ister, İŞ emek ister, İŞ akıl -beceri ister. Bu ÇALma başka bir iş :Gönül ÇALma var/Araklamakla bir tuttuğumuz ÇALma var/ÇALanla ÇALdıran var/Daha çokca vardır da aklımın ermediğini söylemiştim.
ÇALma işinin Allah vergisi olduğu da söylenir. Tahsil terbiye ile pek ilintisi yokmuş. Adamların yeteneği ne yönde gelişir bunu araştırmak ise benim görevimin dışında.
Yalınız ÇALmanın çırpma ile olan ilgisi de zihnimi bayağı bir zorlamıştır. Hadi ÇALdın diyelim, nasıl çırpılıyor bu meret ? Yumurtanın sarısı ile beyazını mikser mi ne onda çırparlar ya, onun gibi bir şeymi!Karıştırmak, hamuru mayalamak gibi bir durum hani. Ezcümle (cümleyi başından sonuna tüm olarak alırsak, özetle) ÇALdı çırptı demek , haramı helale katmak katıştırmak oluyor herhalde. Belli ki ÇALma yeteneği yalınız tek başına kafi değildir. Çırpmayı da bilmek gerekir. Bunu güreş sporundaki çırpma ile sakın ola bir tutmayın. Yanikim ÇALma çırpma sportif bir faaliyet değildir.
Efendim! ( Efendiler götürsün seni e mi? Ne kibar adamsın Baba , yazı içinde bile nazik ve inceluk dolusun. ) Biz ÇALma' yı bir enstrüman yani müzik aleti ÇALmak niyyetiyle, içimde gömülükalmış bir arzunun dışa vurumu olarak kabulle, yazımıza montajlıyalım derken nereyegetirdik. Haşa sümme haşa , Yurdumun İnsanının üçüncü paragraftaki ÇALma laflarıyla bir güna uzaktan yakından ilgisi yoktur. ÇALa kalem yazılmış bir laf kalabalığı işte. Siz boşverin böyle şeyleri, haydi hep beraber "ÇALsın sazlar -oynasın kızlar-hayda hayda di hayda-her gece barda-gönlüm hovarda"OHH be işinmi yok senin ÇALanla çırpanla. İsteyen alet edevat ÇALsın nağmeli, isteyen nağmesiz. Bir dişin bile yok, bu gibi lafları yut gitsin! çiğnemeyemezsin bile.
Müzik aleti çalanlara ÇALgıcı denir. Vatanın muteber evlatlarından Piyano ÇALgıcısı Fazıl Say bir söz söyledi, pir söyledi ancak kendini müzik üstadı sananlar aldılar sazı ellerine demediklerini bırakmadılar "Giderse gitsin" "Yok efendim kaçmasın mücadele etsin" "Kanla irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti, öyle piyano tuşlarında gezinmek değilmiş vatanı sevmek"
Hepiniz iyi hoşsunuz da ağabey , adam ÇALgısıyla mesaj veriyor besteleriyle , konserleriyle . Baktı ki pek anlayan yok, bu kadar çuvalla laf yapılan deryamızda bizde iki laf edelim demiş. . Dedi de ne oldu? Testiyi dolduranda bir-Kıranda bir olduktan sonra. .
ÇALkalamak ise ayrı bir yetenek gerektirir. Edebiyatımızın mani kültürüne düşen şu deyişi bilmeyen yoktur"ÇALkala yavrum ÇALkala -Ateşte düştü şalvara"Yurdumun eğlenmeyi pek seven insanımızın ÇALkalaması görülmeye değer bir renktir, hemi de penbe. Bu arada ÇALkalarken gerdan kıvırmak ayrı bir hoşluk katar ÇALkalamaya. Vidaları gevşek olanlar çook iyi kıvırırlar. Kıvırmak, ÇALkalamanın ayrı bir versiyonudur.
Geçen gün Hürriyet yazarlarından SN. Mehmet Y. Yılmaz'ın -O dayansa da sen dayanamazsın!" köşe yazısında (Kazablanka Filminin) en ünlü repliğinin "BİR DAHA ÇAL SAM" olduğunu vurgularken yaptığı tespit, beni, seven ve sevilenlerin kesinlikle birbirlerinin yokluklarına dayanamadıkları hakkındaki öz düşüncemizin ne kadar doğru olduğuna götürdü.
ÇAL kelimesine -hecesine haksızlık yapmanın da alemi yok.
Ben , size Atatürk'ün şu sözüyle veda edeyim.
"TÜRK, ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN"
Beltan Göksel
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
|
Kahveci : Mete Çağdaş İBADETİN SUYU ÇIKTI!. |
|
Şimdi moda kıbleyi bulmak oldu!..
Görür görmez yatacaksın...
Herifcioğlu uçakta kavga çıkartmış!
"İllaki kıblemi isterim,bana kıbleyi gösterin" diyerek,
bağırıp çağırmış hosteslere...
Yahu!.. Kıble gördüğün değil,hissettiğin yerdedir...
Bu ne şımarıklık, bu ne ukalalık böyle???
İktidarın muhafazakar olması,
milletin senin hizmetinde muhafız olmasını sağlamaz...
İbadetini benim için mi yapıyon, Allah için mi?
Gösteriş olsun diye ibadet yapıyorsunuz,
Ondan sonra milleti de aha böyle dinden soğutuyorsunuz!..
Senin maksatın namaz kılıp ibadetini yerine getirmek mi,
kıbleye ray döşeyip, tren olmak mı (!)
Herşeyin başında kalp vardır. Kalp gözüyle gören insan,
kıbleyi de bulur Allaha da kavuşur..!
Fakat,maksat ibadet değil de artistlikse,
İşte orasını bilemem.
Akıl mantık alıyor mu hiç Uçakta kıble aramak???
Adından belli uçak bu uçak...
Ama siz öyle yükseklere uçmuşsunuz ki, bizim uçaklar yetmiyor!..
Sizlere kanatsız uçak lazım
Hani şu kıblesi bol olanlardan
İçersine şeyhlerinizi şıhlarınızı da alır, çıkarsınız gökyüzüne..!
Neyse, size bir kardeş nasihatı...
Başı tülbentli Anam öğretmişti bana
Öylesi durumlarda,
yani uçak posizyonu gibi benzerlerde, diyeceğiniz aslında şu iki üç kelime:
" Döndüm kıbleye,
kıblem kabeye,
uydum kur'an'a
Allahu ekber..."
Mete Çağdaş mettecagdas@hotmail.com
Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?
Yazdırmak için tıklayınız.
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.
|
Sökülmüş
İlmek ilmek içim,
Sökük...
Ne yumağı bulabiliyorum
Tamamen sökeyim
Ne de örebiliyorum...
Yırtık pırtık içim,
Teğel tutmamış,
Sökülmüş, kumaşı eprimiş...
Ne dikebiliyorum
Ne de yamayabiliyorum...
Perdelerim kapalı,
Güneş girecek yer bulamıyor,
Karanlık...
Küçük bahçeme ulaşamıyorum.
Aslı Sarıoğlu
Yazdırmak için tıklayınız.
|
KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Sevgili KM Dostu,
Sağlığınız bizim için önemlidir,
Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.
Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.
Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.
Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...
Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.
Randevu için: Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)
IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr
Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.
Yazarlarımızın Kitapları
Merih Günay "Martıların Düğünü" |
Nesrin Özyaycı "Işık -II-"
|
Temirağa Demir "Her kardan Adam Olmaz"
|
|
Şadıman Şenbalkan "Şehit Analarımızın Çığlıkları" |
|
|
|
İşe Yarar Kısayollar Şef Garson : Akın Ceylan |
|
Televizyonlarımızda halen yayınlanmakta olan bir yarışmanın flash oyun versiyonu.. http://www.extremoyun.com/oyunoyna.asp?Gid=2418&CId=5 Büyük Teklif (Var mısın Yok musun?) .. Yükleme tamamlandıktan sonra DEAL butonuna basarak oyuna başlayın, önce kendiniz için 1'den 26'ya kadar numaralandırılmış çantalardan birini seçin, bu çanta oyun sonuna kadar yada siz yapılan tekliflerden birini kabul edene kadar sizde kalacak, çanta seçimini yaptıktan sonra oyun başlıyor, 6 adet çanta seçerek çıkan ikramiyelere göre tercihlerinizi yapın, her bölümün sonunda kasa size bir miktar para teklif ediyor, yarışmaya devam etmek için NO DEAL, teklifi kabul edip verilen paraya razı olmak için DEAL butonunu tıklayın. İyi eğlenceler..
Ruax yaşamına girdiğiniz an bu yaşamın bir parçası olup isterseniz ihalelere katılabilir, isterseniz hayvan (Rebrot, Gedia) besleyebilir, isterseniz kendi ilgi alanınıza giren derneklerde sohbet edebilir, isterseniz Ruax forumlarında zamanınızın nasıl geçtiğini anlamadan gezinebilir, isterseniz çiftçi, isterseniz bir tasarımcı, isterseniz Ruax'ın ilk spor oyunu Axur'da çok iyi bir Axur oyuncusu olabilirsiniz. http://www.ruax.net/ Bir oyundan çok bir yaşam olarak ilerleyen Ruax, kendi ekonomisi kendi eğlence dünyası, kendi kültürü, kendi fiziksel kuralları, kendi kanunu ve Ruax yaşamı içindeki kişilerin düşünceleriyle şekillenen bir yaşamdır.
http://www.binbirkanal.com/ Bilgisayarınıza herhangi bir program yüklemeden online olarak TV izleyebilmenizi sağlayan bir web sayfası.
Web sayfalarınızda, sunumlarınız veya eğlencelik çalışmalarınızda kullanabileceğiniz animasyonlar için http://www.animation-central.com/ gif formatındaki animasyonları istediğiniz kadar indirebilirsiniz. Hepsi ücretsiz.
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.
Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.
|
|
|
|
|
|