Yazılan,  Okunan,  Kopyalanan,  İletilen,  Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete Yıl: 6 Sayı: 1.356

Sisteme gir!

Merhaba Sevgili KM dostu, hoşgeldiniz!

 18 Ocak 2008 - Fincanın İçindekiler



 



 Editör'den : BEZE ÖZGÜRLÜK!..


Merhabalar,

Bazı anlar vardır ki, insan ne diyeceğini, nasıl davranacağını şaşırır. 32.Gün'ü izlerken işte o anlardan birine denk geldim. Bir gözleri sürmeli, başı bağlı, iyi konuşan kadın yazarla, bir makyajsız, başı açık meşhur kadın avukat, karşılarında eski YÖK başkanı, bir kadın gazeteci, Tayyip Bey'in son cesur(!?) atağını tartışıyorlardı. O bez parçasının adını bile anmayacağım artık. Çünkü görünen o ki, iş bitmiş, duvar örülmüş, son kat sıva çekiliyor. Duydukları karşısında pes ediyor insan. Sanki laik bir cumhuriyetin nimetlerinden yararlanmıyorlarmış gibi, siyasi simge olduğu bizzat hükümetin başı tarafından itiraf edilen bir bez parçasıyla, kadınlarımızın okumasında ve dahi devlet dairelerinde çalışmalarında bir behis yoktur diyorlar. Yazar, ben de başı açıkları tehdit olarak görebilirim diyor. Bezin üniversitelerde serbest bırakılması için MHP payandalı formüller aranırken, kadın avukat, hayır efendim tüm devlet kademelerinde çalışma hakkı da verilmeli diyor. Konuştukları yer, 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal yayın yapan bir televizyon istasyonu. Kadın avukat Atatürk'ün 1920'lerde söylediği bir cümleden yola çıkarak, aklı sıra beze onun da yeşil ışık yaktığını söylüyor. Hastahanelere başı bezliler giremiyor diye yalan söylüyor. Karşılarına hangi argümanı koyarsanız koyunuz, iş bitmiştir. Bu memleketin ar damarı çatlamıştır. Sözde ezilen, zulüm gören başı bezli kadınlar üzerinden nemalanmaya çalışanlar bu memleketin çivisini çıkarmıştır. Telefonla bağlanan Kırıkkanat'ın söylediklerine artık ben de aynen katılıyorum. BEZE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUM. ADI NE OLURSA OLSUN, SİMGE YA DA DEĞİL, BAŞA BAĞLANAN HERŞEYE SONUNA KADAR SERBESTLİK İSTİYORUM. OKUSUNLAR, ÇALIŞSINLAR, BU MEMLEKETİ DİLEDİKLERİ GİBİ DİBE VURDURSUNLAR. İYİCE VURDURSUNLAR, NE OLACAKSA OLSUN, ANYA KONYA ANLAŞILSIN. İşin özeti budur. Anketler, AKP oylarının %60'lara çıktığını, ardından da bez destekçisi MHP'nin geldiğini söylüyor. Başbakan, siyasi simge olsa ne olur, diyanet işleri başkanı, bez dini gerekliliktir diyor. Bize de maalesef b.k yemek düşüyor. Ben teslim oldum, ellerim havada bekliyorum. Bundan böyle kaçınılmaz sondan zevk almanın yollarını arıyorum.

...Kemal Duykan

Dün gecikmeli bir haber aldım ve çok üzüldüm. 2003-2006 yılları arasında yazılarını bizlerle de paylaşan sevgili Ağabeyimiz Kemal Duykan'ı 8 Ocak'ta yitirmişiz. Kahve Molası Ailesi olarak kendisine Tanrıdan rahmet sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Hakkını helal et Kemal Abi. Yaptığı pek çok işin yanında fotoğrafçılığıyla da ünlenen sevgili Kemal Duykan'ın İstanbul fotoğraflarından derlenmiş bir sunusunu aşağıda izleyebilirsiniz.

Yarın bir başka acı olayın daha yıldönümü. Hrant Dink katledileli tam bir yıl oldu ve hâlâ olayın perde arkası aydınlatılamadı. Dink'i de saygıyla anıyor ve karanlığın aydınlanması için bir yıl daha beklemek gerekmeyeceğini ummak istiyoruz. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur








 


Seyfullah Çalışkan

 Deniz Fenerinin Güncesi : Seyfullah Çalışkan


  TABAKLI'NIN DERESİ, BOYABAT YOLU NERESİ? -1

Yok, canım, ne gezer? Benim Boyabat'la ne alakam olabilir ki? Onlar biraz kel, biraz fodul, kara gobalak, yoz adamlardır. Siz öyle misiniz? Boy pos sizde, kaş göz ona keza… Endamınız selvi, saçlarınız sırma. Yüce rabbim yaratırken iltimas geçmiş. Boyabat'ı ve Boyabatlıları sevdiğimi neden inkâr edeyim? Aman ne komik espri? Tutmayın da katıla katıla güleyim bari. Neymiş efendim? Boyabat'a vadın mı? Lo lo yidin mi? Hey ya yidim… Herkes Boyabat'a sanki leblebi yemeye gidiyor. İşi gücü bıraktım. Boyabat'a kebap, leblebi, tak tak helva yemeğe gittim.

Hem gittiysem gittim size ne canım? Aklım esti, gidip şu Boyabat'ın tarihi ve turistik yerlerini göreyim dedim. Kazın ayağı sizin bildiğiniz gibi değil. Yortandan asker arkadaşım Cemal'ın anası rahmetli olmuş. Cenazesine yetişemedim, bari gidip şuna bir baş sağlığı dileyeyim dedim. Cemal'la ayda yılda bir karşılaşırız. Sinop'a gelince sağ olsun aramadan sormadan geçmez.

Gerçi bizimkinin Sinop'a gelmesi de genelde hayra alamet değildir. Ya hastaneye, ya muhtarla Köy Hizmetleri Müdürlüğüne ya da cenazeye gelir. Köyünün Aydoğan olduğunu bilirim. Bilirim bilmesine de hepsi bu, bir kereliğine olsun gitmişliğim, kapısını çalmışlığım yok. Her karşılaştığımızda buna gücenir. "Fakiriz, yabanız diye gelmezsin. Gel, korkma ben seni rahat ettiririm. Altına yün döşekler sererim, koç bilem keserim. Yeter ki sen bir kere yanıl, çık gel."der. Asıl derdim rahat edemeyeceğim değil. Siz bilmezsiniz, oraların yolu izi çok beterdir. Yürüme gitmeye niyetlensem, alimallah adamı yolda köpekler paralar. Duyan, gören, yetişip kurtaran bile olmaz. Kemiklerini bulursalar şanslısın. Çok abartıyorum elbette ama benim o yolları bir başıma yürümeye pek cesaretim de yok.

Bu sefer işin kaçar yolu yok. Her şeyi göze alıp, sabah Sinop'tan minibüse bindim. Şoför, şimdi aklımda kalmadı ama Kara Ali'mi, Gavur Ali 'mi ne işte. Onun oğlu Hasan'dı. Boyabat'a sık sık gitmesem bile Hasan'ı tanırım. Üzerine basmadan, vurgulamadan, tonlamadan adı söylenip geçilmeyecek insanlardır. Yıllardır kar, yağmur, buz, çamur demez, Dıranaz'ı geçer. Köylü, kasabalı, okumuş, cahil, esnaf, memur herkesin kahrını çeker.. Yolcunun çişi gelir durur, kusacağı gelir durur, çeşme görünce birden susayası gelir o yine durur. Bu yollara böyle adamlar lazım. Hasan'a "Arkadaş, ben Aydoğan köyüne gitçem. Nasıl gidilir, nerden gidilir."diye sordum. O köye sadece pazartesi günleri araba bulunur. O gün kasaba pazarına inerler. Ama bu gün ancak yürüme gidersin. "dedi.

Demesine dedi ama derdime pek ilaç olamadı. Yol yakın olsa bekli de cayardım. Ama bir buçuk saattir yoldayız ve buraya kadar geldikten sonra zaten dönülmez. Bu kez iyice kararlıyım. Ölmek var dönmek yok. Araba bulamayacağım da belli oldu. At, eşek gibi arazi vitesli, canlı dört çekere de razıyım. Hiçbir şey bulamasam da yürüyeceğim. Yer yarılsa, gök delinse bile Cemal'ın köyüne çıkacağım.

Hasan, beni Akçakese Karakolunun az aşağısındaki yol sapağında minibüsten indirdi. Neyse uzun etmeyeyim. Köye gidip Aydoğan'a nasıl çıkacağımı sordum. İyi olacak hastanın ayağına doktor kendisi gelirmiş. Birlikte Aydoğan'a gidecek bir arkadaş buldum. Köylüler yanımıza biraz ekmek, peynir verdiler. "Su da alalım." dedim. "Boşuna yük etmeyin. Yolda su bulursunuz." dediler Öğleye doğru iki ahbap köyden çıkıp yola revan olduk.

Yürü babam, çık babam, kısa molalarla akşama bir saat kala kan ter içinde köye vardık. Geçtiğimiz yerler Gökırmak kıyısındaki ova köylerin yaylasıymış. Yol arkadaşımdan hala yaylaya çıkan üç beş köy olduğunu öğrendim. Ama eskisi gibi değilmiş, sadece birkaç köy kalmış. Eskiden yaz geldiğinde buralar insan kaynarmış. Göç bütün köylerin belini büktüğü gibi sürülerini, büyükbaş hayvanlarını alıp ilk kar düşünceye kadar yaylada kalanların da on seneye kalmaz kökünü kuruturmuş.

Sürekli yokuş yukarı çıkmak yolculuğu çekilmez yapmasına rağmen manzara gerçekten harikaydı. Dik bir yokuşun bel verdiği yol kıyısında, bodur meşelik kuytusunda biraz uzun bir mola verdik. Meşeliklerin içinde başlayıp yoldan aşağıya ince ince sızan küçük bir pınarın başında oturup, kekik kokularını içimize çekerek peynir ekmek yedik. Bu fukara ziyafetini ömrümün sonuna kadar unutabileceğimi sanmıyorum. Peynir ve ekmek her yudumda baklava, börek oldu. Her yudumda bal, şerbet şeker oldu. Yıllardır başkaları anlatırken duyardım da inanmazdım. "O suyun başında tuz ekmek yersin. Ama bal yemiş gibi parmağını emersin." derlerdi. Kesinlikle doğru söylüyorlarmış. Gerçekten anlatıldığı gibi yerler, anlatılandan daha güzel koyaklar vardı.

Yoldaşım Kemal Dayı yaşlı olmasına rağmen dinç bir adamdı. Ayaklarına yetişmek, onun yokuş yukarı yürümesine ayak uydurmak neredeyse imkânsızdı. Benim lapacı olduğumu anlayınca adamlarını ağırdan aldı. Yorulmadığı halde beni iyice telef etmemek için sık sık mola verdi. Köye varınca Cemal'ın evine kadar da götürdü. Köpekleri savuşturup elindeki değneği ile kapıyı çaldı. Alın şu emanetinizi, Size ta Sinop'tan misafir getirdim dedi. Cemal beni görünce çok sevindi ama hanelerinde yas olduğu için gülüp, şakalaşamadı. Tekrar tekrar sarılmasından, durmadan dinlenmeden "Hoş geldin." demesinden sevincini hissedebilmek mümkündü. O akşam Cenaze evine komşu köylerden birçok ziyaretçi geldi. Konuşulanlar dönüp dolaşıp Cemal'ın annesinin ne kadar iyi bir insan olduğundan, yokluğuna alışmanın çok zor olacağından, mekânı cennet olsun temennilerine uzanıyordu. Evde son derece ağır bir hüzün havası egemendi. Baş sağlığı dilemek, kaybedilen birinin ardından insanları teselli edebilmek konusunda çok beceriksiz biri olmama rağmen ben de üzüntümü dile getirmeye ve ahirete göç eden kadına kabrinde huzur dilemeye çalıştım.

O gece beni komşu evlerin birinde misafir ettiler. Henüz sonbaharın başları olmasına rağmen dışarıda çivi gibi bir ayaz vardı. İnsanın tenini kuduz bir köpek gibi dişliyordu. Sinop'ta insanların hala denize girebildiği bir mevsimde burada köylüler evlerin soğuğunu kırabilmek için akşamları soba yakıyorlardı. Yol yorgunluğundan ve temiz havadan olsa gerek o gece yün yatak ve yorganların içinde deliksiz bir uyku uyudum. Sabah erkenden kalkıp içinde çıtır çıtır meşe odunları yanan kuzinenin başında kahvaltı ettik. Kahvaltı sofrası toplandıktan sonra kuzine başındaki tek tük konuşmalar derin bir sohbete giderken, Cemal gelip beni komşu evden aldı.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


10,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,0010,00
5 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Hamdi Topçuoğlu


HOŞGÖRÜDEN ŞİDDETE

"Hoş", Farsça bir sözcük. Göze uygun, güzel anlamında dilimize yerleşmiş. Tek başına kullanıldığı gibi başka sözcüklerle de birleşerek kullanılıyor: Hoş /ab>hoşaf, hoşnut, hoşsohbet, hoşgörü; hoşça bakmak, hoşça görmek, hoş görmek... Bir şeyi olumlu bakış açısıyla değerlendirmek, ondan olumlu/güzel sonuçlar çıkarmak anlamında söylenen sözcükler bunlar.

Cemal Süreya, "Hoşgörü Hoşgörü" adlı denemesinde "... Nedir hoşgörü?" diye sorar ve arkasından da bir şairden çok, filozof edasıyla ekler: "Anlayışlı davranmak mı? Özürlü bulmak mı? Bağışlamak mı? Katlanmak mı? İşi çekimserliğe vurmak mı? Hiçbiri değil. Daha doğrusu bunların hiçbiri olmamalı. Hoşgörüyü bir özgürlük araştırması, bilinçli bir seçme işi olarak görmek gerekir."

Cemal Süreya' nın dileğine katılmamak olanaksız. Ne var ki bu, ha deyince kazanılacak bir değer değil.

"İsa'ya biri bir tokat atmış. O da öteki yüzünü çevirmiş tokatlasın diye." Hoşgörü, bu yönüyle bağışlayıcı bir kimlik tutumudur. Çünkü bağışlamak, bağışlayan Tanrının elçisine yakışır. Ancak böyle bir hoşgörüyü günlük yaşamda kaçımız benimseyebiliriz? Üstelik, akıl ve mantık süzgecinden geçmeyen, nedeni sorgulanmayan hoşgörü, hoşgörüden çok "boşgörü" değil midir?

Mevlana: "İster Mecusi, ister Putperest, ne olursan ol, yine gel..." derken farklı inançlara bakış açısını da ortaya koyar: Burada da hoşgörü vardır. Ancak bu İsa'nın hoşgörüsünden farklıdır. Burada bağışlama yoktur. Mevlana, kendi dininden olmayanları dergâhına çağırırken aynı zamanda onlardan inançtaşlık da beklemektedir. Çünkü arkadan söylenen "Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir." sözü İslam'daki tövbeyi anımsatmaktadır. Zaten Mevlana, "Tövbeni yüz kere bozmuş olsan bile, yine gel!" diyerek bunu açıkça da ifade etmektedir. Şimdi durup düşünelim, buradaki hoşgörü, " Siz, siz olarak geliniz!" anlayışının ürünü müdür?

Dilerseniz bir de Yunus'taki hoşgörüyü değerlendirelim :

Elif okuduk ötürü pazar eyledik götürü
Yaratılmışı hoş gördük yaratandan ötürü

derken Yunus, yaratılmışı hoş görmektedir. Çünkü o, yaratanın bir eseridir.

Yetmiş iki millete kurban ol aşık isen
Ki aşıklar safında tamam olasın sadık

derken de aynı duyarlılığı görürüz. Yetmiş iki millet, yeryüzü halkları demektir. Tanrı sevgisinin en sadık kişisi olabilmek için din, dil, ırk; zengin, yoksul ayrımı yapmadan tüm insanları sevebilmek gereklidir. Düşüncenin kaynağı ne olursa olsun Yunus'un hoşgörüsü bana göre daha insancıldır. Çünkü onda "öteki"ni "kendimizleştirme" çabası yoktur.

Hoşgörü sevginin kardeşi. Hiç sevmediğimiz birine hoşgörülü davranır mıyız? Öylelerinin küçücük bir olumsuzluğu bile diken gibi batıverir yüreğimize. Ya sevdiklerimiz? Onlar kana kana kullanırlar hoşgörümüzü. Küçük hatalarını hoş göreceğimizi bilirler. Belki bir daha aynı hataları yapmamak için daha titiz davranırlar. Ancak bu hoşgörü pınarından yararlanarak bildiğini okumayı alışkanlık haline getirenlerimiz de pek çoktur. Onların beklediği, hoşgörü değil göz yumma, görmezlikten gelme, merhamet dilenme gibi duygulardır. Hoşgörü, ne denli insancılsa; hoşgörüye sığınma, hoşgörü dilenme de insancıllığın o denli istismarıdır.

Hoşgörü, bir kişinin kendi değer yargılarına göre yanlış olan şeyleri anlayabilme duygusu. Öznenin iyi bulduğu şeyler için hoşgörüye gereksinim yok. Hoşgörü, olumluluklar karşısında değil, olumsuzluklar karşısında harekete geçiyor. Örneğin oyun içinde hata yapan bir sporcunun hatası için antrenöründen hoşgörü bekleyebiliriz. Ama başarılı hareketler yapan bir oyuncu için böyle bir beklentimiz söz konusu değildir.

Hoşgörü, aklımızın bir ürünü. Kişi, olgunluğu oranında hoşgörülü olabilir. Her şeyi eleştiren, her olaya kızan, insanın hatalarıyla var olduğunun bilincinde olmayanların hoşgörülü olmalarına hiç olanak var mı? Çünkü onlara göre dünyada tek mükemmel yaratık var: Kendileri. "Kuşların, balıkların hoşgörüsü duygusu yokmuş." varsın olmasın, onların, hor görü ürünü dışlamacılık, ayrımcılık, eritmecilik kavgaları ya da savaşları yok.

Hoşgörü için çıkış noktamı en iyi anlatan sözcelerdendir Şeyh Galip'in dizeleri:

Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

(Kendine hoşça bak ; çünkü evrenin özü sensin
Tüm yaratılmışların gözbebeği yaratılmış sensin)

Hoşça bakmayı öğrenmeye kişi kendi dışındakilerden değil, kendisinden başlamalı. Kendisini bilmeli, kavramalı ki kendi dışındakini bilebilsin. Acaba hoşgörüde kendimize karşı cömert ya da cimri miyiz?

Sağlıklı bir hoşgörüden söz edebilmemiz için en önce özgür akla gereksinimimiz var. Cemal Süreya' nın "Hoşgörüyü bir özgürlük araştırması, bilinçli bir seçme işi olarak görmek gerekir." sözü bu gerçeğin anlatımı. Özgür aklın olmadığı yerde hoşgörü, bilinçli bir seçimin ürünü değil, göz yumma, görmezlikten gelme, adam kayırma, adam sendecilik, taraf tutma gibi marazi tutumların kılıfı. Zamanla şiddeti besleyen kaynağa bile dönüşüyor bu tür hoşgörü. Hatta orada da durmuyor. Dönüp bin bir emek oluşturduğumuz bilinç ürünü hoşgörü kalelerimizi bile sarsıyor.

Gelin biz yine de Mahatma Gandi gibi: "Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikatımın da son maddesidir" diyelim ve Şiddetin ilacının, yine özgür aklın yaratacağı hoşgörü iklimi olduğunu asla unutmayalım.

Hamdi Topçuoğlu
egerem@yahoo.com


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,509,509,509,509,509,509,509,509,509,50
4 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Kahveci : Cüneyt Şimşek


Medetsiz'den Kalanlar

Mevlana diyorki..

"Gerçekte bir yerde isen
aslında heryerdesindir.
Eğer gerçekte heryerdeysen
Aslında hiçbiryerdesindir."

Bir şiiri açıklamak gerçekte onun tadından karşıdakini mahrum bırakmak demektir. Biliyorum beni bağışlayın;
Eğer gerçekte birşeyi görmeye başlarsan aslında herşeyi görmeye başlarsın ve eğer her şeyi görür isen artık hiçbiryerde olursun yani mekandan bağımsız olursun ve fikirlerinle dünyayı kaplayabilirsin.
Bunun için eyer hayatın bir anına doğru bir bakış atabilirsek; bütün içindeki o küçüğü eğer doğru görebilirsek; hayata veya insana dair daha büyük sonuçlara ulaşabiliriz diyorum. Biliyorum ve görüyorum ki, bazen büyük olanlar bizi ummadık küçüklerin içinde yakalıyorlar.
Ben Medetsiz'den kalanları bu gözle yazdım sizde eğer bu menzilden bakarsanız benim gördüklerimi ve belki daha fazlasını görebilirsiniz.

İlk zirve tırmanışını deneyen bir dağ sporları gönüllüsüne göre doğrusu Medetsiz 3524m rakımı ile iddalı bir zirveydi..
20 TODAK'lı arkadaşımızla beraber Mersin'den sabah kalkan minübüsümüz öğlen gibi Karboğazı (rakım1900m) mevkisine ulaşıyor.. Karboğazının hemen altında orman denizinin bir bıçak gibi kesilişi başka bir coğrafyada olduğunuzu kafanıza çakıyor.Çünkü Orman ağaçları 1800m rakımlara kadar yaşayabiliyorlar daha yukarı rakımlarda ise yoklar. Coğrafya da epey sert, her yer taş ve kayalık . Yer yer dikenli dağ bitkileri Gevenler var daha yukarılarda ise Çiğdemler.. Eylul sonlarındayız, 1900m rakımlı Karboğazı alanında Gülek tarafından gelen Yörüklerin keçi barınakları karşılıyor bizleri. Tırmanışın başlayacağı yere bir gün önce gelmemizin sebebi ise yüksekliğe yani yetersiz oksijene biraz olsun alışabilmek. Çadırlarımızı yörük çadırlarının hemen yanına kuruyoruz..Yörükler de Medetsizin dağcılarına alışmışlar görünüyor. Bizi dostça karşılıyorlar. Yüzlerinde bu coğrafyanın sertliğini görüyorumya..Edip Canseverin. "İnsan yaşadığı yerin toprağına benzer" dizeleri geliyor aklıma.
Medetsiz Torosların Mersin'deki en yüksek zirvesi (3524m)
Ekip yemek faslından ve yörüklerle sohbetten sonra saat 09.00 gibi erken bir saatte çadırlarına çekiliyor.Sırt çantalarında sadece zirveye çıkarken gerekli yiyecek içecek konarak hazırlıklar tamamlanıyor. Bu bacaklar yarın beni 1600m kadar daha yukarıya sırtlayacaklar.. Ertesi gün zorlu bir gün olacak ve çadırımdaki uyku tulumumda geçirilen ilk gün olması sebebiyle yerimi yadırgarım uyuyamam biliyorum, ama uyumak ve dinlenmek çok önemli. Neyseki İki duble kadar rakı gevşetiyor beni. Her nekadar uyku tulumum altındaki mat yataş kıvamına gelmesede uykuya geçecek kadar yumuşuyor iki dubleden sonra..
Derin uykumuz gece saat 03.00 da ekip başı Erol Hocanın keskin düdüğü ile bölünüyor. Kahvaltı ve toparlanma faslı yaklaşık 45 dakikamızı alıyor. Eylül sonları olmasına rağmen hava epey soğuk üzerimizde kalın kabanlar ve sırtımızda sadece zirve tırmanışı için gerekli yiyecek içiçek olduğu halde 04.00 da tırmanışa geçiyoruz. Dağcılar dağ maceralarını anlatırken sürekli olarak saat ve rakım bilgisi verirler. Bende öyle yapacağım ve alışmanızı tavsiye ediyorum.
Ekip 17 kişiden oluşuyor.Erol hoca öncü olarak en öne geçiyor, kol düzeninde yürünüyor ve usulen ekipteki tecrübeli dağcılardan Osman da hemen arkamda artçı olarak yürüyor.Gecenin karanlığı ve serinliği ürpertiyor içimi. Ayaklarımı başımdaki tepe lambasının aydınlattığı yerdeki dairenin ortasına basacak şekilde komik bir vaziyette yürümeye çalışıyorum.Zemin oldukça taşlık ve görmediğiniz yere asla basmamak gerekiyor. Karanlıkta 17 ateşböceği…

Zirve görünmüyor henüz. Bir tepenin sırtı üzerinde yukarıya doğru dinç adımlarla yükseliyoruz. Dağcılar buna kılçık derler. İki yanı dere olan bir sırt üzerinden yürüyoruz.
İlkleri yaşayan beden bu tuhaf yürüyüşe önce alışamıyor.Taşlık zemin eyer tedbirsiz basarsanız ayaklarınızı fena halde burkabilir, düşebilir hatta aşağıya yuvarlanabilirsiniz.Eğer böyle birşey olursa ekibin en az yarısının zirve hedefini heba edersiniz.Birilerinin sizi taşıması lazım çünkü.Ayağı burkulan yada kırılana malum helikopter ancak filmlere geliyor. Korku daha çok dikkatli olmayı tetikliyor, dikkat ise aklı.Ama ama bir süre sonra ilk adımlarda hep aklınızı katarak yapmak durumunda kaldığınız bu iş zamanla otomatiğe bağlanıyor. Taşların artık çıkıntılarını ve oyuklarını düşünmeden basabiliyorsunuz. İçinizdeki gizli bir güç alıyor bu yürüme işini otomatiğe ve artık siz detayları düşünmeden adımlıyorsunuz. Vay yerim ben bu küçüklük içindeki standart olarak sunulan iç donanımı.ha ha. İçinizde küçük sırlar, başarılar saklıymış meyer daha önce kullanmadınız diye yok sayamayacağınız.
Ekibin ilk adımlardaki dağınıklığı malum standart donanım sayesinde sonraki metrelerde kalmıyor artık. İlk metrelerde takılmaktan düşmekten bahseden bir kaç ağızda susuyor şimdi.Koca bir yılana yada 34 ayaklı bir kırkayağa benziyoruz yıldızlardan bakınca ve kırkayak ağırca yükseliyor kılçık üzerinden Medetsize. Zirve hırsıyla çiğnenen taşlar düzleşiyormu ne? Medetsize dinç adımlarla kaslarımızla ve gene zirve hırsımızla saldırıyoruz.

Gece parıl parıl yıldızlarını da yüklemiş sırtımıza..
Ah bu içine tıkıldığımız şehirlerin yıldızsız akşamları. Ah bizi gidi yıldızsız akşamların zavallıları. Bütün dünyamızı kendimizden ve çevremizdeki üç beş itiş kakıştan ibaret sandığımız şehirli halimiz .Bu yüzden yıldızsızlık basmış içimizi. Neyse şimdi eksik olan tamamlanıyor.. İçinizdeki boşlukları doldurursunuz ya önce bu yüzden yıldızları soluyorum derin derin.. Meyer evren büyük biz küçükmüşüz.Meyer kendi yarattığımız kalelerimizdeki yalancı ışıklar körleştiriyormuş gözlerimizi. Alem deki küçük bir nokta olarak ilerliyorum yıldızların altında. Eyleniyorum bu küçüklüğümle.. geceleri ortalığı o yalancı ışıkların bastığı şehirlerimizde hep daha, hep daha diye büyümeye yani varsıllanmaya çalışan halimize gülüyorum. Oysa şimdi bu fotoraftaki küçük yerimden ne kadar da hoşnutum. Her kesin ve her şeyin kendi büyüklüğü kadar boşluğu doldurduğu katıksız bu yıldızlı geceyi seviyorum.Küçüklüğümü düşününce zayıflıklarımda aklıma geliyor.Acaba bu ayaklar beni 1900 rakımdan 3524 rakıma dikey limitte yukarı taşıyacakmı.Acaba zirve yapabilecekmiyim.Alemin büyüklüğüne medetsizin zirvesinden, bir de oradan göz kırpabilecekmiyim.Henüz yolun çok başındayım ve ayaklarımda şimdilik bir zorlanma yok.

Ağır adımlarla başlıyoruz yürümeye vücut henüz soğuk olduğundan15 dak da bir 3 dak kadar mola veriyoruz. 1 saat sonra gerçek yürüme hızımıza ulaşıyoruz ve molalarda 1saatte 5 dakikaya iniyor. Güneş tepelerin ardından kızıllıklarıyla doğuyor. Saat 07.00 Keçibelene varıyoruz. Buralar aşağıdaki kamp alanımızın bitki örtüsüne benzemiyor, daha yeşiller. Mola yerine ilk varan arkadaşımız yeşilliklerin üzerine atıyor kendini ve atmasıylada feryat figan kalkması bir oluyor. Erol hoca bu gecikmiş bilgi notu için hemen özür dileyerek araya giriyor. Meğersem Geven bitkisi yeşil görüntüsüne rağmen içinde yüzlerce görünmez dikeni olan bir bitki imiş ve asla üstüne oturulmamıymış. Bu rakımdaa taştan başka bir yere oturulmayacakkkk. Zor bela bir taş üzeri bularak çöküyoruz.
Çıkınlar açılıyor. Sabah güneşine ekmeğimizi domatesimizi bana bana yiyoruz.
Dağların netliğine ve dinginliğine bakıyorumda;Sanki hayatı biz şehirlerde olduğundan daha karmaşık hale getiriyoruz, eğer öyle ise bile en azından burada dağlar bu karışıklığı düzeltiyor. Tekrar yola koyuluyoruz. Parkur rahat ve eyimsiz. Henüz kimseden şikayetlenmeler yok. Menzile yaklaşıyoruz ve uzaktan medetsiz külahı önceleri bir dondurma külahı kadar küçük, komik ve aşılabilir görünüyor. İyi bir tempo ile saat 09.00da 3000 m rakımlı Medetsiz külahının dibine varıyoruz. Buraya niye külah dendiğini dibine varınca daha iyi anlıyorsunuz. Çok dik bir eğimi olan bir tepe bu aynı dondurma külahı gibi. Tepenin başladığı yerde artık geven bitkiside kalmıyor çarşak denilen çakıldan iri parçalar ve kayalar var. Etabın en zor kısmı burası. Medetsiz buradan daha dik daha yorucu daha amansız görünüyor. Burada 1 saat kadar dinleniyoruz.Ekipten Rıfat bu külahın dibinden iki defa dönmüş daha ileriye gidememiş ama bu sefer zirve yapacağım deyip bizden 20 dakika önce tırmanmaya başlıyor.
Erol hocanın keskin düdüğü ile medetsize son vuruşu yapmak için ayağa kalkıyoruz. Bu sefer kol düzenin de yürünmüyor çünkü çarşaktaki yürüyüş biraz mehteranı hatırlatıyor 3 adım ileri 1 adım geri şeklinde. Eyim 45-50 derecelerde. Eyer çarşakta kayarsanız altınızdakinide yuvarlayabilirsiniz bu yüzden dağınık yürünüyor. Rıfat son 400 metrede ağırca ilerliyor duruyor arası görünüyor. İki senedir son 450 m de bırakıyormuş. Yavaşça ekip Rıfat a yaklaşıyor ve onu geçiyor. Rıfat hala son 400 m de. Yüzünde son metreleri kotarılamayacağına dair bir dağınıklık ve çaresizlik var. Ekip lideri eğer zirve yapamazsa bizi külahın dibinde beklemesini söylüyor.

Rıfat çaresizce duruyor sadece ne inmeye gönlü elveriyor nede çıkabiliyor. Yüzünde kaybetme arefesinin gözleriyle. Böyle bir gözle bakmayacağım bu tepeye ben diye kendime sıkı sıkı tembih ediyorum ve hırsla adımlıyorum. Ancak Rıfat bir milatmış şimdi gibi herkes sızlanmaya başlıyor kimi menüsküsüm diyor kimi ayağım vuruyor kimi bittimlerde kimi tükendimlerde ve ben de öyle. Medetsiz daha dikleşiyor. Sporculuktan kalma asılırım ve koparırım bu adımları restiyle yükleniyorum tepeye. Hırsla yukarı koşmaya çalışıyorum ve en fazla 10 adım atabiliyorum. Gene deniyorum koşmayı her defasında daha az adımla yenilgimi pekiştiriyorum. Her defasında kalbimin son haddine kadar çarptığını duyuyorum.Sinir basıyor …yoksa olmuyormu ne. Her defasında dinlenerek tekrar deniyorum ama olacak gibi değil, ayaklarım dayanılmaz ağrılar hatta acılar içerisinde. Bu yenilgiler hırsımı hırpalıyor o da inancımı bu sürdürülebilir değil , sürdürülebilir değil. Rıfatı saf dışı bırakan Medetsiz bu defa da benimle uğraşmaya başlıyor. Son 300 m deyim . Ama artık yürümekten ziyade sadece oturma ve sızlanma ila geçen bir hal içerisindeyim. İlk defa dönme kritiği giriyor aklımın ucundan. Bu aşamada artık her kes yanlız çünkü kimsenin temposu kimseye uymadığından en yakınızla aranızda 10 ar m var bu irtifa için 10 m çok büyük mesafe.Bu yenilgi duygusu demekki tümüyle içimi kapladığında bırakacağım, sadece inadımla tutunuyorum dağa.
Aslında kimseye verecek hesabımız yok kendimizden başka. Ne türbünlerde sizi bir alkışlayan var ne de yuhlayan. Şimdi İçimin türbünlerine oynuyorum ve çaresizlik duygusu umutlarımla hızla yer değiştiriyor. Acılar vücüdumun denetimini elden kaçırmama sebep oluyor. Sürekli enerji ve performans talebime artık bacaklarım cevap veremiyor. Yeni yürümeyi öğrenen bir bebek gibi titriyorlar sadece titriyorlar. Daha güçlü olmalıydım diye hayıflanıyor ve ayaklarıma sövüp sayıyorum. Bu şekilde devam edemem. Çöküp kalıyorum. Büyük bir mola kararı alıyorum. 30 dakika kadar bu çok uzun bir mola artık eski silahlarımla Medetsizle savaşamam.İlerliyemiyorum ama dönmeye bu kararı vermeye hala uzağım. Başka birşey yapmalı kan şekerim düşmüş olabilir bir meyvesuyu içip birkaç bisküvi atıştırıyorum son 250m deyim. Bir hayvanı kırbaçlar gibi ayaklarıma yüklenerek bu işin olmayacağı aşikar.
Zorlanma duygusunu elbette yaşamışsınızdır. Çare nedir, nasıl aşarsınız zorluklarınızı?… Sanırım gene aynı şekilde aynı silahlarla yüklenerek.. ya gücünüz kalmadıysa ve kimseden ve hiçbirşeyden gelen bir yardım yoksa. Zaten zorlanma anı tamda buna denk düşmezmi, çevrenizde kimse kalmamıştır yada isteselerde size yardım edemeyecek kadar uzaktadırlar. Silahlarınızda azalmıştır kimbilir. Ta dibte koruduğunuz inadınız ve umudunuzdan başka birşeyiniz kalmamıştır. Mücadale ne zaman biter umudunuzu kaybettiğiniz an. Bu cümleyi başından sonuna gene olanca açıklığıyla yaşıyorum.Şimdi bu dağbaşında bu adı da bir lanete benzeyen yerde işte bu durumdayım… araftayım. Buradan kalktığım anda eyer tekrar 3 adım sonra gene çöker isem döneceğim, biliyorum bunu. Burada kalakaldım, belki şimdi yeniliyor olmamdan daha beteri kararsız kalmak.Ah daha hazımlı bir adam olsam yenilgi ile adımın yana yana gelmesi beni bu kadar huylandırmasa. Ne ilerlemenin ayaklarıma yaşatacağı acıyı taşıyacak gibiyim nede geri dönerek yenilmenin acısını . Demek Medetsiz çarpışmasındaki yerim son 250m de pat şeklindeymiş ve bunun gerçekten böyle olması içinde ömrümün kalanının bu rakımda geçirmem gerek.
Kendimi toplamaya ve yeniden denemeyi düşünmeye karar veriyorum. Şimdi herkesten ve herşeyden uzak bir yaralı hayvan gibi kendime en çok yakın olduğum bir andayım. Mücadele hayvanlaştırır. Yere uzanıyor gözlerimi bu yenilgi anını daha fazla görmek istemezmiş gibi kapatıyorum. Gel gitler yaşıyorum. Bu anlamsız hırpalanma ve kendime eziyet halimi sonlandıracak "net" bir karar beni ne çok rahatlatırdı. İçime dönüyorum içimin bilmediğim odalarında işime yarar birşeyler varmı diye araştırıyorum. İçimdeki arkadaşla konuşmaya başlıyorum. Derdim ne benim. Bunu bilmem lazım. Sanırım mücadelede sınırlarımı merak ediyorum, yapabileceklerimin sınırlarını merak ediyorum. Öyle bir şey ki bu bilgi; bir umarsız için sabun köpüğü benim içinse aradığım üç beş şeyden biri.Ne çocukça bir hedef..Ama bende bir çocuğum zaten. Bir sürü işe yaramaz düşüncenin arasından Erol Hocanın bir evvelki gece ateşin başındayken söylediği tepeyi küçük ve ağır adımlarla adımlamalı sözcüğünü belli belirsiz seçiyorum.
Gözlerimi açıyor ve içimin kuyularından çıkıyorum. "Kararımı veriyorum" Çok küçük adımlarla ve düşük tempolu yürüyeceğim. Sonlardayım arkamda sadece 2 kişi var.Kalkıyorum, sırt çantamı toparlıyorum ve ilk korktuğum adımları atmaya başlıyorum, biliyorum eğer mola almadan 50m kadar yürüyemezsem bu iş olmayacak, bitecek. Elde neler var.. Elde neler var…
Yeni bir fikir, en azından verilmiş bir karar
Acılarından kurtulmuş ayaklar.
Umut

Zorlanma nedir;
Zorluk duygusu sizi hayat ağacının hangi dalında yakalarsa yakalasın kökü sonunda aynı yere getirecektir, aynı muhasebe noktasına, cendereye .Yenilginin geliyor olması ilk olarak hedefin anlamsızlaşmasıyla başlar.İşte burada vezirinizi kaybedersiniz.Ve en son umut ise şah tır.Verir ve mat olursunuz.
Yeni bir işte, projede zorluk, bir insanda zorluk, yeni bir şehir bir hastalık, şiirsizliktedir zorluk.
Mucizesizliktir en yakınınızdaki. Bütün yüzler ablak her şey se ebleh tir.

Hiç tekne ile denize açıldınızmı, hani şu karanın bir silüet gibi kaldığı uzaklığa kadar. Sanırsınız ki denizden bir dünyanın ortasındasınız, bütün karalara eşit uzaklıktasınız. İstanbulda vapurla karşıya geçerken o kısacık mesafede bile, güvertedeki sırada otururken bu duyguyu yaşarım hep. Şimdi Medetsizde ağır adımlarla tepeye yüklenirken aynı duygu ile karşılaşıyorum. Bütün karalara uzağım. Medetsiz denizinde küçük bir nokta karşı kıyıya varmaya çalışıyor. Böyle zamanlarda insan kendisiyle iyi geçinmeyi kendiyle arkadaşlık etmeyi bilmeli mutlaka.
Aklımdan başka hiçbir fiziksel gücümün kalmadığına inandığım bu bedenim beni şimdi şaşırtmaya başlıyor. Galiba oluyor..İlk 50m yi molasız geçiyorum, sonra bir 50 ve bir 50 daha.Yeniden Medetsiz'le savaş başlıyor.
Aslolan koşmak değil hedefe varmaktır.
Çok uzun bir yürüyüş bu ve denizin ortasında teknenizde sizden başka kimse yok.Her kes çook uzakta.. medetsizin tepeside, dibide, yol arkadaşlarınızda, şarkılarda. Ayaklarınızın çarşakta bıraktığı sesten başka size eşlik eden hiçbir şey yok.

Bu ağır ama aksamayan ritm içerisinde yeni bir güçle donanıyorum.Yada daha önce içimdeki gizli odalarda saklı duran yeni enerjiyi kapısının anahtarını bulabildiğim için kullanmaya başlıyorum. Kimbilir kilitli kapılar ardında başka neler var.

Bir karara sahip olmak ne güzel
Bir kararın başarıya doğru uzandığı yerde durmak ne güzel
Yolda olmak ne güzel

Ve
Başarı ile başarısızlık arasında bir teknikten başka birşey olmadığını anlamak ne güzel.
Küçücük adımlarla ilerliyorum.
Dalgaların kıyıdaki taşları yontması gibi.
Küçük adımlarla yıpratıyorum Medetsizi.
Bütün yenilgilerimi yeniyor
Bütün yaralarımı iyileştiriyorum.

Medetsiz zirvesi görünür hale geliyor artık.Her şeyin bitmesine metreler kala içimdeki ritimle yarattığım bu dinginlik büyüsü de yavaş yavaş bozuluyor. Öndeki kalabalık grubada yetişiyorum. Zirveye kalan üç yada beş sefil adımlık mesafede ilk aklıma gelen onu neyin bu kadar güzel yaptığı oluyor. "Sanırım ona sürekli sahip olma imkanınızın olmaması".

Saat 11.30 , 3524 metredeyim, zirvedeyim.

Zirveye varıyorumya başım göğe ermiyor muhakkak. Bende her kes gibi onu elde etme mücadelesini seviyorum. Zirve çok küçük bir düzlük, 17 kişi yanyana ancak sığabiliyor. Bu küçük zafer içimin bu dağda yaratmadığım diğer yaralarınada ne iyi geliyor.
Zirve iyi geliyor.

Açık bir hava var, rüzgar da yok. Daha nemsiz havalarda buradan Erciyes dağının görülebildiğini anlatıyor ekipteki arkadaşlar. Uzakta Adana'nın baraj gölleri seçilebiliyor. Tepeler dağlar çok aşağılarda oyuncak gibiler. Herkes birbirini tebrik ediyor." daha nice zirvelere".
Öte yandan zirve defterine birşeyler yazmak için sıraya giriliyor. Sıram gelince
aşağıdaki satırları düşüyorum.

Tepedeki çimenlikte
Yalınayak dolasarak,
Yemyesille masmavinin
Ortasında uzanarak,
Hayaller kurarak,
Rüzgara savurarak,
Vazgeçmk birdenbire,
Herseyden vazgeçmek...

Tepedeki çimenlikten
Seyreylemek su alemi,
Küçülmüs ufacık olmus
İnsanların alemi.
Bir buluta tutunup
Bir kusun kanadına takılmak,
Vazgeçmek birdenbire,
Herseyden vazgeçmek.

Sadece gökyüzü
Sadece deniz
Sadece sen ve ben
Sadece sevgi
Hepsi bu...

Yaklaşık 20 dakika sonra en arkadaki Mustafa da zirve yapıyor. Mustafa da mücadeleden alnının akıyla çıkıyor. 30 dakika kadar zirve sarhoşluğu yeter deniliyor ve dönüş başlıyor.
Çarşakta aşağı doğru iniş çok keyifli her adımda yarım adım kadarda aşağıya kayıyorsunuz. Bu iniş neden biraz daha tehlikeli ve keyifli olmasınki diyorum.Sonra aşağı doğru koşar adım inmeye başlıyorum, köyümün çığlıklarıyla.
Sizin köyünüzden öğrendiğiniz bir çığlığınız yoksa yazık… bu bölüme başkası yakışmaz da.
20 dakika sonra medetsiz külahının dibine ilk ben varıyorum.
Sonra tepeler, patikalar,yorgunluklar, küçük molalar, sızılar ve artık vurmaya başlayan ayakkabılar..
Saat 17.00 de ana kampa varıyoruz.

Yaklaşık 13 saatlik yürüyüşü kamp alanı yanındaki çeşmenin buz gibi sularına ayaklarımı sokarak bitiriyorum.
Medetsizden ne mi kaldı.
Sabun köpüğü.

Cüneyt Şimşek


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,909,909,909,909,909,909,909,909,909,90
10 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


  Paparaya devam Edi'ye selam

- Editör'm Gül'üm, nasılsın kardeşim ?
İyiyim canım, bir elim yağda, bir elim bağda ! Herhalde, benimle kafa buluyorsun. Velakin, tasdik edeyim diye yine bir dolu kararnameyi acil kaydıyla önüme yolluyorsun. Editör müyüm, noter miyim anlamadım gitti doğrusu !

- Eee, oraya oturtmadık seni boşu boşuna ! Eğer gitmiyorsa hoşuna, basarsın istifayı Editör'lük görevinden. Hiç söylenme zamanım yok diye, gezip tozuyorsun memleket memleket, maşaallah bir hareket bir bereket ! Sahi, kanka nasıl ? Beni sordu mu pirim ?
Sormaz mı mirim, sordu. "Memleket meseleleriyle ilgileniyor, bir emriniz varsa iletirim" dedim, "Aman efendim, ricam olur emir ne kelime. Sen bakma bugünlerdeki halime, herhangi bir koz geçerse elime ve amaç perişan etmekse lime lime, gerek yok öncesinden talime, yeterince bağlarız zalime !" dedi.

- Eh yani, böyle de denir mi ? Her kuşun eti bu kadar kolay yenir mi ? Biraz esip gürlesem mi acaba diye düşünmüyor değilim. Sahi, nasıl buldun medeniyetler şeysinden içeriye attığım son oltayı ?
Fevkaladenin fevkindeydiniz, ama keşke; "Ali yazar Veli bozar, siyasal simge olsa ne yazar" diye ayan beyan söylemeseydiniz, ya yarın bir gün kıvırtmamız gerekirse ?

- Gerekirse kıvırtırız, "Onu öyle demek istemedi, böyle demek istedi" türünden hiç mi demeç vermedik ? Olmadı son anda iptal ederiz, oltaya düşenleri yine yeriz, nasılsa etraf derya deniz ! Medya bizim değil mi ? Sen değil misin bu sitenin başı ? Şeyttirme şimdi www'nu !
Yani diyorsun ki; "Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu !". İyi de vatandaş anlarsa nasıl verecek oyunu ?

- Yazarları görevlendirdim ya, dolaşacaklar kapı kapı, işte işte kömür torbası olmadı erzak çorbası işte sapı ! Sen önündekileri tasdikledin mi ondan haber ver, karışma memleket meselelerine, ben dalarım sülalelerine.
Ben de onu diyecektim, az kalsın bir tanesini "Yeniden görüşülsün" diye reddecektim.

- Bana bak, açtırma kutuyu, bas imzayı, ver onayı !
Yahu anlatamadım bir türlü ! Teknolojinin hızla döndüğü alemin içindesin, dijital imza başlıyor sen hala dolma kalem devrindesin.

- Anladığım kadarıyla imza sallamak bu devirde zor, bana da diyorsun ki : Dinozor.
Eh yani tekaüt olduğunu bilmeyen yok ama hala bilgisayarcı geçinirsin, böyle giderse teknolojiden açık ara geçilirsin. Şöyle paket yapıp .rar dosyası mı, .zip dosyası mı diyorlar bilmiyorum ama öyle birşeyler hazırlatsan, Ben imzamı diji diji çaksam, o memleket benim bu memleket benim diğer alemlere aksam, nerede sabah orada akşam, mührümü elektronik ortamda atsam.. Fena mı olur ?

- Sen yemedin değil mi paparayı ? Sanki ana karnında gördün değil mi köşkü sarayı ! Bul karoyu al parayı, eskisi gibi imzalasan incilerin mi dökülür Dayı ?
Dökülmez elbet, ama bu böyle gitmez ilelebet !

- Alırım Editör'lüğünü elinden tutma bana kafa, ne diyorsam onu yaparsan sürersin sefa.
Lakin böyle paparaya benimkisi olsa olsa cefa. Tarafsız mı olayım, yani ne o tarafa ne bu tarafa ?

- Aba altından sopa mı gösteriyorsun ? Tarafsızlıkta ne ola beri gele !
Sen bugün yine tersinden kalkmışsın, ihtiyarlığına vereyim de ters düşmeyelim güne ele.

- Hah şöyle !
.......................

- Neden sustun arpacı kumrusu gibi böyle ?
Hani düşündüm de, parmak mı bassam acep ? ..... İşte öyle ! .... Cık mı ?

Neden olmasın ? Bindik alamete erken erken, derken derken, gidiyoruz pupa yelken...

asesen@kahveciyiz.biz


Bu yazıyı arkadaşına önermek ister misin?


9,759,759,759,759,759,759,759,759,759,75
8 Kahveci oy vermiş.

 


Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Dost Meclisi


YORUMLARINIZI GALERiMiZDEKi iLGiLi BÖLÜME BIRAKABiLiRSiNiZ.
Yorumlarınız için bekleriz.

Fotograf : Mehtap Yıldız

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahveci dostların tüm eserlerini KM SANAT GALERİSİ'nde görebilir,
dilerseniz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 5.300 kahvecinin posta kutusuna ulaşmıştır.


 


 Tadımlık Şiirler


Geleceğim

yürürken, sen yolunda
..yalnız ve korunmasız
dik durmalıyım
...kendim olmalıyım
lütfen dokunma

geleceğim,
dünlerimden sıyrıldığımda

Aydan Seylan

Yazdırmak için tıklayınız.

 


 Bol Bul Bulmacalar




Bloxorz       Foto Puzzle       Küp Küp


 


 Kemal Duykan Anısına






Fotoğraflar: Kemal Duykan - Müzik: Cem Karaca

 


 Kıraathane Panosu



Babamla Dans - Suat Sungur



Genel Yaşam Sigorta A.Ş.


KM - GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş. İŞBİRLİĞİ İLE
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI


Sevgili KM Dostu,

Sağlığınız bizim için önemlidir,

Genel Yaşam Sigorta A.Ş sizlerin Ağız ve Diş Sağlığı ile ilgili sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla Promosyon olarak hazırlamış olduğu ağız check-up'ı hizmetinden faydalanabilmeniz için sizi anlaşmalı kliniğimizde ağırlamaktan mutluluk duyarız.

Yapılacak olan ağız check-up'ınız için yapmanız gereken sadece IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ'NDEN aşağıda belirtmiş olduğumuz ilgili kişileri üç gün önceden arayarak randevu almanız ve tarafınıza iletilmiş olan bu sertifika ile 2008 Mart sonuna kadar kliniğimize başvurmanızdır.

Panoramik Röntgen ve ağız check-up'ınız GENEL YAŞAM Promosyonunun bir parçasıdır.

Sağlıklı günler, güzel gülüşler dileğiyle...

Saygılarımızla
GENEL YAŞAM SİGORTA A.Ş.

Randevu için:
Nursel Çalışkan (nurselcaliskan@identist.com.tr)
Gülsün Er (gulsuner@identist.com.tr)

IDENTIST AĞIZ ve DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ
Kasap İsmail Sok. Sadıkoğlu Plaza 1 Kat 3
No 68 Kadıköy - İstanbul
Tel: 0216-337 0707 / 0216-337 0708
http://www.identist.com.tr

Editör'ün Notu: Yukarıda sözü edilen sertifikayı buradan bilgisayarınıza indirebilir, üzerine ad ve soyadınızı yazdıktan sonra bastırarak veya email ile göndererek bu hizmetten yararlanabilirsiniz.


Yazarlarımızın Kitapları


Merih Günay
"Martıların Düğünü"

Nesrin Özyaycı
"Işık -II-"


Temirağa Demir
"Her kardan Adam Olmaz"

 
Şadıman Şenbalkan
"Şehit Analarımızın Çığlıkları"
 


İstanbul için Son Hava Durumu
ISTANBUL ISTANBUL
Ankara için Son Hava Durumu
ANKARA ANKARA
İzmir için Son Hava Durumu
IZMIR IZMIR
Kaynak: http://www.meteor.gov.tr


 


Akın Ceylan

 İşe Yarar Kısayollar


  Şef Garson : Akın Ceylan

Televizyonlarımızda halen yayınlanmakta olan bir yarışmanın flash oyun versiyonu.. http://www.extremoyun.com/oyunoyna.asp?Gid=2418&CId=5 Büyük Teklif (Var mısın Yok musun?) .. Yükleme tamamlandıktan sonra DEAL butonuna basarak oyuna başlayın, önce kendiniz için 1'den 26'ya kadar numaralandırılmış çantalardan birini seçin, bu çanta oyun sonuna kadar yada siz yapılan tekliflerden birini kabul edene kadar sizde kalacak, çanta seçimini yaptıktan sonra oyun başlıyor, 6 adet çanta seçerek çıkan ikramiyelere göre tercihlerinizi yapın, her bölümün sonunda kasa size bir miktar para teklif ediyor, yarışmaya devam etmek için NO DEAL, teklifi kabul edip verilen paraya razı olmak için DEAL butonunu tıklayın. İyi eğlenceler..

Ruax yaşamına girdiğiniz an bu yaşamın bir parçası olup isterseniz ihalelere katılabilir, isterseniz hayvan (Rebrot, Gedia) besleyebilir, isterseniz kendi ilgi alanınıza giren derneklerde sohbet edebilir, isterseniz Ruax forumlarında zamanınızın nasıl geçtiğini anlamadan gezinebilir, isterseniz çiftçi, isterseniz bir tasarımcı, isterseniz Ruax'ın ilk spor oyunu Axur'da çok iyi bir Axur oyuncusu olabilirsiniz. http://www.ruax.net/ Bir oyundan çok bir yaşam olarak ilerleyen Ruax, kendi ekonomisi kendi eğlence dünyası, kendi kültürü, kendi fiziksel kuralları, kendi kanunu ve Ruax yaşamı içindeki kişilerin düşünceleriyle şekillenen bir yaşamdır.

http://www.binbirkanal.com/ Bilgisayarınıza herhangi bir program yüklemeden online olarak TV izleyebilmenizi sağlayan bir web sayfası.

Web sayfalarınızda, sunumlarınız veya eğlencelik çalışmalarınızda kullanabileceğiniz animasyonlar için http://www.animation-central.com/ gif formatındaki animasyonları istediğiniz kadar indirebilirsiniz. Hepsi ücretsiz.

 


 Damak tadınıza uygun kahveler






http://kahvemolasi.ourtoolbar.com/
Beklenen Araç Çubuğu hizmetinizde:-)) Kahve Molası Araç Çubuğu (Toolbar) gelişmeye açık olarak kullanıma açık. Bir kere download edip kurmanız yeterli. Bundan sonra ki tüm güncellemeler gerçek zamanlı olarak tarayıcınızda görünüyor. Kahve Molası'nın tüm linklerine hızla ulaşabildiğiniz gibi, Google Arama, KM'den mesajlar ve en önemlisi meşhur "Dünden Şarkılarımız" artık elinizin altında. Sohbet için özel chat bile olduğunu eklemem gerekir. Son derece güvenilirdir. Virüs içermez, kişisel bilgi toplamaz. Bizzat tarafımdan pişirilip servise konmuştur. Yükleyip kullanın, geliştirmek için önerilerinizi yollayın.

Gom Player Version 2.1.8.3683 / Windows / 4.48 MB http://www.gomplayer.com/down/GOMPLAYERENBETASETUP.EXE
Bilgisayarınızdaki tüm media oynatıcılarının yerini almaya namzet bir Media Player. Gerekli codecleri kendisinin arayıp bulması gibi özellikleri var. Hemen her çeşit medyayı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz. Ve bedava. Mutlaka yükleyip kullanın derim.

 


KAHVE MOLASI ABONELERi Google Grubuna üyesiniz. İlginize teşekkür ederiz.

ABONELiKTEN AYRILMAK İÇİN :
KM-abone-unsubscribe@googlegroups.com
(Gönderdiğiniz mesajın abone olduğunuz adresten gittiğine emin olunuz.)

ÜCRETSİZ ABONE OLMAK İÇİN :
Google Gruplar KAHVE MOLASI ABONELERi grubuna kayıt ol
E-posta:


Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?


Kahve Molası MS Internet Explorer 5.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - 2002-07©KAHVE MOLASI - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri

 






Arkadaşlarınıza önerir misiniz?

Yazılarınızı buradan yollayabilirsiniz!



SON BASKI (HTML)

KAHVE YANINDA DERGi

Hoşgeldiniz
Arşivimiz
Yazarlarımız
Manilerimiz
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
KÜTÜPHANE
SANAT GALERiSi
Medya
İletişim
Reklam
Gizlilik İlkeleri
Kim Bu Editör?
SON BASKI (HTML)
YILDIZ FALI
DÜNÜN
ŞARKILARI





ÖZEL DOSYALAR

ATA'MA MEKTUBUM VAR
Milenyumun Mandalı
Café d'Istanbul
KIRKYAMA
KIRK1YAMA
KIRK2YAMA
KIRK3YAMA
ZAVALLI BİR YOKOLUŞ
11 EYLÜL'ÜN İÇYÜZÜ
Teröre Lanet!
Kek Tarifleri
Gezi Yazıları
Google
Web KM




La Bohème
Charles Aznavour









Fincan almak ister misiniz?
http://kmarsiv.com/sayilar/20080118.asp
ISSN: 1303-8923
18 Ocak 2008 - ©2002/08-kmarsiv.com